25 Ağustos 2016 Perşembe

1895 MARAŞ ERMENİ OLAYLARI ve AMERİKALI MİSYONERLER., BÖLÜM 2




1895 MARAŞ ERMENİ OLAYLARI ve AMERİKALI MİSYONERLER., BÖLÜM 2


Söz konusu kitapların nakledildiği sandıklarda 28 Kasım 1894 tarihinde yapılan aramada çıkan evrakta, Amerikan Koleji öğretmenleri Lee ve Mikalem'in Osmanlı Devleti aleyhinde ve Ermenistan adıyla müstakil bir devletin kurulması için Amerikan ve İngiltere halkının Ermenileri tahrik ve teşvik maksadıyla yaptıklarını anlatan belgeler ortaya çıkarılmıştı15.
Amerikalı misyonerler, askeri ve sivil idarecilerin kendilerini sıkı takip etmeleri ve her şüpheli davranışlarını göz altında bulundurmaları üzerine iyice zor durumda kalmışlardı. Bunun üzerine konsolosları aracılığıyla mahalli idarecileri Osmanlı yönetimine ve Avrupa kamu oyuna şikayetten geri kalmadıkları gibi dikkatleri başka yönlere çekmek için güvenlik kuvvetleri hakkında asılsız iftiralara da başlamışlardı. 
Mektuplarının açıldığı ve bir askerin Maraş Amerikan Kız Kolejinde okuyan iki genç kızı kolejin avlusuna kadar takip ve taciz ettiği yönünde şikayetlerini dile getirmeye başlıyorlardı 16.

Maraş Amerikan kolejindeki kız öğrencilerin Türk askerleri tarafından taciz ve takip edildikleri yönündeki şikayetlerin aslı 5 Mart 1895  tarihinde Maraş Mutasarrıflığı tarafından araştırıldığında şöyle ilginç bir durum ortaya çıkmıştır. Osmanlı zaptiyeleri Kolej etrafındaki gözetimini ve baskısını arttırınca Kolej Müdürü Lee, önce Türk subaylarını; " Askerleriniz okulumuzun etrafında ve civardaki bahçelerde çak  durur ve dolaşırlarsa iftiraya uğrayabilirler.." şeklinde ikaz etmeye çalışmış ve hemen ardından, kolejin etrafındaki güvenlik çemberinin
gevşemesi için bizzat kendisi iftiralara başlayarak, askerler Kolej öğrencisi kızlara sarkıntılık ve taciz ediyorlar şeklinde Amerikan  konsolosluğunu yardıma çağırıyordu 17.

Osmanlı jandarmalarının Maraş'ta tedbirlerini sıklaştırmalarına rağmen Yabancı rahiplerin, özellikle Fransisken rahiplerinin evlerinde ve  okullarının mahzenlerinde silah bulundurduklarına dair ihbarlar alınıyordu 18.

Alınan bütün önlemlere rağmen Maraş'ta Ermeni olaylarının patlak vermesi kaçınılmazdı. Çünkü Ermeni cemaat ve cemiyetleri ileri gelenlerinin ve Yabancı misyonerlerin bunlara yaptıkları yardımlar, yurt dışında yayımlanan gazeteler deki haberler Ermeniler lehine ve Osmanlı Devletini zor durumda bırakan bir hal almıştı. Ekim 1895 tarihinde olaylar patlak verdi ve kısa sürede bastırıldı. Hatta Amerika Osmanlı Devletindeki vatandaşlarını korumak maksadıyla, dostluk gösterisi şeklinde Marblehead gemisini Doğu Akdeniz'e göndermişti. 
Öte yandan Avrupa Devletleri Maraş ve havalisinde Ermeniler lehine ıslahat yapılması için Osmanlı Devletini zorlamış ve 19 Ekim 1895 tarihinde ikna etmişti 19.

Amerikalıların 1895 Maraş Ermeni olaylarındaki etkileri, müdahaleleri ve Ermenilere yaptıkları vaatlere bir diğer örnek de 3 Kanunuevvel 1311 (15 aralık 1895) tarihinde yakalanan, Maraş ermeni Fesat komitesi reisi ve Kırklar Kilisesi Baş Papazı Dernihabetyan Dirgovan'ın polis dairesinde alınan ifadesidir.

Dernihabetyan, polis dairesinde alınan ifadesinde, yukarıda adından sıkça söz ettiğimiz Maraş Amerikan Kız Koleji Müdürü Lee ile ilişkisinin sorulması üzerine; Amerika'daki Ermenilerin ricası üzerine Amerikalılar ve İngilizlerin Berlin Konferansının 61. maddesi gereğince Osmanlı Devletindeki Ermenilerin hamisi olduklarını ve Ermenileri sadece Türklerden değil Kürt ve Çerkeslerden de koruyacaklarına dair söz verdiklerini söylüyordu. Yine Dernihabetyan aynı ifadesinde kendisine gelen bazı mektupların ve bu mektuplarda yer alan gazete 
kupürlerinin ne mana ifade ettiği sorulduğunda: "... İngiltere'nin sabık Başvekili Glaldston evvelce İngiltere'de teşekkül itdiğini 'arz itdiğim meclisde dimiş ki Türkiye Hükümeti dört şey üzerine mü'essisdir.

Birinci rüşvet, ikinci haksızlık, üçüncüsü ie'addî ve zulm, dördüncüsü Ermenileri mahv itmekdir. Şu hâlde Ermenilerin muhâfazasıyla ıslâhatın icrasına İngiltere hükümetince çalışmalıdır." şeklindeki Gladston'un bir nutku olduğunu söylüyordu. Devamında da; Amerikalı Mekalim ve Mister Lee'nin yanma devamlı giderek onun evinde toplantılar düzenlediklerini, Avrupa'dan haberleri onlar aracılığıyla aldıklarını söylüyordu. Hatta kendisine Zeytun ve Maraş'taki olayların nasıl ve kimin emriyle çıkarıldığı sorulduğunda; önceleri İskenderun vasıtasıyla 
Amerika ve İngiltere ile haberleşildiğini ancak Baron Agasi'nin gelmesi üzerine olaylara, merkezden yani Londra'dan verilen emir üzerine başlandığını itiraf ediyordu 20.

Yine Maraş'ta Ermenilerin Türklere karşı tutumunu ortaya koymak bakımından, Ermenilerin Maraş ve Halep bölgesinde söyleye geldikleri aşağıdaki üç şarkı bunun en somut örneğini teşkil etmektedir. Ermenilere âit bu üç şarkı Halep'teki Fransız konsolosu tarafından Fransızcaya çevrilerek Paris'e yollanmıştır.


Üç Şarkının Tercümesi

I Halep, 8 Ocak 1892

Savunalım kendimizi
Kanımızı emen Türkler'e karşı
Şiddetle savunalım
Ve kurtaralım kendimizi.
Seyirci kalıyor bizim sefaletimize
Bulgar'ın hâmisi Avrupalı,
Vatan sevgisiyle
Beslesin Ermeni anneler çocuklarını
Bir de İngiliz Gladston'a
Sevgi hisleriyle...
Ey Amerika'yı mekan tutan hürriyet
Unutma Ağrı dağını
Bu dağda Haikos soyundan geleni unutma
Ona da yardım et.


II Halep, 22 Ocak 1892


Uyumayınız
Genç Hıristiyanlar
Alınız silahlarınızı
Kız kardeşlerinizin yardımına koşunuz
Savununuz onların kirlenen namusunu.
Siz ey zavallı Ermeniler
Seçmediniz mi hâlâ
Çocuklarınızı zafere götürecek komutanları Seçmedinizse eğer utanın, utanın...


III Maraş, 17 Ocak 1898


Pek utanç verici oldu sonu babamın
Öldü yatağında Türkler'le savaşmadan
Bense hiç layık değilim Zeytunli adına
Çünkü ancak üç Türk öldürdüm.
Böyle ölmek istemiyorum
Birçok Türk'ü öldürmeden
Ölmek, ölmek istemiyorum.


Bu Üç Şarkı tahlil edildiğinde ortaya çıkan sonuçları şu şekilde sıralamak mümkündür:

1- Ermeni komitacıları, misyonerleri ve şâirleri bu tür şarkılarla Ermeni halkına özellikle yeni yetişen genç nesillerine Türk düşmanlığını aşılamak istiyorlar.

2- Türklere karşı nefret, kin ve düşmanlık hisleriyle doldurdukları Ermenileri Osmanlı Devleti'ne, kanunlarına ve Müslüman Türk halkına karşı isyana davet etmektedirler.

3- Ermeni komitacılarının, giriştikleri veya girişecekleri isyan hareketinin sonucundan da emin olmadıkları anlaşılıyor. Zira kendi güçlerine ve halklarına tam güvenemiyorlar. Bu yüzden Avrupalılara ve Amerika'ya sesleniyorlar. Onlardan yardım bekler psikozu içindeler. 
Dolayısıyla bir taraftan Türklere meydan okuma, öbür taraftan da Avrupalılara dönüp, ne olur Bulgarları kurtardınız, bizi de kurtarın gibi cesaretsiz bir tavır sergileyerek çelişki içine düşmüş oluyorlardı.

Bu çelişki veya ikilem Ermenileri ele vermektedir. Şöyle ki; Ermenilerin maksadı Osmanlı Devleti'ne karşı bir istiklâl savaşı vermek değil, fakat isyanla, suikastla, yağma ile Hıristiyan Avrupa'nın dikkatini çekerek Avrupalılara Anadolu'da zorla sun'i bir Ermenistan devleti kurdurmak tı. Onun için daima olay çıkartmışlardır. Bununla beraber Avrupalı devletler, henüz millet olamamış, belli bir bölgede oturmayan, nüfusu ve coğrafyası belirsiz olan Ermenilere devlet kurmakta tereddüt etmiştir.

4- Bu şarkılar Ermenilerde vatan şuuru olmadığını da göstermektedir. İngiliz başkanı Gladston'a olan sevgiyle, vatan sevgisini eşit tutmaktadır. Bu da gösteriyor ki, Ermeniler kendilerini himaye edecek, kendilerine devlet kuruverecek bir hami arıyorlar. Ayrıca bu Gladston sevgisi de İngiltere'nin Ermeni olaylarındaki payını göstermesi bakımından önemlidir.

5- Ermenilerin Türkleri öldürdüklerini, ancak kâfi derecede Türk öldürmedikleri için üzüldüklerini görüyoruz. Bu da Ermenilerin masum olmadığını gösteriyor.

6- Ermenilerin, kendilerini zafere götürecek lider veya devlet adamı niteliklerine sahip bir kimseyi bulamadıkları anlaşılıyor. Bu yüzdendir ki, kendilerini komitacılıktan kurtaramamışlar ve daima komitacı usulleriyle başarıya ulaşmaya çalışmışlardır. Bu usulün iyi bir yol olmadığını da tarih Ermenilere acı bir şekilde öğretmiştir.


Türkler aleyhine sokaklarda, dini ayinlerde Ermeniler tarafından söylenen bu tür şarkılar ve Ermeni komitelerin isyan hazırlıkları psikolojik zeminde Türk-Ermeni ilişkilerini gerginleştirdi.
Bunun ilk sonucu 1895-1896 Zeytun ve Maraş isyanı oldu. Bu isyandan sonra Ermeniler yine de boş durmadı. Bu sefer daha geniş çapta hazırlıklara başladılar. Bu hazırlıklar 1909'a kadar devam etti ve neticede Adana isyanı patlak verdi. Ermenilerin bu hazırlıkları ve faaliyetleri neydi?

Bunları şu şekilde sıralamak mümkündür:

1. Hınçak ve Taşnak komiteleri bölgede (Adana-Maraş-Cebel-i Bereket) teşkilatlanmaya ve propagandaya hız verdiler.

2- Ermeni din adamları ve Avrupalı - Amerikalı misyonerler kilisede, okullarda Ermeni cemaatine Müslüman ve Türk düşmanlığını aşılamaya devam ettiler.

3- İsyan hazırlıkları için para lazımdı. Bu maksatla Avrupa'da, A.B.D.'deki Ermeniler para toplayarak bölgedeki komitelere yolluyorlardı. Buna ilaveten Adana-Maraş bölgesindeki zengin Ermenilerden zorla para alıyorlar ve vermeyenler öldürülüyordu.

4- Özellikle Adana bölgesinde Ermeni nüfusunu artırma, diğer bölgelerden buraya Ermeni göçünü teşvik ediyorlardı ve hatta pek çok insanı getirtmişlerdi de. Bunlar arasında meşhur Ermeni isyancıları, sosyalist, anarşist, milliyetçi Ermeni liderleri de vardı.

5- Yeni gelen Ermenileri yerleştirmek ve fazla araziye sahip olmak için Adana bölgesinde toprak ve bina gibi gayr - i menkul mal satın alımına hız verdiler 21.

Sonuç olarak; Ermeni çeteleri Amerikalı ve diğer yabancı misyonerlerden aldıkları her türlü maddi manevi yardım ve en önemlisi cesaretle Müslüman Türk ahaliyi katletmeye, köyleri yakıp yıkmaya başlamışlardı. Dışarıdan aldıkları taktik ve destekle de daha organize bir şekilde devlete karşı isyan hareketlerini arttırarak devam ediyorlardı. Maraş ve Zeytun isyanları sonunda bölgedeki amerikan misyonerleri Ermeni köylerine bizzat yardım etmişlerdir. Türk köyleri ise harap vaziyette kalmışlardı. Buna rağmen, ermeni komiteleri Avrupalı devletlerin ve Hiristiyan misyonerlerin maddi ve manevi desteğinden cesaret alarak Türklere karşı nefret ve düşmanlık duygularını yaymaya ve yeni bir 
isyan için hazırlıklara devam ettiler.

DİPNOTLAR;

1 Amerikalı Misyonerlerin ve özellikle ABCFM'nin Anadolu'daki faaliyetleri hakkında bakınız; Düşen İnce Erdoğan, "Amerikalı Misyonerlerin Ermeni İsyanlarının Çıkmasmdaki Etkileri", Süleyman Demire! Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Sosyal Bilimler Dergisi, Sayı: 9, Isparta-Arahk-2003, ss. 147-166.
2 Ayten Sezer, "Ermeni Meselesi ve Misyonerler", Yeni Türkiye, ermeni Meselesi özel Sayısı, sayı: 38, cilt: II, Mart-Nisan 2001, s. 964-965.
3 İlknur Polat Haydaroğlu, Osmanlı İmparatorluğu 'nda Yabancı Okullar, Kültür Bakanlığı Yay. Ankara 1990, s. 141.
4 Başbakanlık Osmanlı Arşivi (BOA), Bâbıâlî Evrak Odası Sadaret Evrakı Mektubi Kalemi, Mühime (A.MKT.MHM.), 715/8,Lef: 3, 5.
5 BOA, A.MKT.MHM., 715/8, Lef: 11.
6 Maraş Sancağında kazalarıyla beraber 1898 tarihinde toplam nüfus 153020, bunların 123799'u Müslüman, 15000'i Gregoryen Ermeni, geri kalanı da diğer unsurlardı. 1898 Halep Vilayeti Salnamesi; Yine aynı tarihte (1898) Maraş merkezinde ise 52000 olan toplam nüfusun 32000'i Müslüman geri kalanı Ermeni, Süryani, Keldani, İsraili idi. Şemseddin Sami, Kamusu'l-Alam, cilt 6, s. 4262.
7 BOA, A.MKT.MHM., 715/8, Lef:4.
8 BOA, A.MKT.MHM., 713/30, Lef: 1-16.
9 BOA, A.MKT.MHM., 616/1, lef: 1-8
10 BOA, A.MKT.MHM., 616/1, lef: 9-10.
11 BOA, A.MKT.MHM., 701/14, lef: 1-2. Dahiliye Nezaretinden Sadarete yazılan, 19 Kanunusani 1310 (31 Ocak 1895) tarihli ve Sadaretten 
Halep Vilayetine yazılan 26 Kanunusani 1310 (7 Şubat 1895) tarihli şifreli yazı.
12 BOA, A.MKT.MHM., 701/14, lef: 19.
13 BOA, A.MKT.MHM., 701/14, lef: 12.
14 "... .25 kanunuevvel 1310 tarihli telgrafında mütalaasının dahi malum-1 alileri olacağı veçhile bu gibi şeylerde gayet vakitli ve ihtiyatlı davranılarak ve şüpheli eşhasın hal ve hareketleri kendilerine sezdirilmeyecek surette nazar-ı teftiş ve tefehhüste tutularak hükumetçe haklarında icra kılınacak muamelata esas ittihaz edilebilecek ve hiçbir tarafta itirazına meydan vermeyecek surette kavi ve kafi ola ve berahiyet-i kanuniye elde edildikten sonra muamelata itibar edilmek dahi bilahare tedbir-i şedide ittihazına mecburiyet hasıl olmamış ve bir 
takım kıyl-ü kal vuku bulmaması içün bunları efkar-ı sakimeden vazgeçirecek istimale! çarelerini dahi düşünmek levazım-ı hükümet ve siyasetten olup yoksa gereken usulen bil-muayene imrar olunan bir sandığın tekrar muayenesine ve esbab-ı zaife ite yerli ve ecnebi bir takım eşhasın hapis ve teb 'id gibi ağır cezalarla tecziyesine kalkışmak muvafık-ı kanun ve kaide olmadıktan başka Avrupa matbuatınca bir çok neşriyat-ı bed-hevahaneye sebep oldukta bu yüzden Babıali 'ye dahi mütevaliyen müracaat ve şikayat vuku bulmakta olduğundan o gibi ittihaz hakkında o yolda ve menafi devletin mahvını temin edecek ve ifrazat ve şikayata ser- deşte viremiyecek suretle ifayı muamele edilmesi.:', 
15 BOA, A.MKT.MHM., 701/16, lef: 1-4.
16 BOA, A.MKT.MHM., 701/18.
17 BOA, A.MKT.MHM., 701/19, lef: 3.
18 BOA, Y.PRK-ASK, 107/86.
19 BOA, A.MKT.MHM., 701/14, lef: 1.
20 Recep Karacakaya, Kaynakçalı Ermeni Meselesi Kronolojisi (1878-1923), Başbakanlık Devlet Arşivleri Yay., İstanbul 2001, s. 36 37.Y.PRK.ZB,   17/29.
21 Bayram Kodaman, Ermeni Macerasıflarihi ve Siyasi Bir Değerlendirme), İsparta 2001, s. 78-82; Bayram Kodaman, "Üç Ermeni Şarkısı", Ermeni Meselesi Üzerine Araştırmalar, Yayına Haz: Erhan Afyoncu, İstanbul 2001, s. 111-115.


 ****

1895 MARAŞ ERMENİ OLAYLARI ve AMERİKALI MİSYONERLER., BÖLÜM 1





1895 MARAŞ ERMENİ OLAYLARI ve AMERİKALI MİSYONERLER., BÖLÜM 1



KAHRAMANMARAŞ SEMPOZYUMU, 

Hasan Babacan
*Yrd.Doç.Dr., Süleyman Demirel Üniversitesi Fen-edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü öğretim Üyesi, İSPARTA.


Bilindiği üzere Osmanlı Devleti farklı etnik köken ve dini inanışa sahip unsurların bir arada yaşadığı bir ülke idi. Osmanlı'yı meydana getiren bu unsurlar önceleri hiçbir şekilde etnik kökenleriyle anılmazlar, dini ve mezhep ayrılığı temelinde ayrı bir millet olarak nitelendirilirlerdi.
Dolayısıyla bu unsurlar, Türk, Rum, Bulgar, Ermeni, Arap olarak değil; Müslüman, Katolik,Protestan, Gregoryen, Ortodoks veya Yahudi 
olarak adlandırılırlardı. Bu topluluklar kendi dillerini konuşmakta, kendilerine ait dini ve eğitim kurumlarını açmakta serbestlerdi.
Osmanlının başlangıçta dini temele dayanan bu millet sistemi, Fransız İhtilalinden sonra ortaya çıkan milliyetçilik ve hürriyet fikirlerinin etkisiyle XIX. Yüzyılın başlarından itibaren etnik temellere dayanmaya başladı. O güne kadar kendi dil, din ve kültürlerini koruyabilen azınlıklar, bu yeni düşünce akımlarından ilk etkilenen unsurlar oldular. Çünkü, bu unsurlar daha çok ticaretin yanı sıra, Osmanlı yönetimi içinde diploması, basın yayın ve tercüme işleriyle uğraşmaları ndan dolayı batılılarla daha yakın ilişki içerisinde olma imkanlarına sahiptiler. 
Bu nedenle milliyetçi ve hürriyetçi fikirleri daha yakından takip edebiliyorlar ve daha çabuk etkileniyorlardı.

Öte yandan sanayi inkılabıyla Avrupa'da başlayan sömürgecilik faaliyetleri, Orta doğu, Asya ve Uzak doğu üzerinde yoğunlaşan yeni sömürge arayışlarında, batılı Emperyalist devletler tarafından, Osmanlı toprakları önemli bir merkez ve atlama taşı olarak görülüyordu. Düvel-i Muazzama denilen dönemin büyük devletleri sömürgeci politikalarını rahatça gerçekleştirmek için " Şark Meselesi " adı altında felsefi bir kılıf da bulmuşlardı.

Emperyalist devletler Şark Meselesi'ni kendi lehlerine halledebilmek için Osmanlı tebaası durumundaki azınlıkları, onların milliyetçilik ve Osmanlı'ya karşı hürriyetçi duygularını tahrik ederek yönlendiriyorlardı. Böylece Türkleri Avrupa'dan sonra da Anadolu'dan çıkarıp atabileceklerdi. Coğrafya yakınlığı dikkate alınarak başta Rusya olmak üzere İngiltere ve diğer Avrupa devletleri Balkanlar, Ortadoğu ve Akdeniz'e hakim olabilmek için bu bölgelerde kendilerine yandaş olabilecek toplulukları etkilemek amacıyla bu unsurları önce misyonerler
aracılığıyla dini yönden sonra da siyasi yönden kullanmaya başladılar.

Osmanlı Devleti'ni kendi emelleri doğrultusunda parçalamak isteyen Emperyalist Avrupa devletleri, misyonerleri, tüccarları siyasi ve askeri güçleri gibi her türlü imkanı kullanarak azınlık milliyetçiliği temelinde hareket ederek emellerine yaklaşmaya başlamıştı. 
Bunun ilk göstergesi olarak Balkanlardan başlayan bağımsızlık hareketleri göz önünde tutulduğunda, Sırp İsyanı, Mora İsyanı ve bunların ardından Doğu Anadolu'da Ermeni meselesinin ilk kıvılcımlarının belirmesi yönündeki kronoloji dikkat çekici ve hızlı bir seyir takip eder. 
Şark Meselesini halletmek sloganıyla hareket eden düvel-i muazzama, Balkanlardaki Hıristiyan unsurları Osmanlı Devletinden kopardıktan sonra bütün ilgilerini Doğu Anadolu'daki Ermenilere yönlendirmişlerdi.

Özellikle Balkanlardaki azınlıkların başarısı Ermeniler için önemli bir örnek teşkil ediyordu. Balkanlardaki unsurlar milliyetçilik duygularıyla Osmanlı'ya karşı giriştikleri bağımsızlık mücadelesinin ardından, yüzyıllardır devlete bağlılıklanyla bilinen, devletin her türlü kademesinde görev alan, en mahrem bilgilerine bile vakıf olabilecek mevkilerde bile görev alan, hatta Osmanlı Parlamentosuna mebus olarak girdikleri görülen Ermeniler nasıl oldu da devlete karşı gelmeye, hatta XIX. Yüzyılın ikinci yarısından itibaren ayaklanmalar çıkarmaya başlamışlardı? 
Bu sorunun cevabı batılı misyonerlerin Ermenilerin yoğun olarak yaşadıkları bölgelerdeki faaliyetlerinde ve Anadolu'nun coğrafi ve nüfus bakımından kritik bölgelerinde açtıkları yabancı okullarda aramak gerekir.

Görünüşte dini maksatlarla faaliyet gösteren misyonerlerin, zamanla siyasi, ekonomik, sosyal ve idari alanlara da müdahale ettikleri de görülmüştür. Kendilerini kilisenin ve incilin hizmetkarı olarak adlandıran misyonerler, emellerine ulaşmak için her yolu kullanıyorlardı. 
Bu amaçla gittikleri ülkenin dilini, dinini ve kültürel özelliklerini öğrenerek inceleyerek ona göre hareket ediyorlardı. 
Bu nedenle misyonerler, bazen bir doktor, öğretmen, din görevlisi ve hatta barış gönüllüsü olarak faaliyetlerde bulunabiliyordu. 
Dolayısıyla kendi gerçek amaçlarına ulaşabilmek için okul, matbaa, hastane gibi kurumlar açarak faaliyet alanlarını halka daha yakın olarak geliştiriyorlardı. Özellikle üzerinde durdukları kurumlar çeşitli seviyelerde açtıkları okul ve kolejlerdi. Çünkü eğitim yoluyla Hıristiyanlaştırmak ve kendi emellerine çekmek daha kolay olacaktı.
Ermeni Meselesi'ni Şark Meselesi'nin bir parçası olarak değerlendirerek hareket eden batılı güçler, dört bir yandan misyonerlerini onlar üzerine gönderiyorlardı. Ancak bu misyonerlerin her biri Gregoryen olan Ermenileri kendi mezheplerine çekme gayreti içinde idiler. 
Şöyle ki, Fransızlar Katolikleştirmeye, Ruslar Ortodokslaştırmaya, İngilizler ve Amerikalılar ise Protestanlaştırmaya çalışıyorlardı. XIX. 
Yüzyıldan itibaren Almanların da Ermeniler için çalışan misyonerler gönderdiği ve eğitim faaliyetlerinde bulundukları görülmüştür.
Özellikle 1856 Islahat Fermanı'nın getirdiği vicdan hürriyeti prensipleri çerçevesinde mezhep değiştirme serbestliğinden de istifade ederek, 
her seviyede açtıkları okullarda eğitimi, Katolikleştirme ve Protestanlaştırmanın bir aracı olarak gördüler. Bu okulların en önemlileri, 1830 tarihli Türk-Amerikan Ticaret Antlaşması'na göre "en ziyade müsaadeye mahzar devlet" olma hakkını elde eden Amerikalılar tarafından açılmışlardı. Böyle üstün bir imtiyazı elde eden amerikan misyonerler, Osmanlı ülkesini baştan başa işgal etmişlerdi. Önceleri faaliyetlerini Yahudi ve Müslümanlar üzerine yoğunlaştıran Amerikalı misyonerler, bunlar üzerinde başarılı olamayınca Ermenilere yöneldiler. 
Osmanlı Devletinde faaliyet gösteren önemli Amerikan misyonerlerinden Cyrus Hamlin'in "Doğu'nun Anglo Saksonları" dediği Ermeniler onlar için en uygun hedefti. Osmanlı Devletinde Ermeni Meselesinin doğmasında ve Ermeni komitelerinin faaliyetlerini arttırarak silahlı eylemlere başlamasında bu dönemin Amerikan misyonerlerinin büyük rolü olduğu bilinen bir gerçektir.

Amerikalı misyonerler tarafından açılan okulların büyük bir kısmı 1810'da Boston'da kurulan ve kısaca "American Board" olarak anılan, American Board of Comissioners for Foreign Missions (ABCFM) adlı teşkilat tarafından açılmıştır. Bu teşkilatın ilk misyonerleri 1820 tarihinden itibaren başta İzmir olmak üzere kıyı şehirlerinden başlayarak Osmanlı ülkesinde boy göstermeye başlamışlardır. 
Osmanlı topraklarını faaliyet alanları olarak, Avrupa (Filibe, Selanik, Manastır), Doğu (Harput, Erzurum, Van, Mardin ve Bitlis) Batı  (İstanbul, İzmit, Bursa, Merzifon, Kayseri ve Trabzon) ve Merkezî Türkiye (Torosların güneyinden Fırat nehri vadisine kadar özellikle Maraş ve Antep illeri) olmak üzere dört misyon bölgesine ayırdılar 1.  XX. Yüzyılın başlarında Doğu, Batı ve Orta Türkiye 
Misyonlarına ait yaklaşık 20 bin öğrencinin öğrenim gördüğü 337 okul vardı 2.

1895 yılında patlak veren Maraş Ermeni olaylarında etkili olan Maraş Amerikan Kız Koleji ve bu kolejde görev yapan Amerikalı öğretmenler  önemli rol oynamış tır. Maraş'taki bu kolej 1882 yılında Merkezî Türkiye Kız Koleji adıyla hizmete girdi. Kolejin amacı; Adana, Antep, Maraş vb. şehirlerdeki orta dereceli okullardan gelen kız öğrencileri yetiştirerek, bu okulların öğretmen ihtiyacını karşılamaktı3.
Maraş ve civarında Türklerle Ermeniler arasındaki olayların başlangıcı 1854-55 yılları, yani Kırım Harbi dönemine rastlar. 

Rusya ile savaş halindeki Osmanlı Devletinin ve ordusunun bütün ilgisini Rus Harbine yönelttiği sırada Maraş havalisinde bazı aşiretlerle devlet güçleri ve Ermeniler arasında meydana gelen bazı kargaşalar bölgedeki olayların başlangıcı olmuştur. Bunu müteakip, Islahat Fermanının ilan edilmesinden sonra yine bölgede Ermenilere daha yumuşak davranıldığı, daha fazla imtiyazlar verildiği yönünde Müslüman ahalinin tepkisini çeken bazı olaylar ve özellikle İngiliz ve Fransız konsolosların olaylara müdahale etmeleri, Türk yöneticileri küçük düşürücü davranışlarda bulunmaları Maraş'ta gerginliğin daha da artmasına yol açan bir diğer etken olmuştu. Maraş'ta gün geçtikçe  artan Ermeni olayları, 1877-78 Osmanlı Rus Harbi'nin ardından imzalanan Ayastefanos ve Berlin antlaşmalarından Ermeniler, Rusya ve diğer Avrupa devletlerinin destekleriyle, Müslüman Türk ahaliye ve devlete karşı daha organize eylemler içerisine giriyorlardı. 

1895 yılına kadar Maraş'ta ve özellikle de Zeytun havalisinde, binlerce Müslüman Türk'ün ve Ermeni'nin ölümüyle sonuçlanan olaylar meydana gelmişti.
Çalışmamızda ağırlıklı olarak 1895 Maraş ermeni olaylarının patlak vermesinde etkili olan yabancı misyonerleri özellikle de Amerikalı misyonerlerin faaliyetleri ön plana çıkarılmaya çalışılacaktır. Bu bakımdan tabii olarak olayların başlamasından birkaç yıl öncesi meydana gelen bazı gelişmeler dikkatle incelenmelidir.

Ermeniler diğer şehirlerde olduğu gibi Maraş ve havalisinde de devlete karşı yaptıkları ihtilal denemesi yönündeki hareket ve eylemleri sonunda, devletin bölgedeki güvenlik güçleri tarafından şiddetle cezalandırılıyor lar dı. Ancak kendilerinin Müslüman Türk ahaliye yaptıklarını göz ardı ederek güvenlik kuvvetlerinin kendi isyanlarını bastırmak amacıyla yaptığı her türlü faaliyeti dışarıdaki yandaşlarına ve soydaşlarına, özellikle de Amerika ve diğer Avrupa ülkelerinde yaşayan Ermenilere aksi şekilde yansıtıyorlardı. Maraş ve havalisinde faaliyet gösteren misyonerler aracılığıyla aktardıkları bilgilerde, Osmanlı ordusunun sürekli olarak Ermeni ahaliyi katlettiği, köyleri boşaltarak yaktığı, Ermeni kızlarının evlerinden kaçırılarak ırzlarına geçildiği yönünde asılsız haberlerle Osmanlı aleyhinde kamuoyu oluşturmaya çalışıyorlardı. 
Tabiidir ki bu bilgiler Amerikalı misyonerler ve Amerikan ve İngiliz konsoloslukları aracılığıyla dışarıya, yani Amerika ve İngiltere'ye ulaştığı 
için bu hükümetler de Protestan mezheptaşlarının uğradığı bu zulüm karşısında Osmanlı Devleti'nin kısa sürede tedbir almasını ve suçluların yakalanarak cezalandırılmasını talep ediyorlardı 4. Bu iddiaların asılsız olduğu yapılan tahkikatta anlaşılmasına rağmen bu yöndeki haberlerin Amerika'da Women Journal gazetesinin 5 Nisan 1894 tarihli nüshasında yayımlanması üzerine oluşan tepkiler Amerikan halkı üzerinde Ermenilerin ezilmiş toplum olduğu yönündeki propagandalarının başarısını ortaya koyuyordu 5.

Ermenilerin Amerikalıları Osmanlı Devleti'ne doğrudan müdahalesini isteyen çığırtkanlıklarına rağmen Maraş'ta faaliyet gösteren Amerikalı misyonerlerin Boston'daki merkezlerine yazdıkları mektuplar ve bu mektuplar doğrultusunda, Nevvyork'ta yayımlanan Tribün gazetesinde çıkan haberlerde, Ermenilerin her ne kadar ihtilal hazırlığında iseler de, Maraş ve diğer Doğu Anadolu vilayetlerinde istedikleri başarıya ulaşabilecek nüfus çoğunluğuna sahip olmadıkları, nüfus olarak Müslümanlardan çok daha az oldukları 6, bu nüfusla da istenilen başarıya
ulaşamayacakları yazılıyordu.

Şimdilik tek çözüm yolunun Osmanlı Devletinden Ermeniler lehine ıslahatlar yapmasını istemek olacağı yönünde tavsiyelere yer veriliyordu. 
Bu arada Ermeni olaylarının Maraş bölgesinde artması üzerine Osmanlı güvenlik güçlerinin Amerikalı ve diğer misyonerlerin faaliyetlerini sıkı takip ettiği ve bazen de tutuklama yoluna gittiği, bu nedenle Ermeni komitelerine doğrudan yardım etmelerinin zaman zaman mümkün olmadığı yönünde, gelen mektuplar Amerika'daki gazetelerde yer alıyordu 7.


Öte yandan Maraş Amerikan Kız Kolejinde ve Antep, Adana gibi diğer illerdeki Amerikan okullarında görev yapan bazı Ermeni hocaların veya öğretmen kadrosunda görev yapan papazların Amerikan vatandaşı oldukları, hatta Ermeni fesat komitelerinde aktif rol aldıkları da ortaya çıkıyordu. Mesela; Hassa Kazası, Adana ve Cebel-i Bereket kazalarında Ermeni çetelerinin ve şüpheli papazların evlerinde yapılan aramalarda ele geçen evrak arasında çete elebaşları sayılırken, Antep kolej hocalarından ve Maraş'ta da görev yapan Agop Belilyan, 
Aleksan Bezciyan ve Maraş Kolejinde görevle Baron Simbad Gabriyan'ın adları geçiyordu. Bunun üzerine Halep Valisi Hasan Bey, 

2 Eylül 1894 tarihinde yaptığı bir tahkikatla bunların Amerikan vatandaşı olsalar da yakalanıp gerekli cezaya çarptırılacağını bildiriyordu 8.
Yine Maraş Amerikan Koleji hocalarından Kirkor Behisniliyan ve dört arkadaşı, Tarsus'a giderken 27 Aralık 1894'te, Adana'da üzerleri ve eşyalarının aranması sonucu ortaya çıkan mektup ve belgelerden Maraş ve havalisindeki Ermeni faaliyetleri hatta, Muş, Bitlis ve Sasun'daki gelişmeler hakkında bilgi taşındığı ortaya çıkmıştı 9. Hatta bu olay Adana İngiliz Konsolosunun Londra'ya verdiği bilgiler doğrultusunda, Londra'da Times gazetesinde 2 Aralık 1894 tarihli nüshasında Amerikalı bir misyonerin hapse atılması şeklinde, İngilizlerin 
olayı yine diplomatik olarak Osmanlı Devletinin aleyhine çevirme teşebbüsünde bulundukları anlaşılıyor. Ancak yine aynı günkü Dailynews gazetesinin nüshasında Osmanlı kuvvetlerinin Ermenileri Maraş, Zeytun, Bitlis ve Van'da katlettiği, Ermenilerin Osmanlı memurları ve zaptiyeleri tarafından mezalime uğradıkları yönünde haberler yer alıyordu 10.

Ermeni olaylarının memleketin dört bir yanında artarak devam etmesi üzerine devlet askeri tedbirlerin yanı sıra sivil tedbirler de alıyordu. 
Maraş'ta da Ermenilerin topluca ayaklanacaklar ı yönündeki bilgi ve haberlerin artması üzerine, inzibat tedbirlerinin yanı sıra mahalle muhtarları ve imamlar gibi yerli ahaliyi iyi tanıyan yabancıları tespit etmesi mümkün olan kimseler, gördükleri olağan üstü durum ve kişileri güvenlik güçlerine haber vermek hatta şüpheli gördükleri eşya, paket gibi şeylere müdahale yetkisine bile sahiptiler. Bu yöndeki bir örnek, Maraş Ermeni hadiselerinde önemli rol oynadıkları daha sonra yapılan soruşturmalarda da anlaşılan İngiliz Misyoner Lee ve Amerikalı 
misyoner Mikalem'in adlarının karıştığı bir olayda ortaya çıkmıştır. Ermenilerin yurt dışı ile bağlantısını misyonerler aracılığıyla yaptığı zaten biliniyordu.11 Ermenilere gelen her türlü gizli belge hatta silah ve patlayıcı ham maddesinin dolaşımı çoğunlukla misyonerler tarafından sağlanıyordu.

Uluslar arası anlaşmalar gereği yani kapütilasyonların yabancılara verdiği haklarla yurt dışından gelen mal ve eşyaları ülkeye girdiği 
gümrükte mühürleniyor ve hiçbir şekilde yerli makamlar tarafından denetlenemiyordu. Yukarıda sözünü ettiğimiz Amerikalı Mikalem ve 
İngiliz Lee'ye, İskenderun limanından ülkeye girdiği anlaşılan ve Antep üzerinden Maraş'a, evraklarında kitap ve çeşitli eşya olduğu bildirilen sandıklardan şüphelenilmiş ve mahalli görevlilerin şüphe ve ihbar üzerine yaptıkları aramaya söz konusu şahıslar karşı koymaya çalışmışlar ve Halep konsoloslukları aracılığıyla Osmanlı Hükümetine şikayette bulunmuşlardı. Söz konusu sandıklardan şüphelenilmesinin nedeni, içlerinde kitap bulunduğu yönünde beyanda bulunulmasına rağmen sandıkların şekillerinin kitap sandığına benzememesi ve barut kokuyor olmalarıydı. Sandıklar silah sandığı biçimindeydi. Bu durum söz konusu şahısların ifadelerinde, sandıkların içlerinde kitap ve 
şemsiye gibi çeşitli eşyanın bulunduğu yönünde idi. Şahısların büyük direnişine rağmen, sandıklardan çıkan koku üzerine yapılan aramada, sandıklarda barut ve patlayıcı madde olduğu ortaya çıkmıştır". Söz konusu sandıklarda ayrıca Amerika ve Avrupa gazetelerinde Türklerin Ermenilere zulüm ve işkence yaptıkları yönünde gazete kupürleri de ortaya çıkmıştır 12.

 Yine bu sandıklardan Misyoner Lee'ye Boston'dan gelen bir mektupta, Herald gazetesinden gönderilen parçaların mütalaası bildiriliyor ve Ermenilerin Maraş bölgesinde her an harekete hazır tutulmaları, Muş-Bitlis havalisinde hazırlıkların tamamlanmak üzere olduğu, Ermenilerin daha güneyde Arap bölgesinde de toplantılara başladıkları bildiriliyordu 13. Sadrazamlık bu ve benzeri olaylar karşısında Misyonerlerin konsoloslukları aracılığıyla hükümeti sıkıştırmalarına rağmen Halep vilayeti aracılığıyla Maraş'taki mahalli idarecileri tedbirli olmaları, bu tür olayları bahane ederek yabancı basının Osmanlı Devletine taarruzda bulunmasına meydan verilmemesi yönünde uyarıda bulunuyordu 14.
Yine yukarıda söz konusu Misyonerlere Katolik patrikliği tarafından gönderilen bazı kitapların yapılan incelemeler sonucunda usule uygun olarak nakledilmediği, gümrük evraklarının usulsüz ve gümrükte vurulan kurşun mühürlerinin oynanmış olduğu anlaşılıyordu. 


2. Cİ  BÖLÜMLE DEVAM EDECEKTİR,


..



7 Ağustos 2016 Pazar

ASALA'nın Ardındaki Sır,





ASALA'nın Ardındaki Sır,




  ''  Türkiye bir ağaçtır. Gürlediği zaman budanacak, Ölmeye yüz tuttuğu
zaman da sulanacak. Eğer Amerika, Avrupa, Eski Sovyetler, şimdiki Rusya, Türkiye üzerindeki emellerinden vazgeçerlerse Türkiye'deki terör bıçakla
pastayı kesmiş gibi biter. '' Eğer emellerinden vazgeçmezlerse,
ASALA biter, PKK başlar, PKK biter, ASALA başlar... "

Takvim 27 Ocak 1973'ü gösterirken bütün dünya bir suikast haberiyle çalkalandı. Amerika Birleşik Devletleri'nin Los Angeles kentinin 100 km kuzeyindeki Santa Barbara'nın, ünlü Biltmore Oteli'nde, Türkiye'nin Los Angeles Başkonsolosu Mehmet Baydar ile yardımcısı Bahadır Demir, Anadolu'da doğmuş, büyümüş Mıgırdıç Yanıkyan isimli bir Ermeni tarafından pusuya düşürülerek öldürülmüştü.

İki Türk konsolosunu, Sultan 2. Abdülhamid'in sarayından çalınmış bir tabloyu Türkler'e iade edeceğini söyleyerek yemeğe davet eden katil, cinayeti işlediği gün Newpress gazetesine gönderdiği mektubunda şöyle diyordu: "Yıllardan beri düşünüp taşındım, herşeyi uzun zamandan beri gece gündüz planladım. Suçu açıkça işleyecek ve sonra teslim olacağım. Böylece dünyanın dikkati Ermeni kavminin üstüne ve Türkler'in katliamlarına çevrilmiş olacak. Bu, yeni biçimde bir savaşın başlangıcıdır. Artık bütün köprüleri yı kıyorum. Benim için dönüş yok. Uğrunda yaşayacağım birşey kalmam Şimdi yazıyı kesip ilk adımı atmak i~ eyleme geçiyorum."

1973 yılında görünürde bireysel ob rak başlayan Ermeni terörü 1975 yılına sistemli, organize bir şekilde çıkıyordi karşımıza. 1975 yılından 1985 yılına dcl çoğunluğunu ASALA'nın üstlendif 205 eylem düzenlenmişti. Bunlan 27'si öldürme, 14'ü öldürmeye teşebbüs, 164'ü bombalama şeklinde gerçe~ leşti. Bazıları da aynı zamanda işga~ rehin özelliği taşıyordu.

Yıllara göre dökümü yapıldığında Türkiye'nin en hassas olduğu 1980 yı lında eylemlerin grafiği en üst noktaya ulaşırken, 1980' den sonra ise giderel azalan sayılarla düş!üğü görülüyor. Eylemlerin Lübnan, Iran, Amerika, Ka nada ve Avustralya hariç tutulursa daha çok Avrupa ülkelerinde yoğunlaştığı dikkat çekiyor. Doğu Bloku ülkelerindeki eylemler, farklı özellikler taşıyoL Örneğin Yugoslavya ve Bulgaristan'd! iki önemli olay gerçekleşmişti. Birincİ. si 9 Eylül 1982'de Bora Süelkan'ıı saat 14.30 civarında evinin önünde Uğradığı silahlı saldırıda şehit edilmesiydi. Ikincisi de 9 Mart 1983'te Belgrat Büyükelçisi Galip Balkar'ın saat 11.00 civarında iki Ermeni teröristin saldm sına uğrayarak şehit edilmesiydi. Heri. ki süikast da ASALA tarafından değil Amerikan yanlısı ESAK tarafından üstlenilmişti. İşin daha da garip tarafı, Galip BALKAR'ın Dış işleri Bakanlı. ğı'nda NATO uzmanı olarak bilinme. siydi. Galip Balkar, 1961'de NATO Daimi Delegeliği, III. Katiplik, II. Katiplik ve Başkatiplik, 1965 ve 1969 yıllarında NATO Dairesi Başkatipliği 1977-78 yıllarında NATO Daimi Temsilciliği ve Müsteşarlığı yapmıştı. 1976 yılında NATO Savunma Koleji mensuplarının Türkiye'yi ziyaretİ dolayısıyla bir de takdirname almıştı. Bu bahsettiğimiz olayların haricinde Doğu Bloku ülkelerinde Ermeni terörü gözükmüyordu.

Tüm bu eylemlerin sonucunda 42 Türk, 18 yabancı hayatını kaybetti, çok sayıda yaralanan oldu. Bu arada 25 Ermeni terörist öldürüldü.

ilk kez 21 Ocak 1975 tarihinde Lübnan-Beyrut'taki Dünya Kiliseler Birliği binasına yönelik bombalama eylemiyle adını duyuran ASALA, kuruluş nedenlerini şöyle açıklıyordu:

- Türkiye'ye, 1915 yılında Ermeniler'e soykınm yaptığını kabul ettirmek ve tazminat ödettirmek.

- Ermeniler'in anayurtları olduğunu iddia ettikleri Doğu Anadolu Bölgesi'ndeki Türk(!) işgalini sona erdirmek.

- Büyük Ermenistan'ın kurulması için bütün engelleri ortadan kaldırmak.

Aslında Ermeni terörü 1975 yılında birdenbire çıkmadı. 1965 yılından itibaren binlerce kitap basılmış, yazılar yazılmış, zemin hazırlanmaya başlamıştı. ilk eylem 21 Ocak 1975 tarihinUe gerçekleştirildi. 9 ay sonra 22 Ekim 1975 günü Viyana Büyükelçisi Daniş Tunalıgil'in öldürülmesi eylemini üstlenerek Avrupa'daki faaliyetlerini başlatan Marksist-Leninist bir örgüt gürünümündeki ASALA, olaydan iki gün sonra Paris'te gerçekleştirilen öl dürme eylemini de üstlendi. Örgüt böylece Avrupa'daki varlığını kamtIama amacım güdüyordu.

ASALA'YI KGB EGiTTl

ASALA uzun yıllar Türkiye'nin başını ağrıttı. Kendisi tükenince de yerine PKK'yı bırakıp git- ti. Ancak PKK'mn bitmek üzere olmasından sonra geçtiğimiz' günlerde yeniden eylemlerine başlayacağım açıkladı. Herkesin şimdi şu soru var: PKK bitince ASAL yine mi hortlatılacak?

Uzun yıllar ASALA ile ilgili araştırma ve haberler yapan Gazeteci Tokay Gözütok, terör konusunda şunları söylüyor: "Türkiye bir ağaçıtır. Gürlediği zaman budanacak, ölmeye yüz tuttuğu zaman da sulanacak. Eğer Amerika, Avru pa, eski Sovyetler, şimdiki Rusya Türkiye üzerindeki emellerinden vazgeçerlerse Türkiye'deki terör bıçakla pastayı kesmiş gibi biter. Eğer emellerinden vazgeçmezlerse, ASALA biter, PKK başlar, PKK biter, ASALA başlar. "

Burada ASALA'nın terör eylemlerinden kimlerin nasıl yararlandığı sorusu akla geliyor. Bu soruya kar§ılık pekçok ülke ismi sayılabilse de terörün Ermeniler'in i§ine yaramadığı kesin.

Tokay Gözütok, ASALA terörünün geçmi§te bazı devletler için çok büyük bir koz haline geldiğini belirterek §unları da belirtiyor: "Eğer Avrupa, Türkiye'den taviz koparırsa kendi yönlendirdiği terörü azaltıyor, Amerika senden taviz koparırsa kendi yönlendirdiği terörü azaltıyor, Sovyetler senden taviz koparırsa kendi yönlendirdiği terörü azaltıyordu. Biz ASALA teröründe Sovyetler Birliği'ni, Avrupa'nın bazı ülkelerini, çok enteresandır fakat bazan da CIA yı görüyorduk. İnanmayacaksınız ama CIA ile KGB'nin bazan beraber hareket ettiklerini görüyorduk. "

ASALA bittikten sonra PKK'nın ba§laması §üphesiz ki tesadüf değildi. Türkiye'ye yönelik terör amaçlı faaliyetlerin uzantısı olarak biri diğerinin yerine geçti. Ermeni mili tanıarın, KGB'nin Ortadoğu masasında görevli Sovyet terör uzmanı Nurseviç Brutens tarafından eğitildiğinin, Interpol tarafından tesbit edildiğini hatırlatan Gözütok, sadece ASALA teröründe değil Türkiye'ye yönelik bütün terör haı ketlerinde KGB'nin parmağı bulunduğunu, Sovyetler'in dağılmasıyla da bu dü§manlığın bitmeyeceğini savunuyor.

Eski MİT'çi Mahir Kaynak da AS! LA'nın arkasında büyük devletlerin aranması gerektiğini, küçük devletlen bu tür konularda sadece kullanıldığn belirterek ASALA terörüyle ABD i Rusya'nın Türkiye'yi kıskaca almak istediğini belirtiyor. Mahir Kaynak'ın bu sözlerini, Dı§i§leri Bakanlığı Azen Dairesi Genel Müdürlüğü'nce 8 Nisaı 1967 tarihinde hazırlanan ra porufilı kullanılan ifadeler destekliyor. Söz konusu raporda §öyle deniliyor: "İlerid Ermenistan sorununun ABD ile SSCI arasında bir rekabet konusu olması SSCB'nin gerekirse Sovyet Ermenis~ nı'nı Türkiye üzerinde bir baskı unsn ru olarak kullanması mümkündür. Gerçekten de Sovyetler ASALA'yı he zaman bir koz olarak kullandı. Bu kona daki inisiyatifi SSCB'ye bırakmamab çin Amerikan yanlısı bir Ermeni teröı örgütü kurulmu§, kısa bir süre sonra dı bazı bombalama ve suikast olaylarını üstlenmi§ti. Bu örgüt Bora Suelkan ve Galip Balkar'ın ölümlerini üstlenen E. SAK'tı..

ASALA' nın avukatı Deveciyan da 198~kendisiyle yapılan röportajda i ..kendilerini desteklediğini açıkça ifade ediyordu. Deveciyan §unları söylüyordu: "Totaliter bir ülke olan ve insan haklarını çiğneyen Sovyetler, kendi stratejık ve politik çıkarı sözkonusu olunca, b.~'de insan haklarının uygulanması için verilen sava§a desteğini sağlamaktadır." Deveciyan, Ermeni terörizminin ba§ka güçler tarafından kullanılıp kullanılmadığı konusunda da şunları sölüyordu: "Bu olanak dahilinde. Her şey kullanılabilir!."

ASALA lideri Hagop Hagopyan da PKK ile beraber düzenlediği ortak basın doplantısında Sovyetler Birliği hakında şunları söylüyordu: "İlk amacımız Türkiye'nin elindeki toprakların bağımsızlığına kavuşturulmasıdır. Sovyetler Birliği'ne gelince bu bir cumhuriyettir ve Sovyetler Birliği sayesinde orada bir Ermenistan var."

Ankara Üniversitesi öğretim üyelerinden Hasan Köni, Ermeni diasporasında varolan duyguların Yunanistan tarafından sömürüldüğünü, Sovyetler'in de sarsma/bölme politikasına girdiğini, Amerika'daki politik ortamın verdiği yapı içinde herşeyi serbest zanneden Ermeni lobilerinin de devreye girdiğini söylüyor ve şunları ekliyor: "ASALA biterken, 1984'te, önceden kurulmuş olan fakat hiçbir fonksiyonu olmayan PKK yükselmeye başladı. 1900'lüyılların başlarında İngilizler, kendi askerlerini kullanmıyorlardı. Daha çok azınlıkları kullanıyorlardı. Büyük devletler gözükmüyordu. Osmanlı döneminde de Cumhuriyet döneminde de bir dış sorunumuz olduğu zaman bunlar kullanılıyordu. Bunlar, komplo teorisi değildir. Bütün dünyanın yaptığı budur. Kendi adamını kullanmak yerine, içerdeki birtakım unsurları kullanır."

Sovyetler Birliği'nin dış ülkelerdeki Ermeniler'le ilişkileri geliştirmek amacıyla bazı kurumlarını harekete geçirdiği öteden beri biliniyordu. Dış ülkelerdeki Ermeniler'in de üye oldukları Committe For Cultural Relations With Ermenian Abroad adlı bir komitenin kurulması, diasporada yaşayan müzisyenler için Komitas adıyla ödül koyması, oldukça dikkat çekmişti. Bunun yanısıra Sovyet Devrimi'nin yıldönümü gibi çeşitli vesilelerle Sovyet büyükelçilerinin dağıttıkları enformasyon bültenlerinde Ermenistan'ın tanıtılmasına ağırlık verdiği görülüyordu.

Bütün bu ipuçlarına rağmen Gazi Üniversitesi öğretim görevlisi Doç. Dr. Melih Aktaş, ASALA teröründe Sovyet faktörünü birinci faktör olarak görmüyor. Aktaş şunları söylüyor: "1968-72 yılları arasında KGB'nin bir yetkilisi Moskova'nın Türk Büyükelçisi'ne ve Büyükelçilik Müsteşarı'na aynen şunları söyledi: 'Nasyonalist Ermeniler sizlere karşı bir harekete girecekler. Gelin işbirliği yapalım.' Fakat bizimkiler Amerikalılar'a hemen yetiştirdiler olayı. Amerikalılar'ın cevabı şu oldu: 'Yalan, KGB size yanaşmak istiyor.' Dolayısıyla Sovyetler'i ben birincil faktör olarak görmüyorum. Çekoslovakya, Bulgaristan bunlara eğitimleri konusunda yardım etmiş olabilir. ASALA'nın kullandığı silahlara bakın. Hiçbiri Rus yapımı değiL. Bunlar Batı yapımı silahlardır." 

BELİRLİ HEDEFLERE SUİKAST

Yıllar sonra olaya bakıldığında eldeki bütün veriler ASALA'nın hedeflerini tesadüfi seçmediğini gösteriyor. Prof. Dr. Hasan Köni, öldürülen Türk Dışişleri mensuplarının büyük bir bölümünün Ermeni konusunda çalışan insanlar olabileceğini belirtirken Doç. Dr. Melih Aktaş öldürülen dışişleri mensuplarının yüzde 60'ının MİT ile bağlantısı bulunduğu söylüyor. ASALA terörünün yoğun olduğu yıllarda Dışişleri Bakanlığı'nda bazı görevlerde bulunmuş olan Aktaş'ın bu sözleri bu terör örgütünün kurbanlarını tesadüfen seçmediğini, bilinçli olarak ve elindeki bazı bulgulara göre hareket ettiği görüşünü destekliyor. Prof. Köni de öldürülen dışişleri mensuplarının MİT'le bağlantılı olmasının gayet doğalolduğunu belirterek "Devletin bütün kurumlarının birbiriyle ilişkisi vardır" diyor.

Peki ASALA kimin ne olduğunu ve ne üzerine çalıştığını nereden biliyordu. ASALA'nın istihbaratı bu denli iyi miydi? CIA'deki Ames isimli KGB ajanını örnek veren Hasan Köni onun yüzünden bir sürü Amerikalı ajanın öldürüldüğünü hatırlatıyor.

Konuyla ilgili olarak görüştüğümüz, isminin açıklanmasını istemeyen eski bir MİT yetkilisi, bütün istihbarat servislerine sızmaların mümkün olduğunu, KGB'nin sızma konusunda son derece başarılı olduğunu, hemen hemen bütün gizli servislere sızmayı başardığını belirterek, bir dönem CIA'nin en kilit noktalarında KGB ajanlarının belirlendiğini söylüyor.

Melih Aktaş da öldürülen dışişleri mensuplarının bir kısmının Beyrut'ta görev yaptığını ve burada fişlenmiş olabilt!ceğini ifade ederek 1980'den sonra devletin uyandığını ve harekete geçtiğini söylüyor. Gerçekten de MİT'in 1980 yılından sonra ASALA teröründe daha başarılı olması, Aktaş'ın bu iddiasının isbatı olarak değerlendirilebilir.

Öldürülen dışişleri mensuplarının Batı'ya yakın insanlar olduğunu söyleyen Mahir Kaynak da ASALA'nın arkasında, KGB'nin olabileceği ihtimalini güçlü görüyor. Kaynak'ın çok ilginçbir iddası daha var. Kaynak'a göre ASALA terörüyle Dışişleri Bakanlığı'nda çok önemli bir ekip tasviye edildi. Aynı zamanda terör vasıtasıyla diplo matlarımızın etkinliği engellenmek istendi. Yine bu konuda uzun zamandır araştırma yapan ve isminin açıklanmasını istemeyen bir gazeteci de öldürülen dış temsilcilerimizin Sovyet uzmanı olduğunu savunarak bunun altında Türkiye'nin Rusya konusunnda bir politika belirlemesini engellemek yatıyordu. Bugün Rusya ile Orta Asya'da çıkarlarımız çatışıyor. Bu nedenle Rusya ASALA'yı tekrar hortlatabilir" diyor.

Orta Asya'daki çıkarlarım engellemek için Rusya, ASALA kozunu veya: bir başka kozu kullanmışsa ve  vasıtasıyla ASALA'yı bilgilendirimi buysa burada MİT'e kuşkusuz çok iş düşüyor. Hem KGB ve ASALA'ya karşı istihbaratla planlarını boşa çıkarmak, hem de Orta Asya'daki çıkarlarımız doğrultusunda aktif rol üstlenerek oradaki çıkarlarımızı koruyarak dış tasalluttan ülke ve millet gururunu muhafaza etmek.

Marmara Üniversitesi öğretim üyelerinden Dr. Haluk Dursun da ASALA'nın Ermeni devleti kurmak gibi bir hedefi bulunmadığını, demografik vaziyetin buna müsait olmadığını belirterek " Çünkü bölge Ermeniler için bir " İrredenta " sayılmakla bebarer, tarihi şartlar oluşmamıştı. Asıl hedefin Türkiye'nin dış politikasını belirleme çabasının yanında milli harekete sahip insanların tasfiyesiydi" şeklinde kunuşuyor.

HİRAM ABAS ASALA'YA KARSI

Hiram Abas, MİTte çok öne .;'1revlerde bulunmuş, çok önemli operasyonlara imza atmış, MİTteki birçok karşı casusluk faaliyetini ortaya çıkar mıştı. 1980 yılında da MİT'in yapılanmasıyla ilgili bazı problemleri gerekçe göstererek istifa etmişti. O günlerde MOSSAD, MİT'e Lübnan'da bazı kampları basacağını, bu kampların arasında ASALA'nın da bulunduğunu, isterse operasyonlara katılabileceğini belirtmişti. Köşk MOSSAD'ın bu teklifini kabul ederek MOSSAD'la birlikte yürütülecek olan bu operasyonda MİTin bir dönem en önemli ismi olan Hiram Abas'ı görevlendirmişti. Hiram Abas seçilmişti çünkü, zamanında Ermeni terörüne karşı ajan şebekesini o kurmuştu. Hiram Abas bu ortak operasyondan sonra MOSSAD'la yakın ilişkiler kurmakla suçlanacaktı. Yapılan operasyonlar oldukça başarılı geçmişti MOSSAD'ın ele geçirdiği bilgiler arasında ASALA'nın para kaynakları Türk diplomatlarının listesi ve bazı çok önemli bilgi kaynaklarının ismi bulunuyordu. Fakat MOSSAD bu bilgileri vermedi.

MOSSAD neyi gizlemişti? MOSSAD'ın gizlediği bu bilginin Hiram Abas'ın, ASALA lideri Agop Agop yan'ın ve Monte Melkonyan'ın esr; rengiz ölümlerinde oynamış olduğu ıı neydi? Yoksa MOSSAD, Pa pa suikastla ilgili birşeyler mi öğrenmişti?

25 EKiM 1981: ASALA'DAN PAPA'YA

Daha sonra politikaya atılarak DYP; çerisinde önemli görevler alacak 0131 Türkiye Büyükelçiliği 2. Katibi Gökben Ergenekon saat 16.30'a doğru arabasın dan inerken bir teröristin saldırısına uğ radı. Kolundan yaralanan Ergenekon ~ rabasından inip teröristi takip ederek. teş açmış ancak terörist, yaralanmasırn rağmen kaçmayı başarmıştı. Hastane~ kaldırılan Ergenekon aynı gün hastane den çıktı. O zamana kadar kamuoyundi ismi duyulmayan Gökberk Ergenekoı kimdi? ASALA bu kez neden Ergene. kon'u seçmişti. Daha önce nerelerde ça lışmıştı? Daha da önemlisi Roma'da~ asıl görevi neydi?

ASALA'nın giriştiği en ilginç sui. kastlerden biri Gökberk Ergenekon'ı yapılan olanıydı. Uluslararası Ekonomi ve Sosyal İşler Müdürlüğü'nde ada~ meslek memurluğu ve ikinci katiplikten sonra 1977 ve 1978 yıllarında uluslarara. sı 2. katiplik ve ardından Roma Büyükel. çiliği'nde 2. katip olarak çalışmaya ba~. ladı. Gökberk Ergenekon'un Roma'da. ki görevi yıllar sonra ortaya çıkacakt!. Ergenekon bu görevinden sonra Ortado. ğu Dairesi'nde 2. katiplik ve başkatiplik yaptıktan sonra istifa etmişti. Ergenekon Roma Büyükelçiliği'ne Papa süikasti ile ASALA ilişkisini araştırmakla görevlen. dirilmişti ve aylar öncesinden İtalyan hükümetini olası bir Papa süikastine karşı uyarmıştı. Konu ile ilgili Aksi. yon'a konuşan Ergenekon; Mehmet Ali Ağca'nın henüz hapishanedeyken Pa. pa 'yı vuracağına dair bazı ifadelerde bulunduğunu buna binaen İtalyan hükmetini uyardıklarını söylüyordu. Gök. berk Ergenekon yıllar sonra bazı yetkililerden kendisine ASALA'nın bir başka süikast girişiminde ulunduğunu öğre niyordu. ASALA, Ergenekon'un Papa süikastiyle ASALA arasındaki ilişkiyi araştırdığını öğrenmiş ve onu kara listesine almıştı. ASALA Ergenekon'un bu konuyu araştırdığını nasıl öğrenmişti?

ERGENEKON'A TETİĞİ KİM ÇEKTİ

Ergenekon, saldırı sırasında ASALA militanını yakından görmüş, eşgalini tespit etmişti. Araştırma genişletilince tetiği çekenin kim olduğu ortaya çıktı: Monte Melkonyan...

Melkonyan, Bekaa'da yetişmiş, İNTERPOL'de sicil kaydı olan, dünyanın her yerinde aranan bir uyuşturucu kaçakçısıydı. Teşhis edilmesiyle ASALA'nın Pa pa süikastiyle ilişkisi ortaya çıktı. ASALA Melkonyan'ın bu başarısızlığını hiçbir zaman unutmadı. Mel-Konyan'ın örgütteki yeri iyice sarsılmıştı. Orly katliamından sonra AGOPY AN'ı faşistlikle suçlayarak örgütten ayrılan Melkonyan, ardından ASALA.DH'yi kurarak sonunu hazırlamışoluyordu. Nitekim 1986 Aralığında Fransız istihbaratınca yakalandı. 1993 yılında da Ermeniler tarafından esrarengiz bir şekilde öldürüldü.

Ergenekon şunları söylüyordu: "ASALA, Papa suikastıyla Türkiye'nin imajını sarsmak istemiş olabilir. İkinci olarak da Pa pa suikastının en çok kimin işine yaradığına bakmak gerek. Bu elbette Sovyetler Birliği'dir." Çünkü Papa tam o sırada Polonya'ya gitmeye hazırlanmaktadır. Bu bir şekilde engellenmeliydi!

BU IŞ MOSKAVA'DA DÜĞÜMLENİYOR...

- 1988 yılıydı. ASALA lideri Agop Agopyan'ın sabaha karşı bir markette çifteyle öldürüldüğü haberi gazetelerin birinci sayfalarına bomba gibi düştü. Herkes gözlerini MİT' e çevirmiş bir açıklama yapmasını bekliyordu. MİT sessizliği ni bozmadı. MİTin Atina'da böyle bir eylem yapabilme gücü var mıydı?

Agop Agopyan, Ebu Nidal'ın adamlarıyla buluşmak üzere Belgrat'a giderken Atina'da öldürüldü. Bir iddiaya göre Fransa Ebu Nidal'le 1986-1988 yıllarında anlaşmıştı. Ebu Nidal'in vasıtasıyla Fransız gizli servisi, Agopyan'a muhalif bir Ermeni örgütüne sızmış, Agopyan'ın öldürülmesini sağlamıştı. Fransa Agopyan'ı ancak bir sebepten ötürü ödürmüş olabilirdi: O da Agopyan'nın Fransa'da bakan seviyesinde ilişkileri olması idi. Çok şey biliyor olabilirdi. Örneğin Orly katliamı Fransız istihbaratı tarafından önceden bilinmesine rağmen engellenmemişti. Ve bu katliam dan sonra Agopyan haricinde hemen hemen herkes yakalanmasına rağmen Agopyan adeta yok olmuştu. Bir başka iddia ise Agopyan'ı MOSSAD'ın öldürdüğü idi. MOSSAD, ASALA'nın FKÖile anlaşmasından son derece rahatsız olmuş, Agopyan'ı Atina'da öldürtmüştü. Agopyan Belgrat'a Ebu Nidal'ın adamlarıyla görüşmeye gidiyordu... Bu iddia daha geçerli bir iddia idi çünküMOSSAD'ın EBU NİDAL'i kullandığı biliniyordu. Tabii bunu MİT de yapmış veya yaptırmış olabilirdi. ÇünküMİT özellikle 1980 yılından sonra ASALA'ya karşı daha etkin bir mücadele içine girmişti. Türkiye'nin başını çok ağrıtan Agop Agopyan'ın ortadan kalkmasında bir şekilde etkili olması büyük ihtimaldi, öyle olması da gerekirdi.

YOKSA KGB Mi?

9 yılını Fransız istihbarat servisinden biri olan DST'nin antiterör bölümünde geçirmiş olan Daniel Burdan, yıllar sonra kendisiyle (Güneş gazetesinde) yapılan bir röportajda George Habaş'ın sonra da Naddi Haddal'ın yanında militanlık hayatına başlayan Agop Agopyan'ın eğitim gördüğü Güney Yemen'de KGB tarafından, Sovyet ataşesi vasıtasıyla ASALA örgütünü kurmak için seçildiğini. söylüyordu. Ancak Agopyan ASALA liderliği ni gittikçe ciddiye almış, 1982 yılında Fransa Ermeni cemaatinin kafasına soktuğu Ermeniler'in serbest çıkış hakkı ile ilgili teklifi Sovyetler' e sunarak kendi sonunu hazırlamıştı. Sovyetler Birliği, Agop Agopyan'ı artık kendisi için de tehlikeli görüyordu. Üstelik Papa su ikastinden tutun da uluslararası uyuşturucu ticaretine karışmış birçok üstdüzey bürokratla ilgili birçok şey biliyordu. Atina'da bütün bildikleriyle birlikte, sabaha karşı, esrarengiz bir şekilde bir çifteyle öldürülmüştü. Aslında öldürülmesi herkesin işine geliyordu. En son şöyle diyordu Daniel Burdan yine de: "Ben bu işin Moskova'da düğümlendiğine inanıyorum!"

Ortaya çıkan sonuç şuydu: ASALA eldeki bütün verilerle birlikte bakıldığı zaman bir dava örgütü değildi. Ermeni devleti kurmak gibi bir amacı da yoktu. AmaçTürkiye'ye baskı yapabilmekti. Türkiye'nin izleyeceği politikada belirleyici olabilmek için birçok devlet Ermeni terörünü koz olarak kullanmıştI. Marksist kökenli örgüt, "glasnost ve peresteroika" politikalarıyla Lübnan'daki bazı gelişmelerden olumsuz yönde etkilenerek eski gücünü yitirmişti. Ortaya çıkan bir başka önemli sonuç ise ASALA'nın hedeflerini tesadüfen seçmediği, birilerinin isteği doğrultusunda - Mahir Kaynak'ın da dediği gibi- dışişleri nde ki bir ekibi tasfiye etmeye yönelikti.

Komünizmin Rusya'da dirilmeye başlamasıyla, özellikle de Türkiye'nin çıkarlarıyla Rusya'nın çıkarlarının Orta Asya, Balkanlar'da, Kafkaslar'da çatışmasıyla birlikte son günlerde eylemlerine yeniden başlayacağını duyuran ASALA, Ermeni sorununun bazı Batılı gazetelerde yeniden ele alındığı, PKK'nın gerilediği şu günlerde, terör bayrağını bir kez daha eline mi alacak? Tarih bazen tekeriÜrden, bazan de tereddütten ibarettir...

Aydoğan Kılıç

http://www.aksiyon.com.tr/aksiyon/haber-1329-26-asalanin-ardindaki-sir.html

VEYA

http://suikastler.blogcu.com/asala-nin-ardindaki-sir/2727954

...

2 Ağustos 2016 Salı

BİR CEZALANDIRMA YÖNTEMİ OLARAK SOYKIRIM SUÇLAMASI




BİR CEZALANDIRMA YÖNTEMİ OLARAK SOYKIRIM SUÇLAMASI 



BİR CEZALANDIRMA YÖNTEMİ OLARAK SOYKIRIM SUÇLAMASI 
Mehmet Oğuzhan TULUN 
26.05.2016 
AVRASYA İNCELEMELERİ MERKEZİ 
CENTER FOR EURASIAN STUDIES 




Almanya, 2 Haziranda Federal Meclisinde 1915 olaylarını soykırım olarak nitelendiren bir tasarıyı görüşüp, bu konuda bir karar çıkarma hazırlıkları içerisindedir.[1] Almanyadan alınan bilgiler göstermektedir ki, Alman milletvekilleri 1915 olaylarını soykırım olarak nitelendiren bir karar çıkarmak ta ve bu konuda Türkiyeye soykırım yükünü bindirmeye çalışmakta son derece kararlıdır. 
Şu anda Alman medyasında da yoğun bir şekilde Türkiye karşıtı temalar işlenmekte, Türkiye günün her saati değişik suçlamalara maruz bırakılmaktadır. Alman medyasının ve siyasetçilerinin Türkiyeye olan şu anki yaklaşımının ardında, Türkiyedeki mevcut siyasi iktidara duyulan tepki ve 
öfke olduğu da sıkça dile getirilmektedir. 
Almanyada yaklaşık 30.000 kadar Ermeni kökenli insan yaşadığı düşünülecek olursa, Federal Meclisten böyle bir karar geçirilmek istenmesinin Ermeni diasporasının faaliyetleriyle açıklanması mümkün değildir. Bunun yerine, kararın geçirilmek istenmesi, yukarıda da değinildiği gibi, Türkiyeye karşı duyulan tepki ile bağlantılıdır. 

Burada dikkat edilmesi gereken iki husus vardır: AİHMin Perinçek-İsviçre davası kararı ve Fransa Anayasa Konseyinin Gayssot Yasası ile ilgili kararı. Bu iki kararda da hukuki olarak geçerliliği ispatlanmış Yahudi Soykırımı (Holokost) ile 1915 olayları arasında ayrım yapılmıştır. İki kararda da herhangi bir tarihi olayın soykırım olarak nitelendirilip nitelendirilmemesi görevinin 1948 Soykırım 
Sözleşmesince yetkilendirilmiş mahkemelere ait olduğu ifade edilmiştir. AİHM, bu kararını (bu davayı adeta ölüm kalım mücadelesine çeviren) Ermeni diasporanın tüm lobicilik faaliyetlerine rağmen almıştır. Fransanın ise Ermeni soykırım iddialarının adeta öncülüğünü yaptığı düşünülecek olursa, Fransa Anayasa Konseyinin aldığı karar daha da değerli hale gelmektedir. AİHMin ve Fransa Anayasa Konseyinin kararları, yetkili mahkemelerin kararı olmadan, tarihi olayların soykırım olarak nitelendirilmesinin hukuki geçerliliği olmadığına ve dolayısıyla bu tür nitelendirmelerin herhangi bir yaptırım gücü olmadığına işaret etmektedir. Ayrıca Almanya, geçmişte soykırım suçu işlemiş bir ülke olarak, soykırımın esasen ne olduğunu ve nasıl tespit edilmesi gerektiğini çok iyi bilmektedir. Hal böyle iken, Alman Federal Meclisinde 1915 olaylarıyla 
ilgili bir soykırım kararı geçirilmeye çalışılması, hiçbir şüpheye yer bırakmayacak şekilde, Türkiyeye karşı siyasi bir koz olarak görülen bir meseleyi kullanarak Türkiye baskı yapmak veya Türk düşmanlığına hizmet etmek anlamına gelmektedir. 

Almanya soykırım tasarısıyla ilgili girişimi şu anda Türkiyedeki iktidara tepkili ve öfkeli olduğundan yapıyor diyelim. Ancak Türkiyedeki mevcut iktidarın 101 yıl önce gerçekleşmiş olaylarla hiçbir bağlantısının olmadığının unutulmaması gerekir. Almanya, bu girişimiyle aslında tüm Türkiyeye ve Türk halkına saldırmaktadır. Bu yöntem, aynı zamanda Almanyada yaşayan 3 milyon Türk kökenli insana da yapılan bir saldırıdır. Bu çok rencide edici ve itici bir yöntemdir. Bu yöntem ters tepecek ve hiçbir kıymetli getirisi olmayacaktır. Almanyanın bu tür bir girişimi karşısında Türkiye 1915 olaylarıyla ilgili görüşlerini değiştirmeyecektir. Bu yöntemin elde edeceği tek sonuç, Türkiye

Almanya ikili ilişkilerinin gerilmesi olacaktır. 

Geçirilmesi öngörülen karar metninde ayrıca önemli bir hedef daha vardır: Türk-Ermeni ilişkilerinin onarılmasına hizmet etmek ve bu konuda Almanya olarak arabuluculuk yapmak. Birinci Dünya Savaşında kalma propagandalarla ve Türk karşıtlığıyla şekillenmiş, 1915 olaylarıyla ilgili tek taraflı bir Ermeni anlatısını benimseyen bir kararla, Türk-Ermeni ilişkilerinin nasıl onarılması beklenmektedir? Almanya mevcut tutumuyla son derece taraflı davrandığı göre, arabuluculuk rolünü nasıl üstlenmeye beklemektedir? Bunlar tam anlamıyla akıl dışı ve çocuksu beklentilerdir. 

Almanyanın 1915 olaylarıyla ilgili tutumu iki örnekten dolayı daha da tuhaf hale gelmektedir. 1932- 33 yıllarında gerçekleşen Holodomor (Sovyetler Birliğinin politikaları sonucunda oluşan kıtlık sebebiyle Ukraynada milyonlarca insan ölmüştür) ve Alman sömürge yönetiminin 1904-1908 yıllarında Namibyada (o zamanki adıyla Güneybatı Afrika) gerçekleştirdiği sistematik katliamlar, 
Almanya tarafından soykırım olarak tanınmamaktadır.[2] 

İki tarihi vakanın da soykırım olup olmadığı devam eden bir tartışma konusudur. Ancak örnek olarak önünde daha güncel olan Holodomor vakası bulunuyorken, Almanya neden 101 yıl öncesine giderek 1915 olaylarını ön plana çıkarmayı tercih etmektedir? Bundan daha vahimi olan, doğrudan soykırım yapmakla suçlandığı Namibyadaki 1904-1908 olaylarıyla ilgili olarak, Almanya hâlâ 
Namibya ile pazarlık sürecindedir.[3] Almanyanın 1904-1908 olayları konusunda çok rahatsızlık duyduğu ve bu konuyu hasıraltı etmek istediği de bilinmektedir.[4] Almanya, doğrudan soykırım yapmakla suçlandığı bir meseleyi daha sonuçlandırmadan neden 1915 olaylarına atlamakta ve Türkiyeye bu konuda çağrılar yapmaktadır? Almanyanın bu tür konulardaki tercihleri, meselenin 
tarihle yüzleşmekten ziyade, bir siyasi hesaplamanın ürünü olduğuna işaret etmektedir. 
Tüm bu tutarsızlıkların ve siyasi hesaplamaların Türk kamuoyunda yansımaları olmuştur. 
Örnek olarak Almanyanın soykırım tasarısını irdeleyen tecrübeli siyasetçi (E) Büyükelçi Dr. Şükrü Elekdağ, Almanyanın Türkiyeye karşı soykırım suçlamasını adeta bir devlet politikası haline getirdiğini ifade etmiştir.[5] 
Elekdağa göre Almanyanın soykırım suçlaması yapmasının nedenleri şu şekildedir: 

1) [Yahudi Soykırımından kaynaklanan] Suçluluk duygusu altında ezilen Almanyanın kendine bir suç ortağı bularak yükünü hafifletmek istemesi. 
2) Protestan Kilisesinin Türklere duyduğu tarihsel husumet. 
3) Türkiyeye AB yolunu sonsuza dek kapatmak. 
4) Almanyadaki Türk toplumunun Türklük onurunu kırma yoluyla asimilasyonunu kolaylaştırmak. 

Elekdağın ortaya koyduklarına göre Almanya, Türkiyeye ve Türklere dostane olmaktan gayet uzak bir şekilde yaklaşmaktadır. Elekdağın bu yorumlarının aslında şaşırtıcı hiçbir yani yoktur, zira 2014 yılında Almanyanın Türkiyeyi dinlediği haberlerinin ortaya çıkması sonucunda, Alman yetkililer Almanya açısından Türkiyenin bir müttefik olmakla beraber dost ülke kategorisinde olmadığını ifade etmiştir.[6]

Almanyanın soykırım tasarısına önemli tepkilerden bir tanesi de, 1915 olaylarıyla ilgili yoğun çalışmalarıyla bilinen araştırmacı Şükrü Server Ayadan gelmiştir. Şürkü Server Aya ve çalışma arkadaşları, 1915 olaylarıyla ilgili pek çok arşiv belgesini içeren, bunlar doğrultusunda Almanyanın tutumunu eleştiren ve Almanyayı daha dengeli bir tutum sergilemeye davet eden bir açık mektubu 
Alman Federal Meclisine göndermiştir. 

Tüm bunlardan yola çıkarak, 2 Haziranda Federal Mecliste soykırım tasarını görüşürken Alman milletvekillerinin kendilerine şunu sormaları gerekmektedir: Almanya, her konuda (tarihi, kültürel, siyasi ve ekonomik) yakın ilişkileri olan önemli bir müttefikini son derece rencide edici ve itici bir yöntemle bir düşman haline getirmeye razı mıdır? Şayet buna razısıysa bunun Almanya için ne tür bir faydalı getirisi olacaktır? 


* Fotoğrafın kaynağı: Vikipedi 

[1] Tasarının metni Doğu Perinçek tarafından kamuoyuyla paylaşılmıştır: Alman Meclisi'nin tanımak istediği "Ermeni soykırımı" tasarısı ortaya çıktı, Oda TV, 
http://odatv.com/alman-meclisinin-tanimakistedigi-soykirim-tasarisi-ortaya-cikti-2005161200.html 
[2] International recognition of Holodomor - States that recognized Holodomor as an act of 
genocide against the Ukrainian people, Embassy of Ukraine to Canada, 
http://canada.mfa.gov.ua/en/ukraine-%D1%81%D0%B0/holodomor-remembrance/holodomorinternational-recognition ; 
Kuzeeko Tjitemisa, Ovaherero/Nama to drag Germany to Hague over genocide, New Era, 
https://www.newera.com.na/2016/05/19/ovahereronama-drag-germany-haguegenocide/ 
[3] Kuzeeko Tjitemisa, Namibia: Genocide Negotiations to Be Finalised By December, All Africa, 
http://allafrica.com/stories/201605100486.html 
[4] 20. Yüzyıl Başında Sömürgeleştirilmiş Afrikada Toplu Katliam Politikaları: Namibyadaki Soykırım 
Ve Çıkarılan Dersler, AVİM, konferans kitabı, 
http://avim.org.tr/images/uploads/Rapor/toplanti-16-tur.pdf 
[5] Dr. Şükrü M. Elekdağ, Alman Parlamentosu Türkiyeyi Sözde Ermeni Soykırımıyla Suçlamaya 
Hazırlanıyor (1) . MilliyetA, VİM Blog, 
http://avim.org.tr/Blog/ALMAN-PARLAMENTOSU-TURKIYE-YISOZDE-ERMENI-SOYKIRIMIYLA-SUCLAMAYA-HAZIRLANIYOR-1-MILLIYET 
[6] Türkiye müttefik ama dost değil, Milliyet, 
http://www.milliyet.com.tr/turkiye-muttefik-ama-dostdegil/dunya/detay/1927064/default.htm

Kaynak/Source: http://avim.org.tr/tr/Yorum/BIR-CEZALANDIRMA-YONTEMI-OLARAK-SOYKIRIMSUCLAMASI


****