10 Mart 2018 Cumartesi

ABD nin Türkiye Cumhuriyeti Dönemindeki Ermeni Politikaları, BÖLÜM 2

ABD nin Türkiye Cumhuriyeti Dönemindeki Ermeni Politikaları, BÖLÜM 2


1991- 2000 Döneminde ABD’nin Ermeni Politikaları;

SSCB’nin dağılmasının ardından 1991 yılında Ermenistan’ın bağımsızlığını ilan etmesi ABD tarafından memnuniyetle karşılanmış ve ABD, Ermenistan’ı ilk tanıyan ülkelerden biri olmuştur. Şubat 1992’de ise Erivan’da büyükelçilik açmıştır.

Uluslararası güvenlik penceresinden bakıldığında ABD’nin, Ermenistan’ı Kafkasya ve genel olarak Ortadoğu ve Orta Asya çerçevesinde ele aldığı görülmekte dir[28].

ABD bu kapsamda daha çok ekonomik ve diplomatik araçları kullanmayı tercih etmiştir. 1992 yılında Ermenistan ile ABD arasında ticaret alanında üç anlaşma imzalanmıştır. Ermenistan parlamentosunda onaylanan anlaşmaların uygulanması ancak 1995 yılında mümkün olabilmiştir. Bu anlaşmalar “Ticari ilişkiler Anlaşması”, “Yatırım Anlaşması” ve “Yatırımların Korunması Anlaşmasıdır”. Anlaşmaların oluşturduğu yasal zemin üzerinde bugün Ermenistan’da 70 kadar ABD firması iş yapmaktadır[29]. Ancak ticari ilişkilerin ve yabancı yatırımların önemli bir kısmı Amerikalı Ermeniler tarafından gerçekleştirilmektedir.

ABD-Ermenistan ilişkilerinin önemli bir boyutunu da ABD’den Ermenistan’a yapılan ekonomik yardımlar oluşturmaktadır. 1992 yılından 2002 yılına kadar geçen süreçte ABD’nin Ermenistan’a yapmış olduğu toplam yardımların miktarı 1,2 milyar dolar, aynı dönemde Azerbaycan’a yaptığı yardımların toplamı ise sadece 165 milyon dolardır. 2004 yılına gelindiğinde ise ABD’den Ermenistan’a bağımsızlık sonrası yapılan toplam yardımların miktarı 1,5 milyar doları aşmıştır[30]. Bu miktar her geçen yıl artarak devem etmektedir. ABD 2016 mali yılı bütçesinde Ermenistan’a yaptığı ekonomik yardımı % 22 oranında artırmıştır[31].

ABD Ermenistan’la sürdürdüğü ticari ilişkilerin yanı sıra siyasi alanda da bu ülkeye destek olmakta ve Ermenistan’ın dış politikadaki saldırgan tutumunu da görmezden gelmektedir. 1992 yılında Ermenilerin 366. Rus Motorize Alayı’nın desteğinde Hocalı’ da yaptıkları katliama rağmen ABD Temsilciler Meclisi’nde Ermenileri kınayan tek bir oturum bile yapılmamış, tersine ABD’li milletvekilleri Türkiye ve Azerbaycan’ı suçlayan konuşmalar yapmıştır.

1993, 1994, 1995, 1996, 1997 ve 1998 yıllarında ABD Kongresi’nde Ermeni soykırımını anma toplantıları düzenlenerek gerek Temsilciler Meclisi’nde gerekse Senato’da önceki yıllarda öne sürülen “Türk aleyhtarı” tezlerin tekrarı yapılmış ve ABD tarafından Türkiye ve Azerbaycan’a karşı baskı politikası izlenmiştir. 1998 yılında Ermeni lobisi yeni bir karar tasarısı girişiminde daha bulunmuş, Temsilciler Meclisi’ndeki Ermeni lobisi milletvekillerinden David Bonior ve George Radnovich tarafından imzaya açılan 55 sayılı karar tasarısı ile soykırım iddiaları tekrar gündeme taşınmış, ancak başarılı olamamıştır[32].

1999 yılının Kasım ayında biri Cumhuriyetçi diğeri ise Demokrat kanada mensup iki milletvekili tarafından 134 üyenin imzasıyla “Ermeni Soykırımı Konusunda Eğitim ve Anma Kararı” adını taşıyan yeni bir Ermeni tasarısı Kongre’ye sunulmuştur[33]. Tasarıda 1915-1923 yılları arasında Anadolu’da 2.000.000 Ermeni’nin tehcire tabi tutulduğu ve bunlardan 1.500.000’inin öldürüldüğü ileri sürülmüş ve ABD Dışişleri Bakanlığı ve konuyla ilgili diğer kamu görevlilerinin konu üzerine eğilmeleri talep edilmiş, ayrıca ABD başkanlarının her yıl 24

Nisan’da yayınladıkları ve “katliam” sözcüğü ile ifade ettikleri olayları “soykırım” olarak tanımaları istenmiştir.

Tasarıda yer alan rakamlara bakıldığında Anadolu coğrafyasında yaşayan 750.000 Ermeni’den zorunlu göçe tabi tutulan 438.758[34] Ermeni’nin sayısının 2.000.000’a, göç sırasında hayatını kaybeden 56.610[35] Ermeni’nin sayısının ise 1.500.000’e çıkarıldığı görülmektedir. Söz konusu çarpıtmayı yapanların; zorunlu göç öncesi yıllarda açtıkları misyoner okulları[36] ve hastaneleri ile Ermeni isyanının çıkarılmasında önemli rol oynayan[37] bir ülkenin Parlamentosu’nun üyesi olmaları konuyu daha ilginç kılmaktadır.

Kasım 1999’da Kongre’ye sunulan 398 sayılı Ermeni tasarısı 14 Eylül 2000’de görüşülmeye başlanmış ve görüşmeler öncesinde 28 Haziran 2000’de Ermenistan Devlet Başkanı Robert Koçaryan Ermeni lobisi faaliyetlerini yürüten ABD’li parlamenterlerle bir toplantı yapmıştır[38]. Toplantıyı müteakip 398 sayılı Ermeni tasarısı ABD Temsilciler Meclisi’nin Uluslararası İlişkiler Komitesi’nin 14 üyeli “Uluslararası Operasyonlar ve İnsan Hakları Alt Komitesinde” görüşülmeye başlanmıştır.

398 sayılı tasarının Temsilciler Meclisi Uluslararası İlişkiler Komitesi’nin Uluslararası Operasyonlar ve İnsan Hakları Alt Komitesi’nden geçerek Uluslararası İlişkiler Komitesi’ne taşınması üzerine konu 29 Eylül 2000 tarihinde Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer başkanlığında toplanan Milli Güvenlik Kurulu (MGK)’nda ele alınarak tartışılmıştır.

MGK toplantısı sonucunda; Ermeni lobisinin iddialarıyla ilgili gelişmelerin esefle karşılandığı belirtilmiş ve Ermeni sorununa karşı daha etkin tedbirlerin alınması kararlaştırılmıştır. Ermenistan’ı uyaran ve ABD’ye karşı sitemde bulunulan açıklamada, girişimlerin militan Ermeni çevrelerin yönlendirmesiyle gündeme getirildiği ifade edilmiş, “sübjektif yargılar, sahte belgeler, dâhili ve harici politik kazanımlar esas alınarak yürütülmek istenen gayretlerin, bölge ve dünya barışına olumlu katkısının olmayacağı düşünülmektedir” denilmiştir. MGK’nın açıklamasında; “Tarihi gerçekler, resmî belgeler, kilise kayıtları ve şahitler ortada oldukça aynı coğrafi bölgede birlikte yaşamak zorunda olan iki halkın arasına aslı olmayan konular yaratarak, nifak tohumları sokmanın ve buna itibar etmenin taraflara kazanç sağlamayacağının bilinmesi, başta komşu ülke Ermenistan yönetimi ve halkı ile herkesin yararına olacaktır” ifadesine yer verilmiştir[39].

Cumhurbaşkanı Sezer başkanlığında yapılan MGK toplantısında konu üzerinde alınabilecek tedbirler de tartışılmıştır. Görüşülen bu tedbirler doğrultusunda Türkiye, ilk olarak H-50[40] numaralı hava koridorunu kapatmayı ve Erivan’a yapılan charter seferlerini durdurmayı düşünmüştür[41]. Dışişleri Bakanlığı’nın yapmış olduğu çalışmalarla belirlenen tedbirler arasında ise, Erivan’ın Ankara’nın toprak bütünlüğünü tanımamasının oldukça önemli olduğu ve söz konusu durumla ilgili bir kampanyanın başlatılması gereği üzerinde durulmuştur. Bu amaçla, ilk olarak 23 Ağustos 1990’da Ermenistan Cumhuriyeti’nin yayınlamış olduğu Bağımsızlık Bildirgesi’nde vurgulanan konuların üzerine gidilmesi kararlaştırılmıştır.

Konuya ilişkin açıklamada; “23 Ağustos 1990 tarihli Ermenistan Sovyet Cumhuriyeti’nin bildirgesinin 11. maddesinde yer alan “Ermenistan Cumhuriyeti, 1915’te Osmanlı Türkiye’sinde ve Batı Ermenistan’da işlenen Soykırımın uluslararası alanda kabul edilmesi için sürdürülecek çabaları destekleyecektir” ifadesi ve Türkiye’nin Doğu Bölgesi’ni Batı Ermenistan olarak tanımlaması, düzenlenecek bu kampanyada üzerinde hassasiyetle durulması gereken öncelikli konular arasında yer almıştır. Ermenistan’la sınırları belirleyen 1921 tarihli Kars Antlaşmasının tanınması çağrısında bulunulması gibi uygulamaların yapılması da kararlaştırılmıştır” ifadelerine yer verilmiştir[42].

Bilindiği gibi Ermenistan Türkiye’nin Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgeleri ile Akdeniz ve Doğu Karadeniz bölgelerinin bir bölümünü Batı Ermenistan olarak adlandırmaktadır. Türkiye Cumhuriyeti topraklarından 19 ili içine alan[43] söz konusu bölge Ermenistan ve ABD okul atlaslarında[44] ve Ermenistan Dışişleri Bakanlığı web sitesinde de Batı Ermenistan olarak gösterilmektedir[45].

ABD’de Temsilciler Meclisi Uluslararası İlişkiler Komitesi’nin Uluslararası Operasyonlar Dış Operasyonlar Alt Komitesi’nde 398 sayılı karar olarak kabul edilen Ermeni tasarısı 3 Ekim 2000’de Uluslararası İlişkiler Komitesi’nde tartışılmaya başlanmış ve görüşmeler sonunda tasarı H.R.596 olarak Temsilciler Meclisi’ne havale edilmiştir[46].

Tasarının ABD Temsilciler Meclisi Alt Komitesi’ne sevkini müteakip Türkiye Cumhuriyeti’nin izlediği kararlı tutum ve MGK’ da ele alınan kriz yönetim senaryosu kapsamında Ermenistan’a hava koridorunun kapatılması, Ermenistan Bağımsızlık Bildirgesi’nde Türkiye’den “Batı Ermenistan” olarak söz edilmesine karşı gerekli girişimlerin başlatılması ve özellikle “Çekiç Güç’ün görev süresinin uzatılmaması konularında alınması düşünülen tedbirler, Türkiye’nin bu konudaki kararlılığının gösterilmesi açısından ABD yönetimi üzerinde beklenen etkiyi sağlamış ve ABD Başkanı Bill Clinton Temsilciler Meclisi Başkanı nezdinde girişimde bulunmak zorunda kalmıştır. Temsilciler Meclisi Başkanı Dennis Hastert’e bir mektup gönderen Clinton; tasarının Temsilciler Meclisi’nden geçmesinin Türkiye ile ABD arasındaki ilişkilerin onarılamayacak şekilde bozulmasına neden olacağını ifade ederek tasarının Genel Kurul’a getirilmemesi talebinde bulunmuştur[47]. Bu gelişmeler üzerine Dennis Hastert 20 Ekim 2000’de Ermeni tasarısını geri çekmek zorunda kalmıştır.

 2001-2009 Döneminde ABD’nin Ermeni Politikaları;

İkinci ABD-Irak savaşının başlamasını takip eden süreçte, Amerikan yönetiminin bölgede Türkiye’ye olan ihtiyacı nedeniyle Ermeni tasarıları bağlamında Türkiye için önemli bir sıkıntı yaşanmamıştır. Ancak 2005 yılının haziran ayında Ermeni lobisinin kongredeki temsilcisi California milletvekilleri Cumhuriyetçi George Radanovich ve Demokrat Adam Schiff ile Ermeni Dostluk Grubu Eş Başkanı Joe Knollenberg ve Frank Pallone tarafından H.RES. 316 sayılı tasarı ABD Temsilciler Meclisi’ne sunulmuş ve Senato’ya S.RES. 320 numarası ile aynı amaçla sevk edilen tasarı Uluslararası İlişkiler Komitesi’nden 40 evet, 7 hayır oyu alarak geçmiştir[48].

Haziran 2005’te ABD Temsilciler Meclisi’ne ve Senatosu’na eşzamanlı olarak sunulan ve her ikisinde de kabul edilen 195 Sayılı Kararda; “Kongre 1915-1923 Ermeni Soykırımını anmakta ve Türkiye Cumhuriyeti’ni, öncül devleti olan Osmanlı İmparatorluğunun işlediği Ermeni Soykırımı suçunu tanımaya ve Ermenistan Cumhuriyeti ve Ermeni halkı ile yakınlaşma içine girmeye zorlamaktadır. Kongre, Türkiye’nin belirli koşulları yerine getirmesi şartıyla Avrupa Birliği’ne üyeliğini desteklemektedir” ifadelerinin yer almasının yanı sıra 2.000.000 Ermeni’nin tehcir edildiği ve bunlardan 1.500.000’inin öldüğü iddialarına da yer verilmiştir.

ABD Temsilciler Meclisi ve Senatosu’nun ortak kararı incelendiğinde akıl almaz suçlamalar ve hatalarla dolu olduğu görülmektedir.

ABD Kongresinin; “1915-1923 Ermeni Soykırımı” ifadesi ile ne soykırım olarak ne de katliam olarak adlandırılması vicdanen ve hukuken mümkün olmayan Ermeni zorunlu göçünü “soykırım” olarak nitelendirmesinin yanı sıra, 27 Mayıs 1915 tarihinde çıkartılan kanunla başlanan ve 15 Mart 1916 tarihinde son verilen zorunlu göç sürecini Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulduğu 1923 yılına kadar uzattığı yani Türk İstiklal Harbi dönemini de soykırım olarak nitelendirdiği görülmektedir.

“Temsilciler Meclisi; Türkiye Cumhuriyeti’ni, Ermeni Soykırımı suçunu tanımaya ve Ermenistan Cumhuriyeti ve Ermeni halkı ile yakınlaşma içine girmeye zorlamaktadır” cümlesi; Türkiye Cumhuriyeti’ne işlemediği bir suçu kabul etmeyi ve Türkiye topraklarını “Batı Ermenistan” olarak kabul eden bir ülke ile yakınlaşmayı dayatan, uluslararası diplomatik teamüllere uymayan, nezaketsizliğin de ötesinde hakaret içeren bir ifadedir.

“Temsilciler Meclisi, Türkiye’nin belirli koşulları yerine getirmesi şartıyla AB (Avrupa Birliği) üyeliğini desteklemektedir” ifadesi ise Türkiye’nin AB üyeliğini AB’nin Türkiye’ye dayattığı “Türkiye’nin Ermenilere soykırım uyguladığı iddiasını kabul etme” şartına bağlamaktadır.

Kararda geçen “Teşkilatı Mahsusa’nın Ermeni nüfusunu imha etmek için hapishaneden serbest bırakılmış zorba suçlulardan oluşan “kasap taburları” oluşturduğu” ifadesi ise hiçbir somut delile dayanmadan bir ulusu insan kasaplığı ile suçlayan kabul edilemez bir hakarettir.

Kararda İstanbul’dan “Konstantinopolis” olarak söz edilmesi, ABD yönetiminin, 550 yıldır Türklerin elinde bulunan İstanbul’u Türk toprağı olarak kabul etmeyi içine sindiremediğini göstermektedir.

Kararda; 24 Nisan 1915’te tutuklanan Komite liderlerinden “Ermeni aydını ve cemaat lideri” olarak söz edilmekte ve bu kişilerin çoğunun kısa süre sonra öldürüldükleri iddia edilmektedir ki bu iddia bütünüyle gerçek dışıdır.

24 Nisan 1915’te haklarında tutuklama emri çıkarılan 235 Ermeni komite liderinden 226’sı yakalanabilmiş ve bunlar Ayaş ve Çankırı cezaevlerine nakledilmiştir[49]. Ermeni yazar Peter Balakian ise 24 Nisan 1915’te İstanbul’da tutuklanıp daha sonra Fransa’ya göç eden ve bir rahip olan amcası Grigoris Balakian’ın hatıralarına dayanarak İngilizceye çevirdiğini belirttiği 2009 basımlı Armenian Golgotha adlı kitabında Ayaş’ta hapis bulunan Ermeni komitecilerin sayısını 62, Çankırı’da hapis bulunan komitecilerin sayısını ise 69 olarak göstermiştir[50]. Söz konusu tutuklu Ermeniler katledildi ise Grigoris Balakian’ın hapisten çıktıktan sonra Fransa’ya gitmesi nasıl açıklanabilecektir?

Diğer yandan söz konusu komite liderlerinin tamamı hapishaneye konulmamış, Çankırı’ya gönderilenler ikişer-üçer kişilik gruplar halinde yazlık evlere yerleştirilmiş ve şehir/kasaba içinde serbest olarak dolaşmalarına müsaade edilmiş, sadece günde bir kez polis karakoluna uğrayarak bölgeyi terk etmediklerini göstermeleri mecburiyeti getirilmiştir[51]. Hatta bunlardan Arşak oğlu Mardiros ile Arşak Diradoryan adlı Ermeniler maddi durumlarının iyi olmadığını belirterek kendilerine maddi yardım yapılması talebinde bulunmuş ve talepleri kabul edilmiştir[52].

Yapılan tahkikat sonucunda Çankırı’da denetimli serbestlik cezasında bulunan Ermenilerden 35’inin suçsuz olduklarına karar verilerek İstanbul’a dönmelerine izin verilmiş, 25’i suçlu bulunarak Ayaş’a nakledilmiş, 57’si ise Zor bölgesine sevk edilenlerle birlikte Zor’a gönderilmiştir. Yabancı uyruklu komite lideri 7 Ermeni’den 3’ü sınır dışı edilmiş, 4’ü ise hapiste tutulmaya devam edilmiştir. Kalan Ermenilerden 31’i af edilmiş, bunlardan 13’ü İzmit’e, 10’u Eskişehir’e, 2’si Kütahya’ya, 2’si Bursa’ya, 2’si Kastamonu’ya, 1’i Geyve’ye, 1’i[53] ise Kayseri’ye gönderilmiştir.

Ayaş’ta tutulan komitecilerden Taşnak lideri Serkis Bağdıkyan 9 Mart 1918’de ölmüş[54], Mondros Mütarekesinin imzalanmasından sonra Karnik Madukyan, Kirkor Hamparsumyan ve Pantuvan Parzisyan serbest bırakılmış[55], kalanlar ise İngiliz işgal kuvvetlerinin İstanbul’u işgalinden sonra salıverilmiştir[56].

Kararda; “2.000.000 Ermeni’nin tehcir edildiği, bunlardan 1.500.000 kadın, erkek ve çocuğun katledildiği, canını kurtaran 500.000 kişinin ise evlerinden kovulduğu” öne sürülmektedir.

Oysa Osmanlı Devleti Dahiliye Nezareti Sicil Umum Müdürlüğünce 1914 yılında yapılan nüfus sayımına göre Osmanlı topraklarında yaşayan Ermenilerin tamamının sayısı 1.294.851 kişidir[57]. Ancak bu rakama zorunlu göçle hiçbir ilgisi bulunmayan ve Osmanlı Devleti’nin Suriye, Filistin gibi diğer topraklarında yaşayan Ermeniler de dahidir. O dönemdeki yabancı yazarlar da Ermeni nüfusunu 780.750- 1.330.000 arasında göstermektedir Bunlardan Trotter Ermeni nüfusunu 780.750, Rolen Jakmen 1.330.000, Cuinet 838.125, Zelenof 921.000, Vamberi 1.131.000, Lynch ise 1.058.484 olarak vermektedir. Osmanlı Ermenileri için bağımsızlık talebinde bulunulan vilayetler için Ermeni Patriği Nerses Varjabedyan’ın verdiği rakam da 1.150.000 kişidir[58]. Zorunlu göç kararının uygulandığı Anadolu coğrafyasındaki Ermeni nüfusu ise 736.000 kişi olup bu nüfusun 438.758’i için göç kararı uygulanmış ve bunlardan 382.148’i göç yerlerine varmıştır. Aradaki fark sadece 56.610 kişi olup bunlardan 25.000-30.000 kadarı Tifo, Dizanteri gibi hastalıklardan ölmüştür[59].

ABD Kongresi’nin kararına göre ise Anadolu’da yaşayan toplam Ermeni sayısının iki katı Ermeni göç ettirilmiş, göç ettirilen 438.758 Ermeni’nin üç katı Ermeni ölmüştür. Hiçbir mantık kuralına uymayan böyle bir hesaplamayı yapabilmek gerçekten maharet isteyen bir iştir ve bu mahareti Ermenilere sempatik görünerek oy toplamak için Ermenilerin hazırladıkları tasarıyı mantık süzgecinden geçirmeden imzalayan ABD Kongre üyeleri göstermiştir.

2007 yılında Ermeni lobilerinin etkisiyle ABD Temsilciler Meclisi’ne yeni bir Ermeni tasarısı daha getirilmiştir. 30 Ocak 2007’de Temsilciler Meclisi’nin 110. oturumunda Ermeni lobisinin önde gelenlerinden Demokrat Parti milletvekilleri Adam Schiff ve Frank Pallone ile Cumhuriyetçi Parti milletvekilleri George Radartovich ve Joe Knollenberg tarafından sunulan H.RES.106 numaralı tasarıda yine 2005 yılında kabul edilen karar metninde geçen ifadeler tekrarlanmış ve “Osmanlı İmparatorluğu’nun 1915-1923 yılları arasında Ermenilere soykırım uyguladığı, yaklaşık 2.000.000 Ermeni’nin sınır dışı edildiği, bunlardan 1.500.000 kadın, erkek ve çocuğun öldürüldüğü, kurtulan 500.000 Ermeni’nin de evlerinden kovulduğu” iddiaları tekrarlanmıştır[60].

ABD Temsilciler Meclisi’nin Dışişleri Komitesi, tehciri soykırım olarak nitelendiren H.RES.106 numaralı tasarıyı 21’e karşı 27 oyla kabul etmiştir. Oylamayı, Ermeni tasarısına karşı Türkiye’nin tezlerini anlatmak üzere Washington’a giden, AKP Genel Başkan Yardımcısı ve İstanbul Milletvekili Egemen Bağış başkanlığındaki TBMM heyeti ile Türkiye’nin Washington Büyükelçisi Nabi Şensoy da izlemiş, ancak karara karşı gereken tepki gösterilmemiştir.

ABD, Temsilciler Meclisinde ve Senatosunda alınan Ermeni yanlısı kararların yanı sıra Ermenistan’a yapılan yatırımlar ve ekonomik yardımlar yoluyla Ermenistan ekonomisini desteklemekte ve Türkiye ile Ermenistan’ın iyi ilişkiler kurmaları suretiyle Rusya’yı güneyinden çevrelemeyi ve Ermenistan üzerindeki Rus etkisini kırmayı da planlamaktadır.

Bu kapsamda Washington 2004-2008 döneminde Ermenistan sınır kapısını açması için Türkiye’ye baskı yapmaya başlamıştır. Amerikalıların bu konudaki isteklerinden biri de KarsTiflis demiryolu hattının onarılarak, Türkiye ile Ermenistan arasında doğrudan kara ve demiryolu bağlantısının sağlanması hususudur[61]. ABD, daha önce Kars-Gümrü-AyrumMarneuli-Tiflis yolu ile Gürcistan’a ve Kars-Gümrü-Erivan-Nahcivan-Meğri-Bakü yolu ile Azerbaycan’a bağlantısı olan Ermenistan demiryolu hattının yeniden işletmeye açılması suretiyle Türkiye ile Ermenistan’ın birbirine bağlanarak Karabağ’ın işgalinden sonra kapatılan Türkiye’nin Ermenistan hududunun dolaylı yoldan açılmasına ve Türkiye ile Ermenistan’ın yakınlaştırılmasına çaba harcamaktadır. Ancak Türkiye’deki temeli 2008’de 3 cumhurbaşkanı tarafından atılan hat Ermenistan’ı dışarıda bırakarak Kars-Tiflis-Bakü hattı olarak planlanmış ve hattın inşasına başlanmıştır. Böylece daha başlangıçta ABD’nin demiryolu hattı üzerinden Türkiye’nin Ermenistan’a uyguladığı ambargoyu kırma ve Türkiye ile Ermenistan’ı yakınlaştırma planı suya düşmüştür. 30 Ekim 2017’de Cumhurbaşkanı Erdoğan, Azerbaycan Cumhurbaşkanı İlham Aliyev ve Gürcistan Başbakanı Giorgi Kvirikaşvili ile Kazakistan Başbakanı Bakıtcan Sagintayev ve Özbekistan Başbakanı Abdulla Aripov’un katılımıyla açılan Bakü-Tiflis-Kars demiryolu hattının Çin’i Avrupa’ya bağlayacağı hususu ön plana çıkarılmakla birlikte ABD açısından konunun önemi halen Asya ve Uzakdoğu ile Avrupa arasındaki tek seçenek olan Rusya güzergâhının tekelinin sona erdirilmesi ve ileride Ermenistan’ın da bu hatta bağlantısının yapılması suretiyle Ermenistan’a uygulanan ambargonun kırılması noktalarında kendini göstermektedir. Ancak Ermenistan Cumhurbaşkanı Serkisyan’ın Ağrı’nın Ermenilere ait olduğuna ilişkin demeçleri ortadayken projenin Ermenistan’a da bağlanmasının sadece Ermenistan’ın saldırgan politikalarına ve ABD’nin bölgedeki çıkarlarına hizmet edeceği, Türkiye’nin ise somut hiçbir kazanımı olmaksızın karşılıksız taviz veren ülke durumuna düşeceği açıktır[62].

2009 Yılından Sonra ABD’nin Ermeni Politikaları;

ABD Temsilciler Meclisinde ve Senatosuna sunulan ve Türkleri soykırımla suçlayan karar tasarıları 2009 yılından itibaren hız kazanarak devam etmiştir. H.RES.106 numaralı tasarıdan iki yıl sonra 17 Mart 2009’da 2005 ve 2007 yıllarındaki Ermeni tasarılarının mimarı California Milletvekili Adam Schiff, bu defa 252 sayılı tasarıyı hazırlayarak ABD Temsilciler Meclisine sunmuştur. Tasarının Temsilciler Meclisi’ne sunulmasından bir ay sonra Nisan 2009’da Türkiye’yi ziyaret eden ABD Başkanı Barak Obama TBMM’nde yaptığı konuşmada Heybeliada Ruhban Okulunun açılması, farklı etnik grupların kültürel haklarının artırılması ve Kıbrıs konusundaki taleplerinin yanı sıra Türkiye’nin Ermenistan hududunu açması talebini de   dile getirmiştir[63].

252 sayılı tasarıda yer alan hususlar 2005 yılında Kongre’ye getirilen HCON 195 IH numaralı kararla ve 2007 yılında Kongre’ye getirilen H.RES. 106 numaralı kararla büyük ölçüde örtüşmektedir:

252 sayılı tasarı 4 Mart 2010’da ABD Temsilciler Meclisi Dış İlişkiler Komitesi’nde görüşülerek 22’ye karşı 23 oyla kabul edilmiştir.

Kararda; 27 Mayıs 1915 -15 Mart 1916 tarihleri arasında uygulanmış olan zorunlu göçten söz edilirken “Ermeni tehciri 1915’ten 1923’e kadar uygulanmıştır ve yaklaşık 2.000.000 milyon Ermeni’den 1.500.000 erkek, kadın ve çocuk öldürülmüş, hayatta kalan 500.000 kişi evlerinden sürülmüştür” denilmek suretiyle bir yandan 1923 yılında imzalanan Lozan Antlaşması ile çizilen sınırların “Wilson tarafından çizilen haritada yer alan Ermenistan ve Kürdistan’ı ihtiva etmemesi nedeniyle” ABD açısından kabul edilemez olduğuna dolaylı olarak vurgu yapılmakta ve Ermeni göçü ile hiçbir ilgisi bulunmayan İstiklal Harbi dönemi de sözde soykırım tarihi içine alınmakta, diğer yandan Anadolu’da yaşayan 736.000 Ermeni’nin sayısı önceki iki kararda olduğu şekilde 2.000.000’a çıkarılmak suretiyle yaşayandan çok Ermeni’nin üstelik tasarlanarak öldürüldüğü iddia edilmekte ve zorunlu göç sırasında Osmanlı Devleti tarafından alınan insani tedbirler görmezden gelinmektedir.

Oysa 1919 Paris görüşmelerinde Bogos Nubar Paşa yaklaşık 600.000-700.000 kadar Ermeni’nin tehcir edildiğini bildirmiştir. Ayrıca Patrikhane savaş sonunda Anadolu’daki toplam Ermeni sayısını en az 644.000 olarak vermektedir[64]. Cemiyet-i Akvam ise 1922 yılında dünyadaki Türkiye Ermenilerinin sayısını 817.873 olarak açıklamaktadır. Üstelik aynı belgeye göre Müslüman olan veya Türkiye’de kalan 281.000 Ermeni bu rakama dâhil değildir[65]. Diğer yandan savaş sonrasında Ermeni Patrikhanesi tarafından İngiltere ve Fransa büyükelçilerine gönderilen bir memorandumda 1914-1918 yılları arasında “200.000 Ermenin öldürüldüğü” iddia edilmektedir. Bu memorandum, Paris Barış görüşmeleri öncesinde Amerikan delegasyonuna verilen bir rapora (Report Presented to the Preliminary Peace Conference by the Commission on the Responsibility of the Authors of the War and on the Enforcement of Penalties, March 29, 1919) da aynen yansımıştır. Bu kararda da görüldüğü üzere 1919’da Ermeni Patrikhanesi Ermeni kayıp sayısını 200.000 olarak tahmin etmektedir[66].

ABD’li tarihçi Prof. Dr. Justin McCarthy zorunlu göç kararı öncesinde Anadolu’da yaşayan Ermenilerin sayısının 750.000 kadar olduğunu belirterek, bunların büyük bir kısmının daha savaş çıkmadan başka ülkelere göç ettiğini, bunların yok sayılması ve Türklerin Anadolu’da yaşayan Ermenilerin tamamını katlettiğinin varsayılması halinde bile Türklerin iddia edildiği gibi 1.500.000 Ermeni’yi katledebilmesi için her bir Ermeni’yi 2 kez öldürmesi gerektiğini, bunun ise imkânsız olduğunu söylemektedir[67].

4 Haziran 2009’da Huffpost World’te bir makale yazan ABD eski Başkanı Ronald Reagan’ın hukuk danışmanı Bruce Fein’in I. Dünya Savaşında ve göçler sırasında Ermeni ve Türklerin kayıplarına ilişkin tespitleri ise şu şekildedir:

“Ermeni papazı Vahan Vardapet Osmanlı Ermenilerinin sayısını 1.200.000 olarak vermektedir. Bogos Nubar Paşa ise Anadolu’dan 700.000 Ermeni’nin savaşta başka ülkelere göç ettiğini, 280.000 Ermeni’nin ise geride kaldığını ifade etmektedir. Bunların tamamı bile ölmüş olsa ölen Ermeni sayısı 280.000 kişi olur. 
Ermeni- Amerikan Asamblesi’nden George Montgomery ise Ermeni kayıplarının 500.000 kadar olduğunu belirtmektedir. Aynı dönemde Anadolu’da ölen 
Türklerin sayısı ise 2.400.000 kişidir. Ancak bundan hiç kimse söz etmemekte dir. Beyaz Saray 1981’de araştırma yaptı, Ermenilerin 2 milyonun üzerinde Müslüman Osmanlı’yı katlettiği ortaya çıktı. Ermeniler, kendi arşivlerini açmıyor, çünkü bu gerçeğin ortaya çıkmasını istemiyor”[68]. Ayrıca Osmanlı İmparatorluğu’nun azınlıklara karşı “müthiş” sayılabilecek bir özen gösterdiği gerçeğini unutmamak gerekir. Azınlıklar, kendi dini özgürlüklerini ve hayatlarını son derece rahat bir şekilde sürdürdü. 
Ermeni terör çeteleri Birinci Dünya Savaşı sırasında Fransa ve Rusya ile birlikte Osmanlıları öldürdü. Bu rakamın 2 milyon civarında olduğu bir gerçek. Ermeni kayıplarının  ise 500 bin civarında olduğu araştırmalarla kanıtlandı. Burada asıl önemli konu, Ermenilerin ihanetidir. Osmanlı da kendisini savundu. 

Özellikle ABD’de yaşayan Ermeniler, soykırım yalanı ile büyük menfaat sağlıyor. ABD yönetimi de büyük paralar döndüğü için Ermenileri karşısına almak istemiyor. 
Ermeniler ısrarla kendi arşivlerini açmıyor. Çünkü yıllardır soykırım yalanı ile dönen getirimi kaybetmek istemiyorlar. Arşivler açıldığı anda gerçek ortaya çıkacak” [69] .

Bruce Fein’in yukarıdaki ifadeleri ABD yönetimi tarafından yapılan arşiv araştırmaları sonucunda asıl katliamın Ermeniler tarafından Türklere uygulandığının ortaya çıkarıldığını, ancak Ermenilerin gerçeklerin açıklanmasını önlediklerini göstermektedir. Bütün bu belge ve açıklamalar ortadayken 252 sayılı kararda 1.500.000 Ermeni’nin katledildiğinin belirtilmesi bilgisizlikle açıklanabilecek bir durum değildir. Bu ifadenin kararda nasıl yer aldığının cevabı ancak ABD yönetiminin Ermeni Diasporasına alet olmasıyla açıklanabilecek bir husustur.

Kararda 24 Mayıs 1915 tarihinde, İttifak Güçleri, İngiltere, Fransa ve Rusya’nın bir başka devleti “insanlık suçu işlemekle” itham eden ortak bir açıklama yayımladıklarına vurgu yapılmakta, ancak Osmanlı Devleti’nin bu ortak açıklamaya verdiği aşağıda özet olarak sunulan cevaptan söz edilmemektedir.

“Osmanlı Hükümeti sözü geçen bildirinin kapsadığı ifade ve maddeleri kesinlikle reddeder. Osmanlı ülkelerinde Ermenilere karşı katliam yapıldığı yalandır. İngiltere, Fransa ve Rusya Ermenileri isyana kışkırtmıştır. Bab-ı âli, kara ve deniz hudutlarının korunması, güvenliği için gerekli göreceği her çeşit tedbirleri uygulamayı milli görevlerinden sayar ve bundan dolayı hiçbir yabancı hükümete hesap vermek zorunda değildir. İngiliz ve Fransız deniz kuvvetleri kumandanları Çanakkale’de gezici ve sabit hastaneleri topa tutarken ve Rusya hükümeti Ermeniler vasıtasıyla Kars yakınlarında oturan binlerce Müslümanı kılıçtan geçirir ve Kafkasya’da aldığı Osmanlı esirlerini yine aynı Ermeniler vasıtasıyla yok eder ve bunları açlık ve susuzluk içinde merhametsizce öldürürken; İngiltere, Fransa ve Rusya hükümetlerinin insanî duygulardan dem vurmaları garip değil midir? Kafkasya’da, Fas’ta, Mısır’da, Hindistan’da ve başka yerlerde çıkan isyanlar sırasında, bunları bastırmak için son derece şiddet göstermiş ve tamamen insanlığa aykırı hareketlerden geri durmamış olan İngiltere, Fransa ve Rusya hükümetlerinin, alınması gerekli ve son derece adaletle uygulamış olduğu tedbirlerden dolayı Osmanlı Hükümetini suçlamaları doğru olamaz. Osmanlı Hükümeti, bu olaylarda en basit devlet haklarını kullanmaktan başka bir şey yapmamışken, Osmanlı Hükümeti ileri gelenleri ile bastırma tedbirleriyle ilgili bulunan memurların sorumlu tutulacaklarına dair yayınlar, hiçbir karşılığa lâyık değildir.

 3 CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR,

***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder