TEHCİR etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
TEHCİR etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

7 Kasım 2020 Cumartesi

Devletler Hukukuna göre Ermeni Sorunu BÖLÜM 4

Devletler Hukukuna göre Ermeni Sorunu  BÖLÜM 4


II. Ermeni Sorununun Hukuksal Boyutu  BÖLÜM 4

Devletler Hukuku, Ermeni Sorunu, Osmanlı İmparatorluğu,İngiliz, Fransız, Rus,Gündüz AKTAN,Tehcir,

ERMENİ TEHCİRİ İNSANLIĞA KARŞI SUÇ MUYDU?

Yukarıda ayrıntılarıyla anlatıldığı üzere, tehcir, Ermenilerin grup nitelikleriyle, yaşam şartlarını yok olmalarına yol açacak şekilde “kasten” zorlaştırmayı amaçlamadığından, bir soykırımı değil[35]. Buna karşılık tehcir edilen bir grubun verdiği kayıpları, insanlığa karşı suç kavramı içine sokmaya imkan var mı?
Yukarıda da belirtildiği üzere, Ermeni tehciri başladığında İngiliz, Fransız ve Rus hükümetleri “..Türkiye’nin insanlığa ve uygarlığa karşı ...suçları”ndan söz ederek, ilgilileri sorumlu tutacaklarını 24 Mayıs 1915’te bir ortak bildiriyle ilan etmişlerdi. O tarihlerde insanlığa karşı suç kavramı bir deyişten ibaretti ve henüz hukuki bir kavram olarak kabul edilmemişti. Bu nedenle Ermeni tehciri ile insanlığa karşı suç arasında bu bildiri vasıtasıyla bir ilişki kurmak mümkün olamaz.
İnsanlığa karşı suç kavramı uluslararası düzeyde ilk kez 3.sayfada da belirtildiği gibi, (1946) Nuremberg İlkeleri 6 (c)’de yer aldı. Bu suçun savaş sırasında işlenmesi öngörülüyordu. Herhangi bir sivil toplumun, siyasi, ırki veya dini nedenlerle mezalime tabi tutulması ; (mensuplarının) katledilmesi, yok edilmesi, göçe zorlanması vb fiilleri içeriyordu.
1948 yılında kabul edilen soykırıma ilişkin Sözleşmenin 2.maddesindeki soykırım suçu tanımı, Nuremberg İlkeleri içinde yer alan bu in-sanlığa karşı suç kavramından üretildi. Böylece soykırım, insanlığa karşı suçların dışına çıkarılıncaca, geriye Uluslararası Ceza Mahkemesi (Roma) Statüsü’nün 7.maddesindeki insanlığa karşı modern suç tanımı kaldı. Buna göre,
 İnsanlığa karşı suçların Nuremberg İlkeleri’nde öngörülen savaş sırasında işlenmesi şartı terk edildi.

 Bu suçların işleneceği gruplar sayılmadı. Herhangi bir sivil topluluğa karşı işlenebileceği kabul edildi.

 7.Maddenin girişinde insanlığa karşı suçların “siyasi, ırki veya dini” gibi nedenlerle işlenmesine ise değinilmedi. Bu suçun oluşması için nedenlerin zikredilmemesi, hangi nedenle olursa olsun, öngörülen fiillerin işlenmiş olmasının yeterli olduğunu gösteri- yor.
 Buna karşılık, 7.maddede, öngörülen filin insanlığa karşı suç sayılabilmesi için aranan tek şart, söz konusu fiillerin bir.sivil topluluğa karşı yapılan "yaygın ve sistematik bir saldırının parçası olarak ve saldırı amacını bilerek” işlenmesine bağlandı. Yani 7.maddede a’dan k’ya kadar sayılan 11 fiilin tek başına işlenmesi halinde insanlığa karşı suç oluşturmayacağı benimsendi.
 Bir topluluğa karşı siyasi, ırki milli, etnik, kültürel; dini ve cinsi nedenlerle yapılan mezalim, insanlığa karşı suçun genel saiki olarak değil de, 11 fiilden biri olarak sayıldı.
 Bu açıklamadan, her ikisi de uluslararası suç olan ve dolayısıyla uluslararası yargıya tabi tutulan soykırım ile insanlığa karşı suç arasındaki farklar kendiliğinden ortaya çıkıyor. Sözleşme’nin 2.maddesinin giriş bölümündeki soykırım tanımıyla kıyaslandığında,
 Soykırımın milli, ırki, etnik ve dini olmak üzere sadece dört gruba karşı işlenmesi mümkün. Siyasi gruplara karşı işlenen fiil­ler soykırım içine girmiyor. Buna karşılık insanlığa karşı suçlar her gruba karşı işlenebiliyor.

 Soykırımda bir grubu yok etme kastıyla bazı fiillerin işlenmesi gerekiyor. İnsanlığa karşı suçun oluşması için yok etme iradesi aranmıyor. Gruba karşı “yaygın ve sistematik saldırı” yeterli görülüyor.

 Soykırımda fiillerin saiki, bir grubu, grup niteliğiyle, yok etme şeklinde ortaya çıkıyorken ve bu ancak o gruba karşı ırkçı nefretin varlığı halinde geçerliyken, Roma Statüsü 7. maddesinin giriş bölümünde, insanlığa karşı suç için herhangi bir genel saik aranmıyor.
Bu şartlar altında, bir siyasi grup da olsa, Ermenilere karşı, ırkçı nefretle yok etme kastı ol-madan yapılan tehcir sonunda önemli sayıda Ermeni’nin ölmüş olmasını, insanlığa karşı suç kavramına sokmak için 7. maddede sayılan öldürme (a), katliam (b), tehcir (d), mezalim (h) gibi fiilleri kullanmaya kalkışanlar olabilir.
Yukarıdan da görüldüğü üzere, insanlığa karşı suçun oluşmasının temel şartı, belli fiillerin, bir sivil nüfusa karşı “yaygın ve sistematik bir saldırının parçası” olarak işlenmesidir. Bu nedenle böyle bir saldırının niteliğini iyi tanımlamak gerekiyor. Şayet bir sivil nüfusa karşı açık bir askeri saldırı varsa ayrıca bir kanıta ihtiyaç yok. Ama saldırı şartının yerine gelmesi için askeri nitelikte bir saldırı olması icap etmiyor. Bir sivil topluluğa karşı, 7.maddede sayılan fi­illerin çoğunun, birlikte ve yoğun biçimde işlenmesi gerekiyor. Böyle bir saldırının, devlet veya yaygın bir örgütlenme tarafından aktif biçimde geliştirilmesi, sevk ve teşvik edilmesi şartı da aranıyor[36].1915-16 Ermeni tehcirini, 7.madde (1) fıkrasında sayılan ve tehcirle ilişkili olan fiillerin ışığında incelemek yararlı olabilir.
7.Madde (l)(a) fıkrasında belirtilen öldürme veya ölüme neden olma fiillerinin, böyle yaygın ve sistematik bir saldırının parçası olması ve suçu işleyence böyle “bilinmesi” gerekiyor.

7.Madde (1)(b) fıkrasında yer alan yok etme ya da katliam, yine topluluğa karşı yaygın ve sistematik bir saldırının parçası olarak, bir grubun kısmen yok olmasına yol açacak hayat şartlarının önceden hesap edilerek o topluluğa dayatılmasını da içeriyor. Örneğin o topluluğu gıda ve ilaç kaynaklarından kasıtlı olarak mahrum bırakmak da bu çerçeveye giriyor.

7.Madde (l)(d) fıkrasında yer alan tehcir veya diğer zorla nakillerin de yaygın ve sistematik saldırının parçası olarak vuku bulmasının yanında, devletler hukukunun izin verdiği askeri gereklilik gibi nedenlerin dışındaki nedenlerle yapılmış olması icap ediyor. Öte yan-dan tehcir için, topluluğa mensup insanların şiddete başvurularak evlerinden atılmış olmaları gerekmiyor. Şiddet dışı zorlamalarla gerçekleştirilen tehcir de, saldırıya ilişkin şartların yerine gelmesi halinde, insanlığa karşı suç içine giriyor.

7.Madde (1)(h) fıkrasında yer alan mezalim, devletler hukukuna aykırı olarak, topluluk men-suplarının temel haklarından mahrum bırakılmasını kapsıyor. Mezalim temel hakların hemen tümünün yoğun biçimde ihlali niteliğindeki çok sayıda fiilden oluşuyor. Bir sivil toplumun kimliğini hedef alıyor. Bu suçu işleyenler, devletler hukukunda yasaklanan siyasi, ırki, milli, etnik, kültürel, dini, cinsi ve diğer nedenlerden hareket ediyorlar[37].
1915-16 Ermeni olaylarına, vukuundan 85 yıl sonra yani 2000 yılında oluşan insanlığa karşı suç kavramını uygulamak, değil hukukla, akıl ve sağduyuyla dahi bağdaşmıyor. Bununla birlikte böyle bir incelemeden şu hususlar ortaya çıkıyor:
7.Madde (1) paragrafında sayılan fiillerin insanlığa karşı suç oluşturması için bir topluluğa karşı yaygın ve sistematik bir saldırının parçası olması gerekiyor. Oysa tehcirin bizzat kendisi bir yana bırakılırsa, Ermenilere karşı Osmanlı güvenlik güçleri böyle bir saldırıya girişmiyor. Bir başka ifadeyle Ermeniler 'saldırı'yı oluşturan fiillere birlikte ve yoğun biçimde tabi tutulmuyorlar.

      Ermenilerin, çeşitli nedenlerle, grup olarak kimliklerini hedef alan bir mezalim yok. I. Dünya Savaşı başlayınca ve doğu cephesin de tehlikeli durum ortaya çıkıncaya kadar, temel haklardan herkes gibi yararlanmaya devam ettikleri gibi, tehcire kadar da bu haklardan mahrumiyetleri söz konusu olmuyor. Tehcir sırasında temel haklara elden geldiğince riayet ediliyor.
      Yaygın ve sistematik saldırıların mevcut olmadığı bir ortamda grup mensuplarının ölümleri böyle bir saldırının ne unsuru ne de parçası niteliği taşıyor. Çetelerin tehcir halindeki Ermenilere saldırıları tamamen bir asayiş olayı niteliğinde.
      Yukarıda soykırım iddialarını incelerken, yok etme kastının bulunmadığı belirtilmişti. Ermeniler, Osmanlıların tehciri kullanarak ‘hayat şartlarının yok olmalarını sağlayacak şekilde dayattığı’nı iddia ediyorlar. Bu nedenle katliam ithamıyla birleştirilen tehcir konusunu ele almak doğru olacak. Tehcir, Ermenilere yaygın ve sistematik bir saldırının parçası olarak yapılmadı. Tehcirin kendisi de böyle bir saldırı oluşturmuyor. Bu gerçek, tehcirin insanlığa karşı suç olmadığını açıkça gösteriyor. Tehcirin Ermenilerin hayat şartlarını yok olmalarına yol açacak şekilde dayatıl masının söz konusu olmadığı, yukarıda soykırıma ilişkin bölümde de açıklanmıştı. Tehcir, Enver Paşanın doğu cephesindeki gelişmeler karşısında yaptığı talep üzerine başlatıldı. Ermeni nüfus içindeki silahlı elemanların Osmanlı ordusunun güvenliği açısından yarattığı tehlikeleri bertaraf etmeyi amaçlıyordu. Bu, bir nüfusun başka yere taşıması için devletler hukukuna uygun bir gerekçe oluşturuyor. Öte yandan tehcir sırasında dönemin hükümetinin Ermenilere gıda ve ilaç sınırlaması getirmediği, aynı bölgede göç halinde bulunan Türk-Müslüman nüfusta da gıdasızlık ve ilaçsızlık nedeniyle çok daha fazla ölümlerin vuku bulması, Bogos Nubar Paşanın Paris Barış Konferansı’ndaki beyanlarından da anlaşılıyor.
      Balkan Savaşları’nın sonuçları ışığında, Ermenilerin işgalci Rus ordularıyla birleşerek, Türk ve Müslümanların büyük çoğunlukta olduğu doğu bölgesinde soykırım boyutlarında bir etnik temizlik yaparak kendi devletlerini kurma gayretlerini önlemek için tehcir yapıldı. Bu, özellikle günün şartlarında, devletler hukuku bakımından güvenlik gerekçesinden de önemli bir gerekçe oluşturuyor.
      Bu şartlar altında Ermeni tehciri meşru oluyor ve tehcir sırasında vuku bulan ölümler de ceza hukuku açısından adi suçları oluşturuyor. Nitekim 1914-18 arasında bu tür suçları işleyen 1397 kişinin çok ağır cezalara çarptırıldığı da biliniyor.
Olayı daha iyi anlamak için, hepsi zorla nüfus nakli olan etnik temizlik, tehcir ve mübadele konularını kısaca gözden geçirmekte yarar olabilir. Etnik temizlik de tehcir de ilk bakışta bir etnik grubu belli bir toprak parçasından uzaklaştırarak, o toprakta homojen bir nüfus yaratmak amacı taşıyor gibi gözüküyor. Biraz ayrıntıya girildiğinde saiki, yöntemi ve coğrafyası arasında önemli farklar bulunduğu ortaya çıkıyor. Hukuki nitelikte olmayan etnik temizlik kavramı, l980’lerde eski Yugoslavya’nın Sırbistan bölümünde kullanılmaya başladı. Hatta deyimi Seslj adlı bir Sırp gerilla liderinin bulduğu söyleniyor. Bu nedenle Bosna-Hersek’teki etnik temizliği esas alıp, bunu önce Balkan Savaşları sırasında Türk ve Müslümanlara yapılanlarla ve sonra da Ermeni tehciriyle kıyaslamak lazım.
      Etnik temizlik bir tarafın silahlı güçlerinin karşı taraftaki sivil nüfusa saldırmasıyla başlıyor. Doğal olarak, kendilerini savunma imkanına sahip olmayan siviller öldürülüyor, yaralanıyor. Evleri ve yerleşim birimleri yakılıyor. Gıda ve gibi yardım getirebilecek insani konvoylara izin verilmiyor Eli silah tutabilecek erkekler tutuklanıyor, yaşama şartları çok bozuk kamplara hapsediliyor veya doğrudan öldürülüyor Kadınların sistematik ve kitlesel biçimde ırzına geçiliyor. Hedef grubun yaşadığı bölgedeki kültürel değerleri, bu arada dini mabetleri, binaları, kitaplıkları yıkılıyor. Yerlerini terk etmedikleri takdirde, sürekli ateş ya da bombardıman altında tutuluyorlar. Katliam sürüyor. Bir süre sonra bu saldırılar semeresini veriyor ve kitleler sürülmek istenen istikamete doğru kaçıyorlar. Etnik bakımdan temizlenmesi öngörülen bölgenin dışına, daha doğrusu kurulacak devletin olası sınırlarının dışına atılıyorlar. Bunların geriye dönmesi her ne pahasına olursa olsun engelleniyor. Etnik temizliğin belli bir aşamasında saldırgan grupta hedef gruba karşı ırkçı nefrete benzer bir duygu hakim olmaya başlıyor. Örneğin Boşnaklara “Türk tohumu” deniyor. Geçmiş Osmanlı hakimiyetinin tüm faturası bunlara çıkarılıyor. Irza geçmeler yeni hakim ırka ait bir nesil yaratma amacını taşımaya başlıyor. Bir bölge etnik açıdan homojen hale getirildikten sonra bile erkekler, örneğin Srebrenica’da olduğu gibi, büyük gruplar halinde katlediliyor ve toplu mezarlara gömülüyor. Bugünkü hukuka göre insanlığa karşı suç kavramı içine giren etnik temizlik böy­lece, bir grubun grup olduğu için yok edilmesini amaçlayan soykırım fiilleri de içeriyor.
      Eski Yugoslavya Uluslararası Mahkemesi savcısı, Karaciç ve general Mladiç için hazırladığı iddianamede bu nedenlerle 9 kez soykırım işlendiğini bildirdi.
1877-78 Rus-Türk Savaşı ve 1912-13 Balkan Savaşları sırasında Türk ve Müslüman nüfusa yapılanlar, Bosna-Hersek’te Sırpların gerçekleştirdiği etnik temizlikle özde uyuşu yor. Tek farkı vüsatinin çok daha büyük ol-ması. Balkanlarda Türklere uygulanan etnik temizliğin etkilediği nüfus çok daha büyük. İki savaşta ölen Türk ve Müslümanların 2 milyona vardığı, ülke dışına yani Anadolu’ya göçe zorlananların ise 1 milyona çok yaklaştığı görülüyor.
Ermeni tehcirinde yine zorla göç ettirme var. Ancak göçe zorlama sivil nüfusa saldırı şeklinde olmadığından, yerleşim birimlerinden sökülüp atılmaları için öldürülenler, yara­lananlar, ırzına geçilenler, katledilenler, ateş altında tutulanlar, aç bırakılanlar hemen hiç yok. İkinci olarak, tehcire tabi tutulanlar, ülke dışına atılmıyorlar. Ülkenin bir başka yerine götürülüyorlar. Bu nedenle yeni yerleşim yerlerinde yeni hayatlarına uyum sağlamak için bazı nakdi ve ayni imkanlardan yararlanıyorlar. Denebilir ki tehcir başladıktan sonra, günün şartları dolayısıyla yine de ölümler vuku buluyor. Bu doğru. Buna rağmen tehcir, bir çok önlem alındığından, etnik temizliğe oranla çok daha az ölümle sonuçlanıyor. Tehcirle’ göçenler yanlarına çok daha fazla kişisel eşya ve menkul değerler alabiliyorlar. At ve araba gibi taşıt vasıtalarından yararlanabiliyorlar. Geriye bıraktıkları büyük ölçüde yağmadan kurtuluyor. Kültürel değerleri tahrip edilmiyor.
      Bu şartlar altında, tehcir, soykırım fiillerinin de işlendiği bir insanlığa karşı suç olan etnik temizlikten çok farklı.
Eğer XX.yüzyılın ilk soykırımı aranıyorsa, bunun 1915-16 tehciri değil, 1912-13 Balkan Savaşları sırasında yapılan etnik temizlik olduğuna kuşku yok. Bir bakıma tehcir, Rus ordusuyla Ermeni gerilla ve teröristlerin, Balkanlar’dakine benzer bir etnik temizlik ve soykırımı doğu Anadolu’da yapmalarını önlemek için yapıldı. Osmanlı istatistiklerine göre tehcire tabi bölgedeki toplam nüfus olan 5,061,857’nin 811.085’i Ermeni idi. Yani Ermeniler nüfusun % 1 6’sına tekabül ediyordu. Şayet tehcir olmasaydı veya Rusya 1917 sonunda savaşı durdurup, Brest-Litovsk Antlaşması’yla çekilmeseydi, bölgedeki nüfus yapısının ışığında, esasen başlamış olan etnik temizlik potansiyelinin boyutlarını tasavvur etmek mümkün[38].
      Tehciri diğer zorla göç hareketleriyle de kıyaslamak mümkün. II. Dünya Savaşı sırasında Amerika, ülkenin batısında yaşayan Japonları doğuya taşıdı. 
Bu tehcire “üç küçük bombalama olayı ile, saptanamayan bazı radyo sinyalleri neden olmuştu”. Pearl Harbor baskınından dört ay geçmişti. 
Japonya’nın Pasifik’i aşıp batı Amerika’yı işgale başlayamayacağı anlaşılmıştı. Buna ne niyetleri ne de güçleri vardı. Yani Amerikan Japonlarının Japon 
ordusuyla birleşip Amerika’ya karşı silahlı harekata girişmeleri söz konusu değildi. İlgili Amerikan Temyiz Mahkemesi’nin 18 Aralık 1942’de Korematsu davası 
hakkında verdiği kararda, 112 bin Japon asıllı kadın, erkek, yaşlı ve çocuğun tehcirinin, “günün kritik şartlarında”, “sadık vatandaşların sadık olmayanlardan 
ayrılmasının mümkün olmaması karşısında” “casusluk ve sabotajları önlemek” gibi “askeri gerekçelerle” başka yere taşınmasının gayri hukuki olmadığı hükme 
bağlandı. “Savaş zamanında tüm Amerikalıların zorluklarla karşılaşmış” olması mazeret olarak gösterildi. Amerika’ya sadakat yemini etmeyen 5 bin civarında 
Japon bulunduğu hatırlatıldı. Tümgeneral J.L. DeWitt’in raporlarında Japonlar aleyhine ırkçılık sayılabilecek ibareler yer alıyordu. Japonların doğuya taşınması 
lehine lobi faaliyetinde bulunan yerel grupların da ırkçı argümanlar kullandıkları görüldü.
II. Dünya Savaşı’ndan sonra çoğu Batı Polonya’daki 15 Milyon kadar Alman da, 1945 Potsdam Protokolünün XIII. Maddesi gereğince Almanya’ya göçe zorlandı.[39]
Kurtuluş Savaşı’ndan sonra yapılan nüfus mübadelesiyle Türkiye’den Yunanistan’a 900 bin Rum giderken, Yunanistan’dan Türkiye’ye 430 bin Türk daha geldi.
Bu kişilerin onayı alınmadan zorla yapılan nüfus hareketleri sonunda az sayıda insan öldüğüne kuşku yok. 1913-45 arasında böyle yirmi mübadele anlaşması yapıldı. Barış zamanında yapılan bu göçlerin çok daha düzenli olması ve ulaşım gibi fizik Şartların da elverişli bulunması nedeniyle kayıpların düşük düzeyde kalması, göçlerin zorla yapılmış olduğu gerçeğini değiştirmez.
Kısaca, tehcir bir grubu, ne grup niteliğiyle ne de başka bir nedenle yok etmek amacıyla değil, Rus işgal ordularıyla işbirliğine girmiş olan; bu çerçevede kılavuzluk ve casusluk yapan; isyanlar çıkaran; birlikleriyle Osmanlı ordusuna saldıran; lojistik hatlarını kesen; terörist gerillalarıyla Türk-Müslüman yerleşim birimlerine saldırıp katliamlara ve etnik temizliğe girişen Ermenileri doğu cephesinden ülkenin güneyine, savaş dışında kalan bir bölgeye taşımak amacıyla yapıldı. Tehcirin bu askeri gereklilik yönü, bugün geçerli olan hukuka da uygun[40]. Kaldı ki tehcir yapılmasaydı, tüm işaretler Rus ordusuyla birleşen Ermeni güçlerin, Balkanlar’daki gibi, çoğunluktaki Türk-Müslüman nüfusu soykırım boyutların da bir etnik temizlikle bertaraf ederek, kendi devletlerini kuracaklarını gösteriyordu. Tehcirin nedeni açık ve kesin biçimde askeriydi ve Türk-Müslüman nüfusun varlığı ve güvenliğini sağlamakla ilgiliydi. Bu haliyle Ermeni tehcirinin insanlığa karşı suç oluşturması söz konusu olamaz.

SONUÇ OLARAK
Bu Çalışmanın sonuçlarını Şöyle özetlemek mümkün:

1. Ermeniler, Osmanlı İmparatorluğu’nun toprakları üzerinde önce otonomi, sonra bağımsız devlet kurmak için siyasi ve silahlı faaliyetlerde bulunduklarından siyasi grup niteliğindedir. Bu nedenle Sözleşme 2. maddesi tarafından korunan dört grup arasına girmemektedirler.

2. Osmanlılarda Nazilerin Yahudilere karşı duyduğu anti-semitizme benzer bir anti- Ermenizm, bir başka deyişle Ermenilere karşı ırkçı bir nefret bulunmadığından tehcir, Ermenileri, grup olarak yok etme saikiyle yapılmamıştır Tehcir kararı Ermenilerin Rusya ile tarihi anlaşmalarla teyit edilen dostluk ve işbirliği çerçevesinde Rus işgal ordularıyla birleşip Osmanlı ordularına karşı başlattıkları harekatı önlemek ve ‘vilayat.ı sitte’ denen doğu bölgesindeki nüfusun %84'ünü oluşturan Türk ve Müslümanları, Balkanlardaki gibi soykırım boyutlarında bir etnik temizlikle yok etmesine engel olmak için alınmıştır. Tehcirin nedeni bir yandan askeri gereklere, öte yandan da Türk-Müslüman nüfusun varlığını savunmaya dönüktür.

3. Osmanlı Hükümeti’nde, Sözleşme 2. Maddede aranan Ermenileri yok etme kastı bulunmamaktadır. Yok etme niyetini kanıtlayacak yazılı ve sözlü belgeler olmadığı gibi, tüm belgeler tam tersine Ermenilerin korunmasını ve rahatça iskan edilmelerini öngörmektedir. Ölen Erme­nilerin sayısı, soykırımın mevcudiyetini ispattan çok uzaktır. Ermeni ölümlerinin önemli bir bölümü tehcir dışı nedenlerden kaynaklanmıştır. Aynı nedenlerle bölgede vuku bulan Türk sivil ölümleri çok daha yüksektir. Bu açıdan tehcir, Sözleşme 2 (e) anlamında, gizli ya da dolaylı bir soykırım değildir.

4. Katolik ve Protestan Ermenilerle, İstanbul, Aydın (İzmir dahil) ve Kütahya Ermenilerinin tehcire tabi tutulmaması, Osmanlıların gücünün yetersizliğinden ziyade, diğer bölgelerdeki Gregoryan Ermenilerin Rusların dindaşı olarak ve Rus ordularının ilerleme hattı üzerinde bulunmaları dolayısıyla tehcir edildiğini göstermekle, olayın askeri nedenini teyit etmektedir.

5. Bu koşullarda Sözleşme’ye göre soykırım olmayan tehcirin ardındaki askeri gerekler de göz önüne alındığında, hukuken insanlığa karşı suç kategorisine girdiği de savunulamaz. Zira tehcir sırasında, Roma Statüsü 7.Maddede aranan şartlar yerine gelmemiştir. Yani Ermeni nüfusa karşı, devletin bir planı çerçevesinde “yaygın ve sistematik bir saldırının parçası olarak”, insanlığa karşı suç oluşturan fiillerin çoğunun birlikte işlendiği bir durum ortaya çıkmamıştır. Tehcir, etnik temizlikten farklı olarak, Ermenilerin şiddetle yerinden atılmasını amaçlamamıştır. Ermenilere karşı dini veya başka bir ,nedenle mezalim yapılması söz konusu olmamıştır. Tehcir askeri güvenlik nedenleriyle yapılmıştır.

6. Bunun da ötesinde, Ermenilerin işgalci Rus ordularıyla birleşerek, Balkan Savaşlarındaki gibi bölgede çoğunlukta olan Türk ve Müslümanların soykırım boyutunda bir etnik temizlik yapmalarını engellemeyi amaçlamıştır. Bölgedeki çeteler, devletin olmayan saldırı kastını bilmelerine de imkan bulunmadığından, kendi özel amaçlarıyla göç halindeki Ermenilere saldırmış, öldürmüş ve mallarını yağmalamışlardır. Üç cephede çarpışan Osmanlı elindeki sınırlı jandarma güçleriyle bazen Ermenilerin hepsini etkin biçimde koruyamamıştır. Benzer iklim, coğrafya, gıdasızlık, ilaçsızlık ve hastalık şartları nedenleriyle, göçe zorlanan sivil Türklerin ölümlerinin Ermenilerden fazla olması da, tehcirde dolaylı yoldan yok etme amacı bulunmadığını göstermektedir.

7. Nihayet göç ettirilenlere karşı göç ettirenlerde bir acıma duygusu, istenmeyen olaylara karşı bir pişmanlık ve saldırganlara karşı kızgınlık doğmuştur. Adi suç kategorisine giren soygun ve öldürme sanıkları savaş sonundan önce yargılanmış ve çoğu idam edilmiştir.
--------------------------------------------------------------------------------

[1] Shabas, William A., Genocide in International Law, Cambridge University Press, 2000, s.7
[2] Report of the International Commission to Inquire into the Causes and Conduct of the Balkan Wars, Washington: Carnegie Endowment for International Peace, 1914, ‘Katliam, Göç, Asimilasyon Bölümü, s.148-58
[3] In the present Convention, genocide means any of the following acts committed with intent to destroy, in whole or in part, a national, ethnical, racial or religious group, as such: (a)Killing members of the group; (b) Causing serious bodily or mental harm to members of the group, (c) Deliberately inflicting on the group conditions of life calculated to bring about its physical destructi­on in whole or in part; (d) lmposing measures intended to prevent births wit­hin the group; (e) Forcibly transfering children of the group to anot­her group
[4] c. Crimes against humanity: Murder, extermination, enslavement, deportation and other inhuman acts done any civilian popula tion, or persecution on political, racial or religio us grounds... Buradaki ‘grounds’ sözcüğünün Türkçe hukuk dilinde ‘gerekçe’ anlamına geldiği ve yasa gerekçesinin İngilizce karşılığı olduğu; Fransızca’sının ise ‘neden’ anlamına ‘raison’ ol-duğunu belirtmek gerekir. (yazarın notu)
[5]… the crime (genocide) is committed on religious, racial, political or any other grounds…
[6]Article II in the present Convention, genocide means any of the following acts committed with intent to destroy, in whole or in part, a national, ethnical, racial or religious groups, as such:.. “ Buradaki ‘as such’ veya Fransızca’daki ‘comme telle’ grubun grup olması nedeniyle yok edilmesi anlamına geliyor.
[7] Ibid., Schabas, s.255; kitabı boyunca Ermenilerin soykırıma uğradıklarını sadece Ermeni yazar Vahakn N. Dadrian’ın yazılanna atfen belirten Schabas, klasik soykırımlar içinde Ermeni “soykırımını” zikretmiyor.
[8] Poliakov, Leon, Le Mythe Aryen, Editions Complexe, Paris, 1971 başta olmak üzere aynı yazarın eserleri
[9] Encyclopaedia Britannica, Macropaedia, 1985, Volume 15, s. 360-6
[10] Uluslararası Ceza Mahkemesi Roma Statüsü Madde 7: “İnsanlığa Karşı Suçlar
Bu statünin amaçları için “ İnsanlığa karşı suç ” herhangi bir sivil nüfusa karşı gerçekleştirilen yaygın ve sistematik saldırının parçası olarak ve saldırının amacını bilerek, aşağıdaki fiilleri işlemektir:

(a)Katl;
(b)yok etme;
(c)köleleştirme;
(d)tehcir ve zorla yapılan nüfus nakilleri;
(e)kanun dışı tutuklama…;
(f)işkence;
(g)Irza geçme...;
(h)Bir gruba veya topluluğa, siyasi, ırki, milli, etnik, kültürel, dini, cinsi, ve diğer nedenlerle yapılan mezalim...;
(i)Zorla kaybolmalar;
(j)Apartheid suçu
(k)Diğer insanlık dışı fiiller…”
7/2 (a): Herhangi bir sivil nüfusa karşı girişilen yaygın ve sistematik saldırı: Yukarıdaki fiillerin (a-k) herhangi bir sivil nüfusa karşı bir devlet veya örgüt politikasının sonucu olarak çok sayıda işlenmesidir.

[11] Ermeni nüfusu hakkında tahminler şöyle:

l.Ermeni Patrikhanesi’nin rakamlarını esas alan Marcel Leart’a göre 2,560,000
2.Ermeni tarihçi Basmaciyan’a göre 2,380,000
3.Paris Barış Konferansı’na katılan Ermeni Heyetine göre 2,250,000
4.Ermeni tarihçi Kevork Aslan’a göre 1,800,000
5.Fransız San Kitabına göre 1,555,000
6.Encyclopedia Britannica’ya göre 1,500,000
7.Ludovic de Constenson’a göre 1,400,000
8.H.F.B. Lynch’e göre 1,345,000
9.Revue de Paris’e göre 1,300,000
10.1893 Osmanlı istatistikkrine göre 1,001,465
11.1906 Osmanlı istatistiklerine göre 1,120,748
12.1. Dünya Savaşı'ndan hemen önceki Osmanlı istatistiklerine göre 1,295,000
13. İngiliz Yıllığına göre 1,056,000
[12] Başlıca Ermeni isyanları şunlar: 1862 ve 1895 Zeytun, 20.6. 1 890 Erzurum; 15.7.1890 Kumkapı; 892 Merzifon, Kayseri, Yozgat olayları; Ağustos 1894 1.. Sassun isyanı; Eylül 1895 Bab-ı Ali gösterileri; 1895-96 Van isyanı; 1895’de Ermenilerin silahlı saldırılar gerçekleştirdikleri şehirler: Trabzon, Erzincan, Bitlis, Maraş, Erzurum, Diyarbakır, Malatya, Harput; 26.8.1896 Osmanlı Bankası baskını; 1904 2. Sassun isyanı; 21.7.1905 Sultan Abdülhamit’e bombalı suikast saldırısı 1909 Adana İsyanı, Nisan 1915 Van İsyanı vb.
[13] Nalbandian, Louise, Armenian Revolutionary Movement, University of California Press, 1963, sf.110-111, Hınçak parti programı hakkında aşağıdaki bilgileri veriyor: “Ajitasyon ve terör halkın moralini yüksek tutmak için gerekliydi. Halk düşmanlanna karşı tahrik edilmeli, aynı düşmanların misilleme eylemlerinden de yararlanılabilmeliydi. Terör halkı korumak ve halkın güvenini kazanmak için bir yöntem olarak kullanılmalıydı. Parti, Osmanlı Hükümetini terörize ederek rejimin itibarını sarsmalı ve tümüyle yıkılması için çalışmalıydı. Hükümet terörün tek hedefi olmayacaktı. Hınçak, muhbirler ve casuslarla, o sırada hükümet için çalışan en tehlikeli Türk ve Ermeni kişileri yok etmek istiyordu. Bu açıdan kendisine yardımcı olması için parti, terörist eylemler yapacak özel bir örgüt kurmuştu. Genel isyan çıkarmak için en uygun zaman Türkiye’nin bir savaşa girmesiydi.
[14] Papazian, K. 8., Patriotism Perverted, Boston, Baker PresŞ, 1934, sf. 14-15, Taşnak Derneği hakkında şunları söylüyor: “A.R. Federasyonu (Taşnak) ayaklanma yoluyla Türk Ermenilerinin ekonomik ve siyasi bağımsızlığını sağlamayı amaçlıyordu. ...terörizm başından itibaren Kafkas Taşnak Komitesi tarafından bu amaca ulaşmak için bir yöntem ve politika olarak kabul edilmişti. ‘İmkanlar’ başlığı altında 1892 yılında kabul ettikleri programda aşağıdaki hususları okuyoruz: Ermeni Devrim Federasyonu (TaŞnak) ayaklan mayla amacına ulaşmak için devrimci gruplar oluşturur. Yöntem 8 aşağıdaki gibidir: Savaşmak ve hükümet mensuplarını ve hainleri teröre maruz bırakmak... Yöntem 11 ise: Hükümet kurumlarını yıkmak ve yağmalamak...”
[15] Loris-Melikoff, Dr. Jean, la Revolution Russe et tes Nouvelies Republiques Transcaucasìennes, Paris,1920, sf. 81, Taşnak’ın kurucularından ve ideologlarından olan yazar şöyle diyor: “Gerçek şu ki, parti (Taşnak Komitesi) , çıkarları halk ve milletin önünde tutan bir oligarşi tarafından yönetiliyordu Bunlar burjuvazi ve büyük tüccarlardan oluşuyorlardı. Sonunda bu imkanlar tükenince, Rus devriminin öğretisi olan ‘amaçlar araçları meşru kılar’ ilkesine uygun olarak teröre başvurdular.”
[16] 28.3.1894’te İstanbul’daki İngiliz Büyükelçisi Currje ‘Foreign Offlce’e şunları yazıyordu: “ Ermeni devrimcilerin amacı karışıklık çıkarmak, Osmanlıları şiddetle karşılık vermeye zorlamak ve böylece dış güçlerin müdahale etmesini sağlamaktır.
[17] McCarthy, Justine, Death and Exile..., sf. 339
[18] Tchalkouchian, Gr., Le Livre Rouge, Paris, 1919, sf. 12
[19] Tchalkouchian, Gr., op. cit.
[20] Andonian, Aram, Documents Officiels concernants les Massacres Armeniens, Paris, Armenian national Delegation, 1920
[21] Roma Statüsü madde 7 ve Eski Yugoslavya ile Rwanda Uluslar arası Mahkemeleri’nin statülerindeki ilgili maddeler.
[22] Osmanlı Belgelerinde Ermeniler (1915-1920), Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü, Ankara, 1994, sf. 8
[23] Ibid., sf. 31-32
[24] Ibid., sf. 11
[25] Ibid., sf. 12
[26] Ibid., sf. 35, 43, 44, 51
[27] Gürün, Kamuran, Le Dossier Armenien, Societe Turque D’Histoire, Triangle, 1983, Paris, sf. 284
[28] Ibid., si. 259: Cezalandırılan kişilerin illere göre dağılımı şöyle: Sivas 648; Mamuretilaziz 223; Diyarbekir 70; Bitlis 25; EskiŞehir29; Şebinkarahisar 6; Niğde 8; İzmit 33; Ankara 32; Kayseri 69; Suriye 27; Hüdavendigar 12; Konya 12; Urfa 189; Canik 14
[29] Genelkurmay, ½, KLS 361, dosya 1445, F. 15-22
[30] Gürün, op. cit., sf. 263
[31] FO. Hc. 1/8008, XC/A-018055, sf. 651
[32] McCarthy, op. cit., sf. 339
[33] Boudiere, Georges, “Notes sur la caınpagne de Syrie-Cillicie. L’affaire de Maras”, Tıırcica. IX/ 2-X, 1978, sf. 160
[34] Ermeni patriğinin İngilizlere verdiği bilgiler, FO. 371-6556/E.2730/800/44
[35] International Law Commission, 48th session, 6 May-26 July 1996, Draft Code of Crimes Against Peace and Security of Mankind, p. 92
[36] PCNICC/2000/INF/3/Add.2, sf. 9
[37] Ibid., sf. 15
[38]
Vilayetin İsmi Toplam Nüfus Ermeni Nüfus
Erzurum                  645,702                  134,967
Bitlis                 398,625                  131,390
Van                         430,000                    80,798
Elaziz                 578,814                    69,718
Diyarbakır         471 ,462                   79,129
Sivas              1,086,015                 170,433
Adana                 403,539                   97,450
Trabzon              1,047,700                  47,200

[39] Schabas, Ibid., sf. 195
[40] Protocol II Additional to the Geneva Conventions of 12 August 1949, article 17
 
http://www.eraren.org/bilgibankasi/tr/index2_1_1.htm

***

26 Ekim 2016 Çarşamba

ALDATILAN KİMLİK - GEÇİCİ SEVK VE İSKÂN KANUNU (TEHCİR)



ALDATILAN KİMLİK - GEÇİCİ SEVK VE İSKÂN KANUNU (TEHCİR) 


Gürbüz MIZRAK


1877-1878 Osmanlı-Rus harbinde Rusya’yı destekleyen isyancı Ermeniler,  1. Dünya Harbi’nde de aynı desteği tekrarlamış ve Rusya’nın yanı sıra bu ülkenin müttefiki olan İngiltere ve Fransa’nın Anadolu’yu işgaline de destek vermişler dir. 


Rus ordusu hududu geçer geçmez harp nedeniyle Osmanlı ordusunda silah altına alınan isyancı Ermeniler silahları ile topluca askerden kaçmışlardı. Bunlardan bir kısmı Rus ordularıyla birlikte Osmanlı ordusuna karşı savaşa katılırken, geride kalanlar gönüllü alaylar ve çeteler teşkil ederek Türk ordusunun ikmal hatlarına ve haberleşme tesislerine saldırılar düzenlemiş; Anadolu topraklarında ve Kafkasya’da Türk ve Müslüman katliamlarına girişmişlerdir. 


Sekiz ayrı cephede savaş veren Osmanlı Devleti ise askeri harekâtın yanı sıra Ermeni çetecilerin sivil halka karşı giriştiği katliamı önleyebilmek için geri bölgeye de kuvvet ayırmak zorunda kalmış, bu durum Türk ordusunun askeri harekâtını zaafa uğratmıştı. Cephe arkasının emniyete alınıp, askerin cepheye getirilmesi artık hayat-memat meselesiydi. Osmanlı Devleti’nin tüm ikazlarına rağmen Ermeniler özellikle masum sivil halka karşı soykırım denilebilecek ölçüde katliamlara devam etmekteydiler. 


Tarihte yukarıda anlatılan durumlarda Ruslar dâhil bazı ülkeler sivil halkı karşı cepheye doğru sürmüş, sivil halk iki ateş arasında kırdırılmıştır. Amerikalılar, tedbir olarak 2ci Dünya Harbi başlayınca Japon asıllı vatandaşlarını Japon sulhu imzalanıncaya kadar telle çevrili kamplarda ve Alman asıllı vatandaşlarını bu tür kamplar ile Ellis adasında 1948’e kadar tutmuşlardır. Oysa bu Amerikan vatandaşlarının her hangi bir isyanı veya düşmana hizmeti olmamıştı. Osmanlı bu dar zamanında kendisi için zor olanı, yani bela çıkartılan yerlerdeki halkın, ülke içinde savaşın olmadığı yerlerde bir süre ikamet ettirilerek, savaş kazanılınca dönmelerini, aşağıda detayları verilen geçici sevk ve iskânı arzulamıştır. 

Tarih, İtilaf ordularının Çanakkale'ye çıkarma yapmasının beklendiği ve İstanbul'un düşman eline geçme ihtimalinin arttığı, bu sebeple Osmanlı sarayı ve hükümetinin Eskişehir'e veya Konya’ya nakil kararının alındığı günlerdi. Köklü tedbirler almak zorunlu hale gelmişti. İsyana katılan Ermenilerin savaş bölgesin den uzaklaştırılması hayati bir önem arz ediyordu. Bunun için Osmanlı Hükümeti; 

. Vatan topraklarına göz diken emperyalistlerin (istilâcıların), Osmanlı tebaası olan Ermeniler arasına nifak soktuklarını ve bunları isyan ettirdiklerini, 
. İsyan eden Ermenilerin düşmanla işbirliği içinde, düşmana karşı savaşan ordunun harekâtını sabote etmek için cephe gerisinde her çeşit engellemeyi yaptıklarını, askere erzak ve mühimmat nakline mâni olduklarını, 
. Bir kısmının düşman saflarına katıldıklarını, 
. Askerî birliklere ve masum halka silâhlı saldırıda bulunduklarını, şehir ve kasabalarda katl ve yağmacılık yaptıklarını, 
. Düşman deniz kuvvetlerine erzak temin ettiklerini ve 
. Müstahkem mevkileri düşmana gösterdiklerini açıkladıktan sonra; devletin selâmeti için köklü tedbirlere, bu çerçevede harp sahasında olaylar çıkaran Ermenilerin başka bölgelere nakline karar verdi ve bu hususta bir tezkere hazırladı. 

Mecliste -Tezkere kapsamı genişletilerek- 30 Mayıs 1915 tarihinde “Tehcir” olarak bilinen “Geçici Sevk ve İskân” kararı çıkarıldı. Bu karar ve tehcirin nasıl uygulanacağı aynı gün Dâhiliye, Harbiye ve Maliye Bakanlıklarına tamim edildi. Buna göre: 

. Ermeniler kendilerine tahsis edilen bölgelere can ve mal emniyetleri sağlanarak rahat bir şekilde nakledilecekler. 
. Yeni evlerine yerleşinceye kadar iaşeleri muhacirin ödeneğinden karşılanacak. 
. Eski malî durumlarına uygun olarak kendilerine emlâk ve arazi verilecek. 
. Muhtaç olanlar için hükümet tarafından mesken inşa olunacak, çiftçi ve ziraat erbabına tohumluk, âlet ve edevat temin edilecek. 
. Geride bıraktıkları taşınır malları kendilerine ulaştırılacak, taşınmaz malları tespit ve kıymetleri takdir edildikten sonra, buralara yerleştirilecek olan Müslüman  göçmenlere tevzi edilecek. Bu göçmenlerin ihtisasları dışında kalan zeytinlik, dutluk, bağ ve portakallıklarla, dükkân, han, fabrika ve depo gibi gelir getiren yerler, açık arttırma ile satılacak veya kiraya verilecek, bedelleri sahiplerine ödenmek üzere mal sandıklarınca emanete kaydedilecek. 
. Bütün bu konular özel komisyonlarca yürütülecek ve bu hususta bir talimat name hazırlanacaktır. 

Yukarıdaki kararlarla ilgili olarak, “seferde ordu tarafından alınacak tedbirler hakkındaki Geçici Sevk ve İskân Kanunu” 1 Haziran 1915 günü yayınlanarak yürürlüğe girdi. Bu kanun kapsamında ordu komutanlarına; 

. Savaş sırasında Hükümetin emirlerine, memleketin savunulmasına ve asayişin korunmasına karşı çıkanlara müdahale, 
. Silâhlı saldırı veya direnişte bulunanlara karşı derhal askerî tertibat alma, 
. Tecavüz ve direnişte bulunan isyancıları imha etme, 
. Casusluk yaptıkları ve vatana ihanet ettikleri anlaşılan köy ve kasaba halkını, tek tek veya toplu halde başka yerlere sevk ve iskân etme yetkileri verildi. 



Böylece tehcir işi Orduya devredilmiş oldu. 

Tehcir Bölgesi 

İstanbul Ermenileriyle Kütahya sancağı ve Aydın vilayetindeki Ermeniler göç ettirilmemiştir. Tehcir; Kafkas, İran ile Sina ve Filistin cephelerinin güvenlik hattını oluşturan bölgelerdeki Ermenilerin yerlerinin değiştirilmesi amacıyla planlanmış, cephelerin güvenliğini tehlikeye sokacak bölgelerde uygulanmıştır. 
Bu bölgelerden birincisi Kafkas ve İran cephelerinin gerisinde bulunan Erzurum, Van ve Bitlis dolaylarıdır. Rusların -izlediği stratejilerden ve istihbarat 
raporlarından- Ermenileri kullanarak Eyâlet-i sitte adı verilen vilâyetlere hâkim olma planları ayan beyan ortadaydı. Bunu engelleme için ilgili bölgedeki Ermenilerin Rus sınırından daha uzak ve emniyetli bir yere sevki gerekiyordu. İkinci bölge ise Sina ve Filistin cephesi gerilerini oluşturan Mersin-İskenderun dolaylarıdır. Ermenilerin bu bölgelerde düşmanla işbirliği yaptığı ve İskenderun limanından bir çıkarma hareketini kolaylaştıracak faaliyetler içinde bulundukları tespit edilmişti. Britanya savaş gemileri İskenderun Körfezi yakınlarında dolaşıyordu. İngilizlerin, Fransız donanması ve Ermeni taburlarının desteğini de alarak bir çıkarma yapma tehlikesi vardı. Daha sonra tehcir uygulaması isyan çıkaran, düşmanla işbirliği yapan ve Ermeni komitacılarına yataklık eden diğer vilâyetlerdeki Ermenilere de teşmil edildi. 

Başlangıçta tehcire tabi tutulan Ermenilerin, Osmanlı Devleti toprakları içinde kalan Musul vilayetinin güney kısmı ile Zor ve merkez hariç olmak üzere Urfa sancaklarına ve Suriye vilayetinin doğu kısmı ile Halep vilayetinin doğu ve güney doğusuna nakledilmelerine karar verildi. Daha sonra ortaya çıkan riskler değerlendirilerek, 5 Temmuz 1915 tarihinde ilgililere gönderilen tebliğlerle Ermenilerin iskânlarına tahsis edilen bölge genişletildiği. Buna göre tehcire tabi tutulan Ermeniler; 

. Kerkük sancağının İran sınırına seksen kilometre mesafede bulunan köy ve kasabalarının dâhil olduğu, Musul vilâyetinin doğu ve güney bölgesinde; 
. Diyarbakır hududundan yirmi beş kilometre içerde, Habur ve Fırat nehirleri vadisindeki yerleşim yerleri dâhil olmak üzere Zor sancağının doğusu ve güneyinde, 
. Halep vilâyetinin kuzey kısmı hariç olmak üzere doğu, güney ve güney batısın da, 
. Suriye vilâyetinin Havran ve Kerek sancakları dâhil olmak üzere demiryolu güzergâhlarından yirmi beş kilometre dışında bulunan kasaba ve köylerde Müslüman nüfusunun %10'u nispetinde iskân edileceklerdi. 

Tehcire Tabi Tutulanlar ve Geride Kalanlar 

Tehcir bölgelerindeki Ermenilerden; 

. Hasta, âmâ, yetim çocuk ve dul kadınlar ile 
. Katolik ve Protestan mezhebinden olanlar; 
. Orduda subay ve sıhhiye sınıflarında hizmet görenler ve aileleri, 
. Merkez ve taşradaki Osmanlı Bankası şubelerinde, Reji İdaresi'nde ve bazı konsolosluklarda çalışan memurlar, 
. Tüccar, bazı amele ve ustalar hükümete sadık ve iyi halleri görüldükleri sürece tehcire tabi tutulmadılar. Arşiv bilgilerine göre 9 Haziran 1915'ten 
  8 Şubat 1916 tarihine kadar tehcirin uygulandığı muhtelif bölgelerde 33.921 kişi yerlerinde bırakılmıştır (Ek-2). 



Ereğli’de Müslümanlar tehcire karşı çıkmışlar ve buradaki Ermeniler büyük oranda yerlerinde kalmışlardır. Tehcir kanununa göre Müslüman evleri aranmadığından Anadolu’nun birçok kentinde Müslüman komşularının sakladıkları Ermeniler de tehcire tabi tutulmamıştır. 

Bazı kaynaklara göre Anadolu’da kendi imkânları ile tehcir yerlerinden ayrılanlar serbestçe yer değiştirmiş ve bunlar arasında Anadolu’dan İstanbul’a gelen yaklaşık 15.000 Ermeni de İstanbul Ermenilerinin evlerinde kalmışlardır. Arşavir Şiraciyan İstanbul’da saklananların büyük çoğunluğunun genç erkeklerden oluştuğunu, komiteci olduklarını ve silahlarının bulunduğunu yazmıştır. 

Yetim çocuklar ve dul kadınlar yetimhanelerde ve köylerde koruma altına alınmış, kendilerine maddî yardımda bulunulmuş, sevkiyat esnasında yetim kalan çocuklar yetimhanelere konulmuştur. Bununla ilgili olarak Hükümetin korunmaya muhtaç Ermeni aileler hakkında yayınladığı genel emirnamede: 

. Erkekleri sevk edilen veya askerde bulunan kimsesiz ve velisiz ailelerin, Ermeni ve yabancı bulunmayan köy ve kasabalara yerleştirilerek, iaşelerinin muhacirin 
tahsisatından verilmesi, 
. 12 yaşına kadar olan çocukların, bölgelerindeki yetimhanelerin yeterli olmaması halinde, zengin Müslüman ailelerin yanına verilerek yetişmelerinin ve eğitimlerinin sağlanması, 
. Hali vakti yerinde olmayan Müslüman ailelere ise muhacirin tahsisatından, çocukların iaşe masrafını karşılamak üzere 30 kuruş ödenmesi, 

. Genç ve dul kadınların kendi rızalarıyla, Müslüman erkeklerle evlenmelerine izin verilmesi yer almaktaydı. 

Başlangıçta bazı Ermeniler tehcirden kurtulmak için din değiştirme taleplerinde bulunmuş, ancak bunların İslâm adı altında yine fesatlıklarını sürdürebilecekleri kaygısıyla sevk edilmeleri emredilmiştir. Bununla beraber, tehcirin sonlarına 
doğru, din değiştirmek isteyen Ermenilerin müracaatları olumlu karşılanmıştır. 

Osmanlı Hükümeti tehcir sırasında yurt dışından gelecek veya yurt dışına çıkacak Ermenilerle ilgili tedbirler de aldı. Osmanlı tebaası olan 17-55 yaşları arasında bulunan erkek Ermenilerin yurt dışına çıkmaları yasaklandı. Tarafsız devletlerin vatandaşı olan Ermenilere ise savaş sonuna kadar dönmemek şartıyla Osmanlı ülkesinden ayrılmalarına izin verildi. Dışarıdan Osmanlı ülkesine girmek isteyen Ermenilere ise, hangi ülke vatandaşı olursa olsun katiyen müsaade edilmedi. 

Yanlışlıkla tehcire tabi tutulanlar, araştırılarak o sırada bulundukları şehirlere iskân edildi. Tehcir harici tutulanlardan zararlı faaliyetleri görülenler ister Katolik, ister Protestan olsun yeni iskân sahalarına sevk edildiler. 

Tehcir Öncesi Hazırlıklar 

Hükümet, Ermeni tehcirine başlamadan önce aşağıdaki tedbirleri aldı: 

. Bütün vilâyetlere “bölgelerinden geçecek kafilelerin ihtiyaçlarının karşılanması için gerekli tedbirlerin alınması ve yiyecek stoklanması” talimatını verdi. 
. İhtiyaçların tespit ve temini için İskân-ı Aşâir ve Muhacirîn Müdürü Şükrü Bey bizzat görevlendirildi. 
. Sevkiyat sırasında kafilelerin ihtiyaçlarının karşılanması için Konya, İzmit ve Eskişehir sancakları ile Adana, Halep, Suriye, Ankara ve Musul vilâyetlerine toplam   2.250.000 kuruş tahsis edildi. 

Tehcir sırasında ortaya çıkan ihtiyaç için vilâyetler kendi imkânları nispetinde yardımlarda bulunmuşlar, zaman zaman ihtiyaç durumuna göre merkezden yeni para tahsisleri de yapılmış, Amerika'dan Ermeni muhacirlere verilmek üzere gönderilen bir miktar para da Amerikan misyonerleri ve konsolosları tarafından Hükümetin bilgisi dâhilinde Ermenilere dağıtılmıştır. 

Tehcire tabi tutulan Ermenilerin 

. Devlete ve şahıslara olan borçları, ya ertelenmiş ya da tamamen af edilmiş, 
. Kafilelerine hastalık durumlarında tedavi edilmeleri için sağlık görevlileri atanmış, 
. Aralarında bulunan suçlu ve zanlılar hakkındaki takibat ertelenmiş, 
. Malları koruma altına alınmış, 
. Bozulabilir malları, hayvanları veya işletilmesi zorunlu olan imalâthaneleri, kurulan komisyonlar tarafından açık arttırma ile satılarak, paraları sahiplerine gönderilmiştir. 

Tüm bu işlemler yapılırken herhangi bir suiistimale meydan vermemek için büyük bir dikkat gösterilmiş, bu kapsamda vilayetlere aşağıdaki talimatlar verilmiştir: 

. Tahliye edilmiş olan bölgelere hiçbir şüpheli şahıs sokulmayacak. 
. Eğer bazı şahıslar ucuza mal satın almışlarsa, satışlar feshedilecek ve gerçek değeri takdir olunarak, meşru olmayan bir menfaat teminine meydan verilmeyecek. 
. Tehcir edilen Ermenilerin, istedikleri eşyayı götürmelerine müsaade edilecek. 
. Götüremeyecekleri eşyadan, durmakla bozulacak olanlar zaruri olarak satılacak, fakat bozulmayacak durumdaki eşyalar ise sahipleri adına korunacak. 
. Taşınmaz malların icar, ferağ ve rehin gibi işlemlerinin sahipleriyle olan ilgilerinin bozulmamasına dikkat edilecek ve tehcirin başladığı tarihten itibaren bu hükümlere 
  aykırı olarak yapılan uygulamalar varsa feshedilecek. 
. Bu mallar hakkında anlaşmazlık durumlarına meydan verilmeyecek. 
. Sevke tâbi tutulan Ermenilere, mallarını yabancılar dışında istediği kimseye satmalarına izin verilecektir. 

Talimatlar büyük bir titizlikle uygulanmaya çalışılmış, sevk edilen Ermenilerden kalan sanat ve ticaret müesseseleri iskân şirketleri kurularak, değerleri üzerinden bu şirketlere intikal ettirilmiş; satılan malların bedelleri Emvâl-i Metrüke Komisyonları tarafından sahiplerine gönderilmiştir. Nitekim iskân mahallerine varan muhacirler, kendilerine aktarılan bu paralarla işlerini kurmuşlar ve bölgeye uyum sağlamışlardır. 

Tehcirin Başlatılıp Sonlandırılması 

Tehciri başlatırken 

. Tehcire tabi tutulan kimselerin imhasının söz konusu olmadığı, sevkiyat esnasında emniyetlerinin sağlanması ve iaşelerine ait her türlü tedbirin -muhacirin tahsisatından sarfiyat yapılarak - alınması, 
. Tehcirin gayesinin hükümet aleyhine faaliyetlerde bulunmalarını engellemeye ve bir Ermenistan Hükümeti teşkili hakkındaki hedeflerini gerçekleştirmelerine mani olmaya matuf olduğu, 
. Yerlerinde kalan Ermenilerin bundan sonra yerlerinden çıkarılmayacağı, asker aileleriyle ihtiyaç nispetinde sanatkâr, Protestan ve Katolik Ermenilerin sevk edilmeyeceği, 
. Ermeni kafilelerine saldırıda bulunanlar veya bunlara önayak olan jandarma ve memurlar hakkında şiddetli kanunî tedbir alınacağı ve bu gibiler derhal azl edilerek Divan-ı Harbe teslim edileceği; bu gibi olayların tekrarından vilâyet ve sancakların sorumlu tutulacağı hususları yetkililer tarafından ilgililere sıklıkla hatırlatılmıştır. 

İskâna tabi tutulanlar, istedikleri hayvanlarını yanlarına alabiliyor, eşyalarını kağnılarla taşıyorlardı. Kendi kağnısı olmayana devlet bu seyahat için sürücüsü ile bir kağnı veriyordu. İsteyenlerin kıymetli eşyaları denk içinde depo olarak kullanılan kiliselerde, kilit altına alınıyordu. Sahipleri geri döndüklerinde emanetlerini alabilirlerdi. Asıl jandarmalar cephede savaşta olduğundan 
imkânlar ölçüsünde oluşturulan jandarmaların korumasında birkaç yüz kişilik gruplar halinde Haziran sonlarından itibaren yollanmaya başlandılar. Yollarda muayyen yerlerde revir ve Ermeni Papazların bile bulundurulduğu dinlenme-besleme kampları oluşturulmuştu. Bu şekilde Ermeni kafileleri, iskân sahalarına dağıtılmak üzere yol kavşakları üzerinde belirli merkezlerde toplandı. Kafilelerin, muhtemel zorluklarla karşılaşmamaları, emniyet ve muhafazalarının sağlanması için uygun ve yakın güzergâhlardan nakilleri plânlandı. Nitekim Musul'a Kayseri'den ve Samsun'dan gönderilenler Malatya üzerinden; Sivas, Mamuretülaziz, Erzurum ve havalisinden gönderilenler ise Diyarbakır-Cizre yolundan sevk edilmişlerdir. 

Yolların yoğunluk ve sancakların asayiş durumları dikkate alınarak zaman zaman güzergâhlarda değişiklikler de yapılmıştır. 


Bütün bu güzergâhların seçiminde tren yolları ve nehir nakliye araçları en emniyetli olduklarından dolayı tercih edilmiştir. Nitekim Batı Anadolu'dan iskân mahalline gönderilenlerin hemen hepsi trenlerle nakledilmiştir. Cizre yolu ile sevk edilenler de tren ve "Şahtur" denilen nehir kayıklarıyla taşınmışlardır. Tren ve nehir nakliyatının bulunmadığı yerlerde kafileler hayvan ve arabalarla belli merkezlere toplanmışlar ve buralardan trenlere bindirilmişlerdir. Trenle gidenler yerleşim bölgelerine olaysız ve az kayıplarla varabildiler. Nitekim güneye yollanan ilk kafilede olan Protestan Ermenilerim vekili Zenop Bezciyan, döndükten sonra İstanbul’daki ABD büyükelçisi Morgenthau’u ziyaret ederek, “hiçbir olay olmadan yerlerine varıp yerleştiklerini ve yeni ikamet yerlerinde iş tuttuklarını” ifade etmiştir. 

 Osmanlı Hükümeti savaş şartlarına rağmen, sevkiyatın bir düzen içinde yürümesine ve kafilelerin herhangi bir zarara uğramamasına itina etmiş, bunun için elindeki imkânları zorlayarak nakli gerçekleştirmeye çalışmıştır. Cepheye asker ve zahire nakli sebebiyle, zaman zaman muhacirlerin sevkinde vasıta sıkıntısına düşülmüştür. Hükümetin, tehcire tabi tutulan Ermenileri büyük bir intizam içerisinde yeni yerleşme alanlarına sevk etmeyi başardığı yabancı misyon tarafından gönderilen raporlarda da doğrulanmıştır. Amerika'nın Mersin Konsolosu Edward Natan, 30 Ağustos 1915'te Büyükelçi Morgenthau’ya 
gönderdiği raporunda, “Tarsus'tan Adana'ya kadar bütün hat güzergâhının Ermenilerle dolu olduğunu; kalabalık yüzünden birtakım sıkıntıların olmasına rağmen Hükümetin bu işi son derece intizamlı bir şekilde idare ettiğini; şiddete ve düzensizliğe yer vermediğini; göçmenlere yeteri kadar bilet sağladığını; muhtaç olanlara yardımda bulunduğunu” belirtmiştir. Buna karşılık Ermeni komiteleri, tehcir devam ederken bile, saldırılarına devam etmiş, âdeta tehcirde devletin ne kadar isabetli davrandığını göstermişlerdi. 

Hükümet; 

. Nakil sırasında konvoylara emniyet kıtaları ve sağlık ekipleri refakat ettirmiş, 
. Nakledilenlerin devlete olan borçlarını silmiş, 
. Kendi ordusuna bile yemek çıkaramazken, tehcire tabi Ermenilerin iaşesini sağlamıştır, 
. Yeni gittikleri bölgelerde toprak, ev, sermaye ve mesleklerini yapabilmeleri için ücretsiz olarak mesleki alet vermek suretiyle gelecek yaşamlarını kolaylaştıracak her türlü yardım ve desteği sağlamıştır. 

Aynı tarihlerde Ruslar, Kafkaslardan bir milyona yakın Müslüman göçmeni aç ve perişan bir şekilde Osmanlı topraklarına sürmüş, yollarda bunlardan yüz binlercesi ölmüştür. Bu yüzden Osmanlı Hükümeti, bir yandan da bu Müslüman göçmenlerin yerleştirilmeleri ve iaşelerinin temini ile uğraşmak durumunda kalmıştır. 

Savaş ortamının getirdiği olumsuz şartlar, kafilelerin emniyetinin sağlanmasını ve iaşelerinin teminini güçleştirmiştir. Yollarda yer yer görülen salgın hastalıklardan can kayıpları olmuştur. Bu kargaşada dağ başlarında idarenin emir ve bilgisi aksine, hırsızlık yapan, cinayet işleyen, ırza geçen, askerin kumanyasını çalıp karaborsada satan, hayvan yemlerini bile çalanlar olmuştur. 
Hama'da bulunan kafilede her gün tifo ve dizanteriden 70-80 kişinin öldüğü ve derhal tedbir alınması hususunda emir verildiği rapor edilmiştir. Kafilelerden bazılarının Arap ve Kürt aşiretlerinin saldırılarına maruz kalarak soyulduğu ve öldürüldüğü istihbaratı alınmıştı. Bu çerçevede bir Amerikan tarihçi şöyle yazmıştır: “Kürt ve diğer haydut çetelerince bazı kafilelere yapılan hücumlar 
hükümetin kontrolü dışındaydı, yokluk ve fukaralık bölgede yaşayanların tümü tarafından pay ediliyordu…”. Erzurum Vilâyeti'nden, Dersim eşkıyasının sevk olunan Ermeni kafilelerinin yolunu keserek katlettikleri ve onları kurtarmanın kabil olmadığı, bildirilmiştir. Bunun üzerine yetkililer ilgili Vilâyetlere, 

. Bundan böyle zaptiyesiz hiç bir kafilenin yola çıkarılmaması ve sevkiyatın emniyet içinde yapılması için gerekli tedbirlerin alınması, kafileleri koruyan muhafızların sayılarının arttırılması; 
. Sevkiyat sırasında güzergâhta bulunan aşiretlerin ve köylülerin taarruzlarına karşı her türlü vasıtanın kullanılması, katle ve gaspa cüret edeceklerin şiddetle  cezalandırılması talimatları vermiştir. 

Hükümet, bu talimatlarına istinaden; 

. Ermeni kafilelerine saldıranlardan kaç kişinin cezalandırıldığını soruşturmuş ve 
. Ermeni kafilelerinin sevki sırasında ihmali veya yolsuzluğu görülen görevlileri tespit etmek üzere tahkik heyetleri kurmuş, 
. Tahkik heyetlerinin verdikleri raporlar ışığında, görevini kötüye kullanan pek çok görevliyi, işten el çektirmiş; bir kısmını Divan-ı Harb'e sevk etmiş, yargılatarak ağır  cezalara çarptırılmalarını sağlamıştır. 

Çeşitli yollardan sevk edilen Ermenilerin ayrıldıkları ve vardıkları yerlerdeki sayıları devamlı şekilde kontrol edilmiş, Ermenilerin belli bir yerde yoğun olarak bulunmaları sakıncalı bulunarak, ayrı kasaba ve köylere yerleştirilmeleri plânlanmıştır. Osmanlı Arşivi'nden derlenen bilgilere göre 9 Haziran 1915'ten 8 Şubat 1916 tarihine kadar tehcirin uygulandığı muhtelif bölgelerden 
iskân sahalarına Ek-2’deki verilere göre 431.513 kişi nakledilmiş ve 33.921’iyerlerinde bırakılmıştır. ABD görevlileri tehcire tabi 
tutulan Ermeni sayısını kendilerince kabul edilen en iyi enformasyon kaynaklarına göre 486.000 olarak vermiştir (Ek-3). 



Burada dikkat edilmesi gereken husus sayıların Osmanlı verilerinde belgelere dayalı ve rakamların detaylı olarak verilmesi, ABD kayıtlarında ise kendilerince en iyi enformasyona (bilgiye) dayandırılması ve kabaca yuvarlatılmış olmasıdır. İki veri arasındaki farklılık, büyük ihtimalle ABD kaynaklarında propaganda amaçlı olarak sayıların abartılı olarak yuvarlatılmasından kaynaklanmış olabilir. 


Tehcir sırasında sevkiyat gerek iklim şartları, gerekse meydana gelen yığılmalar yüzünden zaman zaman durdurulmuştur. Ermeni sevkiyatı 15 Mart 1916 tarihinde vilâyetlere ve sancaklara gönderilen bir genel emirle sonlandırılmış, bu tarihten itibaren hiçbir sebep ve vesileyle sevkiyat yapılmaması bildirilmiştir. O tarihte henüz iskân mahallerine varmamış, yani yollarda olan Ermenilerin, bulundukları vilâyet dâhiline yerleştirilmeleri talimatı verilmiştir. Ermeni nüfusun büyük kısmının Suriye tarafına nakledilmesi sebebiyle, 10 Ağustos 1916 tarihinde İstanbul'daki Ermeni Patrikhanesi lağvedilerek Kudüs'e nakledilmiş; bu arada Sis ve Akdamar Katogikoslukları da birleştirilerek Kudüs'e kaldırılmıştır. 


Osmanlı Devleti’nin kayıtlarına göre tehcire tabi tutulan 431.513 Ermeni’den 382.148’i (% 82’si) tehcir yerlerine ulaşmıştır. Aradaki fark 56.610 kişi olup, bunlardan 500‘ü Erzurum-Erzincan arasında, 2000’i Meskene’de, 2000’i Mardin civarında ve 5000’i Dersim bölgesinde eşkıya saldırıları sonucunda öldürülmüştür. Bunlara ilave olarak yolculuk esnası ve varılan yerlerde Tifo, Dizanteri gibi hastalıklardan 25.000 civarında ölen olduğu tahmin 
edilmektedir. Nitekim 1. Dünya Harbi yıllarında 1915-1918 yılları arasında Osmanlı ordusunda da hastalıklar nedeniyle 466.759 kişinin vefat ettiği dikkate alındığında tehcir sırasındaki ölümlerin çoğunun salgın hastalıklardan kaynaklandığı gerçeği daha kolay anlaşılabilmektedir. 

Öte yandan tehcir bölgesinde bulunan Ermenilerden bir bölümünün Rusya'ya, Batı ülkelerine ve Amerika'ya gittiklerine/götürüldüklerine dair bilgiler vardır. Nitekim belgelerde, Osmanlı ordusunda silah altında bulunan Ermenilerden 50.000'inin Rus ordusuna iltihak ettiğine, yine Türklerle savaşmak üzere binlerce Ermeni’nin de Amerikan ordusunda üç-dört yıl eğitim gördüğüne dair, merkezi İstanbul'da bulunan ve Osmanlı ülkesindeki Ermenileri menfaat karşılığında 
Amerika'ya kaçıran bir şebekeye ait belgeler vardır. Ayrıca, Ermeniler ve diğer yabancıların verdikleri bilgilere göre; tehcir dışında Kafkasya'ya 345 bin, Suriye'ye 140 bin, Yunanistan ve Ege Adalarına 120 bin, Bulgaristan'a 40 bin, İran'a 50 bin, Lübnan'a 50 bin, Ürdün'e 10 bin, Mısır'a 40 bin, lrak'a 25 bin; Fransa, ABD, Avusturya ve diğer bazı ülkelere 35 bin olmak üzere, toplam 

855.000 Ermeni’nin yurt dışına çıktığı anlaşılmaktadır. Bu miktara tehcir yerlerine ulaşan 382.148 Ermeni dâhil edildiğinde toplam sayı 1.237.148 rakamına ulaşmaktadır. Osmanlı Ermenilerinin 1914 Nüfus istatistiğine göre sayılarının 1.221.850 olduğu bilindiğine göre, Ermenilerin iddia ettiği gibi bir Ermeni soykırımı veya 2-3 milyon Ermeni’nin yok edilmesi mümkün değildir. 

Yukarıda verilen bilgilerden de anlaşılacağı gibi Osmanlı tebaası pek çok Ermeni, harpten önce ve harp sırasında Amerika ve Rusya başta olmak üzere çeşitli ülkelere dağılmışlardır. Gösterilen itinaya rağmen; Osmanlı belgelerine göre 1915 yılındaki tehcir esnasında salgın hastalıklardan 25 bin, eşkıya saldırıları sonucu 9 bin civarlarında Ermeni'nin öldüğü anlaşılmaktadır. Bunların 
dışında ölüm kayıtlarına rastlanılmamaktadır. 

Bütün aksamalara rağmen, “Geçici Sevk ve İskân” yasası istenilen sonucu vermiştir. Ermeni köyleri boşalınca, Ermeni çeteleri saklanacak-beslenecek yer bulamamışlar; sabotajlar bitmiş, asker de savaş yerlerine gidebilmiştir. 

Musa Dağı Ermenileri 

Bazı Ermeniler tehcir uygulamalarına karşı isyan etmişlerdir. Bunlardan, Antakya’nın Samandağ’ı ilçesinde, Asi nehrinin denize döküldüğü noktanın kuzeyindeki köylerde yaşayanların hikâyesi ilginçtir. Ermeni Diyaspora sermayesinin, Dünya kamuoyunu Türkler aleyhine kışkırtmak için yayınlattığı kitaplar ve vizyona koydurttuğu filmlere başlık olan “Musa Dağı” bu yörededir. Adı geçen dağ 1555 metre yüksekliğinde, kayalıklar ve çalılıklarla kaplı, batısından denizle çevrili, Suriye ve Lübnan’a giden yolun kavşağındadır. Musa Dağı Ermenileri -yörelerinin konumunun sağladığı avantajlardan da yararlanarak- silah ticareti (kaçakçılığı) yapmakta, Fransızlar ve isyancı Arap liderleri ile ilişki içinde bulunmaktaydılar. 

Fransızlar; Birinci Dünya Harbi'nde Hatay ve Halep vilayetlerinin Akdeniz'e en önemli giriş ve çıkış kapısı olarak gördükleri İskenderun ve Samandağ bölgelerine önem vermişler, bu bölgelere çıkarma harekâtı yapma imkânlarını araştırmışlardır. Bu amaçla İskenderun Şehrini 6 defa bombalamışlar, bölgenin Hıristiyan halkını ayaklandırarak Osmanlı hükümetini güç durumda bırakmak istemişlerdir. 

Fransızların çıkarma planını ve Musa Dağı’ndaki altı Ermeni köyü ile ilişkilerini bilen Osmanlı Hükümeti, bu köyler için göç ettirme kararı aldı. Göçe hazırlık için yedi gün süre verildi. Bu karara uyan bir kısım Ermeni, planlandığı gibi Türk muhafızların eşliğinde önce Antakya’ya, oradan da iskân yerlerine ulaştırıldılar. 

Bölgelerine Fransız ve İngilizlerin çıkarma yapacağına inandırılmış isyancı Ermeniler ise göç kararına karşı çıktılar. Bunlar; önemli miktarda silah, yiyecek ve malzemeyi Musa Dağı’nın tepesindeki kayalık bölgeye taşıdılar. Siper kazarak ve kayaları yuvarlayarak barikatlar kurup, keskin nişancılarını bu barikatlara yerleştirdiler. Göç kararını uygulatmak için bölgeye gönderilen jandarmayla 
silahlı mücadeleye başladılar. Daha sonra da Fransız ve İngiliz gemileri tarafından Kıbrıs’a kaçırılıp oradan da Mısır’ın Port-Sait liman şehrine götürüldüler. Buradaki İngiliz askeri tesislerine yerleştirildiler. 

İngilizler sığınmacı Ermeniler için yaptıkları barınma masrafından kurtulmak istiyorlar, Fransızlar da bunları Adana-İskenderun bölgesinde Osmanlıya karşı çete savaşlarında kullanmayı planlıyorlardı. Aralarında yapılan uzun tartışmalardan sonra, Musa Dağı Ermenilerinin yeniden Kıbrıs’a getirilmeleri kararlaştırıldı. Yunanistan’ın Larnaka konsolosu da; “Osmanlı Devleti’nin dağılmak üzere olduğu, Kilikya’da bir Ermeni devleti kurulacağı, Kıbrıs’ta bulunan Ermenilerin Kilikya’ya gönderileceği” söylenerek ikna edildi, hatta konsolostan yardım vaadi alındı. 

Musa Dağı Ermenilerinin yerleştirileceği yer için Kıbrıs’ın Gazimagusa ilçesinin kuzeyinde bulunan stratejik Monargo bölgesi seçildi. Burada oluşturulan kampa Musa Dağı Ermenileri iskân edildiler. Fransızlar, içlerinden asker olarak kullanılabilecek 500 ve işçi olarak yararlanacakları 100 kadar Ermeni’yi “Monargo (Boğaztepe) Ermeni Lejyonu Kampı”na aldılar. 


Bu kampta eğitim gören Ermeniler; Fransızlar ve İngilizler tarafından Çukurova, Antep, Maraş ve Urfa’nın işgalinde; basım yayın işlerinde, Ermeni çetelerine silah temininde, casusluk faaliyetlerinde ve Kıbrıs’taki Türk esir kampının kontrolünde 
kullanılmışlardır. Kampın kapatılmasından sonra bir kısım Ermeni, İngiliz askeri yetkililerin sağladığı kolaylıklardan yararlanarak Yunan Ordusuna ve daha sonra da İzmir’in işgaline katılmışlardır. Birinci Dünya Savaşı’nın sonunda Musa Dağı Ermenilerinden bazıları, Fransızlar tarafından işgal edilen bölge içinde kalan köylerine geri döndüler. Hatay’ın 1939’da Türkiye’ye katılmasıyla bu Ermenilerin suçluluk duygusu taşıyan önemli bir kısmı bölgeyi terk etti.

Geriye Musa Dağının eteklerindeki Vakıflı köyünde yaşayan Ermeniler kaldı. 



...

30 Nisan 2015 Perşembe

24 NİSAN 1915 TEHCİR (YER DEĞİŞTİRME) OLAYI NEDİR ? GERÇEKTEN SOYKIRIM AMACIYLA MI YAPILMIŞTIR? (1)






24 NİSAN 1915 TEHCİR (YER DEĞİŞTİRME) OLAYI NEDİR ? GERÇEKTEN SOYKIRIM AMACIYLA MI YAPILMIŞTIR? (1)







 Şüphe edilmemek gerekirdi ki, Ermeni katliamı konusundaki sözler, gerçeğe uygun değildi. Aksine, güney bölgelerinde, yabancı kuvvetler tarafından silahlandırılan Ermeniler, gördükleri koruyuculuktan cüret alarak bulundukları yerlerdeki Müslümanlara saldırmakta idiler. İntikam düşüncesiyle her tarafta insafsız bir şekilde öldürme ve yok etme siyaseti gütmekte idiler. Gazi Mustafa Kemal Atatürk (Nutuk-1927)
———————————————————————–
Küresel emperyalizmin güdümündeki Ermeni Diasporasının başarılı algı yönetimi çalışmaları sonucu 24 Nisan 1915 tarihinde Ermeni toplumunun bazı kesimlerine uygulanan TEHCİR (Bir yerden başka bir yere göç ettirmek, yer değiştirip hicret ettirmek) faaliyeti, “Ermeni Soykırımı yapıldı” şeklinde 100 yıldır tekrarlanmaktadır.
Sözde Ermeni Soykırımı iddialarının 100 üncü yılına denk gelen 24 Nisan 2015’te, Türk milletinin  tümünün soykırımcı ilan edilmesi için Papa’nın ve Avrupa Parlamentosu’nun da dahil olduğu uluslararası bir karalama kampanyası başlatılmıştır. Burada ilginç olan ve insanlarımızı derin üzüntüye sevkeden husus, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin iktidar ve muhalefet  kanadına mensup bazı milletvekillerinin de bu mesnetsiz iddiaları destekler duruma gelmiş olmasıdır.
Arapça asıllı bir kelime olan TEHCİR, “Bir yerden başka bir yere göç ettirmek, yer değiştirip hicret ettirmek anlamındadır. (2)
Savaş zamanı Ermeni isyan ve katliamlarına önlem almak amacıyla Talat Paşa Hükümetinin başlattığı ve Osmanlı Mebusan Meclisinin uygun gördüğü yer değiştirme faaliyeti her yerde değil, doğrudan doğruya cephelerin güvenini tehlikeye sokan başlıca iki bölgede uygulanmıştır.
Bunlardan birincisi, Kafkas ve İran cephesinin gerisindeki Erzurum, Ağrı, Van, Bitlis dolaylarıdır. Diğeri ise, Arap yarımadasında Sina cephesi gerisi yani Mersin-İskenderun bölgeleridir.
Ermeni komitelerinin baskı ve tahrikleri ile Osmanlı Ermenileri, her iki bölgede de düşmanla işbirliği yapmışlardır.  Ayrıca onların hareketlerini kolaylaştıracak ciddi faaliyetlerde bulunmuşlardır. Başlangıçta Tehcir uygulaması sadece iki bölgeyi kapsamıştır. Bilahare düşmanla işbirliği yapan, Ermeni komitacılarına yataklık yaparak devlete karşı isyan eden diğer vilâyetlerdeki Ermenileri de kapsayacak şekilde tehcir genişletilmiştir.
Alınan Tehcir Kararı ülkedeki tüm Ermenilere uygulanmamıştır. Katolik ve Protestan Ermenilerin yanı sıra, Osmanlı ordusunda subay olan  ve sıhhiye sınıflarında hizmet gören Ermeniler ile Osmanlı Bankası şubelerinde ve konsolosluklarda çalışan bazı Ermeniler devlete sadık kaldıkları sürece göçe tabi tutulmamışlardır.
Öte yandan, hasta, özürlü, sakat ve yaşlılar ile yetim çocuklar ve dul kadınlar sevke tabi olmamış, yetimhaneler ve köylerde koruma altına alınarak ihtiyaçları devletçe ‘Göçmen Ödeneği’ üzerinden karşılanmıştır. Daha sonra bunlar arasından da zararlı faaliyetleri tesbit edilen bazı aileler de göçe tabi tutulmuşlardır.
İngiliz ile Fransız destek ve yönlendirmesiyle Ermeniler, birtakım sahte ve uydurma belgelerin arkasına gizlenerek, dünya kamuoyunu Ermeni tehcirinin soykırım amacıyla yapıldığı şeklinde kandırmayı başarmışlardır. Üç yüz binden, üç milyona kadar değişen rakamlarla ifade edilen Ermeni katliamının hiçbir resmi ve geçerli dayanağı mevcut değildir. Bunu özellikle vurgulamaktan çekinmiyorum. Çünkü Osmanlı başkentini üç yıldan fazla işgal altında bulunduran İngiliz ve Fransızlar, Osmanlı arşivini didik didik etmelerine rağmen Ermenilere soykırımı ispat edecek hiçbir belgeye rastlamamışlardır.
Eğer Osmanlı Devleti Ermenileri soykırıma tabi tutmak isteseydi. Onların yerlerini değiştirmek zahmetine katlanmadan bulundukları bölgelerde kolaylıkla soykırıma tabi tutardı. Böylece kafile güvenliği, iaşe ve ibadesi işleri için, savaş zamanı gücünü muhafaza edebilmesi için çok ihtiyaç duyduğu maddi fedakârlıklara ihtiyaç kalmazdı.
Burada soykırım değil, tam tersi bir ırkı ve milleti soykırımdan koruma gayretleri vardır. Devlet, bir yandan savaş için cephe gerisinde güvenliği sağlarken asıl amacı kendi tebası olan Ermeni vatandaşlarının can ve mal güvenliğini sağlamaktı.
Nitekim 1915 Mayısında başlayıp 1916 Ekim ayına kadar devam eden göç ettirme ve yeniden yerleştirme sırasında, bütün imkânsızlıklarına rağmen aldığı olağanüstü tedbirlerle, zor savaş şartlarına rağmen tehcire tabi Ermenilerin can ve mal güvenliğini sağlamak için âdeta yeni bir cephe açmış gibi çok ağır idarî, askerî ve malî yükler altına girmiştir.
Aklıselim sahibi tarihçiler Osmanlı aydınının  devlete olan bağlılıklarından dolayı Millet-i Sadıka olarak nitelendirdiği bir halka karşı, birdenbire tavır değiştirmesini gerektirecek mantıki bir sebep bulamamışlardır.  Bu olayda Osmanlı devletinin geleneksel politikalarından sapma yoktur. Sapma Rusya başta olmak üzere sömürgeci batının hayâli bağımsızlık vaatlerine kanan Ermenilerdedir.
Tehcir olayı başından beri kesinlikle soykırım amacı gütmemiştir.  Aksine Osmanlı Devleti’nin savaş şartları altında kendi halkının güvenliğini sağlamak için gerek gördüğü çok başarılı bir sevk ve yeniden iskân hareketidir. Bu Tehcir Harekâtı, benzeri durumlarla karşılaşacak ülkeler için örnek alınacak yer değiştirme faaliyeti olmasına rağmen muzır ve şartlandırılmış beyinlerce saptırılmış ve soykırım olarak nitelendirilmiştir. Aslında bu tutum ve davranış bu şekliyle tarihe ve tarihçilere hakaret niteliği taşımaktadır.
Ruslar ve İngilizlerin kışkırtmaları sonucunda meydana gelen isyan ve katliamlar sonucu Osmanlı hükümeti, Ermeni Patriğini, Ermeni milletvekilleri ve Ermeni cemaatinin ileri gelenlerini toplamış ve onlara; Ermeni cemaatini derhal uyarmalarını, İmparatorluk dâhilindeki Müslümanlara yönelik saldırılarına devam ettikleri takdirde zecri tedbirler almak zorunda kalacağını bildirmiştir. Fakat uyarı asla sonuç vermemiştir.
 Olaylar artınca ordunun cephe gerisinin acil emniyete alınması ihtiyacı ortaya çıkmıştır.  Bunun sonucunda bugün “Ermeni soykırım günü” olarak dünyaya kabul ettirilmeye çalışılan 24 Nisan 1915 tarihinde bütün Ermeni Komiteleri kapatılmıştır. Bu komitelerde yönetici olarak görev almış 2345 kişi ‘Devlet aleyhine faaliyette bulunmak’ suçundan tutuklanmıştır.
Bu tutuklamaların yankısı çok büyük olmuştur. Eçmiyazin (Bugünkü Vagrsabat: Erivan’ın batısında) Başpiskoposu Kevork Efendi kendilerine hami olarak gördükleri ABD’nin Cumhurbaşkanı’na çektiği şu telgrafla resmen yardım talep etmiştir;
“Sayın Başkan, Türkiye Ermenistanı’ndan aldığımız son haberlere göre, orada katliam başlamış ve organize bir tedhiş Ermeni halkının mevcudiyetini tehlikeye sokmuştur. Bu nazik anda Ekselanslarının ve büyük Amerikan milletinin asil hislerine hitap ediyor, insaniyet ve Hıristiyanlık inancı adına, büyük Cumhuriyetinizin diplomatik temsilcilikleri vasıtasıyla derhal müdahale ederek, Türk fanatizminin şiddetine terkedilmiş Türkiye’deki halkımın korunmasını rica ediyorum.”
Rusya’nın Washington Büyükelçisi’de bu mektubu fırsat bilerek ABD makamları nezdinde Ermenilerin sözcülüğünü üstlenmiştir.  Bu temaslar sadece ABD ile sınırlı kalmamıştır.  Sömürgeci bazı Avrupa ülkeleri nezdinde de girişimlerde bulunarak bu tutuklamaları tam bir katliam gibi gösterme çabaları yaygınlaşarak devam etmiştir.
Diaspora Ermenilerinin ‘Ermeni soykırımının yıldönümü’ diyerek her yıl anma yaptıkları 24 Nisan devlet aleyhine faaliyette bulunan ve masum halkı  katleden 2345 çeteci Ermeni’nin yargılanmak üzere   tutuklandıkları tarihtir. Aslında bu tarihin, sözde soykırım şöyle dursun, soykırım iddialarına temel oluşturduğu iddia edilen “Tehcir” uygulamasıyla dahi ilgisi yoktur.
Tehcir uygulaması esnasında Ermenilerin iddia ettiği gibi 1.5 milyon Ermeni ölmemiştir. Osmanlı Devletinin resmi kaynakları ve istatistikler 1915 yılında bütün Osmanlı topraklarında yaşayan Ermeni toplumunun nüfusunun 1.250.000 civarında olduğunu göstermektedir. Devlet kayıtlarında ne kadar Ermeni’nin Tehcir/yer değiştirme uygulaması çerçevesinde bulundukları yerden çıkarıldığı ve ne kadarının sağ salim yeni yerleşim bölgelerine ulaştığı da belgeleriyle bulunmaktadır.
1914 yılı nüfus sayımına göre, Osmanlı Devleti tebası olan Ermenilerin nüfusu 1.221.850′ kişidir. Yer değiştirmeye tabi tutulmayan nüfus ise toplam 167.778’dir. 9 Haziran 1915’te başlayıp 8 Şubat 1916 tarihinde sonuçlanan yer değiştirme uygulaması esnasında 391.040 kişi yerleştirilecekleri bölgelere sevk edilmiş, bunlardan 356.084 kişisi yerleşim bölgelerine ulaşmıştır.
Yani, Ermenilerin yer değiştirme uygulaması sırasında verdiği kayıpların toplamı 35.000 kişi kadardır.  Yer değiştirme uygulamasına tabi olan  nüfus içerisinde yer alan ve tehcir esnasında Halep bölgesinde  yaşayan 26.064 Ermeni vatandaşımız 35.000’den çıkarıldığında geriye 10 bin kişilik kayıp kalmaktadır.
Yani Ermenilerin tehcir (yer değiştirme) sırasında verdikleri toplam kayıp en fazla 10 bin kişiden ibarettir. Bunlar da, iddia edildiği gibi devlet güvenlik güçleri tarafından plânlı soykırıma tabi tutulmamışlarıdr. Bu büyük zaiyat  savaş şartlarının ortaya çıkardığı asayişsizlik sebebiyle eşkiya gruplarının saldırıları sonucu hayatlarını kaybetmişlerdir.
Osmanlı Devleti; yer değiştirme uygulaması ile savaş şartları altında her an ölüm tehlikesi ile burun buruna gelebilecek olan yüz binlerce Ermeni yurttaşının hayatını kurtarmıştır. Nitekim yeni bölgelere yerleştirilen Ermeniler sağ ve salim  olarak yaşamlarına devam ederken, Rus ordusu saflarında Türklere karşı savaşan Ermenilerin pek çoğu savaş esnasında ölmüşlerdir.
Tehcir uygulaması saklı-gizli değil, yabancı diplomatların gözleri önünde ceryan etmiştir. Osmanlı Devletinin yer değiştirme uygulamasına tabi tuttuğu Ermenilerin nakli sırasında, ağır savaş şartlarına rağmen olağanüstü gayret gösterdiği yabancı diplomat raporlarında açık  bir şekilde ifade edilmektedir.
 Tehcirin güvenli geçmesi için alınan fiziki güvenlik tedbirleri yanında büyük maddi harcama  yapılmıştır Yer değiştirmeye tabi göçmenlerin; sevk, yerleştirme ve geçimlerinin sağlanması için 1915 yılında 25 milyon, 1916 yılı sonuna kadar ise 230 milyon kuruş harcandığı resmi belgelerden açıkça anlaşılmaktadır.
Konuyu toparlayalım; Tehcir (yer değiştirme) kararı, Osmanlı topraklarında bağımsız bir devlet kurma fikriyle savaş içindeki kendi ordularını arkadan vuran Ermenilerin devlete verdikleri zararı önlemek gayesiyle zorunlu olarak alınmıştır.
Özellikle Ruslar başta olmak üzere ve İtilaf Devletleri’nin Osmanlı Ermenilerini nasıl kandırıp  kışkırttıkları,  belgeleriyle sabittir(4)
 Savaşta ele geçirdikleri yerlerin kendilerine verileceği ve bağımsızlıklarının tanınacağı gibi vaatlere kanan Ermeniler, birçok ihtilâl cemiyeti kurmuşlardır(5).
Ermeniler, yer değiştirme (tehcir) öncesinde başlattıkları tedhiş faaliyetlerini, göç sırasında da sürdürmüşlerdir. Gerek sınır bölgelerinde, gerek iç bölgelerde düşmanla işbirliği yapmışlar; Müslüman halka karşı katliamlara devam etmişlerdir.(6)
Ermeni çetelerinin Müslüman halka yönelik olarak yaptıkları mezalimi anlatan belgeleri bir kitapta toplamaya karar veren Osmanlı Hükümeti, tüm illere yazılar yazmış ve sorumluluk sahalarında Ermeni katliamlarını anlatan belge ve fotoğrafların gönderilmesi istemiştir.(7)
İllerden gelen belge ve fotoğrafların ışığında “ERMENİ Komitelerinin Faaliyetleri ve İhtilal Hareketleri/Meşrutiyet İlanından  Önce ve sonra” konu başlıklı dokümanter kitap yayınlanmıştır(8).
Osmanlı hükümeti, yer değiştirme (Sevk ve İskan) uygulamasını o günün şartlarında bir kanuna dayandırmıştır (9) Bu keyfi bir uygulama değildir. Dört maddelik kanun, “Savaş halinde devlet yönetimine karşı gelenler için askeri birliklerce alınacak tedbirleri” içermektedir. Kanunun çıkış süreci şöyledir;
İçişleri Bakanlığı isyancı Ermenilere karşı tutuklama gibi bazı önlemleri alırken, 24 Mayıs 1915’te ortak bir bildiri yayınlayan Rusya, Fransa ve İngiltere hükümetleri, bir aydan beri, “Ermenistan” diye adlandırdıkları Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgesinde Ermenilerin öldürüldüğünü ileri sürmüş ve çıkan olaylardan Osmanlı hükümetini sorumlu tutacaklarını açıklamışlardır.
Konunun bu şekilde uluslararası bir boyut kazanması üzerine Sadrazam (Başbakan) Tâlat Paşa (TEHCİR) yer değiştirme uygulaması hakkında hazırladığı yazıyı 26 Mayıs 1915 günü Başbakanlığa göndermiştir.
Yazıda, Ermenilerin isyan ve katliamlarına dikkat çekildikten sonra, savaş bölgelerindeki Ermenilerin başka bölgelere nakline karar verildiği anlatılmıştır. Bu durum Başbakanlık’ça gecikmeden Meclisi Mebusan gündemine getirilmiştir.
Başbakanlık, devletin güvenliği için başlatılan yer değiştirme uygulamasının yerinde olduğunu belirtilerek, bunun usul ve kurala bağlanmasının zorunluluğunu dile getirmiştir. Meclis, aynı tarihte uygulamayı kabul eden bir karar almıştır. Böylece 27 Mayıs 1915’te Meclis’ten çıkan “Yer Değiştirme Kanunu”, 01 Haziran 1915 günü dönemin Resmi Gazetesi Takvim-i Vekâyi’de yayımlanıp yürürlüğe girmiştir.
27 Mayıs 1915 Tarihli Tehcir Kanunu;
  1. Maddesinde; Devlet güçlerine ve kurulu düzene karşı muhalefet, silahla tecavüz ve mukavemet görülürse şiddetle karşı konulması ve imha edilmesi,
  2. Maddesinde; Silahlı güçlere yönelik casusluk ve ihanetleri tespit edilen köy ve kasabaların başka bölgelere yerleştirilmesi,
  3. Maddesinde; Kanunun yürürlüğe giriş tarihi,
  4. Maddesinde; Kanunun uygulamasından sorumlu olanlar belirtilmektedir.
Görüldüğü üzere kanun; tamamen devleti ve kamu düzenini korumaya yönelik, şiddete karşı bir yetki kanunudur. Kanun metninde herhangi bir etnik grup, zümrenin ismi belirtilmemiştir. Kanun kapsamına giren Müslüman, Rum ve Ermeni asıllı Osmanlı vatandaşları yerlerinden başka yerlere sevk edilerek göçe tabi tutulmuştur.
Başbakanlık tarafından 30.5.1915’te İçişleri, Harbiye ve Maliye Nezaretlerine gönderilen bir yazıda, göçün nasıl uygulanacağı ayrıntılı şekilde anlatılmış ve şunlar dile getirilmiştir;
–   Göç ettirilenler, kendilerine tahsis edilen bölgelere can ve mal emniyetleri sağlanarak rahat bir şekilde nakledileceklerdir,
–   Göçmenler, yeni evlerine yerleşene kadar iaşeleri Göçmen Ödeneği’nden karşılanacaktır,
–    Göçmenler, eski malî durumlarına uygun olarak kendilerine emlâk ve arazi verilecektir,
–    Göçmenlerden muhtaç olanlar için hükümet tarafından konut inşa edilecektir. Ayrıca, çiftçi ve ziraat erbabına tohumluk, alet ve edevat temin edilecektir,
–    Göçmenlerin geride bıraktıkları taşınır malları, kendilerine ulaştırılacak; taşınmaz malları tespit edilecek ve kıymetleri belirlendikten sonra, paraları kendilerine ödenecektir;
–    Göçmenlerin ihtisasları dışında kalan zeytinlik, dutluk, bağ ve portakallıklarla, dükkân, han, fabrika ve depo gibi gelir getiren yerleri açık arttırma ile satılacak veya kiraya verilecek ve bedelleri sahiplerine ödenmek üzere mal sandıklarınca emanete kaydedilecektir,
–    Bütün bu konular özel komisyonlarca yürütülecek ve bu hususta ayrıntılı bir talimatname hazırlanacaktır.
Bütün bu hususlara titizlikle riayet edildiği belgeleri ile sabit olmasına rağmen TEHCİR/Sevk ve İskan olayının günümüze kadar “Ermeni Soykırımı” olarak taşınmış olması Türkiye ve Türklük karşıtı cephenin gücünü göstermektedir.
Osmanlı Hükümeti görülen idarî ve askerî ihtiyaç üzerine 15 Mart 1916’dan itibaren vilâyetlere ve sancaklara gönderdiği genel bir emirle, Ermeni göçünün durdurulduğunu ve bundan böyle hiçbir gerekçeyle tehcir yapılmayacağını bildirilmiştir(10).
Yer değiştirmenin tamamlanmasından sonra, Ermenilerin çoğunlukla Suriye vilâyeti dâhilinde yerleştirilmeleri sebebiyle, İstanbul’daki Ermeni Patrikhanesi 10.8.1916 tarihinde kapatılıp Kudüs’e nakledilmiştir.(11)
Birinci Dünya Savaşı’nı müteakip Osmanlı hükümeti yer değiştirmeye tabi tutulan Ermeni yurttaşlardan isteyenlerin tekrar eski yerlerine iade edilmeleri için bir kararname çıkarmıştır.
4 Ocak 1919’da Dahiliye işleri Bakanı Mustafa Paşa’nın Başbakanlık makamına gönderdiği yazıda, Ermenilerden dönmek isteyenlerin eski yerlerine nakledilmeleri konusunda ilgili makamlara emir verildiği ve gereken bütün önlemlerin alındığı belirtilmektedir. (12)
Hükümetin hazırladığı 31 Aralık 1918 tarihli dönüş kararnamesi ana hatları ile şu hususları ihtiva etmektedir;
–   Sadece geri dönmek arzusunda bulunanlar göç ettirilecek, bunun dışında kimseye dokunulmayacak.
–   Yerlerine iade edileceklerin, yollarda perişan olmamaları ve dönüş mahallerinde konut ve geçim sıkıntısı çekmelerinin önlenmesi için mahalli yöneticiler tarafından gerekli önlemler alınacak.
–   Göçmenlerin gidecekleri bölgelerin idarecileriyle irtibat kurulup bu konudaki önlemler sağlandıktan sonra göç ve geri dönüş işlemlerine başlanacaktır.
–   Yukarıdaki şartlar dâhilinde dönecek olanlara ev ve arazileri teslim edilecek.
–   Yerlerine daha önce göçmen yerleştirilmiş olanların evleri tahliye edilecek.
–   Açıkta kimse kalmaması esastır. Bunun için geçici olarak birkaç aile birarada yerleştirilebilecek.
–   Kilise ve okul gibi binalar ile gelir getiren yerler, ait olduğu cemaate geri verilecek.
–   Yetim çocuklar, istenildiği takdirde kimlikleri dikkatlice belirlenerek velilerine veya cemaatlerine iade olunacak.
–   Din değiştirmiş olanlar arzu ederlerse eski dinlerine dönebilecekler. Din değiştirmiş olan Ermeni kadınlardan, bir müslümanla evli bulunanlar eski dinlerine dönme konusunda serbest bırakılacaklar. Eski dinlerine döndükleri takdirde kocasıyla aralarındaki nikâh bağı kendiliğinden bozulmuş olacaktır. Eski dinine dönmek istemeyen ve kocasından ayrılmaya razı olmayanlara ait sorunlar ise mahkemelerce halledilecek.
–   Ermeni mallarından, henüz kimsenin kullanımında bulunmayanlar, kendilerine teslim edilecek; hazineye devredilenlerin iadesi de mal memurlarının onayı ile karara bağlanacak. Bu konuda ayrıca açıklayıcı tutanaklar hazırlanacaktır.
–   Göçmenlere satılan mülklerin sahipleri döndükçe, peyderpey bunlara teslim edilecek.
–   Göçmenler, ellerinde bulunan ve eski sahiplerine iade edilecek olan ev ve dükkânlarda tamirat ve ilâveler yapmışlarsa ve arazi ve zeytinliklerde ekim yapmışlar ise, her iki tarafın da hukuku gözetilecek.
–   Ermenilerden muhtaç olanların dönüşlerinde göç ve geçim masrafları, Harbiye Ödeneği’nden karşılanacak. Şimdiye kadar ne miktar sevkiyat yapıldığı ve bundan sonra her ayın on beşinci ve son günlerinde nerelere ne kadar sevkiyat olduğu bildirilecek.
–   Osmanlı sınırları dışına çıkıp da geri dönmek isteyen Ermeniler, yeni bir emre kadar kabul edilmeyecektir.
–   Yukarıda açıklanan kararnamedeki hükümler, Ermenilerin yanı sıra Rum göçmenler için de geçerli olacaktır.
Ana hatları ile açıklanan maddeler olumsuz savaş şartlarına rağmen titizlikle uygulanmaya çalışılmıştır. Bu kararları alabilen ve uygulama için çaba harcayan bir ülkenin soykırım ile suçlanması ve bunun günümüze kadar taşınabilmiş olması küresel psikolojik harekâtın önemli bir başarısı olarak görülmelidir. Buna karşı mücadele de güncel ve geçici olarak değil, uzun vadeli plan ve programla yürütümelidir.

DİPNOTLARI
(01)  Dr.Tahir Tamer Kumkale’nin  Ocak 2015’te yayımlanan “ERMENİ SORUNU EL KİTABI”isimli kitabından alınmıştır.
(02)  Halaçoğlu, Prof. Dr.Yusuf, Ermeni Tehcirine Dair Gerçekler(1915),TTK Yayını, Ankara 2001.
(03)  Gürün, Kamuran, Ermeni Dosyası, TTK Basımevi, Ankara 1983, s. 210-211
(04)  Şifre Kalemi, Nr. 45/115 (23 Eylül 1916 tarihli telgrafla, Van, Bitlis, Mamuretülaziz(Elazığ), Adana, Diyarbekir ve Sivas eyâletlerine bu hususta bildiri göndermiştir.
(05)  DH. EUM. 2. Şube, Dosya 1, Belge 45/2 (Bakınız Belge 670)
(06)  Şifre Kalemi., Nr. 61/50 ; Nr. 62/24; Nr. 63/175; Nr. 64/92; Nr. 64/163; Nr. 64/194; Nr. 66/51; Nr. 46/56; Nr. 66/192; BA, BEO, Nr. 343464  (Bakınız Belge 784)
(07)  Şifre Kalemi., Nr. 62/57; Nr. 62/58; Nr. 63/241
(08)  İstanbul 1916. Aynı eser Fransızca olarak 1917’de yine İstanbul’da yayınlandı. İsmet Parmaksızoğlu tarafından “Ermeni Komitelerinin İhtilâl Hareketleri ve Besledikleri Emeller” adıyla sadeleştirilerek yayınlandı (Ankara 1981).
(10)  Şifre Kalemi., Nr. 62/21.
(11)  Ermeni Patrikhanesi için 1916’da yapılan yeni nizamname hakkında Bak. Y. H. Bayur, Türk İnkılâbı Tarihi, III/3, s. 57-59.
(12)  Prof.Dr. Albert Wohlstetter ve Nancy Virts, (Avrupa-Amerika Güvenlik  Araştırmaları Enstitüsü, California,ABD), Uluslararası Terörizm ve Uyuşturucu Madde Kaçakçılığı Sempozyumu, Ankara Üniversitesi Rektörlüğü Yayını No:88, Ankara 1984, ss:253-273

Dr. Tahir Tamer Kumkale

..