21 Ocak 2017 Cumartesi

ASALA Terör Örgütü’nün Kuruluşu, Faaliyetleri, Finansal Kaynakları ve İşbirliği Yaptığı Örgütler, BÖLÜM 5


ASALA Terör Örgütü’nün Kuruluşu, Faaliyetleri, Finansal Kaynakları ve İşbirliği Yaptığı Örgütler, BÖLÜM 5



ASALA’ya Türkiye’nin Gizli Eylemler Yaptığı İddiaları
Esenboğa Havaalanına Ermeni teröristlerce düzenlenen 7 Ağustos 1982’deki kanlı baskından üç hafta sonra, 27 Ağustos 1982’de Türkiye’nin Kanada Askeri Ataşesi Kıdemli Hava Kurmay Albay Atilla Altı kat, JCAG militanlarınca hunharca katledilince, Günaydın gazetesi ilk defa vurucu Türk timlerinin Ermeni teröristlere karşı eylem emri aldıklarını açıklar (Ağustos 1982). Daha da önemlisi Devlet Başkanı Orgeneral Kenan Evren önemli gelişmelerin işaretini veren şu açıklamayı yapar: “…Türk Hükümeti, Türkiye Cumhuriyeti’ne açılmış bir savaş olarak gördüğü bu cinayetleri sona erdirmek için gerekli bütün önlemleri almakta kararlıdır. Bu bağlamda, gücümüzü gerekli gördüğümüz yerlerde ve gereken zamanlarda kullanmamız doğal karşılanmalıdır…”  “Bunca kanın hesabı tarihe miras bırakılmayacak” . Evren’in bu demeçlerini resmi ağızlardan yapılan Ermeni terör örgütlerine yönelik “Türk diplomatlarını katleden teröristlerin, bundan böyle dünyanın hiçbir ülkesinde güven içinde olamayacakları” açıklamaları izler. Bu açıklamaları izleyen günlerde Paris bir dizi bombalama eylemleri ile sarsılır. Bir hafta içinde Ermenilere ait üç yer bombalanır. Paris’in merkezinde, Champs Elysees civarındaki St. John Ermeni kilisesine konulan dördüncü bomba patlamasından yalnızca dört dakika önce, bomba imha ekiplerince zararsız hale getirilir. Marsilya’da, 1915 Ermeni katliamı anısına yaptırılan ve açılısını, Marsilya Belediye Başkanı’nın yaptığı anıt, töreninin üzerinden 10 saat bile geçmeden havaya uçurulur. ASALA’dan ayrılarak Monte Melkonyan ile birlikte ASALA-RM’yi kuran Ara Toranyan’ın arabası bombalanır, Toranyan şans eseri yaralı olarak kurtulur. Bu gelişmeleri, Belçika, Yunanistan ve İsviçre’de bazı ASALA militanlarının kendi aralarındaki iç çatışmalarda vurularak öldürüldükleri haberleri izler. Avrupa ülkelerinde anlatılan olaylar yaşanırken, yine Günaydın gazetesinde; beş kişilik bir vurucu timin Türkiye’den Lübnan’a gönderildiği haberi yayınlanır. Bu haberin arkasından, Ermeni terör örgütü arasındaki iç çatışma her nedense Lübnan’a sıçrar ve çok sayıda ASALA militanının bu çatışmalarda öldüğü haberi yabancı başında yer alır. Ancak Türkiye hiçbir zaman ASALA’ya karşı mücadeleyi resmen üstlenmez. Hatta 27 Temmuz 1983’de BBC Televizyonu News Night (Gece Haberleri) programına konuk olan devrin Dışişleri Bakanı İlter Türkmen, “Türk gizli servisinin, Batı Avrupa ülkelerine gönderdiği timlerle teröristleri tesirsiz kılmak için eylem yaptığı doğru mu?” sorusuna “Hayır, biz resmi terörü reddediyoruz ve bu tür eyleme başvurmuş değiliz” cevabını verir. Ancak bu açıklamanın üzerinden çok uzun bir zaman geçmeden, daha önce yaralı kurtulan Ara Toranyan’ın (ASALA-RM) yine bir iç çatışmada öldürüldüğü basında yer alır. Olayların gelişimine göre gizli bir el Ermeni terörüne bulaşmış, militanları izlemekte ve teker teker yok etmektedir. ASALA militanları artık hiçbir ülkede güven içinde değillerdir. Son olarak ASALA lideri Agopyan da Atina’da bir trende öldürülmüştür (28 Nisan 1988). Atina’da trende bulunan cesedin ardından artık Agopyan’ın adı da hiçbir eylemde duyulmamıştır . Günümüz Türkiye’sinde ASALA’ya yönelik operasyonların başarı derecesi yaygın bir biçimde tartışılmaktadır. Hatta, bu eylemlerin gerçekleştiricilerinin Susurluk Kazası sonrasında çete olduğu iddia edilen Abdullah Çatlı ve arkadaşları olduğu yaygın bir kanaat haline gelmiştir.
ASALA’ya yönelik düzenlenen operasyonlarla ilgili olarak Can Dündar tarafından 3 Kasım 1999 yılında yazılan Çatlı değil MİT çökertti başlıklı, bazı kısımları aşağıda sunulan köşe yazısı yukarıda da değinilen bazı noktalara ışık tutar niteliktedir: Oral Çelik, TBMM Susurluk Komisyonu’nda verdiği ifadede; “ASALA’yı biz ortadan kaldırdık. Çatlı liderimizdi. 4 kişiydik. 5’inci ben vardım’ diyen, hangi makamsa gelsin, desin ki, ‘Ben de vardım’” demiştir. Bu meydan okuma karşısında, ASALA operasyonunun gerçek mimarları isyan etmiş, yeminlerine sadık kalarak yıllardır suskun
kalanlar, ilk kez bazı dosyaların kapağını açma ihtiyacı duymuşlardır .
ASALA, kanlı eylemlerini yoğunlaştırıp, 15 Temmuz 1983’de Orly katliamıyla Türk vatandaşlarının yanı sıra diğer ülke vatandaşlarını da katledince kendi ölüm fermanını da imzalamış ve hem kendi içinde bölünme yasayarak, hem de üzerindeki Avrupalı koruma kalkanının kaldırılmasıyla yok olma sürecine girmiştir. Bu süreç yaşanırken T.C. devletinin katkısının ne olduğu hep tartışma konusu yapılmıştır. Kamuoyu açısından bakıldığında, ASALA ile mücadelede sadece Abdullah Çatlı ve arkadaşlarının görev aldığı izlenimi hakim bulunmaktadır. Devletin bu arada neler yaptığı isin daha az bilinen bir boyutunu oluşturmaktadır. Bazı kaynaklara göre, devletin zirvesinde bu konu ilk kez 12 Eylül 1980 öncesi bir Milli Güvenlik Kurulu toplantısında gündeme getirilmiştir. Bazı Devlet yetkilileri, hızla tırmanan ASALA terörü karşısında öfkeyle Biz de onları öldürelim deyince, bu öneriye dönemin MİT Müsteşarı Korg. Hamza Gürgüç karşı çıkmıştır .
Hamza Gürgüç, MİT’in yurtdışında silah kullanmasının mümkün olmadığını, böyle bir eğitimi de bulunmadığını belirtip “Böyle bir şey devlet olmaya yakışmaz. Üstelik diplomatlarımıza yapılan suikastları da artırabilir” demiş ve “Öldür emrini verecek makamlar, bu makam ne olursa olsun günün birinde açıklanacaklardır” uyarısında bulunmuştur. Ancak 12 Eylül’den sonra ASALA kaynaklı saldırılar artarak devam edince devlet bir şeyler yapmaya karar vermiş ve korkunç bir ASALA eylemi sayesinde beklediği fırsatı yakalamıştır. Kanlı Esenboğa katliamında sağ olarak ele geçirilen Levon Ekmekçiyan, Devlet Başkanı Kenan Evren’in damadı ve Köşk’ün güvenlik danışmanı olan istihbaratçı Erkan Gürvit tarafından sorgulanmış, Ekmekçiyan, hayatı karşılığı bazı isimler ve adresler vermeye ikna edilmiştir. Bu dönemde, Korg. Hamza Gürgüç’ten farklı bakış açısına sahip MİT Kontrespiyonaj Dairesinden emekli olmuş olan Hiram Abas Ankara’ya gelmiş ve
ASALA’nın temizlenmesi amacıyla yurtdışında eylemler düzenlenmesi için yapılacak operasyonlarda gönüllü olmuştur. Yapılan planlamaya göre, operasyonları Köşk finanse edecek, ancak Hiram Abas Köşk’ün kadrosunda görünmeyecekti. Dış temsilciler lojistik konusunda destek olacaktı. Hiram Abas’ın ekibi 5 kişiden oluşmaktaydı. Bazıları asker kökenli olan ekibin üyeleri iyi lisan biliyor ve çok iyi silah kullanıyorlardı. Hazır olduklarında kendilerine yakalandıkları takdirde birbirleriyle ve devletle herhangi bir ilişkiyi asla kabul etmeyeceklerine dair bir belge imzalatıldı. İşlerin ters gitme olasılığına karşılık olarak, tim mensuplarının sol koltuk altlarına bir ameliyatla üç küçük siyanür içeren hap yerleştirildi. Kriz anında ameliyatlı yer, tırnakla açılacak ve haplar alınıp intihar
edilecekti. Yemin böyleydi. Ekmekçiyan tarafından Erkan Gürvit’e isimleri verilen şahıslar, Lübnan’da yasamaktaydı. O dönemde, İsrail, Lübnan’ı işgal etmiş ve FKÖ Gerillalarıyla birlikte ASALA militanlarının üslerine de baskınlar düzenlemişti. Ayrıca, MOSSAD, bir jest yaparak MİT’i bu baskınlara davet etmişti. 5 kişilik tim vakit kaybetmeksizin Bekaa’ya geçmiş, bazı belgelere ulaşmış ve Ekmekçiyan tarafından isimleri verilen kişiler, belirli adreslere çekilerek imha edilmişti.
ORLY baskınının ardından başta Fransa olmak üzere tüm Avrupa ülkeleri ASALA’yı korumacı tavrını terk edince, Avrupa Türk istihbaratçılar için rahat operasyon yapılabilir bir alan haline dönüşmüştü Avrupa’ya geçen timler, Paris ve Atina’da çok önemli faaliyetlere imza atmışlardır. Bunlardan bazıları; Hiram Abas’ın St. Jeanne de Chantal Ermeni Kilisesinin avlusuna bırakıp patlamaya 15 dakika kala bizzat ihbar ettiği bombalar, Paris’te Pont de L’alama köprüsünün sahanlığında çapraz ateşe tutularak öldürülen ASALA militanı, timin bir hatası sonucu Pire-Atina seferini yapan banliyö treninin bir vagonunda, kovaladıkları hedefle teke tek kalan ve kanlı bir boğuşa giren “Yakup Cemil” kod adlı tim üyesi .
Can Dündar’ın yukarıda verdiği bilgilere ek olarak, Ercan Çitlioğlu’nun ASALA’ya yönelik olarak gerçekleştirilen operasyonlarla ve konuyla ilgili olarak T.C. Devleti’nin izlediği politikalarla ilgili verdiği bilgiler ve değerlendirmeler de oldukça önem arz etmektedir: “ASALA’nın ortadan kaldırılma sürecinde, devletin ciddi rolü olmuştur. Elbette bu tür operasyonlar hiçbir şekilde kamuoyuyla
paylaşılacak operasyonlar değildir. Ama mesela Iraklı Türkmenler bu operasyonlarda yer almışlardır. Çünkü onlar bir başka ülkenin yurttaşları, Türkmen kardeşlerimiz Irak vatandaşı. Dolayısıyla onların bir eylemde aktif rol almaları ve yakalanmaları halinde Türkiye Cumhuriyeti’nin bu isin içinde devlet olarak olduğunu kanıtlayacak hiçbir şey yoktur. Türkmen kardeşlerimiz bu operasyonlarda kullanılmışlardır ve görevlerinde başarılı da olmuşlardır.”
Özetle, bu operasyonların ardından ASALA etkinliğini geniş ölçüde yitirmiş, bir takım söylentiler dışında bu operasyonlarla Türk Gizli Servisi arasında doğrudan bir ilişkinin kanıtları ortaya konamamıştır. Yalnızca bu durum bile önemli bir başarı göstergesidir. ASALA’nın eylemlerine karşılık olarak T.C. Devleti’nin izlediği politikalar ve aldığı önlemlerle ilgili bir soruya karşılık olarak E. Çitlioğlu Londra Büyükelçiliği’nde Basın Müşaviri olarak görev yaptığı sırada Türkiye’nin Londra Turizm Ofisine 1979’da yapılan bombalı saldırı sonrasında basına açıklama yaparken karşılaştığı bir olayı şu şekilde aktarmaktadır :
” Ben BBC ve ITN gibi televizyonların kameralarıyla orada karşı karşıya kaldım. BBC muhabirinin bana sorduğu ilk soru şuydu: “1915’te Osmanlılar tarafından veya Türkler tarafından Ermenilere
uygulanan soykırım konusunda ne düşünüyorsunuz?” Ben Ermeni soykırımı konusunu ilk defa bombalanmış ve paramparça olmuş Türk turizm ofisinin önünde bir İngiliz televizyon muhabirinin ağzından duydum. Düşününüz ki; ben bir devlet görevlisiyim, Londra gibi önemli bir merkezde basın müşaviriyim ve elçiliğin sözcülüğünü ifaediyorum. Ermeni soykırımı konusunda en ufak bir bilgim yok, bu göreve gidene kadar da böyle bir eğitimden geçirilip, ‘böyle bir iddia, böyle sorun vardır Türkiye’nin karşısında, dolayısıyla sizin de buna karşı aksi yönde tezler ileri sürüp karşı bir tez oluşturmanız gerekir’ tarzında hiç kimseden bir tek kelime dahi duymadan atandım Londra’ya. Bu sadece benim başıma gelen ya da benim yasadığım bir olay değildir. O dönemde yurtdışına tayin olan hem Dışişleri Bakanlığı mensupları hem Başbakanlık ve diğer Bakanlık mensupları bu konuda en ufak bir eğitimden geçmeden gitmişlerdi. Yani bunu şunu açıklamak için söylüyorum. 1978 yılına gelinceye kadar Türkiye’nin bu konuda antitez üretmeye yönelik bir politikası yoktu. Zamanla ASALA terör eylemleri tırmanmaya başladı. Onun üzerine Devlet bir çalışma yapma, belgelere girip, arşivlere girip antitezler oluşturma veya antitez demeyelim de gerçekleri gün ışığına çıkarma tarzında bir yöntemi izlemeye karar verdi. Bu olayların başlangıcından herhalde bir 50-60 yıl sonra yaptı bunu ve bu maalesef Ermenilere kendi tezlerinin dünya kamuoyunda yerleşmesi ve yaygınlaşması için çok büyük bir zaman kazandırdı. Bizim olayı geriden takip etmemizin temel nedenlerinden bir tanesi budur. Burada hemen şunu da eklemek istiyorum, bu olaydan veya olaylardan sonra acaba bize Ankara’dan ‘bu konuda şunları söyleyebilirsiniz veya şu kaynaklara başvurabilirsiniz’ tarzında bir talimat geldi mi diye merak ederseniz, hayır gelmedi. Ben bana sorulan bu soruyu yanıtlayamamanın acısını içinde hissettiğim için kişisel imkânlarımla bu konuyu araştırmayı tercih ettim. Ve 20-25 yıldır da hâlâ bu konuyu araştırmaya ediyorum. Ama arzu ederdim ki böyle bir olaydan sonra bu konuyu araştırma ihtiyacı hissetmeyeyim de devlet beni bu göreve gerekli tüm donanıma sahip kılarak göndermiş olsaydı. Çok kıymetli zaman yitirmemiş olurdu . ”
ASALA Terörüne Türk Kamuoyunun Tepkileri
Vartan
1973 yılından itibaren yabancı ülkelerde görev yapan Türk diplomatlarına yönelik silahlı, bombalı saldırılar düzenlenmiş ve 34 vatandaşımızı katleden Ermeni teröristlerin büyük çoğunluğu da yakalanamamıştır. Yakalananlar ise çok az bir cezaya çarptırılarak serbest bırakılmışlardır. Tüm bu cinayetler ve cinayetlerin faillerinin cezasız kalması Türk kamuoyunda tepkilere neden olmuş ve zaman zaman infiallere neden olmuştur.
Los Angeles Başkonsolosu Mehmet Baydar ve yardımcısı Bahadır Demir’in 1973 yılında öldürülmesi sonrasında, Hükümet terör olayları zincirinin ilk halkası olan bu olayı şiddetle kınamış ve ABD’ye protesto notası vermiştir. Dışişleri Bakanı Ümit Haluk Bayülken’in tabiri ile “bu ilk menfur saldırı” nefretle karşılandı (Hürriyet,29 Ocak 1973). Türk basınında ise farklı yorumlar yer almıştır: İsmail Cem olayı “talihsiz bir oyun” olarak değerlendiriyor, Burhan Felek Cumhurbaşkanını dahi korumaktan aciz ABD’nin Türk hariciyecileri nasıl koruyabileceğini sorguluyor ve Abdi İpekçi ise “Türk basını kendi kendini denetledi. ABD’ deki Ermeni oyunlarından bahsetmedi. Halbuki yıllardır bir senaryo oynanıyor. Buna rağmen kin ve intikam dolu yayınlar sürdürülüyor. Neticede iki masum öldürüldü” diyordu . 22 Ekim 1975 tarihinde Viyana Büyükelçisi Danis Tunalıgil’in öldürülmesi sonrasında, olay Türkiye’de şaşkınlıkla karşılanmış ve dönemin Başbakanı tarafından “gereği yapılacaktır”, ana muhalefet partisi lideri tarafından ise “tedhişçiler iğrenç hareketleriyle kendi amaçlarına zarar vermiştir” seklinde açıklamalarda bulunulmuş , basın ise katillerin kimliğini sorgulamakla meşgul olmuştur. Tepkilere bakıldığında bir Ermeni terör silsilesi ile karşı karşıya olduğumuzu kimse idrak edememiştir. Milliyet gazetesi ise “Tunagil’in öldürülmesini protesto eden İstanbul üniversitesi öğrenciler Vatan caddesinden üniversite rektörlüğüne kadar yürürdü. 1500 gencin katıldığı mitingde atılan sloganlardan bazıları ‘Türklük öldürülüyor’ ve Kahrolsun Palikarya’”olmuştur (Milliyet, 25 Ekim 1975). 24 Ekim 1975 günü Paris Büyükelçimiz İsmail Erez ile şoförü Talip Yener öldürülmüş ve sonrasında Hükümet tarafından yukarıdakine benzer açıklamalar yapılmıştır (Milliyet, 26 Ekim 1975). Bununla birlikte, basının sesini daha fazla yükseltmeye başladığı, olayı sorgulamaya başladığı görülmektedir. Bu arada, Türk halkının belirli bir kesiminde şiddetle karışık tepkiler oluşmaya başlamıştır. Bir Ermeni vatandaşımızın evinin Elazığ’da kundaklanması, bazı batılı ülkelerin protesto edilmesi ve Hükümetin gerekli tedbirleri alması için sert bir şekilde uyarılması bu tepkilere örnek olarak gösterilebilir. Bu olaylar karşısında İpekçi Milliyette ki köşesinde “bunların amacı Türkleri gazaba getirip Dünya’ya barbar diye yutturmak. Oyuna gelmeyelim. Onları kendi iğrençlikleri ile baş başa bırakalım” (Milliyet, 26 Ekim 1975) diyerek tansiyonu düşürmeye çalışmaktadır. 16 Şubat 1976’da Beyrut’ta Başkatip Oktar Cirit’in öldürülmesi haberi Türkiye’yi sarstı. Olay sırasında Olso gezisinde bulunan Dışişleri Bakanı Çağlayangil “cinayeti şiddetle pretosto etti”(Cumhuriyet, 2 Şubat 1976). 9 Haziran 1977’de Vatikan Büyükelçisi Taha Carım’ın öldürülmesi sonrasında hükümet benzer tavrını sürdürmüş ve rutin açıklamalarını yapmıştır. Öte yandan, yazılı basın Hükümete nazaran daha keskin bir tonla olayları kınarken, daha çok terör olaylarının nedenlerini araştırmakla meşgul olmuştur. Genel olarak bakıldığında, Hükümet tarafından Ermeni terörü karşısında pasif olarak nitelendirilebilecek tavrın 1980’lere kadar belirli bir çizgide sürdürüldüğü, aktif bir politika izlenerek Ermeni terörü ile mücadele edilmeye başlandığı görülmektedir.
Ermeni terörünün ülkemizdeki yaralayıcı etkilerine karşılık olarak diğer ülkelerde de Türkiye’nin aleyhine olan sonuçları olmuştur. Bunlardan en önemlisi, daha önce de belirtildiği gibi, Ermeni meselesinin diğer ülkeler nezdinde gündeme gelmesi ve gündemde tutulmasıdır. Zira Hürriyet Gazetesi’ne Ermeni teröristleri uluslar arası gizli güçler besliyordu. Bunlar arasında fanatik zengin Ermeniler, Rum Senatörler, papazlar ve Türkiye’nin güçlenmesini istemeyen kuvvetler vardı. (Hürriyet, 12 Haziran 1976) Aynı gün, aynı Gazete yazarlarından Dayanalp “eğer bu asırda bu insanlar böyle düşünüyorlarsa, başta Almanlar olmak üzere her milletin birbirinden hesap sorma günü gelmiştir. Bu insanlar Türk milletinin sabrının taşacağını düşünmüyorlar mı?” demekteydi (Hürriyet, 12 Haziran 1976).
 Yabancı Yazarların Olaylara Bakışı
I. Dünya Savaşında Osmanlı Devleti’nin uygulamak zorunda kaldığı zorunlu iskan kanununun günümüzde Ermeniler ve kimi Ermeni sempatizanları tarafından “soykırım” diye lanse edilmesi, aslında önyargılı tutumun göstergesi olup, olayları saptırma amacı gütmektedir. Bu dönemde gerçekleşmiş olayların daha iyi değerlendirilmesinde, olaylara dış kaynaklar açısından bakmanın isabetli olacağını ve daha tarafsız karar vermemize olanak sağlayacağını düşünerekten bu başlıkta bu doğrultuda yapılmış araştırmalara yer verilecektir. Mr. Harbord’un olayların gidişatını anlatan aşağıdaki sözleri aslında gerçekleri en anlamlı şekilde ortaya koymaktadır:
“Türkiye hastalık ve harplerden nüfusunun %20’sini kaybetmiştir. Yerlerinden çıkarılan Ermeniler yavaş yavaş ve hiçbir korku duymadan yerlerine dönüyorlar. Bütün seyahatimiz boyunca
Türklerin Ermenileri öldürmek istediklerine dair bir işaret görmedik… Üç ay önce Ermenilerin tek bir adam kalmayıncaya kadar kesildiğini duymuştuk, halbuki duyduklarımızın hiçbiri doğru değildi. Zaten ben bu katliam söylentilerini her zaman şüpheyle karşılamıştım. Fransızlar Türkleri mandaları altına almak istiyorlardı, bunun için de dünyanın şüphesini Türklerin üstüne
çekmek gerekirdi….
Bu doğrultuda J.Mc.Carthy de “Ölüm ve Sürgün” adlı eserinin Önsöz’ünde, Osmanlı’nın tarihi ile ilgilendiği zaman, XX.yy’ın sonu, XX.yy’ın başlarındaki olaylarda Osmanlı’nın Müslüman nüfusunun dörtte birinin hayatlarını kaybettiklerini öğrendiğinde bu durum karşısında şaşkına döndüğünü itiraf etmiştir . Diğer taraftan olayların içinde olan ve gelişmeleri bizzat kendileri izleyen yabancı subayların anılarından malum oluyor ki, bu dönemle ilgili katliam ve soykırım iddiaları basitçe uydurulmuş ve maksatlı amaç gütmüştür. Fransız gazeteci Michel Paillares, görgü tanığı bir Fransız deniz subayının anlattıklarını şöyle aktarmaktadır: “Eşkıya hikayeleriyle bizi aldattılar. Aslında Hıristiyan katliamı diye bir şey olmamıştı. Sadece hıyanet edenlerin idamı vuku bulmuştur. İçeride Ermeniler memleketi Ruslara teslim ettiler. Bu ıslah olmaz bozgunculara karşı kendilerini savunmak için Türkler köklü tedbirler aldılar. Pek çok mürekkep lakin az kan akıtmış olan mecburi göçler bundan dolayı yapılmıştır. Savaş esnasında düşman ile karşı karşıya iken sırtımıza hançer saplamak isteyen alçaklara karşı merhametsizce hareket etmek tamamen haklı bir davranıştır.”

Halkımız böyle kırılmıştı
George de Maleville’nin, olaylarla ilgili “Ermeni Trajedisi” adlı kitabında yapmış olduğu, kendine özgü aşağıdaki yorumu da o dönemin gerçeklerine çok anlamlı ışık tutmaktadır:
“…Ermenilerin yerlerini almak üzere ortadan kaldırmak amacına yönelik sözde bir gizli plan masalı temelsiz olduğu kadar da değersizdir. 1917’de Yunanistan, Türkiye’ye karşı savaşa girdiğinde
buna benzer bir olay olmadı ve Osmanlılar, Küçük Asya’da çok olan ve onlarla ilgili olarak acılı anılara sahip bulundukları Yunanlıları sürmeyi akıllarından bile geçirmediler. Neden? Çünkü Osmanlı Yunanlıları sakin kaldılar. Dolayısıyla, Ekim 1918 ateşkesine kadar başlarına kötü bir şey gelmedi. Şayet Ermeniler de öyle yapsalardı sürgün de, sürgünle birlikte görülen öldürme olayları da olmazdı” .
Aslında biliyoruz ki, zorunlu iskan zamanı (1915) Ermenilerin önemli çoğunluğu kıtlık yüzünden hayatlarını kaybetmiştir. Yalnız, bu kötü kader sadece onlara ait olmamıştır. O dönemde açlıktan ölen Türk sivil ve askerlerin sayısı Ermenilerden çok daha fazla olmuştur. Bu kıtlık ve sefalet dönemini bizzat yaşamış Bavyeralı Alman Binbaşı Schmid, Vossiche Zeitung gazetesine gönderdiği
mektubunda yaşananları şöyle dile getirmiştir: “Ben harp esnasında iki buçuk sene Türkiye’de idim. Kafkasya, Mezopotamya, İran ve Filistin cephelerinde bulundum. Ermeniler, Türklerin asi tebaaları idiler. Askeri ve siyasi sebeplerden onların harp mıntıkalarından uzaklaştırılmaları zaruri idi. Türkiye gibi hiçbir şeyin bulunmadığı bir memlekette bir kütle sürgünü sırasında birçok insanın ölmesi açık bir şeydir… Fırat bölgesinde ayda ne kadar Türk askerinin açlıktan öldüğü düşünülüyor mu? Ayda yüzlerce, hem de 1917 yılında” . I Dünya savaşında Osmanlı Devletinin Ermenilerden çektikleri yabancı ülke yetkilileri tarafından sık sık dile getirilmiştir. 19 Aralık 1915 tarihinde Alman “Deutche Tage Zeitung” gazetesinde Kont Reventlow konu ile ilgili şunları yazmıştı:
“Türkiye’nin, Ermenileri cezalandırmak için aldığı önlemler yalnız bir hak gibi değil, fakat bu asi ve kana susamış insanları yola getirme konusunda yerine getirilmesi gerekli bir görev olarak kabul
edilmelidir. Gâsıp ve isyankar olan Ermenilerin layık oldukları son karşısında merhamet hissi duymak zamanının çoktan geçmiş olduğunu biz Almanların anlaması gerek. Eğer, Türkler Ermeni
tehlikesine karşı kendilerini koruyamazlarsa, müttefiklerine daha ağır bir iş yüklemiş olacaklardır” .
Kont Reventlow’un bu söyledikleri Osmanlı Devleti’nin bu dönemde önlemler alma doğrultusundaki zorunluluğunu ortaya koyduğu gibi, Ermenileri de en iyi şekilde tanımlamıştır.
ABD’deki Alman Büyükelçisi Kont Bernstorff ise Ermeni komitecilerin Batı kamuoyuna empoze etmeğe çalıştığı soykırım iddiaları ile ilgili, Rene Pinon’un notlarına atfen, Washington’da Wolff Ajansına vermiş olduğu demeçte şöyle demiştir:
“Ermenilere yapıldığı iddia edilen bütün bu mezalim hikayeleri tamamen uydurulmuş şeylerdir. Ermenilerin öldürüldüğü veya onlara işkence yapıldığı hakkındaki haberler baştan aşağı asılsızdır”.
Savaş döneminde İstanbul’da görev yapan Avusturya-Macaristan Askeri Ataşesi Joseph Pomiankowski de savaş dönemindeki durumu şu şekilde yorumlamıştır: “Hükümetin tüm uyarılarına rağmen Ermeniler gene de Türkiye aleyhine hasmane davranışlarda bulunmaktan ve hatta Türk birliklerine saldırmaktan hiç çekinmiyorlardı. Harbin başlamasından hemen sonra, Ermeni asıllı pek çok asker ile subay, başlarında bir Ermeni mebusu ile sınırı geçtiler. Bunlar, sonra Ermeni gönüllü teşkilatına girdiler. Teşkil edilen bu birlikler, Rus cephesindeki sınırdan geçerek Müslüman halkın oturduğu Türk topraklarını kasıp kavurdular. Türk Hükümeti ve ordu kumandanlığı Ermeni halkının büyük bir isyan çıkaracağından endişe ediyordu. Gerçekten de böyle bir hadise, Rusların yardımı ile Ermenilerin Türk birliklerine saldırıya geçtikleri ve bu mücadelelerini aylarca sürdürdükleri Van’da ortaya çıktı” . Aslında bu dönemde Anadolu’da yaşananlara bakılırsa, gerçekten bir soykırımın gerçekleştirildiğini, ama bunun Türkler tarafından Ermenilere değil, Ermeniler tarafından Türklere uygulandığını söyleyebiliriz. Mc. Carthy’nin bununla ilgili görüşleri aslında her şeyi ortaya koymaktadır. “… I Dünya Savaşı sırasında doğuda Ermenilerin Müslümanlara karşı giriştiği saldırıların odaklanışı, göç ettirmeye zorlamak amacına değil, öldürmenin kendisi idi (bir miktar kişi öldürüp çoğunluğu dehşete düşürerek göç etmeğe zorlamak amacı güdülmüyordu, olabildiğince çok Müslüman öldürülmesi doğrudan doğruya amaç idi)…”
Bütün bunlara rağmen, bazı Batılı yetkililerin, Türk milletini Batı kamuoyunun gözünde lekeleme görevine soyunmasını doğrusu içte kalan, gerçekleşememiş planların hazmedilemeyip dışa vurulması gibi algılamak mümkündür. ABD Büyükelçisi Morghentau, “Büyükelçi Morghentau’nun Öyküsü” adıyla yayınladığı kitabında bu konuda özellikle büyük çaba sarf etmiştir. Büyükelçinin, bu hayal ürünü öyküsüne en iyi cevap, yine Amerikalı bir gazeteci olan Schreiner tarafından Morghentau’ya gönderilmiş mektupta yer alan şu cümlelerle verilmiştir: “… Doğruyu söylemem gerekirse Türklere mal ettiğiniz acımasızca davranışlara siz pek tanık olmadınız. Bunun yanı sıra ayaklanmanın olduğu yörelerde yaşayan Ermenilerin sayısından çok Ermeni’nin öldürüldüğünü iddia ettiniz… Acaba bütün hükümetlerin kendilerine karşı ayaklanmaları bastırma hakkına sahip oldukları hiç aklınıza gelmedi mi? Bana öyle geliyor ki, Büyük Britanya bile bu hakkını Cumhuriyetimiz kurucularına (ABD’ye) karşı kullanmaktan geri kalmadı… Ancak biz Batılılar kendimizi melek saymamız halinde Türkleri toptan silebiliriz. Türklerin dünyada nesli tükenmiş son
birkaç centilmen ulustan biri olduğu hususunda sizin de benimle aynı fikirde olduğunuzdan eminim…”
Büyükelçi Morghentau’nun Türklere karşı önyargılı tavrını Georges Maleville’de şu ifadelerle dile getirmiştir: “…Peşinen Ermeni davasının yandaşı olan ve kendisini Türklerin arasında
‘Ermeni dostu’ sayan bu garip elçi, Türklere en küçük bir sempati duymuyor, onları ‘tembel ve geri zekalı’ görüyordu…”
Günümüzde sözde Ermeni soykırımı sorununu ikide bir gündeme alıp adeta politika malzemesi haline getiren Batılı ülkeler her ne sebeptense, kendi arşivlerini bile incelemekten kaçınmaktadırlar. Aslında bu zahmete katlanabilmeleri durumunda gerçeklerin ortaya çıkması işten bile değil. Mr. Kitston’un Sir E. Crowe’a göndermiş olduğu 28 Kasım 1919 tarihli belge
arşivlerdeki belgelerden sadece bir tanesidir:
“…Ermenilerin Müslüman komşularını kesmesinden hiç şüphe etmem ve Erivan’ı kontrol altında tutan Taşnak çetesine en küçük bir itimat göstermemek lazımdır. Bu Taşnaklar müthiş bir vahşetle çalışıyorlar ve talihsiz Ermenilerin hiç de yararına hareket etmiyorlar…”(Ulubelen, 1967: 215) Daha önce de belirttiğimiz gibi Ermenilerin I. Dünya savaşında Türklere karşı
tavır almalarında, Rusya’nın verdiği destek ve cesaretin büyük etkisi olmuştur. Hatta, Ermeniler bu dönemde Rusların bir nevi yerli müttefiki olmuşlardır. Buna rağmen, Ermenilerin sergilemiş oldukları tutum kimi zaman Rus yetkililerini de etkilemiştir. Paris’teki Rus Büyükelçisi İzvolski’nin Başbakan ve Dışişleri Bakanı Shturmer’e gönderdiği 24 Ekim 1916 tarihli telgrafta bu durum açıkça gözükmektedir: “Ermeniler, ihtilalci komitelerin kararlarına uyarak, yurdun birçok yerlerinde devlet kuvvetleri ve ordu birlikleri aleyhine saldırıya geçip Hükümet memurlarını ve Müslüman halkı katlettiler. Bu saldırılar bazı yerlerde gerçek birer isyan halini aldı. Ermeni ayaklanmasının ortaya çıkardığı büyük tehlike üzerine Hükümet bütün Ermenileri askeri bölgelerden uzaklaştırmak zorunda kalmıştır. Bu hareket esnasında bazı yakışıksız davranışlar olmuşsa da bundan zarar gören Ermenilerin haklarını kanun yoluyla korumak ve suçluları bulup cezalandırmak üzere derhal komisyonlar gönderilmiştir.”
Ancak ne yazık ki, Hükümetin, oluşturduğu bu komisyonlara katılma teklifinde bulunduğu, kimi Avrupa ülkeleri ( Hollanda, Danimarka, İspanya, İsveç ) her defasında bu teklifi her ne sebeptense reddetmişlerdir . Ancak, hükümetin cesaretle olayların üzerine gidişi, bu olaylarda her hangi bir sorumluluğunun olmadığının göstermiştir. Bu durum gösteriyor ki, Osmanlı Hükümeti, I. Dünya Savaşı zamanı, Ermeni nüfus tarafından maruz kaldığı ihanet sonucu 1915’te zorunlu iskan uygulamasına gitmek zorunda kalmış ve bu zorunlu iskanda Ermenilere hiçbir “soykırım” uygulamadığı gibi, güvenlikleri için de elindeki tüm imkanları kullanmıştır. Ermeni sorununda tartışılan konulardan biri de zorunlu iskan döneminde (1915) ölen Ermenilerin sayıları ile ilgili iddialardır. Bilindiği gibi, Ermeniler tarafından bu rakamlar 1.500.000–2.000.000 olarak lanse edilmektedir. İngiliz Yıllığından verilen örnekte Doğu Anadolu’daki Ermeni nüfusunun 480.000 olduğunu söylemiştik. Şimdi, sorulması gereken, madem zorunlu iskan kanununun uygulandığı Doğu bölgesindeki Ermeni nüfusu 480.000 ise, o zaman, göçürülenlerin çoğunun savaş sonrası geri dönüşünün de sağlanmış olduğu dikkate alınırsa, ölenlerin sayısını 1.500.000– 2.000.000 olarak lanse etmek hangi mantığa uymaktadır? Aslında, bu rakamın Ermeniler tarafından katledilen Türklerin sayısına daha yakın olduğu söylenebilir. Mc Carthy’ye göre, bu dönemde Anadolu’da ölen Ermenilerin sayı 600.000, Ermeniler tarafından öldürülen Türklerin sayı ise 3.000.000’a yakındır (Hürriyet,21.03.2001).
Ermeni Diasporasının1 Faaliyetleri
6f3932db23f6939e222eb57977011da8
Amerikalı emekli bölge savcısı ve yazar Samuel A. Weems Ermenilerin ABD Kongresi üyelerini etkileyebilmek için bir kampanyalarında 14 milyon dolar sarf ettiklerini yazmaktadır . Bir diğer kaynak, Ararat filminin maliyetinin 15 milyon dolardan fazla olduğunu belirtmektedir. Bunlara Ermeni Soykırım Endüstrisi’nin ürettiği kitaplar, makaleler, romanlar, şiirler, piyesler, filmler, sergiler ve çeşitli toplantılar da eklendiğinde ve bu tür faaliyetlerin sadece ABD’de değil Fransa, Kanada, Avustralya ve Lübnan başta
olmak üzere diğer bazı ülkelerde de yapıldığı düşünüldüğünde, harcanan rakamın yılda en az 100 milyon dolar olacağı sonucuna varılmaktadır .
Ermenistan dışındaki Ermeni toplumunun siyasi faaliyetlerinin esas amacı soykırım iddiasını bazı ülkelerin yerel veya milli meclislerine kabul ettirmek üzerine inşa edilmiştir. Ermeniler, yoğun olarak bulundukları ülkelerde oy silahını kullanarak siyasi nüfuz sahibi olmuşlar, bunu soykırım iddialarını o ülkelere kabul ettirmek ve bu ülkelerin Ermenistan’a yardım yapması için kullanmışlardır. Örneğin, Ermenistan, Rusya ile gayet yakın ilişkiler yürütmesine ve Güney Kafkaslarda Rus çıkarlarının korunmasına hizmet etmesine rağmen ABD’den, büyük yardım sağlamış bulunmaktadır. Ermenilerin bulundukları ülkelerde, Türkiye lehine olabilecek her türlü gelişmeye karşı çıkmaları bir görev haline dönüşmüştür. Baku ve Ceyhan petrol boru hattının inşa edilmesinin engellenmeye çalışılması ve ABD tarafından Türkiye’ye tanınmak istenen bazı ticari kolaylıklarına itiraz edilmesi bu duruma örnek olarak gösterilebilir.
1982’den günümüze kadar olan dönemde Ermenilerin çeşitli ülkelerin parlamentolarına taşımakta başarılı oldukları kararlar aşağıda sunulmuştur. Ermeni soykırımı iddialarına ilişkin yabancı parlamentolar uygulamaları iki ayrı nitelikte olabilmektedir: Politik değerlendirme ve beyanlar, yasal düzenlemeler. Hukuksal açıdan bir bağlayıcılığı olmadığından, Türkiye’nin yabancı devlet parlamentolarının kararına uymasına gerek bulunmamakla birlikte, söz konusu kararların Türkiye’nin imajı açısından yaralayıcı olacağı göz ardı edilmemelidir. Çeşitli Devletlerin Parlamentolarında alınan Kararlar:
29 Nisan 1982’de Kıbrıs Rum Kesimi Parlamentosu, sözde Ermeni soykırımını tanıyan bir karar almıştır.
15 Nisan 1995’de Rus Duma’sı 1915 ila 1922 yıllan arasında Ermeni halkını imha edenleri kınayan ve 24 Nisan’ı soykırım kurbanlarını anma günü olarak tanıyan bir karar kabul etmiştir.
25 Nisan 1996’da Yunanistan Parlamentosu, aldığı bir kararla, 24 Nisan tarihini Türkler tarafından Ermenilere yapılan soykırımı anma günü olarak kabul etmiştir.
26 Mart 1998’de Belçika Senatosu, Türkiye’de yasayan Ermenilerin 1915’teki soykırımı ile ilgili bir kararı kabul etmiş ve Türk Hükümetinin 1915 soykırımını tanımasını istemiştir.
28 Mayıs 1998’de Fransız Ulusal Meclisi, Fransa 1915 Ermeni soykırımını resmen tanır hükmünü içeren bir yasayı kabul etmiştir.
29 Mart 2000’de İsveç Parlamentosu, sözde Ermeni soykırımını tanıyan bir karar almıştır.
11 Mayıs 2000’de Lübnan Parlamentosu, sözde Ermeni soykırımını tanıyan bir karar almıştır.
16 Haziran 2000’de İtalya’da Roma Şehir Meclisi, aldığı bir kararla İtalyan Hükümetinden Ermeni halkının “soykırımını” resmen yasayla tanımasını istemiştir.
8 Kasım 2000’de Fransız Senatosu, sözde soykırım konusunda bir yasa tasarısını kabul etmiştir.
15 Kasım 2000’de Avrupa Parlamentosu, Ermeni soykırımı kararı almıştır.
16 Kasım 2000’de İtalyan Yasama Meclisi, Avrupa Parlamentosunun kararına atıfta bulunarak aynı doğrultuda bir karar almıştır.
30 Ocak 2001’de Fransız Parlamentosunun kabul ettiği sözde Ermeni soykırım yasası Cumhurbaşkanı tarafından onaylanarak yürürlüğe girmiştir.
13 Haziran 2002’de Kanada Senatosu sözde soykırım hakkında bir kararı kabul etmiştir.
30 Ekim 2002’de İngiltere Galler Bölgesi (Wales) Milli Meclisi, Ermeni soykırımını kınayan bir karar almıştır
23 Eylül 2003’te İsviçre’nin Vaux (Vaud) kantonu sözde Ermeni soykırımını tanımıştır.
16 Aralık 2003’te İsviçre Parlamentosu, Ermeni soykırımı iddiasını tanıyan bir karar almıştır.
18 Mart 2004’te Arjantin, sözde Ermeni soykırımını tanıyan bir yasa çıkarmıştır.
26 Mart 2004’te Uruguay, sözde Ermeni soykırımını tanıyan bir yasa çıkarmıştır.
31 Mart 2004’te Arjantin Kongresi, sözde Ermeni soykırımını tanıyan bir karar almıştır.
21 Nisan 2004’te Kanada Parlamentosu Temsilciler Meclisi sözde Ermeni soykırımını tanıyan bir karar almıştır.
30 Kasım 2004’te Slovakya Parlamentosu, sözde Ermeni soykırımını tanıyan bir karar almıştır.
05 Aralık 2004’te Hollanda Parlamentosu, sözde Ermeni soykırımını tanıyan bir karar almıştır.
6 Mayıs 2005’te Arjantin Senatosu, Türkiye’yi 1915-1923 yılları arasında Ermenilere soykırım yapmakla itham eden bir karar almıştır.
12 Ekim 2006’te Fransa Meclisi Genel Kurulu, Sosyalist Parti’nin sunduğu sözde Ermeni soykırımını reddetmenin suç sayılmasını öngören yasa teklifini kabul etmiştir.
30 Ocak 2007’de sözde Ermeni soykırım iddialarının, ABD Kongresi’nin alt kanadında tanınmasını öngören tasarı, Temsilciler Meclisi’ne resmen sunulmuştur .

Yararlanılan Kaynak :

Ali Haydar Savran , Ermeni Terör Örgütleri Ve Faaliyetleri

ASALA Terör Örgütü’nün Kuruluşu, Faaliyetleri, Finansal Kaynakları ve İşbirliği Yaptığı Örgütler, BÖLÜM 4





ASALA Terör Örgütü’nün Kuruluşu, Faaliyetleri, Finansal Kaynakları ve İşbirliği Yaptığı Örgütler, BÖLÜM 4



Avrupa’da ASALA-PKK İşbirliği

DFhLaV

PKK-ASALA işbirliğinin başlangıç tarihi açıklanandan bile çok öncelere Gitmekle birlikte, Ermeni ve Kürt gençler, örgüt sempatizanları arasında Gerekli yakınlaşmanın başlaması ve güçlenmesi için bir süre bu ilişkiler gizli Tutulmuştur. Bundan, geçmişteki benzer işbirliklerinin, özellikle Nubaryan- Şerif Pasa antlaşmasının, fiyasko ile bitmesinden gerekli dersin alındığı, Olaylara daha profesyonel bir şekilde yaklaşıldığı anlaşılmaktadır. PKK ve ASALA sempatizanı gençler arasında kurulan dostluk köprüsünde ilk adımı ASALA yanlıları atmıştır . 1970’li yılların sonunda, Paris’teki Türk Konsolosluğunu basan Ermeni Teröristlerin serbest bırakılması için bir bildiri yayınlayan, ASALA’nın yan Kuruluşlarından Ermeni Siyasi Tutukluları Koruma Komitesi, Türkiye’den de Beş Türk, beş Kürt siyasi mahkumun serbest bırakılmasını ister. Bu bir süredir Avrupa’nın çeşitli şehirlerinde Ermeni, Kürt ve Kıbrıslı Rumların kol kola Düzenledikleri gösterilerde başlayan dayanışmanın, bildirilerle açıklanan Bir işbirliğine doğru yol aldığını göstermektedir. Ermeni militanların bu jestine Kürdistan Dayanışma Komitesi ve Kürt Öğrencileri Derneği (AKSA) Londra Şubesinden cevap gelir. Dernek Türkiye Kürdistan’dan Ellerini Çek başlıklı Bildirisinde, Diyarbakır’da görülmekte olan PKK’lıların davalarından söz edilirken Ermenilerin soykırımına uğratıldıkları ve Ermenilerle Kürtlerin aynı Kaderi paylaştıklarından söz edilir. 27 Kasım 1981’de ise Avrupa’daki Ermeni Öğrenciler Birliği ile Kürt Öğrenci Derneği Londra Şubesi ilk kez Ortak bir bildiri yayınlar. Ermeni ve Kürt öğrenciler adına girişi ile başlayan Bildiride, Ermeni ve Kürt halkının ortak düşmanlarına (Türkiye ve dostlarına) karşı güç birliği yapmaları gerektiği vurgulanır:
Ermeniler ve Kürtler beş yüz yıl süre ile Osmanlı yönetimi altında Benzer sosyoekonomik ve kısıtlayıcı kültürel şartlar altında Yasamışlar, iki halk arasındaki bütünleşmeden korkan feodal ve
Militarist Osmanlılar böl ve yönet taktiği izlemişlerdir. Şu anda Türkiye ve NATO orduları için, Sovyet Ermenistan’ında yasayan Ermeni ve Kürtleri hedef alan radar istasyonu ve nükleer tesislerin
yer aldığı Askeri bir üs konumunda olan Batı Ermenistan ve Doğu Kürdistan bu silahlardan arındırılmalı ve halklarımız son altmış yıldır Sovyet Ermenistan’ın da olduğu gibi omuz omuza bir arada yasayacakları yerlere sahip olmalıdırlar. Yasasın Ermeni ve Kürt Kurtuluş Hareketleri!.. (Bal ve Çufalı,2006: 671) Bildiride sözü edilen Batı Ermenistan ve Doğu Kürdistan, Doğu ve Güneydoğu Anadolu’dur. Bildirinin altında UASE (Ermeni Öğrenci Birliği) ve AKSA (Kürt Öğrenci Derneği) kaseleri olmakla birlikte, Sovyet Dışişleri Bakanlığı’nca yapılan bir açıklama
gibi görmek hiç de yanlış değildir. Ortak bildiri, sokak gösterisi ve eylemlerle ortaya çıkan, Türk düşmanı faaliyetlere ASALA da katılır. “Ermenistan Kurtuluşu için Gizli Ermeni Ordusu” (ASALA) kasesini kullanarak, politik programını açıklar: “…Türk emperyalizminin işgali altındaki Ermeni topraklarını kurtarmak için, gereğinde silah kullanmayı da seçen siyasi bir organizasyon”
olduğunu belirten ASALA, programının 5. maddesinde PKK’ya çiçek uzatır: “…kuruluşumuz, uluslararası devrimci hareketlerin bir parçasıdır ve biz bu hareketlerle olan işbirliğimizi yaygınlaştırarak güçlendirmek amacındayız…”
Avrupa’da ASALA-Bölücü Marksist Örgütlerin İşbirliği
ASALA’nın belirtilen işbirliği çağrısına sadece PKK değil, Avrupa’daki birçok Marksist örgüt olumlu cevap vermiştir. Bölücü DDKD ve Roje Welat gibi örgütlerin yanı sıra Rusya’nın güdümündeki Türkiye Komünist Partisi (TKP) ve bu partinin Londra kanadının oluşturduğu Türkiye Demokratik Haklar Savunma Komitesi (CDDRT) ile Kürt Milli Kurtuluş Örgütü (KNLO) ortak bir platform oluşturarak Kürdistan News and Comment adlı bir yayın organı çıkararak, sürekli Türkiye aleyhtarı bildiriler yayınlamışlar ve bu bildirilerin çoğu ASALA’nın yayın organı Kaytzer dergisinde de yer almıştır .
ASALA’nın Finansal Kaynakları
Günümüzde terör örgütlerin var olması için güçlü mali kaynaklara ihtiyaçları bulunmaktadır. Terör örgütleri illegal yapılanmalar olduğundan gelir kaynakları da illegal olmakta, uyuşturucu madde ticareti bu tür kaynaklara örnek teşkil etmektedir. Uyuşturucu maddelerin üretim Bölgelerinden kullanma alanına yaklaştıkça ve ticaret yolu uzadıkça değerleri, olağanüstü mertebede artmaktadır. Buna bir örnek olarak;
1 kg. eroinin İran’daki fiyatının $ 2.200
1 kg. eroinin Almanya’daki fiyatının $ 13.500
1 kg. eroinin ABD’deki fiyatının $ 158.500 olduğu gösterilebilir .
Genellikle, terör örgütleri her ülkenin şartlarına göre doğmuş ve etkinlik alanları bir veya birkaç ülkeyi içine almışken, Ermeni terör örgütlerinin de uluslararası tedhiş ve terör örgütü haline geldiği ve dünyanın Birçok ülkesinde terör eylemlerini gerçekleştirirken aynı zamanda uyuşturucu madde kaçakçılığının yoğun olduğu ülkelerde eylemlerini arttırdıkları müşahede edilmektedir.
Bütün terör odakları gibi, uluslararası terörizmin bir parçası olan ASALA örgütünü de bu gelişmelerin dışında tutulması mümkün değildir. ASALA’nın, uyuşturucu madde kaçakçılığı ile ilişkisi olduğu hususunda gerek basın organlarında çıkan haberlere karşı, gerekse 1980 itibariyle çeşitli Ülkelerde uyuşturucu kaçakçılığı nedeniyle yakalanan kişilerle ilgili hiçbir yalanlamaya başvurmaması, bütün şüphelerin anılan örgüt üzerinde toplanmasına sebep olmaktadır. Ermenilerin yoğun olarak yasadığı Fransa’nın Marsilya kenti uyuşturucu madde
trafiğinin ile bağlantılı olması, Ermeni terör örgütleri ile uyuşturucu madde trafiği arasındaki bağlantıya bir işarettir.
ASALA’nın Diğer Terör Örgütlerine Üstünlükleri
ASALA, dünyadaki diğer terör örgütleriyle karşılaştırıldığında aşağıda sıralanan birçok üstünlüğe sahip bulunmaktadır:
1) ASALA, milliyetçi, siyasi ve şehir gerillası açılarından olsun, uygulamada olsun maalesef fevkalade bir şekilde hedefine ulaşmış bir terör örgütüdür. Bir Türk diplomatının diliyle ASALA, çok iyi fizik ve Teorik eğitim verilmiş, hedef seçim ve eylem planlan titizlikle hazırlanmış, lojistik destek ve güvenli yerleri ustaca sağlanmış, İstihbarat ve eylem açılarından kesinlikle profesyonel destek ve önderliğe sahip bir örgüttür. Aşağıdaki maddelerde sıralananlar da göz önüne alındığında bu fikre katılmamak mümkün değildir.
2) ASALA eylemlerinin büyük bir bölümü, elçilik, konsolosluk baskını gibi Genel, hedef ayırt etmeksizin tarzda değil, seçilmiş kişilerin vurularak öldürülmesi seklinde olmuştur.
3) Yugoslavya’daki eylem istisna olmak üzere, bu öldürme olayları sonrasında olay mahalinde veya sonrasında yakalanan hiçbir ASALA militanı olmamıştır. Bu ASALA’nın üst düzeyde profesyonel çalıştığının bir delili olarak görülebilir.
4) Bir kısmı istihbarat görevlerinde çalışan öldürülen Türk Diplomatlarından bir kısmının istihbarat görevlerinde çalıştığını Türk meslektaşları tarafından bilinmiyorken bu durumun ASALA’ca öğrenilmesi daha doğrusu bir başka istihbarat örgütünce ASALA’ya bilgi aktarılıp, gereğinin yerine getirilmesinin istenmesi ve eylem yapılması dikkat çekicidir ve ASALA’nın ne kadar teşkilatlı çalıştığının bir göstergesidir.
5) ASALA’nın en dikkate değer yönlerinden birisi de, Amerika’dan Avustralya’ya, Kanada’dan Portekiz’e kadar dünyanın (özellikle de Avrupa’nın) hemen her ülkesinde çok kısa aralıklarla, hatta aynı zamanda eylem yapma imkan ve kabiliyetine sahip olmasıdır. Bu da örgüt yapısının ne kadar geniş, düzenli ve disiplinli olduğunu göstermektedir.
6) Gerçekleştirdiği eylem sayısı açısından ASALA dünyada İRA’dan sonra ikinci sırada yer almaktadır.
7) Bu kadar geniş bir alanda arka arkaya eylemler yapabilen bir örgütün, profesyoneller yerine heyecanlı amatör gençlerin oluşturduğunu iddia etmek mümkün değildir. ABD Ulusal Güvenlik danışmanlarından Paul B. Henze, 1985’de yayınlanan terörizmle ilgili kitabında ASALA ile alakalı olarak: Ermeniler deneyimli uzmanların nezareti olmadan bu vurucu kabiliyetlerini bu kadar geliştirebilirler mi? Bunun için KGB’den başka yer var mı? Bunun Filistin Kurtuluş Örgütü veya diğer yardımcı örgütleri tarafından verilmesi bir şey değiştirmez diyerek dikkatleri açıkça, ASALA’yı organize eden devlet ve örgüte çekmiştir .
Yukarıdan bahsedilen hususlar, Türkiye tarafından bilinmez bir durum değildi, aslında, Türk istihbarat kaynaklarına göre, Viyana, Paris ve Vatikan Büyükelçilerinin katledilmesinde, KGB yalnız ASALA’ya destek vermekle kalmamış aynı zamanda eyleme bizzat katılmıştı.
ASALA’nın Etkisini Kaybetmesi
1029076_5748391ebfec7f818b0f14237729752c
Ermeni terörü 1980’lerin ortalarında sona ermiş, daha doğrusu etkisi azalmıştır. Bazı görüşlere göre bu durum Türkiye’nin başarısıdır. Bununla birlikte, Ermeni terörünün yavaşlaması ve gerilemesinde iç ve dış olmak üzere çok sayıda faktörün rol oynadığı söylenebilir . ASALA’nın sivil hedeflere yönelttiği acımasız terör eylemleri, özellikle 15 Temmuz 1983’de Paris’te THY’nin Orly Havaalanındaki saldırı ile 28’i Türk 60 kişinin yaralanması ve 8 kişinin hayatını kaybetmesi (ikisi Türk, dördü Fransız, biri Amerikalı, biri de İsveçli) üzerine batı dünyası (özellikle Fransa) ve kamuoyunda eleştirilmesine neden olmuştur .
Orly katliamı duruşmasından (Creteil Ağır Ceza Mahkemesi) bir gün önce (18 Şubat 1985) Atina’da yayınlanan Elefterotipia gazetesinde ASALA’nın bir bildirisi yayınlanmıştır. Bildiride özetle, ABD ve Fransa hükümetleri, Ermeni örgütlerinin anti emperyalist ve devrimci karakterini bozmak için faaliyette bulunuyorlar. Özellikle, Fransa Cumhurbaşkanı François Mitterand’ın bu alandaki tutumunu dikkatle ve esefle izliyoruz… Ermenilerin vatan olarak bildikleri toprakların yakınında ve Orta Doğu bölgesinde yasayan Ermeniler bulundukları topraklan terk etmemeleri gerekir. Çünkü Dünya Kiliseler Birliği ve CIA başta olmak üzere çeşitli batılı kuruluşlar Orta Doğu ve çevresinde yasayan Ermenileri bölgeden uzaklaştırmak için yoğun faaliyette bulunmaktadır. Ulusal kurtuluş mücadelesinde eylemciler Sovyet Ermenistan’ını bir üs olarak kabul ederler (Bal ve Çufalı,2006: 672) denilmektedir. Bildiri sonrasında ASALA’da ve dünyadaki Ermeni cemaatleri içinde hoşnutsuzluk artmış, ASALA’nın yeni stratejisi Sosyalist ülkelerle olan bağlantısını güçlendirme ve işbirliğini arttırma, ezilmekte olan ulusların gerçek temsilcileriyle ortak eylem birliği içine girme, sadece Türk hedeflere değil, Türklere hizmet eden ve onlarla işbirliği yapan herkese eylem yapma ve Mitterand gibi Ermenileri hep korumuş bir liderin eleştirilmesi örgütte bölünmelere yol açmıştır. ASALA, sahip olduğu desteği, yapılan eleştirinin dozu arttıkça kaybetmeye başlamıştır. Örgütler arası rekabet ve önderlik yarısı sonucunda vurucu militanların bir bölümü yok olunca, Ermeni terör örgütleri eski güçlerini yitirmeye başlamışlardır. ASALA’yı örgütleyip, eğiten ve sahneye süren güçler bu tehlikeleri görerek, örgütteki denetimlerinin azaldığının farkına varmışlardır. ASALA’nın çöküşünde Türkiye’nin de rolü de bulunmaktadır. Olaylar söyle cereyan etmiştir:
” 1983 yılı, ASALA örgütü açısından ciddi bir bölünme yaşandığı bir yıl olmuştur. Monte Melkonyan ve Ara Toraryan, ASALA lideri Agopyan ile ters düşerek ASALA İhtilalci Hareketi (ASALA-MR) adlı yeni bir örgüt kurmuşlardır. Bölünmenin nedeni, sadece Türkiye’yi hedef alan bir politika izlemek yerine Agopyan’ın ‘Biz Türkiye’ye askeri ve ekonomik yardımda bulunan tüm diğer ülkeleri de düşmanımız addederiz’ cümlesinde ortaya koyduğu politikadan kaynaklanmaktadır. Melkonyan bu yeni stratejiyi söyle açıklar: Bize göre iki operasyon biçimi vardır. Birincisi dünyanın her
tarafındaki Ermenilerin seferberliği, ikincisi ise diğer bağımsızlık savaşı veren gruplarla özellikle Türkiye’deki Kürtlerle ittifak kurmak bizim ilk amacımız Türkiye’ye saldırı düzenlemektir. Ancak kuvvetli Ermeni cemaatlerin bulunduğu ülkeleri göz ardı edemeyiz. ASALA-MR (Revolutionary Movement), Agopyan tarafından küçümsenerek alay konusu bile yapılmıştır. İki fraksiyon arasında kanlı çatışmalar yaşanır ve Melkonyan’ın emri ile ASALA-MR militanları 15 Temmuz 1983’te ASALA’nın iki önemli lideri Vikan Ayvazyan ve Haçik Hovaryan’ı Lübnan’da Beka Vadisi’nde
öldürürler. Agopyan’ın buna cevabı, failleri yakalayarak 16 Ağustos 1983’te asmak seklinde olmuştur. Bu arada, ASALA-MR liderlerinden Ara Toranyan, Paris’te arabasına bomba konarak öldürülmek istenir. Melkonyan bu saldırıdan, Agopyan’ı sorumlu tutar. Ancak Toronyan’nın arabasını uçurma eyleminin Agopyan yanlılarınca yapılmadığı bilinmektedir. Bir ara Agopyan’ın İsrail’in Beyrut’a yaptığı bir hava saldırısında öldürüldüğü haberi başında yer alır. Ancak Türk istihbarat birimleri bu haberin yayıldığı günlerde, Agopyan’ın Sam’da Habbas’ın koruması altında
bulunduğunu bilmektedirler. Aradan uzun bir süre geçecek, bu kez Agopyan’ın Yunanistan’da öldürüldüğü haberi gelecektir. Bu ciddi haberden sonra bile, onu bir efsane kahramanı gibi göstermek isteyen ASALA üyeleri, onun Ermenistan’da yasadığını, hatta zaman zaman Kuzey Irak’a giderek PKK ile ortak eylemlere bile katıldığını iddia etmişlerdir . ”
ASALA’nın sonunun gelmesinde önemli olan etkenlerden birisini de Türkiye’nin ASALA’ya yönelik gizli eylemler yaptığı iddiaları oluşturmaktadır. Özellikle Orly katliamı sonrasında Avrupa’daki desteğini kaybeden ve Türkiye’nin sabrını iyice taşıran ASALA’lı teröristler T.C. Devleti’nin aldığı bir karar sonrasında bir plan çerçevesinde ortadan kaldırıldığı iddia edilmektedir. Bu konuyla ilgili detaylar ilerideki bölümlerde sunulmaktadır.
Sonuç itibarıyla ASALA, günümüzde hem resmi olarak hem de fiilen mevcut olmayan bir terör örgütüdür. ASALA 1985 itibariyle etkisini çok net olmayan nedenlerden dolayı yitirmiştir. ASALA’nın ortadan kalkması ile ilgili iki farklı görüş bulunmaktadır. Bunlardan birincisi, ASALA’nın eylemlerindeki hedefleri Türklerin dışına genişleterek diğer ülke vatandaşlarını da katletmesi örgüte olan dış desteğin azalmasına, hatta tepkilere neden olmuş, ayrıca örgüt içerisindeki görüş ayrılıkları örgütte bölünmelere yol açmış ve böylelikle ASALA terörünün sonu gelmiştir.
Diğer bir görüş ise Türkiye’nin izlediği politika ile ilgili olabilecek Türkiye’nin ASALA’ya yönelik olarak gizli eylemler (Vatandaş, 2005: 207) gerçekleştirdiği iddialarıdır. Bu iddiaların resmi olarak dillendirilmesi ve delillendirilmesi mümkün olmadığından, burada somut ifadeler kullanılması olanaklar dahilinde değildir. 1982 itibariyle yurtdışında Ermeni teröristlere yönelik birçok sıralı eylemin gerçekleştirilmesi ve faillerinin tespit edilememesi bu görüşü destekler nitelikte görülmektedir. Ayrıca, yukarıda bahsedilen her iki etkenin birlikte işlemesi ve birinin diğerini
tetiklemesi sonucu ASALA’nın sonunun geldiğini de düşünmek çok yanıltıcı olmayacaktır. Uluslararası destekten yoksun kalan ASALA’ya yönelik olarak gerçekleştirilen eylemlerin daha sonuç verici olduğu düşünülmektedir.


****

ASALA Terör Örgütü’nün Kuruluşu, Faaliyetleri, Finansal Kaynakları ve İşbirliği Yaptığı Örgütler, BÖLÜM 3




ASALA Terör Örgütü’nün Kuruluşu, Faaliyetleri, Finansal Kaynakları ve İşbirliği Yaptığı Örgütler, BÖLÜM 3


ASALA-Filistin İlişkisi
ASALA uzun bir süre boyunca Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) ile birlikte çalışmış, ASALA’yı kuran Ermeniler 1975’te El-Fetih kamplarında eğitilmişlerdir. ASALA, ilerleyen zamanlarda oldukça ılımlı olan El-Fetih kanadından, daha radikal ve Marksist-Leninist eğilimli olan Filistin Halk Kurtuluş Cephesi (FHKC) ve Filistin Halk Kurtuluş Cephesi-Genel Komutanlığı (FHKC-GK) kanadına kaymıştır. ASALA’nın lideri olduğu öne sürülen Agop Agopyan, 1980 yılında bir röportaj sırasında örgütünün FKÖ ile olan ilişkisine dair bir soruya; “Bizim dünyadaki tüm ihtilalci örgütlerle ilişkimiz vardır”  cevabını vermiştir. İsrail, Lübnan’daki terkedilmiş Filistin kamplarında ASALA üyelerinin FKÖ tarafından eğitildiğine dair emareler elde etmiştir.
Lübnan’ın İsrail tarafından 1982’de işgal edilmesi üzerine, ASALA ve FKÖ gibi, Lübnan’ı terk etmek zorunda kalmış ve örgüt üyeleri, muhtemelen Suriye, İran, Yunanistan, Libya ve Kıbrıs’a gitmişlerdir. Fakat işgalin oluşturduğu bu karışıklık bile örgütü etkileyememiştir. FKÖ’nün İsrail ve ASALA’nın Türk hedeflerine karşı düzenledikleri saldırılarda paralel terörist operasyonları öngören bir anlaşma imzalanmıştır. Ancak diğer raporlar bunun aksini göstermektedir. Suriye’deki ASALA hücresinin Kara Haziran örgütü ile birleştiği ve 1982 yılında FKÖ ile ASALA arasında görülen soğukluğun da bundan kaynaklandığı söylenmektedir. FKÖ’nün ASALA’ya zarar vermek üzere girişimde bulunduğu iddiası vardır. Arafat’ın en yakın adamlarından-biri olan Ebu-Iyad’ın (Salah Khalaf) Fransız polisine ASALA üyelerinin fotoğraflarıyla birlikte haklarında geniş bilgi verdiği söylenmiştir .
ASALA tarihinde ilk kez 7 Ağustos 1982’de Filistin terör örgütlerinin destek ve yardımı ile eylem yaparak Ankara Esenboğa hava limanına baskın düzenlemiştir. Bekleme salonundaki yolcuların üzerine bomba atmışlar ve otomatik silahlarla taramışlardır. Bilanço maalesef ağırdır: 9 ölü 72 yaralı . 1982 sonrasında ASALA ile FKÖ ilişkisi kopmuş, ancak Ebu Nidal ve George Habbas’ın radikal grupları ile Şam’ın gölgesinde eylemler sürdürülmüştür.
ASALA-İran İlişkisi
Güney Lübnan İsrail tarafından 1982 yılında işgal edildikten sonra, Ermeni teröristler 200-250 bin civarında Ermeni’nin yasadığı İran’ın başkenti Tahran’a gitmişlerdir. Londra’da yayınlanan Middle East dergisi; “ASALA militanları Bekaa’da Suriye hesabına, Irak’ın dağlık kesimlerinde ise İran hesabına çarpıştıklarını” ileri sürmektedir. Ayrıca İran-Irak savaşı sırasında da ASALA’nın İran’a önemli miktarda maddi kaynak sağladığı da iddia edilmektedir. Başbakan Turgut Özal’ın İran’ı ziyaret öncesi Ermeni teröristler Türk diplomatlarına üç ayrı saldırı (28 Mart 1984) düzenlemiş ve saldırılar ASALA tarafından üstlenmiştir. Bu ziyaret öncesi katledilen Büyükelçilik görevlisi Işık Yönder’in katilleri Nisan’da İran’da yakalanmış, hemen idam edilecekleri beklenirken resmi bir açıklama yapılmamıştır. Ne İran basını ne İran televizyonunda Ermeni saldırısı yer almazken İran televizyonu; İran ve Türkiye arasındaki ilişkilerin
ABD tarafından baltalanmak istendiğini belirtmiştir . İran’ın dini lideri ve devlet başkanı Humeyni’nin Ermeni terör gruplarına söylediği; “Gasp edilmiş hakların alınabilmesi için İran’ın yapacağı yardım Müslümanlarla sınırlı değildir. Müslüman olmayan mazlumlara da İran’ın yardım eli uzatılacaktır”  sözü doğrultusunda ASALA’ya eğitim kampı, büro, para ve silah yardımı gibi her türlü desteği vermiştir. ASALA Batı Azerbaycan’da iki kampı ve Urumiye’de bürolar açmıştır. İran’da yaşayan yaklaşık üçyüz bin kişilik Ermeni azınlığa tanınan kendi dillerindeki eğitim, yayın, dini ve kültürel özgürlüğü kullanma hakları maalesef sayıları İran’da 27–28 milyonu varan Türk toplumuna tanımamaktadır.
ASALA-Suriye İlişkisi
Londra’da yayınlanan Ekonomist Dergisi’nin bir yan kuruluşu olan ve yalnız abonelerine dağıtılan Foreing Report’da, 19 Ağustos 1982’de yayınlanan bir yazıda; ASALA, Ruslar, FKÖ’nün aşırı uçları ve büyük ihtimalle Suriye arasında çok yakın ilişkiler olduğu yolunda pek çok kanıt su yüzüne çıkmaktadır . denilmektedir. Bu bilgilerin şaşırtıcı bir yönünün olmadığı, Suriye’nin, Sam yakınlarındaki Hamoriah Kampını ve Lübnan’da, kendi kontrolündeki Bekaa vadisini ASALA’ya lojistik destek ve eğitim kampı olarak vermesinden de anlaşılmaktadır.
ASALA-Fransa İlişkisi
ASALA’nın FKÖ ile ilişkileri kopmasına rağmen Ebu Nidal ve George Habbas’ın grupları ile Sam’ın gölgesinde eylemlerine devam etmiştir. Sabah Khalaf’ın, Orly Başkınından çok önce Fransa’ya verdiği ASALA militanlarının resimlerini içeren çok değerli bilgiler, Fransa tarafından gereği gibi değerlendirmemiştir. Örneğin, Nisan 1983’de ASALA’nın altyapısını yeniden düzenlemek için Fransa’ya gelen ASALA lideri Agop Agopyan’ı tutuklamak yerine, fotoğrafından tanımalarına rağmen, Fransız polisi Agopyan’ı tutuklamayı değil, izlemeyi tercih etmiştir. Agopyan’ı izleyerek
ASALA’nın Fransa’daki varlığı konusunda daha fazla bilgi toplamayı hedeflediği ve bu amacına Orly baskınından hemen sonra 50 ASALA militanını tutuklayarak ulaştığı anlaşılan Fransız polisi, Agopyan’ın izini bir süre sonra kaybetmiş veya kaybetmiş gibi gözükmüştür .
Fransa’nın Ermeni terörüne verdiği destek Orly katliamı duruşması sırasında ilk kez ve resmen kamuoyuna yansımıştır. Mahkeme başkanı Saurel’in “Eski İçişleri Bakanı Deferre ve Françeski’nin duruşmada tanık olarak dinlenmesine Bakanlar Kurulunun gerek görmediğini açıklaması üzerine sanık avukatlarından Jacges Verges’in Mitterand hükümetinin ASALA ile işbirliği yaptığını
duruşmanın ikinci gününde tekrarlaması ve su anda söz konusu eski bakanların burada bulunması gerekirken ilgili yasanın ardına niye gizleniyorlar?” (Bal ve Çufalı,2006: 663) diye sorması önemlidir. Bu gerçeklerin Fransız adaletinin ve yönetiminin direkt kendi ağızlarından böylesine çeliksilerle ortaya dökülmesi; terörün (ASALA’nın) Fransa tarafından desteklendiğinin açık kanıtını oluşturmaktadır. Sonuç olarak Orly katliamına kadar Ermeni terör örgütlerine Fransa’nın (özellikle de Mitterrand’ın) resmen büyük destek verdiği ortaya çıkmaktadır.
ASALA-ABD ve Avrupa Ülkeleri İlişkisi
bernard-lewis
Amerika ve Avrupa’da birçok ülke ASALA’nın terörist eylemlerinden rahatsız olmakla birlikte, sözde Ermeni katliamı kampanyaları açmışlar ve ASALA’nın eylemlerinin neredeyse bir hak savunması olduğu fikrini uyandıracak bir tavır sergilemişlerdir. Bugün, ABD, Beyrut, Ermenistan, Paris, Sam, İskenderiye, Sao, Filibe, Venedik ve Marsilya’da gibi birçok yerde birçok Ermeni kin ve intikam anıtı dikilmiş, Ermeni soykırımı iddiaları tekrar tekrar gündeme getirilmiştir. Osmanlı ve Modern Türkiye üzerine yaptıkları ciddi araştırmaları ile tanınan iki ünlü tarihçi, Prof. Stanford Shaw ve Prof. Bernard Lewis, Amerika ve Fransa’da, hükümet destekli karalama kampanyaları ile karalanmaya çalışılmıştır. İzlenildiği kadarıyla Türk basınında, “ABD-Ermeni Terörü” ilişkisi veya “ABD ağzıyla Ermeni istekleri” konusunda gazetedeki kösesinde 1999’un ilk yazısını yazan Atilla İlhan olmuştur. İlhan yazısında özetle; “Hak hukuk bahane sorun Kıbrıs ve petrol… ABD insan haklan ihlalleri ile ilgili soru karşısında Türkiye’yi suçladıktan sonra; kendinizi yönetmekten acizsiniz. Bir de Türkiye’deki azınlıkları yönetmeye kalkıyorsunuz. Bu kötü yönetimi
azınlıklar hak etmiyor… ABD Büyükelçiliği 1999 yılını kutlamak üzere verdiği resepsiyonda Türk gazetecilere, Ermenilere yaptığınız hareketleri kabul edin. Tazminat verin. Onların insan haklarını iade edin vb. laflar etmişlerdir… 1699 Karlofça’dan sonra Türkler ilk defa huruç yaptılar ve Kıbrıs’tan toprak aldılar (Uluslar arası hukuka uygun olarak). Herkes biliyor ki Şeyh Sait İsyanı Musul’a, Dersim İsyanı Hatay’a, ASALA (o başarısız olunca da PKK) Kıbrıs’a karşı Türkiye’nin karşısına çıkarılmış hareketlerdir.. Birileri ABD’nin karşısına çıkıp, Kızılderili katliamlarının ve yaptığınız insan hakları ihlallerinin hesabını verin demelidir… demiştir .
ASALA-Yunanistan ve Kıbrıs Rum Kesimi İlişkisi
Rumlar, 20 Temmuz 1974 sonrası Kıbrıs’ta kaybettikleri prestijlerini yenidenkazanma umudu ile ASALA ve benzer terör örgütlerine, kuruluşundan itibaren sahip çıkarak maddi-manevi katkılar da bulunmuştur. Rumlar Kıbrıs çıkarması ile dünyanın Türkiye’ye tepki göstermesi ve ambargo uygulamasından istifade ederek Türkiye’yi daha da zor duruma düşürmeyi amaçlamışlardır.
1979’da Almanya’nın Münih şehrinde ASALA ile George Habbas’ın FHKC örgütü arasında yapılan ve Alman karşı istihbarat birimlerinin yakın takibe aldığı toplantıya, Yunan Gizli Servis elemanları da katılmıştır. 31 Temmuz 1980 günü Atina Büyükelçiliği İdari Ataşesi Galip Özmen’in öldürülmesi sonrasında ASALA yaptığı açıklamada, “…Bizim düşmanlarımız Türkiye’deki Faşist rejim, onun milletlerarası ilişkileri ve NATO’dur” açıklaması yapmış, bu dönemde de 1977 yılında iktidardaki Kıbrıs Rum Demokratik Partisi yayınladığı bir bildiride “Kıbrıs Elenizmi, Ermeni Mücadelesini hudutsuz biçimde destekleyecektir” derken, Ermeni Patriği Kohen, yönetim Başkanı Kipriyanu’yu “Ermeni davasına hizmetten” dolayı Klikya Haçı Nişanı ile ödüllendirmiştir . 1982’de İsrail’in, ASALA ve Filistinli örgütleri sıkıştırılması ile ASALA yönünü Atina’ya çevirmiştir. Örgütün Lübnan’da yayınladığı Armenia dergisi (1982, Sayı: 3) “Önce Filistin Kurtuluş Örgütü’ne tam bir diplomatik hak ve ayrıcalık tanıdığı için Papandreu başkanlığındaki Yunan hükümetini ve Türkiye’den kaçan siyasi suçlulara kucak açtığı için Yunan halkını över ve kutsar; gerçek çıkarlarının nereden geldiğini gördükleri için tebrik eder. Ayrıca, kendisine yönelik gerçek tehdidin sosyalist bloktan değil, Türkiye’den geldiğini söyleyen Yunanistan’ın bu açıklamalarını son derece olumlu ve yüreklendirici bulur.”
İsrail’in 1982 Haziran’ında Lübnan’ı işgalinden bir hafta önce durumu öğrenen ASALA’nın aralarında üst düzey yöneticilerin de bulunduğu 950 militanı Beyrut ve Sidon’u terkederek, Atina, Şam ve Kıbrıs Rum Kesimi’ne yerleşmişlerdi. Örgütü yok olmaktan kurtaran işgal haberini kimin verdiği bilinmemekle birlikte, artık ASALA liderinin en güvenli mekanı Atina olmuştu. Artık örgüt ve liderinin Yunanistan ve Kıbrıs Rum Kesimi’ne tam olarak yerleştiği, batıda istihbaratla ilgili dergilerde de kesin bir dille ortaya konmaktadır: Nitekim batılı istihbarat örgütlerine yakınlığı ile bilinen, yalnız abonelerine gönderilen ve Almanya Frankfurt’ta yayınlanan EIR, Alert Report, 3 Mayıs 1983’te yayınlanan Alert Report 83/4 Atmenian Terrorists başlıklı acil duyurusunda, “Beyrut’u 1982 yılında Filistin Kurtuluş Örgütü’nün örtüsü altında terk ettikten sonra, ASALA militanlan, Yunanistan ve Kıbrıs’a sığındılar” diyerek, örgütün Fransa’da girişebileceği terörist saldırılara dikkati çekerken Ağustos 1983’te, “Sıcak Sonbahar” başlıklı araştırmasında “ASALA’nın lideri Agopyan’ın ve örgüt merkezinin, Lefkoşe’deki Kıbns Rumları’nın egemen olduğu bölge olduğunu” yazıyordu.
Yunanistan’a gelir gelmez birçok paravan örgüt oluşturan ASALA’ya onların adı ile, ya da doğrudan kendi adını kullanarak Türkiye’yi tehdit etmiştir. Eylül 1982’de, Atina’da bir açıklama yapan Pan-Helen Ermeni Cemiyeti, mücadelemizin hedefi, Doğu ve Güneydoğu Anadolu’yu Türkiye’den alarak, Sovyetler Birliği’nin bir parçası olan Ermenistan’a ilhaktır diyordu. Sık sık Yunanistan’da Türkiye aleyhtarı gösteriler yapan örgüt Atina duvarlarına Türkiye’den hesap sorulacak, 1915 katliamı unutulmayacak sloganları yazılı ve ASALA imzalı afisler asmaktan çekinmemekteydi .
ASALA’nın Atina’ya gelmesinden sonra, Yunanistan ve Güney Kıbrıs’ta sayıca yüksek Ermeni Örgütleri ile karşılaşılmaktaydı: Bunlar ASALA, Ermeni Halk Hareketi, Ermeni Davasını Savunma Komitesi, Ermeni Gençlik Örgütü, Ermeni Yeni Nesil Gençlik Örgütü, AGBU, Ermeni Katliam Gösterileri Komitesi, Ermeni İhtilalci Federasyonu, Ermeni Liberal Halk Partisi, Ermeni Milli Komitesi, Ermeni Soykırımı Adalet Komandoları, Ermeni Siyasi Tutukluları Savunma Komitesi, Ermeni Atletler Birliği, Ermeni Kültür Derneği vb. isimleri taşımaktadır . Bu örgütlerden Taşnak’ın uzantısı olan Ermeni Soykırımı Adalet Komandoları (JCAG)’ nın da Yunanistan’da ve Kıbrıs Rumları arasında çok büyük bir ilgi ve desteğe sahip olduğu bilinmekteydi. Makarios döneminde Kıbrıs Rum Kesimi’ne yerleşen Taşnakların, ASALA’ya alternatif terör örgütü JCAG’ın birçok militanları Kıbrıs Melkonyan Enstitüsü’nde yetişmişti. 24 Nisan 1988’de örgüt, Atina ve Kıbrıs’ta her yıl geleneksel hale getirdiği sözde Ermeni Soykırımını Anma toplantısı yapmış; Selanik Hürriyet Meydanı’nda, Atina ve Pire’de yapılan toplantılara sadece Ermeniler değil, Yunan siyasi partileri yanında, gençlik örgütleri de büyük bir ilgi göstermiştir .
Bu iki terör örgütünün destek verdiği Ermenistan ise, Karabağ olaylarından sonra Yunanistan ile ilişkilerine daha fazla önem vermeye başlamış, Atina’da yayınlanan Elefterotopia gazetesinde üniformalarıyla birlikte boy gösteren Yunanlı general G.S. kendi ifadesi ile Türkler’e karşı savaşarak milli görevini yerine getirmek” için Ermenistan üzerinden Karabağ’a giderek, Ermeni çetelerinin başında Türkler’e karşı savaşmaya başlamıştı .
ASALA-PKK İşbirliği
PKK-ASALA terör örgütü işbirliğinde ortak amaç olarak, Marksist- Leninist ideoloji doğrultusunda Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerimizde devlet kurulması yatmaktadır. İki örgütün hedef aldığı bölgeler göz önüne alındığında, hedeflerinin örtüştüğü görülmektedir. Bu durumda iki örgütten birinin diğerine taşeronluk yaptığı fikri güçlenmektedir .
ASALA-PKK İşbirliğinin Başlaması
ASALA ve PKK, birlikte siyasi ve askeri eğitim gördükleri Bekaa ve Zeli kamplarında ilişkilerinin temeli ASALA’yı eğiten George Habbas sayesinde atılmıştır. İlk ortak toplantı, 1979’da Lübnan’ın Sayda kentinde yapılmıştır. Nisan 1980’de Sidon/Lübnan’da bir araya gelen bu 2 örgüt, Türkiye ve Türklere karşı ortak eylem kararı aldıklarını açıklamışlardır . Bu bildirinin hemen arkasından, Uluslararası Af Örgütü, Kürt Dayanışma Komitesi, Ermeni Öğrenci Organizasyonu, Avrupa Ermeni Öğrenci Birliği, Avrupa Kürt Öğrenci Birliği, Ermeni Basın ve Haber
Örgütü, İngiliz Komünist Partisi gibi Marksist örgütler ortak bir cephe oluşturarak İngiltere’de, Türkiye’de Kürtlerin azınlık olduğu ve Türk Hükümetinin onlara baskı yaptığı iddialarıyla Türkiye aleyhtarı bir kampanya başlatmışlardır . 1975’lerde FKÖ’nün mücadelesini, bağımsızlık yolunda örnek olarak kullanan ASALA, 1980’lerde PKK ile Ermeni-Kürt Federe Devleti üzerinde anlaşmış ve bunu ortak bir deklarasyonla açıklamıştır . Terör örgütü PKK, 21–28 Nisan 1980 tarihini Kızıl Hafta olarak ilan etmiş ve 24 Nisan tarihini sözde Ermenilerin katledilme günü olarak anarak toplantılar yapmaya başlamıştır. Bölücü terörist elebaşı Abdullah Öcalan, Ermeni Yazarlar Birliği tarafından Büyük Ermenistan hayali fikrine olan katkılarından dolayı onur üyeliğine seçilmiştir. 8 Nisan 1980’de Lübnan’ın Sayda (Sidan) kentinde, George Habas’ın lideri olduğu FHKC’nin gözetimi ve koruması altında bir kez daha bir araya gelen, ASALA ve PKK temsilcileri yeni bir deklarasyonla, Türkiye’ye karşı ortak eylem kararlarını” bir kez daha teyit etmişler ve toplantıda söz alan ASALA temsilcisi şu açıklamayı yapmıştır:
asala_369906
Savaşçılarımız, çok yakın bir gelecekte, Kürt Savaşçılar ile yan yana geleceklerdir. Bu faşist Türk rejimine karşı, en büyük silahımız olacaktır. Biz Türkiye dışında iken Türk Ermenistan’ını kurtarmamız mümkün değildir. Biz Ermenistan’ı Kürt Savaşçı kardeşlerimizle birlikte kurtaracağız. Çok yakında varlığımızı, işgal edilmiş, Ermenistan’ın en iç noktalarında göstererek kanıtlayacağız. Bu ASALA’nın atacağı gelecek adımıdır. Daha sonra konuşan PKK temsilcisi, örgütlerinin 1975’te kurulduğunu, 1978’den başlayarak bugünkü adlan -PKK adı- ile eylem yaptıklarını, ilk ciddi eylemlerini 30 Mart 1980’de Mardin’de 30 Türk askerini öldürerek gerçekleştirdiklerini -ki bu eylemin gerçek olmadığı, PKK’yı güçlü göstermeye yönelik bir yalan olduğu açıktı- ve Kürdistan Demokratik Partisi ile aralarında “hiçbir benzerlik olmadığını ve amaçlarının Türkiye Kürdistan’ının bağımsızlığı olduğunu açıklar. PKK ve ASALA’nın Sayda’da imzalayıp, açıkladıkları deklarasyonun en çarpıcı yanı, bu iki terör örgütü; “Türkiye’nin işgali altında olduğunu söyledikleri Doğu Anadolu’da kuracakları devletin adı, yapısı ve sınırları üzerinde mutabakata vardıklarını” açıklamalarıydı .
Bu arada ASALA yöneticilerinin bir başka çabası da Yunan Gizli Servisi (KYP) aracılığı ile Atina’da PKK’dan daha güçlü bir konumda görünen Kürdistan Demokratik Partisi (KDP) temsilcisi Kendal Nizam ile görüşmesiydi. Ancak, büyük bir ihtimalle, Türkiye’nin tepkisini çekmek istemeyen KDP bu işbirliğine yanaşmamıştı. Nitekim Nizam, Atina’da Türk gazetecilerine şu açıklamayı yapmıştır: “Ermenilerle işbirliğini asla düşünmüyoruz. Elçi öldürüp, cinayet islemekle hak kazanılmaz. Bizi cinayetlerine ortak etmelerine izin veremeyiz. Ermenilerle bazı Kürtlerin, Kürtlük adı altında iliksi kurduklarını haber aldık. Bunlar daima karanlık güçlerin adamıydı. Yunanistan bizi de kullanmak istedi, kabul etmedik, reddettik” . Akis dergisine göre KDP’nin bu iddiaları doğruydu ve ASALA-PKK iliksisini Yunanistan ve Suriye sağlamıştı. 8 Nisan 1980 Sayda toplantısında Kürtlerle Ermeniler arasında fizyonomik benzerlik’ olduğunu belirterek, Kürtleri kan kardeşi ilan eden ASALA, 10 Kasım 1980’de Strasburg Türk Konsolosluğuna, 11 Kasım 1980’de Roma THY bürosuna yapılan saldırılan üstlenirken, PKK’ya bir jest yaparak saldırıları birlikte gerçekleştirdiklerini açıklamıştı. 24 Eylül 1981’de ise Kürt ve Türk Halklarına Başvuru’ adlı bir bildiri yayınlayan ASALA, “PKK’ya her konuda destek vereceğini, aynı etnik
kökene sahip (!) Kürtler ve Ermenilerin, aynı ulustan (Türklerden) gördükleri baskılara ortak eylemlerle cevap vereceklerini” ifade etmiştir. 24 Eylül 1981 tarihinde ASALA, Kürt ve Türk Halklarına Başvuru adıyla bir bildiri yayınlayarak PKK’ya olan desteğini bir kez daha deklare etmiştir (Akçora, 1994: 19). 1987 yılında bölücü terör örgütü PKK ile Ermeniler arasında bir anlaşma
yapılmıştır. Söz konusu anlaşmanın hükümleri şunlardır:
1. Ermeniler PKK terör örgütü içinde eğitim faaliyetlerinde bulunacaklardır,
2. PKK terör örgütüne her yıl için adam başına 5.000 ABD doları ödenecektir,
3. Ermeniler küçük çaplı eylemlere katılacaklardır .
Yapılan bu anlaşmanın akabinde örgüt içerisinde Ermenilerin sivrilmeleri üzerine, PKK-ASALA ilişkilerinden sorumlu Hermez Somurouyan adlı şahısla birlikte 18 Nisan 1990 tarihinde yapılan toplantıda şu kararlar alınmıştır:
1. PKK ve ASALA terör örgütleri artık ortak yönetilecektir,
2. Türk güvenlik kuvvetlerine yönelik eylemlerde istihbaratı Ermeniler yapacaktır,
3. Muhtemel devrimden sonra elde edilen topraklar eşit olarak bölüşülecektir,
4. Kamp masraflarının % 75’ini Ermeniler karşılayacaktır,
5. Türkiye’deki metropol şehirlerde eylemler yapılacaktır,
1992 Ekim ayından itibaren Kuzey Irak’a üslenen terör örgütü PKK’ya karşı gerçekleştirilen sınır ötesi operasyonlarda örgütün büyük darbeler alması ve barınma imkanlarını kaybetmesi üzerine bir kısım örgüt mensuplarının İran ve Ermenistan’a geçmeleri ile PKK terör örgütünün Ermenistan’daki aktif faaliyetleri başlamıştır (Özoğlu, 2005: 358).
Hem ASALA hem de PKK, Türkiye’yi bölme ve zayıflatma politikasının masaları olarak belirli bir dönemde çıkar birliği yapmak suretiyle ortak hareket etmişler, Türkiye’ye daha fazla zarar vermek ve amaçlarına daha hızlı erişmek için birbirlerine destek vermişlerdir.
ASALA’nın PKK ile Ortak Kamplarından Türkiye’ye İlk Saldırılar 1982’li yıllarda merkezini Atina’ya taşıyan ASALA, PKK ile birlikte Kuzey Irak’ta ve Suriye’de eylemlere katılmaktaydı. PKK’nın 1984’de Şemdinli ve Eruh’ta gerçekleştirdiği ilk kanlı saldırıdan çok önce, Türkiye-Suriye sınırında PKK tarafından saldırıya yönelik kamplar kurulduğu ve bu kamplarda ASALA militanlarının da
bulunduğu Türk istihbaratı tarafından bilinmekteydi (Bal ve Çufalı,2006: 669). Merkezi Washington’da bulunan Ermeni Halk Hareketi örgütünün yayın organı Armenian Struggle (Ermeni Direnişi) dergisi, 31 Mayıs 1983’te Dünya kamuoyu ve her yerdeki Ermeni Halkına başlıklı bildiride, Türkiye’nin o günlerde düzenlediği bir sınır ötesi harekat kınandıktan sonra, ASALA’nın PKK ile Türk askerlerine karşı omuz omuza çarpıştıkları şu cümlelerle itiraf etmiştir:
Faşist Türk saldırısının Kuzey Irak’a başladığı andan şimdiye değin, aralarında üst düzey bir militanımızın da bulunduğu 22 devrimciyi yitirdik. Kuvvetlerimizin diğer bölümü Kürt devrimcilerle
omuz omuza yaptıkları direnişe devam ederek, Türk kuvvetlerine kayda değer kayıplar verdirmiş ve güvenilir bölgelere çekilmişlerdir. Direnişimiz artarak sürdürülecektir. Yasasın Ermeni, Kürt ve Arap Halkları arasındaki devrimci dayanışma… İmza: ASALA Ermenistan’ın Kurtuluşu için Gizli Ermeni Ordusu .
ASALA’nın bu fiili yardımı, belirli bir dönemde bir çizgide sürekli devam etmiş, ASALA militanları, Türkiye-Suriye, Türkiye-Irak, Türkiye-Ermenistan sınırlarında, hatta Doğu Anadolu’daki PKK eylemlerinde önemli rol oynamış, hatta lider kadroda yer aldıkları için kanlı katliamlara imza atarak, Güneydoğu’da masum Kürt ailelerini acımasızca katletmiş, bu da PKK içinde tartışmalara sebep olmuştur. Başta bölücü terörist elebaşı Abdullah Öcalan olmak üzere, PKK’lılar bu ilişkileri ya çok küçük ya da yok göstermek istemişlerdir. Bunun temel nedeni Kürt halkının tepkilerinden korkmalarıdır. Nitekim daha 5 Aralık 1981’de Londra Imperial College’da bir kapalı salon toplantısı yapan Kürt Öğrenci Derneği (AKSA) ile Ermeni Öğrenciler Birliği (UASE)’nin toplantısında “Ermeni-Kürt Federe Devleti” tartışılırken, UASE üyesi Ermeni konuşmacı, Kürtlerin soruna gösterecekleri tepkiyi söyle özetlemiştir:
Biz Van Gölü ve Ağrı Dağı içinde olmayan bir Ermenistan düşünemeyiz. Aynı şekilde Kürt kardeşlerimiz de içinde Ağrı Dağı ve Van Gölü olmayan bir Kürdistan düşünemezler. Ancak bir kez ortak
amaçlar altında ve ortak mücadele için birleştiğiniz zaman bunlar fazla önemli sorunlar olmaktan çıkar. Başarıya ulaştıktan sonra her türlü Gelişme mümkündür. Herhangi bir sınır çizilebilir, hatta zaferden sonra ortak bir Armeno-Kürdistan dahi doğabilir. Ancak bu gibi spekülasyonları geleceğe bırakalım . Bu fikirler yıllar sonra bölücü terörist elebaşı Abdullah Öcalan’ın Türk gazetecilere söylediğinin aynısıdır ve bundan da anlaşılmaktadır ki, Amerikalı Gazeteci Claire Sterling’in Sayda Konferansı’na dayanarak belirttiği Doğu Anadolu’da Ermeni, Güneydoğu Anadolu’da Kürt bölgelerinden oluşacak federe devlet düşüncesi PKK tarafından hep saklanmaktadır. Ancak hiçbir zaman inkar da edilmemektedir. 1988’de bölücü terörist elebaşı Abdullah Öcalan, Gazeteci Mehmet Ali Birand’a; ASALA ile birkaç görüşme oldu. Sivillere yönelik eylemlerinin zararlı olduğunu gördük, dolayısıyla da 1982’lerde olmaz dedik, bıraktık. Öyle fazla bir beraberlik yok. Bir-iki acele toplantı dışında bir ilişki yoktur. İlişki geliştirebileceğimiz bir örgütlenme değildir, aslında ASALA olayı da çok abartıldı Türkiye’de” dedikten sonra “Kendisinin karış-karış toprak değil, devrim meselesi ile uğraştığını, burasının Ermenistan mı, Kürdistan mı, Türkiye mi olduğunu tartışmanın gerçekçi olmadığını” ileri sürerek, “kendilerinin halkların eşitlik temelinde özgürce yasadıkları, dilini, kültürünü ve ekonomisini geliştirebilecekleri mücadeleye isterlerse Ermenilerin de katılabileceklerini” söylüyordu 4 Mayıs 1991’de görüştüğü Gazeteci Rafet Ballı’ya da benzer şeyler söyleyen Öcalan; “Ermeni sınırları veya Ermeni ülkesi neresidir? Kürdistan neresidir? Derseniz, bu tarihi bir sorundur. Tarihi bir soruna da, çok politik bir cevap vermek biraz oportünizme düşmek olur. Benim de öyle bir niyetim yok. Fakat Ermeni halkını severiz. Ermeni halkı gelirse, ziyaret ederlerse, hatta kalmak isterlerse, onlara elimizden gelen misafirperverliği de sonuna kadar gösteririz .. diyerek, Ermeni sorunu ile ilgili düşüncelerini açıklamıştır. ABD’li Prof. Dr. Michael Gunter ABD’de yapılan bir seminerde Kürt- Ermeni dayanışması konusunda; “… Aynı topraklar üzerinde hak iddia etmelerine ve Kürtlerin sözde Ermeni soykırımının gerçek faili oldukları iddialarından kaynaklanan tarihi düşmanlıklarına rağmen, PKK ile ASALA’nın Türkiye sınırları içinde terör işbirliğinde bulunması çok ilgi çekicidir” dedikten sonra, “….o yıllarda, her nedense bunlar birçok Türk aydınının gözünden kaçmıştı” demiştir .


***