15 Kasım 2016 Salı

Ermeni meselesinde arşivlerde Türklerin çekineceği hiçbir şey yoktur!




 Ermeni meselesinde arşivlerde Türklerin çekineceği hiçbir şey yoktur!





Prof. Dr. Yusuf Halaçoğlu



Türklerin çekineceği hiçbir şey yoktur. Sason İsyanı 1895’te çıkmıştır. Bunun için Avrupa’dan gelen heyet Sason’da Ermenilerin suçsuz olmadığını belirtmiştir. Aynı şey Adana ve diğer isyanlar için de geçerli. Hatta Ermeniler kendilerini desteklemeyen Ermenilere de zulmetmişler, onları da öldürmüşlerdir. Bunların hepsi tespit edilmiştir.
“ Soykırım vardır ” diyenlerin ya bu konuyla ilgili bilgileri yoktur ya da ihanet içindedirler. Başka bir seçenek yoktur. Bir ülkede yaşayan insan kendi insanlarını bu kadar ağır bir şekilde suçlarsa bu ne gaflettir ne dalalettir. Ya da kendilerini bu vatandan gösteren ama gerçek kimliği Ermeni olanlardır.






Yazarımız Kaya Ataberk ve Prof. Dr. Yusuf Halaçoğlu


23 ayrı yerde isyan çıktığı ve için Ermeni askerler silahtan tecrit edilmişlerdi
TÜRKSOLU: Güncel bir soruyla başlayalım isterseniz. Geçtiğimiz günlerde Tayyip Erdoğan, Sarkisyan’a bir çağrıda bulundu. “ Çanakkale’de beraber savaştık, anmaya siz de katılın ” dedi. Bu işin aslı nedir? Böyle bir çağrının yapılmasını nasıl değerlendirirsiniz?
Prof. Dr. Yusuf HALAÇOĞLU: Devlet adına bir karar verileceği zaman, devlet adamları konunun uzmanlarını çağırır, enine boyuna faydası ve zararı üzerinde tahlilde bulunulur, böyle açıklamalar ancak bundan sonra yapılır. Büyük devletlerde süreç böyle işler. Maalesef Türkiye’de buna benzer bir takım açıklamaların sonucu hüsran olur. Bu açıklamayı enine boyuna düşünmeden söylenmiş bir söz olarak nitelendiriyorum. Sarkisyan’ın Çanakkale’ye gelip “Evet, Ermeni askerler de burada çatıştı, dolayısıyla biz soykırım iddiamızdan vazgeçiyoruz” demesini herhalde kimse beklemiyordur.
Kaldı ki Sarkisyan Ermenistan’da iken Çanakkale’de bulunan Ermeniler Sarkisyan’ın askerleri değildi. Bunlar Osmanlı tebaasından Ermenilerdi ve onlar da bilindiği gibi I. Dünya Savaşı’nda Anadolu’nun 23 ayrı yerinde isyan çıktığı ve tehlike arz ettikleri için silahtan tecrit edilmişlerdi.
TÜRKSOLU: Yani orada olanlara silah verilmemiş miydi?

Van’da isyan ederken Çanakkale’de vatanı savunan Ermenileri nasıl izah edecekler?
Prof. Dr. Yusuf HALAÇOĞLU: Evet silah verilmemişti. Sadece sıhhiye taburlarında Ermeniler vardı ve onların sayısı da fazla değildi. Dolayısıyla “Çanakkale Zaferi’nde şu kadar rolleri vardı” demeleri mümkün değildir. Nitekim Çanakkale Savaşları 18 Mart 1915’te başlamıştı. Bundan önceki dönemde Zeytun İsyanı çıkmıştı. Burası bugün Kahramanmaraş’ın Süleymanlı ilçesidir. Diğer yerlerde de isyanlar vardı ve tam Çanakkale Savaşı sırasında da Van İsyanı çıkmıştı. 17 Nisan 1915’te Van, Bitlis ve Çatak’ta Ermeniler ayaklanmıştı. Çanakkale’de vatan müdafaası yapılırken aslında Osmanlı vatandaşı Ermeniler Van’da isyan halindeydiler. Bir taraftan isyan ederken bir taraftan Çanakkale’de vatanı savunan Ermenileri nasıl izah edecekler? Çanakkale’de belki toplam bin Ermeni askeri vardı ama Türkiye’nin toplamında da 50 bin Ermeni askeri vardı. Bunların hepsi de silahtan arındırılarak cephe gerisine çekilmişlerdi.


TÜRKSOLU: Ermeni isyanları etkili oluyor muydu?

Prof. Dr. Yusuf HALAÇOĞLU: Zeytun İsyanı gerçekten çok tehlikeli bir isyandı. 20 bin Türk askeri orada meşgul edilmişti. Fransız ordusunda ne kadar Ermeni gönüllü olduğunu Ermeni Boğos Nubar Paşa kendisi yazmıştır. Fransız Dışişleri Bakanı’na gönderdiği mektupta aynen şöyle demektedir: “Cumhuriyet ordularının yarısına yakını Ermeni gönüllülerden oluşmaktadır.” Tabii buradaki “cumhuriyet”, Fransa Cumhuriyeti’dir. Rus ordusunda ise Kafkasya kökenlilerde içinde olmak üzere 150 bin Ermeni asker vardır. Bunun dışında da 40 bin Ermeni gönüllü de Nazarbekov ve Andranik komutası altında Anadolu’yu yakıp yıkmaktaydı.
Bitlis’ten çıkan bir Ermeni çetesi Hatay’a kadar olan bölgede her yeri talan etmiştir. Bu sırada Ordu; Musul’da, Filistin’de, Kafkasya’da, Çanakkale’de, dört ayrı cephede savaşıyordu. Mühimmat getirenlere saldırılar, tren yollarına sabotajlar, telgraf merkezlerinde haberleşmeyi engellemek için isyanlar Ermenilerim faaliyetleriydi.
Bunları bilmeden Çanakkale’de bir davetle bir şeylerin çözülebileceğini sanmak hatadır. Bunun üzerine Ermeniler, “Biz Çanakkale’de vatan için mücadele ettik, sizi neden öldürmüş olalım?” demeyecekler midir?

TÜRKSOLU: Yani Tayyip Erdoğan’ın bu çıkışı Ermenilerin elini güçlendiren bir şey mi oldu?

Prof. Dr. Yusuf HALAÇOĞLU: Öyle oldu. Bunu yapmak yerine Cumhurbaşkanı değil ama hükümet, Birleşmiş Milletlere tarihçiler komisyonu kurmak için başvurmalıydı. Ermeni, Taşnak arşivleri de dâhil olmak üzere bütün arşivlerin açılmasını önermeliydi.
Türkiye BM’ye, tarihçiler komisyonu kurulmasını önermeli
TÜRKSOLU: Peki 1915’in yüzüncü yılında Ermenilerin bir kampanyaya girişecekleri belliyken bu söyledikleriniz neden yapılmıyor? Hükümetin ya da diğer kurumların bir girişimi neden olmuyor? Türk devleti neden kendisini savunmuyor?
Prof. Dr. Yusuf HALAÇOĞLU: Türk Devletinin kendisini savunması için öncelikle devleti yönetenlerin “Her şeyi biz biliyoruz” demekten vazgeçmesi lazım. Bir danışmanlar kurulu oluşturulmalıdır ama bu da Etyen Mahçupyan gibi isimlerden kurulmamalıdır. Devlete zaten karşı çıkan, soykırım olduğunu savunan Halil Berktay gibi isimlerle, “ahiren” kelimesini “önceden” diye telaffuz edenlerden oluşturmasınlar. Bu işi bilen, doğru düzgün isimlerden kurulmalıdır. Bu kurula danışılmalıdır. Bir strateji belirlenmelidir. Ama maalesef Türkiye’nin bir strateji belirlemek gibi bir hedefi de yok.
2015 geldi. Biz parlamento heyeti olarak İsveç’e gidecektik, 4 bakan hakkındaki yolsuzluk oylaması nedeniyle gidemedik. Şimdi İtalya’ya gideceğiz. Ama sadece parlamento heyetlerinin bunları yapmasıyla bu iş çözülmez. Bu olay tabi ki artık ilmî boyuttan çıkmış, siyasî boyuta girmiştir. BM’de siyasî olarak çok etkili olacak şekilde bütün ülkelere çağrıda bulunulmalıdır. “Buyurun, biz tarihimizle yüzleşeceğiz. Ermeniler de Fransızlar da Amerikalılar, İngilizler ve Ruslar da yüzleşsin. Hodri meydan!” desinler. Bakalım bu durumda tarihçiler komisyonuna Fransa, İngiltere, ABD ya da Rusya eleman verecek mi?

Arşivlerde Türklerin çekineceği hiçbir şey yoktur
TÜRKSOLU: 1915 ve öncesine dair arşivler ortaya konulduğunda Türkiye’nin çekineceği şeyler mi ortaya çıkar, yoksa Batılıların ve Ermenilerin çekineceği şeyler mi?

Prof. Dr. Yusuf HALAÇOĞLU: Türklerin çekineceği hiçbir şey yoktur. Sason İsyanı 1895’te çıkmıştır. Bunun için Avrupa’dan gelen heyet Sason’da Ermenilerin suçsuz olmadığını belirtmiştir. Aynı şey Adana ve diğer isyanlar için de geçerli. Hatta Ermeniler kendilerini desteklemeyen Ermenilere de zulmetmişler, onları da öldürmüşlerdir. Bunların hepsi tespit edilmiştir.
TÜRKSOLU: PKK’nın kendisinden olmayan Kürtlere yaptığı gibi mi?

Prof. Dr. Yusuf HALAÇOĞLU: Tabi ki. Zaten terörün temeli budur. Birilerini yıldırmak, kendine çekmek, korkutmak… Ermeniler de öyle başlamıştır.
Osmanlı Devleti’nin ya da Türklerin çekineceği hiçbir şey yoktur çünkü mahkemeye çıkarılan ya da tutuklanan Ermenilerle ilgili tutanaklarda kesinlikle o bölgenin keşişinin, rahibinin de imzası vardır. Evlere yapılan baskınlarda ele geçirilen suç delilleriyle ilgili tutanaklarda da bölgenin din adamlarının imzaları, mühürleri var. Mahkeme safahatı çok ciddi geçmiştir. Mahkeme edilen kişi “Bugün konuşacak halde değilim” diyerek erteleme istediğinde ertelenmiştir. Böyle adil bir yargılama yapılmıştır. Üstüne üstlük Batılılar araya girerek yargılanıp mahkûm olan şahısları serbest bıraktırmıştır.
TÜRKSOLU: Tabi bunlar kayıtlarda var…

Prof. Dr. Yusuf HALAÇOĞLU: Bunlar herkesin gözünün önünde olmuştur. Ermenilere devlet tarafından yapılmış bir zulüm vs. asla yoktur. Bir takım kesimlerle kendi aralarındaki çatışmalardan kaynaklanan hadiseler olmuştur. Özellikle Doğu ve Güneydoğu’da Osmanlı askerî kıyafeti giymiş Ermenilerin Kürt köylerine saldırdığının kayıtları arşivlerde vardır. Bu Kürtlere devlet tarafından bir baskı yapılıyormuş izlenimi doğurmak ve Kürtlerle Ermenileri birleştirmek adına yapılmıştır. Fakat bunu yapanlar yakalanıp daha sonra Ermeni oldukları da ortaya çıkınca bu sefer de Kürtlerin onlara saldırdığı görülmüştür.

Kaçaznuni: “Rusların ve Batının, devlet kurma sözlerine inanarak büyük hata işledik”
Bizim çekineceğimiz hiçbir şey yok. 1915’ten önce 1914’te Sait Halim Paşa’nın attığı yanlış bir imza var. Ermenilerin yaşadıkları bölgeler üçe ayrılmış ve buralara birer Hıristiyan vali atanması kabul edilmiştir. Bu anlaşma yürürlüğe girmemiştir. Bununla beraber valiler gelmiştir. Bu sırada Dünya Savaşı çıkmıştır. Savaşın çıktığı dönemde Ağustos ayında Ermeniler Erzurum’da bir kongre düzenlemişlerdir. Bu kongreye Osmanlılar da delege göndermiş ve Ermenilere savaş sırasında Ruslara karşı devletin yanında yer almalarına karşılık savaş sonrasında kendilerine iki özerk bölge verilmesi teklif edilmiştir. Bunu Ermeniler kabul etmemişlerdir. Nitekim Ermenistan Başbakanı Kaçaznuni de kendi notlarında bunu yazmıştır. “Biz Rusların ve Batının, bize verdikleri devlet kurma sözlerine inanarak bu teklifi kabul etmedik. Büyük hata işledik” demektedir. Kendi Başbakanlarının yazdığı bu gerçekleri Osmanlı belgeleri de aynen teyit etmektedir.


Mavi Kitap 300 sterlin maaş karşılığında yazılmış bir propaganda kitabıdır
TÜRKSOLU: Peki Ermenilerin 1,5 milyon Ermeni öldü iddialarının bir dayanağı var mı?
Prof. Dr. Yusuf HALAÇOĞLU: Bunun 1,5 milyona kadar çıkarılmasının hukuken hiçbir önemi yok. Eğer devlet tarafından 10 bin kişi kasıtlı olarak öldürülseydi bu da soykırım olurdu. Ama 1,5 milyon abartısı Ermenilerin bu işi nasıl bir siyasî propagandaya dönüştürdüğünün kanıtıdır. Mavi Kitap’ta Arnold Toynbee bile “Eğer Ermeni nüfusu 1,6 milyon ise ve hayatta olanlar 1 milyon 150 bin kişi olduğuna göre, ölen ermeni sayısı 450 bin olmalıdır” der. Yani gerçekte ortada bir rakam da yoktur.

TÜRKSOLU: Ki bildiğimiz kadarıyla bu Mavi Kitap bir propaganda kitabıdır…
Prof. Dr. Yusuf HALAÇOĞLU: Evet, 300 sterlin maaş karşılığında yazılmış bir propaganda kitabıdır. Arnold Toynbee o tarihlerde genç bir tarihçidir. Askerlik yaparken İntelligence Bureau’da çalışmakta ve 300 sterlin maaş almaktadır. Bu işle özel olarak görevlendirilmiştir. Hangi bölgelerden sorumlu olduğu kendi arşivinden aldığımız belgelerde vardır. Lord Bryce tarafından ABD Büyükelçisi Morgenthau’ya yazılan yazılar elimizde vardır. Morgenthau sözde belgeleri Bryce’a göndermiş, o da Toynbee’ye vermiştir. Bu kitap böyle hazırlanmıştır. Kendisi de daha sonra bu kitabın gerçeklere dayanmadığını, ikinci elden duyumlarla yazıldığını belirtmiştir. Özeleştirisini de yapmıştır.
Böyle bir propaganda kitabında bile en fazla 450-600 bin rakamı verilirken daha sonra 1,5 milyona çıkarılmıştır. Şu da değerlendirilebilir: 1914’te Osmanlı’da ne kadar Ermeni nüfusu vardı ve 1918’de bu rakam ne olmuştu? 1922 Kasım’ı itibariyle Birleşmiş Milletler kayıtlarına baktığımız zaman ABD ve İngiltere’nin yaptığı araştırmalarda dünyaya dağılmış olan Ermenilerin 817,873’ünün Türkiye’den gitmiş olduğu belirtilmektedir. 95 bin Ermeni kadın ve çocuğun Müslüman olarak Türkiye’de kaldığı ve bu rakama dâhil olmadığı kaydedilmektedir. Yine 148,998 Ermeni’nin İstanbul’da, 131,175 Ermeni’nin de Anadolu’da yaşadığı geçiyor. 1914’te 1 milyon 294 bin Ermeni nüfusu var Türkiye’de. Yukarıdaki rakamlar da neredeyse 1 milyon 200 bin yapmaktadır. Arada 100 bin civarında bir fark var…


Her mezara 300 kişi konsa bile 5 bin tane toplu mezar olması gerekirdi
TÜRKSOLU: Ölenler 100 bin midir?

Prof. Dr. Yusuf HALAÇOĞLU: Bu rakamın içinde de Fransa için savaşırken ölen Ermeniler var. Fransız belgelerinde bunların kayıtları vardır ve hepsinin Anadolu ve İstanbul doğumlu olduğu görülmektedir. Rus ordusundaki Ermeniler ve Kazım Karabekir’in Ermeni-Gürcü savaşı sırasında ölenler hariçtir. Ayrıca İngiliz General Allenby’nin komutasında 8 bin Ermeni gönüllü olduğu belirtilmektedir. Ayrıca kolera ve diğer hastalıklardan ölenler vardır. Eçmiadzin’de ölenler de ayrıdır. Anadolu’dan Kafkaslara gidip orada savaşırken ölenledir bunlar. Bunlar neden hesaplanmamaktadır?
Ayrıca bulunmuş bir toplu mezar da yoktur. Yani bir yerde 1,5 milyon insan öldürülecek ve orada toplu mezar olmayacaktır… Her mezara 300 kişi konsa bile 5 bin tane toplu mezar olması gerekirdi. Her kazma vurulan yerden toplu mezar çıkardı. Nasıl oluyor da Türklere ait toplu mezarlar bulunuyor da Ermenilere ait olanlar çıkmıyor? Bunların tümünü yok etmek mümkün müdür?
Buna karşılık “Suriye çöllerinde kayboldular” denilmektedir. O zaman neden ABD’nin Halep Konsolosu Jesse Jackson bunların şehirde nerelere geldiklerini ve yerleştiklerini kaydetti? Neden ABD Mersin Konsolosu Edward Natan Adana’dan trenlerle 500 bin göçmenin Halep’e sevk edildiğini yazmıştır? Neden Halep Konsolosu da 500 bin Ermeni’nin geldiğini onaylamaktadır.
Meselenin boyutları bunlardır. Bunları bilmeden bir politika üretmek mümkün mü? O zaman bu Çanakkale çağrısı gibi şeyler yaparsınız. Ama tarihçiler komisyonu kurulsun, herkes tarihiyle yüzleşsin derseniz; Fransa’dan, Yunanistan’dan, Rusya’dan, ABD’den gelen silahları onlar izah etmek zorunda kalırlar. Neden ilk planlarda Çanakkale yerine İskenderun’a çıkarma yapmayı düşündüklerini de açıklamak zorunda kalırlar. O zaman orada 30-40 bin Ermeni gönüllünün Türkleri arkadan vurmak için nasıl silahlandırıldığı da görülür. Bugün dahi uluslararası hukukta bir devlet başka bir devletle savaşa girdiği zaman o ülkenin sınırları içinde yaşayan ama diğer devletle aynı soydan olanları belli şartları yerine getirerek nakletme hakkı vardır.
TÜRKSOLU: Bu uygulamanın daha sonra başka örneği oldu mu?
Prof. Dr. Yusuf HALAÇOĞLU: ABD, II. Dünya Savaşı sırasında 170 bin civarında Japon’u Mississippi Vadisi’ne nakletmiştir. Bu ortada herhangi bir hadise olmamasına rağmen yapılmıştır.

Yok edilmek istenen insana yevmiye mi verilir?
TÜRKSOLU: Peki 1915’te Türkiye’de yaşayan Ermenilerin tümünün yeri değiştirildi mi?

Prof. Dr. Yusuf HALAÇOĞLU: İstanbul, Antalya, Kastamonu gibi bir takım bölgelerden hiç nakil yoktur. Sadece Taşnak, Hınçak, Ramgavar gibi örgütlerin üyeleri nakledilmiştir. Bunların sayısı da 250 civarındadır. Kastamonu’da 13 bin civarında Ermeni vardır, bunlar nakledilmemiştir. Bunun dışında Anadolu’nun içinde nakiller vardır. Sivas’tan Konya’ya, Konya’dan Yozgat’a, Kastamonu’ya… Ancak 500 bin civarında Ermeni Suriye tarafına nakledilmiştir. Bunların da yerleştirildiği yerler Amerikan Konsolosu tarafından Hama, Humus ve Deyrizor ile köylerine kadar kaydedilmiştir. Ki en fazla Deyrizor’a gitmiştir. Orada 300 bin civarında Ermeni yaşamaktadır. Ben oraya gittim ve gördüm. Osmanlı Devleti onlar için kilise bile kurmuştur orada. Öyle tel örgüler içinde değil normal evlerde yaşamışlardır. Halep’te yolda hastalananların tedavisi için hastane kurulmuştur. 2 bine yakın Ermeni burada tedavi edilmiş, ardından da taburcu olmuştur. Yok edilmek istendiği iddia edilen insanlar, tedavi edilmiştir! Hem de yol için de yevmiye verilmiştir. Yok edilmek istenen insana yevmiye mi verilir? Hitler, Naziler Yahudilere böyle bir şey uygulamış mıdır?

TÜRKSOLU: Stalin, Kırım Türklerini sürgüne gönderdiğinde insanları hayvan vagonlarına doldurarak, yemek vermeden, vagon kapılarını bile açmadan yolculuk ettirdi. Ve büyük rakamlarda ölüm oldu bu sürgün sırasında. Bugün dünya neden Ermeniler konusunda Türkleri suçlamayı akıl eder de Stalin’i ve Rusları Türk soykırımı yapmakla itham etmeyi düşünmez?
Prof. Dr. Yusuf HALAÇOĞLU: Aynı şekilde mesela Irak’ta bu kadar sivil insan öldü. Hangi suçlular cezalandırıldı? Ama Osmanlı Devleti iskâna tabi tutulan Ermenilerin mallarını gasp eden, kadınları kaçıran ve cinayet işleyenlerle ilgili yine Talat Paşa’nın imzasıyla 1673 kişi Divan-ı Harbe verilmiştir. Bu işlem de 1915’te yani uçların işlendiği yılda yapılmıştır. 1916 Şubat, Mart ve Nisan aylarında bu davalar sonuçlanmıştır. 67 kişiye idam cezası verilmiş ve cezalar da infaz edilmiştir. Gasptan bile idam edilenler olmuş, 68 kişi kalebentlik cezasına çarptırılmıştır. 524 kişi de 2 ila 5 sene arasında hapis cezalarına uğratılmıştır. Yani uluslararası hukuk açısından suçlular cezalarını görmüşlerdir. Bu da devlet eliyle kötü bir uygulama olmadığının da kanıtıdır.

Bu noktadan sonra soykırımdan bahsetmek abesle iştigalden başka bir şey değildir
Osmanlı bütçeleri Mart ayından Mart ayına hazırlanırdı. Turgut Özal’a kadar Türkiye Cumhuriyeti’nde de böyle devam etmiştir. Sonra Ocak ayına alınmıştır. Mart ayında hazırlanan bütçede Ermenilerin sevk ve iskânına ilişkin bir karar yoktur. Bunun için bir harcama kalemi konulmamıştır. Bu çok önemlidir çünkü ortada bir plan olmadığını göstermektedir. Karar Mayıs ayının 27’sinde alınmıştır. Kararın alınmasından sonra da 16 Haziran’a kadar nakil başlatılmamıştır. Karar alındıktan sonra Dâhiliye Nezareti’ne bağlı İskân-ı Aşair ve Muhacirin Müdüriyeti bütçesine 68 milyon kuruş ek ödenek konmuştur. Sıhhiye Nezareti bütçesine 13,5 milyon kuruş eklenmiş. Kafilelerin uğrayacağı vilayetlere nakit paralar gönderilmiş. Fırınlar açılmış.
Bu devletin bunu önceden planlamadığı anlamına gelir. Çünkü o sırada henüz Çanakkale Savaşı başlamamıştı. Zeytun İsyanı başlamış olmakla beraber Van İsyanı çıkmamıştı. Filistin’de savaşacak olan 20 bin askerin Zeytun’a getirilmek zorunda kalması isyancıların vatana ihaneti demektir. Başka bir devlette olsa tümünü yok ederlerdi. Zeytun Ermenileri bile yok edilmemiştir. Onlar da en sonunda Suriye’ye nakledilmiştir. Orada dahi katliam yoktur. Oysa onlar yüzünden Osmanlı ordusu Sina’da İngilizlere mağlup olmuştur.
Bu noktadan sonra soykırımdan bahsetmek abesle iştigalden başka bir şey değildir. “Soykırım vardır” diyenlerin ya bu konuyla ilgili bilgileri yoktur ya da ihanet içindedirler. Başka bir seçenek yoktur. Bir ülkede yaşayan insan kendi insanlarını bu kadar ağır bir şekilde suçlarsa bu ne gaflettir ne dalalettir. Ya da kendilerini bu vatandan gösteren ama gerçek kimliği Ermeni olanlardır.


http://www.turksolu.com.tr/478/yhalacoglu478.html


12 Kasım 2016 Cumartesi

HALAÇOĞLU’ndan Ermeniler’e Tokat Gibi Cevap



HALAÇOĞLU’ndan Ermeniler’e Tokat Gibi Cevap,





HALAÇOĞLU’ndan Ermeniler’e Tokat Gibi Cevap                        

Bekir Yalçınkaya/Sincan          

Sincan Kars-Ardahan-Iğdır Kültür ve Dayanışma Derneği (KAI Der) tarafından Belediyesi Kültür Merkezi’nde düzenlenen, ''1915'de Neler oldu? Gerçekler Nelerdir?'' konulu panel büyük bir ilgi gördü. Panele damgasını vuranlar ise konuşmacı olarak katılan Türk Tarih Kurumu (TTK) eski Başkanı Prof. Dr. Yusuf Halaçoğlu,  Başkent Üniversitesi Tarih Bölümü Öğretim Üyesi ve Atamer Genel Başkanı Prof. Dr. Ünsal Yavuz ve Kazım Karabekir Paşa’nın kızı Timsal Karabekir Ermeni Meselesi, Tehcir’in Sebebleri ve Ermeni Özürcüsü Aydınlar hakkında önemli açıklamalarda bulundular. 




Bekir Yalçınkaya Halaçoğlu ile   

Takdim konuşmalarını Ardahan eski Milletvekili Faruk Demir’in yaptığı Panelin açış konuşmasını yapan Dernek Başkanı Seyfettin İltir “millet olarak asıl arkadan vurulan, sadece Doğu’da 30 bin insanı Ermeniler tarafından katledilen biziz. Bu konuda asıl özür dilenecek bir millet var ise o da Türk Milleti’dir.  Asıl bizden özür dilemesi gerekenler Ermeniler’dir. Bizler canlı tarihiz. Dedelerimizi, ninelerimizi onların ailelerini nasıl kayıp ettiğimizi bizlere sorsunlar. Tarihleriyle yüzleşsinler. Halep oradaysa arşın burada” diyerek, konuşmacılar Halaçoğlu, Yavuz ve Karabekir’e teşekkür etti.       

Halaçoğlu: İddia Tarihsel Gerçeklerin Işığında Anlaşılır       

Panelin ilk konuşmacısı, Türk Tarih Kurumu (TTK) Eski Başkanı Prof. Dr. Yusuf Halaçoğlu oldu ve Halaçoğlu, sinevizyon eşliğinde rakamlar vererek Tehcire ne kadar sebeb varsa hepsini anlattı. 1915 olaylarına ilişkin, Türk milleti olarak her şeyden önce bilgi sahibi olunması gerektiğini belirterek Kars’ın Derecik Köyü’nde süngülenen ve samanlıkta yakılan 476 Türk insanından, bulunan toplu mezarlarda karınlarından hançerlenmiş bir genç nesilden bahseden Halaçoğlu: “istiyorlarsa Amerikan Temsilciler Meclisi'nde sözde soykırımı kabul etsinler, istiyorlarsa bütün dünya kabul etsin. Önemli olan bizim kabul edip etmememiz'' dedi. Tarihi bir çok yalanla karşı karşıya olduğumuzu ve o dönemlerde telgrafın başında bir Ermeni’nin bulunduğunu ve gizli şifreli telgrafların hiçbirisinde şu kadar Ermeni öldürüldü diye yazmadığına dikkat çeken Halaçoğlu, Tarihte Türkler tarafından kurulmuş devletlerin hiç birinde ''ırkçı politikalar'' izlenmediğini kaydetti. Osmanlı İmparatorluğu’nun, 1800'lü yılların sonuna doğru topraklarında zengin petrol kaynakları bulunduğunun anlaşılmasının ardından hiç bir ham madde kaynağı bulunmayan Batılı devletlerin politikalarına maruz kaldığını anlatan Halaçoğlu, bu tarihsel gerçeklerin ışığında sözde Ermeni soykırım iddialarının anlaşılabileceğine işaret etti. “Özürcü Liberal aydınlar Kuruköy Mezarlığı’ndaki kemikleri bir uluslar arası incelemeye götürebilirlerse gerçek ortaya çıkar” diyen Yusuf Halaçoğlu, Tehcir sebebiyle 215 bin ABD’ye, 800 bin Kanada’ya  gönderilen Ermeni yolcu defterini inceledik. Hiçbir eksik yok. Bize soykırımı yutturmaya çalışmasınlar” dedi.    Osmanlı’da 1914'e kadar Fransa'nın 500, İngiltere'nin 178, ABD'nin 426, Almanya'nın da 140 okul açtığını aktaran Halaçoğlu, bu okullardaki öğrencilerin daha sonra 1881'de Cenevre'de Hınçak Teşkilatı'nı, 1889'da da Taşnak Birliği’ni kurduğunu, bunların yanı sıra Adapazarı, Ankara, Yozgat gibi pek çok bölgede çok sayıda Ermeni birliğinin oluşturulduğunu ifade etti ve Boğazlıyan Kaymakamı Kemal Bey gibi bir çok insanın suçsuz yere idam edildiğini söyledi.               




TC Yıkılmaz Demeyin Birlik Olun!    


Prof. Dr. Yusuf Halaçoğlu, soykırım iddialarının yapıldığı yıllarda bir telgraf memurunun da Ermeni olduğuna işaret ederek, ''Bu nasıl soykırım ki ülkenin en etkili haberleşme sisteminin başında bir Ermeni bulunuyor. Çıkan isyanların tamamı telgraf tellerinin kesildiği bölgelerde'' dedi.     

Ermenilerin, Fransız ordusunda asker olarak görev yaptığına ve Osmanlı'ya karşı savaştığına dair bilgilerin bu ülkenin kayıtlarında ve belgelerinde bulunduğuna da değinen Halaçoğlu, aynı belgelerin ABD kaynaklarında da bulunduğunu kaydetti. Halaçoğlu, sözlerini şöyle sürdürdü:     ''Her şeyden haberimiz var. Avrupa'nın ne yapmak istediğini biliyoruz. Dünyayı sömüreceksiniz, zencileri esir diye satacaksınız. Ondan sonra geleceksiniz 'bize siz soykırım yaptınız' diyeceksiniz. Asıl soykırım yapacak nitelikte olacak insanlar kendileridir. Önce ona baksınlar. Buna rağmen Osmanlı Devleti çok ciddi davranmış, gerekli tedbirleri almıştır. Osmanlı İmparatorluğu tehcir kararını alanları cezalandırmıştır. Uluslararası hukuka göre buna artık 'suç isnadı' demek mümkün değildir. Çünkü suçlular cezalandırılmıştır. Ama bunu da gözden uzak tutmaktadırlar.''     ''Van'da 24 Mayıs 1915'de taş taş üstünde kalmamış, her şey dümdüz edilmiş ve 80 bin insan katledilmiştir'' diyen Halaçoğlu, tehcir öncesi gerçekleşen bu olayları kimsenin görmek istemediğini söyledi. Halaçoğlu, ''buradan 50 kadın, kendini Van Gölüne atarak iffetini kurtarmıştır. Onlar için abide dikilmesi lâzım. Bugünkü Van budur. Burası şehit olmuş bir Van'dır. Onun için de buraya 'şehit Van' dememiz lâzım'' diye konuştu.     

Ermenilerden Özür Dileme Kampanyası’nın yanlış olduğunu da belirten Halaçoğlu: ''Biz Türk milleti olarak her şeyden önce bu bilgilere sahip olmak zorundayız ve hiç bir zaman da moralimizi bozmamamız lâzım. İstiyorlarsa Amerikan Temsilciler Meclisi'nde sözde soykırımı kabul etsinler. İstiyorlarsa bütün dünya kabul etsin. Önemli olan bizim kabul edip etmememiz. Biz dünyada çok fazla devlet kurmuşuz, böyle bir milletiz. Bugün 'Türkiye Cumhuriyeti yıkılmaz' demeyin. Devletler yıkılır. İnsanlar gibidir devletler. Birbirimizi “bu Alevi’dir, bu Sünni’dir, bu Kürt’tür, bu Türk’tür” diye ayırım yapacak mıyız? Yoksa aynı çatı altında hepimiz akıllı olup birlik ve beraberlik içinde mi olacağız?    Bu coğrafya çok devlet götürmüştür. Birlik ve beraberliğimizi sürdürelim. Bırakın ufak tefek şeyleri, vatan ve milletimiz her şeyin önündedir. Bunun gerisinde hiç bir şeyi kabul etmiyorum ben. Birlik ve beraberliğimizi koruyalım. Batı dünyasına güvenmeyin. Tarihte her zaman kendi çıkarına kullanmıştır'' diyerek birlik mesajları verdi.      




Timsal Karabekir: Özürcüler Kara Yürekli  


Kâzım Karabekir Paşa’nın kızı Timsal Karabekir de '' Dününü bilmeyenin yarını bilmeye hakkı olamaz '' diyerek sözlerine başladı. Kurtuluş Savaşı öncesi ve sırasında Kâzım Karabekir ve Mustafa Kemal Atatürk arasında yaşanan diyalogları da aktaran Timsal Karabekir, Ermenilerden Özür Dileme Kampanyası'nın da '' Kara Yürekliler '' tarafından düzenlendiğini ve bunun çok acı olduğunu söyledi.    Tehcir süresince Ermeniler’in vatanın bir yöresinden işgâl altında olmayan başka bir yöresine nakledildiğini anlatan Karabekir, ''Devlet tedbirler alır. İddia edilen sözde soykırım olsaydı doktor ve süt verilir miydi bunlara? Tehcir zorunlu göçtür, ama soykırım bir ırkın dünya üzerinden yok edilmesidir'' dedi.    

 Kâzım Karabekir'in 1918 başlarında Ermenileri’n Türkler’e yaptığı zulümlerinin belge ve fotoğraflarını İstanbul'a gönderdiğini, ancak bunların neşredilmediğini aktaran Timsal Karabekir; “yani 1918. Bizim bu belgeleri dünya kamuoyuna göstermemiz gerektiğini Kâzım Karabekir 90 yıl önce göstermiş'' diye konuştu.     

 Başkent Üniversitesi Tarih Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ünsal Yavuz ise 1973-1979 yılları arasında Fransa'da doktorasını yaptığı sırada Ermeni olayları ile ilgili bu ülkenin Dışişleri Bakanlığı’nın kayıtlarına girdiğini ve çok sayıda belgeye ulaştığını anlattı.    Kayıtlara göre, 1915'de devletin gerillalara karşı gücünü ortaya koyduğunu dile getiren Yavuz; ''burada bir soykırım söz konusu değildir. Yaşananların nedeni dış devletlerdir. Bizim sırtımız pek alnımız açıktır. Bizi arkadan vuran Ermeni Lejyonerleri Fransa yetiştirmiştir. Şimdi de aynı zihniyetteki ecdadın nesli soykırım propagandası yapıyor'' şeklinde konuştu.   İlgiyle takip edilen panel sonrası Halaçoğlu, Yavuz ve Karabekir’e plaket takdim edildi.



http://bekiryalcinkaya.tr.gg/Hala%E7o%26%23287%3Blu-h-ndan-Ermeni-Tokad%26%23305%3B.htm


..

9 Kasım 2016 Çarşamba

Ermeni Terör Kurbanları Şehit Diplomatlarımız Anıldı





Ermeni Terör Kurbanları Şehit Diplomatlarımız Anıldı





Emekli Büyükelçi, Dr. Bilal N. ŞİMŞİR*

ERMENİ ARAŞTIRMALARI, Sayı 1, Mart-Nisan-Mayıs 2001


 

Dışişleri Bakanlığı Müsteşarı Büyükelçi Dr. O. Faruk Loğoğlu, 19 Mart 2001 Pazartesi akşamı Ankara Palas Devlet Konukevinde bir davet verdi. Davet, emekli Büyükelçi Dr. Bilâl N. Şimşir’ in son olarak yayınlamış olduğu iki ciltlik "ŞEHİT DİPLOMATLARIMIZ" adlı eserinin tanıtımı için düzenlenmişti.

Tanıtım töreninin açılış konuşmasını yapan Müsteşar Loğoğlu, kitabın menfur saldırıları her yönüyle irdeleyen kapsamlı bir belgesel niteliği taşıdığını söyledi. Şimşir’in daha önce yayınlamış olduğu 56 kitabının ve 160 bilimsel makalesinin bulunduğunu belirten Müsteşar Loğoğlu, bu son kitabının Dışişleri açısından önemli bir yeri olacağını, zira Dışişleri Bakanlığının Ermeni teröründen en fazla etkilenen kurum olduğunu belirtti.

Büyükelçi Bilâl N. Şimşir bu konuda yaptığı konuşma, nezaket bölümleri hariç, aynen aşağıdadır.

Hatırlayacağınız gibi, yakın geçmişte Türk Dışişleri teşkilatı büyük bir trajedi yaşadı. 1970’li ve 1980’li yıllarda, Ermeni terör örgütleri yurt dışında görev yapan Türk diplomatlarına karşı silâhlı, bombalı kanlı saldırılar düzenlediler ve birbirinden değerli Türk diplomatlarını şehit ettiler.

Kanlı saldırılar 1973 yılında başladı. O yıl, 27 Ocak günü Mıgırdıç Yanıkyan adlı yaşlı bir Ermeni komitacı, Türkiye’nin Los Angeles Başkonsolosu Mehmet Baydar ile yardımcısı Konsolos Bahadır Demir’i bir otelde kurşunlayıp öldürdü. Amerika’nın Pasifik kıyısında işlenen bu çifte cinayet, Türk diplomatlarına karşı kanlı Ermeni suikastlarının başlangıcı oldu.

Silahlı Ermeni teröristler, 22 Ekim 1975 tarihinde Türkiye’nin Viyana Büyükelçiliğini bastılar. Büyükelçimiz Dâniş Tunalıgil‘i makam odasında, çalışma masası başında şehit ettiler. Bu cinayetten iki gün sonra Ermeniler, Paris Büyükelçimiz İsmail Erez‘i ve şoförü Talip Yener’i makam otomobili içinde kurşun yağmuruna tuttular. Türkiye, 48 saat içinde Ermeni terörüne üç kurban verdi, değerli ve deneyimli iki Büyükelçi kaybet ti. O yıl Cumhuriyet Bayramı arifesinde Türk Dışişleri Teşkilâtı ve Türk ulusu yasa boğuldu.

Ermenilerin düzenlediği bu ilk saldırıları yeni kanlı suikastlar izledi. 1980’li yıllarda Ermeni saldırıları büsbütün arttı. Ermeni teröristler kudurmuş gibi üstüste saldırdılar. Bu dönemde Belgrad Büyükelçimiz Galip Balkar, Sydney Başkonsolosumuz Şarık Arıyak, Los Angeles Başkonsolosumuz Kemal Arıkan, Ottawa Büyükelçiliğimiz Askeri Ataşesi Hava Kurmay Albay Attilâ Altıkat, Paris Turizm Müşavirimiz Yılmaz Çolpan, Paris Çalışma Ataşemiz Reşat Moralı, Paris din görevlimiz Tecelli Arı arka arkaya Ermeni saldırılarında şehit düştüler. Ermeniler, Türk diplomatlarına karşı dört kıtada arka arkaya 27 suikast düzenlediler. Bu suikastlarda 34 şehit ve pek çok yaralı verdik.

1970’li ve 1980’li yıllarda uçaklar, dünyanın dört bucağından Türkiye’ye şehit diplomat cenazeleri taşıyıp durdular. Yurt dışına bavulla giden Türk diplomatları tabutlar içinde döndüler. Onlar, bizim meslektaşlarımızdı. O tabutların içinde biz de olabilirdik. Onlar da bugün yaşıyor olabilirlerdi.

Bizim yaşadığımız bu trajedinin tarihte benzeri yoktur. Gerçekten hiç bir dönemde, başka hiçbir ülkenin diplomatları böylesine sistematik suikastlara maruz kalmamışlardır. Tarihte de günümüzde de saldırıya uğramış ve can vermiş diplomatlar olmuştur, ama onlar münferit ve istisnai olaylardır. Bizim uğradığımız suikastlar ise birbirini izleyen sistematik bir suikastlar dizisidir. Evet, Ermeniler, Türk diplomatlarına karşı peş peşe tam 27 suikast düzenlenmiş ve otuzdan fazla kurban almışlardır. Dünya diplomasi tarihinde bunun bir başka benzeri ve emsali yoktur.

Türk Dışişleri Bakanlığı, teröre en yüksek oranda şehit vermiş bir kuruluştur. Dışişleri Bakanlığımız o zamanki mevcut personelinin yaklaşık binde 40 veya % 4 kadarını şehit vermiştir. Bu, gerçekten çok yüksek bir orandır. Verdiğimiz bu şehitlerin kolay yetişmeyen, seçme devlet görevlileri olduklarını da unutmamak gerekir.

Ermeni terörüne kurban verdiğimiz meslektaşlarımız, Türk oldukları için, yurt dışında Türkiye Cumhuriyeti Devletini temsil ettikleri için öldürüldüler. Onlar bu memleket için, bu vatan için öldüler. Bunu not ediyoruz ve şehitlerimizi hiç unutmuyoruz, unutmayacağız. Hatıraları önünde saygıyla eğiliyorum.

Şehit diplomatlarımız üzerine bir kitap hazırlama düşüncesi emekli Büyükelçi Semih Günver’ den geldi. 1996 yılında Bizim Diplomatlar adlı kitabım yayımlanmıştı. O kitabımda, Lozan Barış Konferansı sırasında İsmet Paşa’ya (İnönü) karşı hazırlanan suikast girişimlerine değinmiştim. Orada yazdıklarım Ermenilerin şehit ettikleri diplomatlarımızı akla getirmiştir. Rahmetli Büyükelçi Günver, şehit diplomatlarımız hakkında da bir kitap yazmam için bana açık çağrıda bulundu. Cumhuriyet gazetesinde yayımladığı bir yazısında, "Şehit diplomatlarımızın da öykülerini yazmak gerekli. Diplomasi şehitlerimizi bir arada bir kitap içinde toplamakta büyük yarar var... Sayın Bilâl Şimşir, siz bu işi de ele alamazmısınız? Bizler size yardımcı olmaya çalışırız" diyordu. Onun bu çağrısını görev bildim. Kendisini burada rahmet ve şükranla anıyorum. Kitabın fikir babası rahmetli Günver’dir.

Türk diplomatlarına karşı Ermeni suikastlarının çoğu demokratik Batı ülkelerinde düzenlendi. Ermeni teröristler Amerika, batı Avrupa ve Avustralya’da lojistik destek buluyor, daha kolaylıkla eylem yapıyor ve buralarda çoğu zaman cezasız kalıyor ya da hafif cezalarla kurtuluyorlardı. Ayrıca oralarda kanlı propagandalarına daha elverişli bir ortam buluyorlardı. Kitabımızda bunları not ettik. Meslektaşlarımız Amerika kıtasında, Santa Barbara, Los Angeles, Boston ve Ottawa şehirlerinde; Avrupa’da da şu merkezlerde Ermenilerin silahlı saldırılarına uğradılar: Viyana, Paris, Lyon, Marsilya, Roma, Brüksel, Lahey, Madrid, Lizbon, Atina, Kopenhag, Cenevre, Belgrad ve Burgaz. Avustralya’da da Sydney Başkonsolosumuz ve koruma görevlisi şehit edildiler. Ermeni teröristler Tahran’da da diplomatlarımıza ve temsilciliklerimize karşı silâhlı saldırılar düzenlediler ve can aldılar.

O yıllarda Ermeni terörünün asıl merkezi Paris idi. Paris, "Ermeni terörünün başkenti" olarak .n yapmıştı. Ermeni cinayetlerinin bir çoğu Paris’te işlendi. 1975-1983 yıllarında Paris’te verdiğimiz şehitlerin isimleri şöyle sıralanabilir:

Büyükelçi İsmail Erez (24 Ekim 1975’de şehit edildi.)

Büyükelçinin makam şoförü Talip Yener (24 Ekim 1975’de şehit edildi).

Turizm ve Tanıtma Müşaviri Yılmaz Çolpan (22 Aralık 1979’de şehit edildi ).

Çalışma Müşaviri Reşat Moralı (4 Mart 1981’de şehit edildi).

Din Görevlisi Tecelli Arı (4 Mart 1981’de şehit edildi).

Başkonsolosluk koruma görevlisi Cemal Özen (24 Eylül 1981’de şehit edildi).

Bu görevlilerimizin hepsi Paris’te şehit edildiler.

Ermeni teröristler 15 Temmuz 1983 günü de Paris/Orly havaalanında Türk Hava Yolları bürosuna karşı bombalı saldırı düzenlediler. Saldırıda 8 kişi öldü, 60 kişi yaralandı (ölenler: 1 Amerikalı, 1 İsveçli, 2 Türk ve 4 Fransız idi).

Basın Müşaviri Selçuk Bakkalbaşı Paris’te ağır yaralandı: 26 Eylül 1980

Maliye Müşaviri Ahmet Erbeyli’ nin arabası Paris’te bombalandı: 13 Ocak 1981

Başkonsolos Kaya İnal Paris’te ağır yaralandı: 24 Eylül 1981.

Fransız makamları, korumakla yükümlü oldukları halde Türk diplomatlarını korumamışlar ve Ermeni terörüne göz yummuşlardır. Katillerin çoğu yakalanmamış, cinayetlerin failleri meçhul kalmıştır. Yakalanan veya teslim olan Ermeni katiller de müstahak oldukları cezalara çarptırılmamışlardır. 24 Eylül 1981 günü T.C. Paris Başkonsolosluğunu basan, oradaki koruma görevlisi Cemal Özen’i öldüren ve Başkonsolos Kaya İnal’ı ağır yaralayan Ermeni teröristler Fransız mahkemesi tarafından layık oldukları cezalara çarptırılmamışlardır. Bugün işlemediği bir suç için Türk ulusunu lekelemeğe kalkışan Fransız Parlamentosu, Fransa’nın başkenti Paris’te Türk diplomatları arka arkaya katledilirken kılını kıpırdatmamış, Ermeni cinayetleri kınamamıştır.

Fransızların bu hasmane tutumunu not ediyoruz ve unutmayacağız.

Bu suikastlar, bizi derinden sarstı ve sarsarken bize bazı gerçekleri de öğretti veya hatırlattı. Türkiye’de bizler, Cumhuriyet çocuklarıydık. Kanlı Ermeni tarihini, Ermenilerin eski kanlı eylemlerini, Ermeni suikast geleneğini çoktan unutmuştuk. Bunları okullarda okumuyor, kitaplarda görmüyorduk. Bizler geleceğe bakıyor, eski kanlı olayları pek hatırlamıyorduk. Los Angeles Başkonsolosunu ve yardımcısını vuran katil bir Ermeniydi. Yakalandı. Ama biz bunu münferit bir olay olarak algıladık, bu çifte cinayeti yaşlı bir meczubun cinneti olarak gördük ve yanıldık. Arkasından Viyana ve Paris Büyükelçilerimiz vuruldu. Ermeni terör örgüt. ASALA bildiriler yayınladı ve bu cinayetleri üstlendi. Biz yine bu cinayetleri Ermenilerin işlemiş olabileceğine inanmak istemedik. O günlerde Türk basını, Yunanlılara ve Kıbrıs Rumlarına göre şartlanmıştı. Gazetelerimiz, bu cinayetleri olsa olsa EOKA B adlı Rum örgütünün işlemiş olabileceğini yazdılar. ASALA bildirilerini ise "Rumların hedef saptırması" olarak yorumladılar.

Oysa Ermenilerin köklü bir terör ve suikast geleneği vardır. Ama biz eskiyi, eski Ermeni suikastlarını çoktan unutmuştuk. 1887 ve 1890 yılında kurulan Ermeni Hınçak ve Taşnaksutyun örgütleri, ta kuruldukları günlerden beri suikast ve terörü birer metot olarak benimsemişlerdi. Terörü ve suikastları kuşaktan kuşağa aktarmışlardı. Ama biz bunları pek hatırlamıyorduk. Ermeniler vaktiyle terörü Osmanlı payı tahtına da taşımışlardı. 1896’ta Galata’daki Osmanlı Bankasını silahla basmış ve birçok masum insanı katletmişlerdi. 1905 yılında Osmanlı Padişahı Abdülhamid’e suikast düzenlemişler, padişahın geçeceği yerde 80 kiloluk bir bomba patlatmışlardı. Bu büyük infilâkta 26 kişi can vermiş, 58 kişi yaralanmıştı. Biz bunları da unutmuştuk. Ermeni teröristler 1921 yılında eski sadrazam Talat Paşa’yı ve eski sadrazam Sait Halim Paşa’yı, 1922 yılında da Büyük Cemal Paşa’yı ve iki yaverini vurmuşlardı. Biz bunları artık hatırlamıyorduk. 1922-23 yıllarında, Lozan’da İsmet Paşa’ya karşı Ermeni suikastları düzenlenmiş olduğunu bilmiyorduk. Ermeniler büyük Atatürk’e karşı da bir dizi suikast hazırlamışlardı. Ama Atatürk’le ilgili yayınlarda bunlardan tek satırla dahi bahsedilmiyordu. Bunları bilenimiz yoktu. Bilenlerimiz varsa da onlar göçüp gitmişlerdi.

Lozan Konferansı’nda ikinci delegemiz Dr. Rıza Nur, "suikast Ermenilerin spesiyalitesidir", der. Ermenilerin kendileri de suikast ustaları olmakla övünürler. Biz eğer bunları unutmamış olsaydık ve zamanında hatırlayabilseydik, belki yeni Ermeni suikastlarına karşı daha tedbirli olurduk ve belki şehit diplomatlarımızın bazıları hayatta kalırlardı, diye düşünürüm. Cehalet öldürüyor, diye düşünürüm.

Görev şehidi diplomatlarımızın acıklı öykülerini anlatan kitabımda, bir giriş çerçevesinde eski Ermeni suikastlarını, Ermenilerin suikast ve terör geleneğini de biraz anlatmak gereğini duydum. Ermenilerin bir suikast geleneği olduğunu unutmayalım, demek istedim. Tarihten ibret alabilirsek tarih tekerrür etmez. Özellikle gençlerimize bunu ısrarla anlatmak gerekir.

Burada bir dileğimi de dile getirmek isterim. O da şudur: Yurt dışında şehit düşmüş olan diplomatlarımıza Türkiye olarak, evet Türkiye olarak sahip çıkalım. Dışişleri olarak sahip çıkıyoruz, ama bu yetmez. Türkiye olarak sahip çıkmamız gerekir, diye düşünüyorum. Çünkü bu meslektaşlarımız Türkiye için can verdiler, Türk devletinin temsilcileri oldukları için şehit edildiler. Onlar yalnız hayattayken değil, ölümleriyle de bu ülkeye büyük hizmetlerde bulunmuşlardır.

öncelikle şehitlerimizin mezun oldukları okullara, Fakülteler görevler düşer. Kendi çatıları altında yetiştirmiş ve mezun etmiş oldukları bu şehitlerimize lütfen biraz ilgi göstersinler. Şehitlerimizin birçoğu Galatasaray lisesinden çıkmıştır. Birkaçını zikredeyim. Örneğin:

Şehit Büyükelçi Dâniş Tunalıgil,

Şehit Büyükelçi İsmail Erez,

Şehit Büyükelçi Taha Carım,

Şehit Büyükelçi Beşir Balcıoğlu Galatasaray mezunlarıdır.

Galatasaray çok köklü bir eğitim öğretim kuruluşumuzdur ve bugün saygın bir üniversitedir. Ama Galatasaray camiasının şehit diplomatlarımızla ilgili herhangi bir etkinliğini şahsen duymadım ve hatırlamıyorum. Futbola gösterilen ilginin binde biri şehitlere gösterilemez mi? Galatasaray, yetiştirip mezun ettiği bu görev şehitlerine sahip çıkabilir, sanırım. Onlar için anma günleri düzenleyebilir; salonlara, mekânlara onların adlarını verebilir; öğrencilerine bu şehitlerimizi ve dolayısıyla Emeni terörünü anlatabilir. Özellikle gençleri bilgilendirip bilinçlendirmek pek gerekli ve önemlidir. Galatasaray Üniversitesinin ve Galatasaray camiasının bunu hakkıyla değerlendireceğine inanıyorum.

Aynı şeyler diğer öğretim kurumlarımız için de geçerlidir.

Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi veya Mülkiye mezunu olan şehitlerimizden birkaçının adlarını zikredeyim:

İlk diplomat şehidimiz Konsolos Bahadır Demir,

Paris Büyükelçisi iken şehit edilen İsmail Erez,

Avustralya’nın Sydney şehrinde şehit edilen Başkonsolos Şarık Arıyak,

Paris’te Çalışma Müşaviri iken vurulan Reşat Moralı Mülkiye mezunudurlar.

Öğrenci ve asistan olarak benim de gençliğimin yedi yılı Mülkiye’de geçmiştir. Çok sevdiğim Ankara Siyasal Bilgiler Fakültesi Dekanlığı ve Mülkiyeliler Birliği nerededirler? Bugüne kadar onların da Mülkiyeli şehitleri hatırlayıp onlar için bir şeyler yaptıklarını, onların isimlerini Mülkiye’nin bir yerine kazıdıklarını, onlar hakkında bir şeyler yazıp yayınladıklarını duymadım. Her yıl 4 Aralık’ta Mülkiye’nin yaş günü törenle kutlanır. Bu törenlerde Mülkiyeli şehitlerimiz için bir dakikalık saygı duruşunda bulunulamaz mı? Her yıl Dışişlerine genç diplomat adayları gönderen Mülkiye Mektebinin, Mülkiye çıkışlı şehit diplomatlarımızı öğrencilerine anlatması ve dolayısıyla gençleri bu konuda biraz yetiştirmesi yerinde olmaz mı?

Belgrad’da şehit edilen Büyükelçi Galip Balkar ile San Francisco’da vurulan Başkonsolos Kemal Arıkan Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi mezunudurlar. İlk diplomat şehidimiz Başkonsolos Mehmet Baydar, Viyana’da vurulan Büyükelçi Dâniş Tunalıgil ve Madrid’de vurulan Büyükelçi Beşir Balcıoğlu İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nden mezun olmuşlardır. Hukuk Fakültelerimizin de bu şehit diplomatlarımızı hatırlayıp andıklarını hiç duymadım. Ankara Hukuk Fakültesinin bir salonuna Şehit Büyükelçi Galip Balkar ve Şehit Başkonsolos Kemal Arıkan adlarının, İstanbul Hukuk Fakültesinin mekânlarına da Şehit Büyükelçi Dâniş Tunalıgil, Şehit Başkonsolos Mehmet Baydar, Şehit Büyükelçi Beşir Balcıoğlu adlarının verilmesi yerinde olmaz mı?

Paris’te vurulan Turizm ve Tanıtma Müşaviri Yılmaz Çolpan, A... Dil Tarih ve Coğrafya Fakültesinden mezun olmuştur. Bir süre önce bu Fakültede Ermeni sorunuyla ilgili bir panel düzenlendi. Ben de konuşmacı olarak katıldım. Başarılı geçen bu panelden önce Fakültenin kendi şehidi Yılmaz Çolpan için bir dakikalık saygı duruşunda bulunulabilir ve bir yere bir plaket çakılabilirdi. Ama bunu akıl eden olmadı.

Paris’te vurulan din görevlisi Tecelli Arı İzmir Yüksek İslâm Enstitüsü’nden mezun olmuştur. Din adamı yetiştiren eğitim kurumlarımız da bu şehidimize sahip çıkabilirler, öğrenicilerine Tecelli Arı’nın nerede, nasıl şehit düştüğünü anlatabilirler. Şehit Başkonsolos Mehmet Baydar ile Konsolos Bahadır Demirİstanbul Robert Kolej’i bitirmişlerdir. Robert Kolej bugün Boğaziçi Üniversitesidir. Bu Üniversitemiz de bu ilk diplomat şehitlerimiz hakkında çeşitli etkinlikler düzenleyebilirler. Dış görevde, diplomatlarımızla birlikte Ermeniler tarafından şehit edilen emniyet görevlilerimiz de vardır: 1980 yılında Sydney’de Başkonsolos Arıyak ile birlikte vurulan koruma görevlisi Engin Sever ve 1981 yılında Paris Başkonsolosluğumuzda vurulan koruma görevlisi Cemal Özen gibi. Polis Kolejlerinde, Polis Akademisinde bu şehitlerimiz için bazı etkinlikler düzenlenebilir, diye düşünüyorum.

Diğer kurum ve kuruluşların ve özellikle medyanın da Ermeniler tarafından katledilen Türk diplomatlarına daha yakından eğilmeleri yerinde olur. Çünkü bu olay sıradan bir olay değildir. Bunun bir başka benzeri yoktur. Yurt dışında Ermeni kurşunlarıyla, Ermeni bombalarıyla hayatını kaybeden görevlilerimiz bu vatan için ölmüşlerdir. Bu trajik ölümlerin, bu şahadetlerin büyük sembolik anlamı vardır. Bunu Türk kamuoyuna hakkıyla anlatmak gerekir. Görev şehidi diplomatlarımızın adlarını mermere, granite kazımak, onları unutmamak bizler için boyun borcudur. Biz şehitlerimizi hatırlamazsak, biz yeterince bilgili ve bilinçli olamazsak, üstümüze gelirler. Nitekim geliyorlar. Hala farkında değil miyiz?

Bu vesileyle komşumuz Ermenistan hakkında da bir iki şey söylemek isterim. Türkiye olarak biz, yeni bağımsızlığa kavuşan bütün devletleri tanıdık, tanırken hiçbir ayrım gözetmedik ve bağımsız Ermenistan Cumhuriyetini de tanıdık.

İkinci aşamada yeni bağımsız devletlerle protokoller, anlaşmalar imzalayıp diplomatik ilişkiler kurduk ve oralarda Elçilikler açtık. Fakat Ermenistan ile diplomatik ilişki kurmadık ve Erivan’da Elçilik açmadık. Çünkü gerekli şartlar yoktu, çünkü Ermenistan, saldırgan ve sorumsuz bir devlet olarak sahneye çıkmıştı. Halâ da öyledir. Sovyetler Birliğinden 15 bağımsız devlet doğdu, bunların içinde yalnız Ermenistan, komşularına saldıran veya dil uzatan bir sorumsuz devlet olarak sahneye çıkmıştı. İlişki kurmak için bizim vazgeçilmez şartlarımızdan biri, olmazsa olmaz şartımız, sınırların değişmezliği ilkesi idi. Ermenistan ise silah zoruyla komşusu Azerbaycan’ın sınırlarını değiştirmeğe, sınırları çizen eski antlaşmaları tanımamaya doğru yöneldi. Böylesine sorumsuz bir devletle diplomatik ilişki kurulamazdı ve kurulamadı.

Dahası, Ermenistan, bugün burada hatıralarını yâd ettiğimiz aziz şehitlerimizin katledilmelerinden de sorumludur. Hem Sovyet Ermenistan Cumhuriyeti, hem de bugünkü Ermenistan Cumhuriyeti, Türk diplomatlarına karşı düzenlenmiş olan suikastlar serisinden birinci derecede sorumludur. Ermenistan’ın bu sorumluluğu Sovyet döneminden gününüze kadar uzanır. Türk diplomatlarını katleden Ermeni teröristlerin birçoğu bugün Ermenistan’da barınmakta ve korunmaktadır. Ermenistan Cumhuriyeti, büyük komşusu Türkiye ile ilişkilerini normalleştirmek isterse, önce sınırların değişmezliği ilkesini açıkça kabul etmeli ve bunun gereğini yapmalıdır. Bundan başka, Ermenistan, şehitlerimizden özür dilemeli ve şehitlerimizin katillerini Türk adaletine teslim etmelidir, diye düşünüyorum.
 ----------------------
* Tarihçi - 
- ERMENİ ARAŞTIRMALARI, Sayı 1, Mart-Nisan-Mayıs 2001

http://www.eraren.org/index.php?Lisan=tr&Page=DergiIcerik&IcerikNo=205

****

Ermeni Sorunu


Ermeni Sorunu 


Ermeni Sorunu (ingilizceden Türkçe Özet)

Emekli Büyükelçi Şükrü ELEKDAĞ*
ERMENİ ARAŞTIRMALARI, Sayı 1, Mart-Nisan-Mayıs 2001


 Ermeni tarihçi ve aktivistleri 1915’te Ermenilere soykırım yapıldığı iddialarını başlıca dört noktaya dayandırmaktadırlar. Bunlardan birincisi, Ermenilerin Osmanlı İmparatorluğuna karşı isyan etmelerinin kendilerini korumak amacığıyla yapıldığıdır. İkincisi İttihat ve Terakki Hükümetinin Ermenileri tamamen ortadan kaldırmak için önceden bir plan hazırladığıdır. Üçüncüsü katliamların inkar edilemez arşiv belgeleriyle kanıtlandığıdır. Dördüncüsü ise sözkonusu katliamlarda 1.5 ila 2 milyon Ermeni’nin öldürüldüğüdür. Yazar, yukarıda belirtilen dört noktayı ayrı ayrı ele alarak bunları, tanınmış tarihçilerin eserlerinden yaptığı alıntıların katkısıyla, incelemektedir.

Birinci nokta ile ilgili olarak Ermenilerin savaştan önce ayaklanmayı planlamış oldukları, Enver Paşa’nın savaşta Osmanlılara destek olmaları için yaptığı talebi kabul etmedikleri, savaş sırasında da Rus ordularına katıldıkları, bu kuvvetlere öncülük ettikleri, bir kısmının ise çeteler oluşturup Türk şehir ve köylerine saldırdıkları, sivil halkI kılıçtan geçirdikleri, bu olayların birçok Rus subayının anılarında doğrulandığı; bu arada Ermenilerin Rus ordularının Van’a yaklaştığı zaman isyan edip şehirdeki Müslüman ahalinin büyük bir çoğunluğunu katlettikleri belirtilmekte ve böylelikle Ermenilerin kendilerini korumak amacıyla isyan ettikleri savının doğru olmadığı kanıtlanmaktadır.

İttihat ve Terakki Hükümetinin Ermenileri ortadan kaldırmak için önceden bir plan hazırladıkları hakkındaki ikinci Ermeni iddiasına gelince, savaştan sonra İngilizlerin Ermenileri katlettikleri gerekçesiyle 144 kişiyi tevkif edip Malta’ya sürdükleri, ancak bu kişileri suçlayacak delillerin bulunamadığı, bunların Amerika’dan istendiği fakat Washington’daki İngiliz Büyükelçisinin Amerikan Dışişleri dosyalarında sözkonusu kişileri suçlayacak delillerin bulunmadığı Londra’ya bildirdiğini ve Malta sürgünlerin serbest bırakıldığı ifade olunmaktadır.

Yazıda Türkleri Ermenilere soykırım yapmakla suçlayan başlıca belgenin İngiltere’de savaş sırasında, 1916 yılında yayınlanan ve Viscount Bryce ile Arnold Toynbee tarafından kaleme alınan "Blue Book" hakkında ayrıntılı bilgi verilmekte, bu kitabın sahte belgelerle propaganda amacıyla hazırlanmış olduğu, nitekim Malta sürgünlerini yargılamak için delil arayan İngiltere’nin kendi servislerinin hazırladığı bu kitaptan yararlanmayı uygun görmediği belirtilmektedir. Sözkonusu kitaptan halen de Türkiye aleyhine faydalanılmak istendiği belirten yazıda, bu kitaba itimat edilmemesi gerektiğinin İngiliz Hükümeti ve Avam Kamarası tarafından açıklanmasını istenmektedir.

Ermeniler in soykırıma uğradıklarının inkâr edilemez şekilde kanıtlandığını ileri süren üçüncü nokta için ise 1948 tarihli Soykırımın önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesinin soykırımın tarifini yaptığı, buna göre soykırım için milli, etnik, Irki veya dini grupların imhası niyetinin bulunması gerektiği ifade olunmakta ayrıca "siyasi grupların" bu sözleşmenin koruması altında bulunmadıkları belirtilmektedir. Ermenilerin 85 yıldan beri Osmanlıların kendilerini imha etmek niyeti ile hareket et tiklerini kanıtlayamadıkları, diğer yandan Paris Barış Konferansında Ermeni Heyeti Başkanı olan Boğos Nubar Paşa’nın Ermeniler in savaşta "muharrip taraf" olduğunu açıkça söylediği vurgulanmakta ve Ermenilerin soykırıma uğradıklarının inkar edilemez şekilde kanıtlandığı iddialarının yersiz olduğu belirtilmektedir.

Anadolu’da 1.5 ila 2 milyon Ermeni’nin katledildiği hakkındaki dördüncü noktaya gelince, Justin Mc Carthy gibi saygın bir bilim adamının yaptığı araştırmalara göre, Osmanlı İmparatorluğundaki
Ermenilerin sayısı 1.5 milyondur. Tarafsız kaynaklara göre ise savaş sonunda Ermeni nüfusundaki azalış 300 il. 600 bin kadardır. (bu rakama tüm ölümler, diğer bir değimle eceli ile ölenler, sert iklim koşulları veya yeterince beslenememe sebebiyle ölenler ve bazI çetelerin Ermeni kafilelerine yaptıkları saldırılar sonunda ölenler dahildir.) Bizzat Boğos Nubar Paşa Paris Barış Konferansında savaştan sonra Türkiye’de 280.000 Ermeni kaldığını, 700.000 Ermeni’nin göçmüş olduğunu ve savaştan önce nüfusun 1.300.000 kadar olduğunun tahmin edildiğini söylemiştir. Bu hesaba göre Ermeni nüfusundaki azalma 300.000 kadardır. Sonuç olarak Ermeni kayıpları iddia edilen 1.5 il. 2 milyon rakamlarının çok altındadır.
 

* CHP Milletvekili - 
- ERMENİ ARAŞTIRMALARI, Sayı 1, Mart-Nisan-Mayıs 2001

http://www.eraren.org/index.php?Lisan=tr&Page=DergiIcerik&IcerikNo=199


****


ABD-Irak Savaşları Sırasında Türk-Amerikan İlişkileri ve ABD Kongresi'nde Türkiye'ye Yönelik Ermeni Lobi Faaliyetleri


ABD-Irak Savaşları Sırasında Türk-Amerikan İlişkileri ve ABD Kongresi'nde Türkiye'ye Yönelik Ermeni Lobi Faaliyetleri



Dr. Şenol KANTARCI*

ERMENİ ARAŞTIRMALARI, 

Sayı 9, Bahar 2003

ABD, 2002 sonu ve 2003 yılı başında ikinci defa Irak'a yönelik olarak gerçekleştirdiği askeri harekat sırasında Türkiye'nin desteğine ihtiyaç duyduğunu belirtmiş ve bu amaçla, Türk hava sahasını, limanlarını doğrudan kullanmak, Türk hava alanlarından istifade etmek, 50.000’in üzerinde askerini Türkiye üzerinden Irak'ın kuzeyine sevk etmek ve bir yıl içinde askerlerinin lojistik desteğini Türkiye üzerinde sağlamak amacını güttüğünü Türk yetkililere bildirmiştir. Söz konusu Amerikan istekleri, askeri harekat öncesinde, aslında oldukça kapsamlı talepler olarak, hem Irak'ın hem de Irak’a saldıracak olan Amerikan ordusunun kaderini yakından ilgilendirmekteydi.[1] Bu dönemde Ankara ise, Washington’un söz konusu taleplerini yerine getirmek için haklı olarak ABD’den politik, askeri ve ekonomik konular başlığı altında güvenceler talep etmiştir[2]. Bunun için Ankara-Washington arasında görüşmeler yapılmıştır.
2003 yılının ilk aylarından itibaren Ankara ile Washington arasında söz konusu gelişmeler yaşanırken, Washington’da, Kongre koridorlarında bir başka koşuşturmaca yaşanmıştır.

Ermeni lobisinin önde gelen isimlerinden Frank Pallone, Türkiye’ye ABD tarafından yapılması düşünülen ve/veya kulislerde konuşulan (yaklaşık) 30 milyar dolarlık yardım paketinin engellenmesi için ABD Kongresinde yoğun şekilde lobi faaliyeti sürdürmüştür. Özellikle, ekonomik yardım alanında Türk taleplerini kabul etmenin Amerikan politikasına ters düşeceği noktaları üzerinde çalışmalar yürütmüş olan Pallone, yardımın gerçekleştirilmemesi için Dışişleri Bakanı Collin Powell’a mektupla başvuruya kadar işi boyutlandırmıştır[3].

Bu dönemde Pallone, Türkiye’ye yönelik yardım paketi rakamının çok yüksek olduğunu, Bush’un, Irak harekatı maliyetinin 50 milyar dolar ile 200 milyar dolar civarında tahmin ettiğini açıkladığını ve eğer Türkiye’ye konuşulan rakamlarda yardım yapılırsa bunun da savaş maliyeti içerisine ekleneceğini ifade etmiştir. Pallone, söz konusu yardım paketinin Amerikan iç yatırımlarını engellemesinin yanı sıra, bu yardım paketi olmaksızın dahi tahminen yıllık yaklaşık 300 milyar dolarlık bir bütçe açığının ortaya çıkacağını belirtmiştir[4].

Frank Pallone’ın Collin Powell’a gönderdiği mektubunda Türkiye’nin kendi halkına ve komşularına karşı saldırgan bir tutum içerisinde olduğunu, kendi toprakları içinde yaşayan Kürtlere karşı merhametsizce baskı yaptığını, dillerini, kültürlerini, meclisteki temsil haklarını sınırladığını, geçmişte Osmanlı Türklerinin Ermeni azınlığı üzerinde bir katliam kampanyası düzenleyerek 1,5 milyon Ermeni’yi öldürdüğünü; son zamanlarda ise Türk ordusunun Kuzey Kıbrıs’ta yaklaşık 29 yıldır süren illegal işgalinin devam ettiğini, etnik temizlik politikası ile 200 bin Kıbrıslı Rum’u göçe zorladığını belirttikten sonra asıl ısrarla üzerinde durduğu konuya geçmiş ve Türkiye’nin Irak savaşı süresince / sonrasında alacağı pozisyon üzerinde durmuştur[5].

ABD Kongresi Ermeni Komitesi eş başkanlarından olan Pallone: “Savunma Bakanı Donald Rumsfeld defalarca ifade etmiştir ki, Irak petrolü, Irak’ın menfaatleri için kullanılacaktır ve Irak’a aittir. Ancak, ne yazık ki, Türkiye, Irak petrolünü kendisi için istemekte ve özellikle Irak’ın kuzeyinde Kürt yerleşim alanının kalbinde olan Kerkük’e göz koymuştur”[6]. şeklindeki vurgusundan sonra söz konusu durumu Recep Tayip Erdoğan’ın: “ Meselenin sadece dolar pazarlığıyla basite indirgenecek kadar basit olmadığını, bölgede ki sınırlar hakkında da müzakereler yapılacağı...”[7] sözleriyle desteklemiş, bölgede Kürt hükümetinin olduğunu ve demokratik kurallar içerisinde bölge halkına hizmet ettiğini ve bunun desteklenmesi gereğini vurgulamıştır[8].

Powell’a yazmış olduğu mektubunda Pallone, son olarak: Türkiye’ye sözü edilen finanssal yardımı yapmanın, Amerikan politikasına ters düşeceğini, ABD bütçesini yaralayacağını daha da önemlisi Türkiye’ye Irak’ın geleceğinde herhangi bir rol verilmemesi ve petrol taleplerine karşı çıkılması hususunu ifade etmiştir[9].

Söz konusu dönem içerisinde Frank Pallone’ın yukarıdaki çabalarının yanı sıra, Kongre’de etkin lobi faaliyetleri yürüten, Ermeni Milli Komitesi’ (ANCA) de (2003) Şubat ayı ortalarından itibaren Senatörler ve Temsilciler Meclisi Üyelerine yönelik mektup kampanyası başlatmıştır. ANCA, Türkiye’ye yönelik olarak düşünülen yardım paketinin bir çok Amerikalı Ermeni’yi tedirgin ettiğini, kendi web sayfaları ve belge geçerlerine tepki mesajları yağdığını, kendilerinin de bu mesajları Kongre üyelerine gönderdiklerini ifade etmiştir[10].

ANCA lobi kuruluşu, Türkiye’nin baskı taktiklerinin her zamanki gibi beklenmedik bir şey olmadığını, söz konusu durumun zaten göz önünde tutulması gereken bir husus olduğunu, vergi mükellefleri olarak, Birleşik Devletlere düpedüz şantaj gibi başvuru yapan bir ulusa yardım edilmemesi, özellikle de Amerikan halkı tarafından önemli olarak kabul edilen bir çok önemli değeri ihlal eden bir devlete yardımın yapılmaması şeklinde ifadeleriyle Kongre üyelerini etkilemeye çalışmışlardır[11].

Ermeni lobisinin önde gelen kuruluşu ANCA ile dirsek teması halinde çalışan New Jersey Milletvekili Frank Pallone, Kongre içersinde “Ermenistan ve Ermeni sorunu” konuları üzerinde 1990’lı yıllardan beri oldukça aktif bir şekilde çalışmalar yürütmektedir.

ABD Kongresinde, Ermeni Konusu Üzerine Kongre Kurulu (Congressional Caucus on Armenian Issues) Ermeni lobisinin Kongre içerisinde legal kuruluşu olarak faaliyet göstermektedir. Her iki partiden de (Demokratlar ve Cumhuriyetçiler) üyelerin bulunduğu Ermeni Kurulu (Armenian Caucus)’nun üye sayısı 2002 itibariyle 121’e ulaşmıştır[12]. Cumhuriyetçi Michiganlı parlamenter Joe Knollenberg tarafından çalışmaları yürütülen Ermeni Kurulu (AC) Ocak 1995 yılında Demokrat Frank Pallone ve Cumhuriyetçi Edward Porter tarafından Kongre’ye dahil ettirilmiştir. AC, Ermenistan ve Ermeni (Sorunu gibi) konuları üzerine girişimleri destekleme amaçlı olarak Temsilciler Meclisi’nde çalışmaktadır.

Üyeleri farklı partilerden de olmuş olsa, Ermenistan’a ait konular üzerinde sıkı bir işbirliği ve yardımlaşma içerisinde olduklarının göstergelerinden birisi 907. Maddenin (Section 907) uygulanmasına devam edilmesi gayretlerindeki birlikteliklerinde görülmüştür[13].

BİRİNCİ ABD – IRAK SAVAŞI SIRASI VE SONRASINDA ERMENİ LOBİSİNİN ÇALIŞMALARI

1980’li yıllardan itibaren etkin bir şekilde, ABD Parlamentosunda lobi faaliyeti yürüten Ermeni Milli Komitesi (ANCA) ve Amerikan Ermeni Asemblesi (AAA)’nin Washington’un Ankara politikası üzerinde etkileri oldukça büyük olmuştur. Çeşitli aralıklarla Kongre’ye taşımış oldukları “Ermeni Tasarıları” ile Ankara-Washington ilişkilerinde gerginliklere yol açmışlardır.

1990’lı yıllarda Ortadoğu-Orta Asya-Kafkasya ekseninde ortaya çıkan yeni oluşumlar, bölge üzerinde hassasiyetle duran Washington’u da farklı politikalar üretmeye zorlamıştır. Söz konusu dönemde Ermeni lobisinin Kongre üyeleri üzerinde yapmış olduğu lobi faaliyetleri başarılı olsa da, ABD yönetimi Türkiye lehine bir tavır içerisine girmek zorunda kalmış, böylesi bir tavır ise Ermeni lobisinin etkinliğini kırmıştır. 

Mevcut dönem içerisinde ABD politikasının, Ortadoğu ve Türkiye üzerindeki dinamik gelişmelerde ortaya çıkan çıkarları bazında zikzaklar çizdiği de görülmüştür.

1990 ve 1991 yılı, Türk-Amerikan ilişkilerinde –Ermeni sorunu bağlamında- önemli bir milat olarak yerini almıştır. Zira, bu tarih, gerek ABD gerekse ABD’de ki ve Ermenistan’da ki Ermeniler için, aynı zamanda ABD’de sürekli olarak Kongre’ye taşınan Ermeni sorunu konusu ve Türkiye için bir dönüm noktası olmuştur.

Birinci ABD – Irak Savaşı Sırasında ABD Kongresi’nde Ermeni Lobi Faaliyetleri

1991 yılı Nisan ayında Senato’da ki konuşmasında Senatör Kennedy, son haftalarda bütün dünyanın Irak’ta ki Kürtlere uygulanan büyük bir insanlık trajedisine şahitlik ettiğini söylemiştir[14]. Senatör Carl Levin’de benzer bir konuşma yapmıştır. Senatodaki konuşmasında Senatör Carl Levin, 1920 yılında Amerikan Senatosu’nun “Senate Resolution 359” kararıyla Senato Dış İlişkiler Komitesi’nin Ermenilerin katliamlara maruz kaldığı raporuyla olayı kabullendiğini hatırlatmıştır. Carl Levin, Ermeni olaylarından sonra dünyanın diğer yerlerinde soykırımların gerçekleştiğini söylemiş[15] ve Ermeni olaylarından ders alınmadığı için Nazi Holokost’unun cereyan ettiğini bundan sonra da bir milyon Kamboçyalı’nın öldüğünü vurgulamıştır[16]. Bu sözlerinden sonra Senatör Levin de: “Bu gün bir kez daha yalnızca kendileri olduğu için insanlar tehlike altında ve ölüyorlar. Bu defa çok sayıda Kürt, yaşamları için mücadele ediyor ve kaçıyor, biz bunun tekrar olmasına izin veremeyiz.”[17] diyerek sözü tekrar Ermeni sorununa getirmiş ve tarihten ders alınması lazım geldiğini ve Ermeni iddialarının kabul edilmesi gerektiğini söylemiştir[18].

Konuşmacılardan Senatör Herbert Kohl, 24 Nisan 1991’in Ermeni soykırımının 76. yıldönümü olduğu, 1915 ile 1923 arasında 1.5 milyon Ermeni’nin yok olduğu ve Kongre’nin bu korkunç trajediyi bir hatırlama günü olarak kabul etmesinin tam zamanının olduğunu vurgulayarak sözlerine başlamıştır. Konuşmasında Kohl, sözü Kürtlere getirmiş ve Senatör Levin’in sözlerinin benzerini söyledikten sonra Körfez Krizi’nde Türkiye’nin (Saddam Hüseyin’e yönelik) tepkisini, bunun yanında cömertliğini ve yardımını özellikle vurgulama gereği duyduğunu belirtmiştir[19]. Senatörlerden Jeffords, Kerry ve Pell’de benzer konuşmalar yapmıştır.

Kürtlerle ilgili olarak Senatör Jeffords, bütün Amerika’nın Saddam Hüseyin’in ordusu tarafından (Kürt halkından) erkek, kadın ve çocukların öldürülüşünü izlediğini ve bu trajediye bir son verilmesi gerektiğini belirtmiş ve Türkiye’nin Körfez Krizi’nde ABD’nin kritik bir müttefiki olduğunu söylemiştir.[20] Konuşmacılardan Senatör John F. Kerry’de benzer temalara değindikten sonra Irak’ta günde yaklaşık 1000 (bin) Kürt’ün yaşamını kaybettiğini belirtmiştir[21]. Benzer görüşleri Senatör Claiborne Pell ikilemli bir ifadeyle şöyle aktarmıştır: “Ermeni soykırımını anıyoruz ancak Körfez Savaşı’ndaki koalisyon partnerimiz ve NATO müttefikimiz modern Türkiye’yi eleştirmiyoruz. Osmanlı’nın işlemiş olduğu suçlardan ötürü mevcut Türk Hükümeti’ni sorumlu tutmuyoruz, tıpkı Nazi zulümleri için modern Almanya’yı suçlamadığımız gibi, biz sadece Ermeni soykırımı hatırasını muhafaza ediyoruz...”[22]

1991 yılında Temsilciler Meclisi’nde ki bu konuşmalarda, Lehman’dan sonra kürsüye gelen T.M.Ü. Dooley:[23] (benzer cümlelerden sonra Lehman’dan farklı olarak, Anadolu’nun 3 bin yıldır Ermenilere ait olduğunu ve sürüldüklerini, 2.5 milyon Ermeni’den geriye yalnızca 100 bin Ermeni’nin kaldığını söyledikten sonra) “Modern Türk Hükümeti’nin Kürt mültecilere karşı yapmış olduğu yardım ve jestler yüzünden takdir edilmesi gerekir. Gerçekte bugünün Türk Hükümeti XX. yüzyılın başlarında Osmanlı İmparatorluğu’ndan ayrılmıştır. Türkiye NATO’nun güvenilir bir üyesi ve ABD’nin müttefiki olarak hayati bir önem taşımaktadır. Müttefiklerin savaş makinası olan Saddam’a karşı Körfez Savaşı’ndaki askerî başarılarının büyük bir bölümünü Türkiye’nin uyumuna ve hava koridoru yardımına borçludurlar.” şeklinde Türkiye ile ilgili taltifli sözlerinden sonra: [24] “Toplantıyla bu trajedinin yansıtılmasının yanında söylemek istediğim ve hayran olduğum bir şey var. O da Ermeni halkının sahip olduğu manevi güç. 1988 depremi 35.000 Ermeni’yi öldürdü ve 500 bin insanı da evsiz bıraktı. Dahası Dağlık-Karabağ’daki anlaşmazlığın devam etmesi ve Ermeni karşıtı şiddet yüzünden deprem kurbanlarına uluslararası yardım çabalarını dahi engellemiştir.” diyerek Türkiye ve Azerbaycan’ı suçlamıştır.

1991 yılı konuşmalarında, diğer yıllarda olduğu gibi istisnasız hemen her konuşmacı Ermeni halkına karşı yapılmış olan (sözde) soykırımın 76. yılını kutlamak için burada olduklarını, 1915–1923 arasında 1,5 milyon Ermeni’nin öldürüldüğünü, 500 binden fazlasının da sürgün edildiğini, 1915 yılı 24 Nisan’ında 200 Ermeni dini, politik ve entelektüel liderinin tutuklanarak idam edildiği, XX. yüzyılın ilk soykırımı olduğunu, bu dönemde Osmanlı ordusu saflarında yaklaşık olarak 250 bin Ermeni’nin görev yaptığını, Ermenilerin yaklaşık olarak 3000 yıldır Anadolulu olduklarını, Sultan Abdülhamit II.’ nin yaklaşık 300 bin Ermeni’yi katlettiğini, 1915 yılından sonra Ermenilerin bir çoğunun Amerika’ya gelerek buraya yerleştiğini,[25] Amerikalı-Ermeni toplumunu oluşturduklarını ve bunun gibi konu üzerinde görüşlerini sunmuşlar ve konuşmacılardan T.M.Ü. Rinaldo, 1913–1930 arasında Amerikan halkının 113 milyon dolar yardımda bulunduğunu ve 132 bin yetim çocuğun bakımını sağladıklarını söylemiştir[26].

Birinci ABD – Irak Savaşı döneminde ABD Kongresi’nde yapılan konuşmalarda sürekli olarak Irak konusuna değinilmiş ve yukarıda da belirtildiği gibi Irak’taki Kürtlerin durumunun çok kötü olduğu vurgulanmıştır. Ermeni sorunu konulu söz konusu toplantılarda değişik söylemler de Ermeni lobisi tarafından dile getirilmiştir. Böylesi ilginç söylemlerden birisi, T.M.Ü. Broomfield’den gelmiştir. Broomfield yaptığı konuşmada 1974 yılında Türkiye’nin Kıbrıs çıkarması sırasında (Broomfield bunu istila “invasion” kelimesiyle söylemiştir.) bir çok Amerikan vatandaşını da içeren 1500 masum Kıbrıslı Rum’un kaybolduğunu ve Türkiye’nin bunu inkâr ettiğini söylemiştir[27].

1991 yılı konuşmalarında her ne kadar geleneksel Ermeni iddiaları, Ermeni lobisi taraftarı olan milletvekilleri tarafından düzenli bir şekilde dile getirilse de gerek milletvekilleri gerekse Senatörler Türk-Amerikan dostluğundan, müttefikliklerinden bahsetmişler ve Türk-Amerikan ilişkilerine büyük ölçüde değer verdiklerini beyan etmişlerdir. Örneğin Senatör Larry Pressler, 1990 yılında Ermeni yanlısı bir tutum sergilerken, 1991 yılında yaptığı konuşmada Türk-Amerikan dostluğunu savunucu bir tarz sergilemesi,[28] 1991 yılı Amerikan çıkarlarının (ABD’nin Körfez bölgesindeki çıkarları) da önemli bir göstergesi olarak ortaya çıkmıştır.

Birinci ABD – Irak Savaşı Sonrası Gelişmeler: Stratejik Müttefik Türkiye

Son dönem Türkiye-ABD ilişkilerine[29] bakıldığı zaman gerek ekonomik gerekse askerî düzeyde iyi bir çizgi yakalandığı görülecektir. Türkiye’nin, NATO’nun büyüme planları içerisinde Avrupa, Ortadoğu ve Asya’ya uzanan bir köprü olması Irak’ın Türkiye üzerinden kontrolü, Körfez Savaşı sonrası ABD’nin Ortadoğu’da artan pazar payının korunması, İsrail’in ve ABD yanlısı diğer devletlerin varlığını daha güvenli sürdürmesi[30] amaçlı olarak oluşturulan Türkiye - İsrail - Ürdün askerî işbirliği ve bütün bu gelişmeler özellikle yakın dönemde Türkiye’nin ABD nezdinde, önemini artırmıştır.

1985 yılında ABD Kongresi Temsilciler Meclisi’nde konuşma yapan Milletvekili Siljander, Türkiye’nin ABD için stratejik önemini dile getirirken, Türkiye’nin NATO’nun en stratejik ve güçlü ülkesi haline geldiği, İran, Irak, Suriye, Bulgaristan ve Sovyetler Birliği ile sınırlarının olması ve hepsinden önemlisi de topraklarında NATO karargâhının ve ABD üslerinin bulunması dolayısıyla önemli bir müttefik olduğunu vurgulamıştır. Siljander konuşmasında, 1974 yılında Türkiye’ye uygulanan silah ambargosuyla neredeyse Türkiye’deki Amerikalıların kovulduğunu da anlatmıştır[31].

Aynı yıl ABD Dışişleri Bakanı George Shultz, Türkiye’nin Kore’de ABD ile savaştığını belirttikten sonra “ ..NATO’nun en büyük kara ordusuna sahip, Sovyetlerin Karadeniz üslerini Akdeniz’den ayıran boğazları koruyan ve güvenliğimiz için çok önemli olan  askerî ve diğer kolaylıkları sağlayan  Kuzey Atlantik  İttifakı Teşkilatı’nın  güvenilir bir müttefikidir.” açıklamasıyla  Türkiye’nin ABD için taşıdığı önemi dile getirmiştir[32].

Bir taraftan bu dönemde Amerikan kanadında bunlar söylenirken, Soğuk Savaşın[33] bitmesiyle beraber genel olarak Türk tarafınca düşünülen nokta, Türkiye’nin stratejik öneminin azalacağı kaygısında toplanmaktaydı. Bunun tabi sonucu olarak, Batı’dan daha az askerî ve ekonomik yardım alınacağı endişeleri bulunmaktaydı. Fakat bu durum, 1990’larla beraber oldukça değişime uğradı. Bundaki en önemli etken, hiç şüphesiz bu dönemde uluslararası ilişkilerin yapısında meydana gelen gelişmelerdi. 1991’deki Birinci ABD – Irak Savaşı ve yine aynı yılın Ağustos’unda SSCB’deki darbe ve ardından Aralık ayında bu ülkenin dağılması, Türkiye’nin stratejik önemini tekrar ön plana çıkartmıştır[34].

Türkiye, yukarıda gerek Slijander’in gerekse Dışişleri Bakanı Shultz’un da belirttiği gibi ABD’nin sadık müttefiki olarak kalmıştı. Mevcut süreç içerisinde ortaya konan sadakat ve işbirliğine rağmen diğer NATO üyelerinin yanı sıra özellikle ABD’den daha fazla malî ve askerî yardım elde edememe, yine aynı dönemde Türk yönetiminin en önemli problemlerinden birisini oluşturmuştur[35].

21 Ocak 1991 tarihli The New York Times gazetesinde “Savaş Türkiye’ye Daha Geniş Bir Rol Oynama Şansı Tanıyor” başlıklı yazıda şu yorum yapılmıştır:[36] “Bu güne kadar ki olan gelişmelerde Türkiye rolünü çok güzel oynamaktadır. Bunlar: Ekonomik ve askerî yardım fırsatı ve uluslararası saygınlığın geniş ölçülerini elde etmedir. Stratejik bir öneme sahip olan Türkiye, Sovyet tehdidinin ortadan kalkması üzerine önemini yitirmekteyken, birdenbire askerî kozunu oynamadan Avrupa Birliğine katılma arzularını tekrar popüler bir tartışma olarak ortaya koydu. Körfez Krizi, Türkiye’nin önemini ve NATO’da oynadığı rolü tekrar hatırlattı...”

The New York Times’ın yukarıdaki yorumun da çok az doğruluk payı ortaya çıkmıştır. Türkiye’nin Körfez Savaşı’yla birlikte ABD’den ve körfez ülkelerinden yardım beklentileri artmıştır. Bu amaçla Türkiye, ABD’den tekstile uygulanan kotanın kaldırılmasını talep etmiş, askerî modernizasyona destek istemiş ve borçların hafifletilmesi talebinde bulunmuştur[37].

Ancak Körfez Savaşı’nın ortaya çıkışı ile ilk etapta Türkiye için öngörülen Amerikan yardımı bu dönemde 553.4 milyon dolardan 635.4 milyon dolara çıkmış (82 milyon dolarlık bir artışla)[38] ve bu yardımın en büyük kısmı ise doğrudan hibe yardımı şeklini almıştı. AKKA çerçevesi içerisinde ortaya çıkan askerî malzemenin Türkiye’ye verildiği de hesaba katılırsa, Türkiye’nin yuvarlak bir hesapla, Amerikan ve Alman askerî yardımı olarak 8 milyar dolarlık bir yardım elde edeceği görülüyordu. Elbette Türkiye, bölgedeki stratejik önemini burada bir kere daha ortaya koymuş oluyordu. Diğer taraftan da Avrupa’nın Ortadoğu petrollerine bağımlı oluşu, Avrupa’nın güvenliğinin, Ortadoğu’nun güvenliğinden ayrılmaz bir durum arz etmesi Ortadoğu’nun, NATO için artık “Bölge Dışı” olamaz şartını beraberinde getirmiş oluyordu[39].

Birinci ABD – Irak Savaşı sırasında Türkiye’nin ABD’ye sağladığı yardım hayatî bir önem taşımaktaydı. Petrol boru hattının kapatılması, Batı’nın ekonomik ambargosunun başarısını bu dönemde garantilemiştir. Ayrıca İncirlik Hava Üssü, Irak açısından kuzeyde yeni bir cephe açması nedeniyle bu ülke (Irak) üzerinde büyük bir baskı oluşturmuştu. Amerikan uçakları tarafından Kuzey’den gelebilecek muhtemel bir saldırıyı göz önünde bulundurmak zorunda kalan Irak üzerinde büyük bir baskı gerçekleştirmiştir. Türkiye, söz konusu desteğiyle Soğuk Savaşın sona erip yeni bir dünya düzenine geçildiği sırada Batı içindeki yerini ve dünyanın belli başlı devletleri içinde stratejik önemini garanti altına alıyordu[40]. Bir diğer önemi ise, Washington’un müttefiklere ihtiyaç duyduğu bir sırada Türkiye’nin (ABD’nin) yardımına koşmasıydı.

1990’ların ilk yıllarında, Körfez Savaşı’nın yanı sıra Orta Asya’daki hareketlilik de gerek ABD için gerekse Batı için Türkiye’nin stratejik önemini bir kere daha gözler önüne sermiştir. Söz konusu dönemden sonra Amerika’nın güvenlik düzenlemeleri düşüncesi içerisinde yer alan örneğin, Kafkasya, Avrupa’nın kanatlarındaki jeopolitiğin yeniden keşfedilmesi, kitlesel imha silahlarının ve nükleer füzelerin artmasına tepki verme konusuna daha fazla eğilme ve bölgesel dengelere hakim olmayı isteme gibi faktörler ABD’nin Türkiye’ye karşı stratejik ortak olarak daha fazla ilgi duymasını da beraberinde getirmiştir. Amerikalı yetkililer, Türkiye’yi NATO içerisinde yeni cephe devleti olarak görmenin yanı sıra Balkanlar, Ortadoğu, Kafkasya ekseni ve Avrupa güvenliğiyle ilgili olarak da temel aktör olarak görme durumu içerisine girmişlerdir[41].

Stratejik Müttefik Türkiye Kan Kaybediyor... : 
Türkiye Nasıl Bir Çukurun İçine Sokuldu?

Gerek stratejik önemi bakımından gerekse ABD’ye olan sadık müttefikliği ile Türkiye ABD ve Batı nezdinde puan toplarken, savaş sonrası gelişmeler ve Türkiye’ye verilen sözlerin bir anda unutulması veya kasıtlı olarak yerine getirilmemesi ekonomik açıdan Türkiye’yi oldukça sarsmış ve bir o kadar da hayal kırıklığına uğratmıştır.

Sonraki 10 yıl içinde, Türkiye’nin sadece Irak’a uyguladığı ambargo yüzünden uğradığı kayıp, 14 Mart 2000 tarihli Milliyet gazetesinin Hazine Müsteşarlığı’ndan aldığı bilgiye göre 100 milyar dolar civarında olduğu[42] belirtilse de zararın 40–50 milyar dolar civarında olduğu tahmin edilmektedir. Çünkü, söz konusu dönemde boru hattından elde edilen transit gelir durmuş, Irak’la yapılan ticaret (sınır ticareti dahil) büyük ölçüde bitirilmiştir[43]. Ortaya çıkan durum, özellikle Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde işsizliği artırmış, hatta Irak’ın Türkiye’ye olan borçlarını ödememesi ve müteahhitlik hizmetlerinin durmasını gibi neticeleri getirmiştir.

Birinci Irak Savaşı sırasında Türkiye’ye uygulanan ambargo sebebiyle, Kerkük – Yumurtalık petrol boru hattının durdurulması Türkiye – Irak ticaret düzenine büyük darbe indirmiştir. İki ülke arasındaki ticaretten hem Irak’ın kuzeyinde hem de Türkiye’de Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde yaşayanlar yararlanırken, ABD ve İsrail’in baskıları ile ambargo sert bir şekilde Türkiye – Irak ilişkilerine uygulanmış[44] / uygulatılmış ve bu uygulama dar anlamda en çok iki bölge insanını genel anlamda ise Türkiye ekonomisini yaralamıştır.

Ambargo öncesinde Irak’a en fazla mal satan ülke Türkiye iken, ambargo sonrası, Irak’a en fazla mal satan ülke Ürdün üzerinden her türlü malı Irak’a satarak gizli yollardan petrol paralarını kendi şirketleri aracılığıyla toplayan ABD olmuştur[45].

1990’larda, yeni dünya düzenine geçiş süreci içerisinde Irak ile beraber bölgenin kaybeden ve gerileyen ülkesi Türkiye olmuştur[46].

Irak – Türkiye ilişkilerinde son 12 yıllık değerlendirmeyi ticari açıdan ele alan, Chicago Tribune yazarlarından Paul Salopek:[47]

“ Türkiye’nin Irak’la 150 mil uzunluğunda ortak bir sınırı bulunuyor. Türk Hükümeti, geçtiğimiz 12 yıl içerisinde BM’nin Bağdat’a karşı uyguladığı yaptırımlar nedeniyle uğradığı ticari zararın 40 milyar dolar olduğunu iddia ediyor. Bağımsız uzmanlar ise söz konusu kaybın yaklaşık 10 – 15 milyar dolar olduğunu belirtiyorlar. Rakam ne olursa olsun, Ankara’nın Washington’u desteklediği için ekonomik zarara maruz kaldığına hiç şüphe yok.

“Bu acı hiçbir yerde, kaçakçılığı da içerisinde barındıran ticaretin yüzyıllardır artık bir yaşam biçimi olduğu ülkenin yoksul köşesi Güneydoğu Anadolu’nun ıssız platolarında olduğu kadar açık değil. Cizre, Silopi ve Diyarbakır gibi tarihi kentler, Balkanlar ve Orta Doğu arasında kapı oldukları için uzun seneler boyunca gelişmiş kent unvanını korudular. Körfez Savaşı’ndan önce buradaki ticaret geliri yılda yaklaşık 1,5 milyar dolardı. Ancak, Saddam’a karşı uluslararası yaptırımların uygulanmaya başlamasıyla bu görkemli yıllar sona erdi.”[48] şeklinde ki ifadeleriyle Türkiye’nin önündeki on yıllık tablonun da renklerini ortaya koymuştur.

“Uluslararası sistem içinde yürütülen ilişkilerde devletlerin siyasi ve kültürel amaçlarının yanında iki temel amacı daha bulunmaktadır: Bunlardan biri güvenlik diğeri ise ekonomik çıkardır.”[49] düşüncesinden hareketle, ekonomik açıdan yukarıda ifade edilen zararlara yol açtığı gibi siyasal açıdan da faydalı olmamıştır. Güneydoğuda işsizliğin artması PKK’nın (bugünkü adıyla KADEK’in) işine yaramış ve bölgede Türkiye’ye karşı faaliyetlerine güç kazandırmıştır. Özellikle Irak’ın kuzeyindeki güç boşluğu KADEK’in işini kolaylaştırmıştır.

Siyasî olarak bir diğer konu da, Türkiye-AB ilişkilerinde bir iyileşmeye gidileceği düşüncesiydi. Ancak bundan da beklenilen neticeye varılamamıştır. Hatta ekonomisi büyük yara alan Türkiye’nin, AB üyeliği daha da zayıflamıştır. Yine siyasî anlamda ortaya çıkan önemli noktalardan birisi de, savaş sonrası Orta Doğu’daki barış süreci için Madrid’te yapılan zirveye Türkiye’nin çağrılmamasıdır[50]. Bütün bu gelişmelerin yanı sıra savaş sonrası Kuveyt’in yeniden imarı konusunda Türkiye’nin bekleyiş içerisinde olduğu müteahhitlik fırsatları sunulmamış, hatta Kuveyt ve Suudi Arabistan savaş sırasında kendisini destekleyen ülkeler için yayınlamış oldukları teşekkür bildirgesine Türkiye’nin ismini koymamışlardır[51].

İkinci ABD – Irak Savaşı Öncesinde Ermeni Lobisinin Çalışmaları

Birleşik Devletler, 21. yüzyılda Amerikan tek-kutupluluğu ve hegemonyasının devamını sağlamak gayesi ile merkezinin Avrupa-Asya kıta bloğunun oluşturduğu coğrafyada yeni bir askeri-politik yapılanma / konuşlanma gerçekleştirme politikası izlemektedir. Merkez eksenleri, Orta Asya-Güney Kafkasya ile Orta Doğu olan, bu jeopolitik düzenlemeleri de içeren yaklaşımın iki hedefi vardır. İlk hedef, dünya sanayi sistemini ayakta tutan petrolün denetimini (Washington’un) mutlaka yakın kontrolü altına almaktır. Böylece, (ABD) önümüzdeki 25 yıl içinde bir sıçrama yaparak artacak olan petrol tüketimini güvence altına almanın ötesinde muhtemel rakipleri olan, Çin, Hindistan ve Avrupa Birliği’nin de enerji ihtiyaçlarını denetim altına almayı hedeflemektedir[52].

İkinci hedef olarak Washington, enerji kaynaklarının yer aldığı merkezlerin yanı sıra enerji nakil hatlarının geçtiği coğrafyaların çevresinde de askeri yapılanmalar oluşturmak, bir yandan Orta Asya ve Kafkasya’da diğer yandan da Orta Doğu’da güç projeksiyonu yapabileceği politik-askeri yapılanmalar oluşturmayı amaçlamaktadır[53].

11 Eylül sonrası Afganistan’la başlayan, hemen sonrasında Orta Asya eksenli yerleşim ve şimdilerde Irak operasyonu, oturtmayı amaçladığı ABD hegemonyasının oluşumunun sadece bir kısmını oluşturmaktadır[54]. Orta Doğu’da bu hegemonyaya tehdit teşkil edebilecek, her türlü engelin pasivize edilmesi, hegemonya oluşumunun gereklilikleri olarak ortaya çıkmaktadır.

Böylesi bir tablo içerisinde Türkiye’nin ABD – Irak Savaşı sonrasında da küresel, bölgesel ve ulusal çıkarları, Irak ve Irak’ın kuzeyindeki yeni gelişmeler, mercek altına alınarak gözden geçirilmelidir[55].

Ermeni lobisi, incelemenin başında da belirtildiği üzere, sıkı bir şekilde Ankara-Washington pazarlığında, Ankara’nın lehine sonuçlanabilecek anlaşmayı bozma gayreti içerisine girmiştir.

Türkiye’nin İkinci ABD – Irak Savaşı sırasında izlemiş olduğu politika, son 12 yılın tecrübesi olarak ortaya çıkmıştır. Ankara, Washington’un siyasi ve mali destek vaatlerini, sonradan yerine getirmeyeceği endişesiyle, (Irak operasyonuyla ilgili olarak) ABD yönetimine açık çek vermeyi geciktirmiştir.

Savaş öncesi ve sırasında, Ankara, garanti isterken, Washington mali açıdan kendisini bağlamaktan kaçmaya çalışmış bunu yaparken de, Amerikan siyasal sisteminin önemli ayaklarından olan lobileri kullanma yoluna gitmeyi tercih etmiştir.

ANCA lobi kuruluşunun aniden düğmeye basılmış gibi birden bire ortaya çıkması ve Türk-Amerikan pazarlığında ABD çıkarlarını korumaya çalışması, New Jersey Milletvekili Frank Pallone’ın Dışişleri Bakanı Collin Powell’a gönderdiği mektup, zamanlama olarak oldukça düşündürücü bir şekilde kamuoyuna yansıtılmıştır. Bu o kadar güzel bir tertiptir ki, Türkiye’ye yönelik düşmanlığı ile bilinen Ermeni lobisinin söz konusu hareketi de yadırganmamıştır.

Savaş öncesi/sırası ve sonrasında Amerikalılar, savaş sonrası Irak’ın yeniden düzenlenmesinde Türkiye’nin söz sahibi olamayacağı düşüncesiyle pazarlığa yanaşmayı denemişlerdir[56].

Mevcut dönem içerisinde Washington’un aba altından gösterdiği silahlarından birisi de, (sözde) Ermeni soykırım tasarısını Amerikan Kongresi’nden çıkartacağı tehdidiydi[57].
Ermeni lobisinin Washington kulislerinde ortaya attıkları 30 – 32 milyar dolarlık yardım paketi kampanyası bir tarafa, ABD’nin Türkiye’ye 2 milyar doları hibe olmak üzere 20 milyar dolarlık bir yardım paketi önerdiği de 2003 yılı Şubat ayı içerisinde yine kulislerde dolaşan[58] bir başka nabız yoklama harekatı olarak konuşulmuştur[59].

Söz konusu durumu Chicago Tribune gazetesi yazarlarından Paul Salopek’in Şubat ayı sonlarında Atlanta Journal’a, Türkiye Cizre’de yazmış olduğu makalesi şu şekilde ortaya koymuştur[60]:

“Amerika’nın en sadık müttefiklerinden biri olan Türkiye’nin neden işleri ağırdan alması ve ABD’nin Irak’a karşı gerçekleştireceği savaşa karşı çıkması gerektiğini anlamak için, masalsı İpek Yolu’nda bulunan bu eski kervan kentindeki engin kamyon mezarlıklarına bakmak yeterli.
“Yenilgiye uğramış bir ordunun ölen şövalyeleri gibi sıraya dizilmiş yaklaşık 48 bin paslı Fiat, Volvo ve Ford kamyon, Cizre çevresindeki çamurlu düzlüklerde yatıyor. Bunlar, komşu Irak’la bir zamanlar çok hareketli olan ve BM yaptırımları döneminde ve daha yakın zamanda savaş gemileriyle bozulan sınır ticaretinin tekerlekli kurbanları.
“Irak mazotunu Türkiye’ye ithal etmek üzere bir tanker alabilmek için annesinin sattığı altınlarını kullanan işsiz kamyon şoförü Heybet Karasi: ‘Birkaç yıl önce, Irak’ a o kadar çok kamyon giriyordu ki, ana caddeden karşıdan karşıya geçmek için 20 dakika beklemeniz gerekiyordu. Şimdi sınır neredeyse kapandı. Eğer istiyorsanız yolun ortasında uyuyabilirsiniz’ dedi.”

Bütün bunlar işin, oldukça önemli bir boyutunu ekonomik yönünü ortaya koymaktadır.

ABD’nin önemli yayın organlarından olan Washington Post gazetesinde Uluslararası Ekonomi Enstitüsü üst düzey yetkililerinden Morris Goldstein, Türkiye ile ilgili olarak “...korkunç derecede borcu olan bir ülke”[61]  tanımlaması yapmıştır. Gerçekte, Goldstein’ın bu tanımlamayı yaparken atladığı önemli bir nokta var. O da, korkunç derecede borcu olan Türkiye’nin sadece borç faizlerine ödeyeceği 73 milyar dolarlık bir dinamiğe sahip olduğu gerçeğidir[62].

Genel Değerlendirme

Elbette ki, ikinci ABD – Irak Savaşı öncesi ve sırasında sadece ekonomik boyut, Ankara’nın tek pazarlık konusu olmamıştır. Zaten Washington’da, Türkiye aleyhine lobi yapan ANCA ve memurlarından Pallone’da aynı görüşü savunmuşlardır[63].

Türkiye söz konusu dönemde, Irak’ın kuzeyindeki Türkmenlerin statüsüne netlik kazandırmaya çalışması gerekliliğinin sürekli olarak gündeminde tutmuş ve savunmuştur. Bölgede çıban başı olarak kök salan KDP – KYP yapılanması da Türkiye için önemli tehditlerden biri olmuş ve Türkiye konuyla ilgili siyasi endişelerini gündeme taşıması ve yine Türkiye’nin pozisyonunun ne olacağı noktalarının aydınlığa kavuşturulması noktasını ısrarla dile getirmeye çalışmıştır[64].

Ermeni lobisi, yoğun bir şekilde gerek Birinci ABD – Irak Savaşı, gerekse İkinci ABD – Irak Savaşı sırasında Ankara-Washington pazarlığında, Ankara’nın lehine sonuçlanabilecek anlaşmayı bozma gayreti içerisine girmiştir.

Türkiye’nin İkinci ABD – Irak Savaşı sırasında izlemiş olduğu politika, son 12 yılın tecrübesi olarak ortaya çıkmıştır. Ankara, Washington’un siyasi ve mali destek vaatlerini, sonradan yerine getirmeyeceği endişesiyle, (Irak operasyonuyla ilgili olarak) ABD yönetimine açık çek vermeyi geciktirmiştir.

Savaş öncesi ve sırasında, Ankara, garanti istemiş Washington ise mali açıdan kendisini bağlamaktan kaçmaya çalışmış ve bunu yaparken de, Amerikan siyasal sisteminin önemli ayaklarından olan lobileri kullanma yoluna gitmeyi tercih etmiştir.

Yukarıda da belirtildiği üzere ANCA lobi kuruluşunun aniden düğmeye basılmış gibi birden bire ortaya çıkması ve Türk-Amerikan pazarlığında ABD çıkarlarını korumaya çalışması, New Jersey Milletvekili Frank Pallone’ın Dışişleri Bakanı Collin Powell’a gönderdiği mektup, zamanlama olarak oldukça düşündürücü bir şekilde kamuoyuna yansıtılmıştır. Böylesi bir organizasyonda,  Ermeni lobisinin söz konusu hareketi de yadırganmamıştır.

Son söz olarak, yukarıda da izah edildiği üzere Türkiye, 1991 yılında yaşadığı büyük tecrübeden hareketle 2003 yılında “Bir musibet, bin nasihatten efdaldir” misali geleceğe yönelik adımlarını iyi hesaplamaya çalışmış ancak bunda ne kadar başarılı olduğu, tartışmaya açık bir şekilde tarihteki yerini almıştır.


[1] Ümit ÖZDAĞ ‘Türkiye’nin Irak Politikasının Belirleyicileri’ ASAM, Stratejik İnceleme Raporu, www.avsam.org .



[2] ÖZDAĞ “Türkiye’nin Irak Politikasının Belirleyicileri”, s. 1 “Ankara'nın taleplerinin en önemli boyutunu Irak'ın siyasal geleceğinin nasıl şekillendirileceği ile ilgili politik güvenceler oluşturmaktadır. Ankara, ABD'den savaştan sonra Irak'ın yeniden şekillendirilmesi sırasında Türkmenlerin de Araplar ve Kürtler ile birlikte Irak'ın asli halklarından birisi olarak kabul edilmesini haklı olarak talep etmektedir” 


(ÖZDAĞ ‘Türkiye’nin Irak Politikasının Belirleyicileri’, s. 1, www.avsam.org ).

[3] http://www.asbarez.com/frontpage2.htm .
[4] http://www.asbarez.com/frontpage2.htm.
[5] http://www.asbarez.com/frontpage2.htm.
[6] http://www.asbarez.com/frontpage2.htm.
[7] http://www.asbarez.com/frontpage2.htm.
[8]  http://www.asbarez.com/frontpage2.htm.
[9]  http://www.asbarez.com/frontpage2.htm
[10] http://www.asbarez.com/frontpage2.htm
[11] http://www.asbarez.com/frontpage2.htm
[12] AZG ARMENIAN DAILY, 30 Ağustos 2002.


[13] AC’nin dışında ABD Kongresi’nde AAA ve ANCA ile irtibatlı olarak çalışan 1997’de Los Angeles’te kurulan Ermeni-Amerikan Demokratik Liderlik Konseyi (Armenian-American Democratic Leadership Council, AADLC) bulunmaktadır.
[14] United State Congressional Record, Apr. 24, 1991, s. S4923. (Bundan sonraki dipnotlarda ‘U.S. CONG. REC.’ şeklinde verilmiştir. April: ‘Apr.’ olarak, Senate: ‘S’ olarak, House: ‘H’ şeklinde kısaltılmıştır.
[15] U.S. CONG. REC., Apr. 24, 1991, s. S5047.
[16] 1920 yılında ABD Senatosu’nun bunu katliam (massacres) olarak tanıdığını 24 Nisan 1991 yılındaki konuşmasında T.M.Ü. Moakley’de söylemiştir. Moakley: ‘They United States Senate formally recognized the nature of the massacres in 1920. And every year we commemorate this event’ demiştir,  U.S. CONG. REC., Apr. 24, 1991, s. H2523).
[17] U.S. CONG. REC., Apr. 24, 1991, s. S5047.
[18] U.S. CONG. REC., Apr. 24, 1991, s. S5047.
[19] U.S. CONG. REC., Apr. 24, 1991, s. S5048.
[20] U.S. CONG. REC., Apr. 24, 1991, s. S4982.
[21] U.S. CONG. REC., Apr. 24, 1991, s. S4921.
[22] U.S. CONG. REC., Apr. 24, 1991, s. S4924.
[23] U.S. CONG. REC., Apr. 24, 1991, s. H2521.
[24] U.S. CONG. REC., Apr. 24, 1991, s. H2520.
[25] T.M.Ü Annunzio, 1921 yılına kadar yaklaşık 100 bin Ermeni’nin Birleşik Devletler göç ettiğini söylemiş ve bunu 1915 yılına bağlamıştır (U.S. CONG. REC., Apr. 24, 1991, s. H2530).
[26] U.S. CONG. REC., Apr. 24, 1991, s. H2530.
[27] U.S. CONG. REC., Apr. 24, 1991, s. H2526.
[28] U.S. CONG. REC., Feb. 21, 1991, s. S2243.
[29] Son dönem Türk-Amerikan ilişkileri için bkz: George S. HARRIS, Troubled Alliance: Turkish-American Problems in Historical Perspective, 1945-1971, (Washington, D.C.: 1972); Dankwart A. RUSTOW, Turkey-America’s Forgotten Ally, (New York: 1989); Philip ROBINS, Turkey and the Middle East, (London: 1991). Ömer KARASAPAN, ‘Turkey and the U.S. Strategy in the age of Glasnost’, Middle East Report, Vol. 19 (5), (Sept. – Oct., 1989); Kemal KİRİŞÇİ, ‘Turkey and the United States: Ambivalent Allies’ Middle East Reviev of International Affairs, Vol. 2, No.4 (Dec.  1998); Ian O. LESSER, Turkey, Greece, and the U. S. In a Changing Strategic Environment, (Rand: Santa Monica, 2001); LESSER, NATO Looks South: New Challenges and New Strategies in the Mediterranean (Rand: Santa Monica, 2000); Zalmay KHALILZAD, Ian O. Lesser and F. Stephen Larrabee, The Future of Turkish-Western Relations: Toward A Strategic Plan (Rand: Santa Monica, 2000).
[30] John Duke Anthony, ‘The U.S. – GCC Relationship: Is It a Glass Leaking or a Glass Filling?’ David W. Lesch (Ed.), The Middle East and the United States, (Colorado and Oxford: 1996), s. 356.
[31] U.S. CONG. REC., Dec. 12, 1985, s. H11920.
[32] U.S. CONG. REC., Dec. 12, 1985, s. H11920.
[33] II. Dünya Savaşı’ndan sonra ABD ve eski Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği büyük güçler olarak ortaya çıkmışlardır. İki zıt kutuplu ülke, dünya güç dengesinde ve yeni dünya düzeninde önemli rol oynamışlardır. Bu süreç SSCB’nin 1980’den sonra, ekonomik ve siyasî gücünün zayıflamasına kadar sürmüştür. 1989 yılıyla Doğu Avrupa’da Sovyet yanlısı yönetimlerin çökmeye başlaması ve hemen akabinde 1990’da SSCB’nin dağılması, iki kutuplu dünya düzeninin dağılmasına ve soğuk savaş dönemi olarak adlandırılan dönemin de bitişine sebep olmuştur (Kadir SAĞLAM, Körfez Savaşı ile Değişen Güç Dengeleri, (İstanbul: 1999), s. 64).
[34] İlhan UZGEL, ‘ABD ve NATO’yla İlişkiler’ Türk Dış Politikası, C. II.  Baskın Oran (Ed.), (İstanbul: 2001), s. 251.
[35] James BROWN, Delicately Poised  Allies: Greece and Turkey: Problems, Policy Choices and Mediterranean Security, (London: 1991), s. 160.
[36] THE NEW YORK TIMES, 21 Ocak 1991.
[37]UZGEL, ‘ABD ve NATO’yla İlişkiler’, s. 257.
[38] 82 milyon dolarlık bu yardım Bush tarafından Ocak 1991’de sağlanmıştır.
[39] THE SUNDAY TELEGRAPH, 27 Ocak 1991.
[40] Türkiye açısından böylesi beklentiler varken, aşağıda da görüldüğü üzere AB için aynı düşünce gerçekleşmemiştir.
[41] Ian O., LESSER, ‘Turkey’s Strategic Options’, The International Spectator, C. 34, No.1, (Ocak-Mart 1999), s. 88.
[42] UZGEL, ‘ABD ve NATO’yla İlişkiler’, s. 258.
[43] “ Körfez Savaşı’nın görünürdeki nedeni olan Kuveyt’in kurtarılmasından sonra, bölgede zarara uğrayan ülkelerin bu zararları Kuveyt’in petrol gelirlerinden ödenirken, Türkiye bunun dışında kasıtlı olarak bırakılmıştır. Bir anlamda savaş ile Irak yıkılırken, Türkiye’nin de dolaylı yollardan zarara uğramasına neden olunmuştur. Batı ittifakı uğruna fedakarlık yapan Türkiye’nin gözlerinin yaşına savaş sonrası dönemde kimse bakmamıştır.  Türkiye Batı’ya yaranmak isterken komşuları ile kötü olmuş ama karşılığında  uğradığı zarara Batılı ülkeler ilgi göstermemiştir. Kuveyt gibi zengin bir ülke bile savaş tazminatları sırasında Türkiye’yi görmezden gelmiştir. Bu durum bile açıkça Irak’ın Türkiye’nin ne derece benzer koşullara sahip olduğunu bir kez daha ortaya koymaktadır.” Anıl ÇEÇEN, ‘Güney Komşumuz Irak’, Avrasya Dosyası Irak Özel, (Sonbahar 2000) C. 6, Sa:3, s. 23.
[44] ÇEÇEN, ‘Güney Komşumuz Irak’, s. 24.
[45] ÇEÇEN, ‘Güney Komşumuz Irak’, s. 24.
[46] ÇEÇEN, ‘Güney Komşumuz Irak’, s. 24.
[47] CHICAGO TRIBUNE, 21 Şubat 2003.
[48] CHICAGO TRIBUNE, 21 Şubat 2003.
[49] Armağan KULOĞLU, ‘11 Eylül Sonrası Değişen Dengeler Çerçevesinde Türkiye’nin Irak Politikası’, ASAM, Irak Özel, www.avsam.org.
[50] Türkiye daha sonraki çalışma gruplarında alt düzeyde temsil edilmiştir (UZGEL, ‘ABD ve NATO’yla İlişkiler’, s. 258).
[51] UZGEL, ‘ABD ve NATO’yla İlişkiler’, s. 258.                                                                              [52]ÖZDAĞ, ‘Türkiye’nin Irak Politikasının Belirleyicileri’, ASAM Stratejik İnceleme Raporu, www.avsam.org.
[53] ÖZDAĞ, ‘Türkiye’nin Irak Politikasının Belirleyicileri’, www.avsam.org.
[54]ÖZDAĞ, ‘Türkiye’nin Irak Politikasının Belirleyicileri’, www.avsam.org “Amerikan yapılanmasının Orta Doğu’da da Irak ile sınırlı kalmayacağı anlaşılmaktadır. ABD Başkanı Bush’un Haziran 2002’de West Point Askeri Akademisi’nde İran’ı hedef alan konuşması, Savunma Bakanlığı Danışma Kurulu Başkanı Richard Perle’ün Suriye’yi uyaran açıklaması Washington’un amaçları doğrultusunda ipucu vermektedir. Bugün kimse üzerinde durmasa da Irak savaşını takiben Washington’un ilk yöneleceği Orta Doğu sorununun Arap-İsrail ihtilafı olacağı düşünülmektedir” (ÖZDAĞ, ‘Türkiye’nin Irak Politikasının Belirleyicileri’, www.avsam.org).
[55] ÖZDAĞ, ‘Türkiye’nin Irak Politikasının Belirleyicileri’, www.avsam.org.
[56] SUDDEUTSCHE ZEITUNG, 21 Şubat 2003.
[57] SUDDEUTSCHE ZEITUNG, 21 Şubat 2003.
[58] ASIA TIMES, 21 Şubat 2003.
[59] Oysa 1991 musibetinin Türkiye’ye zararı yaklaşık 40 milyar dolar olmuştur.
[60] ATLANTA JOURNAL, 21 Şubat 2003.
[61] WASHINGTON POST, 21 Şubat 2003.
[62] ÖZDAĞ, ‘Türkiye’nin Irak Politikasının Belirleyicileri’, www.avsam.org.
[63] http://www.asbarez.com/frontpage2.htm.
[64] Konuyla ilgili geniş açıklamalar için bkz. ÖZDAĞ, ‘Türkiye’nin Irak Politikasının Belirleyicileri’, 



http://www.eraren.org/index.php?Page=DergiIcerik&IcerikNo=67


..