ERMENİ İDDİALARI BÖLÜM 6
TALAT PASA'NIN SOYKIRIMI EMREDEN GİZLİ TELGRAFI VAR MIDIR?
“Soykırım” iddiasını bir Osmanlı politikasına bağlamaya heveslenen Ermeni propagandası bir de bu yönde alınmış bir karar olduğunu ispatlamak zorundadır. Bunun için de bir formül bulunmuş ve Talat Paşa’ya atfedilen ve General Allenby komutasındaki kuvvetlerce Halep'te ele geçirildiği ileri sürülen birtakım telgraf örnekleri ortaya çıkarılmıştır. Bu telgrafların Naim Bey adli bir Osmanlı memurunda bulunduğu ve İngiliz işgalinin öngörülenden daha kısa sürüde gerçekleşmesi nedeniyle Osmanlılarca imha edilemediği iddia olunmaktadır Aram Andonian adlı bir Ermeni yazar bu telgrafların örneklerini 1920’de yayınlanmış, ayrıca Talat Paşa’yı Berlin'de katleden Tehlirian'i yargılayan mahkemeye de verilmiştir. Mahkemede bunlardan 5’i söz konusu edilmiş, ancak delil olarak kabul edilmedikleri gibi otantik olup olmadıkları da herhangi bir karara bağlanmamıştır. Diğer Ermeni iddiaları gibi bu iddianın da gerçekle bir ilgisi yoktur. Zira bu telgraflar 1922'de İngiltere’de Daily Telegraph gazetesinde yayınlanmıştır. İngiliz Dışişleri Bakanlığı bunun üzerine durumu işgal komutanlığından soruşturmuş ve sonunda bu belgelerin Allenby kuvvetlerince bulunmadığı Paris'teki bir Ermeni grubunca icat edildiği anlaşılmıştır. Telgrafların kaleme alınış şekli ve yazıldıkları kağıtlar Osmanlı belgeleri olmadıklarını açıkça göstermektedir.
İngilizler ve Fransızlar İstanbul’un işgalinden sonra Ermeniler’e karşı karsı girişilen "katliamın" sorumlularını cezalandırmak amacıyla tutuklamalara girişmişler. Osmanlı Hürriyet ve İtilaf Hükümeti, İttihat ve Terakki Partisi ve yöneticilerine olan düşmanlığı nedeniyle işgal kuvvetlerine bu hususta elinden gelen her türlü yardımı yapmıştır. Tutuklananlardan bir kısmı İstanbul'da yargılanmış, bir kısmı ise Malta'ya sürülmüştür.
İstanbul’daki mahkeme İttihat ve Terakki'nin firardaki 4 yöneticisini gıyaplarında idama mahkum etmiş, ayrıca 3 kişiyi daha idam cezasına çarptırmıştır. Bu son idam cezalarının yalancı tanıkların ifadelerine dayanarak verildiği daha sonra açığa çıkmıştır. İngilizler Malta'ya sürdükleri sanıklar aleyhine her yerde belge ve tanık aramaya girişmişler, Osmanlı Hürriyet ve İtilaf Hükümetlerinin de yardımlarına rağmen hiçbir belge bulamamış, bunun üzerine ABD arşivlerine müracaat edilmiştir. Bu arşivlerde de katliam iddialarını kanıtlayacak belge bulunamamıştır. Washington’daki İngiliz Büyükelçiliği bu konuda İngiliz Dışişlerine şu cevabi göndermiştir: " Malta’da tutuklu bulunan Türkler aleyhine delil olarak kullanılabilecek hiçbir şey olmadığını bildirmekten üzüntü duyuyorum. Yeterli delil oluşturabilecek hiçbir somut vakıa mevcut değildir. Söz konusu raporlar , hiç bir suretle Türkler hakkında Majesteleri Hükümetinin halen elinde bulunan bilgilerin takviyesinde yararlı olabilecek delilleri bile ihtiva eder görünmemektedir ". İngiliz Dışişleri bu cevap karsısında ne yapılması gerekeceğini İngiliz Kraliyet Savcılığına sorar, yanıtı şöyledir "Şimdiye kadar hiçbir şahitten , tutuklular hakkında yapılan suçlamaların doğruluğunu kanıtlayan bir ifade alınmış değildir.Esasen herhangi bir şahit bulunup bulunmayacağı da belli değildir”.
Sonuç olarak.
Malta'daki tutuklular, kendilerine hiçbir suçlama dahi yöneltilmeden ve duruşma yapılmaksızın 1921 sonlarında serbest bırakılmışlardır.İngilizler belge aramakla meşgul iken Andonian'dan kaynaklanan telgraflar bilinmektedir. İngilizler’in bu telgraflara rağbet etmemeleri bunların uydurma olduklarını bilmelerindendir. Andonian’ın belgelerinin sahte olduğuna dair kanıtlar aşağıdaki şekilde sıralanabilir.Andonian yaptığı sahte belgelerin ''gerçek Osmanlı belgeleri" olduğunu kanıtlamak için. Söz konusu Halep Valisi Mustafa Abdülhalik Bey’in imzasına dayanmıştır Ancak, halihazırdaki arşivlerde bulunan Mustafa Abdülhalık Bey’in imzasını taşıyan bir çok sahte belge incelendiğinde Andonian belgelerindeki imzanın sahte olduğu ortaya çıkmaktadır. Andonian’ın Mustafa Abdülhalik Bey'in imzasını taşıyan sahte belgenin bir tanesinde bir tarih ver almaktadır. Ancak dönemin İçişleri Bakanlığı ve Halep Valiliği arasındaki yazışmalara ilişkin asıl belgeler incelendiğinde söz konusu tarihte Halep Valisinin Mustafa Abdülhalik Bey değil Bekir Sami Bey olduğu görülmektedir. Dolayısıyla Andonian’ın sahte belgeleri şunu kanıtlıyor ki Andonian'ya Müslüman Rumi takvimi ile Hıristiyan takvimi arasındaki farklardan tamamen habersizdi ya da belgeleri hazırlarken farklar gözünden kaçmıştı. Dikkatsizliği sonucu tarihlerde ve referans numaralarında yaptığı hatalar belgelerin doğruluğu konusunda şüpheye yer bırakmaktadır. Dönemin İçişleri Bakanlığının "giden şifre" kayıtları ayrıntılı olarak incelendiğinde Bakanlığın şifre kayıt tarih ve numaraları ile Andonian' in sahte belgelerinde yer alan tarih ve numaralandırma sistemi arasında hiçbir benzerlik olmadığı. Andonian'in sözde şifreli telgrafları ile dönemin İçişleri Bakanlığının Halep'e gönderdiği gerçek şifreli telgraflar arasında bir ilişkinin bulunmadığı ortaya çıkmaktadır. Andonian'nın "şifreli telgraflarının" Türkçe “orijinalleri" ile dönemin Osmanlı şifreli mesajları karşılaştırıldığında görülmekledir ki kullanılan şifre sistemleri arasında da herhangi bir bağlantı bulunmamaktadır. Andonian belgelerini gerçek gibi göstermek için hiç kullanılmayan . mevcut olmayan bir şifreleme metodu kullanmıştır.. Sahte belgelerin üstlerindeki tarihlerden Osmanlıların 6 ay boyunca ayni şifreleme yöntemini kullanmış oldukları sonucu çıkar ki bu imkansızdır. Zira o dönemde yayınlanan bir genelge ile savaş yıllarında kullanılan şifreleme yönteminin 2 ayda bir değiştirilme zorunluluğu getirildiği ve bunun uygulanmakta olduğu kanıtlanmıştır.
Andonian’ın iki sahte belgesinde yer alan Besmele'nin acemice yazılış sekli de gerçek belgelerdekilerle karşılaştırıldığında Andonian'in belgelerinin sahte olduğuna delalet etmektedir. Bu acemice yazım sekli Osmanlılar’da Müslüman olmayanların Osmanlıca’yı bilseler bile Besmeleyi yazışmalarda hiç kullanmamış olmalarından kaynaklanabilir. Andonion’un bir çok sahte belgesinde yer alan cümle yapıları ile gramer yanlışlarının bir Osmanlı görevlisince gerçekleştirildiğini kabul etmek güçtür. Aynı şekilde önemli Osmanlı görevlilerince kullanıldığı iddia edilen bir çok deyim ve ifadenin herhangi bir Osmanlı Türkü tarafından bile kullanılması mümkün değildir. Türklerin suçlarını kendi ağızlarından itiraf ettiklerini kanıtlama çabası içerisindeki Andonian bu hususu da gözden kaçırmıştır.
Sahte belgeler, iki tanesi hariç, üzerlerinde dönemin Osmanlı bürokrasisinin kullandığı resmi sembollerin hiçbiri bulunmayan düz beyaz kağıda yazılmıştır. Sahte belgelerden birinin Osmanlılar’ın özel yazışmalarda bile kullanmadıkları çizgili kağıda yazılmış olduğu diğer iki belgenin de herhangi bir Osmanlı Postanesinden alınabilen boş telgraf formlarına yazıldığı görülmektedir. İngilizler’in , Ermeni olaylarından sorumlu tuttukları Osmanlı görevlileri aleyhinde kullanılabilecek belgeler bulmak için yoğun çaba sarf ettikleri bir dönemde İngilizce edisyonu bulunmasına rağmen Andonian dokümanlarını kullanmamış olmaları İngiliz hükümetinin belgelerin sahte olduğuna inandığını göstermektedir.Andonian tarafından uydurulan belgeler eğer varolmuş olsalardı , “çok gizli” ibaresi taşımalarından dolayı telgraf yoluyla değil kurye vasıtasıyla gönderilmeleri ve dolayısıyla üç yıl boyunca tutulmak yerine okunur okunmaz yok edilmeleri gerekirdi. Andonian kitabının İngilizce ve Fransızca baskıları arasında, baskı veya tercüme yanlışlıklarından kaynaklanmış olmayacak kadar önemli bir çok farklılıklar vardır.Son olarak Ermeniler’in sözcüleri olarak hareket eden Ermeni çevrelere yakın ilişkiler içindeki yazarlar bile Anadonian belgelerinin gerçekleri üzerinde şüphelerini dile getirmektedirler.Kısacası, meşhur ”Talat Paşa Telgrafları” Andonian ve çevresi tarafından uydurulmuş aldatmaca dan başka bir şey değildir.
Talat Paşa’nın Ermeniler’in katledilmesini emrettiği öne sürülen telgrafıyla aynı tarihlerde gönderdiği başka gizli telgraflar da vardır.Bu telgraflar tehcir sırasında suç işleyecek görevlilerin cezalandırılmasına ilişkindir. Bir yandan Ermeniler’in katli istenirken diğer yandan da bu katliamı yapacak görevlilerin cezalandırılması talimatının verilmesinin izahı yoktur.Neareast Relief Society adlı Amerikan yardım kuruluşunun tehcir sırasında Ermeniler’e yardım etmek üzere Anadolu’da görev yapmasına Osmanlı Hükümetince izin verilmiştir. ABD’nin İtilaf Devletleri safında Osmanlılar’a karşı savaşa girmesinden sonra da bu kuruluşun Anadolu’da kalmasına müsaade edilmiştir. Bu husus ABD Büyükelçisi Elkus’un raporlarına da konu teşkil etmiştir. Bu durumda, eğer “katliam” emri verilmişse , Amerikan kuruluşunun faaliyet göstermesine ve katliama tanık olmasına nasıl müsaade edilmiştir, yani biz Ermeniler’i katlediyoruz, siz de gelin seyredin mi? Demiştir.
Bunu herhalde mantıklı açıklamak mümkün değildir.
İstanbul, Batı Anadolu ve Trakya’da oturan Ermeniler tehcir dışında bırakılmışlardır.Hatta Orta Anadolu Ermenileri’nden bile yerlerinde bırakılanlar olmuştur.Nihayet bir tehcir bile söz konusu olmadığına göre “topyekün bir katliam” hiç iddia edilemeyecektir.Nihayet, eğer hükümet Ermeniler’i topyekün imha etmek niyetinde olsaydı , herhalde bunu aylarca süren bir tehcir yoluyla ve bütün devletlerin dikkatini üzerine çekerek değil, Ermeniler’in bulundukları yerlerde ve özellikle cephelere yakın yerlerde çok kolay bir şekilde yapabilirdi.Görüldüğü gibi, Ermeniler’in sımsıkı sarıldıkları soykırım iddiası da yalandan başka bir şey değildir ve bu soykırım hiç bir zaman olmamıştır.
Talat Pasa'nın Soykırımı Emreden Gizli Telgrafı Var Mıdır?.
www.ermenisorunu.gen.tr
Yusuf HALAÇAOĞLU: Ermeni Tehcirine Dair Gerçekler. T.T.K. Yayınları Ankara 2002
ERMENİ VE RUM İŞBİRLİĞİ
Ermeniler ve burada Ermeni Patriği Zaven Efendi mütareke yıllarında Mavri Mira örgütü ile hemfikir olarak çalışmaya başlamıştı.Zaven Efendi, Rum Patrikhanesi’nde ve Kiliselerde Türkler aleyhine toplantılara katılmış ve Rumlar’la işbirliği yapmıştı.Çünkü Yunanlılar’la Ermeniler’in çıkarları bir Türkiye’nin Batı’sında öteki de Doğu’sunda toprak kazanmak istedikleri için başlangıçta çatışmamakta idi.Gerçi sonradan Kuzey Karadeniz toprakları konusunda anlaşmazlık çıkacaksa da, ortak düşman olarak görülen Türkler’e karşı besledikleri duygular aynı idi.Bu bakımdan hangisi tarafından olursa olsun Türkler’e karşı kazanılan bir başarı ötekini sevindiriyordu.
Bu dönemde bazı zengin Rumlar, ekonomik bakımdan Ermeniler’i desteklemişler ve onlara her türlü maddi yardımda bulunmuşlardır.Mesela; Mersin’de büyük bir un fabrikasının sahibi ve Bağdat Demiryolları müteahhidi olan Bodusaki Atanasyadis, Ermeni göçmen ve öksüzlerine verilmek üzere Ermeni Patrikhanesine 1200 lira yardım yapmıştır.
İstanbul’da zaman zaman yapılan ayinlere her iki taraf ta katılıyordu. Örneğin, 5 Ocak 1919’da Ayatiriyadi Kilisesi’nde “Tehcir olunan Rum ve Ermeniler için “ ortak bir ayin yapılmış, burada konuşan Çanakkale Metropoliti Türklerin mezaliminden uzun uzadıya bahsetmiş ve Rumlar’la Ermeniler’in Türkler’e karşı birleşmelerini istemişti.
Rumların ve Ermeniler’in ortak hareket için yaptıkları çalışmalara bazen Museviler de katılıyorlardı.
Yunan Millet Meclisi’nin, başta Venizelos olmak üzere 1920 yılının ilk aylarında Ermeniler’e tam destek sağladığı görülüyordu.3-4 Şubat 1919’da Paris Barış Konferansı’nda yaptığı konuşmada “Ermeniler’le dayanışma içinde olduklarını” belirterek Ermeni iddialarını tekrarlayan Venizelos , 13 Mayıs 1920’de Paris Barış Konferansı’ndaki çalışmaları anlatırken “Ümit ederiz ki Başkan Wilson, büyük Ermenistan hudutlarını cömertçe çizsin” ifadesini kullanmıştı.
Ermeni Patrikhanesi ve Ermeniler, Rumlar’ın başarılarını kutlayarak, onlarla birlikte hareket etmek için hiçbir fırsatı kaçırmıyorlardı.Örneğin Ermeniler, İzmir’in Yunanlılarca işgalini kutlamışlar, Venizelos onlara verdiği cevapta “Eminin ki, İzmir’in Yunan askeri tarafından işgali Ermeni Cemaatine de bir hürriyet ve eşitlik devresi açacaktır” demiştir.
Mütarekeden sonraki dönemde uygun ortamı fırsat bilerek kendi emellerini gerçekleştirmek için her türlü işbirliğini yapmaktan kaçınmayan Rumlar ve Ermeniler, Karadeniz bölgesinde kurulması düşünülen “Pontus Devleti” ve Doğu Anadolu’da kurulması düşünülen “Büyük Ermenistan” sınırlarının özellikle “Trabzon”da çatışması üzerine anlaşmazlığa düşmüşlerdi.
Selahattin TANSEL:Mondros’tan Mudanya’ya Kadar S.100-101
www.ermenisorunu.gen.tr ( Rum-Yunan- Ermeni İşbirliği )
TEHCİR KUBANLARI
Mondros Mütarekesi (30 Ekim 1918) imzalandıktan sonra, İtilaf Devletleri 1915 yılında Tehcir Kanunu uygulayan kişileri İstanbul’da kurdukları Divan-ı Harp’te yargılayarak ölüme mahkum ediyorlardı.
Bu Divan’a Nemrut Mustafa Paşa adında bir soysuz riyaset ediyordu.Önce Yozgat İstinaf Mahkemesi’nde beraat etmiş bulunan eski Boğazlıyan Kaymakamı ve Yozgat Mutasarrıfı Vekili Kemal Bey’in 8 Nisan 1919 günü Beyazid Meydanı’nda asılması olayı hiç şüphesi ki milli tarihimiz boyunca “Muhteşem İmparatorluk”un utancını taşıyacaklardı.
Ayrıca şeyhülislam Mustafa Kazım Efendi de 15 yıl kürek hapsi cezasına mahkum edildi.Doktor Reşit Bey de Tehcir suçlarından idama mahkum edileceğini anlayınca intihar etti.
Osmanlı yargısı tehcir sırasında Ermeniler’in maruz kaldıkları kötü muameleler konusunda , kimi yöneticilerin ve memurların sorumluluğunu kabul edip , 1397 kişi cezalandırılmış, bunların yaklaşık 600’ü idam edilmiştir.Bu cezalandırmalar ve idamlar kamu vicdanı tarafından haksız bulunmuş, halk sokaklara dökülerek gösteri yapmıştır.
Öte yandan, özellikle Ermeniler’e karşı yapılan kırım iddiaları nedeniyle, savaş suçlularının cezalandırılması için çok sayıda Osmanlı yöneticisi işgal kuvvetleri tarafından yakalanıp Malta’ya sürülmüş, bu kimseler aleyhine ne işgal altındaki Osmanlı başkentinde, ne de Amerika’da delili bulunamamış, bu kişiler serbest bırakılmıştır.
Süleyman BEYOĞLU:1915 Tehciri ve Soykırım İddiaları
Pulat Y. TACAR:Ermeniler’e Soykırım Yapıldığı Savının Hukuksal ve Ahlaki Açıdan İncelenmesi
GENERAL HARBORD’UN RAPORU
"Ermenistan" mandası konusunun incelenmesi için Wilson, 1 Ağustos 1919'da General Harbord'u görevlendirdi. Doğu Anadolu ve Kafkasya'da tetkikler yaparak Ekim ayında yurduna dönen Harbord'un Başkan'a sunduğu tespitleri, şimdiye kadar Wilson'un önüne sunulmuş bilgilerden biraz farklıydı. "Yola çıkarken gerçekten bir Ermenistan ve katliamlar göreceğimizi sanmıştık" diyen Harbord, heyetinin yapmış olduğu araştırmalar sonucunda bölgede hiç bir zaman ve hiç bir şekilde Ermeni çoğunluğunun olmadığına tanık olmuştu. Heyet, incelemeleri sonunda, Türklerle Ermenistan, dış etkiler olmadan, yüzyıllarca bir arada ve barış ve güvenlik içinde yaşamış olduklarına inanmıştı. Ayrıca, Türklerin Ermenilere karşı herhangi bir şekilde soykırım hazırlığında bulunmadıklarını da görmüştü. Rus sınırında yığınak yapılmış olduğunu ve Erzurum civarında sivil halkın Ermenilere saldırıya hazırlanmakta olduklarına ilişkin en ufak bir kanıta rastlanmadığı raporda belirtilmişti. Tam tersine, sınır bölgesindeki Türklere sınırı aşmamaları için çok sıkı emirler verilmiş olup, buna karşılık, isteyen Ermenilerin, Türk Ermenisi olduklarını kanıtlamak şartıyla, Türkiye'ye girişlerinin serbest bırakıldığı öğrenilmişti. Türkiye'ye geri dönen Ermenilerin hayatlarının tehlikede olduğunu düşündürecek hiçbir olayla karşılaşmamışlardı. Erzurum'un baştan başa Türk mimarisi özellikleri taşıması, yüzyıllardır burada Türklerin egemen olduğunu kanıtlarken, mezarlıklardaki Türk ve Müslümanlara ait kısımların çokluğu ve Vali'nin "Erzurum'un ölüsü de Türk, dirisi de" sözü, çoğunluğun kimde olduğuna hiçbir kuşku bırakmamaktaydı. Heyette, Türklerin Ermeniler tarafından pek kötü davranışlara maruz bırakıldığı inancı da kesinleşmişti. Ermenilerin birlikte yaşadıkları halka kendilerini sevdirmediklerini kaydeden Harbord, buralarda eskiden beri yaşamakta olan Ermenilerin durumunun, sanıldığının aksine, kötü olmadığını, hatta mülklerinden yokluklarında bile kira aldıklarını belirtmişti. Harbord, sağlık imkanlarının eksikliğine de ayrıca dikkatleri çekmiştir. Doktor ve ilaç bulunmayan bölgede sadece tifüsten ölen Türk askerlerinin sayısının 600.000 civarında olduğunu bildiren Harbord, ölüm oranındaki çokluğa açlık ve yetersiz sağlık koşullarının büyük etkisi olduğunu hatırlatmıştır. Son olarak ise general, Ermenistan'a mandater olacak gücün Iran, Türkiye ve Rusya sınırlarını da tutması gerekeceğini, mandanın Doğu Anadolu ile sınırlandırılmayıp Türkiye'nin tümünü içermesi zorunluluğunu dile getirerek, bunları sağlamak için büyük askerî ve maddî imkânlara ihtiyaç duyulacağını kaydediyordu. Harbord’un tespitleri Wilson'un fikrini değiştirmese bile, manda sorununun havale edileceği Kongre üyelerinde ciddi tereddütler yaratacaktı.
Mim Kemal ÖKE:Ermeni Sorunu 1914-1923 T.T.K. Yayınları Ankara 1991
..
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder