23 Aralık 2017 Cumartesi

ERMENİ-KÜRT SOYBİRLİĞİ İDDİALARI

ERMENİ-KÜRT SOYBİRLİĞİ İDDİALARI


Politik-Sosyal-Kültürel Araştırmalar Merkezi

(*) 21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü Bilimsel Danışmanı; Balıkesir Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü Öğretim Üyesi.
10 Ocak 2010 Pazar

Öncelikle tarihi, siyasi ve sosyal olarak Kürtlerin bir ulus / millet olması ile ilgili tartışmaları ve tezleri bir kenara koyarak, günümüzde yazılıp konuşulan bir olgu olarak kabul edilen anlamda bir Kürt kavramından yola çıktığımı söylemek istiyoruz
Bu anlamda tarih içinde bir Ermeni ve Kürt soy birliğinin var olup olmadığını tarihi kaynakların yanında konunun özelliği dolayısıyla ağırlıklı olarak antropolojik ve kısmen arkeolojik kaynakları kullanarak tesbit etmek mümkündür. Ancak bu tebliğde, böyle bir birliğin varlığını veya yokluğunu adını belirttiğimiz kaynaklardan yeni malzemeler ilave edilmiş bir metodla inceleyecek değilim. Elbetteki daha önceden yapılmış araştırmalar veya ortaya konulmuş tezlerden yararlanılacaktır. Asıl ele alınacak şey, başlıkta da ifade edildiği üzere bu iddiaların tarihi arka plânıdır ve siyasi hedefleridir. Hemen şunu belirtelim ki, bu iddiaların gerçeklik derecesi, hedeflere isabet kaydetmede çok büyük faktördür. Ancak tamamen inşa edilmiş veya yeniden dizayn edilmiş iddialar da gerçeklerin yerini tutmasalar bile geçici bir süre de onlar kadar etkilidirler ve kendisine yüklenilen vazifeyi yerine getirebilirler. 

Ermeni toplumu yazılı kaynakların çoğaldığı tarihi devirler dikkate alındığında 11. yüzyıldan itibaren hep Türklerin hakim olduğu coğrafya da yer almışlardır. Başka bir deyişle Orta Asya'dan Balkanlara uzanan Türk coğrafyasının daimi unsuru olarak günümüze kadar varlıklarını getirmişlerdir. Ağırlıklı olarak Kuzeydoğu Anadolu olmak üzere doğu ve güney Anadolu'nun değişik kısımlarında da Ermeni toplulukları görülmektedir. Ermenilerin soy kökenlerinin yanısıra Anadolu'ya nereden geldiklerine dair çeşitli kabullerden en yaygını ve Ermeni tarihçilerin de çoğunlukla kabul ettiği görüş Balkan kökenli olduklarıdır. Bazen bağımsız bir devlete sahip olarak bazen bağlı oldukları bir devletin teb'ası olarak Türklerle iç içedirler.[1] Bu beraberlik 11. yüzyıldan 20. yüzyıla uzanan yaklaşık bin senelik Selçuklu Osmanlı çizgisidir. Bu uzun dönemde devletler arası siyasi mücadelelerde az veya çok etkili bir aktör olarak rol aldılar. Ancak bu mücadele hiç bir zaman toplumlar arası bir nefret ve yok etme (soykırım/jenosid) boyutuna ulaşmadı. 
Bütün ilişkilerin dönüm noktası, Osmanlı Devleti'nin zayıflaması ile beraber ortaya çıkan ve Osmanlı Devleti'nin üzerine odaklanan siyasi gelişmelerdir. Bu da tarih olarak 18. yüzyılın sonlarıdır. Tarihi "Şark Meselesi"ne bağlı olarak gelişen olaylar Ermenileri, Osmanlı Devleti'nin karşısına bir problem olarak çıkardı. Gittikçe büyüyen konu, Osmanlı Devleti'nin sonunu belirleyen 1. Dünya Savaşı'nda (1914-1918) Türk milletinin varlık yokluk davasının en önemli parçası haline geldi. Devrin şartlarının zorlamasıyla 1915 yılında çıkarılan kanunla tehcire (mecburi göç) tabi tutulan Ermeniler, bunu dünya siyasi literatürüne soykırım olarak soktular ve bunun siyasi sonuçlarını toplamanın mücadelesini hâlâ daha da sürdürüyorlar. 
Bu çerçeve içinde konuyu ele aldığımızda özellikle Osmanlı Devleti'nin son dönemlerinde gerçekleşenler, bildiri başlığımızın gösterdiği olayların ortaya çıktığı dönemdeki gelişmelerle yüz yüze geliyoruz. Bu dönemde yaşananlar, etkileri bakımından değerlendirildiğinde en dikkate değer gelişmeler, Fransız İhtilali'nin ortaya çıkardığı sonuçların ve diğer batılı devletlerin sömürgecilik hareketlerinin Osmanlı Devleti'ni etkilemeye başlaması ve Rusya'nın hem Osmanlı Devleti'ne hem de Avrupa'ya karşı tutumudur. Osmanlı Devleti'nin karşı karşıya kaldığı ilk husus batılıların himayesinde gelişen bir Hırıstiyan azınlık konusudur. Bu Hıristiyan azınlıklardan bizim konumuz olan Ermeniler ilk plânda Rusya nezdinde büyük bir yer işgal ederler. Bunun somut ifadesi 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı (93 Harbi) ve bu savaşın sonucunda yenilen Osmanlı Devleti'nin imzalamak zorunda kaldığı Ayastefenos (Yeşilköy) Antlaşması'nın 16. maddesinde kendini gösterir. Bu madde: "Ermenistan'da Rusya askerinin istilası altında bulunup yüce devletimize verilmesi gereken yerlerin boşaltılması, oralarda iki devletin dostane münasebetlerine zarar verebileceğinden, yüce devletimiz Ermenilerin barındığı eyaletlerde mahalli menfaatlerin gerektirdiği ıslahat ve düzenlemeyi vakit kaybetmeksizin yapmayı Ermenilerin, Kürtlere ve Çerkezlere karşı emniyetlerini sağlamayı garanti eder."[2] Görüleceği üzere anlaşma maddesinin muhtevasında din en büyük belirleyicidir. Bu bakımdan henüz "Kürtler" önemli bir meşguliyet konusu değildir. Kürtlerin batı tarafından farkedilip ele alınması Ermenilerle ilgili gelişmelerin sonucunda olmuştur. 
Bu noktada tekrar belirtelim ki, yazının başında işaret ettiğimiz gibi Kürtlerin sosyal bir topluluk veya ulus/millet bağlamında ele alınması apayrı ve uzun bir konudur.[3]Ancak siyasi bir mücadelenin bir aktörü olarak, özellikle 19. yüzyılın ikinci yarısından sonra Kürt unsuru devrededir ve Kürt-Ermeni ilişkisi, üzerinde çok durulan bir konudur. Bu ilişkileri inceleyen ve ortaya koyan bir çok çalışma yapılmıştır. Bu çalışmalar yapılırken hedef yalnızca bu ilişkilerin mahiyetini ortaya çıkarmak olmayıp, her iki unusurun da içinde yer aldığı Türk devletini etkilemektir. Bu bakımdan yapılan çalışmalar da güdülen maksada göre yoğunlaşır ve odaklaşır. Bu sahada daha önceleri yapılan çalışmaların bir kısmı Türkiye'de de yayınlandı. Bu yazıda özellikle son yıllarda sayıları artan bu yayınlardan da yararlanılarak Kürt-Ermeni ilişkileri ve özellikle onların soy birliği iddialarına bakışları ele alındı. 
Bunlardan birinde şu ifade yer alıyor: "Doğu Eremnistan'ın elden çıkmasından sonra Batı Ermenistan'ın da kopacağı korkusu, Osmanlı yönetimini daha da rahatsız etmeye başladı. Osmanlı hegemonyası altındaki diğer gurupların kendi savaşımları ve büyük devletlerin yardımları sonucu, ard arda gerici Osmanlı Develeti'nden kopmalarından sonra da akıllanan olmadı ve Osmanlı yönetimi gerçekten de ders almaya hazır değildi. Ermenilerin toplumsal yaşamlarını iyileştirecekleri ulusal ve dinsel baskılara son verecekleri yerde şiddet politikalarını artırarak sürdürmeyi yeğlediler. Bu II. Abdulhamid döneminde (1876-1909) daha belirgin bir biçim kazandı. Sultan Ermenileri yok etme hayalini kafasına koymuştu. Bu nedenle panislâmizmi, başlıca devlet politikası haline getirerek çevresindeki kişi ve kurumlara benimsetti. Abdulhamid bu ve benzeri nedenlerle Rusya ile sınır Ermeni bölgelerinde yalnız müslümanlar olsun istiyordu. . . Abdulhamid, Ermenileri ve Asurileri ortadan kaldırmak istiyordu. Bu niyetini gerçekleştirmek için de Kürtlerden başkasını aramadı. Bu onların doğal eğilimleri gereği kan dökücü olmalarından ileri geliyordu. Öylesine büyük bir katliam yapıldı hâlâ bugün de torunlarının vicdanlarında çınlamaya devam ediyor."[4]Aynı konuda bir başka yazar ise şunları söylüyor: "Belirtmek gerekir ki, Sultan Abdulhamid'den önce 19. yüzyılın başlarında Osmanlılar, Kürt beyliklerini merkezileştirmek isterken sürekli olarak Ermenilerin yardımlarını elde etmeyi düşündüler. Kürt derebeyleri zaman zaman komşuları Ermenilerden destek buldularsa da Ermeni din adamlarına yazdıkları mektuplarla, kendilerine baskı yapan barbar Kürtlerden intikam almak ve onlardan kurtulmak için devlete yardım etmelerini istediler. Başarılı oldular denebilir. Son dönemde bazı Ermeni ve Kürt aydınları, iki halk arasındaki ilişkileri zedeler düşüncesiyle bu hususların üzerinde durmadılar."[5] Ancak aradan zaman geçmiş başta İngilizler olmak üzere Avrupalılar tarafından "Hıristiyan oldukları için kendilerini ellerinden tutmaya mecbur hissettikleri Ermenileri katleden vahşi bir topluluk olarak görülen Kürtler", bu tarihten sonra sahiplenilmiş gibi gösterilerek, Şark Meselesi'ne yeni bir boyut getirilmiştir.[6] Bu sahiplenmenin yansımalarından biri de Ermenileri ve Kürtleri birbirine yakınlaştırma ve kaynaştırma siyaseti şeklinde ortaya çıktı. Öncelikle iki unsur arasındaki en büyük ayrılık noktası olan din / islâmiyet şu ifadelerde görüldüğü gibi sorgulandı. " İslâmiyetin en az iki kez katlimize sebep olarak kullanıldığını görmemek mümkün değildir. Gelirken Müslüman olun, diye katlettiler. Sonra gün geldi halkımız öylesine müslümanlaştı ki, bu defa fazla müslümanlaştınız, mürtecisiniz diye yeniden katlettiler. . . Bu son haliyle dinin ulusal uyanış üzerinde olumsuz rol oynayabileceğini söylemek istiyorum. Bu anlamda işgalci güçlerin Kürdistan'da, dinimiz bir Allahımız bir, peygamberimiz bir, diye başlayan demogojilerini ve bunun kitleler üzerindeki etkilerini unutmamak ve şunu göz ardı etmemek gerekir. İslâm Türkiye'de bölücülükten ziyade milli birlik faktörü olarak rol oynuyor."[7]
Şimdi bu tarihi süreç nasıl işledi ona bakalım. 1879'da Van'da İngiltere vis-konsülü olarak görev yapan Yüzbaşı Clayton, hazırladığı raporda şu tavsiyelerde bulunuyor: Rusya'nın güneye inmesine set teşkil etmesi için büyük bir Ermenistan kurulması düşünülmekte ve bunun tahakkuku için de bir yandan dışarıdan Ermeni göçü teşvik edilirken öte yandan bölgedeki meskun Türk nüfus da başka bölgelere şiddet kullanarak taciz, yıldırma, korkutma metoduyla göç etmelerini sağlamak yoluna gitmektedirler. Ancak istenilen Ermeni nüfus kesafetini sağlamak için bunların da yeterli olmadığı anlaşıldığından aynen şunu teklif etmektedir: "Ermenilerin bu yöreye aktarılmalarını teşvik etmenin büyük faydası olacaktır. Eğer bu iş sessiz sedasız yapılabilirse geriye Kürtlerle Nesturiler kalır. Kürtler Ermenilerle kader birliği etmeye teşvik edilmelidir. Serbest bir eğitimle aralarındaki dini nefret yumuşatılmalı, bu iki ırk bütünleştirilmelidir."[8] Bu hedef tesbit edildikten sonra bu istikamette diğer devletler de şartlara ve zamana göre aynı şekilde hareket etmişlerdir. Tiflis'te çıkan Ermenice Mişak gazetesinde Berlin Konferansı'nı değerlendiren Kirkor Azruni. "Eğer Ermeniler, Berlin Konferansı'nda Kürtleri, Asurileri, Yezidîleri, Ermeni yaptıktan sonra kuvvetli kesif bir millet halinde müracaat etmiş olsalardı, bunlardan başka da silah kullanmaya kan dökmeye muktedir, kabiliyetli olarak görülselerdi o zaman Berlin Konferansı'nda mutlaka şimdikinden daha çoğunluk olabilirler ve Türkiye Ermenileri de siyasi hayatta daha layık bir millet olarak tanınırlardı."[9] demektedir. I. Dünya Savaşı öncesinde bölgede istihbari maksatla gezip, çeşitli bilgiler toplayıp bunları istatistiklere döken Rus generalinin bu konudaki tesbitleri ise şöyledir: "Yıllarca Kürt ve Ermeni arasında hiç bir olay yokken birden bire aralarında yüzyıllarca sürecek böyle bir kin ve nefretin gireceğini hiç kimse düşünmemiştir. Fakat Ermeni olaylarını uzaktan idare edenler (şayet Ermeni-Kürt ilişkilerini hakkıyla bilselerdi) Kürtleri, Ermenilerin aleyhine tahrik için değil, aksine aralarında bulunan ilişkilerin geliştirilmesi ve ilerletilmesi için büyük bir çaba harcarlardı ve bunların aralarındaki teşriki mesai için büyük emek vermek zorunda kalırlardı. . . Kürt ve Ermenilerin birlikte ayaklanmaları işe başka şekil verirdi. Bu ayaklanmayı hiç kimse reddetmezdi. Çünkü öyle Ermeni köyleri vardı ki Kürtçe'den başka hiç bir dil bilmezler. . . Eğer Avrupalılar ile İstanbul'daki komitacılar ve tüm Ermeniler, Ermenistan yerine Kürdistan kelimesini kullanabilselerdi, bütün Kürtleri arkalarına alırlardı."[10] 
Daha ileri zamanlarda Kürtlerle-Ermenilerin aynı olduğunu kabul ettirip bunu yaygınlaştırmak için yeni adımlar atılmaya başlandı. Özellikle Sovyet Ermenistan'ında yapılan ve oradan yönlendirilen araştırma ve yayınlarda bu konu ısrarla işlenmeye başladı. Bunların etkisinde kalarak yapılan çalışmalarda da bu konu sıklıkla dile getirilir oldu. Hatta bu süreci başlatabilmek için önce yazılı bir edebiyat meydana getirmek gerekiyordu ki, bunun da yapıldığına dair Bazil Nikitin'in[11] ifadesi aynen şudur: "Böylece 1928'den itibaren Ermenistan'da Kürtçe bir edebiyat yaratıldı."[12] Bu yoktan inşa edilen edebiyatın ürünleri vasıtasıyla işaret ettiğimiz fikirler işlenmeye başlandı. Şimdi bazı örnek alıntılarla konuyu sürdürelim. "Kürtlerin tarihi ve köken öyküsü bir çok yönleriyle Ermenilerinkiyle çakışıyor. . . İki halk ve iki komşu ülke olarak Kürt-Ermeni ilişkilerinin tarihi ilk çağlara, Medlere kadar uzanır. Ancak İslâmiyetin ortaya çıkışı ve özellikle ondan sonra Ermenistan, tıpkı Kürdistan gibi İran ve Türkiye'nin bir parçası haline geldi. . . Kürt ve Ermeni halklarını ve özellikle de bu iki toplumun halk kitlelerini birbirine yaklaştıran güçlü etkenler de vardı. En başta ve her şeyden önce her iki ulusu sömüren ve ülkelerini işgal eden güçler aynıydı. Kürtler ve Ermeniler bir yandan Safevi şahları diğer yandan Osmanlı sultanları tarafından baskı altında tutuluyordu. Şah Abbas binlerce Ermeniyi topraklarından sürmüştü. Çok daha büyük sayıda Kürt'ü de sürgün etmişti. Osmanlı padişahları da Kürt toplumunun gelişmesine olanak veren tüm kapıları kapamıştı. Ermenistan'ın gelişmesinin önüne dikilenler de yine bunlardı. Kuşkusuz bütün bu olgular Ermenilerle Kürtlerin istemlerini birleştirici bir niteliğe sahipti her ne kadar ilk sıralar bu gerçek dar görüşlü hesaplar yüzünden istenen ve beklenen sonucu vermediyse de daha sonraları bu gerçek etkisini göstermekte gecikmedi."[13] Bu ifadelerde iki unsur arasında bir tarih ve kader ortaklığı oluşturarak yakınlaşma ve birlik sağlamanın gayreti kendini açıkça gösteriyor. Geçmişte var olduğu kabul edilen bu birliğin gelecekte de ortak hareketi gerektireceğinin delili olarak uluslararası görüşmelerdeki faaliyetleri gösterebiliriz. Bunun yansımasını I. Dünya Savaşı sonundaki Paris Barış Konferansı'ndaki (1919) görüşmelerle ilgili olarak Kadir Cemil Paşa'nın (Zinar Silopi) yaptığı değerlendirmelerde görüyoruz. "Konferans'da Şerif Paşa ile Ermeni delegesi Nubar Paşa kararlaştırdıkları esas üzerinde tartışmaya başlandı. Her iki milleti hakimiyeti altında ezen Türk hükümeti bunların özel durumlarını kötüye kullanarak, hürriyet ve istiklâl mücadelelerinde işbirliği yapmalarına mani olduğuna hem fikirdiler. . . İki millet arasında hasıl olan anlaşmazlık sebebiyle uzun zamandan beri Ermenilerin Kürtler aleyhine yaptıkları propogandaların durdurulması gerektiğini Ermeni delegesi kabul etti. Ermeniler sahip oldukları yayınlar aracılığıyla hangi memlekette olursa olsun Kürt davasını savunacaklarını, Avrupa'da Amerika'da yaptıkları aleyhdar propogandaların aksine olarak Kürtler lehine propogandada bulunmaya söz veriyorlardı. Sonra Ermenilerin çeşitli memleketlerde bulunan Kürtlerin birbirleriyle ilişkilerine Kürt örgütü kuruluncaya kadar aracı olacaklardı. Kürdistan'ın büyük bir kısmını içine alan hayali büyük bir Ermeni davasından vaz geçeceklerdi."[14]
"İç ve dış dünyada propoganda yapılmasının gereği karşısında Kürt milletinin elinde kendisini medeni aleme tanıtacak en küçük bir yayın aracı yoktu. Hakikaten ilk dönemlerde Ermenilerin araçlarından çok yararlanıldı."[15] Bu düşüncelerin ve niyetlerin Türkiye'de ilk tatbiki 1910 yılında kurulan Kürt Neşr-i Maarif Cemiyeti'nin faaliyetlerinde görüldü. Cemiyetin Tüzüğüne uygun olarak, Kürt-Ermeni ilişkilerini iyileştirmek için Taşnak Partisi ile olumlu diyaloglar kuruldu. Sık sık düzenlenen toplantılara Ermeniler de çağrıldı. Aynı çağrı, Ermeniler tarafından Kürtlere yapıldı.[16] 1927 Yılında Lübnan'da kurulan Hoybun adlı cemiyet ifade edilen maksat ve işbirliğinin gerçekleştirildiği bir zemin olmuştu. Zaten cemiyetin adı bile özellikle seçilmişti. Ermenice'de görülmek, belirmek demek olan Hoybun, Ermeni Yurdu anlamında kullanılırken; aynı tabir Kırmanç ağzında bağımsızlık anlamını çağrıştıran benlik anlamında kullanılıyordu. İşte bu cemiyetin esaslarına baktığımızda gördüğümüz şu üç madde, güdülen maksadı açıkça ortaya koyuyor:
-Kürt aşiretleri arasındaki ihtilafları ortadan kaldırarak Türkiye aleyhinde birliği sağlamak (ayaklandırmak)
-Ermenilerle Süryaniler arasında da bu birliği sağlayarak Kürtleri de aynı gayeye hizmet ettirmek. 
-Ermeni Kürt ırk birliği iddiasıyla halkı bu gayeye yanaştırarak tarihi ve coğrafi bir hak kazanmak.[17] 
Hoybun'un kurucularından ve faal mensuplarından Süreyya Bedirhan 1928'de yazdığı kitabında şunları söyler. "1927 Ekim'inde Kürt halkını temsil eden Hoybun ve Ermeni halkının temsilcileri, Türkü ortak düşmanları bilerek ve çıkarlarının birliğini kabul ederek genel bir uzlaşmaya vardılar. Irkımın adına ben yiğit Ermeni halkına derin sempatimi ifade ediyor ve onların bağımsız ve birleşik bir Ermenistan yolundaki meşru ulusal isteklerine saygı duyduğumuza inanmalarını istiyorum."[18] 1930 Ağustos'unda Zürih'te toplanan II. Enternasyonal Kongresi'nde Kürtlerle ilgili konular bir Ermeni önerisi olarak gündeme getirilmiştir.[19]
1933'te Ermenistan'ın Erivan şehrinde toplanan Kürdoloji Kongresi'nde de benzeri kararlar (Kürtlerle Yezidîlerin ve Ermenilerin ırki münasebetlerini bulmak) alınmıştır. Bu durum 1935-1943 yılları arasında bölgede umumi müfettiş olarak görev yapan Abidin Özmen'in raporuna da şu tesbitlerle yansımıştır: "Bugün Suriye'de bulunan Kürt, Ermeni, Süryani bir çok isimleri hükümetçe de malum eşhas Ermenilerle Kürtleri daha sıkı bir surette birleştirip Süryani, Asuri ve Yezidî gibi ekalliyetlerden de istifade ederek Elcezire de dahil olmak üzere Toroslardan başlamak üzere büyük bir Ermenistan ve Kürdistan birliği kurmak için çalışmak. . ."[20]
Bu düşünceleri uygulama sahasına koymak ve onları bilimsel(!) bir tabana oturtmak maksadıyla özellikle başta Minorsky, Marr ve Nikitin olmak üzere onların yaptıkları çalışmalardan yararlanmalar gittikçe arttı. Minorsky, 1938 yılında 20. Uluslararası Doğu Bilimciler Kongresi'ne sunduğu tezde Kürtlerin orijinlerini araştırırken isim benzerliğinden çok, tarihi ve coğrafi delillere dayanmak gerektiğini belirterek Kürtlerin Medlere dayandığını söylüyordu. Diğer yandan Kürtlerin bölgenin yerli halkı olduğunu, onların Haldiler, Ermeniler ve Gürcülerle akraba olduklarını ve Kürt dilinin burada oluştuğunu savunan tezin (Yafetik okul) başta gelen temsilcisi N. J. Marr da Kürt dilinin daha sonra değişime uğrayarak Hint-Avrupalılaştığını ve Medce ile çok sıkı bağlarını kabul ediyor. Hatta onu Medce'nin mirasçısı sayıyor. Bazil Nikitin de bu ikisinin çelişmeyip sonuçta birbirine yaklaştığını ifade ediyor.[21] 
Son dönemde bu konular daha somut ifadelerde kendini açıkça gösterdi. ". . . Türk asimilasyonunun da büyük etkisiyle Batı Ermenistan coğrafi bir adlandırma olarak dahi kabul edilmeyip, Doğu Anadolu olarak adlandırılır ve buralarda kendi kimliklerine sahip çıkan çok az sayıda Ermeni vardır."[22] İfadelerinde görüldüğü gibi bölgeyi ifade etmek üzere özellikle seçilen ve Batı Ermenistan adı verilen Erzurum vilayetindeki bazı aşiretlerin aslen Ermeni olduğu iddia ediliyor. Buradaki büyük aşiretlerden biri olan Mamakanlı aşiretinin bunlardan biri olduğu ve Mamikonyan adı ile geçtiği ileri sürülüyor. Rus yazar Averniov da Celali adlı aşiretin ki bunlar Kotanlı, Soranlı, Saganlı, Hasananlı, Keçenanlı, Dutkanlı, Kapdekanlı ve Cinankanlı adlarıyla sekiz klana ayrıldığını söyleyerek bunların Kürtleşmiş Ermenilerden olduğunu iddia ediyor.[23] Yine Nikitin'in kitabında Kuzey Kürtlerinden bahsederken dipnotta verdiği şu kayıt da aynı doğrultudadır: "19. Yüzyıl Ermeni gezginlerinin çoğu zaman sözünü ettikleri bir takım Kürt aşiretlerinin reisleri Ermeni asıllı olduklarını bir sır olarak söylemişlerdir. Burada söz konusu olan aşiretler, Kürtçe konuşan ve Ermeni kilisesiyle bağlarını koparmamış olup milliyetlerini de hiç bir zaman saklamayan Ermeniler değildir."[24] Bu fikirlerin etkisini 1937 Dersim olayları dolayısıyla yapılan bir konuşmadan alınan şu sözlerde rahatça görmek mümkündür: ". . . Vank Kilisesi, zamanında Ermenilerle Kürtlerin iç içe yaşadığı bir bölgede kurulmuş. Ermenilerle Kürtlerin tarihten gelen bir soy bağları olduğu söylenir. Dersim'deki Ermeniler de Kürtleşmişlerdi zaten. . ."[25] 
Adeta parçadan bütüne giden bir metodla yeni bir kimlik inşaası veya transferi yapılmak istenmektedir. Biraz önce kendisinden bir alıntı verdiğimiz yazar, bölgenin güya Türk işgalinden kurtarılıp tekrar Batı Ermenistan haline getirilmesi için Ermeni örgütlerine uzun sürecek ve ülke topraklarında örgütlü bir mücadele verilmesi gerektiği bildirilmektedir.[26] Ancak bu tavsiyeyi yapan yazar Sevr Antlaşması'nda taahüd edilen Ermeni Devleti'nin kurulması için gereken öz gücü temin veya Ermeni nüfusunu yeterli seviyeye çıkarmak için özellikle Zazaların Ermeni asıllı olduklarının gösterilmesine de karşı çıkar gibi görünmektedir. Zazaların, Türk olduğuna dair çalışmaları ve tezleri devletin, Kürtlerde bir kafa karışıklığı meydana getirerek mücadeleyi bölmek ve pasifleştirmek maksadıyla giriştiği bir faaliyet olarak değerlendirirken[27], bunun aksinin daha geçerli bir metod olacağını hiç hesaba katmamaktadır. 
Sonuç olarak yukarıda işaret ettiğimiz yaklaşımlar çerçevesinde Kürt unsurunu, hem din hem de milliyet bağları itibarı ile Türklerden tamamen tecrid ederek, bölgede tarih içinde hadiselerin gelişmesine paralel olarak oluşmuş tabii ve beşeri direnişi ortadan kaldırarak, Türkiye aleyhine olan emellerin tahakkuku için daha uygun bir zemin hazırlamak maksadıyla sabırla her metodunun kullanılabilceğinin bir örneğini daha görüyoruz. Bu konuda Türkiye'ye düşen, araştırmaların teşvik edilerek kesintisiz ve genişletilerek sürdürülmesidir. Son söz olarak şunu söyleyelim: Şu husus ilmi bir hakikattir ki, köklü bir tarihe ve geniş unsurlarıyla bir milli kültüre ve onlara mesned ve makes olan bir vatana sahip olmak mazhariyeti dünyada her kavime nasip olmamıştır ve olmayacaktır.[28]

--


KAYNAKÇA;

[1] Bu konuda geniş bilgi için bkz. Sadi Koçaş, Tarih Boyunca Ermeniler ve Türk Ermeni İlişkileri, Ankara, 1967; Esat Uras, Tarihte Ermeniler ve Ermeni Meselesi, İstanbul, 1987. 
[2] Reşat Ekrem (Koçu), Osmanlı Muahedeleri ve Kapitülasyonlar (1300-1920), İstanbul, 1934, s. 218. 
[3] Bu konuda sayıları özellikle son yıllarda artan pek çok yayın yapıldı. Yine bu konu ile ilgili olarak yaptığımız bir çalışma dolayısıyla yüzlerce eser taramıştık. Bu yayınlara dayalı bir değerlendirme ve örnek bir liste için bkz. Kena Ziya Taş, "Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesinin Etnik Kültürel ve Tarihi Yapısı ıle ilgili Eserler ve Bunların Bölge Sorunlarındaki Yeri", I. Milletlerarası Doğu ve Güneydoğu Anadolu'da Güvenlik ve Huzur Sempozyumu Bildiriler, Elazığ, 2000, s. 1041-1051. Bu yazı kitapta yer almaktadır.
[4] Loqa Zoda, Irak'ta Kürt Sorunu ve Ulusal Unsurlar, Beyrut, 1969, s. 80'den aktaran Kemal Mazhar Ahmed, I. Dünya Savaşı Yıllarında Kürdistan, (Çev. Mustafa Düzgün), Ankara, 1992, s. 13, 58. 
[5] Naci Kutlay, Kürt Kimliği Oluşum Süreci, İstanbul, 1997, s. 33. 
[6] Sait Aşgın, "Doğu ve Güneydoğu Anadolu'daki Toplumsal Huzursuzluğun Tarihi Boyutu, I. Milletlerarası Doğu ve Güneydoğu Anadolu'da Güvenlik ve Huzur Sempozyumu Bildiriler, Elazığ, 2000, s. 862. 
[7] Malmisanij, Said-i Nursi ve Kürt Sorunu, İstanbul, 1991, s. 18, 19. 
[8] Salim Cöhce, "Büyük Ermenistanı Kurma Projesinde Kürtlere Biçilen Rol" I. Milletlerarası Doğu ve Güneydoğu Anadolu'da Güvenlik ve Huzur Sempozyumu Bildiriler, Elazığ, 2000, s. 520, 522. 
[9] Esat Uras, Tarihte Ermeniler, s. 254. 
[10] Mayévsriy V. T. , 19. Yüzyılda Kürdistan'ın Sosyo-Kültürel Yapısı Kürt-Ermeni İlişkileri, (Osmanlıca Trc. Mehmed Sadık, Osmanlıca'dan Haydar Varlı), 1997, Sipan yay, s. 86, 128. 
[11] V. Minorsky ve B. Nikitin , Çarlık Rusya'sının halef selef Urmiye konsolosları olarak vazife yaparken özellikle bu konuda çalışmalar yapmışlar daha sonra Bolşevik ihitilâli dolaysıyla gittikleri batı şehirlerinde de Kürdoloji Enstitülerinde aynı mahiyetteki çalışmalarını sürdürrmüşlerdir. Mahmut Rişvanoğlu, Saklanan Gerçek Kurmançlar ve Zazaların Kimliği, Ankara, 1994, C. 2, s. 649. 
[12] Bazil Nikitin, Kürtler Sosyolojik ve Tarihi İnceleme, C. 1-2, İstanbul, 1994, s. 485. 
[13] Kemal Mazhar Ahmet, Kürdistan, s. 51, 52, 53. 
[14] Kadri Cemil Paşa (Zinar Silopi), Doza Kürdistan (Kürdistan Davası), Ankara, 1991, s. 105. 
[15] Kadri Cemil Paşa, Doza Kürdistan, s. 109. 
[16] Kemal Burkay, Geçmişten Bugüne Kürtler ve Kürdistan, İstanbul, 1992, C. 1, s. 448, 449. 
[17] BCA KL 69 D 455 En 14. 1. Umumi Müfettiş İbrahim Tali Bey'in 22. 12. 1931 tarihli zata mahsus tel yazısı'ından aktaran Hüseyin Koca, Yakın Tarihten Günümüze Hükümetlerin Doğu ve Güneydoğu Anadolu Politikaları, Konya, 1998, s. 52. 
[18] Süreyya Bedirhan, Türkiye'ye Karşı Kürdistan'ın Davası, Princeton, N. J. 1928, s. 27-28'den aktaran B. Nikitin, Kürtler, s. 326. 
[19] B. Nikitin, Kürtler, s. 340. 
[20] Ahmet Mesut, İngiliz Belgelerinde Kürdistan, 1918-1958, İstanbul, 1992, s. 266-267. 
[21] Minorsky, Kürtler, İA, C. 6, s. 1089 vd; B. Nikitin, Kürtler, s. 24 vd. ; Kemal Burkay, Kürtler ve Kürdistan, C. I, s. 49, 50. 
[22] M. Kalman, Belge ve Tanıklarıyla Dersim Direnişleri, İstanbul, 1995, s. 33. 
[23] B. Nikitin, Kürtler, s. 279. 
[24] B. Nikitin, Kürtler, s. 53. 
[25] Faik Bulut, Belgelerle Dersim Raporları, İstanbul, 1991, s. 193. 
[26] M. Kalman, Dersim Direnişleri, s. 33. 
[27] M. Kalman, Dersim Direnişleri, s. 19, 33-34. 
[28] Emin Bilgiç, Erzurum ve Çevresinin Urartu Tarihindeki Yeri ve Urartuların Ermeniler ile Münasebetleri İddiasının Münakaşası, Ankara, 1993, s. 20. 


http://www.21yyte.org/tr/arastirma/politik-sosyal-kulturel-arastirmalar-merkezi/2010/01/10/3181/ermeni-kurt-soybirligi-iddialari

***

1 Kasım 2017 Çarşamba

AZERBAYCAN VE TÜRKİYE İLE BİTMEYEN KAN DAVASI EKSENİNDE ERMENİSTAN’IN DIŞ POLİTİKASI, BÖLÜM 2


AZERBAYCAN VE TÜRKİYE İLE BİTMEYEN KAN DAVASI EKSENİNDE ERMENİSTAN’IN DIŞ POLİTİKASI, BÖLÜM 2


Türkiye ve Azerbaycan ile ilişkiler 

Türkiye, Sovyetler Birliği’nin dağılması ile bağımsızlığını kazanan Ermenistan’ı 16 Aralık 1991’de hiçbir ön koşul ileri sürmeden tanımış ve ardından ekonomik güçlük içindeki Ermenistan’a insani yardımda bulunmuştur. Eylül 1991’de Türkiye, incelemelerde bulunmak üzere Orta Asya ve Kafkasya’ya heyetler yollarken Erivan’ı da dışlamamıştır. Bu dönemde Türk Kamuoyunun 1988’de başlayan Karabağ sorunu nedeniyle olumsuz yaklaşımına rağmen, Türk dışişleri Ermenistan’ın bağımsızlığının tanınması ve desteklenmesi gerektiği düşüncesindeydi. 
Bu çerçevede, Karadeniz’e kıyısı olmamasına rağmen Ermenistan, Türkiye tarafından 25 Haziran 1992’de kurulan Karadeniz Ekonomik İşbirliği 
Örgütü’ne kurucu üye olarak davet edilmiştir. Aslında Ermenistan’ın bağımsızlığını ilanından sonra Türkiye Ermenistan ilişkilerini iki döneme ayırmak mümkündür. Bu birbirinden farklı iki dönemde Türkiye-Ermenistan ilişkileri farklı bir takım özellikler göstermiştir. Bu dönemler daha önce değinildiği gibi Ermenistan’ın iç politik hayatına dolayısı ile dış politikasına yön veren iki anlayış iki parti olarak da izah edilebilir. Ermenistan Milli Hareketi (ANM) ve Ermenistan Devrimci Federasyonu (Taşnaksutyun). Bağımsızlığın ilanının ardından 
Ermenistan Milli Hareketi ve onun lideri Levon Ter-Petrosyan Türkiye ile ilişkilerini her iki ülkenin de birbirlerine ihtiyaç duyduğu fikri üzerine 
geliştiremeye çalışmıştır. Petrosyan’a göre, "Ermeniler tarihsel düşmanlıklarını unutup Türklerle ilişkilerini normalleştirmedikleri sürece Ermenistan’ın Rusya’dan tam bağımsızlığını elde etmesi mümkün olmayacaktır." Çünkü realpolitik bunu gerekli kılıyordu.30 Bu fikir üzerinde en büyük baskı, Osmanlı İmparatorluğunun 1915’de Ermenilere karşı uyguladığı iddia edilen sözde soykırımı Türkiye’ye 
kabul ettirme çabalarının halklar üzerindeki büyük etkisi olmuştur. 

Ter Petrosyan Türkiye ve Ermenistan’ın ilişkileri ekonomik alanda geliştirilirse, Ermenistan Türkiye’yi Avrupa’ya açılma anlamında bir köprü olarak, Türkiye de Ermenistan’ı Orta Asya’ya açılma anlamında bir köprü olarak görebilmeyi başarırsa ve bunun doğal sonucu olarak iki ülke arasındaki ticaret hacmi gelişirse geçmişin kötü izlerinin üstesinden gelmenin çok daha kolay olacağına inanmıştır.31 Bu çerçevede sözde soykırım iddialarını gündeme getirmemek sureti ile Türkiye’yi, bağımsızlığına yeni kavuşmuş ve sancılı bir dönüşüm süreci yaşayan Ermenistan’ın Batıya gerek siyasi gerekse ekonomik alanlarda entegrasyonu için bir basamak olarak görme eğilimi hakimdi. Bu dış politika 
anlayışı içerisinde iki ülke arsında bir takım temaslar gerçekleşmiş, Erivan’ın bu yaklaşımına cevaben Türkiye, ekonomik sorunlarla yüz yüze kalan Ermenistan’a insani yardımın ulaştırılabilmesi için topraklarını açmış, kendisi insani yardımda bulunmuştur.32 Fakat iki ülke ilişkileri gerek iki ülkenin iç faktörlerinin33 etkisi gerekse Ermenistan’ın Azerbaycan’a karşı uyguladığı işgal politikalarının şiddetlenmesi nedeniyle kopuşa sürüklenmekten kurtulamamıştır. 

Ter Petrosyan hükümetinin Türkiye ile ilişki kurulması gerektiği düşüncesi hem Ermenistan toplumundan hem de diasporadan da büyük tepki ve eleştiri almıştır. Özellikle "Büyük Ermenistan" hayalinin en güçlü savunucusu Taşnakların ağır baskısı Petrosyan’ın istifasına giden süreci hızlandırmıştır.34 Bu tepkiler Ermenistan’ın Azerbaycan’a karşı saldırganlığı arttıkça aynı oranda ekonomik sıkıntı içinde olan halktan bile taraftar bulmaya başlamıştır. Türkiye4de ise kamuoyunun yoğun baskısı sonucunda, Ermenistan’ın işgal edilmiş Azerbaycan 
topraklarından çekilinceye kadar sınırını kapattığını ve bu gerçekleşmediği takdirde hiçbir şekilde diplomatik ilişki kurulmayacağını açıklanmıştır.35 

Bu duruma yeni bir açılım getirmeye çalışan Erivan yönetimi, Türkiye ile ilişkilerinin Dağlık Karabağ sorunundan ve Ermeni-Azeri ilişkilerinin doğurduğu diğer sonuçlardan ayrı ele alınması gerektiği tezini ortaya koymuştur. Öyle ki Ermenistan Devlet Başkanı Ter Petrosyan’ın başdanışmanı Jirair Libaridian 1996’da Ankara’ya yaptığı ziyaret sırasında Yunanistan ve Türkiye’nin Kıbrıs sorununa rağmen ekonomik, diplomatik hatta turistik ilişkide bulunabildiklerini ve Dağlık Karabağ sorununun da iki ülke ilişkilerini etkilememesi gerektiği şeklindeki çabaları sonuçsuz kalmıştır.36 

Bir araya gelen çeşitli gelişmeler iki ülke arasında hızlı ve temele inen yakınlaşmayı önlemiştir. Bu gelişmeler şöyle sıralanabilir; 
• Türkiye’nin ısrarla Ermenistan’dan soykırım iddialarından vazgeçmesini ve açıkça Türkiye’den toprak talebi olmadığını ilan 
etmesini istemesi, Ermenistan’ınsa bunlara yanaşmaması; 
• Orta Asya ve Kafkasya’da etkinlik kurma çabasındaki Türkiye’nin, Karabağ sorununda Azerbaycan’ı koşulsuz desteklemeye 
başlaması ve bununda kaçınılmaz olarak Ermenistan’a karşı politikaları beraberinde getirmesi; 
• Karabağ çatışmalarının değişen koşulları ve bunların Türk kamuoyu üzerindeki etkileri; 
• Özellikle son faktöre bağlı olarak Türkiye’de Turancı fikirlerin gelişmesi ve bunun Ermenistan’ın geleneksel korkularını azdırması. 

Levon Ter Petrosyan döneminden sonra, özellikle artan Ermeni milliyetçiliğinin hızlı ve kararlı adımlarla yükselen ismi Koçaryan’ın, üstlendiği cumhurbaşkanlığı göreviyle Türk-Ermeni ilişkileri farklı şekilde gelişme göstermiştir. Karabağ konusunda sert bir çizgiyi savunmasının kazandırdığı ivme ile görevi üstlenen Koçaryan, hem Karabağ konusunda hem de sözde soykırım konusunda kendisine bu ivmeyi kazandıran grubun taleplerinin de etkisiyle "uzlaşmaz" bir dış politika sergilemeye başlamıştır. Diaspora Ermenileri ile işbirliğinin azımsanmayacak etkisi ile daha aktif bir dış politika izlemeyi başaran Koçaryan Türkiye’ye karşı sözde soykırım iddialarını yükselişini sağlarken diğer taraftan, artık Azerilerle Türkler arasında fark görülmediği için Azerbaycan’ın da soykırımla özdeşleştirilmesi sonucu Karabağ sorunun çözümünde de ön koşul haline gelmesini sağlama hedefine yönelmiştir. 

Siyasi-ekonomik gücünü özellikle ABD, Rusya, Fransa, Gürcistan, İran, Suriye ve Lübnan’da etkin bir şekilde kullanabilen diaspora Ermenileri, geçmişte Lübnan Devletini ve Rus Duması’na soykırım iddialarını kabul ettirmiştir. Son olarak Fransa’da bir soykırımı yasası çıkartarak, Koçaryan’ın Türkiye’yi uluslararası arenada sıkıştırma ve böylece taviz koparma politikasına en büyük katkıyı sağlamıştır. 
Bugün Ermenistan Türkiye ilişkileri tarihinin belki de en gerilimli döneminde olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Ermenistan’ın Türk-Ermeni ilişkilerinde gündemi belirleyen olarak izlediği saldırgan dış politikasına karşın, Ermenistan Dışişleri Bakanı Vardan Oskanyan, Türkiye’nin bölgesel politikasını "gösterişli ve kendini beğenmiş" olarak tanımlamaktadır.37 Bu tanımlamaların altında Türkiye ve Azerbaycan’ın uyguladığı ekonomik blokajın sebep olduğu sıkıştırılmışlık-kısılmışlık duygusunun olduğunu da söylemek mümkündür. 

Ermenistan’ın, günümüzde Türkiye'ye yönelik politikası şu iki temel ilke üzerinden gelişmektedir: 

a) "Ermeni soykırımının Türkiye tarafından tanınması, Türkiye - Ermenistan ilişkilerinin geliştirilmesi için bir önkoşul değildir. 
Ancak, tarihsel geçmiş bu ilişkilerin ayrılmaz bir unsuru olduğundan ilişkilerin gelişmesine paralel olarak bu sorun iki devlet arasında 
görüşülüp bir çözüme bağlanmalıdır". 

b) Türkiye-Ermenistan ilişkileri, Yukarı Karabağ sorunundan ve Ermeni-Azeri ilişkilerinin doğurduğu diğer sorunlardan soyutlanarak 
ele alınmalıdır. 

Erivan’ın bir diğer korkusu Pan-Türkizm akımıdır. Türkiye’nin dış politikasının bu ideolojik akıma dayandığına inanmaktadır. Ankara’nın, Yeni Türk Cumhuriyetler ile tesis etmeye çalıştığı iyi ilişkileri bu çerçevede değerlendirmektedir. Buda iki ülke arasındaki sorunların derinleşmesinin farklı bir boyutudur. Buna daha önce değindiğimiz diğer faktörlerinde eklemlenmesiyle Erivan şu tarz politikalar geliştirmiştir; 

• Azerbaycan’ın Kuzey Kafkasya bölgesine etkisini engellemeye çalışmaktadır. 
• Türkiye'nin Kafkaslar ve Türkistan’a politik ve ekonomik yayılımını engellemeyi amaçlamaktadır. 
• "Soykırım" propagandasıyla uluslararası arenada Türkiye ve Azerbaycan’ın imajını zedeleyerek uluslararası kamuoyunun gözünde kendi izlediği 
   politikaları meşru bir zemine oturtmaya çalışmaktadır. 
• Rusya ile stratejik ortaklık kurarak, Azerbaycan petrolünü taşıyacak ve Türkiye üzerinden Batıya ulaştıracak boru hatlarının güvenliğini tehdit etmektedir. 
• Propaganda mahiyetli olarak Kafkaslarda güç dengesini korumak amacıyla, Türkiye ve Azerbaycan’dan aldığı güvenliğine yönelik tehditler sebebiyle Rusya, 
ve Çin ile askeri işbirliğine gitmek zorunda olduğunu savunmaktadır. 

Dağlık Karabağ Kördüğümü: 

Günümüzde Ermenistan’ın dış politika gündemini işgal eden diğer sorunlarının hepsini Karabağ problemiyle ilişkilendirmek mümkündür.

Bu sorun Azerbaycan ve Türkiye ile ilişkilerinin odak noktasını oluşturmaktadır. Tarihi olaylar ne olursa olsun Ermenistan-Türkiye sürtüşmesinin pratikte temel nedeni ilk bakışta Azerbaycan-Türkiye ittifakı gibi görünmektedir. Ermenistan ile ilişkilerini Karabağ probleminin çözümüne bağlamış olan Türkiye’ye karşılık olarak Koçaryan da aynı konuda soykırım problemini öne çıkarmaktadır. Güçlü Ermeni Lobisi ise Kürt, Suryani, Rum ve zaman zaman da Yahudi lobileriyle ittifak oluşturarak Türkiye’yi köşeye sıkıştırmanın zeminini hazırlamaktadır. 
Bugün Türkiye, Azerbaycan ve Ermenistan arasındaki Dağlık Karabağ nedeniyle çıkan çatışmaya yakınlığıyla, tüm Kafkasya ve Orta Asya siyasetinde batağa saplandığı söylenebilir. Aynı zamanda Türkiye ile birlikte ABD ve Avrupa Birliği de Karabağ sorunundan dolayı bölge siyasetlerinde Rusya karşısında manevra kabiliyetlerini büyük ölçüde yitirmişlerdir. Bu sorun, Ermenistan’ı kullanarak Rusya’nın, Kafkaslarda ve Orta Asya’daki konumunu vurgulamasında kilit rol oynamaktadır. 

Türkiye’nin hayati çıkarlarının gereği, Karabağ sorununda tarafsız tutumunu koruması zor olmakla beraber bugüne kadar mevcut durumu bozacak hiçbir girişimde de bulunmamıştır. Sorunun ciddiyeti batı tarafından son derece iyi kavranmış AGİT mekanizmaları ve hatta NATO, sorun çevre ülkelere ve Türkiye’ye sıçramadan önce bir çözüm bulunması için uzun zamandır girişimlerde bulunmaktadırlar. Artık Ermenistan’ın, işgal ettiği Azerbaycan toprakları konusu Karabağ’da siyasi çözümün temel politik konusuna dönüşmüştür. Dağlık Karabağ Ermenileri, sorunun çözümüne yönelik yapılan görüşmelere katılması için Ermenistan tarafından gösterilen yoğun çabalara rağmen, hukuki olarak hiç kimse tarafından sorunun tarafı olarak kabul edilmemektedir. 

AGİT Karabağ'ın Azeri toprağı olduğunu karara bağlamıştır. Kendiside bir Avrupa Konseyi üyesi olan Ermenistan, Konseyin kararlarının bir gereği olmasına rağmen Azerbaycan’ın toprak bütünlüğünü resmen tanımaktan kaçınmaktadır. Fakat pratikte bu durum Ermenistan’a çözüme yönelik herhangi bir zorlayıcı yaptırım olarak da yansımamıştır. Her şeyden önce Karabağ sorunu Kafkaslarda istikrarsızlığın kronikleşmesinde birincil rol oynamaktadır. Türkiye’nin bu soruna zamanında müdahalede bulunamaması Rusya’ya ve İran’a liderliği 

Türkiye’den çalarak Azerbaycan’da ve Ermenistan’da korumacı rolünü üstlenme fırsatı vermiştir. Müdahale durumunun ise Türkiye’nin Artık Ermenistan’ın, 
işgal ettiği Azerbaycan toprakları konusu Karabağ’da siyasi çözümün temel politik sorununa dönüşmüştür.

Kafkasya’daki ilişkileri ve Rusya, NATO ve ABD ile ilişkileri açısından çok pahalıya patlayacağı mutlaktır. Fakat sorunun, Türkiye’nin mecburen harekete geçmesinden önce dış güçler tarafından çözümlenmesi umudu vardır. Her biri diğer bir ülkenin coğrafi sınırları içinde bulunan ve ulaşılması mümkün olmayan Karabağ ve Nahçıvan konusunda karşılıklı koridor sağlanması olasılığı, tek uzlaşma umudunu teşkil etmektedir. 

Daha kötümser bir bakış açısı ile ise bölgede sağduyuya ulaşılabilmesi için daha fazla kan dökülmesi gerekecektir. Ancak kararlı bir askeri müdahale ile kalıcı bir çözüm getirilse dahi, bu müdahale Kafkasya siyasetini yıllar boyunca sızlatan ve zehirleyen psişik bir yara, her iki ülkedeki maceracılar ve dış güçler tarafından her zaman yeniden tahrik edilmesi mümkün hassas bir konu olarak kalacaktır. 
ABD, Karabağ sorununun çözümünü ve sınırların açılmasını Ermenistan’ın boru hatlarından bölgesel ticaret ve ekonomik işbirliğinin sağlanmasına kadar birçok gelişmeye entegrasyonu açısından son derece önemli görmektedir.38 Problemi Ermenistan’ın öne sürdüğü koşullar çerçevesinde düşündüğümüzde Türkiye ile ilişkilerin normalleşmesi Ermenistan için tehlikeyi kendiliğinden azaltacaktır. 
Böyle olunca da ABD’nin özlemini duyduğu, Ermeni-Rus ittifakının Ermenistan tarafından Türk tehlikesini etkisiz hale getirmek olarak lanse edilen rolünün39 önemi kalmayacaktır. Bu şartlarda, Ermenistan, Türkiye ve ABD, dış siyasetinde önemli bir hareket serbestisine de sahip olacaklardır. Bununla Rusya ve İran’ın Kafkaslarda gerginlik yaratma ve etkin olabilme olanakları en aza inecektir. ABD’nin son dönemde Karabağ sorununun çözümüne yönelik artan gayretlerini de bu bağlamda değerlendirmek yerinde olacaktır. 

Moskova her zaman Dağlık Karabağ probleminde tansiyonu yüksek tutmayı Güney Kafkasya’da kendi çıkarları açısından daha uygun görmüştür. Bunun en önemli sebeplerinden biri petrol ulaşım güzergahının çıkarlarıyla bağdaşmaması dır. Fakat son dönemde yanıltıcı söylemlerle durumun değiştiğini, kendisinin de barışı istediğini anlatmaya çalışmaktadır. Dağlık Karabağ probleminin çözümsüzlüğünü desteklemek Rusya karşısında, bölgede oluşan yeni güç dengeleri içindeki diğer aktörlerin hareket alanını daralttığı bir gerçektir. Rusya’nın stratejik ortak olarak tanımladığı Ermenistan’la diğer Güney Kafkas ülkelerine göre çok az sorunu vardır. Bu ciddi olmayan sorunlar, Ermenistan’ın artan Rus bağımlılığını dengelemek için diğer uluslararası aktörlerle ilişkilerini geliştirmek istemesinden kaynaklanmaktadır. 

Bunlara ek olarak Rusya’nın bölge üzerindeki politikasını ülkenin açıklanan yeni ulusal güvenlik doktrini ile bağlantılandırmak mümkündür. Ermenistan’a BDT anlaşmaları ve diğer askeri anlaşmalar çerçevesinde kalıcı bir şekilde yerleşen Rusya’nın, uzun vadeli çıkarları açısından Azerbaycan ile de aynı tarz ilişkiler kurması ve geliştirmesi gerekmektedir. Rusya, Azerbaycan ile olan politik ilişkilerini arttırırken bir yandan da Ermenistan’ın isteklerine eskisi gibi cevap vermeyerek ülke üzerindeki baskısını artırabilme olanağına sahiptir. Bu durum doktrinin öngördüğü eşit mesafeli dengeli ilişkiler kurma yaklaşımının bir sonucudur.40 Var olan koşullarda Moskova için öncelikli olan Dağlık 
Karabağ sorununun çözümü değil, sorun bağlamında Rus-Azeri ilişkilerinin geliştirilmesidir. Güney Kafkasya tarihsel olarak Rusya'nın çıkar bölgesidir ve Moskova bu bölgedeki üç ülkeden sadece Ermenistan ile iyi ilişkilerde içinde bulunarak kendi çıkarlarını uzun vadede koruyamayacağının farkındadır.41 

Bugün Karabağ sorununun Kafkasya'nın geleceği açısından birçok anlamı bulunmaktadır. Sorun diğer bölge ülkelerine sıçramadan ve uluslararası güçlerin doğrudan müdahalesini gerektirmeyecek tedbirlerin önceden düşünülmesi ve çözümlenmesi çarelerinin bulunması gerekmektedir. 

Ermenistan, bir anlaşmanın imzalanması durumunda ne kazanır ne kaybeder? Olası bir barış anlaşması Azerbaycan ve Türkiye’nin Ermenistan’a uyguladıkları ambargonun kaldırılmasına ve Ermenistan’ın doğu ve batıdaki iki komşusuna açılmasını sağlayacaktır. Bu konu özellikle Batı tarafından Ermenistan’ın tehlike sinyalleri veren ekonomisinin düzlüğe çıkması için en önemli faktör olarak gösterilmektedir.42 

Sorun çözüldüğünde bile kısa vadede Bakü ve Ankara Ermenistan’ı hem ekonomik hem de politik açıdan sıkıştırmaya devam edecektir. 

Uzun vadede ise Türkiye’nin sınırı tamamen açması Ermeni soykırımı konusu ile bağlantılıdır. 

IV. Bazı Tespitler ve Öngörüler 

Kafkasya bölgesinin Rusya, İran, Türkiye ve Batı arasında cereyan eden "Yeni Büyük Oyun" alanı olduğu açıktır. Bölgede oynanan "büyük oyun"un ise "büyük kazanç" anlayışına dönüştüğünü söylemek mümkündür.43 Petrolün çıkarılması ve ulaşımı bölge ülkeleri üzerinde olumlu ekonomik etki yaratacak olmasının yanı sıra, bu işlemleri finanse edecek olan bölge dışı güçlerin pastadan alacağı payın büyüklüğü onlarında bölgeye ilgisini her zamankinden daha fazla artırmaktadır.44 

Bu nedenle Kafkasya’nın istikrarı problemi gitgide daha da önem kazanmaktadır. 

Rusya ve İran’ın, Kafkasya’daki ana stratejilerinin, bölgeye Türkiye’nin ve Batı’nın ekonomik ve askeri alanlarda yerleşiminin önlenmesi olduğu dikkate alınırsa mevcut durum daha net anlaşılabilir. Rusya için Ermenistan, Kafkasya'da stratejik ve siyasi bir destek noktasıdır. 

Ermenistan, ABD ve Türkiye için önlem alırken, düşünülmesi gerekli olumsuz bir faktör rolü oynamaktadır. Ayrıca, Ermenistan ve Rusya arasındaki geniş işbirliği ve İran’ın Ermenistan ile iyi ilişkileri, Rusya-İran ilişkilerinde Erivan’ı aracı konumuna oturtmuştur. Böylece, Kafkasya’da Moskova-Erivan-Tahran’ın fiilen ittifakı oluşmuştur. Ermenistan bunu yaparken AB ve ABD içerisindeki lobilerinden de ciddi destek almaktadır. 

Bu destek Ermenilerin, ABD ve onun müttefiklerine karşı taviz alma imkanını da sağlayabilmektedir. Ermenistan İran’ı Avrupa’ya taşırken, İran da Ermenistan’ın Körfez ve Asya’ya açılışını sağlamaktadır. Ermenistan; ABD, AB, Rusya ve İran arasında dört boyutlu bir politika izleyerek kaygan bir zemin oluşturmakta, bu politikası bölgede şuan var olan statü ve dengelerin değişmesini önlemek olduğundan, ABD’nin Kafkasya ve Orta Asya politikasını olumsuz etkilemektedir. Rusya’nın Ermenistan’la var olan iyi askeri ilişkilerine karşın, bu ülkedeki Ermeni lobisinin siyasi alandaki etkisiyle ABD, Ermenistan’a azımsanmayacak oranda ekonomik yardımda bulunmaktadır. ABD’deki 1 milyona yakın Ermeni diasporası bütün gücünü ve etkisini ABD’nin anavatanlarına yaptığı yardımı artırmak için kullanmaktadır. Bir yandan ABD’nin Azerbaycan’a ekonomik yardım yapmasını engellerken,45 kongrenin anahtar üyelerinin de yardımıyla Ermenistan’ı İsrail’den sonra ABD’den en fazla dış yardım alan ülke durumuna getirmişlerdir.46 

Jeopolitik açıdan Türkiye - Rusya ilişkilerinin gelecekteki gelişimi de, Ermenistan ve diğer Kafkasya ülkeleri üzerinde son derece etkili olacaktır. Esasında, Türkiye ile Kafkasya'daki Rus askeri güçleri arasında tampon devletler bulunmaktadır. Ancak Ermenistan- Türkiye sınırının korunmasını Rus askerleri üstlenmiştir. Ayrıca Rusya'nın Gürcistan ve Ermenistan'da askeri üsleri bulunmaktadır. 
Rusya, askeri açıdan önemli bir bölgesel tehdit olmaya devam etmekle birlikte Türkiye’ye karşı doğrudan bir tehdit olarak algılanmamaktadır. 

Ankara ve Moskova birbirlerini Kafkasya ve Orta Asya politikaları bağlamında rakip olarak algılamaktadır. 

Burada altının çizilmesi gereken bir diğer nokta da, Karabağ probleminde ABD’nin Azerbaycan ve Türkiye’ye karşı takındığı tavırdır. Bu tavır ABD’nin bölgedeki çıkarlarında Türkiye’ye kayıtsız şartsız bağlı kalması halinde Pan-Türk bir bölgenin ortaya çıkmasından duyduğu korkuyu açıkça ortaya koymuştur. Ortaya çıkacak bütünleşmiş bir Türk bölgesi laik olsa bile, bu ne Rusya’nın ne ABD’nin ne de Avrupa Birliği’nin yararınadır. 

AKKA47 hükümlerinin art arda gelen kararlı girişimlerle Rusya lehine iyileştirilmesi, Rusya’nın Gürcistan ve Ermenistan’da askeri üslerini 
yeniden teşkil etmesi ve 1993 tarihli "Yakın Çevre Doktrini" ile başlayan son askeri doktrin dahilinde de açıkça vurgulanan nükleer silaha başvurma tehditleri sebebiyle Türkiye’nin birçok ortak özelliğe sahip bölge ülkeleriyle ilişkilerini geliştirmek istemesinin karşısında Rusya Federasyonu’nu bulmasına sebep olmaktadır. Bu durum 1917-1921 döneminde yaşananları kuvvetle hatırlatmaktadır. Yani sorun Batılıların boşluğun kendileri tarafından doldurulmasını gerekli yada mümkün görmemeleri ve başta Türkiye olmak üzere bölgesel güçlere umdukları desteği vermemeleridir. Rus kuvvetlerinin Kafkasya’nın kuzeyinde, Avrupa Konvansiyonel Kuvvetler Antlaşması’na aykırı olarak artırılması talebi bunun en çarpıcı örneğidir.48 

  < Jeopolitik açıdan Türkiye-Rusya ilişkilerinin gelecekteki gelişimi de, Ermenistan ve diğer Kafkasya ülkeleri üzerinde son derece etkili olacaktır. >

Rusya özellikle Bakü-Ceyhan ve Tarans-Hazar boru hatları projelerini bölgedeki etkinliğini korumasına yönelik ciddi tehditler olarak görmektedir. Bu haliyle Bakü-Ceyhan boru hattının Ermenistan üzerinden geçirilmesi fikri, bir yandan bölge ülkeleri arasında gelişen ilişkileri tümden sarsacak bir tehlike taşımakta iken, diğer yandan Rusya-Ermenistan arasındaki stratejik ortaklığı bozacak potansiyeli de içinde barındırmaktadır. 

Kafkasya bölgesinin petrol ve gaz kaynakları nedeniyle gitgide artan önemi ve uluslararası aktörlerin bölgeye olan ilgilerindeki artış, Rusya- Ermenistan ilişkilerini çok daha karmaşık hale getirmiştir. Rusya ve Ermenistan arasındaki stratejik işbirliği ortadan kalkmamakla beraber bu ilişkinin yeni yüzünü Putin’in bölge üzerindeki pragmatist politikaları belirlemeye başlamıştır.49 ABD'nin bölgede pasif görünen durumuna karşılık Rusya, daha şimdiden Kafkasya'da eski SSCB'nin nüfuz alanına yayılmaktadır. Rusya enerji kaynaklarını tek başına kontrol edebilmek uğruna tatlı-sert diplomatik taarruz ve küçük çaplı, gizli askeri operasyonlar yoluyla kıyasıya mücadele etmektedir. Gelecek yıllarda daha 
güçlü ve kapasiteli bir Rusya, şimdiki gibi tatlı-sert diplomasiyle sınırlı kalan mücadeleler yerine, daha tek taraflı ve emrivaki militer girişimleri tercih edebilir. Bu bölgede, Rusya'nın durdurulamayan yayılmasının önünde güçlü tek engel Türkiye olabilir.50 Ancak bu ülke, Rusya gibi bir güçle başa çıkabilecek siyasi, ekonomik ve teknolojik bir güce sahip değildir ve yakın bir gelecekte de sahip olamayacaktır. Öte yandan, siyasi istikrar ve ekonomik refah düzeyi makul güçlü bir Türkiye, ABD'nin bir süper güç olarak Rusya'yı durdurmak için izleyeceği siyasetler çerçevesinde, özellikle Kafkasya'da, önemli bir rol oynamaya devam edebilecektir. 

İran tarafından bakıldığında Ermenistan, Batı ve Kuzey İran’ı Türklerin etkisinden koruyan bir etkendir. Ve Tahran’ın Moskova ile diyaloğunu kolaylaştırmaktadır. 

Aynı zamanda İran ve Rusya, ABD ve Avrupa’daki Ermeni lobisinin siyasi alandaki etkinliğinden faydalanmayı amaçlamaktadırlar. 

Rusya’nın bölgede zayıflamasından rahatsızlık duyan Erivan, Çin’in Kafkaslara girmesini kolaylaştırıcı politika da izlemektedir. Pekin, Ermenistan’ı destekleyerek Azerbaycan’ın güvenliğini tehdit etmekte ve jeopolitik önemini azaltarak Batının Orta Asya’ya girmesini engellemek amacıyla 
Kafkaslarda etkili olma isteğindedir.51 Çin’in rahatsızlığının bir diğer nedeni Türkiye’nin gelecekte Orta Asya’da etkinlik koyma olanaklarıyla 
bağlantılıdır. Diğer bir ifade ile Ankara’nın Doğu Türkistan’a yönelik açılımlarından korkan Pekin, "Pantürkizm’i" Kafkaslarda Dağlık Karabağ 
sırtlarında durdurmayı hedeflemektedir. 

Bu söylenenler çerçevesinde Ermenistan’ın dış politikası yalnız Rusya ve İran’ın devlet çıkarlarının değil, Ermeni ulusal ideolojisi Haydat -Ermenilerin Davası - ile de tam bir uyum göstermektedir. Diğer bir değişle, Ermenistan’ın Rusya ve İran’ın elinde araç veya silah olduğunu ifade etmek propaganda karakteri taşımaktadır. Ortada uyuşan, üç başkentin Moskova, Tahran ve Erivan’ın birbirleriyle ahenk içinde olan çıkarları vardır. Günümüzde Ermenistan Dış Politikasının öncelikli maddeleri şunlar gibi görünmektedir; 
• ''Ermeni soykırımının uluslararası düzeyde tanınması için çaba gösterirken aynı zamanda Türkiye ile normal ilişkiler kurarak ticaret kanallarını açmak. Ermenistan 1915 soykırım iddiası ile Türkiye’nin tarafsızlaştırma ve Kafkaslardan dışlama ve uluslar arası arenada sıkıştırma çabasındadır. 
• Dağlık Karabağ sorununu sıcak çatışmaya dönüşmeden mevcut durumu kalıcı kılacak şekilde barışçıl yollarla çözmek; Rusya’nın bölgede zayıflamasından 
rahatsızlık duyan Erivan, Çin’in Kafkaslara girmesini kolaylaştırıcı politika da izlemektedir.
• Gürcistan, Çin, İsrail, Suriye, Yunanistan gibi bölgede köklü menfaati olmayan devletlerle daha yakın ilişkiler kurmak; 
• Rusya, İran, AB ve ABD ile hiçbirinin etki alanına girmeden işbirliğine gitmek.


DİPNOTLAR;

1 Ayrıca başkan Putin ziyarette bulunmak suretiyle Sovyetler Birliği’nin K.Kore ve Küba gibi eski müttefikleriyle de ilişkileri yeniden yapılandırma 
girişimlerinde bulunmuştur. Kremlin yetkilileri de İran ve Irak’ı da daha yakın ilişkiler kurmak amacıyla ziyaret etmişlerdir. 
2 Dr. Lee Peterson, "Başkan Putin ve icraatları Rusya’da eskiye dönüş olarak kabul edilebilir mi?", Avrasya Dosyası, Rusya Özel, Kış 2001, Cilt 6, sayı 4, s. 17-19. 
3 Stefanos Yerasimos; Milliyetler ve Sınırlar, Balkanlar, Kafkasya ve Orta-Doğu, iletişim Yayınları, istanbul 1994, s: 502. 
4 Öyle ki Rusya İran’ı nükleer teknoloji ve silahlar gibi "yüksek öneme sahip" konularda desteklediği sürece, İran eski Sovyet güneyine devrimci 
ideoloji ihraç düşüncesinin dışında yalnızca ekonomik potansiyelini dikkate alacaktır. Pavillionis, P.; Gragosian. R., The Great Game- Pipeline Politics in 
Central Asia, Harvard International Review, Winter96/97, Vol. 19 Issue 1, p24, 8p,2bw.
5 Mustafa Kibaroğlu; "Rusya’nın Yeni Ulusal Konsepti ve Askeri Doktrini", Avrasya Dosyası, Rusya Özel, Kış 2001, Cilt 6, Sayı 4, s.96-106. 
6 Mustafa Kibaroğlu; "Rusya’nın Yeni Ulusal Konsepti...''
7 Robert O. Freedman, "1990’larda Rusya-İran ilişkileri", Avrasya Dosyası, Rusya Özel, Kış 2001, Cilt6, sayı: 4, s.356-374.
8 Manvel Sarkisyan, Ermenistan’ın Dış Politikası, Ermenistan Ulusal ve Uuslararası Araştırmalar Merkezi Yayını, Erivan 1998. 
9 Nazmi Gül; 21. Yüzyılın Başlangıcnda Haydat ( Ermenilerin Davası ), Stratejik Analiz, Sayı 2, s.25-28. 
10 Vamık Volkan, Center for Development Research (ZEF Bonn): Facing Ethnic Conflicts, 14-16 Decenber 2000. 
www.zef.de/download/ethnic_conflict/volkan.pdf
11 Güdüz Aktan, "Ermeni olayları ve kimlik sorunu", Radikal, 04.10.2000. 
http://www.radikal.com.tr/2000/10/04/yazarlar/gunakt.shtml 
12 Manvel Sarkisyan, Ermenistan’ın Dış Politikası, Ermenistan Ulusal Ve Uluslararası Araştırmalar...
13 Gerard J. Libaridyan, Ermenilerin Devletleflme Sınavı-Bağımsızlıktan Bugüne Ermeni siyasi Düşünüşü, iletişim Yayınları, İstanbul 2001, s. 12. 
14 Nazmi Gül, Azerbaycan Vatandaşlığından, Ermenistan Devlet Başkanlığına: Robert Koçaryan, Stratejik Analiz, Sayı:11 Mart 2000. 
15 Emil Danielyan, Change of Leadership Without Political Reform; Country Files: Armenia:Annual Report 1998 
16 Armenpress Haber Ajans›, Erivan, 24 Nisan 2001. 
17 Sınır anlaşmazlığının çözümü konusunda iki ülke yetkilileri arasında görüşmeler halen sürmektedir. Prime News, Tiflis, 22 May 2001. Pan ARMENIAN News, 
     Mediamax, Erivan, 12.01.2001.
18 Manvel Sargsian, Alexander Grigorian, Gayane Novikova; Armenia’s National Policy; The Armenian Center for National and International Studies. 
http://acnis.am/articles.htm
19 Bölgedeki ülkelerden Azerbaycan’ın petrolü ona stratejik önem kazandırmaktadır. Gürcistan’ı önemli kılan, bölgenin denize açılan yolları üzerinde bulunması 
ve bölgede büyük bir toprak parçasını kaplamasıdır. Ama Ermenistan’ın ne denizi, ne toprağı, ne de petrolü vardır. Tüm bu dezavantajlarına rağmen nedir onu önemli 
kılan? Bunun tek cevabı vardır; Ermenistan’ın " komşularn baskı altında tutarak bölgeyi istikrarsızlaştırabilme" gücü. 
20 Oysa günümüzde başta ABD ve AB olmak üzere Batı, tüm bölge ülkeleri ve halkları için birer cazibe merkezi haline gelmiştir. Ekonomik hayat tarzı, politik 
yönetim (demokratikleşme) vd. toplumları hızla bu cazibe merkezlerine çekmektedir. Ne Rusya, ne de diğer Orta Asya ve Kafkas ülkeleri artık eskisi gibi olacaktır. 
Prof. Dr. Cemil Kıvanç, 21. yüzyılda Türkiye’nin ekonomik ve politik ilişkilerinde Avrasya, Dünya Gazetesi, 21 Temmuz 2000. 
21 Örneğin Erivan Devlet Üniversitesi Siyaset Bilimcisi Levon Kazarjan Batı’nın bölgede ki politikasından endişe duyduğunu, herkesin ABD’nin yolunu izlediğini 
ancak Birleşik Devletlerin politikalarının Kafkasya’yı bütünleştirmekten uzak olduğunu vurgulamaktadır. Rick Swinson, Caucasus Regional Security for the 21st century, 
Tbilisi, Georgia, March 13-14-1999; http://geolinks.virtualave.net/caucasus/sia.htm
22 Robert Krikorian, Armenia Under Fire; Armenian News Network/Groong; August 2000; 
http://xecutrix.usc.edu/news/msg19973.html 
23 Bundan daha yak›n bir tarihe rastlayan NATO savaş uçaklarının Sırbistan’ı bombalaması sırasında, Rusya Batı ile ilişkilerini kesme tehdidinde bulunurken, 
Ermenistan Devlet Başkanı Robert Koçaryan, Gürcistan Devlet Başkanı Shevardnadze ve Azerbaycan Devlet Başkanı Haydar Aliyev ile Washington’da NATO’nun 50. 
kuruluş yıldönümü kutlamalarına katılmıştır. Armenia seeks to accommodate Russian, U.S. interests in South Caucasus, PanArmenian News, 28 November 2000, 
http://news.panarmenian.net/eng 
24 Bu konuda daha ayrıntılı bilgi için bak; Hasan Kanbolat, Rusya Federasyonu’nun Güney Kafkasya’daki Askeri Varlığı ve Gürcistan Boyutu, Stratejik Analiz, 
Cilt:1, sayı3, Temmuz 2000, s: 42-47. 
25 Azerbaycan’ın topraklarında bir Türk ya da NATO üssü kurulmasnı düşündüğü bir dönemde Gürcistan’n kapılarını Türk savaş uçaklarına açması, bölgedeki dengeleri 
değiştirebilecek önemli bir gelişme niteliği taşımaktadır. Tiflis yaknlarındaki Marneuli Hava Üssünün modernize edilmesi masraflarını Türkiye üstlenmiştir. 
Akabinde, söz konusu üs, 5 yıllığına Türkiye’ye kiralanmıştır. Marneuli Ermenistan’ı kontrol altında tutabilecek bir konumda bulunmaktadır. 
Cenk Başlamış, Milliyet, 29 Mart 2001. 
26 Armenian Foreign Minister Vardan Oskanyan’s exclusive interview to Mediamax agency, PanArmenian Network... Online News; http://news.panarmenian.net/ 
27 Sinan O¤an; Kamil A¤acan, "Güney Kafkasya’da Yeniden Bafllayan ya da Bitmeyen So¤uk Savafl", Stratejik Analiz, Cilt 2, Say› 13, May›s 2001, s. 30. 
28 Naira Mamikonyan, "Hayastane Npastume Bajanarar Gzeri Aracasmane", Aravot, 1 June 2001, Erivan. 
http://www.aravot.am/2001/aravot_arm/June/1/p01.htm 
29 Manvel Sargsian, Alexander Grigorian, Gayane Novikova, Armenia’s National Policy... 
30 International Herald Tribune, 25 May›s 1991. 
31 Joseph R. Masih and Robert O. Krikorian, Armenia at the Crossroads, OPA, Harwood Academic Publishers, 
Amsterdam 1999, pp, 99. 
32 Yine aynı dönemde Türk-Ermeni işadamlar derneği kuruldu aynı zamanda Erivan Devlet Üniversitesi Orta Doğu Teknik Üniversitesi ve Ankara 
Üniversiteleri ile işbirliği anlaşmaları imzalandı. Igor Torbakov; Turkish- Armenian Relations Become Strained Again; Eurasia Organization, 10/16/2000 
33 Ter petrosyan’ın Türkiye’ye karşı yürüttüğü dış politikanın bir sonucu olarak Türkiye ve Ermenistan arasındaki çıkar ilişkisi derece derece gelişmeye başladı. 
Bu sayede diplomatik ilişkilerde kurulmaktaydı. Bu dönemde özellikle Türkiye’de iç dinamikler değişme eğilimi göstermeye başladı. 
Özellikle 1992’de Azeri savunmasnın kırılmasından sonra Türkiye içerisinde kardefl Azerbaycan’a destek istekleri karşı konulmaz bir biçimde arttı. 
Ermenistan’ın Azerbaycan’a karş yürüttüğü işgal arttıkça Türkiye içerisinde ki baskılarda arttı. Belkide bu şekilde Türkiye ile ilişkilerin Dağlık Karabağ- konusundan 
ayrı ele alınamayacağı kanıtlandı. Joseph R. Masih and Robert O. Krikorian, Armenia at the Crossroads, OPA...., pp.99. 
34 Bu gelişmeler sonucunda Ter Petrosyan bir terörist grubu koruduğu ve üyeleri yönetim kurulu, yöneticileri yurtdışında olan partileri yasaklayan kanun un 
çiğnendiği gerekçesiyle Taşnaksutyun Partisinin kapatılması emrini vermiştir. Ancak Ter Petrosyan’ın bu tavrı tepkiyi durdurmamış aksine daha da perçinlemiştir. 
35 Mehmet Tütüncü, "Turkey’s Foreign Policy in the Caucasus", Caucasus and unholy alliance, 325-336, pp:333 
36 Mehmet Tütüncü, "Turkey’s Foreign Policy in the Caucasus", Caucasus and..., pp:332
37 Armenian Foreign Minister Vardan Oskanyan’s exclusive interview to Mediamax News Agency, 28 April, 
2001; http://news.panarmenian.net
38 By Groong Research & Analysis Group, On the eve of the Karabakh Talks in Geneva: What does Armenia 
gain or lose from a peace agreement?, The Armenian News Network/Groong, 15.05.2001. 
http://xecutrix.usc.edu/ro/ro-20010515.html 
39 Ermenistan Dışişleri bakanı Vartan Oskanyan, Rusya’nın Ermenistan’daki askeri varlığının güvenlik poltikaları çerçevesinde sınırlarını BDT üyesi olmayan 
komşulana karşı koruma amaçlı olduğunu vurguluyor. Bu tanıma uyan iki ülke İran ve Türkiye’ye baktığımızda İran’ı Ermenistan snırlarına karşı bir tehdit olarak 
algılamazken olası bir Türk askeri tehdidinin tek başına Rusya ile askeri işbirliği için neden olduğunu bildiriyor.Vartan Oskanyan, A New Security Agenda for Armenia, 
http://archive.tol.cz/transitions/anewsec1.html 
40 Davit Petrosyan, Russia’s "Stick" for Yerevan and "Carrot" for Baku, Armenian News Network/Groong,Review & Outlook, 31.05.2001. 
41 Tatul Hakobyan, AZG Daily #102, 06/05/2001 Erivan. http://www.azg.am/_TR/20010605/2001060503.shtml 
42 By Groong Research & Analysis Group, On the eve of the Karabakh Talks in Geneva: What... 
43 Richard Girgasion; Nagorno Karabagh Democracy: "Great Game" becomes "Great Gain"; The Analyst, Biwekly Briefing, Wednesday/April 26, 2000 
http://www.cacianalyst.org/April26/NAGORNO-KARABAGH_DEMOCRACY.htm 
44 Rick Swinson, Caucasus Regional Security for the 21st centur... 
45 Karabağ savaşı nedeniyle Azerbaycan’ın Ermenistan’a ambargo uygulamaya başlamasından sonra, Ekim 1992’de Özgürlükleri Destekleme Yasasının  
(Freedom Support Act) 907. bölümünü Kongreden geçirterek, Azerbaycan "Ermenistan ve Da¤l›k Karabağ’a her türlü saldır ve ambargoyu durduğunu 
gösterecek adımlar atana kadar", ABD’nin Azerbaycan’a her türlü yardm yapmasını engellemişlerdir.
46 2000 yılı içerisinde ABD’nin Ermenistan’a kifli başına yaptığı yardım 42$ iken Bosna’ya 34$, Ruanda’ya 3$, 
Rusya’ya 1.4$, Hindastan’a 14 sent yardımda bulunmuştur. Michael Dobbs, Armenia Pulls Strings for Larger Share of U.S. Aid, International Herald Tribune, 
25. 01.2001. 
47 NATO ve Varflova Paktı arasındaki konvansiyonel silah güçlerini dengelemek, Doğu ve Batı blokları arasında tesis edilmeye çalışılan güveni kalıcı kılmak 
amacıyla hazırlanan ve 1990 yılında imzalanan Avrupa Konvansiyonel Kuvvetler Anlaşması. Bu anlaşma ile "kanat bölgelerde" önemli oranda silah indirimine gitmek 
zorunda kalan Sovyetler Birliği (daha sonra Rusya Federasyonu) yönetimi stratejik öneme sahip Kafkasya ve Orta Asya bölgelerinde 1990’lardaki büyük siyasi 
dönüşümler sonrası önemli avantajlar kaybettiğini fark ettiğini yazıyor M. Kibaroğlu. Mustafa Kibaroğlu; "Rusya’nın Yeni Ulusal Konsepti ve Askeri Doktrini", Avrasya 
Dosyası, Rusya Özel, Kış 2001, Cilt 6, Sayı 4, s. 96-106. 
48 Stefanos Yerasimos; Milliyetler ve Snırlar, Balkanlar, Kafkasya ve Orta-Doğu, iletişim Ya...,s:503. 
49 Khachatrian Haroutiun, Armenians Worry About Special Relationship with Russia, Eurasa Net Eurasia insight, 
15.02.2001. http://www.eurasianet.org/departments/insight/articles/eav021501.shtml 
50 Vecdi Tamer, Türkiye'nin Kafkasya'daki önemi, Finansal Forum, 16 Nisan 2001, 
http://finansalforum.com.tr/cgi-bin/haber/haber.cgi?haberno=16996&view_yazar=1
51 Çin, Ermenistan ve Rusya Savunma Bakanlarının Pekin’de 11 Mayıs 1999’da yaptıkları zirve sonunda 8 adet Typhoon taktik füze sistemi Ermenistan’a satıldı. 
Ermenistan ordusu bu füzelerin kullanımı hakkında Çin ordusundan subaylar tarafından eğitildi. 4 tanesi Karabağ’a yerleştirilen füzelerin menzili Azerbaycan toprakları
nın tamamını kapsamaktadır. Bakü’deki Çin Büyükelçiliği önünde halk protesto gösterisi düzenlerken, Azerbaycan Dışişleri Bakanlığı Çin’i resmi olarak protesto etmiştir. 
The Jamestown Foundation-Monitor, Vol. 5, No.97, China Enters The Region by Arming Armenia, 19.05.1999. 
http://www.jamestown.org/pubs/view/mon/005/097_008.htm 

***

AZERBAYCAN VE TÜRKİYE İLE BİTMEYEN KAN DAVASI EKSENİNDE ERMENİSTAN’IN DIŞ POLİTİKASI, BÖLÜM 1


AZERBAYCAN VE TÜRKİYE İLE BİTMEYEN KAN DAVASI EKSENİNDE ERMENİSTAN’IN DIŞ POLİTİKASI, BÖLÜM 1



AZERBAYCAN VE TÜRKİYE İLE BİTMEYEN KAN DAVASI EKSENİNDE ERMENİSTAN’IN DIŞ POLİTİKASI,
 Nazmi GÜL- Gökçen EKİCİ* 
* N. Gül; ASAM Kafkasya Araştırmaları Masası, Asistan. 
  G. Ekici; ASAM Kafkasya Araştırmaları Masası, Stajyer. 
Avrasya Dosyası, Azerbaycan Özel, İlkbahar 2001, Cilt: 7, Sayı: 1, s. 371-396.
AVRASYA DOSYASI 


Yüzyıl önce, Kafkasya ve Orta Asya üzerinde, dönemin hegemonik güçleri İngiltere, Fransa, Almanya ve Avrasya'nın en büyük ülkesi Rusya arasında, 
sert bir nüfuz alanları çatışması yaşanıyordu. Dış politika yazınında, bu çatışmanın adı ''Büyük Oyun'' dur. Bugün aynı bölgede yaşanan askeri, diplomatik süreçler de, aynı adla anılmaktadır. Bu oyunun ana teması ise Hazar havzası karbonhidrat kaynaklarının nasıl paylaşılacağıdır. 

Paylaşım mücadelesi olarak da adlandırılabilecek nüfuz savaşı artık Soğuk Savaş döneminde olduğu gibi sadece siyah ve beyaz değildir. 
Herkes niyetini açıktan belli etse bile, zaman zaman dolambaçlı yollar yada farklı ülke veya güçler kullanılarak nüfuz mücadelesi yapılmaktadır. 
Bunun dünyadaki örnek uygulama alanlarından biri de Kafkaslardır. Savaş ise sadece, Kafkaslarda uzun süredir devam eden gerginliği "stabil bir gerginlik" ya da "sürekli bir çatışma" durumuna getirmeyi amaçlayan oyuncuların elindeki bir araçtır. 




AZERBAYCAN VE TÜRKİYE İLE BİTMEYEN KAN DAVASI 

Mevcut durumda, Kafkasya bölgesi ülkeleri global politikaların öznesi değil nesnesi durumundadır. En azından geçen on yıl zarfında bölge dış çıkarların çatışma arenası olmuş, hiçbir biçimde uluslararası alanda farklı bir rolü yürütme özelliğini gösterememiştir. Henüz çözüme kavuşturulamamış üç anlaşmazlık bölgesinde belirlenemeyen sınırlar (Ermenistan- Azerbaycan, Gürcistan-Abhazya, Rusya-Çeçenistan çatışmaları), 
bölgedeki bütün çıkarları ve bahsedilen oyunun seyrini belirlemektedir. Bu durum, araştırmanın ilk kısmında Kafkaslar bölgesindeki jeopolitik 
durumu, uluslararası çıkarları, bölgedeki ülkelerin sorunlarını ve önemli politik gelişmeleri özet olarak değerlendirmeye zorlamaktadır. 
Bu tür bir değerlendirme Ermenistan’ın, Kafkaslarda bağımsız bir oyuncu olarak izlediği politikaları anlama amacına uygun düşmekte ve 
yardımcı olmaktadır. 

Bugün Kafkasya’daki mevcut karışıklıklar bölge ülkelerinin içsel dinamiklerinin yanında, tamamının uluslararası boyutu bulunmaktadır. 
Buna ek olarak bölgede, gerek devletleşme, gerekse izlenen politikaların belirlenmesi süreçlerini etkileyen olayların henüz sona ermemiş olduğu 
göz önüne alındığında, onbir yıllık genç Ermenistan Cumhuriyetinin dış politikasının çözümlenmesinin zorluğu ortadadır. Bu durum sağlıklı 
tespitler ve anlamlı öngörüler yapmamızı sınırlandırsa da, bazı temel ilkeleri ortaya koyup incelememiz mümkün görünmektedir. 
Ermenistan’ın dış politikasının analizini yaparken önemle üzerinde durulması gereken konulardan birisi de Ermeni toplumunun gerek 
Ermenistan toprakları içerisinde gerekse diaspora Ermenilerinde ki etno-psikolojik durum, yani "Mağduriyet" psikolojisidir. Ermeni 
toplumunun ve bunun bir sonucu olarak bağımsız Ermenistan devletinin komşularından duyduğu "derin ve sürekli korku" Ermenistan dış 
politikasının şekillenmesinde çok büyük önem taşımaktadır. Ermenistan’ın dış politikasını etkileyen diğer unsurlar ise, dünyadaki 
küresel gelişmeler, Batı demokrasilerinin Rusya politikası, bölgedeki Türk Cumhuriyetlerin yakınlaşması ve Rusya-Türkiye ilişkileridir. 
Ermenistan için önem arz eden diğer etkenler ise, bölgesel ve uluslararası ilişkilerden tecrit, bölgede politik ve ekonomik yayılmacılık, 
askeri cepheleşme tehditleridir. 

I. Kafkaslarda Uluslararası Çıkar Çatışmaları Coğrafi bakımdan bölgeye yakınlığıyla ve tarihsel imparatorluk geleneğiyle Rusya, Kafkaslar'ı hâlâ 
kendi "Arka Bahçesi" gibi görmektedir. 

Rusya’da 2000 Mart’ında seçilmesinden bu yana başkan Putin ve yönetimi selefi Yeltsin’e oranla dış politikada çok daha çatışmacı bir pozisyon almıştır. 

Her ne kadar Vladimir Putin Almanya, İtalya ve İngiltere gibi Batı ülkelerini ziyaret edip G-8 gibi uluslararası toplantılara katılsa da, Rusya başbakanı 
NATO’nun genişlemesi gibi olayları da açıkça kınamıştı.1 Geçen yaz Putin’in Çin’i ziyaretinin ardından iki ülke stratejik işbirliği anlaşması imzalamanın 
eşiğine gelmişlerdir. 

Pekin ve Moskova’nın ilişkileri geliştirme isteği iki ülkenin dünya olayları üzerindeki ABD egemenliği görüşü karşısında geliştirmek istedikleri 
stratejileri de şekillendirmiştir. Dış politika terimleriyle Rusya iki alanda rekabete dayalı avantajından yararlanmak istemektedir. İlk olarak Kuzey Kore, Çin, İran, Irak gibi ülkelerle ilişkilerini pekiştirerek başat silah ihracatçısı konumundan kar elde etmeyi ümit etmektedir. 
Orta Asya ve Güney Kafkasya’daki eski Sovyet Cumhuriyetlerini Moskova’nın siyasi yörüngesine çekme çabaları ise, Rusya’nın bu ülkelerdeki büyük petrol ve doğalgaz kaynaklarının çıkarılması ve taşınmasını kontrol etme isteği ile bağlantılıdır.2 Son olarak Rusya, eski Sovyet cumhuriyetlerinin tekrar Moskova’nın stratejik yörüngesine girmelerini sağlayacak çeşitli adımlar atmıştır. Moskova, Güney Kafkasya’da otoritesi altına girmeye isteksiz olması nedeniyle Gürcistan’ı doğalgaz kaynaklarından mahrum bırakmak, Ermenistan ile 
stratejik işbirliğini pekiştirerek ve bu ülkedeki askeri üslerini güçlendirerek Azerbaycan’ın güvenliğini tehdit etmek gibi askeri taktikleri uygulamaya koymuştur. 

Rusya’nın Kafkaslara dönmesi, iktidar boşluğundan yararlanarak geleneksel olarak onun nüfuz bölgesinde yer alan bir alana yerleşebilecek 
başka güçlerden önce davranıp buraya yerleşme çabasıdır.3 

Rusya’yı ürküten bu güçlerin başında Türkiye gelmektedir. Moskova açısından Türkiye’yi tehlikeli kılan, Azeriler ve Kuzey Kafkasya’daki başka halklarla etnik ve dilsel ortaklıklarının bulunmasından çok, ABD’nin onayıyla Kafkasya ve Orta Asya’yı Rus etkisinden çıkarıp Batı’ya bağlamak üzere aracı rolü oynayabilecek bir güç olmasıdır. Trans-Hazar ve Bakü Ceyhan Petrol boru hatlarının proje ve 
pazarlıkları belirli bir aşama kaydettiği her defasında şaşırtıcı bir rastlantı sonucu, bölgedeki çatışmaların şiddetlenmesi Rusya’nın bu çatışmalarda önemli bir rol oynadığını düşündürmektedir. Petrolün, doğalgazın dünya piyasalarına çıkarılabileceği tüm güzergahlarda sorunlar çıkarılmıştır ve yaşanmaktadır. 

<  Rusya’nın Kafkaslara dönmesi, iktidar boşluğundan yararlanarak geleneksel olarak onun nüfuz bölgesinde yer alan bir alana yerleşebilecek başka güçlerden önce davranıp buraya yerleşme çabasıdır.>

Ermenistan stratejik bölgeleri işgal etmiş, Azerbaycan’ın batısını tehdit etmektedir. Gürcistan’da istikrarın ne kadar hassas dengelere dayandığı, Erivan’ın Tiflis’e 
yönelik emperyalist politikaları da bilinmektedir. Kuzey Kafkasya Çeçenistan eksenli olarak kaynamaya devam etmektedir. Türkiye ve İran’da dahil 
olmak üzere Ortadoğu ve Körfez bölgesinde ileride meydana gelebilecek gelişmelerde etkinlik kazanabilmek bakımından, Moskova’nın 
Kafkaslarda siyasi nüfuz ve askeri mevcudiyetini korumaya önem verdiği bir gerçektir. Bölgenin zengin yeraltı kaynaklarının gelişmiş Batılı ülkelere ulaştırılması alanında kesin söz sahibi olabilmesi ve uluslararası ilişkilerde eski ağırlığını yeniden kazanabilmesi için Rusya Federasyonu’nun Kafkasya bölgesinde yeterli askeri varlığını yeniden tesis etmek istemesi açıktır. 

Rusya’nın "yakın çevre" politikası Ortadoğu politikasıyla da yakından ilgilidir. Moskova’nın eski Sovyetlerin güneyindeki politikasının en önemli destekçisi İran’dır. İran ve Rusya’nın Batıyı özellikle de ABD’yi bölge dışında tutmak ortak çıkarlarınadır. Hazar denizi petrolünün tek yanlı gelişmesine iki ülkenin verdiği ortak veto bu işbirliğinin sadece bir parçasını oluşturmaktadır.4 

Öte yandan, Sovyetlerin dağılmasının ardından küresel tek "Süper Güç" olarak addedilen ABD'nin bölgedeki politikası ise şöyle özetlenebilir: Batılı şirketlerin, Kafkaslarda ve Orta Asya'da petrol ve gaz rezervlerine ulaşmasını engelleyen, bölgesel çatışmalara bir çözüm getirmek. Çözümleri oluştururken, petrol ve doğal gaz yolları üzerinde Moskova'nın denetim oluşturmasını engellemek ve bu rezervlerin kullanımını Batılı şirketlere açık tutmak. ABD, Batının enerji güvenliğini sağlamak, bu arada İran'ı petrol yolları dışında tutarak, Orta Asya 
ülkeleri üzerinde ekonomik, siyasi etkinlik elde etmesini engellemek için çalışmaktadır. Bunlara ek olarak 90’lı yıllar sonrasında Rusya’nın 
hayati çıkarlarına tehdit olarak algıladığı NATO’nun doğuya genişlemesi politikası, Amerikan dış politikasının en önemli önceliklerinden biri 
haline gelmiştir. 

ABD'nin bölge politikası pratikte; Bakû-Novorossisk-Grozni petrol boru hattının işleyişini engellemek, buna karşılık, Bakû-Supsa ve Bakû-Ceyhan hatlarının desteklenmesi ve işletilmesi anlamına gelmektedir. Gürcistan ve Azerbaycan Bakû-Supsa hattının iki ucunu oluşturmaktadır. Bu iki ülkenin, geçiş ülkesi olarak Batı için öneminin yanında, Rusya ile güvenlik anlaşmalarını güçlendirmeleri, Rusya açısından yaşamsal öneme sahiptir. Petrol ve doğalgazın dünya pazarlarına ulaştırılması amacıyla Kafkas ülkelerinden geçirilecek boru hatlarının Rusya’yı devre dışı bırakacak olmasının, Moskova’yı kaygılandırdığı da keza bilinmektedir. Avrupa ile zengin yeraltı kaynaklarına sahip olan Orta Asya bölgeleri arasında stratejik önemde bir geçiş noktası olmasına rağmen Kafkasya da, Rusya Federasyonu açısından hayati önem arz eden bölgedeki çatışmalara Batılı devletler aktif taraf ve müdahil devlet olmaktan sakınmışlar ve daha çok çatışmaların şiddetini düşürmek ve mümkünse arabulucu politikalar önermek rolünü üstlenmişlerdir. Bunun en temel sebebi, henüz Sovyetler Birliği’nin dağılmasının yarattığı ağır travmanın etkisinde olan Rus askeri ve siyasi kadrolarının, yetmiş yıllık birlik süresince grift bir şekilde kurulmuş olan ekonomik, sosyal, kültürel ve askeri ilişkiler bütününü temelden sarsabilecek politikalar izlediği taktirde batılı devletlere çok sert karşılık verebileceği idi. 
Dolayısıyla Balkanlar’dan farklı olarak Kafkaslara müdahil olmanın getirebileceği bazı avantajlara karşın olası yüksek maliyetlerinin kabul edilemez düzeyde olması gerçeği karşısında Batı ülkeleri Rusya ile ilişkilerinde bu bölge itibariyle daha "anlayışlı" olmuşlardır.5 

ABD ve Rusya arasında yaşanan NATO’nun genişlemesi, Kosova Krizi gibi sorunlara karşın gergin siyasi ortamlardan etkilenmeyen belki de 
tek alan "Ortak Tehdit Azaltma Programı" olmuştur. ABD’nin bu önceliği sebebiyle Rusya yönetimine fazlaca siyasi baskı yapacak konumda 
olmaması, diğer taraftan AB ülkelerinin hemen yanı başlarındaki Bosna ve Kosova krizlerine çözüm bulmakta dahi aciz kalmaları, Rusya’nın 
Kafkaslara ve Orta Asya’ya yeniden dönme çabalarının önüne set çekilmesini zorlaştırmıştır.6 

İran’ın Basra Körfezi’ndeki stratejik konumu, bir ticari partner olarak önemi ve bu ülkenin Güney Kafkasya, Orta Asya’daki eski Sovyet cumhuriyetleri ile olan bağları ve çıkarları Moskova’nın İran ile yakından ilgilenmesine sebep olmaktadır. Rusya’nın, İran’ın etki alanında yayılan İslam-i radikalizm konusundaki kaygıları ve İran’ın Rusya’ya alternatif olarak Güney Kafkasya ve Orta Asya’daki enerji kaynaklarının taşınması ile ilgili teklifleri gibi iki devlet arasında bazı görüş farklılıkları bulunmaktadır. Ancak bununla beraber, Boris Yeltsin yönetimi İran’ı, Rus silahları ve nükleer reaktörleri için önemli bir pazar ve ABD’den bağımlılığın azaltılmasının bir örneği olarak değerlendirmiştir. 
İki ülkenin ayrıca Türkiye’nin Güney Kafkasya ve Orta Asya’daki etkinliğini kontrol altına almak, Azerbaycan irredantizmini ve bağımsızlığını kontrol etmek gibi ortak amaçları vardır. Hazar enerji kaynaklarına yönelik uzun vadeli çıkarları farklı olmasına rağmen Moskova ve Tahran kısa vadede Bakü-Ceyhan ve Trans-Hazar boru hattını engelleme konusunda uyumlu faaliyetler göstermektedirler. Bunun yanı sıra İran, ABD’nin tecrit politikasına karşı Rusya’nın diplomatik yardımına ihtiyaç duymaktadır.7 

Hala teknik olarak savaşta olan küçük, yoksul ve karayla çevrili bir ülke olan Ermenistan ise, Kafkasya’da, küresel ve bölgesel güçlerin çatışma zemini üzerinde kendi menfaatlerini zaman zaman ABD ve AB, zaman zaman da Rusya ve İran ile uzlaştırabilme yeteneğini gösterebilen politikalar izlemektedir. "Düşmanlıklardan medet umma politikası" olarak da adlandırılabilecek olan bu politika uluslararası çıkar çatışmalarının bölgede birbirini dengelemesini sağlamaya yöneliktir. Ermenistan, Güney Kafkasya üzerinde kendi dış politika hedefleri doğrultusunda bazen Batı güçleri karşısında Rusya ve İran’ın etkinlik koyabilmelerini sağlamakta bazen de tam tersi bir strateji izlemektedir. 
Bölge ülkeleri olan Gürcistan ve Azerbaycan’a karşı saldırgan/işgalci politikalar izleyen Ermenistan öte yandan bölge ile sınırdaş İran ile taktik bir ittifak içinde Azerbaycan’a karşı dayanışma içinde iken, Türkiye’ye karşı da her platformda saldırgan bir tavır sergilemektedir. 

1. Ermenistan’ın Dış politikasında Etno-Psikolojik durum Bağımsızlık sonrasında Ermenistan’ın dış politikasını şekillendiren ana etkenler Ermenistan’ın 
dışındaki etkin Ermeni diaspora güçleri ve Ermeni etnik bilincinde, diaspora koşullarında oluşturulan, tarihsel etkenlere dayanan ulusal çıkarlar doktrini 
"Haydat" ya da "Ermenilerin Davası"dır. Bugün dış politika gündeminin ana maddelerini oluşturan Karabağ problemi ve Türkiye ile ilişkilerinin gelişiminde 
bu doktrinin temel ilkelerine uygun politik davranışlar sergilemektedir. Çünkü bu doktrinin hedefi, tarihte Ermenilerin yaşadığı bütün toprakları birleştiren birleşik, bağımsız ve özgür bir ülkedir. 

Sözü edilen Haydat doktrini, Ermenilerin genelinin bugün de içinde bulunduğu etno-psikolojik travma halinin bir ürünüdür. Doktrininin teorik esasını, bölgesel yayılmacılığı ulusal güvenlikleri için başlıca tehdit olarak kabul eden Ermeni tarihsel-politik "komşulardan duyulan korku" geleneği oluşturmaktadır.8 Bunun nedeni ise Ermenilerin tarih boyunca ulusal devletlerinin bulunmaması ve bulunduğu zaman da yayılmacı politika güden diğer devletlerin egemenliği altında kalarak, işlevsiz halde kalmasıdır.9 

Doktrinin mantığına göre, Ermenilerin yurtları tarih boyunca emperyalist büyük güçler tarafından işgal edilmiştir. Bu toprakları geri istemeleri ve almaları onların en doğal haklarının kendilerine iade edilmesi yani adaletin yerini bulması olacaktır. İşgal edilen yeni topraklara (Dağlık Karabağ ve Azerbaycan’ın bir bölümü) "kaybedilmiş ülkenin geriye alınması" şeklinde bakılmaktadır. Ermeni terör eylemleri ise, tarihte ("zalim Türkler" tarafından) uğradıkları haksızlıklar karşısında çaresizlikten başvurdukları faaliyetler olarak yorumlanmakta ve siyasi çıkarlarıyla uyuştuğundan bir çok ülke tarafından bu yaklaşımları kabul görmektedir. 

Bu travma halini Prof. Vamık Volkan "Dost ve Düşman Edinme İhtiyacı" adlı kitabında geliştirdiği yöntemle şöyle açıklamaktadır: "Grupların kimliğinde, geçmişte kazandıkları başarılar ve karşılaştıkları facialar büyük roloynamaktadır.  " Prof. Dr. Volkan bunlara "seçilmiş" travmalar ve zaferler demektedir. Seçilmiş olmaları tarihi gerçeklerinden uzaklaştırılıp, bir tür mitoloji haline dönüştürüldüklerini göstermektedir. Bunlar sürekli anılmakta ve böylece kuşaktan kuşağa aktarılmaktadır.10 Travma içindeki Ermeniler kendilerini kurban edilmiş hissetmektedirler. 
Yani kendileri masum ve iyi, düşman Türkler ise insanlık dışı olacak kadar kötüdürler. Dolayısıyla iyi kurban Ermeniler, kötü düşman(Türkler) tarafından travma oluşturan olaya insafsızca uğratıldıklarına inanmaktadırlar. Ermeni kimliğinin tanımı "iyinin kötü tarafından mahvedilmesi" denklemine oturtulmaktadır. 

Bu tanımın aksini ispat etmek kimliklerini yıkacağından, tarihi gerçeklere ilişkin bilgiler zihni bir sansürden geçirilip reddedilmekte veya görmezlikten gelinmektedir.11 

İşin en kötü tarafı son yüzyıl boyunca Ermenilerin bu anlayış içinde eğitilmesi, yani "kaybedilmiş topraklar", "dış saldırıların kurbanı" oldukları söylemlerine 
kendilerini inandırmaları ve bunların su götürmez gerçekler olduğunun yeni nesillere aşılanmasıdır. 

Durum, Ermenilerin geçmişe saplantı derecesinde bağlanmış olduklarını göstermektedir. Haydat’ın kesin değişmez ebedi ulusal amaçlar olarak benimsenen üç temel amacı vardır. Bu amaçlar; 

1) Tarihi Ermeni topraklarının geri alınması ve Birleşik Ermenistan ulusal devletinin kurulması; 
2) Dünyanın çeşitli bölgelerine dağılmış Ermeni ulusunun söz konusu topraklara geri dönmesini sağlamak ve; 
3) Sosyal devletin kurulmasıdır. 




Söz konusu doktrin Ermeni lobisinin tamamına yakın politik güçlerinin yanı sıra, Ermenistan’daki çok sayıda parti ve hareket tarafından şu veya bu biçimde benimsenmiştir. Partiler doktrinin amaçları konusunda değil, bu amaçlara ulaşmada izlenecek yöntemler ve zamanlama konusunda tartışmaya düşmektedirler. Bu doktrinin temel özelliği yukarıda açıklanan hedeflere varabilmek için devrimcilik ilkesini ve silahlı mücadelenin gerekliliğini kabul etmesidir.12 Ermeni stratejistlere göre, bu hedefler her zaman Ermenistan’ın dış politikasında öncelikli olmamalıdır. Hedeflere varabilmek için; zamanın ve şartların olgunlaşmasının yanısıra bunlara bağlı olarak aşama aşama, zamana yayılarak uygulamaya konması gerektiğini düşünmektedirler. 

Halıhazırda Ermenistan siyasi yaşamında son derece etkin bir ideoloji olan Haydat’ın gücünü anlayabilmek ve gelecekteki gelişmeleri tahmin edebilmek açısından Cumhurbaşkanı Levon Ter Petrosyan’ın 1998 Şubat’ındaki istifasını iyi incelememiz gerekmektedir. Gerard J. Libaridyan, "Ermenilerin Devletleşme Sınavı" adlı kitabında bağımsızlık sonrası Ermeni siyasi düşünce hayatında, Karabağ ve Türkiye ile ilişkiler konusunda Ermeni yöneticilerin izlediği tutumlara göre onları “pragmatik düşünenler ve Büyük Ermenistan hayalleri kuranlar” olarak iki gruba ayırmaktadır. Pragmatik düşünürler; Ermenistan’ı "normal" bir devlet haline getirmeye yönelik bir politikayla, ülkenin ve halkın karşılaştığı 
sorunları (bu sorunlara ülkenin bütün komşularıyla ilişkilerinin normalleştirilmesi dahildir) çözmek isteyenlerdir. "Büyük devlet hayalleri" kuran ve ideolojik bakış açıları taşıyan ikinci grup ise, bugünkü Ermenistan’ı yalnızca daha büyük hedeflere ulaşmak için bir araç olarak görenlerdir.13 Ermenistan’ın politikalarını belirleyen bu iki grup arasındaki mücadele Cumhurbaşkanı Levon Ter-Petrosyan’ın Şubat 1998’de ki istifasıyla onun önderliğindeki birinci grubun -pragmatik düşünürlerin - iktidarı kaybetmesi, gerekli gördüklerinde silaha 
sarılmaktan kaçınmayan, Cumhurbaşkanı Koçaryan liderliğindeki ideolojik düşünürler ekibinin zaferi ve iktidarı ele almasıyla sonuçlanmıştır. Ter-Petrosyan istifa etmek zorunda bırakılmıştır. Çünkü Karabağ’ın bağımsızlığının tanınmasını ve işgal edilmiş Azerbaycan topraklarının ilhak edilmesini garanti altına almayan bir belgeyi AGİK’te yapılan Karabağ sorununun çözümüne yönelik görüşmelere temel olarak kabul etmiştir. Bu ise Petrosyan’ın Haydat’ın ilkelerinden uzaklaştığı şeklinde yorumlanmıştır. L. Ter Petrosyan’ın politik kaderi Erivan’daki siyasi liderlerin her biri için ibret dersi olmuştur. Ermenistan politikacılarının Ermeni ulusal çıkarlarının dayanağını oluşturan doktrinin ilkelerinin dışına çıkmaları çok zordur. Koçaryan’ın iktidara geldikten sonra ki ilk faaliyeti, Ter Petrosyan’ın bir terörist grubu koruduğu ve üyeleri yöneticileri, kadroları yurt dışında olduğu 


< Ermenistan politikacılarının Ermeni ulusal çıkarlarının dayanağını oluşturan doktrinin ilkelerinin dışına çıkmaları çok zordur.>

gerekçesiyle kapattığı Taşnaksutyun partisini yeniden açmak olmuştur.14 Aslında bu hareketi Ermenistan Devlet Başkanı Robert Koçaryan’ın izleyeceği dış politikanın ilk sinyalleridir. Koçaryan göreve başladıktan çok kısa bir süre -üç gün- sonra Taşnak Lideri Vahan Hovannisian’la görüşmüş bu görüşme sonunda Hovannisyan Taşnakların sonuna kadar Koçaryan’ı desteklediğini” bildirmiştir.15 
Petrosyan döneminden sonra Ermenistan’ın dış politikasının Koçaryan yönetimiyle birlikte Haydat ideolojisinin yörüngesine oturmuş olduğu sözü edilen doktrinin Ermenistan’ın dış politikasını tamamiyle şekillendirdiği iddia edilebileceği gibi, iç dinamiklerini bir anda değiştirebilecek gücünün olduğu da Ermenistan politik yaşamında tecrübeyle sabitlenmiştir. AGİT zirvesinde Azerbaycan’la masaya oturmaya hazırlanan Başbakan Vazgen Sarkisyan ile Meclis Başkanı Karen Demirciyan’ın da aralarında olduğu sekiz milletvekilinin öldürülmesiyle sonuçlanan 27 Ekim 1999 parlamento baskını hakkındaki gerçekler halen tam olarak gün ışığına çıkmış değildir. Katliamı gerçekleştiren 
şahsın eski bir Taşnak üyesi olması düşündürücüdür. Olay Koçaryan’ın iktidarını pekiştirmesini ve siyasi alanda alternatifsiz kalmasını sağlamıştır. Yargılama sürecinin halen devam ettiği olayın sonucunda bilinen tek şey bu ülkede iç siyasi durumun ansızın dramatik biçimde değişebileceğidir. 

Günümüzde bu ideolojinin Ermeni milli bilincindeki hakimiyetinin en açık göstergeleri; Dağlık Karabağ sorunun çözümünde, diasporası ile birlikte Ermenistan halkının ve devletinin takındığı uzlaşmaz tavır, Ermenistan Devlet Başkanı Koçaryan’ın "Ermeni soykırımının uluslararası düzeyde tanınması, dünyanın dört bir yanında ki Ermenilerin bu yöndeki beklentileri doğrultusunda ülkemizin dış politika gündeminin öncelikli maddesi olarak kalmaya devam etmektedir"16 açıklaması, Ermenistan’ın açıkça Türkiye’den toprak talebi olmadığını ilan etmemesi Türkiye ve Gürcistan ile ortak sınır anlaşmasını halen imzalamamış olmasıdır.

III. Ermenistan’ın Dış İlişkilerinin Analizi 

Sovyetler Birliğinin 1991’de dağılmasının ardından, Ermenistan Cumhuriyeti ilk defa bağımsız bir dış politika belirleme şansını yakalamıştır. 
Şurası bir gerçek ki Ermenistan bağımsızlığının ilk gününden başlayarak Karabağ probleminin yarattığı güvenlik problemleri ile yüz yüze kalmıştır ve bu da Ermenistan’ın dış politikasına bütün komşu ülkelerle, dünya devletleri ile bu devletlerin yeni jeopolitik ve jeoekonomik ortamda ki rolleriyle beraber Ermenistan’ın temel stratejik çıkarları göz önünde tutularak ilişkiler kurma zorunluluğunu yüklemiştir.18 Ermenistan’ın Haydat doktrini etrafında algıladığı stratejik çıkarlarını göz önünde tutarak sergilediği politik davranışları, diğer 
Güney Kafkasya ülkeleri Gürcistan ve Azerbaycan’dan önemli farklılıklar göstermektedir. Azerbaycan ve Gürcistan bağımsızlıklarından sonra 
hızla Sovyet etki alanından uzaklaşıp demokratik yapılar oluşturma yolunda önemli aşama kaydederken, Ermenistan dış politikası milli ideolojileri 
Haydat’ın da etkisi ile komşularından asılsız toprak talepleri temelinde gelişmiştir. Kafkaslarda rahatsızlık doğuran, komşulara sorun yaratan ve Ermeni bilincinde gerçeklik ve hak-adalet anlamını taşıyan bu iddialar "Büyük Ermenistan" ülküsünden ve bu ülkünün coğrafi sınırlarından kaynaklanmaktadır. Bunun doğal sonucu olarak Ermenistan işbirliği arayışlarını bu denge üzerinde yoğunlaştırmıştır. 

Bağımsızlık sonrası sancılı bir dönüşüm süreci geçiren Ermenistan’ın bugüne kadar dış politikasını genel hatlarıyla iki konunun şekillendirdiğini söylemek mümkün görünmektedir. Bunlardan birincisi uluslararası toplumun 1915’de yaşandığı iddia edilen soykırımı tanıması ikincisi ise hala sıcaklığını koruyan Dağlık Karabağ konusudur. Cumhurbaşkanı Koçaryan, Petrosyan’ın aksine 
sözde soykırım iddialarını yeniden Türkiye-Ermenistan ilişkilerinin gündemine taşımıştır. Bu dönemden sonra içerde diasporadan transfer edilen siyasi partilerle yaşanan çatışmalar sona ererken dış politikada diasporanın gücü ile birleşik bir politika izlenmeye başlanmıştır. Bu durum aynı zamanda diaspora ve anavatan Ermenileri arasında birlik ve entegrasyonun sağlanması sürecini hızlandıran bir faktör olmuştur. Koçaryan, Cumhurbaşkanı seçilmesinin ardından diasporanın etkin desteğiyle beraber uluslararası ilişkiler sürecinde Ermenistan dış politikasının temeli haline gelecek olan "dış güçlerin frenlenmesi (dengelenmesi)" doktrinini uygulamaya koymuştur. Bu doktrinin genel özelliklerinin gereği olarak Ermenistan Kafkasya konjoktüründe şu politikaları hayata geçirmeye çalışmakta veya uygulamaktadır: 

• Ermenistan’ın kendi zayıf jeopolitik konumunu, konumu daha güçlü olan komşularına karşı iddialar öne sürerek kuvvetlendirmek ve böylece açığını 
kapatmaya çalışmaktadır.19 Ermenistan günümüzde Türkiye, Azerbaycan ve Gürcistan’a yönelik olarak asılsız "kaybedilmiş-işgal edilmiş" topraklar iddiasını 
gündemde tutmaya devam etmektedir. 
• Ermenistan kendini keşif ve uluslararası sistemle entegrasyon politikalarını bir arada yürütmektedir. Buna göre Batı ile entegrasyon 
koşulları, Ermeni ulusal çıkarları bakımından değerlendirilip, küreselleşme sürecini, Erivan’ın kendini tecrid politikasına uygun gelmedikçe kabul etmemektedir.20 
• Ermenistan, Rusya ve Türkiye’nin bütünlükle Batının Kafkaslardaki çıkarlarını dengelemekte politik ve ekonomik entegrasyonun önünü kesmeye çalışmaktadır. 
• Mevcut durumda Rusya’nın bölgede zayıflamasından rahatsızlık duyan Ermenistan Çin’in Kafkaslara girmesini kolaylaştırıcı politika izlemektedir. 
• Gürcistan’ın iç politikasındaki istikrarını etkileyerek, enerji kaynaklarının batıya ulaşım yollarının güvenliğini tehdit etmektedir. 
• Kuzey-Güney (Rusya-İran) ulaşım koridorunu sağlamayı amaçlamaktadır. 

Ermeni analistlere göre Kafkaslarda sadece Ermenistan bölgenin Batı ile entegrasyonunun zararlarını görmekte ve buna karşı çıkmaktadır.21 

Bu düşünce çerçevesinde Gürcistan ve Azerbaycan’ın Batı ile entegrasyonundan korkan Ermenistan, Rusya ve İran başta olmak üzere diğer bölgesel güçlerinde Kafkaslarda bulunmasına çaba göstermektedir. 

Çünkü bu strateji bölgesel ve küresel dengelere oynayabilmeyigerektirmektedir. 

Ermenistan dış politikası bu frenleme stratejisi çerçevesinde kendi stratejik çıkarlarını elde etmek üzerine inşa edilmeye çalışılmıştır. Özellikle 1999 yılında Erivan’ın dış politikasında, Batı ve Rusya ile ilişkilerini bir dengeye oturtma çabalarının yoğunlaştığı görünmektedir. Öyle ki dış politika karar vericileri ülkenin ekonomik ve güvenliğinin bütün bölgesel güçler ve uluslararası organizasyonlarla işbirliği çerçevesinde garanti altında tutulabileceği üzerinde durmuşlardır. Bu dönemde Ermenistan’ın BM ve diğer uluslararası organizasyonlara katılım isteği dikkate değer ölçüde artmıştır.22 Ermenistan 1999’da Rusya ile askeri ve ekonomik işbirliğini arttırırken diğer taraftan ABD hükümetinden yüklü yardım almayı da sürdürmüştür.23 

Ermenistan Türkiye ile sürtüşmesi nedeniyle İran ve Rusya etkisine daha bağımlı kalmayı tercih etmektedir. Bunun sonucu olarak Ermenistan "Barış İçin Ortaklık" döneminde NATO’ya katılma niyetini ortaya koymamış, Yugoslavya krizinde ise müttefiki Rusya’ya rağmen tarafsız tutum göstermiştir. Bunların yanında Ermenistan, eski SSCB içinde yer alan Türk halklar ile Müslüman halklar üzerinde Ankara’nın etkisini engellemek isterken, Güney Kafkasya’daki Rus ve İran etkisinin de bayraktarlığını yapmaya devam etmektedir. 

Yine aynı doğrultuda gelişen dış politikaya göre bölgedeki bazı gelişmeler Ermenistan’ın doğrudan ve açık tepkisiyle karşılaşmaktadır. 
Öyle ki, Gürcistan’daki kapatılan askeri üslerin malzemelerinin de Ermenistan’a aktarılmasıyla birlikte kendisi Kafkaslarda Rusya’nın askeri silah ve malzeme deposu özelliği taşıyan bir ülke olmasına rağmen,24 Gürcistan ve Türkiye arasında gerek ekonomik gerek askeri alanda artan yakınlaşma Ermenistan’ı son derece rahatsız etmektedir. Bunun son ve en taze örneği olarak Gürcistan’da Türkiye’nin kullanımına açılan Marneuli hava alanını25 Ermenistan Dışişleri BakanıVardan Oskanyan, Gürcistan’ın Türkiye’ye olan bağımlılığının her geçen gün arttığı şeklinde değerlendirmiş ve "Türkiye ve Gürcistan arasındaki askeri işbirliğini, bölgedeki güç dengesi açısından son derece endişe verici" bulmuştur.26 

Diğer yandan, Güney Kafkas ülkeleri arasında BDT Ortak Savunma Anlaşması’na imza koyan tek ülke Ermenistan’dır. 

Azerbaycan ve Gürcistan 2000 Mayıs’ında Minsk’te yapılan ikinci Ortak savunma anlaşmasına imza koymaktan kaçınmışlardır. Rusya Federasyonu’nun NATO’nun 
doğuya doğru genişlemesine karşılık bir tehdit unsuru olarak ortaya koyduğu BDT’nin karşıt askeri ittifaka dönüştürülmesi stratejisi Ukrayna, Gürcistan, Azerbaycan ve Özbekistan ekseninde kesintiye uğramaktadır. Bu dört ülke BDT Ortak Güvenlik Sistemi’nin dışında kalarak, Moskova’nın ortak ordu kurma girişimlerini mantıklı bulmazken27, Ermenistan’ın Güney Kafkas devletleri arasında tek başına bu anlaşmaya imza koyması, komşularıyla arasındaki pürüzlere bir yenisini eklerken, bölge barış ve istikrarını olumsuz etkileyen yeni bir faktör oluşmuştur.28 Buna karşılık Bakü’nün NATO Askeri üslerinin Azerbaycan toprakları üzerinde konuşlandırılmasını istemesi bölgesel 
ve global güçler tarafından farklı tepkilerle karşılanmıştır. Azerbaycan’ın, Ermenistan’a askeri teçhizat sağlamayı durdurmasını istediği Rusya ve Çin bu teklife çok büyük tepki göstermişlerdir.29 Ermeni analistler, Ermenistan-İran ilişkileri açısından, İran’ı genel olarak batı entegrasyon sürecine karşı tek başına durabilecek güç olarak yetersiz bulmakta, Tahran’ı ancak Rusya ve Çin’e destek verecek jeopolitik oyuncu ve Türkiye’nin Kafkaslardaki ekonomik ve kültürel yayılmacılığına siper olabilecek ülke gibi değerlendirmektedir. 

< Türkiye, Sovyetler Birliği’nin dağılması ile bağımsızlığını kazanan Ermenistan’ı 16 Aralık 1991’de hiçbir ön koşul ileri sürmeden tanımış ve ardından ekonomik güçlük içindeki Ermenistan’a insani yardımda bulunmuştur.>

2 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR


***