20 Ocak 2016 Çarşamba

ERMENİ İDDİALARI BÖLÜM 6



ERMENİ İDDİALARI BÖLÜM 6




TALAT PASA'NIN SOYKIRIMI EMREDEN GİZLİ TELGRAFI VAR MIDIR?  

    “Soykırım”  iddiasını bir Osmanlı politikasına bağlamaya heveslenen Ermeni  propagandası bir  de bu yönde alınmış bir karar olduğunu ispatlamak   zorundadır. Bunun için de bir formül bulunmuş ve Talat Paşa’ya atfedilen  ve General  Allenby  komutasındaki kuvvetlerce Halep'te ele geçirildiği ileri sürülen birtakım telgraf örnekleri ortaya çıkarılmıştır. Bu  telgrafların Naim  Bey adli bir Osmanlı memurunda bulunduğu ve İngiliz  işgalinin öngörülenden daha kısa sürüde gerçekleşmesi nedeniyle Osmanlılarca imha edilemediği iddia olunmaktadır Aram Andonian adlı bir  Ermeni  yazar bu telgrafların örneklerini 1920’de yayınlanmış, ayrıca Talat Paşa’yı  Berlin'de katleden Tehlirian'i yargılayan mahkemeye de verilmiştir. Mahkemede bunlardan 5’i  söz konusu edilmiş, ancak delil olarak kabul edilmedikleri gibi otantik olup olmadıkları da herhangi bir karara bağlanmamıştır. Diğer Ermeni  iddiaları gibi  bu iddianın da gerçekle bir ilgisi yoktur. Zira  bu telgraflar 1922'de İngiltere’de Daily Telegraph gazetesinde  yayınlanmıştır. İngiliz  Dışişleri Bakanlığı bunun üzerine durumu işgal komutanlığından soruşturmuş ve sonunda bu belgelerin Allenby kuvvetlerince bulunmadığı Paris'teki bir Ermeni  grubunca  icat edildiği anlaşılmıştır. Telgrafların kaleme alınış şekli ve yazıldıkları  kağıtlar Osmanlı belgeleri olmadıklarını açıkça göstermektedir. 

İngilizler  ve Fransızlar  İstanbul’un işgalinden sonra Ermeniler’e  karşı  karsı girişilen "katliamın" sorumlularını  cezalandırmak amacıyla  tutuklamalara girişmişler. Osmanlı Hürriyet ve İtilaf  Hükümeti, İttihat ve Terakki Partisi   ve yöneticilerine  olan düşmanlığı  nedeniyle  işgal kuvvetlerine  bu hususta elinden gelen her türlü yardımı  yapmıştır. Tutuklananlardan  bir kısmı İstanbul'da yargılanmış, bir kısmı ise Malta'ya sürülmüştür.

İstanbul’daki  mahkeme İttihat ve Terakki'nin  firardaki 4   yöneticisini gıyaplarında idama mahkum etmiş, ayrıca 3 kişiyi   daha  idam cezasına   çarptırmıştır. Bu  son idam cezalarının  yalancı  tanıkların  ifadelerine dayanarak verildiği daha  sonra  açığa  çıkmıştır. İngilizler  Malta'ya sürdükleri sanıklar aleyhine her yerde belge ve tanık aramaya girişmişler, Osmanlı Hürriyet ve İtilaf Hükümetlerinin  de yardımlarına rağmen  hiçbir belge bulamamış, bunun üzerine ABD arşivlerine müracaat edilmiştir. Bu arşivlerde de katliam iddialarını kanıtlayacak belge bulunamamıştır. Washington’daki İngiliz Büyükelçiliği bu konuda İngiliz Dışişlerine şu  cevabi göndermiştir: " Malta’da  tutuklu bulunan Türkler aleyhine  delil olarak kullanılabilecek hiçbir şey olmadığını bildirmekten üzüntü duyuyorum. Yeterli delil oluşturabilecek hiçbir somut vakıa  mevcut değildir. Söz  konusu   raporlar , hiç  bir  suretle Türkler hakkında  Majesteleri Hükümetinin halen elinde bulunan bilgilerin takviyesinde yararlı  olabilecek delilleri  bile  ihtiva  eder görünmemektedir ". İngiliz Dışişleri bu cevap karsısında ne yapılması gerekeceğini İngiliz Kraliyet  Savcılığına   sorar, yanıtı şöyledir "Şimdiye kadar hiçbir şahitten ,  tutuklular  hakkında yapılan   suçlamaların doğruluğunu kanıtlayan bir ifade alınmış değildir.Esasen herhangi bir şahit  bulunup  bulunmayacağı  da   belli  değildir”. 

Sonuç olarak. 

Malta'daki tutuklular, kendilerine hiçbir suçlama dahi yöneltilmeden  ve  duruşma yapılmaksızın  1921 sonlarında serbest bırakılmışlardır.İngilizler  belge aramakla meşgul iken   Andonian'dan kaynaklanan telgraflar bilinmektedir. İngilizler’in  bu  telgraflara  rağbet etmemeleri bunların  uydurma  olduklarını bilmelerindendir. Andonian’ın belgelerinin sahte olduğuna dair kanıtlar aşağıdaki şekilde   sıralanabilir.Andonian yaptığı sahte belgelerin ''gerçek Osmanlı belgeleri" olduğunu kanıtlamak için. Söz konusu Halep  Valisi Mustafa Abdülhalik Bey’in imzasına  dayanmıştır   Ancak, halihazırdaki  arşivlerde bulunan Mustafa Abdülhalık Bey’in  imzasını  taşıyan   bir çok  sahte  belge incelendiğinde Andonian belgelerindeki imzanın  sahte olduğu ortaya çıkmaktadır. Andonian’ın Mustafa Abdülhalik Bey'in imzasını  taşıyan  sahte belgenin  bir tanesinde bir tarih ver almaktadır. Ancak dönemin İçişleri Bakanlığı ve Halep Valiliği arasındaki yazışmalara  ilişkin asıl belgeler incelendiğinde söz konusu  tarihte Halep Valisinin Mustafa Abdülhalik Bey değil Bekir  Sami Bey olduğu görülmektedir. Dolayısıyla  Andonian’ın  sahte belgeleri şunu kanıtlıyor  ki Andonian'ya Müslüman  Rumi  takvimi ile Hıristiyan  takvimi arasındaki farklardan tamamen  habersizdi  ya da belgeleri hazırlarken  farklar gözünden kaçmıştı. Dikkatsizliği sonucu tarihlerde ve referans numaralarında yaptığı hatalar belgelerin doğruluğu  konusunda şüpheye yer bırakmaktadır. Dönemin İçişleri Bakanlığının "giden şifre" kayıtları  ayrıntılı  olarak incelendiğinde Bakanlığın  şifre kayıt tarih ve numaraları ile Andonian' in sahte  belgelerinde yer alan tarih ve numaralandırma sistemi arasında hiçbir benzerlik olmadığı. Andonian'in sözde şifreli telgrafları  ile dönemin İçişleri Bakanlığının  Halep'e gönderdiği gerçek şifreli telgraflar arasında bir  ilişkinin   bulunmadığı ortaya çıkmaktadır. Andonian'nın "şifreli telgraflarının" Türkçe  “orijinalleri" ile dönemin Osmanlı  şifreli mesajları karşılaştırıldığında  görülmekledir ki  kullanılan   şifre sistemleri arasında da herhangi  bir  bağlantı  bulunmamaktadır. Andonian belgelerini gerçek gibi göstermek için hiç kullanılmayan . mevcut olmayan bir  şifreleme  metodu  kullanmıştır.. Sahte belgelerin üstlerindeki  tarihlerden Osmanlıların 6 ay boyunca  ayni  şifreleme  yöntemini kullanmış oldukları sonucu çıkar ki  bu imkansızdır. Zira  o  dönemde  yayınlanan bir genelge ile savaş  yıllarında   kullanılan şifreleme yönteminin 2 ayda bir değiştirilme zorunluluğu  getirildiği ve bunun uygulanmakta olduğu kanıtlanmıştır. 

Andonian’ın iki sahte belgesinde yer alan Besmele'nin acemice yazılış  sekli de gerçek belgelerdekilerle karşılaştırıldığında Andonian'in belgelerinin sahte olduğuna delalet etmektedir. Bu  acemice   yazım  sekli Osmanlılar’da Müslüman olmayanların  Osmanlıca’yı bilseler bile  Besmeleyi yazışmalarda  hiç kullanmamış  olmalarından  kaynaklanabilir. Andonion’un bir çok  sahte belgesinde  yer  alan  cümle   yapıları  ile gramer yanlışlarının  bir Osmanlı görevlisince gerçekleştirildiğini kabul etmek güçtür. Aynı şekilde  önemli Osmanlı görevlilerince kullanıldığı iddia edilen bir çok deyim ve ifadenin herhangi bir Osmanlı  Türkü tarafından  bile kullanılması  mümkün  değildir. Türklerin suçlarını kendi ağızlarından  itiraf ettiklerini  kanıtlama çabası  içerisindeki Andonian bu hususu da gözden  kaçırmıştır.     

    Sahte belgeler, iki tanesi hariç, üzerlerinde dönemin  Osmanlı bürokrasisinin kullandığı resmi sembollerin hiçbiri bulunmayan düz  beyaz  kağıda yazılmıştır. Sahte  belgelerden   birinin  Osmanlılar’ın  özel  yazışmalarda   bile kullanmadıkları çizgili  kağıda yazılmış olduğu  diğer  iki belgenin de herhangi bir Osmanlı Postanesinden   alınabilen  boş  telgraf  formlarına yazıldığı görülmektedir. İngilizler’in ,  Ermeni  olaylarından sorumlu  tuttukları   Osmanlı görevlileri  aleyhinde   kullanılabilecek  belgeler   bulmak  için    yoğun  çaba sarf ettikleri   bir  dönemde  İngilizce  edisyonu  bulunmasına  rağmen   Andonian   dokümanlarını   kullanmamış  olmaları  İngiliz  hükümetinin   belgelerin  sahte  olduğuna   inandığını  göstermektedir.Andonian  tarafından   uydurulan belgeler   eğer  varolmuş  olsalardı ,  “çok  gizli” ibaresi taşımalarından  dolayı   telgraf  yoluyla  değil   kurye vasıtasıyla   gönderilmeleri ve  dolayısıyla üç  yıl   boyunca tutulmak  yerine okunur  okunmaz   yok edilmeleri  gerekirdi. Andonian  kitabının  İngilizce  ve  Fransızca   baskıları arasında,  baskı  veya   tercüme  yanlışlıklarından  kaynaklanmış   olmayacak   kadar   önemli  bir  çok   farklılıklar vardır.Son  olarak  Ermeniler’in  sözcüleri olarak  hareket  eden  Ermeni  çevrelere  yakın  ilişkiler   içindeki   yazarlar  bile Anadonian  belgelerinin  gerçekleri  üzerinde   şüphelerini  dile getirmektedirler.Kısacası,  meşhur  ”Talat  Paşa  Telgrafları”  Andonian  ve çevresi  tarafından   uydurulmuş  aldatmaca dan   başka  bir  şey  değildir.  
Talat  Paşa’nın Ermeniler’in  katledilmesini  emrettiği  öne  sürülen   telgrafıyla aynı  tarihlerde  gönderdiği  başka  gizli  telgraflar  da  vardır.Bu  telgraflar tehcir  sırasında   suç  işleyecek   görevlilerin   cezalandırılmasına   ilişkindir. Bir yandan  Ermeniler’in  katli  istenirken   diğer  yandan  da  bu  katliamı  yapacak görevlilerin   cezalandırılması    talimatının   verilmesinin  izahı  yoktur.Neareast Relief Society  adlı  Amerikan  yardım  kuruluşunun   tehcir  sırasında Ermeniler’e  yardım  etmek  üzere  Anadolu’da  görev  yapmasına  Osmanlı Hükümetince izin  verilmiştir. ABD’nin  İtilaf  Devletleri  safında  Osmanlılar’a karşı   savaşa  girmesinden  sonra  da bu  kuruluşun  Anadolu’da kalmasına müsaade  edilmiştir. Bu  husus  ABD  Büyükelçisi Elkus’un   raporlarına  da konu teşkil  etmiştir. Bu  durumda,  eğer  “katliam” emri  verilmişse ,  Amerikan kuruluşunun  faaliyet  göstermesine   ve  katliama  tanık  olmasına   nasıl müsaade  edilmiştir,  yani  biz  Ermeniler’i   katlediyoruz,  siz  de  gelin  seyredin mi?  Demiştir.

Bunu  herhalde mantıklı  açıklamak  mümkün  değildir.

İstanbul,  Batı  Anadolu  ve Trakya’da   oturan  Ermeniler   tehcir  dışında bırakılmışlardır.Hatta  Orta  Anadolu  Ermenileri’nden  bile  yerlerinde bırakılanlar  olmuştur.Nihayet  bir  tehcir  bile  söz konusu  olmadığına  göre “topyekün  bir  katliam”   hiç iddia  edilemeyecektir.Nihayet, eğer  hükümet  Ermeniler’i topyekün  imha  etmek  niyetinde  olsaydı ,  herhalde  bunu  aylarca  süren  bir  tehcir  yoluyla  ve bütün  devletlerin   dikkatini   üzerine  çekerek  değil,  Ermeniler’in  bulundukları  yerlerde   ve özellikle  cephelere  yakın  yerlerde   çok  kolay  bir  şekilde yapabilirdi.Görüldüğü  gibi,  Ermeniler’in  sımsıkı  sarıldıkları  soykırım   iddiası da yalandan   başka  bir  şey değildir ve  bu  soykırım  hiç  bir  zaman olmamıştır. 


 Talat Pasa'nın Soykırımı Emreden Gizli Telgrafı Var Mıdır?.  

www.ermenisorunu.gen.tr 

Yusuf   HALAÇAOĞLU: Ermeni  Tehcirine  Dair  Gerçekler. T.T.K. Yayınları Ankara  2002


ERMENİ   VE  RUM  İŞBİRLİĞİ 

Ermeniler  ve   burada  Ermeni  Patriği  Zaven  Efendi   mütareke   yıllarında Mavri  Mira  örgütü ile  hemfikir   olarak  çalışmaya   başlamıştı.Zaven  Efendi, Rum  Patrikhanesi’nde   ve Kiliselerde Türkler  aleyhine  toplantılara  katılmış  ve Rumlar’la  işbirliği  yapmıştı.Çünkü  Yunanlılar’la  Ermeniler’in  çıkarları  bir Türkiye’nin  Batı’sında   öteki  de  Doğu’sunda  toprak  kazanmak  istedikleri   için  başlangıçta   çatışmamakta  idi.Gerçi  sonradan  Kuzey  Karadeniz toprakları   konusunda  anlaşmazlık  çıkacaksa  da,  ortak  düşman   olarak görülen  Türkler’e  karşı   besledikleri   duygular  aynı  idi.Bu  bakımdan hangisi tarafından  olursa  olsun  Türkler’e  karşı   kazanılan  bir  başarı   ötekini   sevindiriyordu. 

Bu  dönemde  bazı  zengin  Rumlar,   ekonomik  bakımdan  Ermeniler’i desteklemişler  ve  onlara  her  türlü   maddi  yardımda  bulunmuşlardır.Mesela; Mersin’de  büyük  bir   un  fabrikasının   sahibi  ve Bağdat  Demiryolları müteahhidi  olan  Bodusaki Atanasyadis,  Ermeni   göçmen  ve  öksüzlerine   verilmek  üzere  Ermeni  Patrikhanesine 1200  lira  yardım  yapmıştır.
İstanbul’da  zaman  zaman  yapılan   ayinlere  her  iki  taraf  ta katılıyordu. Örneğin, 5  Ocak 1919’da Ayatiriyadi  Kilisesi’nde “Tehcir  olunan  Rum  ve Ermeniler  için “  ortak  bir  ayin   yapılmış,  burada  konuşan Çanakkale Metropoliti  Türklerin  mezaliminden   uzun  uzadıya  bahsetmiş  ve  Rumlar’la   Ermeniler’in   Türkler’e  karşı   birleşmelerini   istemişti.
Rumların  ve  Ermeniler’in  ortak  hareket  için   yaptıkları  çalışmalara  bazen Museviler  de  katılıyorlardı.

Yunan  Millet Meclisi’nin,  başta  Venizelos  olmak   üzere 1920  yılının  ilk aylarında  Ermeniler’e  tam  destek  sağladığı   görülüyordu.3-4  Şubat 1919’da Paris  Barış  Konferansı’nda  yaptığı  konuşmada “Ermeniler’le  dayanışma   içinde  olduklarını”  belirterek  Ermeni  iddialarını  tekrarlayan  Venizelos ,  13 Mayıs 1920’de Paris  Barış  Konferansı’ndaki   çalışmaları  anlatırken  “Ümit ederiz  ki  Başkan  Wilson,  büyük  Ermenistan  hudutlarını  cömertçe  çizsin” ifadesini  kullanmıştı.

Ermeni  Patrikhanesi  ve  Ermeniler,  Rumlar’ın  başarılarını   kutlayarak,   onlarla  birlikte   hareket  etmek  için   hiçbir  fırsatı  kaçırmıyorlardı.Örneğin Ermeniler,  İzmir’in  Yunanlılarca  işgalini   kutlamışlar,  Venizelos  onlara verdiği cevapta “Eminin  ki,  İzmir’in  Yunan  askeri  tarafından  işgali  Ermeni Cemaatine  de   bir  hürriyet  ve  eşitlik   devresi  açacaktır”  demiştir.
Mütarekeden  sonraki  dönemde  uygun  ortamı  fırsat  bilerek   kendi  emellerini gerçekleştirmek  için  her  türlü  işbirliğini  yapmaktan  kaçınmayan  Rumlar  ve Ermeniler,  Karadeniz  bölgesinde  kurulması  düşünülen “Pontus  Devleti”  ve Doğu  Anadolu’da kurulması  düşünülen “Büyük  Ermenistan”  sınırlarının   özellikle “Trabzon”da  çatışması  üzerine   anlaşmazlığa  düşmüşlerdi. 


Selahattin  TANSEL:Mondros’tan  Mudanya’ya  Kadar  S.100-101 

www.ermenisorunu.gen.tr   Rum-Yunan-  Ermeni  İşbirliği )



TEHCİR  KUBANLARI 

Mondros Mütarekesi (30  Ekim  1918) imzalandıktan  sonra,  İtilaf  Devletleri 1915  yılında  Tehcir Kanunu  uygulayan   kişileri  İstanbul’da kurdukları   Divan-ı Harp’te  yargılayarak ölüme  mahkum ediyorlardı.
Bu  Divan’a Nemrut  Mustafa Paşa  adında   bir  soysuz   riyaset  ediyordu.Önce Yozgat İstinaf  Mahkemesi’nde  beraat  etmiş  bulunan  eski  Boğazlıyan Kaymakamı  ve  Yozgat  Mutasarrıfı Vekili  Kemal  Bey’in 8  Nisan 1919  günü Beyazid  Meydanı’nda  asılması  olayı hiç  şüphesi  ki  milli  tarihimiz  boyunca “Muhteşem  İmparatorluk”un   utancını  taşıyacaklardı.
Ayrıca  şeyhülislam Mustafa  Kazım  Efendi de 15  yıl  kürek  hapsi  cezasına mahkum  edildi.Doktor  Reşit  Bey  de Tehcir  suçlarından  idama  mahkum   edileceğini  anlayınca  intihar  etti. 

Osmanlı  yargısı tehcir  sırasında  Ermeniler’in  maruz  kaldıkları  kötü muameleler  konusunda ,  kimi  yöneticilerin  ve memurların  sorumluluğunu kabul  edip , 1397  kişi   cezalandırılmış,  bunların  yaklaşık  600’ü  idam   edilmiştir.Bu  cezalandırmalar   ve idamlar  kamu  vicdanı  tarafından   haksız bulunmuş,  halk  sokaklara  dökülerek   gösteri  yapmıştır.
Öte  yandan,  özellikle  Ermeniler’e karşı  yapılan   kırım  iddiaları  nedeniyle, savaş  suçlularının  cezalandırılması  için  çok  sayıda  Osmanlı  yöneticisi  işgal kuvvetleri  tarafından   yakalanıp  Malta’ya  sürülmüş,  bu  kimseler  aleyhine   ne  işgal  altındaki  Osmanlı  başkentinde,  ne  de Amerika’da  delili bulunamamış,  bu  kişiler  serbest  bırakılmıştır. 


  Süleyman BEYOĞLU:1915  Tehciri  ve Soykırım  İddiaları 
Pulat Y.  TACAR:Ermeniler’e  Soykırım Yapıldığı  Savının  Hukuksal  ve Ahlaki  Açıdan  İncelenmesi

GENERAL   HARBORD’UN  RAPORU 

   "Ermenistan" mandası konusunun incelenmesi için Wilson,   1  Ağustos   1919'da  General   Harbord'u   görevlendirdi.   Doğu   Anadolu   ve Kafkasya'da tetkikler yaparak  Ekim  ayında yurduna  dönen  Harbord'un  Başkan'a sunduğu tespitleri, şimdiye kadar Wilson'un önüne sunulmuş bilgilerden biraz farklıydı. "Yola çıkarken gerçekten bir Ermenistan ve katliamlar göreceği­mizi sanmıştık" diyen Harbord, heyetinin yapmış olduğu araştırmalar sonucun­da bölgede hiç bir zaman ve hiç bir şekilde Ermeni çoğunluğunun olmadığına tanık olmuştu.   Heyet,  incelemeleri  sonunda, Türklerle Ermenistan, dış etkiler olmadan, yüzyıllarca bir arada ve barış  ve güvenlik içinde yaşamış olduklarına inan­mıştı. Ayrıca, Türklerin Ermenilere karşı herhangi bir şekilde soykırım hazırlığında bulunmadıklarını da görmüştü. Rus sınırında yığınak yapılmış olduğunu ve Erzurum  civarında sivil   halkın   Ermenilere saldırıya  hazırlanmakta olduklarına ilişkin en ufak bir kanıta rastlanmadığı raporda belirtilmişti. Tam tersine, sınır bölgesindeki Türklere sınırı aşmamaları için çok sıkı emirler verilmiş olup, buna karşılık,   isteyen   Ermenilerin,  Türk   Ermenisi   olduklarını   kanıtlamak   şartıyla, Türkiye'ye girişlerinin serbest bırakıldığı öğrenilmişti. Türkiye'ye geri dönen Er­menilerin hayatlarının tehlikede olduğunu düşündürecek hiçbir olayla karşılaş­mamışlardı. Erzurum'un baştan başa Türk mimarisi özellikleri taşıması, yüzyıl­lardır burada Türklerin egemen olduğunu kanıtlarken, mezarlıklardaki Türk ve Müslümanlara ait kısımların çokluğu ve Vali'nin "Erzurum'un ölüsü de Türk, dirisi de" sözü,  çoğunluğun  kimde olduğuna hiçbir kuşku  bırakmamaktaydı. Heyette, Türklerin Ermeniler tarafından pek kötü davranışlara maruz bırakıldığı inancı da kesinleşmişti. Ermenilerin birlikte yaşadıkları halka kendilerini sevdirmediklerini kaydeden Harbord, buralarda eskiden beri yaşamakta olan Ermenilerin durumunun, sanıldığının aksine, kötü olmadığını, hatta mülklerinden yok­luklarında bile kira aldıklarını belirtmişti. Harbord, sağlık imkanlarının eksikliğine de ayrıca dikkatleri çekmiştir. Doktor ve ilaç bulunmayan bölgede sadece  tifüsten ölen Türk askerlerinin sayısının 600.000 civarında olduğunu bildiren Harbord, ölüm oranındaki çokluğa açlık ve yetersiz sağlık koşullarının büyük etkisi olduğunu hatırlatmıştır. Son olarak ise general, Ermenistan'a mandater olacak gücün Iran, Türkiye ve Rusya sınırlarını da tutması gerekeceğini, man­danın Doğu Anadolu ile sınırlandırılmayıp Türkiye'nin tümünü içermesi zorun­luluğunu dile getirerek, bunları sağlamak için büyük askerî ve maddî imkânlara ihtiyaç duyulacağını kaydediyordu. Harbord’un tespitleri Wilson'un fikrini değiştirmese bile, manda sorununun havale edileceği Kongre üyelerinde ciddi tereddütler yaratacaktı. 

 Mim  Kemal  ÖKE:Ermeni  Sorunu 1914-1923  T.T.K.  Yayınları   Ankara  1991 

..

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder