30 Nisan 2015 Perşembe

ERMENİ TERÖRÜ,



ERMENİ TERÖRÜ,


Türkiye açısından Ermeni sorununun önemli bir boyutu da, Ermenilerin Türklere karşı silahlı terör metodolojisini kullanmaya başlamalarıdır. Türk devlet adamlarına yönelik bu saldırgan strateji, ilk defa 1905'de II. Terörün Beş Yüzü. 29 Eylül 1986 tarihli TIME dergisinin kapağı.Abdülhamit'e yapılan bombalı saldırı ile başlamıştır. Anadolu dışında kurulan Hınçak, Tasnak, Ramgavar, Hınçak İhtilal Komitesi, Silahlılar Cemiyeti, Ermenistan’a Doğru Cemiyeti, Genç Ermenistan Cemiyeti, İttihat ve Halas Cemiyeti ve Karahaç Cemiyeti gibi halkı silahlı ayaklanmaya sevk eden örgütlenmeler meydana getirilmiştir. Bütün bunların sonucunda binlerce Türk ve Ermeni’nin hayatına mal olan isyan hareketleri ülkenin dört bir yanına yayılmıştır.
Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasından 1965 yılına kadar sakin bir dönem geçirildikten sonra, Ermeni lobisinin desteğiyle terör hareketleri birdenbire tekrar ortaya çıkarılmış, Türk diplomatları öldürülmeye başlanmıştır. 1972 yılı sonuna kadar çeşitli ülkelerde 20'ye yakın anıt dikilmiş, basın ve yayın yolu ile karalama faaliyetleri programlı olarak uygulamaya konmuştur.
Bu yeni dönemde terörü özendiren, geliştiren, hazırlayan, daha geniş alanlara yayılmasını, ve hedeflerinin çeşitlenmesini sağlayan; terör tim ve grupları oluşturan, yeni örgütlenme çabalarına destek, temas ve ilişkiler ortamı hazırlayanlar, Taşnak ve Hınçak terör örgütleridir. Bunların yanında isminden en çok söz ettiren ve Ermeni terörü ile eş anlamda kullanılan “Ermenistan'ın Kurtuluşu İçin Ermeni Gizli Ordusu” örgüt adının kısaltılmış şekli olan ASALA'dır.
Geleneksel terör örgütleri içlerinden çıkardıkları terör tim ve gruplarıyla, ASALA ise terörün en acımasız ve insanlık dışı uygulamalarıyla yeni dönemin terör yaratıcıları olmuşlardır. ASALA da manevi ve psikolojik desteği, temas ve ilişkiler ortamını Hınçaklardan almıştır.
Ermeni terörü, yurt dışındaki Türk görevlilerine, temsilciliklerine ve kuruluşlarına yönelik silahlı saldırılar şeklinde kısa zamanda hızlı bir tırmanış göstererek yoğunluk kazanmıştır. Bu dönemde, Avrupa ve doğu ülkeleri ile Suriye ve Lübnan'da üsler edinen Ermeniler, Kıbrıs Rumları ve Yunanistan ile işbirliği içine girerek eylemlerini gerçekleştirmişlerdir.
Ermeni terör örgütleri, dış dünyanın tepkileri üzerine 1980’li yıllarda taktik değiştirerek, PKK terör örgütü ile işbirliğine girmişlerdir. 1984 yılında bölücü terör örgütü PKK sahneye itilmiş ve Asala-Ermeni terörü geri plana çekilmiştir. Ermeniler ile PKK arasındaki bağlantıyı ortaya koyan bazı somut örnekler şunlardır:
· Bölücü terör örgütü PKK, 21-28 Nisan 1980 tarihini “Kızıl Hafta” olarak ilan etmiş ve 24 Nisan tarihini sözde Ermenilerin katledilme günü olarak anarak, toplantılar yapmaya başlamıştır.
· 8 Nisan 1980 tarihinde Lübnan'ın Sidon kentinde PKK ve ASALA terör örgütleri ortak basın toplantısı düzenlemişler ve toplantı sonucu bir deklarasyon yayınlamışlardır. Ancak bu olayın tepki çekmesi üzerine ilişkilerin illegal alanda gizli olarak sürdürülmesi kararlaştırılmıştır. Bu uzlaşmadan sonra, 9 Kasım 1980 tarihinde Strazburg Türk Başkonsolosluğu’na, 19 Kasım 1980 tarihinde ise Roma Türk Hava Yolları bürosuna yönelik olarak düzenlenen saldırılar, PKK ve ASALA terör örgütleri tarafından ortaklaşa üstlenilmiştir.
· Bölücü terörist Abdullah Öcalan, Ermeni Yazarlar Birliği tarafından “Büyük Ermenistan hayali fikrine olan katkılarından dolayı” onur üyeliğine seçilmiştir.
· Ermeni Halk Hareketi’nin bünyesinde, bir çok Avrupa ülkesinde olduğu gibi bir Kürdistan Komitesi oluşturulmuştur.
· 4 Haziran 1993 tarihinde; Ermeni Hınçak Partisi, ASALA ve PKK terör örgütü mensuplarının katılımıyla Batı Beyrut'ta bulunan PKK terör örgütü merkezinde bir toplantı yapılmıştır.

Ermeni-PKK ilişkisiyle ilgili bir başka çarpıcı örnek ise, 6- 9 Ocak 1993 tarihlerinde Beyrut'taki iki ayrı kilisede düzenlenen ve Lübnan Ermeni Ortodoks Başpiskoposu, Ermeni Parti yetkilileri ile 150 gencin katıldığı toplantılarda kullanılan şu ifadelerdir:
· Şimdilik Türkiye'ye karşı sakin tutum gösterilmelidir.
· Ermeni toplumu gittikçe büyümekte ve ekonomik yönden güçlenmektedir.
· Geliştirilen propaganda faaliyetleri sayesinde, bütün dünyada (sözde) soykırım daha iyi bilinmeye başlanmıştır.

· Ermenistan devleti kurulmuştur, her geçen gün toprakları genişlemektedir ve atalarının intikamını mutlaka alacaklardır.
· Başta ABD olmak üzere, diğer batılı ülkeler de Karabağ'da sürdürülen savaşta Ermenileri haklı bulmaktadırlar. Bu fırsatı değerlendirmek gerekir... Karabağ'da savaşan Ermeni gençlerine yenileri katılacaktır.
· Türkiye'de PKK terör örgütü ile yapılan mücadele kastedilerek iç savaş devam edecek, Türk ekonomisi sıfır noktasına gelecek ve vatandaşlar baş kaldıracaklardır.
· Türkiye bölünecek ve bir Kürt devleti kurulacaktır.
· Ermeniler Kürtlerle olan ilişkilerini iyi bir şekilde yürütmeli ve Kürtlerin mücadelelerini desteklemelidirler.
· Bugün Türklerin elinde olan topraklar, yarın Ermenilerin olacaktır.
Özetle; Ermeni terör örgütlerinin müşterek amacı; her fırsattan yararlanarak Türkiye'yi istikrarsızlığa sürüklemek ve sözde işgal altındaki Ermeni topraklarını kurtararak "Bağımsız Büyük Ermenistan"ı kurmaktır. Bugün devlet olma özelliğini de elde eden Ermenilerin, söz konusu isteklerinin değişik başlıklar altında devam ettiği görülmektedir


ERMENİLER NASIL KULLANILDILAR?





ERMENİLER NASIL KULLANILDILAR?





Ermeni sorununun yaratıcısı Batılı devlet adamları, 11 Temmuz 1931'de Londra'da, Royal Albert Hall'de yapılan bir 'barış' toplantısında: Robert Cecil, Lloyd George,
Sir William Robertson, Ramsey McDonald ve Stanley Baldwin.


Doksan Üç Harbi diye bilinen 1877-78 Savaşı'nda, Rusya karşısındaki yenilgi, Osmanlı devletinin parçalanma sürecinde son genel işareti verir.

Osmanlı toplumunu oluşturan dini ve etnik cemaatlerin belli başlıları, kendi ulusal bağımsızlıkları için ciddi karar verme aşamasına gelirler. Ve tabii o arada, o zamana kadar böyle bir eğilim göstermemiş olanlarda da aynı arzu belirir. Müslüman kesimde bile (Arnavutlar, Araplar) bu amaçla örgütlenmelerin başlaması, Avrupalıların geldiği yere, Asya'ya dönmesi için yırtındıkları 'Hasta Adam'ın sonunun geldiğine herkesin inanmasındandır.

Bu milliyetçi akımlar arasına, 19. yüzyılın ikinci çeyreğinden beri 'Milleti Sadıka' denilerek devlet yönetiminde ön planda rol oynayan Ermeniler de katılır.


RUSYA FAKTÖRÜ


Avrupa devletlerinin doğrudan müdahalesine izin vermeyen bir coğrafyada yaşamaları nedeniyle Ermeniler, Rusya ile yakından ilişki kurmak zorunda bulunuyorlardı.

18. yüzyılın sonundan beri Kırım ve Kafkaslar üzerinden güneye inen Çarlığın, kendilerine direnen Çerkesleri nasıl ülkelerinden sürdüklerini ve bunların Osmanlı ülkesinde, Balkanlar, Anadolu ve Suriye gibi uzak bölgelere göç etmek durumunda kaldıklarını, Ermeniler de biliyorlardı. Dolayısıyla bağımsızlığı hedef koysalar da Rus gücüne rağmen bir şey yapamayacaklarının bilincindeydiler.

19. yüzyılın sonunda bölgedeki çekişme, o dönemin en büyük gücü kabul edilen İngiltere ile Rusya arasındaydı. Rusya'nın Hindistan'a inmek istediği ve rakibinin de bunu engellemenin yollarını aradığı biliniyordu. Çarlığın bölgedeki ulusları yanına çekme çabalarını dengelemek için de İngiltere, bunlarla ilişki kurma ve destek verme girişimlerini hiç ihmal etmemişti. Londra hükümeti Çerkesleri vuruşmaya teşvik etmiş; ama fiili bir şey yapmamış, sürülmeleri karşısında da tepki göstermemişti.

1877-78 Savaşı sonrasında, Doğu Anadolu'nun Rus ilgi alanına girmesi, İngiltere'yi rahatsız etmiş ve bölgedeki nüfus çoğununu oluşturan Müslümanlarla (Türk ve Kürtler) anlaşamadığı için, Ermenileri yanına çekme tezgahlarını kurmuştur.



1876 BULGAR YÖNTEMİ

İngiliz devlet adamı Gladstone'un kampanyaları Babıâli karşısında Ermenilerin koruyucusu görünmek amacını güderken, Rusya ile girişilen yarışta, bölgede yandaş sağlamaya da yönelikti, iki taraftan da maddi ve manevi destek gören Ermeniler bunun karşılığını, liderlerinden Çeraz'ın belirlediği '1876 Bulgar yöntemi'ni uygulayarak vermişlerdir.

Bu yöntem, ani baskınla çok sayıda Türk ve Müslüman'ı öldürmek; onların kızıp daha çok Hıristiyan'ı öldürmesi karşısında, Avrupa kamuoyunu, 'işte Türkler soykırım yapıyor' diye ayaklandırmaktan ibaretti.

Bu tür olaylarda öldürülen Türklerin sayısı. Batı basınına pek nadiren yansımış, ama Hıristiyan kurbanların sayısı, daima 10'la, 100'le çarpılarak kamuoyuna sunulmuştur. Nitekim Ermeni kurbanlarının sayısı da böylesine abartılarak, bütün dünyada mevcut Ermenilerin iki misline kadar çıkarılmıştır.



BATININ 1915 TAKTİKLERİ

Batılılar bahsettiğimiz taktiklerini, 1915'te de tekrarladılar. 1910 yılında Taşnak Partisi'nin Brüksel'deki Sosyalist Enternasyonal'e sunduğu raporda, Anadolu'nun her köyünde silah depolan kurduğu ve militanlara silah talimleri yaptırttığı hakkındaki itirafları hep unutulmuş, o güne kadar yaptıkları terörizme ek olarak, Birinci Dünya Savaşı'nda Osmanlı ordusunu arkadan vurma girişimleri de tamamen göz ardı edilmiştir.













Osmanlı topraklarının paylaşımını planlayan 'Sykes-Picot' gizli antlaşmasının mimarı Albay Georges Picot (sağda), Alman generali von Deimling ile birlikte


GİZLİ ANTLAŞMALAR ŞOKU


Tek tek bazı kasabalar dışında, bölge olarak hiçbir yerde nüfus çoğunluğuna sahip olmayan Ermenilerin, terörle diğer Türk ve Kürtleri kaçırarak daha fazla sayıda bulunduklarını ispatlama çabaları da Sevr için verdikleri listelerdeki rakamların da gösterdiği gibi eylemlerin amacını belli etmiştir.

Bütün bu girişimleri kendileri için, bağımsızlıkları için yaptıklarını sanırken Ermenilerin, İngiltere, Fransa, Rusya arasında imzalanan ve I. Dünya Savaşı'ndan sonra Osmanlı topraklarının nasıl paylaşılacağını planlayan Sykes-Picot gizli antlaşmalarından haberleri yoktu.

Ermeniler için bağımsızlık düşünülmüyor, Rus idaresi altına girmeleri öngörülüyordu.

Nitekim Bolşevikler, 1917 sonunda bu anlaşmayı dünyaya açıklayınca, ilk şoku yaşamışlardır.

Osmanlı devletinin 1918 Ekim'inde teslim olmasından sonra da esasen Türk bölgelerinden uzaklaştırılmış olan Ermeniler, Bolşeviklerin egemenliği altına girmekten kurtulamadılar.

Osmanlı devletine karşı eylem için kendilerini teşvik etmiş olan Fransa ve İngiltere'den yardım istediklerinde Ermeniler başlarının çaresine bakmaları nasihatından başka bir şey almadılar!
Sevr sırasında: ABD'li uzmanlar konuşuyor

ABD Başkanı Wilson'un uzmanları, Bolşevik ve Türklere karşı Ermenileri savunmak için, en az 200 bin kişilik bir Amerikan ordusuna ve yıllık 276 milyon Amerikan Doları tutarında bir ödeneğe gerek olduğunu hesaplayıp işe karışmamayı önerirlerken, İngiliz Başbakanı Lloyd George'un tavrı da Ermenilerle açıkça alay etmekle sınırlıydı. Sevr'in Avam Kamarası'ndaki tartışmalarında da Ermeni olayının, genel 'Doğu politikaları' içinde önemli bir yere sahip olmadığını açıklamaktan kaçınmadı İngiliz Başbakanı: "Özellikle rica ediyorum, Erzurum taraflarındaki bazı sıkıntılar nedeniyle, bütün Doğu politikasını değiştirmeyelim."


'SORUMLULUK ABD'YE' ÇABASI



Sorumluluktan kurtulmak için de Amerika'yı ilgilendirmeye çalışmaktan da geri kalmadılar. Ancak bölgedeki petrollerin paylaşılıp, kendisine sadece Bolşeviklerle mücadelenin bırakıldığını fark eden ABD de, gönderdiği heyetlerin raporları doğrultusunda, hemen kaçmayı yeğledi.

Bir süre daha oyuna devam eden, Fransa oldu.

Osmanlı'ya karşı ayaklanmaları durumunda, kendilerine bağımsızlık vaad edilmiş olan Araplar, Suriye ve Lübnan'da, silah zoruyla himaye altına sokulmaya karşı savaşırlarken; Fransız güdümünde oluşturulan Ermeni birlikleri, Urfa-Antep-Adana bölgesinde yine terörizme ve kıyıcılığa yönelmişlerdi.

Kurtuluş Savaşı'nın örgütlenmesinden önce, bu bölgedeki halkın kendiliğinden silaha sarıldığını biliyoruz.

Bölgeyi tamamen ele geçirme yönündeki çabalarını, Sakarya Zaferi'nden sonra Fransa, Ankara ile şartsız anlaşmaya razı oluncaya kadar sürdürdü (Ekim 1921).

Her zamanki gibi, pazarlıklardan yine Ermenilerin haberi yoktu.

Ocak ayında, bir televizyon programında, Türkiye Ermenilerinden Hrant Dink'in söylediği gibi, günün birinde Fransız askerleri atlarının nallarının altına keçe bağlayıp sessizce, yani Ermenileri uyandırmadan çekildiler.

Böylece Ermenilere de, olabildiğince hızlı bir şekilde Suriye'ye kaçmaktan başka seçenek bırakmadılar.

Sevr Antlaşması'na geniş sınırlı bir bağımsız Ermeni devleti maddesini koydurmayı başaran Avrupa'daki Ermeni politikacılarının hayalciliği, Sevr'in gerçekleşebileceğini uman Batılılarınki kadar büyüktü.
İngiltere itiraf ediyor: 'Felaket götürdük...'
İngiliz Koloniyal Ofis'in resmi yayını 'Near East' dergisi, önceleri (18 Temmuz 1919), Milli Liberal Kulüp'teki bir konuşmada, "Geçmişte Osmanlı İmparatorluğu'na yönelen politikamız, orada yaşayan Hıristiyan halklar için felaket getirmiştir," dendiğini aktarmaktan çekinmiyordu. Ama Amerika'daki dalgalanmaları fark edince bundan yararlanmak fırsatını kaçırmadı. 1 Nisan 1920 tarihli sayısında, "Anadolu'da bir kıyım varsa, bunun nedeni, Amerika'nın Yakın ve Ortadoğu barışında hissesine düşeni üstlenmemesindendir," diye yazmıştı. Yine aynı derginin 23 Aralık 1920 tarihli sayısındaki 'İstanbul Mektubu'nda ise şu kayıt vardı: "Ermenistan, Türkiye ile Bolşevikler arasında paylaşıldı. Bu durumda Bay Wilson'un, Ermenistan sınırlarını saptayacağını söylemesi, dertli yaralıya hakaret etmekten başka bir şey değildir."


KURTULUŞ SAVAŞI'NDA DOĞU CEPHESİ


Türk orduları bir yürüyüşle bugünkü sınırlarına vardılar ve 2-3 Aralık 1920 Gümrü Antlaşması'yla, Sevr'in imzasının üzerinden dört ay geçmeden, Ermeni devleti, bütün toprak isteklerinden vazgeçtiğini onayladı. 13 Ekim 1921'de imzalanan Kars Antlaşması'yla da bu kararlar bir kere daha resmileştirilmiş oldu.

Olaylar böyle gelişirken, Ermenilerin başlıca kışkırtıcıları ne diyorlardı?.. Fransa'nın en ciddi gazetesi Le Temps, l Aralık 1920 tarihli başyazısında şunları söylüyordu: "Sevr Antlaşması'm hazırlayanlar neye benziyor, biliyor musunuz? Tavşanını unutmuş olan ve şapkasından hiçbir şey çıkaramayan bir sihirbaza."

New York Times (21 Kasım 1920), hayalcilikleriyle alay ediyordu: "Başkan Wilson en sonunda müttefiklerin istekleri üzerine saptamış olduğu Ermenistan sınırlarını ilana hazır. Ama bu arada, Ermenistan var olmaktan çıktı."


LORD CURZON'UN ERMENİ YORUMU


Hiç de 'Türksever' olmadığı bilinen İngiltere Dışişleri Bakanı Lord Curzon, Ermeni Soykırımı'nı gündeme getiren Vikont Bryce'a, 11 Mart 1920 günü, Lordlar Kamarası'nda verdiği yanıtta gayet netti:

"Dünyanın bu bölgesinde Ermeniler -hatta son haftalarda da bazı kimselerin sandığı gibi masum kuzucuklar olarak davranmamışlardır. Şu anda elimde, onlar tarafından son derece vahşi ve kana susamış tarzda işlenmiş saldırılara ilişkin bir sürü rapor var. Unutalım bunu. Kuzey Ermenistan'daki Ermenilerin ne kıyım, hatta ne de saldırı tehlikesinde olduklarına inanmıyorum. "


BAŞBAKAN LLOYD GEORGE'UN SÖZLERİ


    Daha da 'Türksevmez' olan Başbakan Lloyd George ise Sevr'in imzasından önce, 1920 Mart'ının sonundaki bir konuşmasında, onların artık yardım edilebilecek niteliği kaybettiklerini ve kendi başlarının çaresine bakmaları gerektiğini şöyle anlatıyordu:
    "Ermenistan Cumhuriyeti'nin geleceği, doğrudan doğruya Ermenilerin kendilerinin özgürlüklerini savunmaya hazır olup olmamalarına bağlıdır. Eğer isteseler, 40 bin kişilik bir ordu toplayabilirler ve Büyük Britanya veya müttefiklerinden biri, onlara teçhizat yönünden yardımcı olabilir. Durmadan diğer ülkelerin sırtına yük olacak ve yalvarılar, çağrılar gönderecek yerde, bırakalım kendi kendilerini savunsunlar."


MİSYONERLERİN ÇALIŞMALARI


Lloyd George, Ermeni olayını en çok Amerikalıların misyonerler aracılığıyla kışkırttığını, ama şimdi himayeye almaktan kaçındığını vurgulayıp, sorumluluktan ülkesini sıyırmaya da özen gösteriyordu.

Yöneticilerinin ihtiyatlılığına karşılık, Amerikan kamuoyundaki sorumsuz çıkışlardan yararlanmaktan da geri kalmadı.

Başkan Wilson'un girişimlerini yetersiz bulan Cumhuriyetçi Parti, 1920 Haziran'ı ortasındaki konvansiyonunda, parti programına bir prensip kararı koymuştu: "Ermeni halkı ile kalbimizin içinden sempatileşiyoruz ve gücümüzün yettiği bütün olanaklarla kendilerine yardıma hazırız."

Ancak bu sözlerin hemen arkasında, küçücük bir ek vardı: "Ama himayemize almaya, manda yönetimi kurmaya karşıyız." (26 Haziran l920 tarihli Le Temps)

AMERİKAN KOMİSYONU

İngiliz resmi çevrelerinin, Sevr'i isteyen ve imzalayan sanki kendileri değilmiş gibi davranışlarına Amerikan tepkisi, Ortadoğu'yu gezen Amerikan Soruşturma Komisyonu ve Amerikan-Asya Birliği aracılığıyla geldi, hem de 'emperyalizm' sözcüğünü esirgemeden:

"Amerika'nın kaçındığı, geri kalmış halklara karşı sorumluluk değildir. Tedavi edilemez emperyalizmin akıl almaz karmakarışık oyunlarına gelmekten kaçınıyoruz. Ermenilerin yardım çağrıları, Büyük Britanya'nın emelleri için (Ortadoğu'nun doğal sınırları Kafkas Dağları'nı elde tutmak için) düzenlettirilmiştir. İngilizler hiçbir çıkarları olmasaydı, oralarda bulunmazlardı."

Amerikalıları rahatsız eden, bir yandan Bolşeviklerle savaş iddialarını ileri süren İngiltere'nin, diğer yandan Lenin'in temsilcisi Krassin ile mali konularda bir anlaşmaya varması olmuştu.

New York Times, 11 Mayıs 1920'de anımsatıyordu: "Ocak ayında İngilizler Kafkasya'ya ordu göndereceklerdi. Sonra Lloyd George birden vazgeçti. Bolşeviklerle ticaret yaparak anlaşmayı tercih etti. Denikin'e vermek istemediğini, şimdi Troçki'ye veriyor. Ermeniler için, elde edebilecekleri kadarını sağlamağa çalışmaktan başka yapacak şey kalmadı. Ve bu arada, büyük devletler bol suyla abdest alacak, temizlenecek ve birbirlerini ellerinin temiz olduğuna ikna edeceklerdir."

Aynı yayın organı, 13 Kasım 1920'de de ekliyordu: "Ermenistan'a dost görünen büyük Hıristiyan devletlerinden hiçbiri, herhangi bir şey yapmakla ilgili görünmüyor; umursamıyorlar bile."

1920-22 yıllarının Amerikan gazeteleri üzerinde yaptığım taramalarda, Ermeniler tarafından gönderilmiş okuyucu mektuplarında, ırkdaşlarını ileri itip sonra terk eden Batılılardan 'eli kanlı umursamazlar' diye bahsedildiğine çok rastlamışımdır...


Kaynak : Doğan Koloğlu, Popüler Tarih, Mart 2001, Sayfa 34-39




http://www.angelfire.com/dc/arastirma/tw033-22.htm


Anadolu’da Yaşayan 1,5 Milyon Ermeni Nereye Gitti ???







PROF. DR. YUSUF HALAÇOĞLU 



Prof. Dr. Yusuf Halacoglu , Alevi Kürtlerin cogu Ermenidir !!! 1,5 Milyon ermeni PKK Asala’dır.
Prof.Dr.Yusuf Halaçoğlu Ermeniler Kürt aşiretlerine dönüştü
Türk Tarih Kurumu Eski Başkanı MHP Kayseri Milletvekili, Soykırım iddialarının tartışıldığı Deşifre Proğramı’nda çok çarpıcı bir iddiada bulundu..
Ermeni Soykırımı iddialarının gerçeği yansıtmadığını dile getiren Halaçoğlu, şuanda Türkiye’de yaşayan 20 kadar Ermeni Aşiretin kendilerini Kürt Aşireti olarak tanıttığını belirtti.
ALEVI KÜRTLERİN  COGU  ERMENIDIR.!!!!!!
Alevi kürtler Ezidiler geri zekali, ermenileri sen ne saniyorsun bunlar cingene bir tomlumdur!!! tiplerine bir bak hepsi yahudi tipi var! bugün kendilerine beyaz türküm diyenler hepsi yahudi-ermeniler! neden kürtler katledildi saniyorsun! bunlar avrupadan ve rusyadan destek geldi hristiyan olduklari icin desteklendiler! yoksa bunlar cingeneler. bizim köylüler anlatir bunlarin hainliklerini! kürtlere karsi ve türklere karsi hainlik icindeydiler!
VİDEO LİNK :

..

Dersim Bir İsyandır

Dersim Bir İsyandır



TARİHTEN BİR YAPRAK

DR. M. GALİP BAYSAN

mgalipbaysan@yahoo.com.tr

Dersim Bir İsyandır

Günümüzde sosyal ve siyasi olaylar öylesine saptırılıyor ve bunu en çok bu ülkeyi adil ve ehliyetli bir şekilde yönetmek için seçilenler yapıyorsa o ülkenin geri gitmesi kaçınılmazdır ve bunu yapanlar kendi ülkelerine büyük zararlar verdiklerinin farkında bile değiller. Sırf Atatürk dönemini kötülemek ve seçimler veya başka sahalarda halkın verdiği desteği kaybetmemek için yalanlardan ve tatsız ithamlardan kuleler oluşturuyorlar. Bölge insanlarımızın bir siyasi partiye destek vermeleri saygın bir durumdur ama o siyasi parti ayrımcılığı desteklediği anda bu saygınlık ihanete dönüşür. Dersim iddiaları da bu kulelerden biridir.


Birkaç gün önce bir devlet büyüğümüz şahane bir yakıştırma! yaptı ve Dersim Meselesini İslam tarihinin en acı olaylarından biri olan “Kerbela” olayı ile eşleştirdi. Öyle görünüyor ki Tıpkı Ermeni isyanlarında olduğu gibi Hıristiyan Batı dünyasının desteğini arkasında hisseden PKK sempatizanları Türkiye yöneticilerini de arkalarına almış gibiler.    
Kürt m eselesi sadece günümüzün sorunu değildir. Bu sorun Osmanlı döneminden intikal eden önemli iç sorunlardan biridir. Bu gün sizlere bu sorunun tarihsel gelişimi ve günümüz Kürt asıllı aydınlarımızın en çok abarttığı ve tıpkı Ermeni Soykırım iddiaları gibi lanse etmeğe çalıştığı Cumhuriyet döneminin en önemli ayaklanmalarından biri olan Dersim İsyanı konusunda bilgi sunmak istiyoruz.
Osmanlı İmparatorluğunun yıkılışına doğru, tıpkı diğer Müslim, Gayrimüslim Sırp, Romen, Bulgar, Yunan, Rum, Ermeni, Arnavut ve Arap toplumları gibi, Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgesinde yaşayan Kürt asıllı aşiretler de Batılıların etkisinde kalarak yer yer isyan etmeğe başlamışlardı. Birinci Dünya Savaşı içinde özellikle İngiliz, Fransız ve Rus ajanlarının Ermeni isyanları üzerinde yoğunlaşan gayretlerinin hem Türkler ve hem de Ermenilere büyük acılar çektirdiğini biliyoruz. Savaş sırasında Türk Orduları hem dünyanın en güçlü ülke orduları ile savaşmak ve hem de iç düşmanlarla boğuşmak mecburiyetinde kalmışlardı.  
  Milli Mücadele döneminde de İngiliz, Fransız ve Yunanlılar kendi güçleri yerine Osmanlı toplumu içindeki ırki ve mezhebi farklılıkları ustaca kullanarak Osmanlı halklarını isyana sürüklemişler,  Halife emri ile yayınlanan fetvalarla Anadolu’nun her tarafında başlatılan isyanlarla birlikte, bölgedeki Kürt asıllı aşiretleri de isyan ettirmişlerdi.
Cumhuriyet döneminde gelince; ayni Batılı tezgâh işlemeye devam etti ve ilk isyan 1925 yılında, İngilizlerle Musul meselesinin yoğun bir şekilde tartışıldığı bir dönemde başlatıldı. Musul sorunu sahip olduğu büyük petrol rezervleri nedeni ile hem genç Türk Cumhuriyeti ve hem de İngiliz İmparatorluğu için hayati önemi haiz bir bölgeydi. Hatta 30 Ekim 1918 günü Mondros Ateşkes Anlaşması imzalandığı zaman Musul Bölgesi Türklerin elinde bulunuyordu. Ancak İngiliz hükümeti bölgedeki kuvvetlere Musul’u işgal etme talimatı verince İngilizler baskı yapmağa başladılar ve Hükümetin talimatı ile oradaki kuvvetler geri çekilince, ancak 4 Kasım günü Musul işgal edilebildi. Daha sonrada orayı savunan komutan, sırf bu nedenle suçlanıp yakalandı ve Malta Adasına sürgüne gönderildi.  
Musul meselesi Milletler Cemiyetinin hakemliğine bırakılınca Türkler “Musul bir Türk yurdudur ve öyle kalmalıdır” tezini savunurken İngilizler “ Musul bir Kürt yurdudur. Öyle kalmalıdır” tezini savundular. Şeyh Sait isyanı da bu nedenle İngilizlerin teşvik ve desteği ile ve İngiliz tezini savunabilme amacı ile çıkartıldı.
Mustafa Kemal Musul meselesine büyük önem veriyor ve şöyle diyordu:
“Musul bizim için çok önemlidir. Birincisi Musul’da sınırsız servet oluşturan petrol kaynakları vardır. İkincisi onun kadar önemli olan Kürtlük sorunudur. İngilizler orada bir Kürt Hükümeti kurmak istiyorlar. Bunu yaparlarsa bu düşünce bizim sınırlarımız içersinde yaşayan Kürtleri de etkiler.”
Şeyh Sait isyanı Anadolu’nun Doğusunda büyük bir bölgeye yayıldığı halde bölgenin en sorunlu kesimlerinden biri olan tarihi isyan yurdu Dersim bu isyana katılmadı.
 Seyh Sait İsyanı’yla başlayıp (1925)  Ağrı İsyanı’yla süregelen (1930) olayları üzerine hükümet, 1934 yılından itibaren Doğu’da çıkan ayaklanmaları kararlı bir biçimde çözmek üzere İskân Kanunu’nu çıkarmıştır.  . Tasarıya göre topraksız köylüye toprak verilecekti. Bu sorun sadece bu bölgede değil, Türkiye’nin çoğu illerinde mevcuttu. Çok uzun tartışmalardan sonra yasa teklifi TBMM’de kabul edilerek yasallaştı.
           1935 Kasımında Atatürk’ün gündeme getirdiği ve aynı yılın son günlerinde kabul edilen Tunceli Kanunu ile Dersim’de önemli aşamalar kaydedilmeye çalışıldı. 25 Aralık 1935 tarihinde 2884 sayılı Tunceli ilinin yönetimi hakkındaki yasa, T.B.M.M.’nde kabul edilerek, 2 Ocak 1936 tarihinde de yürürlüğe girdi. Vali ve komutan yetkilerini birleştirerek yönetim yetkilerini arttıran bu yasa ile Dersimin adı Tunceli (Tunç-eli) olarak değiştirildi ve bölgeye has bazı tedbirler planlandı.
            Bu gelişmelerden rahatsız olan ve bölgede, yüzlerce yıl neredeyse fiili bir bağımsızlık içinde yaşayan aşiretçi egemen güçler tepki göstermekte gecikmediler. Bu yasanın yürürlüğe girmesinden itibaren, Tunceli’de aşiret, ağalık, şeyhlik ve seyitlik yönetiminin yıkılarak, bu tip geleneksel kurumların egemenliğine son verilmek isteniyordu.
  Merkezi otoritenin Tunceli’de gittikçe güç kazanması üzerine aşiretler arasında kaynaşmalar başladı. Bunlardan en önemlisi, Seyit Rıza önderliğinde yapılan hükümet karşıtı propagandadır. Bu propagandaya göre, aşiret kadınlarının namusu tehlikededir. Bunlar gündüzleri kocalarının, geceleri “karakol efradının” malı olacaktır. Hükümetin yaptırdığı karakollar yakında bu bölgeden sürülecek olan aşiretleri kontrol edebilmek içindir. Köylerdeki bütün halk bir yere toplanacak, evlerin içine tıkılacak, bu evlerin önünde birer polis bekleyecektir. Ekmek ve odun “vesikayla” verilecektir. Halkın bütün kazandığı elinden alınacaktır.
  Bu propagandalar sonucu, Dersim’de Seyit Rıza’nın aşireti 21 Mart 1937 günü ayaklanarak karakol ve köy basmış, 28 Nisan 1937’de İçişleri Bakanlığı bu baskınları bir rapor biçiminde düzenlemiş ve 3 Mayıs 1937’de cezalandırma harekâtına askeri uçakların aşiret reisleri toplantıdayken yaptıkları bombalamayla başlandı. Uçaklardan birini ilk kadın savaş pilotumuz Sabiha Gökçen Hanım kullanmaktaydı. Ertesi gün Bakanlar Kurulu, Atatürk ve Fevzi Çakmak huzurunda toplanarak gizli bir karar aldı. Bu karar doğrultusunda Tunceli, Elazığ ve Bingöl’ü içeren bölgede Dördüncü Genel Müfettişlik kurulmuş ve bu göreve de General Abdullah Alpdoğan getirilmiştir.
18 Eylül 1937’de Başbakan İnönü, T.B.M.M.’nde, gelişen olayları şöyle değerlendirmektedir: “Cumhuriyetin imar ve ıslah programına muhalefet eden, nüfusları az olmakla beraber, altı aşirettir. Bugün bu altı aşiretten kışkırtıcı ve başı dönmüş ne kadar adam varsa bunlar reisleriyle birlikte etkinlik olanağından tamamen yoksun bırakılmışlardır. Altı aşiretten birinin reisi imha edilmiş ve diğer reislerin hepsi yakalanmış ve adalete teslim edilmiştir...”   
 İnönü, T.B.M.M.’nde ıslahat raporunu değerlendirmesinden bir hafta sonra bir buçuk aylık izne ayrıldı ve Başbakanlıktan uzaklaştırıldı. Celal Bayar’ın Başbakanlığa atanmasından sonra, 12 Kasım 1937’de Atatürk’ün de katıldığı “Şark Seyahati”ne çıkıldı. Bu gezi sürerken, Seyit Rıza ve yandaşları yakalanmış ve 15 Kasım 1937’de Elazığ’da idam edilmişlerdir.
Ne var ki, Dersimde olaylar durmamış, yeni ayaklanmalar baş göstermişti. Dördüncü Genel Müfettişliğin 6 Ocak 1938’de hazırladığı bir raporda, Dersimde o güne değin 5050 silah toplanmış ve bunun yararlı yanları da görülmeye başlanmış ve isyan Hatay Meselesinin Fransa ile yoğun bir şekilde tartışıldığı 1938 yılında sona erdirilebilmiştir. Temmuz 1938 ilk günlerine kadar Tunceli Harekâtının kayıp durumu şöyledir: İsyanla mücadele eden kuvvetler 67 şehit ve 115 yaralı, isyancılar da 163 ölü ve yaralı vermiş, 866 kişi hükümet kuvvetlerine sığınmış, bu arada 60 kadar köy de ağır hasar görmüş, 7 kişi idam edilmiştir.
 6 Ağustos 1938’de Bakanlar Kurulu’nun aldığı bir kararla Tunceli halkından ve yasak bölgelerin içinden ve dışından 7.000 kişinin batı illerinde iskânına, yasak bölge dışında bulunan, ancak yerlerinde bırakılması uygun olmayan aşiret başkanları, kolbaşıları, seyit ve şeyhlerle bunların aile ve yakınlarının da batıya nakle tabi tutulmaları kabul edildi.
Bu Zorunlu Göç ve isyanı bastırma harekâtı, tıpkı “Ermeni Soykırım iddialarında” olduğu gibi Kürt milliyetçilerince 100.000 kişinin yok edildiği gibi çok abartılı rakamlar öne sürülerek bir “soykırım” olarak tanıtılmak istenmektedir. Oysa Dersim isyanı da incelememizde açıkça görüldüğü şekilde, daha önce İngilizlerin Musul meselesinin tartışıldığı dönemde çıkarttığı isyanlar gibi, Fransızların Hatay meselesini etkilemek için çıkarttığı, geniş çaplı bölgesel isyanlardan biridir. Tabii ki İsyanın bastırılmasında bölge halkının büyük yardımları olmuştur
            Mustafa Kemal’e “Biz namert insanlar değiliz Paşam. Biz nankör insanlar da değiliz. Ama gaflete geldik. ... Ben ve daha birçok Dersimli Türkiye’nin esenliği için yabancı boyunduruğundan kurtulmak amacıyla senin emrin üzerine silaha sarıldık. Bu topraklar hepimizin Paşam. Ama kendini bilmez üç beş kişi, cahilleri kandırarak buraların adını lekelemek istediler. ...” sözleri ile bir tür özür dilemiştir.
Dersim İsyanı konusundaki yazımızı, geçmişte olduğu gibi günümüz ve gelecek günlerde de daima göz önünde tutmak mecburiyetinde olduğumuz, Mustafa Kemal Atatürk’ün köylüye verdiği cevapta belirttiği temel görüşleri dikkatinize sunarak son vermek istiyoruz.
Mustafa kemal silah arkadaşım diye hitap ettiği köylüye şu sözleri söyledi: “Hatasız kul olmaz. Birkaç kişinin hata yapmasıyla bu hataya uzaktan yakından ortak olmamışları bir tutamayız. Sizler bizim kanımızdansınız, bizim insanlarımızsınız, bu toprakların insanlarısınız. Geçmişteki ufak tefek hataları unutmaya, kin beslememeye, kardeşliğimizi sürdürmeye zorunluyuz. Ben Dersimlilerin... Nasıl temiz, nasıl asil duygulu, nasıl vatanperver olduklarını yakinen bilirim. Sizlerin böyle hareketlere asla katılmamış olduğunuzdan da haberim var. ... Biz bir milletiz, bundan başka gidecek Türkiye’miz yok. Bunu bilir, bunu anlarsak, bizi ne içerden ne de dışarıdan kimse yıkamaz.”
Son bir not da şu: Atatürk affeder, hayatlarını bağışlar korkusuyla Seyit Rıza ve arkadaşlarını alelacele, otomobil farlarında idam eden İnönü değildir. İnönü yanlış hedef gösterilmektedir. Onu idam edenler dönemin başbakanı Celal Bayar ve Emniyet Müdürü İhsan Sabri Çağlayangil'dir.

..

BİLİYORMUSUNUZ? TEHCİR ERMENİLERDEN ÖNCE İKİ KERE TÜRKLERE UYGULANDI





BİLİYORMUSUNUZ? TEHCİR ERMENİLERDEN ÖNCE
İKİ KERE TÜRKLERE UYGULANDI


1915 yılı ilk 5 ayı içinde Tehcir yani Zorunlu Göç olayı, sadece bölgede yaşayan ve düşman ordusu ile birlikte çalıştığı aşikâr olan Ermenilere uygulanmadı. Ermenilerden önce bir değil iki defa bölgede yaşayan Türk ve Müslümanlara uygulandı ve 100.000lerce Türk insanı büyük acılar yaşadılar. Bu gün bütün dünyanın ve özellikle Ermeni Diasporası ve destekçilerinin unutturmaya çalıştıkları ve hatta unutturdukları bu konuyu dikkatinize sunmak istiyoruz.
1914 sonu ve 1915’in ilk aylarında, 25 yıla yakın bir süreden beri çok iyi bir şekilde hazırlanan ve techiz edilen çetelerin ve Doğu Anadolu’da yaşayan Ermenilerin büyük çoğunluğu hareket halindeydi ve beklenen büyük isyan için biraz sabırsız davranıyorlardı Bunun nedeni Türk Ordusu’nun Ruslar karşısında Sarıkamış’ta aldığı ağır yenilgiydi. 60.000 den fazla insan gücü, silah ve malzemeyi soğuk kış şartlarına ve Ruslara terk eden Türk Ordusu, 3’ncü Ordu ancak 20.000 kişilik bir kuvvete inmişti. Bu ordunun yeniden teşkilatlanması için Hafız Hakkı Paşa görevlendirildi. O da 1915 Mart’ında Erzurum’da Tifüs’ten öldü. 1915 Şubatında bütün erkek nüfusun askere alınması kararlaştırılmış ve bu nedenle Doğu’daki Türk Köyleri erkeksiz kalmıştı.
Şubat 1915’te Timor nahiyesi merkezinde çıkan isyanla artık olaylar önüne geçilemez bir duruma girdi. Burada civardan katılanlarla birlikte ellerine Rus silahları olan asilerin sayısı bini aşmıştı. Müslüman köylere saldırmaya başlandı. İsyan Gevaş ve Çatak kazalarına da yayıldı. Komitenin hazırladığı “Müdafaayi Şahsiye için Talimat” adındaki belge hükümlerine (1) uyularak Müslüman köylerinde yaşayan Ermeniler hemen Ermeni köylerine göçe başladılar.

Aynı günlerde çok yakınlarda 1878’den beri Rusların elinde kalan Kars-Ardahan bölgesinde seri cinayetler işleniyordu. Sarıkamış Harekâtı sırasında, 37 yıllık bir esaretten sonra kurtuluş ışıkları gören Kars ve Ardahan halkı sevinçlerini gizleyemediler. 4 Ocak 1915 günü Ardahan’ı baskınla alan Kazak Sibir alayı, Çıldır’dan Göle’ye kadar Türk köylerinde “Türklerin gelişini alkışladınız” diye silahsız ahaliyi, çoluk çocuk demeden katliama başladılar. 1915 başından itibaren üç ay Ruslar, Kars ilindeki silahsız Türk-Müslüman ahaliyi kırıp sindirmekle uğraştılar. Yüz bine yakın insan Tehcire tabi tutulup Türk hududunda Cephe hattının engelleri üzerinden Türkiyeye sürüldüler. Bakû’daki “İslâm Cemiyeti Hayriyesi” nin “Felâket ve Harbzedelere Yardım Şubesi” Çardan resmen izin alıp 1915 Nisan başında yardıma gelinceye kadar, pek vahşice yapılan bu Rus mezalimi devam etti. En az 40.000 Türk katledildi. Bu cemiyet resmen kayıtlı “22.000 harbzede” Karslı’ya 1917 sonlarına kadar yardıma devam edip ölmekten kurtardı. (2)
Bu konuda büyük rahatsızlık duyan Osmanlı liderlerinin bu konudaki anıları ve yazılı belgelerden biri olan Başkomutan Enver Paşanın Ermeni Tehciri ile ilgili teklifi şöyleydi:
 “Van gölü etrafında ve Van Valiliğince bilenen belirli yerlerdeki Ermeniler isyanlarını sürdürmek için daima toplu ve hazır bir haldedirler. Bu toplu halde bulunan Ermenilerin buradan çıkarılarak isyan yuvasının dağıtılması düşüncesindeyim. 3 ncü Ordu Komutanlığı’nın verdiği bilgiye göre, Ruslar 20 Nisan 1915’de kendi sınırları içindeki Müslümanları, sefil ve perişan bir halde sınırlarımızdan içeri sokmuşlardır. Hem buna karşılık olmak ve hem yukarıda belirttiğim amacı sağlamak için, ya bu Ermenileri aileleriyle beraber Rus sınırı içine göndermek yahut bu Ermeni ve ailelerini Anadolu içerisinde çeşitli yerlere dağıtmak gereklidir. Bu iki şekilden uygununun seçilmesiyle yapılmasını rica ederim. Bir sakınca yoksa isyancıların ailelerini ve isyan bölgesi halkını sınırlarımız dışına göndermeyi ve onların yerine sınırlarımız içine dışarıdan gelen İslam halkın yerleştirilmesini tercih ederim.” (3)
 Olaylar gün geçtikçe Ermenilerin lehine ve Türklerin aleyhine gelişmeye başladı. 8 Mayıs günü Ermenilerin bir Türk mahallesine hücum ederek birçok evi yaktıkları bildirildi. İşte bu durum üzerine Van Valisi Cevdet bey halkın başka yerlere göçmesine ve Van’ın yavaş yavaş terk edilmesine karar verdi. Bu çekilme sırasında pek çok Türk yollarda Ermenilerce soykırım ve akıl almaz işkencelere maruz bırakıldılar. Böylece bölgede ilk mecburi göç olayı Ermenilere değil fakat Türk ve Müslümanlara karşı uygulandı. Nedense Ermeni taraftarı yazarların hemen hemen tümüne yakın bir kısmı bu olaya temas etmedikleri gibi olayı tamamen ters yüz ederek Van’da Ermenilerin Türklerin zulmüne karşı kahramanca direndikleri ve Türkleri ağır bir yenilgiye uğrattıkları yolunda yayınlar yapmışlardır.(4)
Türk ve Müslümanların çekilme yolları:
1.Van Gölü kuzeyinden geçen Van-Erciş –Ahlât –Bitlis yolu,
2.Van Gölü güneyinden geçen Van-Gevaş-Bitlis yolu ve
3.Uygun vasıtalar temin edildiği takdirde Van-Tatvan deniz yolu idi.
O tarihlerde karayolu için motorlu ve motorsuz araç pek mevcut değildi. Gölde 200 kadar insan taşıyabilecek 70 kadar yelkenli gemi mevcuttu ve muhtelif köylerin iskelelerinde bağlı bir durumda bulunuyordu. Ancak Türk ve Müslümanlar için en büyük talihsizlik, bu gemilerin hemen hemen tümüne yakın bir kısmı Ermeniler tarafından çalıştırılıyordu.
Karayolundan gidenlerin çoğu Ermeni asilerin saldırılarına maruz kalarak, savunmasız olduklarından bin bir türlü vahşi işkencelere maruz kaldılar, en talihlileri katledildiler.
Gemilerle gidenlerin büyük bir kısmı Ermenilerin yaşadığı adalarda bilhassa Çarpanak adasında kıyıdaki köylerde hunharca, çocuk ve kadın yaşlı ve hasta demeden caniyane bir şekilde öldürüldüler.(5)
“Van’ın boşaltılmasından sonra bütün Türk mahallelerini yaktılar. Şehirde kalanları ve yollarda yakaladıkları kişilerin yaşlarına bakmadan toptan kitle halinde katlettiler. Bundan maksatları, Van’daki Türklerden bir iz bırakmak istememeleriydi.” (6)
Bu konuda en iyi bilgi, tarih kitaplarından ziyade olayları yaşayan ciddi kaynakların anılarının satır aralarında bulunabilir. Emekli Kurmay Albay Rahmi Apak’ın Ermenilerle ilgili anılarının bir bölümü şöyledir.
“Hasankale’den kalkıp Muş’a geldiğimiz zaman, Muş’taki külliyetli sayıda bulunan Ermeniler Türkler ve hükümet aleyhinde azgınlıklar ve taşkınlıklara başlamışlardı. Tatvan’a gelip Van gölünü bir deniz gibi seyrettiğimiz zaman, koca göl içinde Ermeniler tarafından öldürülmüş erkek ve kadın Türklerin cesetlerini su üstünde şişmiş ve yüzer görmüştük. Ermeniler, tamamiyle kapalı olmayan cephe aralarında vızır vızır işlemekte ve Türk askeri kuvvetleri ve hareketleri hakkında Ruslara haber götürmekte idiler. Bizim tümen casuslardan üç dört tane yakaladı ve Muş bölgesindeki Ermenileri buralardan kaldırmaya ve gerilere nakletmeye mecbur oldu.(7)

DİPNOTLAR:

(1) Ermeni Komitelerinin Köylere kadar yayılan teşkilatları ve değişik direktif ve talimatlarla ilgili bilgi için bknz. Ermeni Komitelerinin Amâl ve Harekatı ihtilaliyesi; s.177-194, 200-216.
 (2) Kırgızoğlu, M. Fahrettin, Kars Tarihi, Cilt –1, s.553-554 (Taş Çağlarından Osmanlı İmparatorluğu’na Doğru, İstanbul-1953); Ahmet Ender Gökdemir, Cenüb-i Garbi Kafkas Hükümeti, s.14-15 (Atatürk Araştırma Merkezi, Ankara –1988).
 (3) Genelkurmay, No 1/1, KLS 44, Dosya 207, F.2-1.
 (4) Ermeni Komitelerinin Amal ve ..., s.263-281.
  (5) Hulki Saral, a.g.e., s. 142, Ergünöz Akçora, a.g.e, s. 192, Van’da Ermeni Mezalimi, s.60-67, Hüseyin Çelik, Görenlerin Gözüyle Van’da Ermeni Mezalimi, s.29-97 (Yüzüncü Yıl Üniversitesi).
 (6) F.Çakmak, a.g.e, s.96.
 (7) Rahmi Apak, Yetmişlik Bir Subayın Hatıraları, s.114 (Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara-1988)

Dr. M. Galip Baysan

https://groups.google.com/forum/#!topic/kotanlartr/VQNRL2WPvsk

..

I. DÜNYA SAVAŞI'NDA ERZİNCANIN RUS VE ERMENİLERCE İŞGALİ



I. DÜNYA SAVAŞI'NDA ERZİNCANIN RUS VE ERMENİLERCE İŞGALİ 



I. DÜNYA SAVAŞI'NDA ERZİNCAN



https://www.youtube.com/watch?v=KJqbGpMdgxA

1895 yıllında, Doğu Anadolu'da bulunan ayrılıkçı Ermeniler, zaman zaman huzursuzluk çıkarmaktaydılar. 1907 yılında îngiltere ile yaptıklan bir anlaşmaya dayanan Ruslar ve ayrılıkçı Ermeniler, bölgeyi kendi nüfus alanları olarak sayıyorlardı. Ağustos 1914 yılında bir oldu bittiyle I.Dünya Savaşı'na giren Osmanlı împaratorluğu'nun doğu cephesinde Rus ordulan karşısında geri çekilen Osmanlı birlikleri, Şubat 1916'da Erzurum'u terketmiş, bütün çabalarına rağmen Erzincan ve çevresini savunamamışlar, Temmuz ayına kadar Sadak dağları çevresinden Çardaklı boğazma kadar çekilmişlerdi. Erzincan, 11 Temmuz 1916 tarihinde Ruslar tarafından işgal edilmiş ve yağmalanmıştı. Ruslar'ın yanısıra, bölgede bağımsız bir devlet kurmayı amaçlayan aynlıkçı Ermeniler'de bunu bir fırsat bilerek, işgal edilen yerlerde silahlı birlikler oluşturdular.
Türkler'e yapılan çeşitli zulüm ve baskılar karşısında örgütlenme ve direnme zorunluluğu ortaya çıktı. Bu amaçla Cemiyet-i îslamiye adı altında bir örgüt kuruldu. Faaliyetlerini Gerek gerek Camii'nden yürüten örgüt, halkın ihtiyaçlarını karşılamakta, sorunlarına çözüm aramaktaydı. Kent 7 bölgeye aynlmış, her bölgenin başına baş muhtar atanmıştı. Baş muhtarlar alınan önlemleri halka duyuruyor, görev dağıtımı yapıyorlardı. Ancak, Ruslartn müdahalesi ile bu örgüt kentte uzun süre barınamadı. Kent dışından faaliyetlerini sürdüren örgütü temsil etmek üzere, Cafer Bey ve Mazhar Bey görevlendirildiyse de onlar da kısa süre sonra Erzincan'dan ayrılmak zorunda kaldılar. Son olarak gönderilen Abdulmabut Bey, daha dikkatli bir tutumla bölgede daha uzun faaliyet göstererek Ruslar'ın tasarladığı pek çok keyifli uygulamanın da önüne geçti.





Rusya'da Çarlık yönetiminin sarsılmaya başlaması ve ihtilal hareketinin etkileriyle, savaştan usanan Rus askeri işgal kuvvetlerinde disiplin bozulmuş ve çözülme başlamıştı. Yeni Sovyet Hükümeti ile Brest-Litovsk'da yapılan ateşkes antlaşması ile Ruslar bölgeden çekileceklerdi. Nihayet, 18 Aralık 1917'de yapılan Erzincan mütarekesi ile 11 Ocak 1918'de Rus askerleri bölgeden çekilmişler, ancak silahlı Ermeni çeteleri eylem ve direnişlerini sürdürerek birçok kanlı olaylara neden olmuşlardır. Bu arada Türk milis kuvvetleri harekete geçti ve Kazım Karabekir Paşa'nın komutasındaki askeri birlikler de bölgeye yönelik harekatları başlattılar. Kafkas cephesi karargahının emriyle Türk kuvvetleri, güneyde Munzur geçitlerinden, güneybatı Kemah boğazı ve batıda Çardak yönünden 12 Şubat günü üçlü genel harekata girişerek 13 Şubat 1918'de Erzincan'ı, 22 Şubat 1918'de Tercan'ı silahlı Ermeni güçlerinin işgalinden kurtardılar.



Erzincanlı Mehmet Ali Ekti Ermeni Vahşeti Tanığı ( 1903 )


Kurtuluş gününden sonra, ordu Komutanı Vehib Paşa'nın Erzincan'a gelişi ve burada yaşanan olayları, Kazım Karabekir anılarında şöyle anlatır:" Dondurucu bir soğuk vardı. Askeri îdadi Mektebi şimalinde kendilerini istikbal ettik ve birlikte karargahımın bulunduğu askeri daireye geldi ve çalışmalara başladı.
matemsiz ev yoktu. Fakat vatanın bu parçası artık kurtulmuştu. Bu iki zıt tesir altında halkın kaderiyle sevinci karışıyor, göz yaşlarıyla alkışları bizi heyecana getiriyordu. îşte, 16 Şubat 1918'de askeri dairenin önünde halk göz yaşlarını bu suretle dökerken, biz de yakın günlerde Erzurum'u da kurtarmaya and içtik.
Erzincan'ın mezalimlere boğulduğu günlerin sona ermesinde, gerek askeri harekatın kumandanlığını yapması ve gerekse müteakip zamanlarda çilesi ayyuka çıkan ahalinin yaralarını sarmak için büyük yardımlar yapması karşılığında; o'na şükran borcu olan Erzincanlılar, kendilerine hemşehrilik beratı vermişlerdir. 

20 Teşrinievvel 1922.



..

Hrant Dink'in Davalık olan yazıları


.





Hrant Dink'in Davalık olan yazıları



Alıntı:
Ermeni'nin 'Türk'ü 
23 Ocak 2004

Küresel ve evrensel değerlerin yerel değerleri tahakküm altına aldığı çağımızda, kültürel kimliğini tam anlamıyla yaşamak bir yana, kimliğini bir nebze yaşatabilmek için dahi Diasporanın özel çaba göstermesi gerekir. 
Bu özel çabanın ise her zaman için özel nedenlere ve araçlara ihtiyacı vardır. 
Ermeniler ve Yahudiler bu özel nedenlere sahip Diasporanın bilinen iki klasik örnekleridir. 
Her ikisinin de özel nedeni aynıdır... Soykırıma uğramış olmak. 
Dolayısıyla onlara kimliklerini korumayla ilgili insanlığın tanıdığı hak bir miktar ayrımcı ve pozitiv durumda olmalıdır. 
Hakikaten de, Yahudiler bu pozitiv hakkı layıkıyla kullanabilmiş ve kimliklerini korumada onlara bahşedilen toleransı çok iyi değerlendirerek, dini inanışlarından aldıkları "Tanrının ayrıcalıklı halkı" ünvanını dünyadan aldıkları "Yeryüzünün ayrıcalıklı halkı" noktasına kadar taşımışlardır. 
Ne var ki aynı durum Ermeni halkı için sözkonusu olmamıştır. 
*** 
Dünya Yahudi soykırımına karşı gösterdiği hassasiyeti Ermeniler'den esirgemiş, bu ise Ermeni kimliğinde en büyük tahribatın yaşanmasına sebep olmuştur. 
"Hakkı esirgenmiş Ermeniler" bundan böyle kimliğini "Gerçekleri talep etme inad"ı üzerinden yaşamaya çabalamış, gelinen noktada da bu inat Diaspora Ermeni kimliğinin temel düsturu haline dönüşmüştür. 
Diasporanın ilk kuşakları için ayakta kalabilmenin, tükenmemenin adı olan bu inat, üçüncü ve dördüncü kuşaklarla birlikte gerçekleri dünyaya kabul ettirme inadına dönüşmüştür. 
İşte bu inadın ortaklaşmış hali Ermeni Diasporasının ruhsal pozisyonunu yansıtır. 
Bu ruhu sürekli tutmak ise Ermeni kimliğini yaşatmanın temel aracı durumundadır. 
*** 
Dünyanın gerçekleri hâlâ kabul etmemiş olması bir yana, Ermeni kimliğini asıl tahrip eden, Türkler'in bu konuda kıllarını bile kıpırdatacak bir yaklaşım içinde olmamalarıdır. 
Nitekim kıyaslandığında görülecektir ki, Yahudiler'in bugünkü seviyeye erişmesinde asıl etken kendi becerilerinden ziyade, onlara soykırım uygulayan Alman halkının sonradan oynadığı şefkatli roldür. 
Soykırım sorumluluğunu üstlenen Almanlar'ın Yahudiler'den özür dilemesiyle birlikte bu halk yaşadığı travmayı üzerinden atarak ruh sağlığına kavuşmuş ve ancak bundan sonra kültürel kimliğinin açılımlarını sağlayabilmiştir. 
Ne var ki Ermeni halkının travmatik hastalığı hâlâ sürmektedir ve kimliği asıl kemiren ve tüketen de bu sağlıksız ruh halidir. 
*** 
Ermeni kimliğini analiz ederken "İslam" ve "Türk" olgularının bu kimlik üzerinde oynadığı rolün hakkını teslim etmek gerekir. 
Sonuçta Ermeniler'in bin yılı aşkın süre İslamla ve Türklerle yaşanmış bir biraradalığı mevcuttur.
Öyle ki, Ermenileri Batılı Hıristiyanlar'dan ayıran önemli özelliklerden biri, onların öteden beri İslamlarla birlikte yaşamış olmalarıdır. Batılı Hıristiyanlar daha ziyade Hıristiyan-Hıristiyan'a yaşarken, Ermeniler çoğu kez İslamlarla yan yana, kimi zaman da iç içe yaşayarak farklı bir deneyimin sahibi olmuşlardır. 
Bugünün güncel tartışmalarında çok söylenegeldiği gibi Avrupalı Hristiyanlar, Müslümanlar'ın da içinde yer aldığı çokkültürlü bir yaşam biçimine henüz yeni yeni adapte olurken, Ermeniler Doğudaki Hıristiyan milletler gibi (Süryaniler, Keldaniler v.s) bu realiteyi iyi ve kötü yönleriyle uzun süre yaşamışlardır. 
Dolayısıyla asırlar süren bu İslamla biraradalığın Ermeni kimliğinin şekillenmesinde de yadsınamaz bir rolü elbette olacaktır ancak Ermeni kimliğinin bugünkü yapısını şekillendiren ve Ermeni kimliğinde bir tür kanserojen tümör işlevi gören asıl etken "Türk" olgusudur. 
*** 
Ermeni'nin ve Türk'ün birbirleriyle ilişkileri ve birbirlerinden etkileşimleri öyle iki kelimeyle geçiştirilecek bir sıradanlıkta değildir. Asırlar süren ilişkilerde birbirinden alınan o kadar çok iyi ve kötü kimlik donanımları sözkonusudur ki, kimi zaman davranış biçimlerinde birini diğerinden ayırmak hayli güçtür. 
Yaşanılan birliktelik öylesine derindir ki bu birlikteliğin bozuluşunu ihanet olarak tanımlamak her iki tarafın da kullandığı karşılıklı bir argümandır. Ermeni milletini Sadık millet olarak adlandıran ancak daha sonra ihanet ettiklerini iddia eden Türk görüşü karşısında, Ermeniler 1915'te yaşananları salt bir halkın topluca imhası olarak yorumlamaz, bunun aynı zamanda asırlar süren ilişkiye ihaneti de içinde barındırdığını belirtirler. 
Türk-Ermeni ilişkisinin günümüzde geldiği nokta ise şudur: Ermeniler ve Türkler birbirlerine bakışlarında klinik iki vaka durumundadırlar. Ermeniler travmalarıyla, Türkler de paranoyalarıyla. 
İçinde debelendikleri bu sağlıksız halden kurtulmadıkça -Türkler belki değil ama- Ermeniler'in kendi kimliklerini sağlıklı şekilde yeniden yapılandırmaları mümkün gözükmemektedir. 
Özellikle Türkler 1915'e bakışlarında empatik bir yaklaşıma girmedikçe Ermeni kimliğinin sancılı kıvranışı devam edecektir. 
*** 
Sonuçta görülüyor ki işte "Türk" Ermeni kimliğinin hem zehiri, hem de panzehiridir. 
Asıl önemli sorun ise Ermeni'nin kimliğindeki bu Türk'ten kurtulup kurtulamayacağıdır

Alıntı:
'Türk'ten kurtulmak
 30 Ocak 2004

Ermeni kimliğinin "Türk"ten azad olmasının görünür iki yolu var. Bunlardan biri, Türkiye'nin (devlet ve toplum olarak) Ermeni ulusuna karşı empatik bir tutum içine girmesi ve nihayetinde Ermeni ulusunun acısını paylaştığını belli edecek bir anlayış sergilemesidir. 
Bu tutum hemen olmasa da, zaman içinde "Türk" unsurunun Ermeni kimliğinden uzaklaşmasına yol açabilir. 
Ne var ki bu şıkkın gerçekleşmesi şimdilik zor bir olasılık. 
İkinci yol ise bizzat Ermeni'nin "Türk"ün etkisini kendi kimliğinden atması. 
İlkine göre bu ikincisi, daha bir kendi iradesi ve inisiyatifine bağlı olduğundan, gerçekleşme ihtimali daha fazla. 
Esas olarak tercih edilmesi gereken yol da budur. 
*** 
Ermeni dünyasının bunu nasıl başarabileceği ise tamamiyle mevcut duruma yeni bir anlayışla bakabilmesiyle ilişkilidir. 
1915'e bakmak örneğin... 
Ermeni dünyası yaşadığı tarihi dramın gerçekliğinin farkındadır ve bu gerçeklik bugün dünya ülkelerinin ya da Türkiye'nin kabul edip etmemesiyle değişecek değildir. Onlar kabul etmese de Ermeni ulusunun vicdanında olan bitenin adı başından beri kazınmıştır. Dolayısıyla Dünya'dan ne de Türkiye'den bu gerçekliğin tanınmasını beklemek Ermeni dünyasının yegane hedefi olamaz. 
Gayrı herkesi kendi vicdansızlığıyla başbaşa bırakma zamanı gelip de geçmiştir. 
*** 
Bu gerçekliği kabul edip etmemek esasen herkesin kendi vicdani sorunudur, bu vicdan da temelini bizatihi insanlık denilen ortaklığımızdan -"İnsan" kimliğimizden- alır. 
Dolayısıyla gerçeği kabul edenler, asıl olarak kendi insanlıklarını arındırırlar. 
Ermeni kimliğinin sağlığını Fransız'ın, Alman'ın, Amerikalı'nın ve ille de Türk'ün soykırımı kabul edip etmemesine endeksli bir durumda bırakmak, Ermeni dünyasının artık terk etmesi gereken bir hatadır. Gayrı bu hatadan uzaklaşmanın ve "Türk"ü Ermeni kimliğindeki bu etkin rolünden ötelemenin zamanı gelip de geçmiştir. 
Ermeni kimliğinin çektiği bunca sancı artık yeterlidir, sancıyı bundan böyle biraz da insanlık denen aleme terketmek gerekir. 
*** 
Kimliksel dinginliğini "Türk"ün olumsuz ve kayıtsız varlığına kilitleyen Ermeni dünyasının, tüm ortak performansını dünya üzerinden "Türk"e baskı uygulamaya ve soykırımı kabul ettirmeye ayırması, ne yazık ki kimliğin uyanışını erteleyen koca bir zaman kaybından başka bir şey değildir. 
Ermeni dünyası, kimliğinin geleceğine bundan böyle, öylesi kavramlar yüklemelidir ki bu kavramlar bu ulusun körelmiş üretim yeteneğini tekrar fişekleyebilecek iticilikte olsun. 
İşte bu nedenle, "Kendi acısını sırtlayacak ve gerekirse mahşere kadar da onuruyla kendisi taşıyacak" bir anlayışı Ermeni kimliğine hakim kılmak en temel yönelim olmalıdır. 
Aksi durumda Ermeni dünyası kendini başkalarının gerçeği kabul edip etmeme insafına zincirlemiş olur ki... 
Bu da gerçek tutsaklığın ta kendisidir. 
*** 
Ermeni dünyasının kendisini "Türk"ten kurtardığında, kimliğinde bir boşluk yaşayacağını ve özellikle de Diaspora Ermenileri'nin kimliksel çözünürlüğünün hız kazanacağını sananlar aldanırlar. 
Ermeni kimliğinde "Türk"ten geriye kalacak boşluğu dolduracak çok daha yaşamsal bir olgu sözkonusudur o da bizatihi bağımsız Ermenistan devletinin varlığıdır. 
Bundan onbeş yıl önce var olmayan bu yeni heyecan, artık her türlü etkinin ve etkenin üstünde Ermeni kimliği üzerinde büyük bir rol oynamaya namzettir. 
Ermeni dünyasının geleceğini, bu minik ülkenin gelecekteki refahına ve içinde yaşayanların mutluluğuna endekslemesi aynı zamanda kendi kimliğini rahatsız eden sancılardan kurtuluşunun da bir işareti olacaktır. 
*** 
Ermeni kimliğinin "Türk"ten kurtuluşunun yolu gayet basittir: 
"Türk"le uğraşmamak... 
Ermeni kimliğinin yeni cümlelerini arayacağı yeni alan ise artık hazırdır: 
Gayrı Ermenistan'la uğraşmak


Alıntı:
13 Şubat 2004


"Türk"ten boşalacak o zehirli kanın yerini dolduracak temiz kan, Ermeni'nin Ermenistan'la kuracağı asil damarında mevcuttur. 
Yeter ki bu mevcudiyetin farkında olunsun. 
Bu farkındalığın asıl sorumlusu ise Diaspora'ya yayılmış Ermenilerden ziyade Ermenistan yönetimleridir. Ermenistan hükümetlerinin sorumluluklarının bilincinde olmaları ve gereğini yerine getirmeleri aslolandır. 
*** 
Ne var ki 12 yıllık bağımsızlık döneminde Diaspora ile Ermenistan ilişkilerine bakıldığında, Ermenistan hükümetlerinin henüz bu sorumluluğun bilincine yeterince varmadıkları görülür. Birkaç gösterişli "Pan Armenian Buluşması" dışında işlevsel bir "Diaspora-Ermenistan buluşması" mekanizması dahi kurulamamıştır. 
Ermenistan'ın Diaspora ile ilişkileri bazen Diaspora'nın bazen de Ermenistan'ın inisiyatifinde ağır aksak yürütülmüş, kalıcı ve daha ziyade Ermenistan merkezli bir kurumlaşmaya gidilememiştir. 
*** 
Oysa Ermenistan'ın çoktan özel ve çok güçlü bir Diaspora Bakanlığı kurmuş olması gerekirdi. Bu bakanlık sayesinde de dünyanın en ücra köşelerine dahi dağılmış ve dağılacak tek Ermeni bireyinin dahi nasıl kucaklanabileceği temel bir kaygıya dönüştürülebilir, sonrasında bu kaygı doğrultusunda hareket edilir ve buna göre projeler geliştirilebilirdi. 
Bunun yapılmamış olması hâlâ büyük bir eksik olarak gözüküyor. Bu kaygısızlığıyla Ermenistan kendisinin ne denli bir ana kök olduğunun farkında değil ki Diasporadakiler'e de bunu hissetirebilsin. 
Bu da gösteriyor ki Ermenistan elbette layık ama Ermenistan yönetimleri henüz Diasporalıya layık değil. 
*** 
Ermenistan'ın Diasporalı bireyle kuracağı birebir ilişkinin Diaspora Ermeni'sinin kimliğinde ve kimliğin yeni cümlelerinin kuruluşunda oynayacağı rol çok büyüktür ve tartışmasızdır. 
Bugün Diaspora'da açık tutulan Ermeni okullarının, dil kurslarının, sosyal ya da kültürel kurumların ya da diğer tüm kollektif faaliyetlerin yegâne amacı Ermeni kimliğini yeni kuşaklara taşımak, korumak ve mümkünse geliştirmektir. Bu amaç için milyonlarca dolar harcanır. Sonuçta elde 
edilen, bilinen ama konuşul(a)mayan bir dil ile arada bir kilisesine giden ama o kadarla yetinen bir kimliktir. 
Oysa diğer taraftan öyle bir gerçek vardır ki bunun gereğini yerine getirmek artık kaçınılmazdır. 
O da Ermenistan'la Diasporalı'nın kuracağı moral diyaloğun bizatihi kendisinin en doğal okul olduğudur. 
*** 
Diasporalı gencin bu okullarda okumamış, bu kiliselere gitmemiş olsa da bir kez Ermenistan denilen doğal okulla tanışması kimliği için çok şey 
ifade eder. 
Diaspora gencine on yıllar içinde eğitimle ve kiliseyle verilen Ermeni kimliğiyle, o gencin Ermenistan'ı bir kez ziyaret ederek edineceği kimlik arasında ikincisinin lehine ağır basan bir köklülük söz konusudur. 
Bu dediğimizin ne denli doğru olup olmadığını denemek o denli pahalı bir şey değildir. Bir kenara ayırılacak üç beş kuruşla bir gencin yıllık tatilinin 15 gününü Ermenistan sokaklarında geçirmesi pekala sağlanabilir. 
*** 
Ermenistan'ı ziyaret eden ve öncesinde Ermeni kimliğinden bir hayli de uzak gözüken gencin, 15-20 günlük bu sürede edinmiş olduğu kimliğin nasıl damardan absorbe edildiği görülecektir. 
Artık o dakikadan itibaren gencin bu kimliğini dünyanın neresinde yaşıyor olursa olsun unutması bir daha olanaksızdır. 
Gayrı o kimlik ona damardan şırıngalanmıştır... 
Dolayısıyla gençler için Ermenistan'a özel seyahat turlarının düzenlenmesi birincil derecede kimlik kazandırıcı faaliyettir. Bu çalışmalar ne pahasına olursa olsun her yerde yıllık programların 
başına alınmalıdır. 
*** 
Ermeni kimliğin doğrudan Ermenistan'dan edinilecek cümleleri, kelimelerle anlatılamayacak denli zengin kazanımlardır. 
Bu durum, saksıda yetiştirilmeye çalışılan narin bir bitkinin kendi toprağı, kendi suyu ve kendi güneşiyle tanışmasına da benzetilebilir. 
Denemesi bedavadır... Herkese önerilir

http://wowturkey.com/forum/viewtopic.php?t=35889




.

24 NİSAN 1915 TEHCİR (YER DEĞİŞTİRME) OLAYI NEDİR ? GERÇEKTEN SOYKIRIM AMACIYLA MI YAPILMIŞTIR? (1)






24 NİSAN 1915 TEHCİR (YER DEĞİŞTİRME) OLAYI NEDİR ? GERÇEKTEN SOYKIRIM AMACIYLA MI YAPILMIŞTIR? (1)







 Şüphe edilmemek gerekirdi ki, Ermeni katliamı konusundaki sözler, gerçeğe uygun değildi. Aksine, güney bölgelerinde, yabancı kuvvetler tarafından silahlandırılan Ermeniler, gördükleri koruyuculuktan cüret alarak bulundukları yerlerdeki Müslümanlara saldırmakta idiler. İntikam düşüncesiyle her tarafta insafsız bir şekilde öldürme ve yok etme siyaseti gütmekte idiler. Gazi Mustafa Kemal Atatürk (Nutuk-1927)
———————————————————————–
Küresel emperyalizmin güdümündeki Ermeni Diasporasının başarılı algı yönetimi çalışmaları sonucu 24 Nisan 1915 tarihinde Ermeni toplumunun bazı kesimlerine uygulanan TEHCİR (Bir yerden başka bir yere göç ettirmek, yer değiştirip hicret ettirmek) faaliyeti, “Ermeni Soykırımı yapıldı” şeklinde 100 yıldır tekrarlanmaktadır.
Sözde Ermeni Soykırımı iddialarının 100 üncü yılına denk gelen 24 Nisan 2015’te, Türk milletinin  tümünün soykırımcı ilan edilmesi için Papa’nın ve Avrupa Parlamentosu’nun da dahil olduğu uluslararası bir karalama kampanyası başlatılmıştır. Burada ilginç olan ve insanlarımızı derin üzüntüye sevkeden husus, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin iktidar ve muhalefet  kanadına mensup bazı milletvekillerinin de bu mesnetsiz iddiaları destekler duruma gelmiş olmasıdır.
Arapça asıllı bir kelime olan TEHCİR, “Bir yerden başka bir yere göç ettirmek, yer değiştirip hicret ettirmek anlamındadır. (2)
Savaş zamanı Ermeni isyan ve katliamlarına önlem almak amacıyla Talat Paşa Hükümetinin başlattığı ve Osmanlı Mebusan Meclisinin uygun gördüğü yer değiştirme faaliyeti her yerde değil, doğrudan doğruya cephelerin güvenini tehlikeye sokan başlıca iki bölgede uygulanmıştır.
Bunlardan birincisi, Kafkas ve İran cephesinin gerisindeki Erzurum, Ağrı, Van, Bitlis dolaylarıdır. Diğeri ise, Arap yarımadasında Sina cephesi gerisi yani Mersin-İskenderun bölgeleridir.
Ermeni komitelerinin baskı ve tahrikleri ile Osmanlı Ermenileri, her iki bölgede de düşmanla işbirliği yapmışlardır.  Ayrıca onların hareketlerini kolaylaştıracak ciddi faaliyetlerde bulunmuşlardır. Başlangıçta Tehcir uygulaması sadece iki bölgeyi kapsamıştır. Bilahare düşmanla işbirliği yapan, Ermeni komitacılarına yataklık yaparak devlete karşı isyan eden diğer vilâyetlerdeki Ermenileri de kapsayacak şekilde tehcir genişletilmiştir.
Alınan Tehcir Kararı ülkedeki tüm Ermenilere uygulanmamıştır. Katolik ve Protestan Ermenilerin yanı sıra, Osmanlı ordusunda subay olan  ve sıhhiye sınıflarında hizmet gören Ermeniler ile Osmanlı Bankası şubelerinde ve konsolosluklarda çalışan bazı Ermeniler devlete sadık kaldıkları sürece göçe tabi tutulmamışlardır.
Öte yandan, hasta, özürlü, sakat ve yaşlılar ile yetim çocuklar ve dul kadınlar sevke tabi olmamış, yetimhaneler ve köylerde koruma altına alınarak ihtiyaçları devletçe ‘Göçmen Ödeneği’ üzerinden karşılanmıştır. Daha sonra bunlar arasından da zararlı faaliyetleri tesbit edilen bazı aileler de göçe tabi tutulmuşlardır.
İngiliz ile Fransız destek ve yönlendirmesiyle Ermeniler, birtakım sahte ve uydurma belgelerin arkasına gizlenerek, dünya kamuoyunu Ermeni tehcirinin soykırım amacıyla yapıldığı şeklinde kandırmayı başarmışlardır. Üç yüz binden, üç milyona kadar değişen rakamlarla ifade edilen Ermeni katliamının hiçbir resmi ve geçerli dayanağı mevcut değildir. Bunu özellikle vurgulamaktan çekinmiyorum. Çünkü Osmanlı başkentini üç yıldan fazla işgal altında bulunduran İngiliz ve Fransızlar, Osmanlı arşivini didik didik etmelerine rağmen Ermenilere soykırımı ispat edecek hiçbir belgeye rastlamamışlardır.
Eğer Osmanlı Devleti Ermenileri soykırıma tabi tutmak isteseydi. Onların yerlerini değiştirmek zahmetine katlanmadan bulundukları bölgelerde kolaylıkla soykırıma tabi tutardı. Böylece kafile güvenliği, iaşe ve ibadesi işleri için, savaş zamanı gücünü muhafaza edebilmesi için çok ihtiyaç duyduğu maddi fedakârlıklara ihtiyaç kalmazdı.
Burada soykırım değil, tam tersi bir ırkı ve milleti soykırımdan koruma gayretleri vardır. Devlet, bir yandan savaş için cephe gerisinde güvenliği sağlarken asıl amacı kendi tebası olan Ermeni vatandaşlarının can ve mal güvenliğini sağlamaktı.
Nitekim 1915 Mayısında başlayıp 1916 Ekim ayına kadar devam eden göç ettirme ve yeniden yerleştirme sırasında, bütün imkânsızlıklarına rağmen aldığı olağanüstü tedbirlerle, zor savaş şartlarına rağmen tehcire tabi Ermenilerin can ve mal güvenliğini sağlamak için âdeta yeni bir cephe açmış gibi çok ağır idarî, askerî ve malî yükler altına girmiştir.
Aklıselim sahibi tarihçiler Osmanlı aydınının  devlete olan bağlılıklarından dolayı Millet-i Sadıka olarak nitelendirdiği bir halka karşı, birdenbire tavır değiştirmesini gerektirecek mantıki bir sebep bulamamışlardır.  Bu olayda Osmanlı devletinin geleneksel politikalarından sapma yoktur. Sapma Rusya başta olmak üzere sömürgeci batının hayâli bağımsızlık vaatlerine kanan Ermenilerdedir.
Tehcir olayı başından beri kesinlikle soykırım amacı gütmemiştir.  Aksine Osmanlı Devleti’nin savaş şartları altında kendi halkının güvenliğini sağlamak için gerek gördüğü çok başarılı bir sevk ve yeniden iskân hareketidir. Bu Tehcir Harekâtı, benzeri durumlarla karşılaşacak ülkeler için örnek alınacak yer değiştirme faaliyeti olmasına rağmen muzır ve şartlandırılmış beyinlerce saptırılmış ve soykırım olarak nitelendirilmiştir. Aslında bu tutum ve davranış bu şekliyle tarihe ve tarihçilere hakaret niteliği taşımaktadır.
Ruslar ve İngilizlerin kışkırtmaları sonucunda meydana gelen isyan ve katliamlar sonucu Osmanlı hükümeti, Ermeni Patriğini, Ermeni milletvekilleri ve Ermeni cemaatinin ileri gelenlerini toplamış ve onlara; Ermeni cemaatini derhal uyarmalarını, İmparatorluk dâhilindeki Müslümanlara yönelik saldırılarına devam ettikleri takdirde zecri tedbirler almak zorunda kalacağını bildirmiştir. Fakat uyarı asla sonuç vermemiştir.
 Olaylar artınca ordunun cephe gerisinin acil emniyete alınması ihtiyacı ortaya çıkmıştır.  Bunun sonucunda bugün “Ermeni soykırım günü” olarak dünyaya kabul ettirilmeye çalışılan 24 Nisan 1915 tarihinde bütün Ermeni Komiteleri kapatılmıştır. Bu komitelerde yönetici olarak görev almış 2345 kişi ‘Devlet aleyhine faaliyette bulunmak’ suçundan tutuklanmıştır.
Bu tutuklamaların yankısı çok büyük olmuştur. Eçmiyazin (Bugünkü Vagrsabat: Erivan’ın batısında) Başpiskoposu Kevork Efendi kendilerine hami olarak gördükleri ABD’nin Cumhurbaşkanı’na çektiği şu telgrafla resmen yardım talep etmiştir;
“Sayın Başkan, Türkiye Ermenistanı’ndan aldığımız son haberlere göre, orada katliam başlamış ve organize bir tedhiş Ermeni halkının mevcudiyetini tehlikeye sokmuştur. Bu nazik anda Ekselanslarının ve büyük Amerikan milletinin asil hislerine hitap ediyor, insaniyet ve Hıristiyanlık inancı adına, büyük Cumhuriyetinizin diplomatik temsilcilikleri vasıtasıyla derhal müdahale ederek, Türk fanatizminin şiddetine terkedilmiş Türkiye’deki halkımın korunmasını rica ediyorum.”
Rusya’nın Washington Büyükelçisi’de bu mektubu fırsat bilerek ABD makamları nezdinde Ermenilerin sözcülüğünü üstlenmiştir.  Bu temaslar sadece ABD ile sınırlı kalmamıştır.  Sömürgeci bazı Avrupa ülkeleri nezdinde de girişimlerde bulunarak bu tutuklamaları tam bir katliam gibi gösterme çabaları yaygınlaşarak devam etmiştir.
Diaspora Ermenilerinin ‘Ermeni soykırımının yıldönümü’ diyerek her yıl anma yaptıkları 24 Nisan devlet aleyhine faaliyette bulunan ve masum halkı  katleden 2345 çeteci Ermeni’nin yargılanmak üzere   tutuklandıkları tarihtir. Aslında bu tarihin, sözde soykırım şöyle dursun, soykırım iddialarına temel oluşturduğu iddia edilen “Tehcir” uygulamasıyla dahi ilgisi yoktur.
Tehcir uygulaması esnasında Ermenilerin iddia ettiği gibi 1.5 milyon Ermeni ölmemiştir. Osmanlı Devletinin resmi kaynakları ve istatistikler 1915 yılında bütün Osmanlı topraklarında yaşayan Ermeni toplumunun nüfusunun 1.250.000 civarında olduğunu göstermektedir. Devlet kayıtlarında ne kadar Ermeni’nin Tehcir/yer değiştirme uygulaması çerçevesinde bulundukları yerden çıkarıldığı ve ne kadarının sağ salim yeni yerleşim bölgelerine ulaştığı da belgeleriyle bulunmaktadır.
1914 yılı nüfus sayımına göre, Osmanlı Devleti tebası olan Ermenilerin nüfusu 1.221.850′ kişidir. Yer değiştirmeye tabi tutulmayan nüfus ise toplam 167.778’dir. 9 Haziran 1915’te başlayıp 8 Şubat 1916 tarihinde sonuçlanan yer değiştirme uygulaması esnasında 391.040 kişi yerleştirilecekleri bölgelere sevk edilmiş, bunlardan 356.084 kişisi yerleşim bölgelerine ulaşmıştır.
Yani, Ermenilerin yer değiştirme uygulaması sırasında verdiği kayıpların toplamı 35.000 kişi kadardır.  Yer değiştirme uygulamasına tabi olan  nüfus içerisinde yer alan ve tehcir esnasında Halep bölgesinde  yaşayan 26.064 Ermeni vatandaşımız 35.000’den çıkarıldığında geriye 10 bin kişilik kayıp kalmaktadır.
Yani Ermenilerin tehcir (yer değiştirme) sırasında verdikleri toplam kayıp en fazla 10 bin kişiden ibarettir. Bunlar da, iddia edildiği gibi devlet güvenlik güçleri tarafından plânlı soykırıma tabi tutulmamışlarıdr. Bu büyük zaiyat  savaş şartlarının ortaya çıkardığı asayişsizlik sebebiyle eşkiya gruplarının saldırıları sonucu hayatlarını kaybetmişlerdir.
Osmanlı Devleti; yer değiştirme uygulaması ile savaş şartları altında her an ölüm tehlikesi ile burun buruna gelebilecek olan yüz binlerce Ermeni yurttaşının hayatını kurtarmıştır. Nitekim yeni bölgelere yerleştirilen Ermeniler sağ ve salim  olarak yaşamlarına devam ederken, Rus ordusu saflarında Türklere karşı savaşan Ermenilerin pek çoğu savaş esnasında ölmüşlerdir.
Tehcir uygulaması saklı-gizli değil, yabancı diplomatların gözleri önünde ceryan etmiştir. Osmanlı Devletinin yer değiştirme uygulamasına tabi tuttuğu Ermenilerin nakli sırasında, ağır savaş şartlarına rağmen olağanüstü gayret gösterdiği yabancı diplomat raporlarında açık  bir şekilde ifade edilmektedir.
 Tehcirin güvenli geçmesi için alınan fiziki güvenlik tedbirleri yanında büyük maddi harcama  yapılmıştır Yer değiştirmeye tabi göçmenlerin; sevk, yerleştirme ve geçimlerinin sağlanması için 1915 yılında 25 milyon, 1916 yılı sonuna kadar ise 230 milyon kuruş harcandığı resmi belgelerden açıkça anlaşılmaktadır.
Konuyu toparlayalım; Tehcir (yer değiştirme) kararı, Osmanlı topraklarında bağımsız bir devlet kurma fikriyle savaş içindeki kendi ordularını arkadan vuran Ermenilerin devlete verdikleri zararı önlemek gayesiyle zorunlu olarak alınmıştır.
Özellikle Ruslar başta olmak üzere ve İtilaf Devletleri’nin Osmanlı Ermenilerini nasıl kandırıp  kışkırttıkları,  belgeleriyle sabittir(4)
 Savaşta ele geçirdikleri yerlerin kendilerine verileceği ve bağımsızlıklarının tanınacağı gibi vaatlere kanan Ermeniler, birçok ihtilâl cemiyeti kurmuşlardır(5).
Ermeniler, yer değiştirme (tehcir) öncesinde başlattıkları tedhiş faaliyetlerini, göç sırasında da sürdürmüşlerdir. Gerek sınır bölgelerinde, gerek iç bölgelerde düşmanla işbirliği yapmışlar; Müslüman halka karşı katliamlara devam etmişlerdir.(6)
Ermeni çetelerinin Müslüman halka yönelik olarak yaptıkları mezalimi anlatan belgeleri bir kitapta toplamaya karar veren Osmanlı Hükümeti, tüm illere yazılar yazmış ve sorumluluk sahalarında Ermeni katliamlarını anlatan belge ve fotoğrafların gönderilmesi istemiştir.(7)
İllerden gelen belge ve fotoğrafların ışığında “ERMENİ Komitelerinin Faaliyetleri ve İhtilal Hareketleri/Meşrutiyet İlanından  Önce ve sonra” konu başlıklı dokümanter kitap yayınlanmıştır(8).
Osmanlı hükümeti, yer değiştirme (Sevk ve İskan) uygulamasını o günün şartlarında bir kanuna dayandırmıştır (9) Bu keyfi bir uygulama değildir. Dört maddelik kanun, “Savaş halinde devlet yönetimine karşı gelenler için askeri birliklerce alınacak tedbirleri” içermektedir. Kanunun çıkış süreci şöyledir;
İçişleri Bakanlığı isyancı Ermenilere karşı tutuklama gibi bazı önlemleri alırken, 24 Mayıs 1915’te ortak bir bildiri yayınlayan Rusya, Fransa ve İngiltere hükümetleri, bir aydan beri, “Ermenistan” diye adlandırdıkları Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgesinde Ermenilerin öldürüldüğünü ileri sürmüş ve çıkan olaylardan Osmanlı hükümetini sorumlu tutacaklarını açıklamışlardır.
Konunun bu şekilde uluslararası bir boyut kazanması üzerine Sadrazam (Başbakan) Tâlat Paşa (TEHCİR) yer değiştirme uygulaması hakkında hazırladığı yazıyı 26 Mayıs 1915 günü Başbakanlığa göndermiştir.
Yazıda, Ermenilerin isyan ve katliamlarına dikkat çekildikten sonra, savaş bölgelerindeki Ermenilerin başka bölgelere nakline karar verildiği anlatılmıştır. Bu durum Başbakanlık’ça gecikmeden Meclisi Mebusan gündemine getirilmiştir.
Başbakanlık, devletin güvenliği için başlatılan yer değiştirme uygulamasının yerinde olduğunu belirtilerek, bunun usul ve kurala bağlanmasının zorunluluğunu dile getirmiştir. Meclis, aynı tarihte uygulamayı kabul eden bir karar almıştır. Böylece 27 Mayıs 1915’te Meclis’ten çıkan “Yer Değiştirme Kanunu”, 01 Haziran 1915 günü dönemin Resmi Gazetesi Takvim-i Vekâyi’de yayımlanıp yürürlüğe girmiştir.
27 Mayıs 1915 Tarihli Tehcir Kanunu;
  1. Maddesinde; Devlet güçlerine ve kurulu düzene karşı muhalefet, silahla tecavüz ve mukavemet görülürse şiddetle karşı konulması ve imha edilmesi,
  2. Maddesinde; Silahlı güçlere yönelik casusluk ve ihanetleri tespit edilen köy ve kasabaların başka bölgelere yerleştirilmesi,
  3. Maddesinde; Kanunun yürürlüğe giriş tarihi,
  4. Maddesinde; Kanunun uygulamasından sorumlu olanlar belirtilmektedir.
Görüldüğü üzere kanun; tamamen devleti ve kamu düzenini korumaya yönelik, şiddete karşı bir yetki kanunudur. Kanun metninde herhangi bir etnik grup, zümrenin ismi belirtilmemiştir. Kanun kapsamına giren Müslüman, Rum ve Ermeni asıllı Osmanlı vatandaşları yerlerinden başka yerlere sevk edilerek göçe tabi tutulmuştur.
Başbakanlık tarafından 30.5.1915’te İçişleri, Harbiye ve Maliye Nezaretlerine gönderilen bir yazıda, göçün nasıl uygulanacağı ayrıntılı şekilde anlatılmış ve şunlar dile getirilmiştir;
–   Göç ettirilenler, kendilerine tahsis edilen bölgelere can ve mal emniyetleri sağlanarak rahat bir şekilde nakledileceklerdir,
–   Göçmenler, yeni evlerine yerleşene kadar iaşeleri Göçmen Ödeneği’nden karşılanacaktır,
–    Göçmenler, eski malî durumlarına uygun olarak kendilerine emlâk ve arazi verilecektir,
–    Göçmenlerden muhtaç olanlar için hükümet tarafından konut inşa edilecektir. Ayrıca, çiftçi ve ziraat erbabına tohumluk, alet ve edevat temin edilecektir,
–    Göçmenlerin geride bıraktıkları taşınır malları, kendilerine ulaştırılacak; taşınmaz malları tespit edilecek ve kıymetleri belirlendikten sonra, paraları kendilerine ödenecektir;
–    Göçmenlerin ihtisasları dışında kalan zeytinlik, dutluk, bağ ve portakallıklarla, dükkân, han, fabrika ve depo gibi gelir getiren yerleri açık arttırma ile satılacak veya kiraya verilecek ve bedelleri sahiplerine ödenmek üzere mal sandıklarınca emanete kaydedilecektir,
–    Bütün bu konular özel komisyonlarca yürütülecek ve bu hususta ayrıntılı bir talimatname hazırlanacaktır.
Bütün bu hususlara titizlikle riayet edildiği belgeleri ile sabit olmasına rağmen TEHCİR/Sevk ve İskan olayının günümüze kadar “Ermeni Soykırımı” olarak taşınmış olması Türkiye ve Türklük karşıtı cephenin gücünü göstermektedir.
Osmanlı Hükümeti görülen idarî ve askerî ihtiyaç üzerine 15 Mart 1916’dan itibaren vilâyetlere ve sancaklara gönderdiği genel bir emirle, Ermeni göçünün durdurulduğunu ve bundan böyle hiçbir gerekçeyle tehcir yapılmayacağını bildirilmiştir(10).
Yer değiştirmenin tamamlanmasından sonra, Ermenilerin çoğunlukla Suriye vilâyeti dâhilinde yerleştirilmeleri sebebiyle, İstanbul’daki Ermeni Patrikhanesi 10.8.1916 tarihinde kapatılıp Kudüs’e nakledilmiştir.(11)
Birinci Dünya Savaşı’nı müteakip Osmanlı hükümeti yer değiştirmeye tabi tutulan Ermeni yurttaşlardan isteyenlerin tekrar eski yerlerine iade edilmeleri için bir kararname çıkarmıştır.
4 Ocak 1919’da Dahiliye işleri Bakanı Mustafa Paşa’nın Başbakanlık makamına gönderdiği yazıda, Ermenilerden dönmek isteyenlerin eski yerlerine nakledilmeleri konusunda ilgili makamlara emir verildiği ve gereken bütün önlemlerin alındığı belirtilmektedir. (12)
Hükümetin hazırladığı 31 Aralık 1918 tarihli dönüş kararnamesi ana hatları ile şu hususları ihtiva etmektedir;
–   Sadece geri dönmek arzusunda bulunanlar göç ettirilecek, bunun dışında kimseye dokunulmayacak.
–   Yerlerine iade edileceklerin, yollarda perişan olmamaları ve dönüş mahallerinde konut ve geçim sıkıntısı çekmelerinin önlenmesi için mahalli yöneticiler tarafından gerekli önlemler alınacak.
–   Göçmenlerin gidecekleri bölgelerin idarecileriyle irtibat kurulup bu konudaki önlemler sağlandıktan sonra göç ve geri dönüş işlemlerine başlanacaktır.
–   Yukarıdaki şartlar dâhilinde dönecek olanlara ev ve arazileri teslim edilecek.
–   Yerlerine daha önce göçmen yerleştirilmiş olanların evleri tahliye edilecek.
–   Açıkta kimse kalmaması esastır. Bunun için geçici olarak birkaç aile birarada yerleştirilebilecek.
–   Kilise ve okul gibi binalar ile gelir getiren yerler, ait olduğu cemaate geri verilecek.
–   Yetim çocuklar, istenildiği takdirde kimlikleri dikkatlice belirlenerek velilerine veya cemaatlerine iade olunacak.
–   Din değiştirmiş olanlar arzu ederlerse eski dinlerine dönebilecekler. Din değiştirmiş olan Ermeni kadınlardan, bir müslümanla evli bulunanlar eski dinlerine dönme konusunda serbest bırakılacaklar. Eski dinlerine döndükleri takdirde kocasıyla aralarındaki nikâh bağı kendiliğinden bozulmuş olacaktır. Eski dinine dönmek istemeyen ve kocasından ayrılmaya razı olmayanlara ait sorunlar ise mahkemelerce halledilecek.
–   Ermeni mallarından, henüz kimsenin kullanımında bulunmayanlar, kendilerine teslim edilecek; hazineye devredilenlerin iadesi de mal memurlarının onayı ile karara bağlanacak. Bu konuda ayrıca açıklayıcı tutanaklar hazırlanacaktır.
–   Göçmenlere satılan mülklerin sahipleri döndükçe, peyderpey bunlara teslim edilecek.
–   Göçmenler, ellerinde bulunan ve eski sahiplerine iade edilecek olan ev ve dükkânlarda tamirat ve ilâveler yapmışlarsa ve arazi ve zeytinliklerde ekim yapmışlar ise, her iki tarafın da hukuku gözetilecek.
–   Ermenilerden muhtaç olanların dönüşlerinde göç ve geçim masrafları, Harbiye Ödeneği’nden karşılanacak. Şimdiye kadar ne miktar sevkiyat yapıldığı ve bundan sonra her ayın on beşinci ve son günlerinde nerelere ne kadar sevkiyat olduğu bildirilecek.
–   Osmanlı sınırları dışına çıkıp da geri dönmek isteyen Ermeniler, yeni bir emre kadar kabul edilmeyecektir.
–   Yukarıda açıklanan kararnamedeki hükümler, Ermenilerin yanı sıra Rum göçmenler için de geçerli olacaktır.
Ana hatları ile açıklanan maddeler olumsuz savaş şartlarına rağmen titizlikle uygulanmaya çalışılmıştır. Bu kararları alabilen ve uygulama için çaba harcayan bir ülkenin soykırım ile suçlanması ve bunun günümüze kadar taşınabilmiş olması küresel psikolojik harekâtın önemli bir başarısı olarak görülmelidir. Buna karşı mücadele de güncel ve geçici olarak değil, uzun vadeli plan ve programla yürütümelidir.

DİPNOTLARI
(01)  Dr.Tahir Tamer Kumkale’nin  Ocak 2015’te yayımlanan “ERMENİ SORUNU EL KİTABI”isimli kitabından alınmıştır.
(02)  Halaçoğlu, Prof. Dr.Yusuf, Ermeni Tehcirine Dair Gerçekler(1915),TTK Yayını, Ankara 2001.
(03)  Gürün, Kamuran, Ermeni Dosyası, TTK Basımevi, Ankara 1983, s. 210-211
(04)  Şifre Kalemi, Nr. 45/115 (23 Eylül 1916 tarihli telgrafla, Van, Bitlis, Mamuretülaziz(Elazığ), Adana, Diyarbekir ve Sivas eyâletlerine bu hususta bildiri göndermiştir.
(05)  DH. EUM. 2. Şube, Dosya 1, Belge 45/2 (Bakınız Belge 670)
(06)  Şifre Kalemi., Nr. 61/50 ; Nr. 62/24; Nr. 63/175; Nr. 64/92; Nr. 64/163; Nr. 64/194; Nr. 66/51; Nr. 46/56; Nr. 66/192; BA, BEO, Nr. 343464  (Bakınız Belge 784)
(07)  Şifre Kalemi., Nr. 62/57; Nr. 62/58; Nr. 63/241
(08)  İstanbul 1916. Aynı eser Fransızca olarak 1917’de yine İstanbul’da yayınlandı. İsmet Parmaksızoğlu tarafından “Ermeni Komitelerinin İhtilâl Hareketleri ve Besledikleri Emeller” adıyla sadeleştirilerek yayınlandı (Ankara 1981).
(10)  Şifre Kalemi., Nr. 62/21.
(11)  Ermeni Patrikhanesi için 1916’da yapılan yeni nizamname hakkında Bak. Y. H. Bayur, Türk İnkılâbı Tarihi, III/3, s. 57-59.
(12)  Prof.Dr. Albert Wohlstetter ve Nancy Virts, (Avrupa-Amerika Güvenlik  Araştırmaları Enstitüsü, California,ABD), Uluslararası Terörizm ve Uyuşturucu Madde Kaçakçılığı Sempozyumu, Ankara Üniversitesi Rektörlüğü Yayını No:88, Ankara 1984, ss:253-273

Dr. Tahir Tamer Kumkale

..