11 Mart 2018 Pazar

TEHCİR KARARI ÜZERİNE AMERİKA KAMUOYUNDA ERMENİ PROPAGANDASI BÖLÜM 2

TEHCİR KARARI ÜZERİNE AMERİKA KAMUOYUNDA ERMENİ PROPAGANDASI  BÖLÜM 2

Diplomatik savaş devam ederken öldürülen Ermenilerin sayısının 800.000’e ulaştığı haberleri yayımlanmaya başladı73. Burada özellikle dikkat 
edilmesi gereken konu öldürüldüğü iddia edilen Ermenilerin sayısıydı. ABD basınındaki haberlere göre öldürülen Ermenilerin sayısı on iki gün içerisinde 
450.000’den 800.000’e çıkmıştı. Yaşandığı iddia edilen vahşetlerden ise Enver Paşa sorumlu tutulmaktaydı. The Bemidji Daily Pioneer gazetesinin aktardığına 
göre; Enver Paşa Kızıl Sultan olarak anılan Abdülhamit’i bile geçerek Abdülhamit’in 30 senede öldürdüğünden daha fazlasını 30 günde öldürmüştü74. 
Vahşet iddiaları ile birlikte Almanya’nın Ermeni sorununa müdahale etmesi konusu halen ABD ve Avrupa gündemini meşgul ediyordu. Alman askeri 
yazar Ernst Von Reventlow eski İngiliz Büyükelçisi James Bryce’ın katliamları durdurmak amacıyla harekete geçmesi için ABD’ne yaptığı başvuruya bir 
makalesinde cevap verdi. Reventlow Türkiye’nin yaptıklarının sadece kendisini ilgilendirdiğini, başkaldırılara karşı yapılanların katliam ya da acımasızlık olarak 
değerlendirilemeyeceğini ifade ediyordu. Ayrıca Almanya’dan Ermenileri korumasının istendiğini ancak Almanya’nın şuanda yapması gereken tek şeyin 
müttefikinin yanında yer almak olduğunu açıklamalarına ekledi75. Almanya’nın Ermeni sorununda kendisine yapılan tekliflere karşılık vermemesi, Almanya’nın 
katliamları gizlediği yönünde yorumların yapılmasına da neden oluyordu76. Almanya’dan beklentiler sonlanmış olmalıydı ki Papa Sultana mektup 
göndererek katliamlarının durmasını istedi77. Resmi olmayan kaynaklardan alınan haberlere göre ise Sultan Ermeni sorununun sonlanması için Papaya söz 
vermişti78. ABD kamuoyu Ermeniler konusunda gösterilen çabalar sonrasında gelinen noktadan memnun değildi ve yapılan diplomatik girişimler tekrar 
değerlendirilmeye başlandı. Ermeni sorunu hakkında Türk yönetiminin verdiği sözleri çiğnediği ve bu durumun ABD ile olan ilişkilerini kopma noktasına kadar 
getirdiği konu edilmekteydi. Bu görüşler yayımlanırken ABD protestolarına cevap vermediği için Türkiye’ye atfen “Daha önemli işlerle çok meşgul” şeklinde 
diplomatik üsluptan uzak ve imalı ifadeler kullanılmaktaydı79.

Osmanlı Ermenilerinin gönüllü birlikleri kurarak Ruslarla birlik oldukları ve Türklere karşı savaştıkları bilinmekteydi. Avrupa ve ABD’nde artan Ermeni propagandası diğer ülkelerdeki Ermenilerin de Türklere karşı harekete geçmelerini sağladı. Diğer ülkelerdeki Ermeniler Osmanlı Ermenilerinin tek 
başlarına kendilerini savunamadıklarını değerlendirerek İngiltere, Mısır, İtalya, Fransa, Amerika ve Balkanlarda gönüllü Ermeni birlikleri oluşturmayı 
planlıyorlardı. Oluşturulacak Ermeni birliklerinin İtilaf devletleri ile birlikte Türklere karşı savaşmaları amaçlanmaktaydı80. Ermeni birlikleri teşkil edilmeye 
çalışılırken Türkler tarafından öldürüldüğü iddia edilen ve doğruluğunun sorgulanması gereken Ermeni ölüm haberleri basına yansımaya devam 
ediyordu. Aynı güne ait üç farklı Amerikan gazetesi öldürüldüğü iddia edilen Ermenilerin sayılarını birbirlerinden farklı olarak kamuoyuna yansıtıyorlardı. 
Medford Mail Tribune İstanbul’daki Ermeni patrikliğinin öldürülen ya da esir edilen Ermeni sayısının 850.000 olduğuna 200.000 Ermeni’nin ise Rusya’ya 
kaçtığına inandığını haber yapıyordu81. The Evening Herald haberinde “Bir milyona yakın Ermeni kesildi” başlığını kullanmıştı82. The Ogden Standard ise 
“Türkler bir milyonun üzerinde Ermeni’yi öldürdü” başlığıyla yaptığı haberde Türkiye’de savaştan önce 1.200.000 Ermeni’nin olduğunu ancak şuan Ermeni 
nüfusunun 200.000’i bulmadığı ifade ediliyordu83. ABD basını birbiri ile uyuşmayan, gerçekleri yansıtmayan ve Ermeni çıkarlarına hizmet eden haberleri kamuoyuna yansıtmaya devam ediyordu.

Katliam haberlerinin dışında ABD basınının yürüttüğü en büyük çalışmalardan biri ise Ermeniler için düzenlenen yardım kampanyalarının kamuoyuna duyurulmasıydı. Missouri Üniveritesi Ermeniler için yardım kampanyası düzenlemekteydi. Kampanyada kış mevsiminin yaklaştığı ve toplanacak yardımlarla Ermenilere giyecek ve yiyecek yardımı yapılacağı duyrulmaktaydı. Üniversite tarafından toplanan yardımlar Ermenilere gönderilmek üzere New York’taki Ermeni komitesine iletilecekti84. Yardım kampanyasına katılım sağlamak için “Kendimizi aynı zor durumun içerisinde düşünelim. Çoğumuz bir dolar arttırabiliriz ve o dolar bir hayatı kurtarmak için çok uzun bir yol gidecek” gibi ifadelerle Amerikalılar arasında vicdani bir sorumluluk yaratılmaya çalışılıyordu 85. Ermenilere yardım toplama faaliyetleri giderek yaygınlaşmıştı. Kadınların Şehir Organizasyonu Ermeniler için 5 Dolar yardım toplanması konusunu gündemine taşımıştı ve karara bağlamak için oylamaya sunmaktaydı 86.

Vahşet haberleri önceleri sadece Ermenileri konu alırken zaman içerisinde Amerikan okullarında da vahşet görüldüğü iddia edilmeye başlamıştı. 
Fırat Amerikan kolejinde dört profesörün öldürüldüğü varsayılmaktaydı. İddialara göre profesörler ölmeden önce işkence görmüşlerdi. Profesörlerin 
saç ve bıyıkları köklerinden söküldükten ve tırnakları kerpetenle çıkarıldıktan sonra öldürüldükleri ifade ediliyordu87. Merzifon’daki Amerikan kolejinde ise 
misyonerler üç günlük çaba sonrasında okuldan götürülen kafileyi takip etmek için izin almışlardı. Kafilede kızlar diğerlerinden ayrılarak güneye sevk edilmişler 
ve Sivas’a vardıklarında bir binaya yerleştirilmişlerdi. Amerikalı iki genç bayan ikna güçlerini ve para kullanarak kızların Merzifon’a geri götürülmelerine izin 
almışlardı88. ABD’nin Fırat kolejine büyük yatırımlar yapmış olduğu, Türklerin koleji boşaltmalarından sonra ABD’nin mali kaybının çok büyük olduğu da 
aktarılan diğer bilgiler arasındaydı89.

ABD kamuoyunda Ermeni konusu tam anlamı ile bir misyonerlik ve sosyal sorumluluk projesi haline gelmişti. Amerikan Misyonerler Birliği Sekreteri 
ve Ermeni Yardım Komisyonu Başkanı James L.Barton ABD hükümetine Ermeni sorunu ile ilgili görüş bildirmişti. Barton bildirisinde katliamlar durur durmaz 
Ermeni köylerini yeniden yapılandırmaya hazır olduklarını ifade ediyordu90. Barton ABD hükümetine bu teklifi sunarken ABD kamuoyunda şahıslar, 
organizasyonlar ve kurumlar Ermenilere yardım toplamak için birbirleri ile yarışır hale gelmişlerdi. Missouri Üniversitesinin devam ettirmekte olduğu 
Ermeni yardım kampanyasının bir benzeri Illinois Üniversitesi tarafından başlatılıyordu91. Federal Kiliseler Konseyi Ermenileri kardeşleri olarak 
nitelerken Ermenilere karşı büyük sempati beslediklerini ifade etmekteydi92. 

Missouri Üniversitesinde ekonomi öğretmenliği yapan Leon Ardzrooni Ermeni sorunu hakkında bir forum düzenlemekte93, üniversitedeki Rum topluluğu ise 
gelirleri Ermeni yardım kampanyasına aktarılacak olan bir eğlence düzenlemeyi planlamaktaydı94. Hıristiyan İşçiler Birliği olağan toplantısında, belirlenecek bir 
kilisede Şükran günü töreni düzenlenmesi ve törende toplanacak yardımların Ermenilere göndermesi kararı alınmıştı95. Ermenilere yardım konusu o kadar 
yayılmıştı ki Waikiki sakinleri Ermenilere yardım için Bayan Westervelt’in bahçesinde dondurma, şeker ve çay satışı yapacaklarını duyuruyorlardı96.

ABD’ndeki Ermeni propagandası hız kesmeksizin devam ederken Osmanlı yönetimi tarafından “25 Kasım 1915’ten itibaren vilayetlere gönderilen 
emirlerle, kış mevsimi dolayısıyla sevkiyatın geçici olarak durdurulduğu bildirilir”97. Osmanlı Devleti sevkiyatları durdurmuş olsa da ABD yönetimin Ermenilere müdahale etmesini amaçlayan propagandalar devam ediyordu. Propagandalar devam etse de ABD yönetimi kendisine Ermeni sorununa müdahaleyi esas alan bir siyaset belirlemedi. Ermenistan ve Suriye’ye Yardım Komitelerinin düzenleyeceği toplantıya destek vermesi için Roosevelt’e davet gönderilmişti. Roosevelt kendisine yapılan davete katılmaz iken toplantıda sunulması için bir mektup gönderdi. Roosevelt mektubunda ABD’nin Ermeni sorununa müdahale etmesini isteyenlerin Belçika ve Meksika’da yaşanan benzer olaylara karşı tepkisiz kaldıklarını ifade ediyordu. Ermeniler ile ilgili görüşlerin savaşın başlaması sonrasında gündeme getirildiğini belirten Roosevelt, Almanya gibi saldırgan ve kendilerine Meksika gibi komşu olmayan Türkiye’nin Ermeni 
sorunu konusunda politik ve gerçek anlamda kınanmasını yeterli buluyordu98. ABD yönetiminin Ermeni sorununa doğrudan müdahale etmeyeceğini ifade 
etmesi ve geçici de olsa Osmanlı Devletinin tehcir uygulamasını durdurduğunu açıklaması Ermeni sorununun ABD kamuoyu gündeminden hızla düşmesine 
neden olmuştu. Türk topraklarında yaşayan Ermenilerin sayısının 2.000.000 olduğunu ve bu nüfusun en az yarısının katledildiğini iddia eden haberler 
basına yansısa da bu haberler ABD kamuoyunda beklenen hareketliliği yaratmadı99. Osmanlı Devleti geçici olarak durdurduğu tehcir uygulamasını 
21 Şubat 1916’da yayınladığı karar ile tamamen uygulamadan kaldırdı ve ABD kamuoyunun Ermeni sorununa olan ilgisi giderek azaldı100. 

Sonuç,

ABD ile Osmanlı İmparatorluğu arasında imzalanan ticaret anlaşması sonrasında ABD’nin Osmanlı Ermenileri ile olan ilişkilerinde artış gözlemlenmişti. 
Aynı dönemde ABD ile Ermeniler arasında kurulan ticaret bağlantıları sayesinde ABD’ne önemli miktarda Ermeni göçü gerçekleşmişti. ABD’ne göç eden ve 
yerleşen Ermeniler, oluşturdukları ekonomik gücün yardımıyla çıkarları doğrultusunda kitleleri harekete geçirebilen etkili bir topluluk halini almışlardı. 
ABD-Ermeni ilişkilerinin başlamasından yaklaşık yüzyıl sonra I. Dünya Savaşı çıkmış ve savaş Osmanlı Devletini de içerisine çekmişti. Yaşanan savaş ortamı 
içerisinde bağımsızlık hayalleri kuran Ermenilerin diğer devletlerle işbirliği yaparak Osmanlı Devletine karşı ayaklanmaları, Osmanlı Devletini tehcir kararını almaya mecbur bırakmıştı. ABD’nde savaşın başlangıcından itibaren Osmanlı Devletine karşı yürütülen Ermeni propagandası ise tehcir kararı sonrasında yoğunluğunu bir kat daha arttırmıştı. Ermeni propagandalarında kullanılan bilgilerin temelini doğrulukları şüpheli olan bireysel raporlar oluşturmaktaydı. Yaşandığı iddia edilen olaylar abartılı ve vahşet unsurları içeren ifadelerle kamuoyuna aktarılmıştı. Ermeni propagandası ile ABD yönetimi siyasi, 
ekonomik ve dini açılardan etki altında bırakılmaya çalışılarak ABD’nin Ermeni sorununa doğrudan müdahalesi hedeflenmişti. Belirli dönemlerde Ermeni 
propagandaları ABD kamuoyunu esir almış olsa da ABD yönetimi kendisinden beklendiği gibi Ermeni sorununa doğrudan müdahaleye yanaşmamıştı. Osmanlı 
Devletinin tehcir uygulamasını sonlandırması ve ABD’nin Ermeni sorununa müdahaleden kaçınması, Ermeni propagandasının etkinliğini kaybederek ABD 
kamuoyu gündeminden düşmesine neden olmuştur. 

DİPNOTLAR;

1 Şenol Kantarcı, Amerika Birleşik Devletlerinde Ermeniler ve Ermeni Lobisi, Lalezar Kitabevi, Ankara, 2007, s.49.
2 Esra Danacıoğlu,“Osmanlı İmparatorluğu’nda Amerikan Board Okulları ve Ermeniler”, ÇTTAD, C.3, S.9-10, 2000, s.135.
3 Esat Uras, Tarihte Ermeniler ve Ermeni Meselesi, Belge Yay., İstanbul, 1976, s.608.
4 Hikmet Özdemir, Kemal Çiçek, Ömer Turan, Ramazan Çalık,Yusuf Halaçoğlu,Ermeniler Sürgün ve Göç,TTK Yay., Ankara, 2010, s.58.
5 The Sun, 2 Mayıs 1915, s.3.
6 The Ogden Standard, 5 Mayıs 1915, s.5.
7 The Sun, 8 Mayıs 1915, s.7
8 El Paso Herald, 10 Mayıs 1915, s.1.
9 Eastern Utah Advocate, 7 Mayıs 1915, s.2.
10 Medford Mail Tribune, 7 Mayıs 1915, s.8.
11 Henry Morgenthau,Büyükelçi Morgenthau’nun Öyküsü, (Çev.Atilla Tuygan), Belge Yay., İstanbul, 2005, s.107. 
12 The Ogden Standard, 12 Mayıs 1915, s.10.
13 Henry Morgenthau, a.g.e., s.107. 
14 Evening Public Ledger, 13 Mayıs 1915, s.2.
15 El Paso Herald, 17 Mayıs 1915, s.3.
16 Kemal Arı, Birinci Dünya Savaşı Kronolojisi, ATESE Yay., Ankara, 1997, s.145.
17 New York Tribune, 18 Mayıs 1915, s.4.
18 The Sun, 24 Mayıs 1915, s.2.
19 The Washington Herald, 26 Mayıs 1915, s.7.
20 Evening Public Ledger, 29 Mayıs 1915, s.8.
21 Türk-Ermeni İtilafı Belgeler, TBMM Sanat ve Yayın Kurulu Yay., Ankara, 2007, s.74.
22 The Washington Herald, 6 Haziran 1915, s.1.
23 The Sun, 12 Haziran 1915, s.2.
24 New York Tribune, 28 Haziran 1915, s.2.
25 Honolulu Star Bulletin, 03 Temmuz 1915, s.17.
26 New York Tribune, 12 Temmuz 1915, s.2.
27 Omaha Daily Bee, 13 Temmuz 1915, s.1.
28 Hopskinsville Kentuckian, 15 Temmuz 1915, s.1.
29 Kemal Arı, a.g.e., s.163.
30 The Sun, 23 Temmuz 1915, s.3.
31 Recep Karacakaya, Kaynakçalı Ermeni Meselesi Kronolojisi(1878-1923), T.C. Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü Osmanlı Arşivi Daire Başkanlığı Yay., İstanbul, 2001, s.128.
32 Omaha Daily Bee, 27 Temmuz 1915, s.4.
33 The Washington Times, 2 Ağustos 1915, s.10.
34 New York Tribune, 2 Ağustos 1915, s.2.
35 Evening Public Ledger, 2 Ağustos 1915, s.1.
36 Zeytun Ermenileri Hınçak komiteleri ile birlikte hareket ederek itilaf devletlerinin işgallerini kolaylaştırmak için isyanlar çıkartmışlar, askeri birliklere saldırmışlar ve haberleşme hatlarına zarar vermişlerdi. Bkz.: Azmi Süslü, Ermeniler ve 1915 Tehcir Olayı, Yüzüncü Yıl Üniv. yay., Van, 1990, s.71-72. İsyan hareketleri sonrasında  Zeytun Ermenilerinin tehcir uygulamasına tabii tutulmaları ise ABD basınında Türklerin Ermenilere zulmü olarak gösterildi. 
37 The Washington Times, 2 Ağustos 1915, s.1.
38 New York Tribune, 11 Ağustos 1915, s.6.
39 The Intelliger, 12 Ağustos 1915, s.1.
40 Evening Public Ledger, 13 Ağustos 1915, s.1.
41 New York Tribune, 22 Ağustos 1915, s.2.
42 New York Tribune, 22 Ağustos 1915, s.2.
43 The Sun, 2 Ağustos 1915, s.2.
44 New York Tribune, 28 Ağustos 1915, s.6.
45 The Washington Herald, 5 Eylül 1915, s.10.
46 The Washington Herald, 5 Eylül 1915, s.1.
47 New York Tribune, 6 Eylül 1915, s.7.
48 Evening Public Ledger, 9 Eylül 1915, s.6.
49 The Public Ledger, 11 Eylül 1915.
50 The Washington Herald, 12 Eylül 1915, s10.
51 The Washington Times, 14 Eylül 1915, s.9.
52 The Washington Herald, 16 Eylül 1915, s.10.
53 The Sun, 16 Eylül 1915, s.5.
54 The Intelleger, 21 Eylül 1915, s.4.
55 Medford Mail Tribune, 21 Eylül 1915, s.3.
56 Omaha Daily Bee, 21 Eylül 1915, s.2.
57 The Tacoma Times, 22 Eylül 1915, s.8. 
58 The Logan Republican, 23 Eylül 1915, s.3. 
59 New York Tribune, 24 Eylül 1915, s.1.
60 Evening Public Ledger, 23 Eylül 1915, s.12.
61 The Washington Times, 24 Eylül 1915, s.7.
62 The Evening Herald, 24 Eylül 1915, s.1.
63 The Bemidji Daily Pioneer, 25 Eylül 1915, s.1.
64 The Evening World, 24 Eylül 1915, s.2.
65 The Sun, 26 Eylül 1915, s.6.
66 The Evening Herald, 29 Eylül 1915, s.1.
67 The Tacoma Times, 29 Eylül 1915, s.8.
68 The Sun, 1 Ekim 1915, s.3.
69 Evening Public Ledger, 2 Ekim 1915, s.4.
70 El Paso Herald, 4 Ekim 1915, s.1.
71 The Day Book, 2 Ekim 1915.
72 The Intelligencer, 5 Ekim 1915, s.4.
73 Evening Public Ledger, 6 Ekim 1915, s.1.
74 The Bemidji Daily Pioneer, 8 Ekim 1915, s.5.
75 Honolulu Star Bulletin, 11 Ekim 1915, s.9.
76 El Paso Herald, 11 Ekim 1915, s.12.
77 New York Tribune, 11 Ekim 1915, s.2
78 The Day Book, 13 Ekim 1915, s.4.
79 Omaha Daily Bee, 15 Ekim 1915, s.6.
80 El Paso Herald, 19 Ekim 1915, s.2.
81 Medford Mail Tribune, 21 Ekim 1915, s.1.
82 The Evening Herald, 21 Ekim 1915, s.1.
83 The Ogden Standard, 21 Ekim 1915, s.7.
84 University Missourian, 25 Ekim 1915, s.1.
85 University Missourian, 26 Ekim 1915, s.2.
86 University Missourian, 27 Ekim 1915, s.1.
87 The Day Book, 1 Kasım 1915.
88 The Sun, 6 Kasım 1915, s.3.
89 University Missourian, 7 Kasım 1915, s.7.
90 The Washington Times, 11 Kasım 1915, s.4.
91 University Missourian, 14 Kasım 1915, s.5.
92 The Washington Herald, 14 Kasım 1915, s.10. 
93 University Missourian, 15 Kasım 1915, s.3.
94 University Missourian, 15 Kasım 1915, s.1.
95 Bisbee Daily Review, 16 Kasım 1915, s.5.
96 Honolulu Star Bulletin, 26 Kasım 1915, s.1.
97 Yusuf Halaçoğlu, Ermeni Tehciri, Babıali Kültür Yay., İstanbul, 2011, s.103.
98 The Washington Times, 1 Aralık 1915, s.13.
99 New York Tribune, 15 Aralık 1915, s.16.
100 Yusuf Halaçoğlu, a.g.e., s.103.

KAYNAKÇA;

Gazeteler;

Arizona Sentinel Yuma Southwest

Bisbee Daily Review

Burlington Weekly Free Press

Clinch Valley News

Corpus Christi Caller and Daily Herald

Dakota County Herald

Durant Weekly News

Eastern Utah Advocate

El Paso Herald

Evening Public Ledger 

Goodwin’s Weekly

Graham Guardian

Honolulu Star-Bulletin

Hopkinsville Kentuckian

Iron County Record

Kentucky Irish American

Keowee Courier

Medford Mail Tribune

Mexico Missouri Message

Monroe City Democrat

New Ulm Review

New-York Tribune

Omaha Daily Bee

Perrysburg Journal

Scott County Kicker

St. Johns Review

Tensas Gazette

The Adair County News

The Alliance Herald

The Anderson Daily Intelligencer

The Appeal

The Beaver Herald

The Bee

The Bemidji Daily Pioneer

The Breckenridge News

The broad Ax

The Caldwell Watchman

The Central Record

The Colfax Chronicle

The Columbus Courier

The Day Book

The De Soto County News

The Democratic Banner

The Evening Herald

The Evening World

The Garden Island

The Hartford Herald

The Hartford Republican

The Intelligencer

The Interior Journal

The Kansas City Sun

The Labor Journal

The Logan Republican

The Madison Journal

The Mahoning Dispatch

The Maui News

The Mt. Sterling Advocate

The North Platte Semi-Weekly Tribune

The Ogden Standard

The Ontario Argus

The Princeton Union

The Public Ledger

The Red Cloud Chief

The Rice Belt Journal

The St. Joseph Observer

The Sun

The Tacoma Times

The Times-Herald

The Tomahawk

The True Democrat

The Tulsa Star

The Washington Herald

The Washington Times

The Watchman and Southron

The Weekly Tribune and The Cape County Herald 

Tombstone Epitaph

University Missourian

Vermont Phoenix

Warren Sheaf

Weekly Journal-Miner

II. Kitap ve Makaleler,

ARI, Kemal, Birinci Dünya Savaşı Kronolojisi, ATESE Yay., Ankara, 1997.

BATMAZ, Şakir, “Miliyetçilik, Bağımsızlık, Ermeniler, Osmanlı Devleti ve Amerikan Misyonerleri”, II. Uluslararası Sosyal Araştırmalar 
Sempozyumu, Hoşgörüden Yol Ayrımına Ermeniler, C.IV, Erciyes Üniversitesi Yay., Kayseri, 2009.

DANACIOĞLU,Esra,“Osmanlı İmparatorluğu’nda Amerikan Board Okulları ve Ermeniler”,Çağdaş Türkiye Tarihi Araştırmaları Dergisi, C.III, S.9-10, 2000.

HALAÇOĞLU, Yusuf , Ermeni Tehciri, Babıali Kültür Yay., İstanbul, 2011., Ermeni Tehciri ve Gerçekler (1914-1918), Türk Tarih Kurumu Yay., Ankara, 2001.

İLTER, Erdal, Ermeni Propagandasının Kaynakları, Kamu Hizmetleri Araştırma Vakfı Yay., Ankara, 1994.

KANTARCI, Şenol, Amerika Birleşik Devletlerinde Ermeniler ve Ermeni Lobisi, Lalezar Kitabevi, Ankara, 2007.

KARACAKAYA, Recep, Kaynakçalı Ermeni Meselesi Kronolojisi (1878-1923), T.C.Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü Osmanlı Arşivi 
Daire Başkanlığı Yay., İstanbul, 2001. 

MORGENTHAU, Henry, Büyükelçi Morgenthau’nun Öyküsü, (Çev.Atilla Tuygan),Belge Yayınları, İstanbul, 2005.

OĞUZ, Mevlüt, Anadolu’nun Fethi Türk Ermeni İlişkileri ve Kilise(1018-1923),Bayrak Yay.,İstanbul, 2004.

ÖZDEMİR, Hikmet, Kemal ÇİÇEK, Ömer TURAN, Ramazan ÇALIK, Yusuf HALAÇOĞLU, Ermeniler Sürgün ve Göç, TTK Yay., Ankara, 2010.

SEVİNÇ, Necdet, Arşiv Belgeleriyle Tehcir Ermeni İddiaları ve Gerçekler, Bilgeoğuz Yay., İstanbul, 2010.

SÜSLÜ, Azmi, Ermeniler ve 1915 Tehcir Olayı, Yüzüncü Yıl Üniversitesi Yay.,Van,1990.

Türk-Ermeni İtilafı Belgeler, TBMM Sanat ve Yayın Kurulu Yay., Ankara, 2007.

URAS, Esat, Tarihte Ermeniler ve Ermeni Meselesi, Belge Yay., İstanbul, 1976.


***

TEHCİR KARARI ÜZERİNE AMERİKA KAMUOYUNDA ERMENİ PROPAGANDASI BÖLÜM 1

TEHCİR KARARI ÜZERİNE AMERİKA KAMUOYUNDA ERMENİ PROPAGANDASI  BÖLÜM 1

Mahir KÜÇÜKVATAN*
* Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Uzmanı, 
(kucukvatan@gmail.com).



TEHCİR KARARI ÜZERİNE AMERİKA KAMUOYUNDA ERMENİ PROPAGANDASI

Özet;

Ermenilerin I. Dünya Savaşı yıllarında İtilaf devletleri ile işbirliği yapmaları nedeniyle Osmanlı İmparatorluğu tehcir kararını alır ve Ermenileri cephe gerisini tehlikeye düşürmeyecekleri bölgelere sevk eder. Osmanlı İmparatorluğunun tehcir kararı Ermeni propagandası için büyük bir kaynak haline gelerek ABD kamuoyunun gündemine yerleşir. 
Tehcir uygulaması süresince ABD kamuoyunu meşgul eden Ermeni propagandası, uygulamanın sona ermesiyle giderek önemini yitirir ve ABD kamuoyunun gündeminden çıkar.

Giriş;

Osmanlı İmparatorluğunun çok uluslu yapısı içerisindeki azınlıklar zaman içerisinde büyük devletlerin onun iç işlerine karışabilmesine imkân 
sağlayan unsurlar haline gelmişlerdi. Amerika Birleşik Devletleri (ABD) Osmanlı Devleti’ndeki azınlıkları ve azınlıkların bağlı oldukları din ya da mezhepleri 
konu ederek menfaat elde etme yarışına diğer büyük devletlerden geç başlamıştı. ABD geç başladığı bu yarışta kendisine hedef olarak Ermenileri seçmişti. Bu ülkenin misyonerlik faaliyetleriyle nüfuz etmeye çalıştığı gayrimüslim tebaa arasında Ermenilerin en başta yer almasının iki önemli nedeni bulunmaktaydı. ABD ile Osmanlı Devleti arasında 1830 yılında yapılan ticaret anlaşması uyarınca, ABD Osmanlı Devletinde çalışacağı simsarları kendisi seçebilecekti 1. O dönemde Osmanlı ticaretinde Rumların, Yahudilerin ve Ermenilerin konumları değerlendirildiğinde, ABD’nin Osmanlı Devleti içerisindeki Rum ve Yahudi toplumları üzerinde misyonerlik faaliyetleri yürütmesi pek olası değildi. ABD bu değerlendirmelerle Osmanlı Devleti içerisindeki ticari ilişkilerini Ermenileri merkez alarak kurdu. O dönemdeki Osmanlı Ermenilerinin sosyal yapıları değerlendirildiğinde, Ermenilerin diğer azınlıklara kıyasla kendi toplumları içerisindeki eğitim problemini çözememiş oldukları gözlemlen mekteydi. Ermeni toplumunda merkezi ve kontrollü bir eğitim sisteminin mevcut olmamasının dışında, Ermeniler batılı ve laik eğitim tarzına karşı bir arayış içerisindeydiler 2. 

Ticari bağlantılarla temelleri atılan ilişkilere Ermenilerin eğitim konusundaki ihtiyaçları da eklenince, Amerikalı misyonerler kendilerine nüfuz alanı olarak 
Ermenileri seçtiler. 

I. Dünya Savaşı yıllarına gelindiğinde ABD-Ermeni ilişkileri yaklaşık yüzyıllık bir geçmişe sahip olmuştu. Yüzyıllık süreç içerisinde ABD-Ermeni ilişkileri artarak devam ederken Osmanlı tebaası olan pek çok halk batılı devletlerin desteği ile bağımsızlıklarını kazanmıştı. Bağımsızlık fikirlerinin alevlendiği bu yıllarda Osmanlı Devletini de içerisine alan bir savaşın başlaması Ermenilerin zihinlerinde bağımsızlık fikirlerinin güç kazanmasına neden oldu. 
Ermenilerin bağımsızlık fikirleri çıkarlar doğrultusunda büyük devletlerden yoğun destek görüyordu. Savaş sebebiyle Osmanlı Devletinde seferberlik ilan 
edilmişti. Seferberliğin ilanı ile birlikte Ermeniler orduya katıldılar ve silahları ile birlikte firar ederek düşman tarafına geçmeye başladılar3. Rusların planı 
Ermenilerin Osmanlı ordusunun arka saflarını emniyetsiz hale getirerek Rus ilerlemesini kolaylaştırmaları idi. Çanakkale savaşlarının yaşandığı dönemde 
Ermeniler Osmanlı Devletini iki cephe arasında bırakmak ve zayıflatmak için 15 Nisan 1915 tarihinde Van, Çatak ve Bitlis’te ayaklandılar4. 

Ermeniler başlattıkları ayaklanmalarda bölgedeki Türklere karşı katliamlar gerçekleştirirlerken, yaşananların ABD’ndeki yansımaları gerçeklerin tam aksi yönünde oldu.

Tehcir Kararı Öncesinde Ermeni Propagandası Ermenilerin Van’daki isyanları ile birlikte ABD kamuoyu Türkiye’deki Ermenilere karşı ilgisini arttırmış ve basın yayın organlarında sıklıkla Ermenilerden bahsedilmeye başlanmıştı. Ermenilerin isyan hareketlerine haklılık kazandırmak adına Ermenilerin yaşadığı yerlerdeki nüfus oranları gerçekte olduğundan farklı gösterilmekteydi. Diyarbakır, Van, Harput, Elazığ gibi yerlerde nüfusun büyük çoğunluğunu Ermenilerin oluşturduğu ve bu bölgelerde Türklerin kendilerini ev sahibi gibi hissetmelerinin yanlış olacağı ifade ediliyordu5. Ayrıca Ermenilerin Van’da başlayan ve çevre illere de yayılan isyanları Türklerin Ermenilere zulmü olarak nitelendiriliyordu. Van bölgesinde Türklerin ve Kürtlerin Ermeni köylerini yıktıkları6, saldırılarda 5.000 ile 10.000 arasındaki Hıristiyan’ın katledildiği ve 850 Ermeni kadınının Kürtler tarafından köle olarak satıldıkları iddia ediliyordu7. Haber kaynakları saldırılarda Türk ve Kürtlerin Van’a 17.000 top atışı yaptıklarını, Ermeni savunmasının zayıfladığını ve Van’da bulunan otuz Amerikalı misyonerin hayatlarının tehlikede oluğunu belirtiyordu8. Çatışmalarla ilgili olarak yapılan haberlerde Ermenilerin 
masum oldukları vurgusu yapılmaktaydı. Bu masumiyet nitelemesine; bir de türlü kötülüklere karşı onların kendilerini savundukları yönünde bir kanı 
eklenmekteydi. Ermenilerin dışında Amerikalı misyonerlerin hayatlarının da tehlikede olduğuna vurgu yapılıyordu. Bunun nedeni ise Ermeni olaylarına ilgi 
göstermeyen kesimlerin duruma olan ilgilerini arttırmaya çalışmaktı. Ayrıca uygulamaya başlanılan karşı propaganda da Türk yönetimi karalanmaya 
başlanmıştı. Mevcut yönetimin II. Abdülhamit rejimini benimseyerek azınlıklar üzerinde baskı uyguladığı iddia ediliyordu9. Osmanlı Devletinin Ermenilere 
uyguladığı iddia edilen baskının sadece Anadolu’da değil İstanbul’da da uygulandığı, Ermeni ileri gelenlerinin tutuklandığı ve hatta bu Ermeniler 
arasında bir meclis üyesinin de bulunduğu haberleri yapılmaktaydı10.

Ermeni sorunu sadece ABD kamuoyunun değil aynı zamanda ABD dışişlerinin de gündemindeydi. ABD’nin İstanbul Büyükelçisi olan Henry Morgenthau gelişmeleri yakından takip ediyordu. Savaş yıllarında birçok devlet Osmanlı Devleti ile olan diplomatik ilişkilerini ABD büyük elçiliği arabuluculuğu ile devam ettirebileceğini değerlendiriyordu. 11. Diğer devletlerin bu yaklaşımı sayesinde ABD büyük elçiliğinin elde etmiş olduğu diplomatik avantaj  büyük elçi Morgenthau’nun önemli bir siyasi güç haline gelmesini sağlamıştı.

Ayrıca elde edilen bu diplomatik arabuluculuk sıfatı; Osmanlı cephesindeki tüm gelişmelere ABD’nin nüfuz etmesine de imkân sağlamaktaydı. ABD uluslararası dengeleri kendi çıkarları doğrultusunda kullanabilmenin dışında, yaklaşık yüzyıllık misyonerlik ve ticaret ilişkilerinin bulunduğu ABD-Ermeni  ilişkilerinin savaş nedeniyle zedelenmesini istemiyordu. ABD diplomatik fırsatları kullanmaya başladığında Büyükelçi Morgenthau’nun; başta kendi vatandaşları olmak üzere diğer ülke vatandaşları için de endişe duyduğu ifade edildi12. Morgenthau Türkiye’nin ABD ile ilişkilerine dostane bir şekilde devam etmek istiyorsa yabancılara iyi davranmak zorunda olduğuna inanmaktaydı13. ABD’nin Ermeniler üzerindeki ilgisi bir anda ABD’nin savaşa girmeye yaklaştığı 
konusunda düşüncelerin artmasına neden olmuştu ki, ABD yönetimi savaşa girmemeyi konu alan bir karar aldı14.

ABD gündeminde konu sıcaklığını korurken Van’da silahlanan Ermeniler Türk kuvvetlerini meşgul ederek15 16/17 Mayıs gecesi Rusların Van’ı ele geçirmelerine yardımcı oldular16. Ermeniler ile işbirliği içerisinde olan Ruslar bir yandan Doğu Anadolu’ya askeri harekât düzenliyorlar diğer yandan da 
Ermeni çıkarlarına hizmet eden siyasi faaliyetleri yürütmeye devam ediyorlardı. Siyasi faaliyetler kapsamında İstanbul’daki Rus Büyükelçisi ABD yönetimine 
Osmanlı Devletindeki Hıristiyanların durumları hakkında İstanbul yönetimine baskı yapılması yönünde görüş bildirdi17. Artan propagandanın etkisiyle İtilaf 
devletleri bir açıklama yaparak Ermeni olaylarından Osmanlı yönetimini ve yönetimle ilişiği olan herkesi sorumlu tutacaklarını açıkladılar18. Rusların Van’ı 
ele geçirmeleri ve İtilaf devletlerinin destekleri Ermenileri cesaretlendirmiş olmalıdır ki ABD’nde yaşayan bin kadar Ermeni Türklere karşı Rus ordusunda 
savaşmak üzere ABD’nden yola çıkmak için hazırlanmaya başladı19. Artan Ermeni milliyetçiliği ABD kamuoyunda da büyük yankılar yaratmaya başlamıştı. ABD kamuoyuna Türklerin binlerce Ermeni’yi katlettiklerini, Ermeni erkeklerinin Osmanlı ordusunda görev aldıklarını ve bu nedenle geride kalan savunmasız ailelerinin katledildiğini iddia eden haberler yayılmaya başlamıştı. ABD basınına göre yüzyıllardır kültürlerini koruyan Ermeniler doğunun Belçika’sı konumundaydılar ve Ermenilere yapılanların bir bedeli olmalıydı20. 


ABD kamuoyunun Ermeni sorunu ile yoğun olarak ilgilendiği bu dönemde Osmanlı yönetimi cephe gerisinin güvenliğini almak üzere çalışmalar 
yapmaktaydı. Osmanlı Dâhiliyesi Ermenilerin Rusya ile işbirliği yaparak ordu ve halk için tehlike oluştur hale geldiklerini değerlendirerek, Ermenileri 
cephe gerisini tehlikeye atmayacakları yerlere sevk etme kararını aldı. Tehcir kararı 26 Mayıs 1915 tarihinde Dâhiliye Nezaretinden Sadarete gönderildi. 
Sadaret ise Dâhiliye Nezareti tarafından gönderilen kararı 29 Mayıs tarihinde Vükela Meclisine sevk etti. Vükela Meclisinin 30 Mayıs 1915 tarihinde kararı 
onaylaması üzerine Ermeni tehciri resmen uygulamaya konuldu21. Osmanlı Devletinin tehcir kararını alması ve uygulamaya koyması ABD’nde süregelen 
Ermeni propagandası için yeni ve büyük bir kaynak oluşturmuştu. 

Kullanılan propaganda malzemelerinin büyük çoğunluğunu yaşanan ya da yaşandığı iddia edilen olaylarda görgü şahidi olduğu varsayılan kişilerin 
ifadeleri oluşturmaktaydı. Bir Kürt görgü şahidinin ifadelerine göre Muş bölgesinde bir polis şefinin “Savaştayız; Ermeniler Rusların arkadaşı, bu yüzden ne kadar az kalırlarsa o kadar iyi” sözlerini sarf ettiği iddia edilmekteydi ve aktarılan ifadeler ABD basını tarafından ustalıkla kullanıldı. Aynı dönemde İstanbul’daki ABD Büyükelçisi Morgenthau ise ABD hükümetinin Ermenilere yardım etmesi için girişimlerde bulunmaya devam etmekteydi. Morgenhau’ya göre doğuda açlık tehlikeli seviyelere gelmişti ve insanlar kendilerine yardım edilmesi için yalvarmaktaydılar. Ayrıca bölgede Amerikalı misyonerlerinin çalışmalarına devam ettikleri bilgisi de diğer ifadelerin arasına eklenmişti22. Morgenthau’nun Ermenilere yardım yapılmasını istemesinden kısa süre sonra aynı konu bir kez de Amerikan Misyonerler Yönetimi tarafından dile getirildi. Misyonerler Yönetimi bölgeye yardım gönderilmesinin gerekliliğinden bahsederken konuyu sadece Ermeniler olarak ele almadı ve Müslümanların da açlık içerisinde olduklarını vurguladı23. Misyonerler açlığın yanında salgın hastalıkların bölge insanları arasında çok yaygın olduğu ve bölgede kırk bin kişiye bir doktor düştüğü bilgilerini de veriyorlardı24. O dönemde büyük bir tifüs salgını vardı ve hastalık savaş şartları içerisinde kontrolsüz hale gelmekteydi25. 

Tehcir kararının uygulamaya konulması ile birlikte ABD kamuoyundaki Ermeni propagandasında büyük bir artış söz konusu oldu. Ermeniler Osmanlı 
Devletinin cephe gerisini tehlikeye düşürmeyecekleri bölgelere taşınırken bu durum ABD basınına olduğundan farklı yansıyordu. ABD basınına göre; Ermeniler Osmanlı yönetimi içerisinde şimdiye kadar hiç böyle zulme uğramamış lardı. Sistematik olarak evlerinden tahliye edilen Ermenilerin evleri yıkılıyordu. Ermeniler açlık ya da kılıç korkusu altında Konya yakınlarındaki, yukarı Mezopotamya’daki ve Arabistan’daki çöllere ölüme götürülüyorlardı. 
Geri kalan Ermeniler ise Kürtler tarafından soğukkanlılıkla öldürülmekte ya da Türk yönetimi tarafından yargılanmadan asılmaktaydılar26. Sadece Doğu Anadolu’daki Ermeniler değil diğer bölgelerdeki Ermeniler de küçük gruplara ayrılarak uzak bölgelere sevk ediliyorlardı. Son dönemde Çanakkale 
bölgesinden 56.000, Büyükada’dan 10.000 ve İzmit bölgesinden 6000 kişi sevke tabi tutulmuştu27. 

Aynı günlerde Türk karşı harekâtı ile Ruslar ve Ermeniler geri çekilmeye başlamışlardı. Rus geri çekilmesi ABD basınında Türklerin yıkımı olarak 
gösterilirken, bu duruma örnek olarak Başkale veriliyordu. Başkale’nin iyi mağazaların, Avrupa mobilyaları ile döşenmiş iki katlı evlerin bulunduğu güzel 
bir yer olduğundan, ancak şuan Başkale’de bir tek insanın bile yer almadığından bahsediliyordu. İddialara göre Başkale’deki Ermeniler küçük gruplara ayrılarak 
göç ettirilirlerken kadınlar Kürt beylerinin haremleri arasında paylaşılmışlardı28. Türk birliklerinin Van’a yaklaşması sonrasında Ermeniler Rusya’ya doğru 
kaçmaya başlamışlardı29. Basın Türklerin Bitlis ve çevresinden 9.000 Ermeni’yi toplayarak Dicle nehrinin yanına götürdüklerini, budara her bir Ermeni’yi tek 
tek kurşuna dizdiklerini ve ardından kaçmaya çalışan binlerce Ermeni için bu katliamı tekrarladıklarını iddia ediyordu. Haberlerin devamında Türklerin dört 
taburunun Muş bölgesine gönderildiği ve bölgedeki 12.000 Ermeni’nin hepsini öldürmeleri için emir aldıkları yer almaktaydı. Diğer iddialar ise Diyarbakır’da 
var olan tüm Ermenilerin öldürüldüğü yönündeydi30. Birer propaganda malzemesi niteliğinde yayımlanan bu abartılı ifadeler Ermeni çıkarlarına 
tam anlamı ile hizmet etmekteydi. Aynı dönemde Osmanlı yönetimi tehcir uygulaması hakkında kararlar almaktaydı. Osmanlı yönetiminin tehcire tabii 
tutulan Ermenilerin masraflarının devlet tarafından karşılanması, sevk edilen Ermenilerin emniyetlerinin sağlanması ve sevk edilenlere saldıranların şiddetle 
cezalandırılması yönünde aldığı karar, Türkler hakkında ABD basınında yer alan iddiaları çürütür nitelikteydi31. Türkler hakkında karalamalar devam ederken Ermenileri destekleyen ya da haklı gösteren propagandalara da devam edilmekteydi. Van’daki Rus işgali sırasında 1.000 kadar Ermeni Türk kuvvetleri 
ile çarpışmışlardı. 1.000 kişilik Ermeni grubunun sadece 150 kişi kadarı Rusya Ermeni’si idi. Ermeni grubunun geri kalan kısmını ABD’nden gelen iki kişi, Çin’den gelen bir kişi ile Bulgaristan ve Romanya’dan gelen Ermeniler oluşturmaktaydı. Bu Ermeniler arasında New York’ta iyi bir işi olmasına rağmen 
işini bırakarak Ermeni çetelerine katılan bir Ermeni olduğu gibi; Petrograd’da arkeoloji Profesörü olan, Yalta’da Ermenice öğretmenliği yapan ve Beyrut’ta 
Amerikan okulunda eğitim görerek cerrah olan Ermeniler de vardı. Ermenilerin Osmanlı Devletine karşı savaşmak için dünyanın farklı yerlerinden gelmelerinin 
yanı sıra birçoğunun savaş sonrasında ABD’ne yerleşmek istemeleri ise oldukça düşündürücüdür32 .

Tehcir uygulamaları devam ederken katliam haberleri de basında yer alamaya devam ediyordu. İddiaya göre Zeytun’da Ermeniler Osmanlı ordusuna 
katılmayı reddetmişlerdi. Bunun üzerine Türk birlikleri Zeytun’a gönderilmiş ve Türkler ile Ermeniler arasında çatışma çıkmıştı. Çıkan çatışmalarda 300 
Türk askerinin öldürülmesi Türklerin Zeytun’a ezici miktarda yeni askeri birlikler göndermelerine neden olmuştu ve ardından Zeytun Ermenileri sürgün 
edilmişlerdi. Diğer iddialarda Zeytun’un asıl sahipleriymiş gibi nitelendirilen Ermenilerin imparatorluğun uzak köşelerine, çöllere, bataklıklara ve İran 
körfezi bölgesine sürgün edildikleri ifade ediliyordu. Sürgün esnasında yaşlı Ermeni erkekleri askerlerden dayaklar yemiş, çocuklar yol kenarlarına ölüme 
terk edilmişti. Kimi Ermenilerin acılarını dindirmek için çocuklarını su kuyularına attıkları da ifade ediliyordu. Ayrıca Büyükelçi Morgenthau’nun yollarla İstanbul’ daki 70.000 Ermeni’nin Türklerin elinden kaçmasına yardımcı olduğu da aktarılan bilgiler arasındaydı. Ermeniler ya da Amerikalı misyonerler dışında Türk yetkililerin yorum ve görüşlerine basında nadiren yer verilmekteydi. Tehcir uygulaması hakkında yorum yapan bir Türk yetkilisi; Ermenilerin sadece Van’da değil birçok yerde Ruslarla işbirliğinde bulunduklarını, 200.000 kişinin arasından suçlu olanların ayrılmasının mümkün olmadığını ve tehcir uygulamasına bu nedenlerle mecbur kalındığını ifade etmişti 33. Tehcir uygulamalarının kamuoyuna katliam olarak yansıtılmaya devam edildiği dönemde, Rus yetkililer Ermenilerin kendileri ile birlikte savaştıklarını ifade etmekte herhangi bir çekince duymuyorlardı 34. Ermeniler kendilerine yapılan genel dış desteğin yanında ABD’nden özel olarak yardım da istemekteydiler. Bu doğrultuda Ermeni kilisesi Ermenilere karşı işlendiğini iddia ettiği katliamları durdurması için ABD Başkanı Wilson’a bir mektup göndererek çağrıda bulunmuştu 35.

ABD basınında Ermeniler hakkında asılsız birçok haber yer almaya devam ederken 36, garip bir şekilde Osmanlı Devletinin Ermeni olaylarının 
dış basına çıkmasını engellediğini ifade eden haberler de yapılıyordu37. Aynı dönemde New York Tribune editörü Ermeni meselesi hakkında uzun soluklu 
bir yazı yayınladı. Editöre göre; Türklerin kötü yönettiği Ermeniler Avrupalı kardeşleri tarafından hayal kırıklığına uğratılmışlardı. Jön Türkler Ermenileri 
katletme konusunda 300.000 Ermeni’yi öldüren Kızıl Sultan Abdülhamit’i geçmek üzereydiler. Kanlarına Alman virüsü girmiş olan Türkler Ermeni toplumundan tamamen kurtulmak istiyorlardı ve katliamlara sadece Ruslarla savaştıkları yerlerde değil İstanbul ve diğer bölgelerde de devam etmekteydiler. 
Zeytun sürekli olarak Osmanlı Devletine başkaldırmıştı ve bu nedenle tüm nüfusu hayvan sürüleri gibi sürülmüştü. Ermenilerin durumları hakkında 
Morgenthau ABD hükümetini bilgilendirmişti ancak çok fazla sonuç alamamıştı. 

Rusya ve Almanya Polonya’ya özerklik vermek konusunda söz verirken Türkler Ermenileri tamamen yok etmekle tehdit ediyorlardı. Ayrıca editör 
Osmanlı yönetimindeki Enver Paşa ve arkadaşlarını insani duygular ve politik bilgelikten yoksun kişiler olarak niteliyor, katliamcı Hamit’in çocuklarından 
kurtulmanın tam zamanı olduğunu vurguluyordu38. ABD basınının Türkler hakkındaki görüşlerinin kısa bir özeti niteliğindeki yazı Ermeni propagandasının 
ABD’nde ne kadar yoğun bir şekilde yürütüldüğünü gözler önüne seriyordu. Diğer haberlerde Ermenilerin Türkleri Avrupa’dan atmak için İtilaf devletleri 
ile aynı safta savaştıklarından bahsediliyor39, Türk ordusunun ileri harekâtı ile 225.000 Ermeni’nin Kafkaslarda Rus ordusu arkasına sakladığı belirtiliyordu40. 
Ermenilerin bulunduğu cepheye yakın bir yerde Kızıl Haç için görev alan ve Tolstoy’un kızı olan Alexandra ise yaşananlar hakkında “Hayatımda böyle ıstırap 
görmedim” ifadelerini kullanıyordu41. Farklı bir açıdan gözlemlendiğinde ABD basını Ermeniler tarafından sadece kara propaganda amaçlı değil organizasyon 
amaçlı da kullanılıyordu. ABD’ndeki Ermeniler yardım kampanyaları oluşturarak Rusya ve Osmanlı Devletindeki Ermenilere yardım etmeye çalışıyorlardı ve yapılan yardımların yeterli görülmemesi nedeniyle yardımların artması için basın yoluyla çağrılar yapılmaktaydı 42.

 ABD basınının geneli yaşanan olayları Ermeni çıkarları açısından değerlendirirken bazı haberlerde konunun ABD çıkarları açısından da 
değerlendirildiği görülmekteydi. The Sun gazetesi Ermeni sorunu nedeniyle gerginleşen ilişkileri değerlendirerek ABD’nin Osmanlı Devletindeki 
yatırımlarından bahsediyordu. ABD basınında yoğun bir şekilde Ermeni propagandası olmasına rağmen The Sun gazetesinin Ermenilerin “Anarşist 
Hınçak” örgütüne katıldıklarını ve Rus entrikalarıyla Osmanlı Devletine karşı isyan ettiklerini ifade etmesi ABD’nin Osmanlı Devleti topraklarında kendi 
çıkarlarını da değerlendirdiğini ispatlar nitelikteydi43. The Sun gazetesinin haberleri ABD kamuoyunun genelini yansıtmazken, New York Tribune 
gazetesi editörünün yazdıkları ABD kamuoyundaki Ermeni propagandasının aslını temsil ediyordu. Editöre göre; Türkler en vahşi saldırılarını geride 
kalan korumasız kişilere karşı yapıyorlardı. Bebekler parçalara ayrılarak ve kaynar sulara atılarak öldürülüyorlardı. Öldürülen bebekler gümüş tepsiler 
içerisinde aç annelerine geri veriliyordu. Ayrıca Türkler ve Kürtler doğal ürünler ile üretilenleri malları da kullanılmaz hale getirerek Ermenileri gıdasız 
bırakmaktaydılar. Cinayetler dünyadaki ilk Hıristiyanların torunlarına karşı işlenmekteydi. Ermeni krallığı ilk Hıristiyan krallığı idi ve insanlığın beşiği 
durumundaydı. “Kendilerini çevreleyen devletler paganizm karanlığı içerisindeyken İsa’nın hakikatinin ışığı bu tarihi ülkeden yükseliyordu”. Hıristiyanlık haçına sıkıca tutunan Ermeniler Muhammet’in hilali karşısında eğilmeyi “asilce, dirençlice ve meydan okuyarak reddettiler” ifadeleri ise editörün fanatizm derecesindeki Ermeni yandaşlığını yansıtma şekliydi. Ermenileri överken Türkleri karalayan editör yazısının sonunda “Ermenilerin Hıristiyan aleminde hiç mi değeri yok? Ermeniler diğer ülkelerdeki Hıristiyan kardeşlerinin yardımlarını hak etmiyorlar mı?” sözleri ile Amerikalıların vicdanlarını sorguluyordu44.

Türkleri siyaseten yalnız bırakmak için yaşanan olaylara Almanların da katliam gözüyle baktığı yansıtılmaya çalışılıyordu. Bu amaçla basında Türk karşıtı 
Almanların görüşlerine yer verilmekteydi. Alman bir yetkilinin açıklamalarında Türklerin Hıristiyan ırkları yok ettikleri ve ölenlerin tek suçunun Müslüman 
olmamak olduğu iddia ediyordu45. Zaman içerisinde Ermeni propagandası dini ve etnik unsurların dışında ekonomik unsurları da içermeye başlamıştı. ABD’nin 
Tahran Büyükelçisinin ilettiği bilgilere göre Ermenilere ait mallar Türkler tarafından soyulmuştu ve Ermenilerin toplam zararı 250.000 Dolardı46. ABD’deki Ermeni Yardım Fonuna iletilen diğer bir raporda ise Ermenilerin Mezopotamya yabanına doğru sürüldükleri, Kilikya’daki Ermenilerin tamamının göç ettirildiği, Erzurum, Trabzon, Sivas, Harput, Bitlis, Van, Diyarbakır, Samsun ve Urfa’dan 1.500.000 Ermeni’nin gönderildiği iddia edilmekteydi. Raporun devamında sürülen Ermenilerin yalnızca az bir miktarının istenilen noktalara varabildikleri, Ermenilerin haberleşmelerine izin verilmediği ve yollarda her gün en az on kişinin öldüğü belirtiliyordu47. 

ABD’de yaşayan R. Hashishian adındaki Ermeni bir terzinin Tiflis’teki Urchain adındaki Ermeni bir Profesör ile mektuplaştığına dair doğruluğu şüpheli bilgiler basında yayınlanmıştı. Mektuplaşmada ABD’nde terzilik yapan R.Hashishian Tiflis’teki ailesi hakkında meraklanarak ailesine bir mektup göndermişti. R.Hashishian’ın mektubuna Hashishian’ın ailesini tanıyan Profesör Urchain cevap yazmıştı. Profesör mektupta R.Hashishian’ın anne, baba, iki erkek 
kardeş ve bir kız kardeşinin öldürüldüğünü yazmıştı. İddiaya göre Türkler aileye işkence etmişlerdi. Aile bireylerinin mengene ile parmakları parçalanmış, 
dişleri sökülmüştü. Ardından atardamarları parçalanarak sokağa atılmışlar ve orada kan kaybından ölmüşlerdi. Mektupta Hashishian ailesi dışında sokakların 
Türklerden kaçamayacak kadar zayıf olan insanların cesetleri ile dolu olduğu da yazılmıştı48. Ermenilerin varlıkları, yaşadıkları ve tarihleri sürekli abartılı ifadeler içerisinde okurlara sunulan diğer haberler arasındaydı. The Public Ledger gazetesinin ifadelerine göre; Ermenilerin neredeyse tamamı Ermeni kilisesine 
bağlıydı ve Ermeni kilisesi Ermeniler için sadece dini ifade etmiyordu. Onlar için kilise aynı zamanda vatanseverlik, kurtuluş için umut, eğitim ve adalet 
anlamlarını da taşımaktaydı. St.Gregory kilisesi Aya Sofya kilisesinden bile eski bir kiliseydi ve kilise Asya’daki barbarlara karşı Hıristiyanlığın siperi olmuştu49.

Ermeni olayları sadece ABD’ndeki diplomatik çevrelerden destek bulmuyordu. Sağlanan destekler arasında Rockefeller vakfının para yardımı yapması50 ile Papa’nın girişimlerde bulunması da sayılabilirdi51. Ermenilere yardım konusunda yapılan girişimlerden herhalde en sıra dışı olanı Büyükelçi Morgenthau tarafından yapılan teklifte görülmüştü. Morgenthau Ermenilerin kitleler halinde ABD’ne taşınmasını gündeme getiriyordu. Morgenthau’nun teklifinin hemen ardından ABD yönetiminden konu ile ilgili bir açıklama geldi. ABD yönetimi açıklamasında Ermenilerin ABD’ne göçü konusunda büyük bir yanlış anlaşma olduğunu ifade ediyordu. Amerikalı yetkililer büyük kitleler halinde ve bir plan dâhilinde Ermenilerin ABD’ne taşınmasına destek vermeyeceklerini ifade ederlerken, ABD’ne göçün şartlarını da belirtmişlerdi52. Herhangi bir Ermeni’nin göç etmek için ABD’ne gelmesi durumunda diğer göçmenlerin tabii oldukları şartlara tabii olacağı, Ermenilerin yararına mevcut herhangi bir uygulamadan vazgeçilmeyeceği ve bu konuda hükümetin özel bir sorumluluk almayacağı da net bir şekilde ifade edilmişti53. ABD yönetimi Ermenilerin ABD’ne toplu olarak göç etmesini kabul etmese de Morgenthau’nun bu konudaki çabaları sonlanmamıştı. Morgenthau Ermeni göçünün gerçekleşmesi durumunda ABD hükümetinin Ermenilerin Musa’sı olacağını ifade etmekle birlikte, Ermenilerin ABD’nin az gelişmiş batı yakasına göç ettirilebileceklerini savunmaktaydı. Ermenilerin ABD’ne taşınmasının toplamda 5.000.000 Dolara mal olacağını ve 500.000 Ermeni’nin taşınacağı kabul edilirse kişi başı 100 Dolar gibi bir maliyetle taşıma işinin gerçekleştirilebileceğini ortaya koymaktaydı54. Ermeniler konusunda çaba gösteren sadece Amerikalı diplomat ya da misyonerler değildi. İsviçre Protestan kilisesi Ermeni meselesine müdahale etmesi için bir mesaj ile ABD Başkanı Wilson’a istek gönderirken55, İngiltere’nin eski ABD büyükelçisi olan James Bryce da aynı konuda ABD yönetimine ricada bulunuyordu56. Fransızlar ise Musa dağında iki aydır mahsur bırakıldıklarını ifade ettikleri Ermenileri kurtardıklarını ve Fransız kruvazörü ile Port Said yakınındaki geçici bir kampa götürdüklerini açıklıyorlardı57.

Basın ABD’nin tutumunun tarafsız devletleri hareketlendirdiğini ve bu durum karşısında Almanya’nın Ermeniler konusunda Türkiye’yi kontrol etmeye 
yönelebileceği ifade etmekteydi58. Aynı dönemde Morgenthau bir yandan Belçikalılara yapıldığı gibi Ermenilere de yardım yapılmasını istiyor59 diğer 
yandan da Türk yönetiminin kendi askeri politikasına dışarıdan bir müdahaleyi kabul etmeyeceğini ifade ediyordu. Çelişkili açıklamalar yapan Morgenthau 
ABD’nin Ermenilere yardım yapması durumunda ise Türklerin Amerikalı misyonerlerden intikam alacaklarını iddia ediyordu. ABD’nin Türkiye’de 200 
misyoner ile misyoner faaliyetlerine yatırılmış 3.000.000 Dolarının olduğuna vurgu yapan60 Morgenthau yardımların misyoner kuruluşlara gayri resmi 
olarak aktarılmasını teklif ediyordu61. Misyonerler Yönetimi ise ABD yönetimi Ermenilerin ABD’ne taşınmasını kabul etmemiş olmasına rağmen Ermenileri 
taşıma planlarından bahsetmeye devam ediyordu. Misyonerler Yönetimi Ermenilerin taşınması için gerekli parayı sağlamak için Amerikalı hayırseverlerin 
gönüllü olduklarını savunmaktaydı62.

Diğer devletler tarafından Ermeni çıkarlarına yapılan bunca çalışma süresince Ermeniler de kendi çalışmalarına devam ediyorlardı. Ermenistan 
kilisesinin Paris’teki diplomatik temsilcisi olan Nubar Paşa askere gitmemek için para ödeyen Ermenilerin hapse atıldıklarını iddia ediyordu63. Nubar Paşa 
yorumlarında son aylarda Kilikya ve Ermenistan’da inanılmaz şeyler yaşandığını ifade etmekteydi. Aktarılan diğer mektup ve raporlardan elde ettikleri bilgilere 
göre yaklaşık 450.000 Ermeni’nin öldürüldüğünü 600.000 Ermeni’nin ise yerlerinden sürüldüğünü tahmin ediyorlardı. Sürülen Ermeniler bir iki ay 
sürecek yolculuklarına yalınayak devam etmek zorunda bırakılıyorlardı. Türkler Van ve Bitlis’i yağmalamışlar ve halkı kılıçtan geçirmişlerdi. Ermenilerin 
boşalttığı yerlere ise Müslümanlar yerleştirilmekteydi64. Nubar Paşanın aktardıklarına ek olarak ABD basını benzer haberleri kamuoyu ile paylaşmaya 
devam ediyordu. The Sun gazetesinin aktardıklarına göre; Ermenilere hendekler kazdırılmakta ve kazdıkları bu hendekler kendilerine mezar olmaktaydı. Nüfuz 
sahibi Ermeniler sıradan Ermenilere göre daha fazla zulüm görmekteydiler. Hiçbir Ermeni emniyette değildi ve sadece sıranın kendilerine ne zaman 
geleceğini bekliyorlardı. Ermeni propagandası Türk ve Ermeni toplumlarının kıyaslanması şeklinde devam ediyordu. İddialarda Ermenilerin Türklerden 
daha zeki oldukları vurgulanmaktaydı. Eğer 2-3 Ermeni’nin sıradan bir köye iş yapma izni ile bırakılması ve engel olunmaması durumunda Ermenilerin birkaç 
yıl içerisinde köyün tamamını satın alabilecekleri ortaya atılıyordu. Ayrıca yerel Türk makamları ile yalın vatandaşların katliam amaçlarının olmadığından 
ve katliamların sorumlularının Talat ile Enver Paşalar olduklarından bahsediliyordu. Yaşananlar konusunda pasif davranması nedeniyle Almanya 
da sorumluluğa ortak ediliyordu65.

İtalyan elçiliğinin Vatikan’a sunduğu raporda Almanya ya da Avusturya’nın Ermeni sorunu konusunda müttefik olmaları nedeniyle Türkiye’yi durduramayacak ları belirtilirken, ABD yönetiminin Ermeni sorununa müdahale etmesi için Almanya’dan istekte bulunmayı değerlendirdiği haberleri 
yapılıyordu66. ABD’nin Almanya’dan böyle bir istekte bulunması durumuna gerekçe olarak ABD’nin konuya müdahalede bulunmak için yasal dayanağının 
olmaması gösteriliyordu67. ABD yönetimi Ermeni sorunu konusunda herhangi bir sorumluluk altına girmek istemiyordu ancak bu durum Misyonerler 
Yönetiminin çabalarını sonlandırmadı. Amerikan Misyonerler Yönetimi konuyu ABD hükümetinin gündemine taşımaya çalışıyordu. Misyonerler Yönetiminin 
girişiminden sonra yetkililerden konu ile ilgili açıklama geldi. Açıklamada ABD meclisinin Ermeni sorunu ile ilgili raporları incelediği belirtilirken, 
incelemelerde elde edilen bilgilerin duyum ya da bireysel ifadeler oldukları belirtiliyordu. Ayrıca o zamana kadar herhangi bir Amerikan vatandaşının zarar 
görmediği ve böyle bir durumun söz konusu olması halinde ABD yönetiminin doğrudan Almanya ile irtibata geçeceği açıklanmaktaydı. ABD başkanının 
Ermeni konusuna büyük bir yakınlık gösterdiği, konu ile ilgili Türk yönetiminin dikkatinin çekildiği ve Ermeniler konusunda Türk yönetimi ile irtibata geçmek 
için kesinlikle söz verilemeyeceği ABD yönetiminin aktardığı diğer bilgiler arasındaydı68. ABD yönetiminin Ermeniler konusunda tavrını belirttiği her 
açıklamadan sonra farklı kişi ya da kurumlar tarafından ABD yönetiminin Ermenilere yardım etmesini isteyen yeni bir girişimde bulunuluyordu.

Ermeni Ulusal Savunma Birliği başkanı ve Amerika Evanjelik Birliği yöneticisi Haig Y. Yardumian Ermenilerin ABD’ne taşınması konusunda Morgenthau ile bir görüşme yapmıştı. Görüşmede Morgenthau Ermenilerin taşınması için hemen 1.000.000 Dolar ardından ise 4.000.000 Dolar yardımda bulunulabileceğini vaat ediyordu. Morgenthau’nun Ermeni konusundaki bu yaklaşımı sonrasında Yardumian; Morgenthau’nun diplomatik kısıtlar olmasa daha iyi şeyler de yapabileceğini ifade etmişti69. Morgenthau ve diğer Ermeni teşkilatlarının girişimleri ABD yönetimi üzerinde baskı yaratmış olmalıdır ki ABD yönetimi Ermeni sorununda Türk yönetimine karşı tavrını değiştirmeye başladı. ABD yönetimi Türk yönetimine Morgenthau vasıtası ile bir mesaj gönderdi. 
Mesajın içeriği eğer Türk yönetimi Ermenilere karşı olan tavrını değiştirmez ise ABD ile Türkiye arasındaki sıcak ilişkilerin devamlılığı tehlikeye girecekti70. 
Ermeni propagandası ABD yönetiminin kesin tavırlarını dahi değiştirirken sürülen Ermenilerin sayısının da 1.000.000 ulaştığı haberleri yapılmaktaydı71. 
ABD Türk yönetimine Ermeni sorunu konusunda adım atılmaz ise ikili ilişkilerin bozulabileceği uyarısını yapsa da ABD Türkiye’ye karşı doğrudan bir siyaset 
uygulamaktan titizlikle kaçınmaktaydı. ABD Türkiye’deki Ermeni sorununun sadece Almanya tarafından çözümlenebileceğine inanmaktaydı. Görüşler 
Kaiser Wilhelm’in bir sözünün katliamları durdurabileceği yönündeydi ancak Wilhelm’in duruma yaklaşımı ABD’nin beklentisinin tersine olmuştu. Wilhelm 
Türklerin Ermenileri katletmediklerini ve eğer herhangi bir uygulama var ise Ermenilerin vatan hainliği yapmış olduklarından bunu hak etmiş olduklarını 
ifade etmişti72.

2 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR,

***

ALMAN BELGELERİ IŞIĞINDA OSMANLI ERMENİLERİNE DAİR TESPİTLER (1915–1918)

ALMAN BELGELERİ IŞIĞINDA OSMANLI ERMENİLERİNE DAİR TESPİTLER (1915–1918) 


SEZEN KILIÇ* 

Giriş;

1915 Tehcirini konu edinmeden Osmanlı topraklarında yaşamış olan Ermenileri farklı bir bakışaçısıyla ve arşiv belgelerine dayanarak ele almayıamaç edinen 
araştırmamız, Osmanlı topraklarında farklı tarihlerde önemli görevlerde bulunmuş olan iki Alman subayının izlenim ve tespitlerini aktardıkları yazı ve raporlarına dayanmaktadır. Bu subaylardan ilki Birinci Dünya Savaşı’ndan bir yıl önce başlayarak Kasım 1917 tarihine kadar Osmanlı topraklarında görev yapan Alman Deniz Ataşesi Deniz Binbaşı Hans Humann’dır. Humann, Bergama antik kentini bulan ve daha sonra buradaki bazı önemli kalıntıları bugünkü adıyla Berlin İslam Sanatları Müzesi’ne taşıyan Alman arkeolog ve mühendis Carl Humann’ın oğlu olarak 1878’de İzmir’de dünyaya gelmiş ve 12 yaşına gelinceye kadar Türkiye’de yaşamıştır. 1890’da Almanya’ya döndükten ve eğitimini tamamladıktan sonra Alman Deniz Kuvvetleri’nde subaylık kariyerine başlamıştır. Pangermen eğilimi sayesinde kısa sürede binbaşılığa yükselmiş, bir süre Alman Deniz Bakanlığı istihbarat şubesinde çalıştıktan sonra 1913 sonbaharında pek sınırları belirlenmemiş olsa da İstanbul’da görevlendirilmiştir. 1914 yılından itibaren İstanbul’da Alman deniz ataşesi görevini icra etmeye başlamış ve Almanya’ya geri çağrıldığı 1917 yılı sonbaharına kadar bu görevini sürdürmüştür. 
Bu tarihten sonra Humann 1920 yılı Haziran ayına kadar Alman Savaş Bakanlığı’nda Osmanlı Devleti ile ilgili işlerden sorumlu danışman olarak görevlendirilmiş, bu işinin ardından 1920’li yıllarda Almanya’da çok okunan Deutsche Allgemeine Zeitung gazetesinde çalışmaya başlamıştır. 7 Ekim 1933 tarihinde vefat eden Humann, Osmanlı topraklarında kaldığı sürece başta Enver Paşa olmak üzere birçok Osmanlı devlet adamıyla olan yakın diyalogu sayesinde bulunduğu görevden daha üst bir konuma sahip olmakla birlikte İstanbul Alman Büyükelçiliğinde görevinin çok üstünde yetki ve etkilerde bulunmuştur. Bu nedenle Alman tarihçiler tarafından Birinci Dünya Savaşı yıllarında Almanya’nın Osmanlı İmparatorluğu’ndaki en önemli temsilcilerinden, hatta Osmanlı İmparatorluğu’nun Almanya saflarında savaşa katılmasındaki en büyük pay sahiplerinden biri olarak gösterilmiştir.1 

Ermeni Tehcirinin en önemli tanıklarından biri olarak kabul gören Humann gerek Osmanlı topraklarında görev yaptığı yıllarda gerekse Almanya’ya döndükten sonra Türkler ile Ermenilerin artık aynı topraklarda birlikte yaşamasını mümkün görmediğini ve bu nedenle Ermeni tehcirini haklı bulduğunu yazılarında açıkça savunagelmiştir.2 

Araştırmamızın izlenim ve tespitlerine başvurulan diğer Alman subayı ise Osmanlı Umumi Karargâhı II. Şube (İstihbarat) Müdür Yardımcısı olarak 8 Eylül 
1916–30 Ekim 1918 tarihleri arasında görev yapan Yarbay Sievert3’tir. Yaptığı bu görev dışında, hayatı ile ilgili makale ve kitaplarda veya Birinci Dünya Savaşı ile ilgili yazılmış çok sayıda eserin ve savaşla ilgili belgelerin dijital ortama aktarıldığı Münih Dijital Merkezi ve Berlin Alman Devlet Dijital Kütüphanesinde de herhangi bir bilgiye ulaşılamayan Sievert, birçok Türkçe ve yabancı dildeki eserde Osmanlı Genelkurmay Başkanlığı İstihbarat Daire Başkanı olarak gösterilmesinin yanı sıra o dönemde Osmanlı Umumi Karargâhı İstihbarat Şube Müdürü Kurmay Yarbay Seyfi Bey’dir 4
- Ermeni tehcirini finanse ve organize etmekle5, hatta bu işte bizzat elini kana bulaştırmakla suçlanmaktadır. Oysa Sievert Osmanlı topraklarına Ermeni Tehcirinden yaklaşık 16 ay sonra gelmiştir. Kendisinin kaleme aldığı ve Alman Askeri Arşivinde yer alan 68 sayfalık raporundan yola çıkılarak hakkında sadece yarbay rütbesinde Osmanlı ordusunda görev yaptıktan sonra albay rütbesindeyken emekli olduğu anlaşılmaktadır. 

Aynı rapora dayanarak 1893–1895 yılları arasında Bükreş Elçiliğinde çalıştığı, bu görevi sırasında 1894’te İstanbul’da altı hafta kaldığı ve buradaki Alman Askerî Heyet Üyeleri ile temasta bulunduğu, akabinde Rusya’da 1899–1900 yılları arasında altı ay, sonrasında ise Çin’de ve Uzak Doğu’da önce 1901–1905 yılları ve sonra 1908–1909 yıllarında görev yaptığı bilgisi edinilmektedir.6 

Araştırmamızın dayanak noktasını oluşturan yazı ve raporları kaleme alan her iki Alman subayı hakkında bilgi verdikten sonra Osmanlı topraklarında görev 
yapma tarihleri göz önünde bulundurularak öncelikle Humann’ın ardından da Sievert’in Ermenilerle ilgili tespitleri aktarılarak yorumda bulunulacaktır. 

1. Humann'ın Ermenilere Dair İzlenim ve Tespitleri Bu bölümde Humann tarafından kaleme alınan yazılar incelenecektir. Humann’ın Ermenilerle ilgili görüş ve tespitlerini yansıtan yazıların çoğu, yaşadığı bir takım olaylardan edindiği kanaatlerine dayanmaktadır. Bu yazılardan ilk ikisi Enver Paşa’ya hitaben 18 Mayıs ve 22 Ekim 1915 tarihinde kendisi tarafından kaleme alınmıştır. Bunlardan 18 Mayıs 1915 tarihli olanı şu şekildedir: 

“Sevgili Enver! Bükreş’teki istihbarat subayım, şu an orada muhtemelen İstanbul’da bir suikast planlayan 12–15 kadar Ermeni Kaldani Yahudisinin bulunduğunu bildiriyor. Onlar hakkında daha fazla bilgi edinmeye ve fotoğraflarını da göndermeye çalışacak. Ayrıca pek güvenilir olmayan Ermeni memurların tamamının Türkiye’de sınırdan uzak tutulmasını uygun buluyor.”7 

Her ne kadar Musevi geleneklerini devam ettiren ve Pakraduni olarak adlandırılan Ermenilerin var olduğu ve ilk kez tarih sahnesine MS 30 yılında çıktıkları, 885–1045 yılları arasında Doğu Anadolu’da hanedanlık şeklinde varlıklarını sürdürdükleri, hatta günümüzde de varlıklarını gizli şekilde devam ettirdikleri ileri sürülse 8 de Ermenilerin çoğunun Hıristiyanlığın Gregoryan, Kaldanilerin ise Katolik mezhebine ve farklı bir ırka mensup olduğu, Yahudilerin de hem din hem ırk açısından Ermenilerden farklı olduğu bilinmektedir. Buna rağmen bu yazıda sanki sadece Ermenilerden değil de üç farklı milletten bahsediliyormuş gibi görünmesi haber kaynağı olan Bükreş’teki Alman istihbarat subayının yanlış bilgilendirmesinden ve Humann’ın da bu yanlış bilgiyi bilgi süzgecinden geçirmeden olduğu gibi aktarmasından kaynaklandığı anlaşılmaktadır. Ancak burada asıl ilgi çekici olan Bükreş’te bulunduğu tespit edilen Ermenilerin İstanbul’da bir suikast planladığı şüphesinden yola çıkılarak Osmanlı hükümetinden kendi vatandaşı Ermeni memurları sınırlarından uzak tutmasının istenmesidir. Bu istek, Ermenilere yönelik Tehcir Kanununun (Sevk ve İskân Kanunu) çıkarıldığı 27 Mayıs 1915 öncesinde de Osmanlı Ermenilerine başta Almanların güven duymadığını göstermesi açısından önemlidir. 

22 Ekim 1915 tarihli yine Enver Paşa’ya hitaben Humann tarafından kaleme alınan ikinci yazının konusu şikâyettir: 
“Sevgili Enver! Geçen hafta dikkatini İstanbul’daki tüccar Mihran Güssaryan’a çekmiş ve onun ticaretinin müsadere edilmesinin önlenmesini senden rica etmiştim. Çünkü Güsseryan, gemi ve tersane gibi benzeri şeyler için çok acil ihtiyaç duyduğumuz birçok malzemeyi ithal etmiş, ancak mallarına yapılan çok sayıda müsadere yüzünden aşırı para kaybına uğramış ve bunun üzerine kanunlara uygun ticaret yapılacağına dair gerekli güvence kendisine verilinceye kadar her zaman peşin ödediği malların alımından vazgeçmiştir. İsmail Hakkı Paşa ile yaptığın telefon görüşmesinden sonra bana Osmanlı Donanma Komutanlığı yararına Güssaryan’ın depolarını müsadereden koruyacak bir belge sözü de vermiştin. Sonuç ise İsmail Paşa’da her zaman yaşandığı üzere gerçek bir felaketti. İsmail Paşa söz verdiği belgeyi düzenlemediği gibi bugün Güssaryan’ın ticarethanesine 10 subay 
ve 60 asker göndererek büyük miktarda gemi perçinini müsadere ettirmeye başlamış, yani özellikle tam da Donanmanın ihtiyacı olan malzemeleri. 

Böyle bir davranış biçimi sence şerefl ice mi?”9 

Yukarıdaki yazıda Humann, Almanya’nın İstanbul’da bulunan gemi ve tersanelerine malzeme sağlayan Ermeni asıllı tüccar Güsseryan’ın savaş nedeniyle mallarının müsadere edilmesinin önlenmesini Enver Paşa’dan istemiş ve bunun üzerine Enver Paşa, Osmanlı Levazım Umum Reisi İsmail Hakkı Paşa ile görüşerek böyle bir müsadereyi önleyecek bir belge düzenleme sözü vermiştir. Ancak İsmail Hakkı Paşa’nın bu sözünü yok sayarak Güsseryan’ın mallarını tekrar müsadere ettirmesi, Humann’ın tepkisini çekmiştir. Burada Humann’ın Ermenilere karşı tutumu bir önceki yazıdan tamamen farklıdır, çünkü önceki yazıda bir istihbarata dayanarak Ermeni memurların Osmanlı sınırlarından uzak tutulmasını isterken, bu yazıda bir Ermeni tüccar için devreye girdiği, hatta onun için bir Osmanlı Paşa’sının şerefi ni sorguladığı görülmektedir. 

  Humann’ın bu tutarsız davranışında Alman menfaatlerini her şeyin üstünde tutmasının rol oynadığı düşünülmektedir. Aksi takdirde bir yandan Osmanlı sınırlarından Ermenilerin uzak tutulmasını isteyecek kadar Ermenilerden şüphe duyarken, diğer yandan Alman gemi ve tersaneleri için hayati malzemelerin alımını bir Ermeni tüccara bırakacak kadar Ermenilere güven duymasının başka türlü bir izahı mümkün olamayacaktır. 

Üçüncü yazı ise Humann’ın Alman Deniz Ataşesi sıfatıyla Alman Deniz Kuvvetlerine hitaben İstanbul’da 29 Ekim 1916 tarihinde kaleme aldığı sekiz sayfadan oluşan raporudur. Bu raporda Humann, Ekim 1916’da Türkiye’nin içinde bulunduğu durumu anlatmaktadır. İttihat ve Terakki Parti Kongresi, kapitülasyonlar, askeri durum ve genel durum gibi konuları içeren raporun Türkiye’nin genel durumunun anlatıldığı bölümde ise şu tespit aktarılmaktadır: 

“Türk hükümeti son dönemde çok sayıda casusluk şebekesini ortaya çıkarmıştır. En çok hayret uyandıran ise İzmir’de yapılan tutuklamalar esnasında itibarlı bir İngiliz-Levanten-Rum topluluğunun çok sayıda üyesinin bu casusluk olayına karıştığının tespit edilmesidir. Osmanlı istihbarat servisi, İzmir’den yola çıkarak Sakız Adası üzerinden Midilli’ye ulaşmış ve bir evvelki İzmir İngiliz Konsolosunun buradan Türkiye’deki casusluk faaliyetlerini organize ettiğini tespit etmiştir. Bu casusluk olayı ile bağlantılı olarak İstanbul’da çok sayıda Rum tutuklanmıştır. Bunun yanı sıra Şark Demiryolların da görevli bir Ermeni memurun İsviçre merkezli bir Fransız casusluk servisi ile irtibatı ve düşmana Osmanlı askeri birliklerinin nakli konusunda çok değerli bilgiler ilettiği ortaya çıkartılmıştır.”10 

Yukarıdaki rapor, Birinci Dünya Savaşı döneminde Osmanlı vatandaşı bir kısım gayrimüslimin, Osmanlı Devleti’nin savaşta düşmanı durumunda bulunan 
İngiliz ve Fransızlarla casusluk faaliyetleri içinde bulunduklarını açık bir şekilde ortaya koymaktadır. Özellikle Ermeni bir memurun Fransız casusluk servisi ile 
irtibatı ve bu servise Osmanlı askeri birliklerinin demir yolu vasıtasıyla nakline dair bilgiler aktarması, Osmanlı Devleti’nin savaşta bir yandan dışta düşmanla 
çarpışırken içte ise kendi vatandaşlarından bir kısmının düşmanla casusluk faaliyetinde bulunmasının verdiği bir durumla da karşı karşıya olduğunu göstermektedir. 

Bu bölümün son yazısı yine Humann tarafından 28 Kasım 1916’da İstanbul’da kaleme alınan gizli bir rapordur. Bu rapor, Humann’ın 22 Ekim 1915 tarihli 
yazısıyla tamamen zıtlık teşkil etmektedir, çünkü bu kez Enver Paşa’dan Almanlarla ticaret yapan bir Ermeni tüccarın mallarının müsadere edilmesinin önlenmesi değil, gerektiğinde mallarının müsadere edilmesi istenmektedir. Söz konusu rapor, 27 Kasım 1916 tarihinde Osmanlı topraklarında görevli Alman subayları Deniz Albay Tägert, Deniz Binbaşı Rohde, Deniz Yüzbaşı von Mohl, Yüzbaşı Seeliger, Üsteğmen Cabolet ve Deniz Binbaşı Hans Humann’ın katılımında Karadeniz üzerinden Alman deniz nakliyatına dair yapılan toplantı ile ilgilidir.11 Bu toplantıda Mangan Şirketi Temsilcisi olarak Üsteğmen Cabolet, görüşmeye katılan Alman askeri yetkililerine Enver Paşa’ya sunduğu itiraz yazısını iletmiş tir: 

“Ereğli’deki mangan ocağı sahibi Hallaçyan Efendi12 her ton başına 80 Piaster (100 Piaster: 1 Paunt) kazı bedeli talep etmektedir. Bu bedel çok yüksek ve abartılıdır. Almanya’da barış zamanında bir ton mangan 20–30 Mark, şimdi ise 400 Marktır. Türk hükümeti, Hallaçyan’ı ton başına 20 Piaster olacak şekilde fi yatları düşürmesi için zorlamalı ya da mallarını kamulaştırmalıdır. Bu olmadığı takdirde Türkiye’ye yapmış olduğumuz çelik nakliye bedelini arttırmamız gerekecektir.”13 

Humann’ın Enver Paşa’dan 22 Ekim 1915 tarihli talebinin tam tersine Üsteğmen Cabolet Osmanlı hükümetinden Almanlara mangan madeni satan Ermeni 
tüccar Hallaçyan’ın maden çıkarma ton bedeli olan fiyatı önce düşürmesini, bunu yapamadığı takdirde ise mallarının müsadere edilmesini istemektedir. Cabolet bununla da kalmamakta Osmanlı Harbiye Nazırı Enver Paşa’yı bu meseleyi Almanların istediği şekilde halletmediği takdirde Almanya’nın Türkiye’ye yapmış olduğu çelik nakliye bedelini arttırmakla tehdit etmektedir. Bu yazı, Almanların Birinci Dünya Savaşı yıllarında menfaatleri için Osmanlı devlet adamlarına karşı ne kadar cüretkâr olabildiklerini göstermesi açısından çok önemlidir. 

2. Sievert'in Ermenilere Dair İzlenim ve Tespitleri Bu bölüm, Alman Yarbayı Sievert’in Osmanlı Umumi Karargâhı II. Şube (İstihbarat) Müdür Yardımcısı olarak görev yaptığı 8 Eylül 1916–30 Ekim 1918 tarihleri arasında yaşadıklarını kaleme aldığı raporundaki Ermenilere dair tespitlerini içermektedir. Söz konusu rapordaki ilk üç belge Ermenilerle birlikte Osmanlı gayrimüslimlerine dair genel bilgi ve kanaatleri içermektedir. Üç belgeden ikisi seyahat izni ile ilgilidir ve savaş esnasında Osmanlı topraklarında görev yapan Alman subaylarının tamamına yakınının tercüman olarak Ermeniler başta olmak üzere Osmanlı gayrimüslimlerini bulundurduklarına ve bunların da Türkler tarafından önceden beri şüpheli şahıslar olarak görüldüklerine dairdir. Bununla birlikte Alman subaylarının tercümanları da dâhil olmak üzere Osmanlı gayrimüslimlerinin seyahat iznine tabi olduğu ve bu iznin de Sievert’in görev yaptığı istihbarat şubesi tarafından verildiği belgelerde anlatılmaktadır.14 Üçüncü belge ise gayrimüslimlerin tamamının Türklerden nefret ettiği, Levanten, Rum, Yahudi ve Ermenilere karşı davaların her daim ertelenmesine rağmen Türklere karşı asla ertelenmediğine, Yahudilerin tamamen Antant, ama her şeyden önce İngiliz dostu olduğuna dair Sievert’in kanaatlerini içermektedir.15 

Sievert’in raporunda yer alan ve Türkler açısından son derece önemli bir haksızlığa işaret eden davaların daha ziyade Osmanlı topraklarında bulunan yabancı temsilciliklerde kurulan mahkemelerde görülen davalar olduğu değerlendirilmektedir. Aynı raporda sözü edilen gerek Türklerin gayrimüslimlere gerekse gayrimüslimlerin Türklere karşı olumsuz duygularında savaş ortamının büyük bir rol oynadığı düşünülmektedir. 

Osmanlı topraklarında görev yapacak Alman subayların bulundukları ülkenin dilini göreve katılmadan önce ya da katıldıktan sonra öğrenmek yerine tercüman olarak gayrimüslimleri seçmelerinin yaratmış olduğu sorunu şu olay bariz şekilde açıklamaktadır: 

“Bir Alman tümen komutanının cezalandırılmasının istendiği bir olayda ordu komutanı sadece Türkçe biliyordu, Türkçe bilmeyen tümen komutanının 
tercümanı da bir gayrimüslimdi. Tümen komutanının da dinlenmesi için bir soruşturma yapılması fikrindeydim. Enver Paşa tam tersine, söz konusu subay ordu komutanı tarafından şikâyet edildiği için mutlaka cezalandırılması gerektiği fikrine sahipti. Nihayetinde, Alman Askerî Heyeti vasıtasıyla bir tahkikat yaptırılması ve bu suretle artık yerinde kalması mümkün olmayan söz konusu subayı -aslında her şey bir dizi yanlış anlamadan kaynaklanıyordu- hiç olmazsa ceza almadan ve şerefli bir şekilde Almanya’ya geri göndermek mümkün oldu.”16 

Osmanlı topraklarında görev yapan Alman subaylarının dil bilmedikleri için gayrimüslimleri tercüman olarak bulundurmalarının yaratmış olduğu zorluğu 
ve bunu Almanya’nın savaşın bitimine doğru nasıl çözdüğünü Sievert kendi sözleriyle ifade etmektedir: Alman subayları, Türklerin hiç güven duymadığı Yahudi, Rum veya Ermeni tercümanlara tamamen bağımlı olmasalardı, birçok zorluk hiç yaşanmazdı. Bu nedenle 1918 yılı başlangıcında İstanbul’daki Alman Askerî Heyetinin kendi inisiyatifiyle Türkçe dil kursu açması çok memnuniyet vericiydi.17 

Dördüncü ve beşinci belgeler ise Sievert’in Ermenilere dair bilgi ve kanaatlerini içermesinin yanı sıra kendisine yönelik Ermeni Tehcirini finanse ve organize 
ettiğine dair iddialara cevap niteliğindedir: 

“Ermeniler Türklerin can düşmanıydı, aslında bu karşılıklıydı. Bahis konusu olan Ermeni vahşeti ve Türklerin Ermenilere karşı imha savaşı, benden 
önceki zamana dayanıyordu. Türkler bana, Ermenilerin kendilerine karşı ne kadar acımasız olduklarını ortaya koyan propaganda malzemeleri gösteriyordu. 
Bu mücadelenin sebebi her şeyden önce ekonomikti. Ermeniler büyük bir organizasyon kabiliyetine, üstelik Türklerin kendilerini kovmaya gayret ettikleri en büyük şirketlere sahipti. Ayrıca kendi kendilerine zarar verecek ölçüde çok küstah ve kibirliydiler. Bununla birlikte oldukça zekiydiler, fakat Yahudilerin esnekliğine sahip değillerdi.”18 

Sievert bu iki belgede Ermeniler ile Türkler arasındaki düşmanlığın sebebinin tamamen ekonomik olduğunu, Ermenilerin ticari kabiliyetinin çok yüksek 
olmasına rağmen ticaretteki küstah ve kibirli tavırlarının kendilerine zarar verecek boyutta, Yahudilerin ticaretteki esnekliğe sahip olmamalarının ise büyük dezavantaj olduğunu ortaya koymaya çalışmaktadır. 

Bir başka belgede Sievert, Enver Paşa’nın Ermenilere dair hassasiyetini ve bu hassasiyet sonucu yaşanan bir olayı aktarırken aynı zamanda şarklıların özelliğine de eleştiri getirmektedir: 

“Ermenilere karşı nasıl hareket edileceği oldukça nazik bir konuydu ve özellikle de Harbiye Nazırı Enver Paşa bu konuda son derece hassastı. Örneğin 
Telgraf Müdürlüğünde görevli Ermenilerin casusluk yapma ihtimallerinin olup olmadığını Posta Umum Müdürü ile birlikte tespit etmem için beni 
huzuruna çağırdı. Onlardan ne pahasına olursa olsun kurtulmak istendiğini hemen kavradım. Posta Umum Müdürü ile birlikte Telgraf Müdürlüğünde 
yaptığımız inceleme sonucunda casusluk yapmayı imkânsız kılacak her tür tedbirin alındığından emin olduk ve bunu birlikte Harbiye Nazırına rapor 
ettik. Enver Paşa rapordaki kanaatimize katılmış olacak ki söz konusu Ermenilerin Telgraf Müdürlüğündeki görevlerinde kalmalarına karar verdi. 
Tabii ki buna pek inanmadım ve tamamen tesadüf eseri Umumi Harp Daire Başkanından söz konusu Ermenilerin belli bir süreden sonra askere 
alındıklarını öğrendim. Meselelerin bu şekilde ve gerçek bir şarklı tarzında halledilmesi karşısında yapılacak pek de bir şey yoktu.”19 

Bu belge, Sievert’in ilk iki belgede ileri sürdüğü Türklerin gayrimüslimlere duyduğu güvensizliği ispatlar niteliktedir. Burada posta hizmetlerinde çalışan ve 
casusluk yapma şüphesi görülen Ermeni memurların soruşturmasına Osmanlı Posta Müdürü ile birlikte bizzat Sievert üstlenmiş ve bunun mümkün olmadığını 
ortaya koymuştur. Bunun üzerine Enver Paşa’nın Ermeni memurların görevde kalmalarına karar verdiğini, ancak daha sonra sırf posta hizmetinden ayırmak 
için askere alındıklarını Sievert iddia etmekte ve bu tür çözümleri de şarklılıkla bağdaştırmaktadır. Ancak burada gözden kaçırılmaması gereken husus, -bilindiği üzere Ermeniler ile birlikte diğer Osmanlı gayrimüslimlerinden 21 Temmuz 1909 tarihinden itibaren “bedel-i askeriye” (vergi ödeyerek askerlik hizmetinden muaf tutulmak) alınmamasına dair yasa teklifi kanunlaşmıştır20- Ermeni memurlarının askere alınışının onlara duyulan güvensizlikle ilgisi olmayabileceği, askerlik hizmetlerini yapma sıralarının gelmiş olabileceğidir. 

Bir başka olay ise Osmanlı 5. Ordu Komutanı ve Alman Askeri Heyet Başkanı General Liman von Sanders’in İzmir’de çok sayıda Ermeninin bombalı saldırı 
tasarlamaktan dolayı haksız yere tutuklandıklarını dair şikâyetini Alman Büyükel-çiliğinde gündeme getirmesidir. Alman Büyükelçisi, Osmanlı hükümeti ile savaşta müttefi k olunmasından kaynaklanmış olsa gerek Sanders’in bu şikâyeti üzerine resmî bir girişimde bulunmakta tereddüt yaşamış ve olayı gayri resmi şekilde çözmek için Askerî Ataşe General von Lossow’u Osmanlı Umumi Karargâhı İstihbarat Şubesi Müdür Yardımcısı Sievert’e göndermeyi tercih etmiştir. Sievert, olayı çözeceği konusunda Lossow’a söz verdikten sonra Şube Müdürü Seyfi Bey ile görüşerek olayla ilgili gerçek durumu öğrenmeye çalışmıştır. Her ne kadar Seyfi Bey başlangıçta konu hakkında konuşmak istemese de sonuçta Sievert, İzmir’de suikast tasarlamak suçundan tutuklanan Ermenilerin üzerlerinde herhangi bir suç unsuru bulunmadığını yaptığı soruşturma sonucunda meydana çıkartarak salıverilmelerini sağlamıştır. 
Sievert, olayla ilgili Şube Müdürüne, “olayı daha soruşturmadan polisin tutuklama yapmasının yanlış olduğu ve bu tür yanlış tutuklanmaları 
İtilaf Devletlerinin çok rahatlıkla Osmanlı hükümeti aleyhinde ileride kullanabilecekleri” uyarısında bulunmuştur.21 

Sievert, Seyfi Bey ile kendi şubesinin inisiyatifinde olan seyahat izni verilmesi konusunda -özellikle bu seyahat izni bir Ermeni ile ilgili ise- zaman zaman farklı 
görüşte olduklarını ifade etmekte ve aynı zamanda Osmanlı hükümetinin Ermeniler konusundaki hassasiyetini güncel hayattan bir örnekle açıklamaktadır: 

“Danimarkalı bir bayan, kendisi ve yedi yaşındaki Ermeni evlatlığı adına Danimarka’ya gidebilmek için yurt dışı seyahat iznine başvurmuştu. Seyfi 
Bey, Danimarkalı bayan için onay, Ermeni çocuk için ret kararı aldı. Böyle bir durumda Ermeni çocuğun sonunun felaket olacağı hususunda Seyfi 
Bey’i uyardım. Seyfi Bey’in konuyla ilgili Enver Paşa ile görüşmesi üzerine Paşa, her ikisine de seyahat izni verilmesine, ancak Ermenilerle ilgili tüm 
seyahat başvurularının sonuçlandırılmasının bir iç siyasi mesele olması bakımından İç Siyasi İşler Sorumlusu Binbaşı İsmail Bey’in konuyu incelemesine 
karar verdi.”22 

Yukarıdaki olayda iki ayrıntı göze çarpmaktadır. Bunlardan ilki alıntıdan rahatlıkla anlaşılacağı üzere Enver Paşa’nın Ermenilerle ilgili tüm hassasiyetine 
rağmen konu bir Ermeni çocuk ile ilgili olduğundan kararını lehte vermesidir. İkincisi ise bu lehte kararını ilgili birimin konuyu incelemesine bağlamasıdır. Kısacası inceleme olumlu olursa Enver Paşa’nın kararı Ermeni çocuk lehine, olumsuz olursa aleyhine olacaktır. Buradaki asıl ayrıntı Enver Paşa’nın konu hakkındaki kararını tek başına vermek yerine profesyonel bir birimin incelemesine bırakmayı tercih etmesidir. 

Güncel hayatla ilgili bir başka olaydan yola çıkarak Sievert’in Ermenilerle ilgili izlenimlerinin sonuncusunu sıra dışı bir ilişki oluşturmaktadır. Bu sıra dışı iliş
ki bir Ermeni bayanla Pera’da (İstanbul Beyoğlu) yaşayan bir Osmanlı Paşasının Fransız eşiyle olan ilişkisidir. Söz konusu Ermeni bayan siyasi nedenlerle Konya’da tutuklanınca onunla ilişkisi olan Osmanlı Paşasının Fransız eşi de tüm siyasi himayeye rağmen aynı kaderi paylaşmak zorunda kalmıştır.23 Bu olay, savaş ortamında Osmanlı hükümetinin özellikle Ermenilerle ilgili meselelerde hiçbir şekilde siyasi himaye tanımadığını göstermesi açısından önemlidir. 

Sonuç ve Değerlendirme 

Araştırmamız sonucunda Osmanlı topraklarında çok önemli, hatta kritik düzeyde 
görevde bulunan iki Alman subayı Binbaşı Humann ve Yarbay Sievert’in 
yazı ve raporlarından Ermeniler ile ilgili şu tespitler ortaya çıkartılmıştır: 
1- Osmanlı topraklarında görev yapan Almanların genel anlamda Ermenilerine karşı güvensizliği söz konusudur ve bu güvensizlik Tehcir öncesine dayanmaktadır, 
2- Ermeni Tehcirine rağmen Osmanlı topraklarındaki gemi ve tersaneler için hayati nitelikteki malzemelerin alımı ile silah sanayisi açısından çok büyük öneme haiz mangan madeninin çıkarılması Ermeni tüccarlar tarafından yapılmaktadır, 
3- Savaş koşullarının etkisiyle de olsa diğer Osmanlı gayrimüslimleri gibi bir kısım Ermeniler düşmanla casusluk faaliyeti içindedir, 
4- Almanya’nın Osmanlı topraklarında görevlendirdiği subayları ya göndermeden önce ya da gönderdikten sonra Türkçe öğretmek yerine başta Ermeniler olmak üzere gayrimüslim tercümanları kullanması Osmanlı askerleri ile Alman askerleri arasında bir takım önemli sorunların yaşanmasına vesile olmuştur, 
5- Yine savaş yıllarının özel koşullarından kaynaklandığı düşünülse de Osmanlı gayrimüslimlerinin Türklere karşı nefreti söz konusudur ve bu nefret duygusu Ermenilerde çok daha fazladır, 
6- Ermeniler ile Türkler arasındaki husumette ekonomik gerekçeler büyük rol oynamaktadır. Bu da Ermenilerin Osmanlı ticari hayatındaki önemli konumundan 
kaynaklanmaktadır, 
7- Ermeniler ile Türkler arasındaki husumetten dolayı başta Enver Paşa olmak üzere Osmanlı devlet adamları Ermeniler konusunda aşırı temkinli hareket etmişlerdir, 
8- Ermeni memurlara güven duyulmamasına rağmen yine de posta ve telgraf işleri gibi savaşta çok kritik görevler Ermenilere teslim edilmiştir, 
9- Tehcire rağmen Osmanlı Ermenilerinin savaşta askere alınmasına devam edilmiştir. 

Birinci Dünya Savaşı yıllarında özellikle Osmanlı ticari hayatında, tercüme alanıyla birlikte çok önemli ve kritik devlet kademelerinde yeterli sayıda Türkün 
yetişmemiş olması veya bulunmayışı bu hizmetlerde Osmanlı Ermenilerini başta olmak üzere gayrimüslimlerini öne çıkarmış, hatta vazgeçilmez bir konuma getirmiştir. 

Sonuç itibarıyla iki Alman subayının tespitlerine dayanan çalışmamızda Birinci Dünya Savaşı yıllarında da olsa Ermenilere dair birçok gerçekçi tespitler yapıldığı anlaşılmakla birlikte gerektiğinde Osmanlı topraklarında görev yapan Almanların zaman zaman tabiri caizse “dün ak dediklerini bugün kara diyebilecek” kadar çelişkili tutum içinde bulundukları, bunda da ne pahasına olursa olsun her daim kendi menfaatlerini düşünmelerinin ve bunu her şeyin üstünde tutmalarının rol oynadığı gözlemlenmiş ve aynı zamanda Almanların menfaatleri uğruna en üst düzey Osmanlı yetkililerini suçlamak ve tehdit etmekten çekinmeyecek kadar pervasızlık içinde olabildikleri de tespit edilmiştir. 

DİPNOTLAR;

1 Kenan Aksu, İngiliz Gizli Belgelerinde Enver Paşa, Çatı Kitapları, İstanbul 2007, s. 51–60; Şevket Süreyya Aydemir, Makedonya’dan Ortaasya’ya Enver Paşa II. Cilt, 
   Remzi Kitapevi, İstanbul 1970, s. 532–535; Franz von Papen, Der Wahrheit eine Gasse, Paul List Verlag, München 1952, s. 88–89.
2 Vahakn N. Dadrian, The History Of The Armenian Genocide, Berghahn Books, Newyork 1995, s.273.
3 Yarbay Sievert’in ismi tespit edilememiştir.
4 Seyfi Düzgören: Harp Akademisi’nden kurmay yüzbaşı olarak mezun olduktan sonra Osmanlı Umumi Karargâhı İstihbarat Şube Müdürlüğü, Danimarka Üsera 
   Mübadele Kongresi Türk Murahhaslığı, Doğu Cephesi Komutanlığı, 13. Kafkas Tümen Komutanlığı, Doğu Cephesi Kurmay Başkanlığı, Millî Savunma Bakanlığı Ordu 
   Dairesi Başkanlığı, 23.ve 57. Tümen Komutanlıkları, Milli Savunma Bakanlığı Müsteşarlığı, Gümrük Muhafaza Genel Komutanlığı yapmıştır. 1923’te askerlikten emekli 
   olduktan sonra üç dönem milletvekilliği, akabinde de üç dönem Gümrük ve Tekel Komisyonu Başkanlığı yapmıştır. T.C. Genelkurmay Harp Tarihi Başkanlığı Yayınları, 
   Türk İstiklâl Harbine Katılan Tümen ve Daha Üst Kademelerdeki Komutanların Biyografi leri, Genelkurmay Başkanlığı Basımevi, Ankara 1972, s. 172; TBMM Albümü, 
   I. Cilt.
5 Dadrian, age., s. 252; “The role of Turkish military in the destruction of Ottoman Armenians: A study in historical continuities” Journal of Political and 
   Military Sociology, 1992, 20 (2), s. 257–286; Christopher J. Walker, Armenia: The Survival of a Nation, St. Martin’s Press, Newyork 1990, s. 304–305.
6 Bundesarchiv, Militärarchiv, Generalkommando (Wehrkreis) VII (Ast VII München), Meldesammelstelle Süd im 1. Weltkrieg 1933–1937, RW 49/21, RH 53-7/1292, 
   H 13-7/5, 327/36gK. s. 1–3. Archiv der Marine, Kriegsakten Vol., 1-105 (60876), Enver Pascha, s. 9.
7 Archiv der Marine, Kriegsakten Vol., 1-105 (60876), Enver Pascha, s. 9.
8 Ahmet Akgül, Osmanlı’dan Cumhuriyete Kripto Yahudiler ve Pakraduniler, Togan Yayınları, İstanbul 2011, s. 527–536. 
9 Archiv der Marine, Kriegsakten Vol., 1-105 (60876), Enver Pascha, s. 21.
10 Bundesarchiv RM 2/2003, s. 2, 8–9.
11 Bundesarchiv RM 8/351, s. 79.
12 Hallaçyan: Bahriye İdaresi’nin işletmeci müteahhitlerindendir, 1882’den itibaren Zonguldak’ta maden ocakları işletmiştir. Murat Kara, “Osmanlı Devleti’nin 
    Son Döneminde Ereğli Kömür Havzası (1829–1920)”, History Studies, Sayı 5, Ocak 2013, s. 236 –237.
13 Bundesarchiv RM 8/351, s. 80.
14 Bundesarchiv, Militärarchiv, Generalkommando (Wehrkreis) VII (Ast VII München), Meldesammelstelle Süd im 1. Weltkrieg 1933–1937, RW 49/21, RH 53–7/1292, 
    H 13–7/5, 327/36gK. s. 10–13.
15 Bundesarchiv, Militärarchiv, Generalkommando (Wehrkreis) VII (Ast VII München), Meldesammelstelle Süd im 1. Weltkrieg 1933–1937, RW 49/21, RH 53–7/1292, 
    H 13–7/5, 327/36gK. s. 19–20.
16 Bundesarchiv, Militärarchiv, Generalkommando (Wehrkreis) VII (Ast VII München), Meldesammelstelle Süd im 1. Weltkrieg 1933–1937, RW 49/21, RH 53–7/1292, 
    H 13–7/5, 327/36gK. s. 48–49.
17 Bundesarchiv, Militärarchiv, Generalkommando (Wehrkreis) VII (Ast VII München), Meldesammelstelle Süd im 1. Weltkrieg 1933–1937, RW 49/21, RH 53–7/1292, 
    H 13–7/5, 327/36gK. s. 64.
18 Bundesarchiv, Militärarchiv, Generalkommando (Wehrkreis) VII (Ast VII München), Meldesammelstelle Süd im 1. Weltkrieg 1933–1937, RW 49/21, RH 53–7/1292, 
    H 13–7/5, 327/36gK. s. 19–20.
19 Bundesarchiv, Militärarchiv, Generalkommando (Wehrkreis) VII (Ast VII München), Meldesammelstelle Süd im 1. Weltkrieg 1933–1937, RW 49/21, RH 53–7/1292, 
    H 13–7/5, 327/36gK. s. 32, 49.
20 Ayhan Aktar, “I. Dünya Savaşı’nda Osmanlı Ordusunda Ermeni Askerler”, Toplumsal Tarih, No: 255, Mart 2015, s. 30.
21 Bundesarchiv, Militärarchiv, Generalkommando (Wehrkreis) VII (Ast VII München), Meldesammelstelle Süd im 1. Weltkrieg 1933–1937, RW 49/21, RH 53–7/1292, 
    H 13–7/5, 327/36gK. s. 32–33.
22 Bundesarchiv, Militärarchiv, Generalkommando (Wehrkreis) VII (Ast VII München), Meldesammelstelle Süd im 1. Weltkrieg 1933–1937, RW 49/21, RH 53–7/1292, 
    H 13–7/5, 327/36gK. s. 34.
23 Bundesarchiv, Militärarchiv, Generalkommando (Wehrkreis) VII (Ast VII München), Meldesammelstelle Süd im 1. Weltkrieg 1933–1937, RW 49/21, RH 53–7/1292, 
    H 13–7/5, 327/36gK. s. 40–41.


KAYNAKLAR 

Alman Arşiv Belgeleri 

Archiv der Marine, Kriegsakten Vol., 1-105 (60876), Enver Pascha, s. 9-21. Bundesarchiv RM 2/2003, s. 2, 8–9. 
Bundesarchiv RM 8/351, s. 79–80. 
Bundesarchiv, Militärarchiv, Generalkommando (Wehrkreis) VII (Ast VII München), 
Meldesammelstelle Süd im 1. Weltkrieg 1933–1937, RW 49/21, RH 53–7/1292, 
H 13–7/5, 327/36gK. s. 1–3, 10–13, 19–20, 32–34, 40–41, 48-49, 64. 

Basılı Eserler 

Akgün, Ahmet, Osmanlı’dan Cumhuriyete Kripto Yahudiler ve Pakraduniler, Togan Yayınları, İstanbul 2011. 
Aksu, Kenan, İngiliz Gizli Belgelerinde Enver Paşa, Çatı Kitapları, İstanbul 2007. 
Aktar, Ayhan, “I. Dünya Savaşı’nda Osmanlı Ordusunda Ermeni Askerler”, Toplumsal Tarih, No 255, Mart 2015. 
Aydemir, Şevket Süreyya, Makedonya’dan Ortaasya’ya Enver Paşa, II. Cilt, Remzi Kitapevi, İstanbul 1970. 
Dadrian, Vahakn N, “The role of Turkish military in the destruction of Ottoman Armenians: A study in historical continuities.” Journal of Political and Military Sociology 
1992, 20 (2). 
__________, The History Of The Armenian Genocide, Berghahn Books, Newyork 1995. 
Kara, Murat “Osmanlı Devleti’nin Son Döneminde Ereğli Kömür Havzası (1829– 1920), History Studies, Sayı 5, Ocak 2013. 
Papen, Franz von, Der Wahrheit eine Gasse, Paul List Verlag, München 1952. 
T.C. Genelkurmay Harp Tarihi Başkanlığı Yayınları, Türk İstiklâl Harbine Katılan Tümen ve Daha Üst Kademelerdeki Komutanların Biyografileri, Genelkurmay Başkanlığı Basımevi, Ankara 1972. TBMM Albümü, I. Cilt. 
Walker, Christopher J., Armenia: The Survival of a Nation, St. Martin’s Press, Newyork 1990. 


***

Ermeni Meselesi ve Amerikalı Misyonerler,

Ermeni Meselesi ve Amerikalı Misyonerler


Osmanlı coğrafyasındaki Amerikan misyoner faaliyetleri, 1810 yılında Massachusett-Boston’da kurulan “American Board of Commissioners for Foreign Missions” adlı Protestan misyoner teşkilatına mensup iki misyonerin 5 Ocak 1820’de İzmir’e ayak basmalarıyla başlamıştır (Lybyer ,1924, s. 802; Barton, 1906, s. 747-748).
Öncelikli hedefleri Müslümanları ve Musevileri Protestanlaştırmak olan Amerikalı misyonerler, bu topluluklar üzerinde etkili olamayınca, Osmanlı tebaası olan diğer Hıristiyanlara, özellikle de Ermenilere yöneldiler. Protestanlaştırmada eğitim çalışmalarına ve okullaşmaya önem verdiler. Anadolu’daki Amerikan misyoner faaliyetlerinin omurgasını oluşturan eğitim çalışmaları, ilk okulun 1824’te Beyrut’ta açılmasıyla başladı. Böylece Osmanlı coğrafyasını bir ağ gibi örecek olan misyoner okul sisteminin temeli atılmış oldu. Anadolu’daki çalışmaların bütün yoğunluğu 1840’lı yıllarda Ermenilere kaydırıldı, hatta misyonun resmi adı “Ermeni Misyonu”na dönüştü. Buna bağlı olarak süreç içerisinde açılan okulların nitelikleri de değişti. Asıl amacı din eğitimi vermek ve dinî kurumlarda çalışacak görevliler yetiştirmek olan ilahiyat okullarının yanında, öğretmen okulları, anaokulları, endüstri-meslek okulları, körler ve sağırlar için özel eğitim okulları, hemşirelik okulları, sağlık okulları, ticaret okulları ve mühendislik okulları açmışlardır. 1860’lı yıllardan itibaren de yüksekokul veya kolej tipi okullar açıldı. 1913-1914 yıllarına gelindiğinde, Amerikalı misyonerlerin Osmanlı coğrafyasındaki eğitim sistemi rakamsal olarak devasa boyutlara ulaşmıştır. Buna göre, 473 ilkokulda kayıtlı 23,679 öğrenci, 54 orta dereceli okulda kayıtlı 5190 öğrenci, 11 kolejde kayıtlı 2621 öğrenci, 4 ilahiyat okulunda kayıtlı 24 öğrenci ve 738 hazırlık öğrencisiyle birlikte toplam 32,252 öğrenci bulunmaktaydı (Kocabaşoğlu, 2000, s. 48, 55, 58; Orvis, 1915, s. 37-38, 61).
Misyonerlerin okullaşmadan sonraki en önemli çalışma alanları, eğitimin desteklenmesine yönelik basım-yayın faaliyetleridir. Misyonerler, her türlü dinsel yayını basmak ve eğitim faaliyetlerinin basılı materyal ihtiyacını sağlamak amacıyla 1822’de Malta’da, daha sonra da İzmir, Beyrut, İstanbul ve Antep’te matbaalar kurdular. Bu matbaalarda Ermenice ya da Ermeni harfli Türkçe olmak üzere dinî içerikli veya başka alanlarda sayısız kitap, risale, broşür ve süreli yayın bastılar. 1850’lerin ortalarına kadar basılan ve büyük bölümü Ermeni dilinde olan kitap ve risalelerin sayfa sayısı 121.780.000’e ulaşmıştı. 1833’ten 1910’a kadar basılan sayfa adedi yıllık 20 ile 50 milyon arasında değişmiştir. Basım-yayın faaliyetleriyle beraber Amerikalı misyonerlerin Osmanlı coğrafyasındaki çalışmalarının başlangıcından Birinci Dünya Savaşı’nın çıkışına uzanan 96 yıllık süreçteki toplam yatırım miktarı ise 20 milyon dolara ulaşmıştır (Kocabaşoğlu, 1988, s. 269, 271, 273, 277-283; Kocabaşoğlu, 2000, s. 38, 65-67, 111-114; Dwight, 1856, s. 318-319; Dutton, 1910/1911, s. 356; Arpee, 1936, s. 153).

Misyonerlerin Osmanlı Ermenileri üzerinde birçok açıdan tesirleri görülmüştür. Ermeni kökenli tarihçi Suzanne Elizabeth Moranian’a göre Amerikalı misyonerlerin eğitimleri neticesinde Ermeniler asırlardır sürdürdükleri Osmanlı yaşam tarzından uzaklaşarak, Protestan yaşam tarzına girmişlerdir (Moranian, 1994, s. 73-74, 84). Misyoner faaliyetleri, Osmanlı toplum düzeni ve toprak bütünlüğüne büyük zarar vermiştir. Eğitimin “özgür toplum”un temelini attığını belirten misyonerler, eğittikleri Bulgar öğrencilerin, Bulgaristan’ın Osmanlı İmparatorluğu’ndan bağımsızlığını kazanmasında öncülük etmelerinden gurur duyarken, aynı sonucun Ermenistan için de gerçekleşebileceğini aşıladılar. Verdikleri mesajlar ve ortaya koydukları eylemlerle çatışma ortamının sürdürülmesine destek oldular. Aydınlanmanın havariliğine soyunan misyonerler, Ermenileri özgürlüklerini engelleyen her türlü idareye (Gregoryen Kilisesi de dahil) karşı çıkmaya yönlendirdiler (Moranian, 1994, s. 79-80).
Amerikan Board misyoneri olan Edwin Munsell Bliss, misyonerlerin Osmanlı toplumu içinde devrimci hisleri uyandırmadıklarını ve devrimci hareketlere karşı olduklarını belirterek kendilerini aklamaya çalışmıştır. Buna karşın, verdikleri tedrisat ile entelektüel gelişimin canlanmasına neden olduklarını, bunun da insanları baskılar karşısında başkaldırmaya yönelttiğini belirtmiş ve -Osmanlı toplumuna yönelik- parçalayıcı bir etkide bulunduklarını kabul etmiştir (Bliss, 1896, s. 321; Moranian, 1994, s. 81). Ermeni milliyetçiliğinin itici gücü Rusya Ermenilerinden ve Avrupa’da eğitim görmüş Anadolu Ermenilerinden kaynaklanmakla birlikte, misyoner okullarında yapılan yerel dil ve tarih çalışmaları, Ermeni milliyetçiliğini beslemiş ve geniş kitlelerce benimsenmesini sağlamıştır (Moranian, 1994, s. 82, 84-85).
Protestan misyonerlerin en kıdemlilerinden olan Dwight, 1820’li yıllarda, kadim Ermenicenin Ermeni toplumunun geniş bir bölümü tarafından anlaşılmaz bulunduğunu ve bir kısım Ermeni’nin kendi anadillerini kaybederek sadece Türkçe konuşur durumda olduklarını belirtmiştir. Dolayısıyla Dwight, sayısız kitap ve çevirinin yanında en önemli çalışmaları olarak, İncil’in “modern Ermenice”nin basit, saf ve olgun şekliyle ve tek cilt halinde yayınlanmış olmasını göstermiş ve Ermeni ulusunun, bu modern Ermenicenin kendileri için ne kadar değerli olduğunu 50 yıl sonra şimdikinden daha fazla takdir edeceklerini -ki bu takdir duygusu Amerikalı misyonerlerin Ermeni milli uyanışına sağladıkları katkıya yöneliktir- vurgulamıştır (Dwight, 1850, s. 9; Dwight, 1856, s. 318). Gerçekten de Amerikalı misyonerler, yaptıkları bütün dinî ve dinî olmayan yayınlarda klasik Ermenicenin yerine modern Ermeniceyi tercih etmişlerdir. Bununla birlikte, sadece Türkçe konuşan Ermeniler arasında Ermeni anadilinin kullanılmasına önem vererek, Osmanlı tebaası Ermenileri aynı lisan temelinde birleştirmişlerdir. Bu ise, XIX. yüzyılda dağılma sürecine giren imparatorluğu kurtarmak için geliştirilen ve Osmanlı halklarını ortak bir zeminde birleştirme arayışını ifade eden Osmanlıcılık düşüncesini baltalamıştır (Moranian, 1994, s. 71, 86).
Misyonerler Osmanlı coğrafyasındaki faaliyetlerinin odağına Ermenileri yerleştirerek, onların düşünce ve davranış açısından Türklerden farklı olduklarının altını çizmişlerdir. Böylece Ermeni uyanışını, sosyal hareketliliğini ve milliyetçiliğini geliştirmiş ve ilerletmişlerdir. Türklerle Ermeniler arasındaki gerilimi daha da artırmışlardır. Osmanlı Ermenileri, misyoner okullarından aldıkları eğitim sonucunda, kendi dillerine ve tarihî geçmişlerine yeni bir anlam yüklemeye başlamışlar, kaderlerine karşı daha fazla hoşnutsuzluk duymuşlar ve keskin bir şekilde Müslüman komşularından daha üstün oldukları anlayışını edinmişlerdir (Moranian, 1994, s. 86-87; Earle, 1929, s 403-404).
Misyonerler, Amerikan politika belirleyicileriyle yakın ilişkiler kurarak, Amerikan’ın Ermeni politikasını şekillendirmeye çalışmışlardır. Misyonerler, Osmanlı coğrafyasındaki faaliyet alanlarının nitelik ve nicelik yönünden büyümesiyle birlikte, çıkarlarının korunması için Amerikan hükümetine daha fazla müracaat etmeye ve baskıda bulunmaya başlamışlardır. Diplomatik korumanın sağlanması ve çıkarlarının daha etkin bir şekilde takip edilebilmesi için Osmanlı İmparatorluğu’nda görev yapan Amerikan hükümet personelinin seçilmesinde belirleyici bir rol oynamışlardır (Reed, 1972, s. 234). Nitekim Rusya ve Çin’in yanında Türkiye ile de ticari ilişkileri olan, uzun süre Osmanlı İmparatorluğu’nda bulunduğu için Amerikan misyoner faaliyetlerini yakından takip etme fırsatı bulan Williams, Osmanlı coğrafyasında kurulan bir kısım Amerikan Konsolosluğu’nun, en başta Ermeniler olmak üzere Osmanlı tebaasını, yasal hükümete karşı isyan çıkarmaya teşvik etmekten ve bu isyanlarda onları korumaktan başka bir amaç taşımadığını itiraf etmiştir. Williams’a göre bu konsolosluklar, hiçbir ticari amacın gözetilmeyeceği ve hiçbir Amerikan çıkarının teşvik edilmeyeceği yerlerde açılmıştır. Konsolosluklar, yararlı veya meşru bir ulusal amacın dışında, misyonerler tarafından idare edilmekte ve misyoner çıkarları doğrultusunda faaliyet göstermekteydiler (Weightman, 1906, s. 890-891).

Bu şekilde, Amerikan diplomatik görevlileri ile doğrudan ilişki içinde olan Amerikalı misyonerler, 1894-96 yılları arasında yoğunlaşan Ermeni olaylarına özel bir önem vermişlerdir. Ermeni toplumunu isyana teşvik eden Ermeni devrimcilerinden hazzetmediklerini ileri sürmelerine karşın, Ermeni emellerini paylaşıp devrimci hareketi destekleyerek ikiyüzlü bir tutum sergilemişlerdir. Amerikan Board, yıkılıp parçalanması muhtemel görülen Osmanlı İmparatorluğu üzerinde müdahil olması için, Amerikan Dışişleri Bakanlığı nezdinde diplomatik ve askerî önlemler alınması için baskı kurmuştur. Board, Ermeni Meselesi konusunda Amerikan kamuoyunu bilgilendirmek için elindeki tüm imkânları kullanmış, misyonerlerden gelen mektupları yayınlamaları için gazete temsilcilerine baskıda bulunmuştur. Bu misyoner teşkilatı, New York, Boston ve başka şehirlerde geniş katılımlı mitinglerin yapılmasına önayak olmuş, önde gelen kamu görevlilerini mitinglere katılmaya çağırmış ve birçok dinî topluluk da bu “Haçlı Seferi”ne iştirak etmiştir (Reed, 1972, s. 233-235).
Misyonerler, Amerikan kamuoyunu ve dış politika belirleyicilerini etkilemek için “Ermeni Meselesi”ni ve “Doğu Sorunu”nu konu alan kitap ve makaleler yazmışlardır. Bunlardan en dikkate değer olanı, 1894 olaylarını bir misyoner olarak ve dolayısıyla Ermenilere duyduğu sempatinin yönlendirmesiyle kurgulamış olan Frederick Davis Greene’nin kitabıdır. Greene, okuyucuları üzerindeki etkiyi ve yönlendirme gücünü artırmak için İngiliz tarihçi Edward Augustus Freeman’ın The Turks in Europe adlı kitabından geniş alıntı yapmış ve “Ermeni Sorunu”nun çözümüne ilişkin bir öneride bulunmuştur:
Türkler bir yabancı ve barbar olarak geldiler, Avrupa toprağında kamp kurdular. 500 yılın sonunda da (değişmeden) yabancı ve barbar olarak kaldılar (…) Tüm zamanlar boyunca Türklerin idaresi, kendi topraklarında köleleştirilen ulusların üzerindeki bir yabancının idaresi olageldi. Bu, zulmün, imansızlığın ve acımasız bir tutkunun idaresiydi. Yönetim değil, organize olmuş bir haydutluktu. (Artık) bu idare iyileştirilemez (…) Bir musibet ıslah edilemeyeceği için geriye ondan kurtulmak dışında bir çare kalmamıştır. Adaletin, mantığın ve insanlığın talebi Avrupa’daki Türk hâkimiyetinden kurtulmaktır. Artık bu idareden kurtulmanın vakti gelmiştir.
Greene, 17 yıl önce yazılan bu ifadelere atıfta bulunduktan sonra “Artık Ermenistan’daki aynı idareye son vermenin zamanı gelmemiş midir?” (Greene, 1895, s. 117, 119-120) sorusunu yöneltmiştir.
Misyoner örgütlerinin, Amerika’da, Ermeniler lehine yaptıkları yayın, miting ve maddi yardım faaliyetleri ile Amerikan hükümetini olaylara müdahale etmesine yönelik çağrıları 1894’teki Sasun İsyanı sonrasında doruğa ulaşmıştır (Curti, 1988, s. 119-130). Nitekim Amerikan hükümeti misyoner kökenli vatandaşlarını korumak bahanesiyle “San Francisco” ve “Marblehead” adlı iki kruvazörü 5 Nisan 1895’de Türk sularına göndermiştir (The New York Times, April 6, 1895). Bu destek, misyonerler tarafından yeterli görülmemiş olacak ki, Robert Koleji’nin kurucusu Cyrus Hamlin, Ohio senatörüne açık bir mektup yazarak Amerikan yönetimine, hem Ermenileri hem de misyoner çıkarlarını koruması çağrısında bulunmuştur. Mektubunda Sultan Abdülhamid’i hedef alan Hamlin, Türk sularına -daha önce yapıldığı gibi- savaş gemisi gönderilmesini tavsiye etmiş, bunun “bir savaş açma eylemi” olmayacağını vurgulamıştır. Bu tavsiyenin Amerikan hükümeti tarafından uygulanabilmesini sağlamak amacıyla önyargı içeren şu ifadelere yer vermiştir:
Osmanlı Sultanı Abdülhamid, dinlerinden dönmeyen bütün Ermenilere karşı kökleşmiş bir nefret duygusuyla tahta çıkmıştır (…) Bir kısım devletler ve özellikle de bizim devletimiz, iki yıldır Osmanlı Sultanı’nın istediğini özgürce yapabilmesine izin vermiştir. Sultan’ın isteği ise, Müslümanlığı kabul etmeyecek olan bütün Ermenileri yok etmek, Amerikan misyonerlerini sınır dışına çıkarmak ve misyoner mallarını tahrip etmektir. (Hamlin, 1896, s. 279-281)
Misyonerlerin Ermeni Meselesi’ne yönelik etkisinin başka bir yönü de, Ermeni devrimcilerin Büyük Güçlerin müdahalesini sağlamak için misyonerlere saldırmalarıdır (Grabill, 1964, s. 14-15). Ermeni devrimciler, bağımsız bir Ermenistan’ın, Yunanistan ve Bulgaristan örneğinde olduğu gibi ancak büyük devletlerin müdahalesiyle kurulabileceğini öngörerek Amerika’yı, Ermeni davasının yararına politik veya askerî bir müdahalede bulunmaya yöneltmenin arayışına girmişlerdir. Bu bağlamda, Sykes-Picot Antlaşması’nın mimarı olan Mark Sykes, 1895 Zeytun İsyanı sonrasında bölgeye yaptığı ziyarette, Ermeni devrimcilerinin Amerikalı misyonerleri hedef aldıklarına şu şekilde dikkat çekmiştir:
Dışarıdan gelen (Ermeni) devrimciler, (büyük) devletleri kendilerine yardım etmeye yönlendirmek için bir katliamı kışkırtmaya her an hazırdırlar. Bu alçakların, Amerika’nın, Türkleri suçlu bulup (Osmanlı İmparatorluğu’na) savaş açmasını umarak Amerikan misyonerlerini öldürmeyi gerçekten planladıklarına inanmak için sağlam delillere sahibim. (Sykes, 1988, s. 71, 78)
1894-1896 isyanları ile birlikte, sayıları oldukça artan ve Türklerin kötülenip, Ermenilerin yüceltilmesine odaklanan misyoner kaynaklı mektup, makale ve kitaplar, “Konuşulmaz Türk” ve “Korkunç Türk” imajının hem Amerika, hem de Avrupa’da yaygınlaşmasında etkili olmuşlardır (Hurewitz, 1953, s. 167-168; DeNovo, 1963, s. 104). Bununla birlikte 1915 tarihli Sevk ve İskân uygulaması, Amerikalı misyonerlerin Osmanlı coğrafyasında en çok yatırım yaptıkları Ermenilere yönelik yeni yardım kampanyalarının fitilini ateşlemiş, bu yardımlara geniş bir katılımın sağlanması için de Amerikan yazılı basını kullanılarak kamuoyu galeyana getirilmeye ve Türk düşmanlığı perçinlenmeye çalışılmıştır. Bu bağlamda örnek verebileceğimiz Washington Post gazetesinde, 1915-1916 yılları arasında çıkan ve Sevk ve İskân Kanunu ile Ermeni ölümlerine odaklanan makale ve haberlerin kaynağının, büyük oranda görgü şahitlerinden, sıklıkla da Ermeni mültecilerinden oluştuğu görülmektedir. Tanık olarak sunulan Ermeni mülteciler, olayları aktarırken önyargılı hareket etmişler, Osmanlı hükümetini sıkıntıya sokmak ve Rusya ile diğer müttefik devletleri yardım etmeye zorlamak için ölen Ermenilerin sayısını abartarak vermişlerdir. Ermeni olaylarına ilişkin müttefik devletler kaynaklı haberlerde ise, Osmanlı İmparatorluğu “günahkâr” olarak tasvir edilmekte ve Birleşik Devletleri, müttefiklerin tarafında savaşa sokma çabası hissedilmektedir. Söz konusu yazılarda misyonerler güvenilir kaynaklar olarak gösterilmiş ve Amerikalı oldukları için gerçekleri millî önyargılarla karartmayacakları düşünülmüştür (Taylor, 2009, s. 65-66).
Amerikan kamuoyu, Birinci Dünya Savaşı yıllarında, özellikle de 1915 Sevk ve İskân uygulaması sonrasında misyoner kaynaklı bilgilere dayanılarak oluşturulmuştur. Misyonerler, Amerikan halkını Türklere karşı zehirlemişler, bağımsızlıklarını kazanmayı hak ettiklerine inandıkları Ermenilere yardım kampanyaları düzenlemişler ve 1915’te bir yardım teşkilatı kurmuşlardır. Böylece Amerika’da Ermeni davasını canlı tutmaya çalışmışlar, Amerikan hükümetinin Ermeniler lehine “Doğu Sorunu”na müdahil olacağı günleri sabırsızlıkla beklemişlerdir. Bu tutum, misyonerlerin propaganda gücüne ne kadar önem verip güvendiklerini göstermektedir. XX. yüzyılın ilk yıllarında Suriye ve Mısır’daki Amerikan konsolosluklarında görev alan ve 20 yıl süreyle İslam coğrafyasını sürekli gezen Alexander Powell’ın itiraf niteliğindeki değerlendirmeleri, Türkiye aleyhtarı propagandanın nasıl kullanıldığına ve genel olarak Türklere karşı oluşturulan önyargıların nasıl şekillendirildiğine işaret etmesi bakımından oldukça çarpıcıdır:
Siyasi bir terim olarak propaganda, İttifak Devletleri’ne karşı yapılan mücadelede, meşru bir silah olarak kullanmak amacıyla bizler tarafından icat edildi (…) Amerikan ulusu da yapılan bir propaganda üzerinden Türkler hakkında yanlış bilgilendirildi (…) Türklerin Ermenilere yönelik katliam yaptıklarını, tebaası olan ulusları her zaman kötü yönettiğini, hiçbir zaman iyi olmadıklarını ve asla da olamayacaklarını söylemek, yüzeysel bir bakış açısını yansıtmaktadır (…) Türklere karşı yıllardır yapılan siyasi propagandalar, Avrupa uluslarının siyasi ve bölgesel planlarının mazur gösterilmesinde kullanıldı. Türklerin ise (kendilerine karşı yapılan propaganda bombardımanına) cevap verebilmek için fırsatları yoktu. Çünkü Batı Avrupa’da ve Amerika Birleşik Devletleri’nde, eğer varsa da birkaç kişinin dışında, kendilerini savunabilecek sözcüleri bulunmamaktaydı. Ayrıca Batı Avrupa ve Amerikan basınına telgraf gönderme veya bu basında sütun bulma imkânı Türklere kapalıydı (…)
Amerikan kamuoyu, Türklerin karakterine, amaçlarına ve geleceklerine ilişkin yazılanlarda, koltuklarından kalkmayan uzmanların görüş ve tahminlerine güvenmek zorundaydı. Muhtemelen Amerikan gazetelerinde Türklerle ilgili başyazılara imza atanların %99’u Türkiye’de hiçbir zaman bulunmamış şahıslardı ve bahse girerim onların bilgi kaynakları arasında bir tek Osmanlı Türk’ü de bulamazsınız (…) Türkiye’ye ilişkin Amerika’da yanlış bir kanının oluşmasının diğer bir sebebi de misyonerlerdi (…) Misyonerler, yarım yüzyıldır veya daha da uzun bir zamandır, Yakın ve Orta Doğu’ya ilişkin ana bilgi kaynağımız olmuşlar, bu bölgede yaşayan halklara (Hıristiyan azınlıklara, özellikle de Ermenilere) yönelik olarak Amerikan kamuoyunu şekillendirmişlerdir. Müslüman Türkler tarafından geri çevrilerek ve Hıristiyan Ermeniler tarafından kolları açılmış bir şekilde karşılanarak Ermeni davasını benimsemişler ve Amerika’ya gönderdikleri raporlarda mazlum Hıristiyanları savunmuşlar, Türkleri de kınamışlardır (…) Birinci Dünya Savaşı sona erdiğinde misyonerler ve onlarla işbirliği içinde olanlar, “Near East Relief” adında büyük bir (yardım) teşkilatı kurmuşlar, alt şubelerinin Amerika’daki diğer bütün cemiyetlere sızması üzerine bu teşkilat, Türkiye’deki Hıristiyanların destekçisi haline gelmiştir. Bu teşkilatın siyasi faaliyetlerde bulunduğunu iddia etmiyorum. Ancak Türk karşıtı propagandanın aracı olduklarına inanıyorum (…) Hem yardım teşkilatının hem de Amerikan basınının İstanbul’daki temsilciliğini yapan bir görevli, arkadaşlarına açıkça, Amerika’ya sadece Türk karşıtı haberler yollayabildiğini, çünkü sadece bu haberlerin para getirdiğini itiraf etmiştir”.
(Powell, 1925, s. 23-24, 28, 31-37)
Bilindiği üzere Powell’ın bahsettiği “Near East Relief”, 1915’te kurulan ve dört yıl sonra adı “American Commitee for Armenian and Syrian Relief” şeklinde değiştirilen misyoner yardım teşkilatıdır. Misyonerler, Amerikan halkına yönelik propagandalarının karşılığını tam olarak almak için Başkan Wilson’dan 22 Ekim 1916’da Amerikan halkına bir çağrıda bulunmasını istediler. Bunun kabul edilmesi üzerine yayınlanan bildirilerde, Türkler kötülenerek Ermeniler yüceltilmiş ve Anadolu’daki yardım kampanyası millî bir “Haçlı Seferi” olarak sunulmuştur. Birleşik Devletler, Nisan 1917’de İtilaf Devletleri’nin tarafında savaşa katılmış ve 8 Ocak 1918’de Başkan Wilson’ın ilan ettiği “On Dört Nokta”nın resmî yorumu çerçevesinde Ermenilerin koruyucu bir gücün himayesinde bağımsız bir devlete sahip olmaları öngörülmüştür. Başkan Wilson da Paris Barış Konferansı’nda, Amerikan Kongresi tarafından onaylanması şartıyla Doğu Anadolu’da kurulması öngörülen Ermenistan için manda sorumluluğu almayı ülkesi adına kabul etmiştir. Mandanın Amerikan Kongresi tarafından kabul edilmesinde ise, Amerikan halkının Ermenistan’a yönelik -misyonerler tarafından şekillendirilmiş- özel ilgisine güvenmiştir. Türk millî mücadelesinin (1919-1922) hedeflerinden bağımsız olarak tasarlanan bu mandanın, Amerikan Kongresi tarafından kabul edilmeyişi, Ermeni davasının Amerika’da kaybedilmesini beraberinde getirmiştir. Ancak Kongre’nin bu kararına rağmen Başkan Wilson, daha önce müttefiklerine (İngiltere ve Fransa) söz verdiği için, Erivan merkezli kurulan Ermenistan Cumhuriyeti’ne, Doğu Anadolu’nun bir bölümünün katılması ve büyük bir Ermenistan’ın oluşturulmasına dönük müttefik projesinin sınırlarını belirlemeyi kabul etmiştir. Bu doğrultuda Başkan Wilson, müttefiklerin Londra Konferansı’nda Ermeniler için belirledikleri bölgeden daha geniş bir alanı -Ermenilere duyduğu sempatinin bir uzantısı olarak- Ermenistan’a dâhil etmiştir (DeNova, 1963, s. 103-104, 122-123; Grabill, 1968, s. 49-50; Sachar, 1953, s. 92-93, 160; Allison, 1953, s. 44, 82; Howard, 1974, s. 47; Helmreich, 1996, s 225). Ancak Türk millî mücadelesi ve kazanılan zafer bu sınır planlarını geçersiz kılmıştır.
Sonuç olarak Amerikalı misyonerler, verdikleri eğitim ve yaptıkları dil çalışmaları ile Ermenilerin bağımsızlığa yönelmelerinin fikrî alt yapısını hazırlamışlar ve devrimci düşünceleri daha kolay benimsemelerinin yolunu açmışlardır. Böylece Ermeniler, dışarıdan gelsin veya gelmesin devrimci Ermenilerin isyan çıkarmaya yönelik kışkırtmalarına daha kolay tepki vermişler ve silaha sarılmışlardır. Misyonerler daha sonra konuyu diplomatik alana taşıyarak Ermeni Meselesi’nin uluslararası bir nitelik kazanmasına katkıda bulunmuşlardır. Amerikalı misyonerler, isyanlar neticesinde ortaya çıkan Ermeni ölümlerini dramatize ederek, can kayıplarıyla ilgili rakamları istismar edip abartmışlardır. Böylelikle Ermeni davasını Batı’nın gündeminde tutarak, başta İngiltere ve ABD olmak üzere, Batılı güçleri “Doğu Sorunu”nu çözmeye, başka bir ifadeyle Osmanlı İmparatorluğu’nun tasfiyesine yöneltmeye çalışmışlardır.

Amerikan misyoner faaliyetleri Ermenilerin, Osmanlı toplumu içindeki “sadık millet” konumundan uzaklaşarak isyancı ve ayrılıkçı kimliğe dönüşmesinde önemli role sahiptir. Bununla birlikte, Ermenileri isyana sevk eden zihinsel alt yapının oluşmasında payı olan misyonerler, bütün çabalarına rağmen ülkelerinin dış politikasını, Ermeni davasının sonuna kadar savunulmasını gerektirecek bir çerçeveye oturtamamışlardır. Doğu Sorunu’nun ve Ermeni Meselesi’nin en önemli aşamalarından birisi olan ve Ermeni davasını toprak talepleri açısından tarihe gömen Lozan Konferansı’na ABD, resmî olarak katılmazken, ABD’yi Ermeni mandasını üstlenmesi için teşvik eden başta İngiltere olmak üzere müttefik devletler de Ermeni davasını geri plana iterek, bütün dikkatlerini Musul ve kapitülasyonlar konusuna çevirmişlerdir. Kısacası, “Ermeni Meselesi”nin çıkış ve gelişiminde rolleri bulunan Batılı devletler, artık çıkarlarına hizmet etmeyeceğini düşündükleri Ermenileri yalnız bırakmışlardır.

Kaynakça

Allison, Elizabeth E. (1953), American Participation in Turkish Settlement, 1918-1920, Master of Arts, Pennsylvania State College.
Arpee, Leon (1936), “A Century of Armenian Protestantism”, Church History, Vol. 5, No. 2, (June), pp.150-167.
Barton, James (1906), “One Hundred Years of American Missions: An Interpretation”, The North American Review, Vol. 183, No. 601, (October), pp.745-757.
Bliss, Edwin (1896), Turkey and the Armenian Atrocities, M. J. Coghlan, New York.
Curti, Merle (1988), American Philanthropy Abroad: With A New Introduction By The Author, Transaction Books (reprint), New Brunswick.
DeNovo, John A. (1963), American Interests and Policies in the Middle East, 1900-1939, The University of Minnesota Press, Minneapolis.
Dutton, Samuel (1910/1911), “American Education in the Turkish Empire”, Journal of Race Development, 1, pp.340-362.
Dwight, H. G. O. (1850), Christianity Revived in the East, Narrative of the Work of God Among the Armenians of Turkey, Baker and Scribner, New York.
Dwight, H. G. O. (1856), Christianity in Turkey: A Narrative of the Protestant Reformation in the Armenian Church, James Nisbet and Co., London.
Earle, Edward (1929), “American Missions in the Near East”, Foreign Affairs, Vol. 7, No. 3, (April), pp.398-417.
Grabill, Joseph Leon (1964), Missionaries Amid Conflict: Their Influence Upon American Relations With The Near East, 1914-1927, Ph.D, Indiana University.
Grabill, Joseph Leon (1968), “Missionary Influence on American Relations with the Near East, 1914-1923”, Muslim World, LVIII, (First Installment), pp.43-56.
Greene, Frederick Davis (1895), The Armenian Crisis in Turkey, The Massacre of 1894, Its Antecedents and Significance With A Consideration of Some of the Factors Which Enter Into the Solution of This Phase of the Eastern Question, G. P. Putnam’s Sons, New York-London.
Hamlin, Cyrus (1896), “America’s Duty To Americans in Turkey: An Open Letter To The Hon. John Sherman, United States Senator From Ohio”, The North American Review, Vol. 163, No. 478, (September), pp.276-281.
Helmreich, Paul C. (1996), Sevr Entrikaları, Büyük Güçler, Maşalar, Gizli Anlaşmalar ve Türkiye’nin Taksimi, Sabah Kitapları, İstanbul.
Howard, Harry N. (1974), Turkey, the Straits and U.S. Policy, The John Hopkins University Press, Baltimore and London.
Hurewitz, Jacop C. (1953), Middle East Dilemmas: The Background of United States Policy, Russell & Russell, New York.
Kocabaşoğlu, Uygur (1988), “Osmanlı İmparatorluğu’nda XIX. Yüzyılda Amerikan Matbaaları ve Yayımcılığı”, Murat Sarıca Armağanı, Aybay Yayınları, İstanbul, pp.267-285.
Kocabaşoğlu, Uygur (2000), Anadolu’daki Amerika, Kendi Belgeleriyle 19. Yüzyılda Osmanlı İmparatorluğu’ndaki Amerikan Misyoner Okulları, İmge Kitabevi, 3. baskı, Ankara.
Lybyer, Albert Howe (1924), “America’s Missionary Record in Turkey”, Current History (New York), 19/5, (February), pp.802-810.
Moranian, Suzanne Elizabeth (1994), The American Missionaries and the Armenian Question: 1915-1927, Ph.D., The University of Wisconsin, Madison.
Orvis, Susan Wealthy (1915), Religious Education in the American Schools in the Ottoman Empire, Master of Arts, University of Chicago.
Powell, E. Alexander (1925), The Struggle For Power In Moslem Asia, John Long, Limited, London.
Reed, James Eldin (1972), “American Foreign Policy, The Politics of Missions and Josiah Strong, 1890-1900”, Church History, Vol. 41, No. 2, (June), pp.230-245.
Sachar, Howard M. (1953), The United States and Turkey 1914-1927, the Origins of Near Eastern Policy, Ph.D., Harvard University.
Sykes, Mark (1988), Dar-Ul-Islam: A Record Of A Journey Through Ten Of The Asiatic Provinces Of Turkey, Darf Publishers Limited, London.
Taylor, Jessica L. (2009), Through the Eyes of the Post: American Media Coverage of the Armenian Genocide, Master of Arts, East Tennessee State University.
The New York Times, April 6, 1895.
Weightman, Richard (1906), “Our Missionaries and Our Commerce”, The North American Review, Vol. 182, No. 595, (June), pp.886-895.

http://turksandarmenians.marmara.edu.tr/tr/ermeni-meselesi-ve-amerikali-misyonerler/

***