1 Kasım 2017 Çarşamba

AZERBAYCAN VE TÜRKİYE İLE BİTMEYEN KAN DAVASI EKSENİNDE ERMENİSTAN’IN DIŞ POLİTİKASI, BÖLÜM 1


AZERBAYCAN VE TÜRKİYE İLE BİTMEYEN KAN DAVASI EKSENİNDE ERMENİSTAN’IN DIŞ POLİTİKASI, BÖLÜM 1



AZERBAYCAN VE TÜRKİYE İLE BİTMEYEN KAN DAVASI EKSENİNDE ERMENİSTAN’IN DIŞ POLİTİKASI,
 Nazmi GÜL- Gökçen EKİCİ* 
* N. Gül; ASAM Kafkasya Araştırmaları Masası, Asistan. 
  G. Ekici; ASAM Kafkasya Araştırmaları Masası, Stajyer. 
Avrasya Dosyası, Azerbaycan Özel, İlkbahar 2001, Cilt: 7, Sayı: 1, s. 371-396.
AVRASYA DOSYASI 


Yüzyıl önce, Kafkasya ve Orta Asya üzerinde, dönemin hegemonik güçleri İngiltere, Fransa, Almanya ve Avrasya'nın en büyük ülkesi Rusya arasında, 
sert bir nüfuz alanları çatışması yaşanıyordu. Dış politika yazınında, bu çatışmanın adı ''Büyük Oyun'' dur. Bugün aynı bölgede yaşanan askeri, diplomatik süreçler de, aynı adla anılmaktadır. Bu oyunun ana teması ise Hazar havzası karbonhidrat kaynaklarının nasıl paylaşılacağıdır. 

Paylaşım mücadelesi olarak da adlandırılabilecek nüfuz savaşı artık Soğuk Savaş döneminde olduğu gibi sadece siyah ve beyaz değildir. 
Herkes niyetini açıktan belli etse bile, zaman zaman dolambaçlı yollar yada farklı ülke veya güçler kullanılarak nüfuz mücadelesi yapılmaktadır. 
Bunun dünyadaki örnek uygulama alanlarından biri de Kafkaslardır. Savaş ise sadece, Kafkaslarda uzun süredir devam eden gerginliği "stabil bir gerginlik" ya da "sürekli bir çatışma" durumuna getirmeyi amaçlayan oyuncuların elindeki bir araçtır. 




AZERBAYCAN VE TÜRKİYE İLE BİTMEYEN KAN DAVASI 

Mevcut durumda, Kafkasya bölgesi ülkeleri global politikaların öznesi değil nesnesi durumundadır. En azından geçen on yıl zarfında bölge dış çıkarların çatışma arenası olmuş, hiçbir biçimde uluslararası alanda farklı bir rolü yürütme özelliğini gösterememiştir. Henüz çözüme kavuşturulamamış üç anlaşmazlık bölgesinde belirlenemeyen sınırlar (Ermenistan- Azerbaycan, Gürcistan-Abhazya, Rusya-Çeçenistan çatışmaları), 
bölgedeki bütün çıkarları ve bahsedilen oyunun seyrini belirlemektedir. Bu durum, araştırmanın ilk kısmında Kafkaslar bölgesindeki jeopolitik 
durumu, uluslararası çıkarları, bölgedeki ülkelerin sorunlarını ve önemli politik gelişmeleri özet olarak değerlendirmeye zorlamaktadır. 
Bu tür bir değerlendirme Ermenistan’ın, Kafkaslarda bağımsız bir oyuncu olarak izlediği politikaları anlama amacına uygun düşmekte ve 
yardımcı olmaktadır. 

Bugün Kafkasya’daki mevcut karışıklıklar bölge ülkelerinin içsel dinamiklerinin yanında, tamamının uluslararası boyutu bulunmaktadır. 
Buna ek olarak bölgede, gerek devletleşme, gerekse izlenen politikaların belirlenmesi süreçlerini etkileyen olayların henüz sona ermemiş olduğu 
göz önüne alındığında, onbir yıllık genç Ermenistan Cumhuriyetinin dış politikasının çözümlenmesinin zorluğu ortadadır. Bu durum sağlıklı 
tespitler ve anlamlı öngörüler yapmamızı sınırlandırsa da, bazı temel ilkeleri ortaya koyup incelememiz mümkün görünmektedir. 
Ermenistan’ın dış politikasının analizini yaparken önemle üzerinde durulması gereken konulardan birisi de Ermeni toplumunun gerek 
Ermenistan toprakları içerisinde gerekse diaspora Ermenilerinde ki etno-psikolojik durum, yani "Mağduriyet" psikolojisidir. Ermeni 
toplumunun ve bunun bir sonucu olarak bağımsız Ermenistan devletinin komşularından duyduğu "derin ve sürekli korku" Ermenistan dış 
politikasının şekillenmesinde çok büyük önem taşımaktadır. Ermenistan’ın dış politikasını etkileyen diğer unsurlar ise, dünyadaki 
küresel gelişmeler, Batı demokrasilerinin Rusya politikası, bölgedeki Türk Cumhuriyetlerin yakınlaşması ve Rusya-Türkiye ilişkileridir. 
Ermenistan için önem arz eden diğer etkenler ise, bölgesel ve uluslararası ilişkilerden tecrit, bölgede politik ve ekonomik yayılmacılık, 
askeri cepheleşme tehditleridir. 

I. Kafkaslarda Uluslararası Çıkar Çatışmaları Coğrafi bakımdan bölgeye yakınlığıyla ve tarihsel imparatorluk geleneğiyle Rusya, Kafkaslar'ı hâlâ 
kendi "Arka Bahçesi" gibi görmektedir. 

Rusya’da 2000 Mart’ında seçilmesinden bu yana başkan Putin ve yönetimi selefi Yeltsin’e oranla dış politikada çok daha çatışmacı bir pozisyon almıştır. 

Her ne kadar Vladimir Putin Almanya, İtalya ve İngiltere gibi Batı ülkelerini ziyaret edip G-8 gibi uluslararası toplantılara katılsa da, Rusya başbakanı 
NATO’nun genişlemesi gibi olayları da açıkça kınamıştı.1 Geçen yaz Putin’in Çin’i ziyaretinin ardından iki ülke stratejik işbirliği anlaşması imzalamanın 
eşiğine gelmişlerdir. 

Pekin ve Moskova’nın ilişkileri geliştirme isteği iki ülkenin dünya olayları üzerindeki ABD egemenliği görüşü karşısında geliştirmek istedikleri 
stratejileri de şekillendirmiştir. Dış politika terimleriyle Rusya iki alanda rekabete dayalı avantajından yararlanmak istemektedir. İlk olarak Kuzey Kore, Çin, İran, Irak gibi ülkelerle ilişkilerini pekiştirerek başat silah ihracatçısı konumundan kar elde etmeyi ümit etmektedir. 
Orta Asya ve Güney Kafkasya’daki eski Sovyet Cumhuriyetlerini Moskova’nın siyasi yörüngesine çekme çabaları ise, Rusya’nın bu ülkelerdeki büyük petrol ve doğalgaz kaynaklarının çıkarılması ve taşınmasını kontrol etme isteği ile bağlantılıdır.2 Son olarak Rusya, eski Sovyet cumhuriyetlerinin tekrar Moskova’nın stratejik yörüngesine girmelerini sağlayacak çeşitli adımlar atmıştır. Moskova, Güney Kafkasya’da otoritesi altına girmeye isteksiz olması nedeniyle Gürcistan’ı doğalgaz kaynaklarından mahrum bırakmak, Ermenistan ile 
stratejik işbirliğini pekiştirerek ve bu ülkedeki askeri üslerini güçlendirerek Azerbaycan’ın güvenliğini tehdit etmek gibi askeri taktikleri uygulamaya koymuştur. 

Rusya’nın Kafkaslara dönmesi, iktidar boşluğundan yararlanarak geleneksel olarak onun nüfuz bölgesinde yer alan bir alana yerleşebilecek 
başka güçlerden önce davranıp buraya yerleşme çabasıdır.3 

Rusya’yı ürküten bu güçlerin başında Türkiye gelmektedir. Moskova açısından Türkiye’yi tehlikeli kılan, Azeriler ve Kuzey Kafkasya’daki başka halklarla etnik ve dilsel ortaklıklarının bulunmasından çok, ABD’nin onayıyla Kafkasya ve Orta Asya’yı Rus etkisinden çıkarıp Batı’ya bağlamak üzere aracı rolü oynayabilecek bir güç olmasıdır. Trans-Hazar ve Bakü Ceyhan Petrol boru hatlarının proje ve 
pazarlıkları belirli bir aşama kaydettiği her defasında şaşırtıcı bir rastlantı sonucu, bölgedeki çatışmaların şiddetlenmesi Rusya’nın bu çatışmalarda önemli bir rol oynadığını düşündürmektedir. Petrolün, doğalgazın dünya piyasalarına çıkarılabileceği tüm güzergahlarda sorunlar çıkarılmıştır ve yaşanmaktadır. 

<  Rusya’nın Kafkaslara dönmesi, iktidar boşluğundan yararlanarak geleneksel olarak onun nüfuz bölgesinde yer alan bir alana yerleşebilecek başka güçlerden önce davranıp buraya yerleşme çabasıdır.>

Ermenistan stratejik bölgeleri işgal etmiş, Azerbaycan’ın batısını tehdit etmektedir. Gürcistan’da istikrarın ne kadar hassas dengelere dayandığı, Erivan’ın Tiflis’e 
yönelik emperyalist politikaları da bilinmektedir. Kuzey Kafkasya Çeçenistan eksenli olarak kaynamaya devam etmektedir. Türkiye ve İran’da dahil 
olmak üzere Ortadoğu ve Körfez bölgesinde ileride meydana gelebilecek gelişmelerde etkinlik kazanabilmek bakımından, Moskova’nın 
Kafkaslarda siyasi nüfuz ve askeri mevcudiyetini korumaya önem verdiği bir gerçektir. Bölgenin zengin yeraltı kaynaklarının gelişmiş Batılı ülkelere ulaştırılması alanında kesin söz sahibi olabilmesi ve uluslararası ilişkilerde eski ağırlığını yeniden kazanabilmesi için Rusya Federasyonu’nun Kafkasya bölgesinde yeterli askeri varlığını yeniden tesis etmek istemesi açıktır. 

Rusya’nın "yakın çevre" politikası Ortadoğu politikasıyla da yakından ilgilidir. Moskova’nın eski Sovyetlerin güneyindeki politikasının en önemli destekçisi İran’dır. İran ve Rusya’nın Batıyı özellikle de ABD’yi bölge dışında tutmak ortak çıkarlarınadır. Hazar denizi petrolünün tek yanlı gelişmesine iki ülkenin verdiği ortak veto bu işbirliğinin sadece bir parçasını oluşturmaktadır.4 

Öte yandan, Sovyetlerin dağılmasının ardından küresel tek "Süper Güç" olarak addedilen ABD'nin bölgedeki politikası ise şöyle özetlenebilir: Batılı şirketlerin, Kafkaslarda ve Orta Asya'da petrol ve gaz rezervlerine ulaşmasını engelleyen, bölgesel çatışmalara bir çözüm getirmek. Çözümleri oluştururken, petrol ve doğal gaz yolları üzerinde Moskova'nın denetim oluşturmasını engellemek ve bu rezervlerin kullanımını Batılı şirketlere açık tutmak. ABD, Batının enerji güvenliğini sağlamak, bu arada İran'ı petrol yolları dışında tutarak, Orta Asya 
ülkeleri üzerinde ekonomik, siyasi etkinlik elde etmesini engellemek için çalışmaktadır. Bunlara ek olarak 90’lı yıllar sonrasında Rusya’nın 
hayati çıkarlarına tehdit olarak algıladığı NATO’nun doğuya genişlemesi politikası, Amerikan dış politikasının en önemli önceliklerinden biri 
haline gelmiştir. 

ABD'nin bölge politikası pratikte; Bakû-Novorossisk-Grozni petrol boru hattının işleyişini engellemek, buna karşılık, Bakû-Supsa ve Bakû-Ceyhan hatlarının desteklenmesi ve işletilmesi anlamına gelmektedir. Gürcistan ve Azerbaycan Bakû-Supsa hattının iki ucunu oluşturmaktadır. Bu iki ülkenin, geçiş ülkesi olarak Batı için öneminin yanında, Rusya ile güvenlik anlaşmalarını güçlendirmeleri, Rusya açısından yaşamsal öneme sahiptir. Petrol ve doğalgazın dünya pazarlarına ulaştırılması amacıyla Kafkas ülkelerinden geçirilecek boru hatlarının Rusya’yı devre dışı bırakacak olmasının, Moskova’yı kaygılandırdığı da keza bilinmektedir. Avrupa ile zengin yeraltı kaynaklarına sahip olan Orta Asya bölgeleri arasında stratejik önemde bir geçiş noktası olmasına rağmen Kafkasya da, Rusya Federasyonu açısından hayati önem arz eden bölgedeki çatışmalara Batılı devletler aktif taraf ve müdahil devlet olmaktan sakınmışlar ve daha çok çatışmaların şiddetini düşürmek ve mümkünse arabulucu politikalar önermek rolünü üstlenmişlerdir. Bunun en temel sebebi, henüz Sovyetler Birliği’nin dağılmasının yarattığı ağır travmanın etkisinde olan Rus askeri ve siyasi kadrolarının, yetmiş yıllık birlik süresince grift bir şekilde kurulmuş olan ekonomik, sosyal, kültürel ve askeri ilişkiler bütününü temelden sarsabilecek politikalar izlediği taktirde batılı devletlere çok sert karşılık verebileceği idi. 
Dolayısıyla Balkanlar’dan farklı olarak Kafkaslara müdahil olmanın getirebileceği bazı avantajlara karşın olası yüksek maliyetlerinin kabul edilemez düzeyde olması gerçeği karşısında Batı ülkeleri Rusya ile ilişkilerinde bu bölge itibariyle daha "anlayışlı" olmuşlardır.5 

ABD ve Rusya arasında yaşanan NATO’nun genişlemesi, Kosova Krizi gibi sorunlara karşın gergin siyasi ortamlardan etkilenmeyen belki de 
tek alan "Ortak Tehdit Azaltma Programı" olmuştur. ABD’nin bu önceliği sebebiyle Rusya yönetimine fazlaca siyasi baskı yapacak konumda 
olmaması, diğer taraftan AB ülkelerinin hemen yanı başlarındaki Bosna ve Kosova krizlerine çözüm bulmakta dahi aciz kalmaları, Rusya’nın 
Kafkaslara ve Orta Asya’ya yeniden dönme çabalarının önüne set çekilmesini zorlaştırmıştır.6 

İran’ın Basra Körfezi’ndeki stratejik konumu, bir ticari partner olarak önemi ve bu ülkenin Güney Kafkasya, Orta Asya’daki eski Sovyet cumhuriyetleri ile olan bağları ve çıkarları Moskova’nın İran ile yakından ilgilenmesine sebep olmaktadır. Rusya’nın, İran’ın etki alanında yayılan İslam-i radikalizm konusundaki kaygıları ve İran’ın Rusya’ya alternatif olarak Güney Kafkasya ve Orta Asya’daki enerji kaynaklarının taşınması ile ilgili teklifleri gibi iki devlet arasında bazı görüş farklılıkları bulunmaktadır. Ancak bununla beraber, Boris Yeltsin yönetimi İran’ı, Rus silahları ve nükleer reaktörleri için önemli bir pazar ve ABD’den bağımlılığın azaltılmasının bir örneği olarak değerlendirmiştir. 
İki ülkenin ayrıca Türkiye’nin Güney Kafkasya ve Orta Asya’daki etkinliğini kontrol altına almak, Azerbaycan irredantizmini ve bağımsızlığını kontrol etmek gibi ortak amaçları vardır. Hazar enerji kaynaklarına yönelik uzun vadeli çıkarları farklı olmasına rağmen Moskova ve Tahran kısa vadede Bakü-Ceyhan ve Trans-Hazar boru hattını engelleme konusunda uyumlu faaliyetler göstermektedirler. Bunun yanı sıra İran, ABD’nin tecrit politikasına karşı Rusya’nın diplomatik yardımına ihtiyaç duymaktadır.7 

Hala teknik olarak savaşta olan küçük, yoksul ve karayla çevrili bir ülke olan Ermenistan ise, Kafkasya’da, küresel ve bölgesel güçlerin çatışma zemini üzerinde kendi menfaatlerini zaman zaman ABD ve AB, zaman zaman da Rusya ve İran ile uzlaştırabilme yeteneğini gösterebilen politikalar izlemektedir. "Düşmanlıklardan medet umma politikası" olarak da adlandırılabilecek olan bu politika uluslararası çıkar çatışmalarının bölgede birbirini dengelemesini sağlamaya yöneliktir. Ermenistan, Güney Kafkasya üzerinde kendi dış politika hedefleri doğrultusunda bazen Batı güçleri karşısında Rusya ve İran’ın etkinlik koyabilmelerini sağlamakta bazen de tam tersi bir strateji izlemektedir. 
Bölge ülkeleri olan Gürcistan ve Azerbaycan’a karşı saldırgan/işgalci politikalar izleyen Ermenistan öte yandan bölge ile sınırdaş İran ile taktik bir ittifak içinde Azerbaycan’a karşı dayanışma içinde iken, Türkiye’ye karşı da her platformda saldırgan bir tavır sergilemektedir. 

1. Ermenistan’ın Dış politikasında Etno-Psikolojik durum Bağımsızlık sonrasında Ermenistan’ın dış politikasını şekillendiren ana etkenler Ermenistan’ın 
dışındaki etkin Ermeni diaspora güçleri ve Ermeni etnik bilincinde, diaspora koşullarında oluşturulan, tarihsel etkenlere dayanan ulusal çıkarlar doktrini 
"Haydat" ya da "Ermenilerin Davası"dır. Bugün dış politika gündeminin ana maddelerini oluşturan Karabağ problemi ve Türkiye ile ilişkilerinin gelişiminde 
bu doktrinin temel ilkelerine uygun politik davranışlar sergilemektedir. Çünkü bu doktrinin hedefi, tarihte Ermenilerin yaşadığı bütün toprakları birleştiren birleşik, bağımsız ve özgür bir ülkedir. 

Sözü edilen Haydat doktrini, Ermenilerin genelinin bugün de içinde bulunduğu etno-psikolojik travma halinin bir ürünüdür. Doktrininin teorik esasını, bölgesel yayılmacılığı ulusal güvenlikleri için başlıca tehdit olarak kabul eden Ermeni tarihsel-politik "komşulardan duyulan korku" geleneği oluşturmaktadır.8 Bunun nedeni ise Ermenilerin tarih boyunca ulusal devletlerinin bulunmaması ve bulunduğu zaman da yayılmacı politika güden diğer devletlerin egemenliği altında kalarak, işlevsiz halde kalmasıdır.9 

Doktrinin mantığına göre, Ermenilerin yurtları tarih boyunca emperyalist büyük güçler tarafından işgal edilmiştir. Bu toprakları geri istemeleri ve almaları onların en doğal haklarının kendilerine iade edilmesi yani adaletin yerini bulması olacaktır. İşgal edilen yeni topraklara (Dağlık Karabağ ve Azerbaycan’ın bir bölümü) "kaybedilmiş ülkenin geriye alınması" şeklinde bakılmaktadır. Ermeni terör eylemleri ise, tarihte ("zalim Türkler" tarafından) uğradıkları haksızlıklar karşısında çaresizlikten başvurdukları faaliyetler olarak yorumlanmakta ve siyasi çıkarlarıyla uyuştuğundan bir çok ülke tarafından bu yaklaşımları kabul görmektedir. 

Bu travma halini Prof. Vamık Volkan "Dost ve Düşman Edinme İhtiyacı" adlı kitabında geliştirdiği yöntemle şöyle açıklamaktadır: "Grupların kimliğinde, geçmişte kazandıkları başarılar ve karşılaştıkları facialar büyük roloynamaktadır.  " Prof. Dr. Volkan bunlara "seçilmiş" travmalar ve zaferler demektedir. Seçilmiş olmaları tarihi gerçeklerinden uzaklaştırılıp, bir tür mitoloji haline dönüştürüldüklerini göstermektedir. Bunlar sürekli anılmakta ve böylece kuşaktan kuşağa aktarılmaktadır.10 Travma içindeki Ermeniler kendilerini kurban edilmiş hissetmektedirler. 
Yani kendileri masum ve iyi, düşman Türkler ise insanlık dışı olacak kadar kötüdürler. Dolayısıyla iyi kurban Ermeniler, kötü düşman(Türkler) tarafından travma oluşturan olaya insafsızca uğratıldıklarına inanmaktadırlar. Ermeni kimliğinin tanımı "iyinin kötü tarafından mahvedilmesi" denklemine oturtulmaktadır. 

Bu tanımın aksini ispat etmek kimliklerini yıkacağından, tarihi gerçeklere ilişkin bilgiler zihni bir sansürden geçirilip reddedilmekte veya görmezlikten gelinmektedir.11 

İşin en kötü tarafı son yüzyıl boyunca Ermenilerin bu anlayış içinde eğitilmesi, yani "kaybedilmiş topraklar", "dış saldırıların kurbanı" oldukları söylemlerine 
kendilerini inandırmaları ve bunların su götürmez gerçekler olduğunun yeni nesillere aşılanmasıdır. 

Durum, Ermenilerin geçmişe saplantı derecesinde bağlanmış olduklarını göstermektedir. Haydat’ın kesin değişmez ebedi ulusal amaçlar olarak benimsenen üç temel amacı vardır. Bu amaçlar; 

1) Tarihi Ermeni topraklarının geri alınması ve Birleşik Ermenistan ulusal devletinin kurulması; 
2) Dünyanın çeşitli bölgelerine dağılmış Ermeni ulusunun söz konusu topraklara geri dönmesini sağlamak ve; 
3) Sosyal devletin kurulmasıdır. 




Söz konusu doktrin Ermeni lobisinin tamamına yakın politik güçlerinin yanı sıra, Ermenistan’daki çok sayıda parti ve hareket tarafından şu veya bu biçimde benimsenmiştir. Partiler doktrinin amaçları konusunda değil, bu amaçlara ulaşmada izlenecek yöntemler ve zamanlama konusunda tartışmaya düşmektedirler. Bu doktrinin temel özelliği yukarıda açıklanan hedeflere varabilmek için devrimcilik ilkesini ve silahlı mücadelenin gerekliliğini kabul etmesidir.12 Ermeni stratejistlere göre, bu hedefler her zaman Ermenistan’ın dış politikasında öncelikli olmamalıdır. Hedeflere varabilmek için; zamanın ve şartların olgunlaşmasının yanısıra bunlara bağlı olarak aşama aşama, zamana yayılarak uygulamaya konması gerektiğini düşünmektedirler. 

Halıhazırda Ermenistan siyasi yaşamında son derece etkin bir ideoloji olan Haydat’ın gücünü anlayabilmek ve gelecekteki gelişmeleri tahmin edebilmek açısından Cumhurbaşkanı Levon Ter Petrosyan’ın 1998 Şubat’ındaki istifasını iyi incelememiz gerekmektedir. Gerard J. Libaridyan, "Ermenilerin Devletleşme Sınavı" adlı kitabında bağımsızlık sonrası Ermeni siyasi düşünce hayatında, Karabağ ve Türkiye ile ilişkiler konusunda Ermeni yöneticilerin izlediği tutumlara göre onları “pragmatik düşünenler ve Büyük Ermenistan hayalleri kuranlar” olarak iki gruba ayırmaktadır. Pragmatik düşünürler; Ermenistan’ı "normal" bir devlet haline getirmeye yönelik bir politikayla, ülkenin ve halkın karşılaştığı 
sorunları (bu sorunlara ülkenin bütün komşularıyla ilişkilerinin normalleştirilmesi dahildir) çözmek isteyenlerdir. "Büyük devlet hayalleri" kuran ve ideolojik bakış açıları taşıyan ikinci grup ise, bugünkü Ermenistan’ı yalnızca daha büyük hedeflere ulaşmak için bir araç olarak görenlerdir.13 Ermenistan’ın politikalarını belirleyen bu iki grup arasındaki mücadele Cumhurbaşkanı Levon Ter-Petrosyan’ın Şubat 1998’de ki istifasıyla onun önderliğindeki birinci grubun -pragmatik düşünürlerin - iktidarı kaybetmesi, gerekli gördüklerinde silaha 
sarılmaktan kaçınmayan, Cumhurbaşkanı Koçaryan liderliğindeki ideolojik düşünürler ekibinin zaferi ve iktidarı ele almasıyla sonuçlanmıştır. Ter-Petrosyan istifa etmek zorunda bırakılmıştır. Çünkü Karabağ’ın bağımsızlığının tanınmasını ve işgal edilmiş Azerbaycan topraklarının ilhak edilmesini garanti altına almayan bir belgeyi AGİK’te yapılan Karabağ sorununun çözümüne yönelik görüşmelere temel olarak kabul etmiştir. Bu ise Petrosyan’ın Haydat’ın ilkelerinden uzaklaştığı şeklinde yorumlanmıştır. L. Ter Petrosyan’ın politik kaderi Erivan’daki siyasi liderlerin her biri için ibret dersi olmuştur. Ermenistan politikacılarının Ermeni ulusal çıkarlarının dayanağını oluşturan doktrinin ilkelerinin dışına çıkmaları çok zordur. Koçaryan’ın iktidara geldikten sonra ki ilk faaliyeti, Ter Petrosyan’ın bir terörist grubu koruduğu ve üyeleri yöneticileri, kadroları yurt dışında olduğu 


< Ermenistan politikacılarının Ermeni ulusal çıkarlarının dayanağını oluşturan doktrinin ilkelerinin dışına çıkmaları çok zordur.>

gerekçesiyle kapattığı Taşnaksutyun partisini yeniden açmak olmuştur.14 Aslında bu hareketi Ermenistan Devlet Başkanı Robert Koçaryan’ın izleyeceği dış politikanın ilk sinyalleridir. Koçaryan göreve başladıktan çok kısa bir süre -üç gün- sonra Taşnak Lideri Vahan Hovannisian’la görüşmüş bu görüşme sonunda Hovannisyan Taşnakların sonuna kadar Koçaryan’ı desteklediğini” bildirmiştir.15 
Petrosyan döneminden sonra Ermenistan’ın dış politikasının Koçaryan yönetimiyle birlikte Haydat ideolojisinin yörüngesine oturmuş olduğu sözü edilen doktrinin Ermenistan’ın dış politikasını tamamiyle şekillendirdiği iddia edilebileceği gibi, iç dinamiklerini bir anda değiştirebilecek gücünün olduğu da Ermenistan politik yaşamında tecrübeyle sabitlenmiştir. AGİT zirvesinde Azerbaycan’la masaya oturmaya hazırlanan Başbakan Vazgen Sarkisyan ile Meclis Başkanı Karen Demirciyan’ın da aralarında olduğu sekiz milletvekilinin öldürülmesiyle sonuçlanan 27 Ekim 1999 parlamento baskını hakkındaki gerçekler halen tam olarak gün ışığına çıkmış değildir. Katliamı gerçekleştiren 
şahsın eski bir Taşnak üyesi olması düşündürücüdür. Olay Koçaryan’ın iktidarını pekiştirmesini ve siyasi alanda alternatifsiz kalmasını sağlamıştır. Yargılama sürecinin halen devam ettiği olayın sonucunda bilinen tek şey bu ülkede iç siyasi durumun ansızın dramatik biçimde değişebileceğidir. 

Günümüzde bu ideolojinin Ermeni milli bilincindeki hakimiyetinin en açık göstergeleri; Dağlık Karabağ sorunun çözümünde, diasporası ile birlikte Ermenistan halkının ve devletinin takındığı uzlaşmaz tavır, Ermenistan Devlet Başkanı Koçaryan’ın "Ermeni soykırımının uluslararası düzeyde tanınması, dünyanın dört bir yanında ki Ermenilerin bu yöndeki beklentileri doğrultusunda ülkemizin dış politika gündeminin öncelikli maddesi olarak kalmaya devam etmektedir"16 açıklaması, Ermenistan’ın açıkça Türkiye’den toprak talebi olmadığını ilan etmemesi Türkiye ve Gürcistan ile ortak sınır anlaşmasını halen imzalamamış olmasıdır.

III. Ermenistan’ın Dış İlişkilerinin Analizi 

Sovyetler Birliğinin 1991’de dağılmasının ardından, Ermenistan Cumhuriyeti ilk defa bağımsız bir dış politika belirleme şansını yakalamıştır. 
Şurası bir gerçek ki Ermenistan bağımsızlığının ilk gününden başlayarak Karabağ probleminin yarattığı güvenlik problemleri ile yüz yüze kalmıştır ve bu da Ermenistan’ın dış politikasına bütün komşu ülkelerle, dünya devletleri ile bu devletlerin yeni jeopolitik ve jeoekonomik ortamda ki rolleriyle beraber Ermenistan’ın temel stratejik çıkarları göz önünde tutularak ilişkiler kurma zorunluluğunu yüklemiştir.18 Ermenistan’ın Haydat doktrini etrafında algıladığı stratejik çıkarlarını göz önünde tutarak sergilediği politik davranışları, diğer 
Güney Kafkasya ülkeleri Gürcistan ve Azerbaycan’dan önemli farklılıklar göstermektedir. Azerbaycan ve Gürcistan bağımsızlıklarından sonra 
hızla Sovyet etki alanından uzaklaşıp demokratik yapılar oluşturma yolunda önemli aşama kaydederken, Ermenistan dış politikası milli ideolojileri 
Haydat’ın da etkisi ile komşularından asılsız toprak talepleri temelinde gelişmiştir. Kafkaslarda rahatsızlık doğuran, komşulara sorun yaratan ve Ermeni bilincinde gerçeklik ve hak-adalet anlamını taşıyan bu iddialar "Büyük Ermenistan" ülküsünden ve bu ülkünün coğrafi sınırlarından kaynaklanmaktadır. Bunun doğal sonucu olarak Ermenistan işbirliği arayışlarını bu denge üzerinde yoğunlaştırmıştır. 

Bağımsızlık sonrası sancılı bir dönüşüm süreci geçiren Ermenistan’ın bugüne kadar dış politikasını genel hatlarıyla iki konunun şekillendirdiğini söylemek mümkün görünmektedir. Bunlardan birincisi uluslararası toplumun 1915’de yaşandığı iddia edilen soykırımı tanıması ikincisi ise hala sıcaklığını koruyan Dağlık Karabağ konusudur. Cumhurbaşkanı Koçaryan, Petrosyan’ın aksine 
sözde soykırım iddialarını yeniden Türkiye-Ermenistan ilişkilerinin gündemine taşımıştır. Bu dönemden sonra içerde diasporadan transfer edilen siyasi partilerle yaşanan çatışmalar sona ererken dış politikada diasporanın gücü ile birleşik bir politika izlenmeye başlanmıştır. Bu durum aynı zamanda diaspora ve anavatan Ermenileri arasında birlik ve entegrasyonun sağlanması sürecini hızlandıran bir faktör olmuştur. Koçaryan, Cumhurbaşkanı seçilmesinin ardından diasporanın etkin desteğiyle beraber uluslararası ilişkiler sürecinde Ermenistan dış politikasının temeli haline gelecek olan "dış güçlerin frenlenmesi (dengelenmesi)" doktrinini uygulamaya koymuştur. Bu doktrinin genel özelliklerinin gereği olarak Ermenistan Kafkasya konjoktüründe şu politikaları hayata geçirmeye çalışmakta veya uygulamaktadır: 

• Ermenistan’ın kendi zayıf jeopolitik konumunu, konumu daha güçlü olan komşularına karşı iddialar öne sürerek kuvvetlendirmek ve böylece açığını 
kapatmaya çalışmaktadır.19 Ermenistan günümüzde Türkiye, Azerbaycan ve Gürcistan’a yönelik olarak asılsız "kaybedilmiş-işgal edilmiş" topraklar iddiasını 
gündemde tutmaya devam etmektedir. 
• Ermenistan kendini keşif ve uluslararası sistemle entegrasyon politikalarını bir arada yürütmektedir. Buna göre Batı ile entegrasyon 
koşulları, Ermeni ulusal çıkarları bakımından değerlendirilip, küreselleşme sürecini, Erivan’ın kendini tecrid politikasına uygun gelmedikçe kabul etmemektedir.20 
• Ermenistan, Rusya ve Türkiye’nin bütünlükle Batının Kafkaslardaki çıkarlarını dengelemekte politik ve ekonomik entegrasyonun önünü kesmeye çalışmaktadır. 
• Mevcut durumda Rusya’nın bölgede zayıflamasından rahatsızlık duyan Ermenistan Çin’in Kafkaslara girmesini kolaylaştırıcı politika izlemektedir. 
• Gürcistan’ın iç politikasındaki istikrarını etkileyerek, enerji kaynaklarının batıya ulaşım yollarının güvenliğini tehdit etmektedir. 
• Kuzey-Güney (Rusya-İran) ulaşım koridorunu sağlamayı amaçlamaktadır. 

Ermeni analistlere göre Kafkaslarda sadece Ermenistan bölgenin Batı ile entegrasyonunun zararlarını görmekte ve buna karşı çıkmaktadır.21 

Bu düşünce çerçevesinde Gürcistan ve Azerbaycan’ın Batı ile entegrasyonundan korkan Ermenistan, Rusya ve İran başta olmak üzere diğer bölgesel güçlerinde Kafkaslarda bulunmasına çaba göstermektedir. 

Çünkü bu strateji bölgesel ve küresel dengelere oynayabilmeyigerektirmektedir. 

Ermenistan dış politikası bu frenleme stratejisi çerçevesinde kendi stratejik çıkarlarını elde etmek üzerine inşa edilmeye çalışılmıştır. Özellikle 1999 yılında Erivan’ın dış politikasında, Batı ve Rusya ile ilişkilerini bir dengeye oturtma çabalarının yoğunlaştığı görünmektedir. Öyle ki dış politika karar vericileri ülkenin ekonomik ve güvenliğinin bütün bölgesel güçler ve uluslararası organizasyonlarla işbirliği çerçevesinde garanti altında tutulabileceği üzerinde durmuşlardır. Bu dönemde Ermenistan’ın BM ve diğer uluslararası organizasyonlara katılım isteği dikkate değer ölçüde artmıştır.22 Ermenistan 1999’da Rusya ile askeri ve ekonomik işbirliğini arttırırken diğer taraftan ABD hükümetinden yüklü yardım almayı da sürdürmüştür.23 

Ermenistan Türkiye ile sürtüşmesi nedeniyle İran ve Rusya etkisine daha bağımlı kalmayı tercih etmektedir. Bunun sonucu olarak Ermenistan "Barış İçin Ortaklık" döneminde NATO’ya katılma niyetini ortaya koymamış, Yugoslavya krizinde ise müttefiki Rusya’ya rağmen tarafsız tutum göstermiştir. Bunların yanında Ermenistan, eski SSCB içinde yer alan Türk halklar ile Müslüman halklar üzerinde Ankara’nın etkisini engellemek isterken, Güney Kafkasya’daki Rus ve İran etkisinin de bayraktarlığını yapmaya devam etmektedir. 

Yine aynı doğrultuda gelişen dış politikaya göre bölgedeki bazı gelişmeler Ermenistan’ın doğrudan ve açık tepkisiyle karşılaşmaktadır. 
Öyle ki, Gürcistan’daki kapatılan askeri üslerin malzemelerinin de Ermenistan’a aktarılmasıyla birlikte kendisi Kafkaslarda Rusya’nın askeri silah ve malzeme deposu özelliği taşıyan bir ülke olmasına rağmen,24 Gürcistan ve Türkiye arasında gerek ekonomik gerek askeri alanda artan yakınlaşma Ermenistan’ı son derece rahatsız etmektedir. Bunun son ve en taze örneği olarak Gürcistan’da Türkiye’nin kullanımına açılan Marneuli hava alanını25 Ermenistan Dışişleri BakanıVardan Oskanyan, Gürcistan’ın Türkiye’ye olan bağımlılığının her geçen gün arttığı şeklinde değerlendirmiş ve "Türkiye ve Gürcistan arasındaki askeri işbirliğini, bölgedeki güç dengesi açısından son derece endişe verici" bulmuştur.26 

Diğer yandan, Güney Kafkas ülkeleri arasında BDT Ortak Savunma Anlaşması’na imza koyan tek ülke Ermenistan’dır. 

Azerbaycan ve Gürcistan 2000 Mayıs’ında Minsk’te yapılan ikinci Ortak savunma anlaşmasına imza koymaktan kaçınmışlardır. Rusya Federasyonu’nun NATO’nun 
doğuya doğru genişlemesine karşılık bir tehdit unsuru olarak ortaya koyduğu BDT’nin karşıt askeri ittifaka dönüştürülmesi stratejisi Ukrayna, Gürcistan, Azerbaycan ve Özbekistan ekseninde kesintiye uğramaktadır. Bu dört ülke BDT Ortak Güvenlik Sistemi’nin dışında kalarak, Moskova’nın ortak ordu kurma girişimlerini mantıklı bulmazken27, Ermenistan’ın Güney Kafkas devletleri arasında tek başına bu anlaşmaya imza koyması, komşularıyla arasındaki pürüzlere bir yenisini eklerken, bölge barış ve istikrarını olumsuz etkileyen yeni bir faktör oluşmuştur.28 Buna karşılık Bakü’nün NATO Askeri üslerinin Azerbaycan toprakları üzerinde konuşlandırılmasını istemesi bölgesel 
ve global güçler tarafından farklı tepkilerle karşılanmıştır. Azerbaycan’ın, Ermenistan’a askeri teçhizat sağlamayı durdurmasını istediği Rusya ve Çin bu teklife çok büyük tepki göstermişlerdir.29 Ermeni analistler, Ermenistan-İran ilişkileri açısından, İran’ı genel olarak batı entegrasyon sürecine karşı tek başına durabilecek güç olarak yetersiz bulmakta, Tahran’ı ancak Rusya ve Çin’e destek verecek jeopolitik oyuncu ve Türkiye’nin Kafkaslardaki ekonomik ve kültürel yayılmacılığına siper olabilecek ülke gibi değerlendirmektedir. 

< Türkiye, Sovyetler Birliği’nin dağılması ile bağımsızlığını kazanan Ermenistan’ı 16 Aralık 1991’de hiçbir ön koşul ileri sürmeden tanımış ve ardından ekonomik güçlük içindeki Ermenistan’a insani yardımda bulunmuştur.>

2 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR


***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder