22 Ocak 2016 Cuma

ERMENİ MESELESİ,



ERMENİ MESELESİ,


Yüzyıllar boyunca Osmanlı idaresi altında yaşamış olan Ermeniler,bu süre içinde toplumun bir parçasını oluşturmuşlar ,  çeşitli devlet görevlerinde bulunmuşlardır.İçlerinden bir çoğu da ticaret, musiki,edebiyat, mimari vs. gibi alanlarda önemli işler başarmışlardır.Sosyal ve iktisadi hayatta kazanmış oldukları bu statü sayesinde, Türkler’le rahatça uyum sağlayarak , en nüfuzlu reaya konumuna sahip olmuşlardır. Öyle ki görev yaptığı yıllarda Ermeniler’in Osmanlı Devleti’ndeki durumunu gözlemleyen Alman Generali Moltke, onlar için şu değerlendirmeyi yapmıştır:”Bu Ermeniler’e hakikatte Hırıstiyan Türkler denilebilir. Rumlar’ın kendi benliklerini korumalarına rağmen ,Ermeniler Türk adetlerini ,hatta dilini benimsemişlerdir.Bir Ermeni kadınını sokakta bir Türk kadınından ayırmak mümkün değildir”.Bu konumları ile Ermeniler’in” Sadık Millet “ olarak vasıflandırıldıkları da bilinmektedir. 

Ermeniler’in,bütün bu avantajları elde edebilmeleri ,Osmanlı Devleti’nin kendilerine sonsuz bir himaye ve lütuf göstermesi sayesinde olabilmiştir.Gerçekten de Osmanlı Devleti,kuruluş döneminden itibaren Ermenileri iyi niyetle himayesine almıştır.Onlar da Osmanlılar’a sığınmış , sadakatten ayrılmayacaklarına dair yemin etmiş bulunduklarından , diğerlerinden ayrı tutulmuşlardır. 

Osmanlı Devleti, bu iyi niyetli tutumunu her zaman devam ettirmişse de özellikle 19.y.y.ın ikinci yarısından itibaren Avrupalılar’ın gayr-ı müslim teba üzerindeki kışkırtıcı faaliyetlerine kanan Ermeniler, düşmanca bir tavır alamaya ve çeşitli isyanlar çıkarmaya başladılar.Bilhassa 1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı esnasında ,Ruslar’ın bağımsızlık vaadlerine kapılmaları , neticede bir Ermeni Meselesi’nin doğmasına vesile oldu.Savaş sonunda imzalanan Berlin Antlaşması’nda Ermeniler’in yaşadıkları vilayetlerde ıslahat yapılması öngörülünce memnun olmadılar.Bundan sonra da Taşnak ve Hınçak Komitelerini kurup hedeflerine ulaşabilmenin vasıtası olarak terörizmi benimsediler.Bu komitelerin inancına göre “Yakın maksada gidecek biricik yol ihtilaldir.Türkiye Ermenistanı’ndaki bütün müesseseleri alt-üst etmek , değiştirmek,halkı umumi isyan yoluyla Türk hükümetine karşı savaştırmak” gerekmektedir. 

Ermeni meselesi gündeme geldiğinde ,Osmanlı tahtında yeni padişah II.Abdülhamit vardı.II.Abdülhamit Ermeni meselesi ve Doğu Anadolu ıslahatı konusunda çok kararlı bir tutum sergilemiş ve Berlin Kongresi’nde öngörülen hususları hiçbir zaman yürürlüğe koymamıştır.Alman elçisine söylemiş olduğu şu sözler, onun tutumu hakkında yeterli bir fikir vermektedir: ”Ölürüm de Ermenilere muhtariyet hakkı tanıyan Berlin Antlaşması’nın 61.maddesini uygulatmam”  [1]  

Osmanlı Devleti, I.Dünya Savaşı’nda sekiz cephede birden savaşmak zorunda kaldı.Bu cephelerden bir tanesi de Kafkasya Cephesidir.Osmanlı birlikleri Kafkasya üzerinden hem Rusları güneyden çevirecek hem de Orta Asya’daki Türkler’den yardım alınacaktı.Fakat plan gerçekleşemedi.Enver Paşa idaresindeki Osmanlı birliklerinin Kars-Sarıkamış’ta düşmana karşı bir tek kurşun atmadan şiddetli soğuk , açlık, salgın hastalıklar vb. sebeplerden donarak şehit olması  Ermeniler’e bekledikleri fırsatı verdi. 

I.Dünya Savaşı’na Osmanlı Devleti dahil olduktan sonra Ermeni komitelerinin düşmanla işbirliği ettiğine dair istihbarat Bab-ı Ali’ye ulaştıkça ve akabinde Anadolu’da birbiri ardı sıra isyanlar çıktıkça hükümet giderek telaşlanıyor fakat hadiselerin durulacağını varsayarak kesin bir tedbir almak yoluna gitmiyordu.Bu süre içinde günün Dahiliye Nazırı Talat Bey, Erzurum Mebusu Varteks Efendi’ye “Ermeniler bu çeşit muamalelere devam ettikleri takdirde çok şiddetli tedbirlerle karşılaşacaklarını “ bildirmiş , Başkumandan Vekili Enver Bey de aynı şekilde patrikle görüşerek cemaatine barış nasihatinde bulunmasını istemiş ve devamla söz konusu hareketler “umumi bir mahiyet aldığı takdirde askeri hükümetin en sıkı tedbirleri almak mecburiyetinde kalacağını  da” vurgulamıştır. 

Çeşitli uyarılara rağmen Ermeniler’in Müslüman ahaliyi katletmeye başlamaları askerleri müteessir etmiş; ordu daha etkili bir tedbirin alınmasını , askeri zorunluluk olduğu kadar insani bir görev olarak da görmeye başlamıştı.Nitekim ordu Dahiliye Nezareti’ne 2 Mayıs 1915’te başvurarak “ya isyankar Ermeniler’i ve ailelerini Rusya hududu dahiline sürmek, yahut meskun (isyankar) Ermenileri Anadolu dahiline muhtelif yerlere dağıtmak lazımdır.Bu iki şıktan münasibinin iltihabı ile icrasını rica ederim” diyordu. 

27 Mayıs 1915’te çıkan kanun ile Ermeniler’in savaş alanı olmayan Suriye’ye mecburi göç ettirilmesine karar verildi. 

Ordu ,26 Mayıs 1915’te yeniden Dahiliyeye müracaatla Ermeniler’in Doğu Anadolu vilayetlerinden, Zeytun’dan ve yoğun bulundukları diğer yörelerden Diyarbakır vilayeti güneyine Fırat Nehri vadisine , Urfa, Süleymaniye yakınlarına gönderilmelerini ve bu yer değiştirme operasyonu sırasında Ermeni nüfusun gönderildiği yerlerdeki aşiret ve müslümanların sayısının %10 oranını geçememesine , göç ettirilecek Ermenilerin kuracakları köylerin her birinin 50 evden çok olmamasına ve göçmen ailelerin seyahat ve nakil suretiyle de olsa yakın yerlere ev değiştirmemesine dikkat edilmesini istedi. 

Osmanlı, Ermeniler’in yerlerinin değiştirilmesi kararının düzenli ve güvenli bir şekilde uygulanması için gereken önlemleri almıştı.İskan yerlerine gelen Ermeniler, durum ve yere göre , ya mevcut köyler ve kasabalarda inşa edilecek evlerde yada hükümetçe belirlenecek  yerlerde kurulacak köylerde yerleştirileceklerdi.İskan yerlerine sevk edilen Ermeniler’in can ve malları korunacak –Ermeniler bütün taşınabilir mallarını birlikte götürebilirlerdi-beslenmeleri ve istirahatları sağlanacaktır. Ermeniler’in beraberinde götüremeyecekleri eşyaları sahipleri adına açık arttırma ile satılacak , bedeli hükümetçe ödenecektir.Talat Bey ,30Temmuz 1915’te yayınladığı ek bir kararla gülünç denilecek fiyatlar üzerinden mal satın almış kişiler varsa , satışları iptal etmek , fiyatları normal seviyeye yükseltmek ve kanun dışı kar sağlanmasını önlemek için gerekli önlemleri almalarını ilgili mülki mercilerden talep ediyordu.28 Ağustosta ise Dahiliye Nezareti , diğer hususların yanı sıra , tehcir edilenlerin sağlık durumlarının kontrol edilmesini , hastalara, hamile kadınlara ve bebeklere ihtimam gösterilmesini emrediyordu.Yine aynı yazı hasta kadın ,çocuk ve yaşlıların demiryoluyla , geri kalanların ise atlarla ve arabalarla sevk edilmelerini; her kafileye yiyecek stoku sağlanıp muhafız birliklerinin refakat etmesini kayda bağlıyordu.Devamla Müslüman halkın muhtemel saldırılarına karşı emniyet tedbirleri alması , bu konuda teşebbüsü  veya ihmali görülenlerin Divan-ı Harbe verilmeleri vurgulanmıştır.  [2]  

İlk Dünya Savaşı’nda 26 Şubat 1919’da Erzurum’u kaybederiz.Şehre Rus taburlarının başında Ermeni asıllı Antranik isimli bir kumandan girer .Öldürdüğü Türk sayısı 16.000. kadardır.Harput’ta bir Amerikan Koleji vardır.Buradaki öğretmenlerden Miss Jayson Smith anlatır ki:” Antaranik’in ruhu , sokakta rastladığı her Türk’ü öldürmeye göre ayarlanmıştır” 

Görüldüğü üzere Osmanlı sekiz cephede bile savaşırken öncelikle azınlıkların güveliğini düşünmüştür.Fakat Ermeniler’le beraber diğerleri yabancı devletlerin kışkırtmaları sonucu devlete isyan etmişlerdir.Yıllarca idaresinde barındırılıp ayrıcalıklı muamelesi yapılan Ermeniler bunu unutmuşlar ve devletin en nazik zamanında Doğu Anadolu’da savunmasız durumdaki kadın, çocuk ve yaşlıları hunharca katletmekten geri durmamışlardır.Aradan uzun zaman geçmiş olasına rağmen bu gün hala Doğu bölgelerimizde Ermeniler tarafından katledilen Türkler’in toplu mezarlarına rastlanmaktadır.Buna rağmen Osmanlı Devleti onları sadece Suriye’ye göç ettirmekle yetinmiştir.Aynı durum bu gün bizlere insan hakkı dersi vermeye çalışanların başına gelse nasıl davranacaklarını tahmin etmek hiç te güç değildir.Bu olay Türkler’in Ermeniler’i katli şeklinde anlatılmış ve bu sorun değişik zamanlarda bu gün bile karşımıza çıkmaktadır.Tehcir Kanunu’nu imzaladığı için Talat Bey en büyük düşman olarak görülmüş , aradan yıllar geçtiği halde Ermeniler’in  intikam duyguları bitmek bilmemiştir.Talat Bey, Berlin’deki evinden çıkarken Teleyran adındaki bir Ermeni tarafından vurularak öldürülmüştür.Yakalanan katil Talat Bey’i 1915 yılında çıkarılan Tehcir Kanunu’ndan dolayı öldürdüğünü çekinmeden itiraf etmiştir. Sonraki tarihlerde ASALA  adındaki Ermeni Terör örgütünün çeşitli faaliyetlerine rastlamaktayız. Çeşitli Avrupa ülkelerinde sözde  24 Nisan 1915 Ermeni katliamı anısına anıtlar dikilmektedir. 

Anadolumuz üzerinde bir yüzyıldan fazla bir süredir devam ede gelen niyet ve eylemler karşısında pasif ve üşengeç davranışımız , milletlerarası arenada sahnelenen senaryolarda etkili olmamızı kesinlikle engellemiştir. 

Nasıl engellemesin ki ,Ermeniler’in ,dış ve özellikle Rus desteği ile başlattıkları “Anadolu’da devlet ve katliam bedeli” gayretlerinin çıkış noktası olan 1874’ten 1985  yılına kadar yayınladıkları Avrupa dillerindeki eserlerin şöylece bir sayısı 3582 (Üçbinbeşyüzsekseniki)’dir.Çoğunun önsözünü o zamanın başbakanları,dış işleri bakanları , tarihçileri ve ünlü edebiyatçıları yazmışlardır.Ermeni örgütleri bu eserleri mükemmel bir dağıtım sistemine bağlamış , gazetelerde eleştiriler yapılmasını sağlamış ve bir Avrupa ve Dünya kamuoyu oluşturulmasında en akıllı yolu seçmişlerdir. 

Bizim ise , şu üçbin küsür esere karşı mücadelemizde kullandığımız fikir silahlarının yekünu sadece 12 (oniki)’dir. 

Bu dengesizlik karşısında “Avrupalı niçin bize değil de onlara kulak veriyor ?” şikayetinin müdafaa edilebilir tarafını bulmak hakikaten zordur.  [3]  Bütün bunların sebebi kendi tarihimizden gerekli dersleri almayışımızdır. 

Yabancıların farklı düşünmelerini beklemek zaten mümkün değildir.Bizleri üzen asıl taraf hala Türkiye’de kendi tarihinden habersiz insanların varlığıdır.İlk önce buradan başlamak lazımdır. 



 [1]   .Vahdettin ENGİN:Terörün Tahta Uzandığı Gün  Tarih ve Medeniyet Dergisi S:10-11 Sayı:5 Temmuz 1994 

 [2]   .Mim Kemal ÖKE:Ermeni Sorunu  TTK Basımevi –Ankara 1991 

 [3]   .İlhan BARDAKÇI:Ermeni Şirretliğine Karşı Hala Gaflet Uykusundayız Tarih ve Medeniyet Dergisi   S :17-21 Sayı:5 Temmuz 1994 


TALAT PAŞA’NIN KATLİ VE ALMANYA

Mondros'un imzalanmasıyla, Osmanlı'nın savaş yıllarındaki liderleri olan Talat, Enver ve Cemal Paşa’lar, yenilginin hemen ardından, bir savaş suçlusundan ziyade, Ermeni olaylarının da baş faili olarak görüldüklerinden, İngiliz ve Fransızlar’ın cellât kesildiği bir ortamdan kurtulmak için, İstanbul'dan kaçmışlar, Talat Paşa  gizlice Berlin'e, Türkler'i savaşa iten Kayzer Wilhem'in kucağına sığınmıştı.. Üç yıl aradan sonra, 1921 yılında, bir sabah, sokakta yürürken, Ermeni İntikam Örgütü Nemsis'in üyesi olan ve "bir akıl hastası gibi" gösterilen Tehleryan adında örgüt üyesi biri tarafından vurularak öldürülecektir. Katil, Alman gizli servisinin de yardımıyla, bu işi gerçekleştirmişti. Katil, Tehleryan, cinayetle suçlandı ve yargılandı. Ancak, General Liman Von Sanders'in, katil Tehleriyan'ın lehinde ifade vermesi ve mahkemeye, ailesinin tümünün, (Ermeni kıyımlarında, Talat Paşa’nın İçişleri Bakanı - Nazır olarak bulunduğunu, bundan da büyük ölçüde bu olayda Talat Paşa sorumlu gösterilmişti.) yok olduğu bildirildiğinden, katil Tehleryan kısa zamanda serbest bırakıldı. Aynı yıl, Berlin'de iki, Roma'da bir Türk daha kıyımla ilgili olarak katledildi. 

Almanya da, yenilginin de acısıyla, tepkilerini üzerlerine çekmemek için, Ermeniler’den yana tavır almış, Ermeniler’in iddia ettiği 1915 yıllarında, Almanlar’ın Türk ordusundaki etkilerini unutturmak için, büyük olasılıkla, Alman gizli Servisi, Talat Paşa’yı ortadan kaldırmayı, konuşmasına ve bazı gerçeklerin ortaya çıkmasına fırsat vermemek için böyle bir suikastı      " gerekli " görmüşlerdi. Böylece, Liman Von Sanders gibi Türkiye'de, özellikle de 1914 -1919 yılları arasında, Türk- Alman askeri ittifakının yapıldığı bir sırada başlayan savaşta, oldukça yetkili ve sorumlu olmaları, Almanlar’ın Ermeniler’e oldukça kin duydukları, Almanlar’ın Ermeniler’i "Rus ajanı" olarak nitelemeleri, hatta Türkler’in Ermeniler’e karşı harekete geçmesini bile bazı Türk yetkililerinin karşı çıkmasına rağmen " Tehcir kararını Alman subaylarının baskısıyla Türk yöneticilerinin aldığını ve bu doğrultuda Alman subaylarının Türkler’e emirler verdiğini çok iyi bilen Sanders Paşa, sonunda, Talat Paşa’nın, " gelecekte Almanlar’ı ve Sanders Paşa’yı deşifre etmemesi için", bir anlamda Talat Paşa’yı değil, Ermeniler’e karşı yapılan uygulamalarda Almanlar’ın rolü olduğu gerçeğini açıklamasından korkarak, Talat Paşa’nın yaşayan şahsında, yapacağı tarihi konuşmaları aslında "katlederek" engelleme yoluna gitmişlerdi.. Bu gerçekti. Talat Paşa’yı, Alman gizli servisinin kiralamış olduğu akıl hastası numaralarına yatan, Tehleriyan'a yaptırmaları, sadece bir iz atmak ve şaşırtmaktan başka bir şey değildi.

Talat Paşa’yı Almanlar ortadan kaldırmıştı. Sanders Paşa’nın, Ermeni olaylarının yaşandığı 1915 sıralarında, "Rus ve İngilizlerle işbirliğine girişen Ermeniler’e karşı oldukça şiddetli davrandığı, Türk subaylarını yönlendirdiği" görüşünün doğrulanmaması için, en yakın çalıştığı kişiyi, Talat Paşa’yı, ne yazık ki; kendi elleriyle, akıl hastası raporu verilen, aslında Ermeni İntikam Örgütünün aktif bir elemanı olan "sağlıklı birine", Talat Paşa’yı "susturma görevi" verilmiş olmakla, aynı zamanda da Almanlar’ın 1915 yılında, Tehcir Kararı dahil, Türkler’i, Rus yanlısı Ermeniler’e karşı kışkırttıkları ve suça ittikleri yılları unutturmak için, sözde suçların bütünüyle, Talat Paşa’nın ve Türkler’in üzerine sonsuza kadar yıkmış oluyorlardı.. Böylece Almanya, kendisini Ermeniler’e karşı işlendiği söylenen suçlamalardan, güya aklamış oluyordu. Eğer ki Türkler, Ermeniler’e karşı suçlu ise, bu suçun işlenmesinde yüzde yüz Türkiye'deki Almanlar’ın da suçlu olduğu kesindir. Çünkü Tehcir kararının çıkmasında Almanlar, özellikle İstanbul'daki büyük elçileri, nasıl ki iki Alman gemisini gizlice Rus Limanlarını emrivaki bir şekilde bombalatmışlar ve Osmanlı’yı savaşa sokmuşlarsa, Tehcir Kararını da, Türk idarecilerinin karşı olmalarına rağmen (başta Cemal Paşa), Alman büyükelçisinin özelikle Enver Paşa’ya bastırmasıyla alındığı ayrıca tartışılması gereken bir durumdur. Şimdi yerel Alman parlamentoları sözde Ermeni soykırımını kınama kararları alarak hala, kendilerini bu işten uzak tutmaya çalışıyorlar. Türkler suçluysa Alınanlar da en az Türkler kadar suçludur. Almanlar suçsuzsa, Türkler de suçsuzdur.

Yaşanan Türk- Ermeni olaylarında, aslında Almanlar da Türkler’i Ermeniler’e karşı kışkırtmış, onlara karşı daha sert, yıldırıcı tedbirlerin alınmasını sağladıkları da bilinen bir gerçektir, özellikle "Tehcir Yasası" bütünüyle Almanlar’ın fikri olup, Alman etkisindeki Genel Kurmay ve İç ve Dışişleri Bakanlıkları'na bu kararları uygulattıkları da, ayrıca araştırılması gereken bir tarihi bir konudur. Almanlar, Liman Von Sanders ve Wilhelm, gizli planlarını, Anadolu'da Türk ve Ermeniler’i kullanarak işe başlamışlar, sonuç facia ile 30 Ekim 1918 de noktalanmış, ama savaşın o döneminde Türkiye'de bulunan askeri Alman sorumluları, hemen kaçmışlar, bütün belgeleri de gemilerle Almanya'ya kaçırmışlardır.

Şimdi, Almanlar’ın, Ermeni olaylarında baş sorumlu kişi olarak görevli Sanders'i, o günlerde Türkiye'de bulunan Pierre Loti'nin  “Sevgili Fransa'mızın Doğu'daki Ölümü" adlı eserinden okuyalım.”Bilinen bir gerçek vardır ki, İngiliz ve Fransızlar İstanbul'u işgal ettiklerinde, ilk olarak Sanders'in yargılanması işine el atıyorlar. Pierre Loti bu konu hakkında, 1919 yılında,  "İstanbul'da Fransız Generalimiz Franchet D'Esperey'in, Alman Generali Liman Von Sanders'i, Ermeni katliamlarını emreden kişi olduğu için Harp Divanı'na verdiği biliniyor. Birçok Türk'ün bu suça engel olmak için durumlarını ve hayatlarını riske attıkları da biliniyor ve Ermeniler bunu kendileri söylüyorlar." diye yazar. Almanlar ve Sanders, Talat Paşa’yı, gizli servislerine verdikleri talimatla, Ermeniler’in de gönlünü alırcasına, yine bir Ermeni’nin adını olaya karıştırarak, kendilerini yine gizlemeyi, Ermeniler’i yine aldatmayı ve de en azından dünya kamuoyunun eleştirilerinden uzak durmalarını sağlamışlardı.

Talat Paşa vurdurulmakla bu iş bitmemişti. İşgalciler, İstanbul'u işgal ettiklerinde Fransız General Franchet D'Esperey'in, Alman generali Liman von Sanders'in Ermeni katliamlarını    "emreden kişi" olduğu gerekçesiyle harp divanına verdiğini öğrendiğimiz Pierre Loti'den yine ilginç bir bölüm daha okuyalım; " Elimde, dünya savaşı başında, katliamların provokatör ajanları ve Ermeniler’in Asya'daki faaliyetleri ile ilgili kontrol edilmiş, imzalanmış ve parafe edilmiş can sıkıcı dosyaları var." diye yazıyordu.

O dönemin bilinen gerçeklerini, bir yandan Almanlar yok ederken, bir yandan da Fransız ve İngilizler, konuları çarpıtarak kendilerine göre şekillendirdiler.

Talat, Enver ve Cemal Paşa’lar, Almanlar’ın etkisinde, yalnız bir imparatorluğu yıkmakla kalmamışlar, aynı zamanda yaşamlarını da esrarengiz biçimde yok ettirmişlerdi. Almanlar kendilerini büyük bir "manevrayla Ermeni suçundan temize" çıkarırlarken, yaptıkları ve işledikleri bütün savaş olaylarını, Türkler’in üzerine yıkarak, bir kenara çekilmişlerdi!.

Osmanlı’nın savaşa girmesinde, Türk-Ermeni kapışmasında, dönemin emperyalist Alman politikacılarının payları, Türkler’den kat be kat fazlaydı. Özellikle iç isyanlarda, herkesin, Alman vesayeti ve emri altına girmiş olan ordunun, yenilgilerini ve başarısızlıklarını, "Alman askeri emirleri" olarak değerlendirmesi gerekir. Almanlar, 1. Dünya Savaşı'nda oldukça yanlış ordu yönetimleriyle Ruslar’ın, İngilizler’in ve Fransızlar’ın şiddetini üzerlerine çekmişler bunun bedelini de, Almanlar’a müttefik olan Türkler’e ağır biçimde ödettirmişlerdi. Aslında, Osmanlı İmparatorluğu'nu İngilizler değil, bu gizli oyunlarla sanki Almanlar yıkmıştı. İşte, müttefikimiz olan Almanlar bunlardı!. O da kendine göre bir oyun içindeydi.

Selahattin SERT: Fransızlar’ın Ermeniler’i Yok Etme Planı Kilikya 1918–1922 Haçin Ölüm Kampı S:29–33 Kum Saati Yayınları,  İstanbul, 2005


http://www.akintarih.com/ermeniler/talat_pasanin_katli_almanya/talat_pasanin_katli_almanya.html


http://www.akintarih.com/ermeniler/ermeniindex.html


..

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder