soykırım etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
soykırım etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

15 Kasım 2016 Salı

Ermeni meselesinde arşivlerde Türklerin çekineceği hiçbir şey yoktur!




 Ermeni meselesinde arşivlerde Türklerin çekineceği hiçbir şey yoktur!





Prof. Dr. Yusuf Halaçoğlu



Türklerin çekineceği hiçbir şey yoktur. Sason İsyanı 1895’te çıkmıştır. Bunun için Avrupa’dan gelen heyet Sason’da Ermenilerin suçsuz olmadığını belirtmiştir. Aynı şey Adana ve diğer isyanlar için de geçerli. Hatta Ermeniler kendilerini desteklemeyen Ermenilere de zulmetmişler, onları da öldürmüşlerdir. Bunların hepsi tespit edilmiştir.
“ Soykırım vardır ” diyenlerin ya bu konuyla ilgili bilgileri yoktur ya da ihanet içindedirler. Başka bir seçenek yoktur. Bir ülkede yaşayan insan kendi insanlarını bu kadar ağır bir şekilde suçlarsa bu ne gaflettir ne dalalettir. Ya da kendilerini bu vatandan gösteren ama gerçek kimliği Ermeni olanlardır.






Yazarımız Kaya Ataberk ve Prof. Dr. Yusuf Halaçoğlu


23 ayrı yerde isyan çıktığı ve için Ermeni askerler silahtan tecrit edilmişlerdi
TÜRKSOLU: Güncel bir soruyla başlayalım isterseniz. Geçtiğimiz günlerde Tayyip Erdoğan, Sarkisyan’a bir çağrıda bulundu. “ Çanakkale’de beraber savaştık, anmaya siz de katılın ” dedi. Bu işin aslı nedir? Böyle bir çağrının yapılmasını nasıl değerlendirirsiniz?
Prof. Dr. Yusuf HALAÇOĞLU: Devlet adına bir karar verileceği zaman, devlet adamları konunun uzmanlarını çağırır, enine boyuna faydası ve zararı üzerinde tahlilde bulunulur, böyle açıklamalar ancak bundan sonra yapılır. Büyük devletlerde süreç böyle işler. Maalesef Türkiye’de buna benzer bir takım açıklamaların sonucu hüsran olur. Bu açıklamayı enine boyuna düşünmeden söylenmiş bir söz olarak nitelendiriyorum. Sarkisyan’ın Çanakkale’ye gelip “Evet, Ermeni askerler de burada çatıştı, dolayısıyla biz soykırım iddiamızdan vazgeçiyoruz” demesini herhalde kimse beklemiyordur.
Kaldı ki Sarkisyan Ermenistan’da iken Çanakkale’de bulunan Ermeniler Sarkisyan’ın askerleri değildi. Bunlar Osmanlı tebaasından Ermenilerdi ve onlar da bilindiği gibi I. Dünya Savaşı’nda Anadolu’nun 23 ayrı yerinde isyan çıktığı ve tehlike arz ettikleri için silahtan tecrit edilmişlerdi.
TÜRKSOLU: Yani orada olanlara silah verilmemiş miydi?

Van’da isyan ederken Çanakkale’de vatanı savunan Ermenileri nasıl izah edecekler?
Prof. Dr. Yusuf HALAÇOĞLU: Evet silah verilmemişti. Sadece sıhhiye taburlarında Ermeniler vardı ve onların sayısı da fazla değildi. Dolayısıyla “Çanakkale Zaferi’nde şu kadar rolleri vardı” demeleri mümkün değildir. Nitekim Çanakkale Savaşları 18 Mart 1915’te başlamıştı. Bundan önceki dönemde Zeytun İsyanı çıkmıştı. Burası bugün Kahramanmaraş’ın Süleymanlı ilçesidir. Diğer yerlerde de isyanlar vardı ve tam Çanakkale Savaşı sırasında da Van İsyanı çıkmıştı. 17 Nisan 1915’te Van, Bitlis ve Çatak’ta Ermeniler ayaklanmıştı. Çanakkale’de vatan müdafaası yapılırken aslında Osmanlı vatandaşı Ermeniler Van’da isyan halindeydiler. Bir taraftan isyan ederken bir taraftan Çanakkale’de vatanı savunan Ermenileri nasıl izah edecekler? Çanakkale’de belki toplam bin Ermeni askeri vardı ama Türkiye’nin toplamında da 50 bin Ermeni askeri vardı. Bunların hepsi de silahtan arındırılarak cephe gerisine çekilmişlerdi.


TÜRKSOLU: Ermeni isyanları etkili oluyor muydu?

Prof. Dr. Yusuf HALAÇOĞLU: Zeytun İsyanı gerçekten çok tehlikeli bir isyandı. 20 bin Türk askeri orada meşgul edilmişti. Fransız ordusunda ne kadar Ermeni gönüllü olduğunu Ermeni Boğos Nubar Paşa kendisi yazmıştır. Fransız Dışişleri Bakanı’na gönderdiği mektupta aynen şöyle demektedir: “Cumhuriyet ordularının yarısına yakını Ermeni gönüllülerden oluşmaktadır.” Tabii buradaki “cumhuriyet”, Fransa Cumhuriyeti’dir. Rus ordusunda ise Kafkasya kökenlilerde içinde olmak üzere 150 bin Ermeni asker vardır. Bunun dışında da 40 bin Ermeni gönüllü de Nazarbekov ve Andranik komutası altında Anadolu’yu yakıp yıkmaktaydı.
Bitlis’ten çıkan bir Ermeni çetesi Hatay’a kadar olan bölgede her yeri talan etmiştir. Bu sırada Ordu; Musul’da, Filistin’de, Kafkasya’da, Çanakkale’de, dört ayrı cephede savaşıyordu. Mühimmat getirenlere saldırılar, tren yollarına sabotajlar, telgraf merkezlerinde haberleşmeyi engellemek için isyanlar Ermenilerim faaliyetleriydi.
Bunları bilmeden Çanakkale’de bir davetle bir şeylerin çözülebileceğini sanmak hatadır. Bunun üzerine Ermeniler, “Biz Çanakkale’de vatan için mücadele ettik, sizi neden öldürmüş olalım?” demeyecekler midir?

TÜRKSOLU: Yani Tayyip Erdoğan’ın bu çıkışı Ermenilerin elini güçlendiren bir şey mi oldu?

Prof. Dr. Yusuf HALAÇOĞLU: Öyle oldu. Bunu yapmak yerine Cumhurbaşkanı değil ama hükümet, Birleşmiş Milletlere tarihçiler komisyonu kurmak için başvurmalıydı. Ermeni, Taşnak arşivleri de dâhil olmak üzere bütün arşivlerin açılmasını önermeliydi.
Türkiye BM’ye, tarihçiler komisyonu kurulmasını önermeli
TÜRKSOLU: Peki 1915’in yüzüncü yılında Ermenilerin bir kampanyaya girişecekleri belliyken bu söyledikleriniz neden yapılmıyor? Hükümetin ya da diğer kurumların bir girişimi neden olmuyor? Türk devleti neden kendisini savunmuyor?
Prof. Dr. Yusuf HALAÇOĞLU: Türk Devletinin kendisini savunması için öncelikle devleti yönetenlerin “Her şeyi biz biliyoruz” demekten vazgeçmesi lazım. Bir danışmanlar kurulu oluşturulmalıdır ama bu da Etyen Mahçupyan gibi isimlerden kurulmamalıdır. Devlete zaten karşı çıkan, soykırım olduğunu savunan Halil Berktay gibi isimlerle, “ahiren” kelimesini “önceden” diye telaffuz edenlerden oluşturmasınlar. Bu işi bilen, doğru düzgün isimlerden kurulmalıdır. Bu kurula danışılmalıdır. Bir strateji belirlenmelidir. Ama maalesef Türkiye’nin bir strateji belirlemek gibi bir hedefi de yok.
2015 geldi. Biz parlamento heyeti olarak İsveç’e gidecektik, 4 bakan hakkındaki yolsuzluk oylaması nedeniyle gidemedik. Şimdi İtalya’ya gideceğiz. Ama sadece parlamento heyetlerinin bunları yapmasıyla bu iş çözülmez. Bu olay tabi ki artık ilmî boyuttan çıkmış, siyasî boyuta girmiştir. BM’de siyasî olarak çok etkili olacak şekilde bütün ülkelere çağrıda bulunulmalıdır. “Buyurun, biz tarihimizle yüzleşeceğiz. Ermeniler de Fransızlar da Amerikalılar, İngilizler ve Ruslar da yüzleşsin. Hodri meydan!” desinler. Bakalım bu durumda tarihçiler komisyonuna Fransa, İngiltere, ABD ya da Rusya eleman verecek mi?

Arşivlerde Türklerin çekineceği hiçbir şey yoktur
TÜRKSOLU: 1915 ve öncesine dair arşivler ortaya konulduğunda Türkiye’nin çekineceği şeyler mi ortaya çıkar, yoksa Batılıların ve Ermenilerin çekineceği şeyler mi?

Prof. Dr. Yusuf HALAÇOĞLU: Türklerin çekineceği hiçbir şey yoktur. Sason İsyanı 1895’te çıkmıştır. Bunun için Avrupa’dan gelen heyet Sason’da Ermenilerin suçsuz olmadığını belirtmiştir. Aynı şey Adana ve diğer isyanlar için de geçerli. Hatta Ermeniler kendilerini desteklemeyen Ermenilere de zulmetmişler, onları da öldürmüşlerdir. Bunların hepsi tespit edilmiştir.
TÜRKSOLU: PKK’nın kendisinden olmayan Kürtlere yaptığı gibi mi?

Prof. Dr. Yusuf HALAÇOĞLU: Tabi ki. Zaten terörün temeli budur. Birilerini yıldırmak, kendine çekmek, korkutmak… Ermeniler de öyle başlamıştır.
Osmanlı Devleti’nin ya da Türklerin çekineceği hiçbir şey yoktur çünkü mahkemeye çıkarılan ya da tutuklanan Ermenilerle ilgili tutanaklarda kesinlikle o bölgenin keşişinin, rahibinin de imzası vardır. Evlere yapılan baskınlarda ele geçirilen suç delilleriyle ilgili tutanaklarda da bölgenin din adamlarının imzaları, mühürleri var. Mahkeme safahatı çok ciddi geçmiştir. Mahkeme edilen kişi “Bugün konuşacak halde değilim” diyerek erteleme istediğinde ertelenmiştir. Böyle adil bir yargılama yapılmıştır. Üstüne üstlük Batılılar araya girerek yargılanıp mahkûm olan şahısları serbest bıraktırmıştır.
TÜRKSOLU: Tabi bunlar kayıtlarda var…

Prof. Dr. Yusuf HALAÇOĞLU: Bunlar herkesin gözünün önünde olmuştur. Ermenilere devlet tarafından yapılmış bir zulüm vs. asla yoktur. Bir takım kesimlerle kendi aralarındaki çatışmalardan kaynaklanan hadiseler olmuştur. Özellikle Doğu ve Güneydoğu’da Osmanlı askerî kıyafeti giymiş Ermenilerin Kürt köylerine saldırdığının kayıtları arşivlerde vardır. Bu Kürtlere devlet tarafından bir baskı yapılıyormuş izlenimi doğurmak ve Kürtlerle Ermenileri birleştirmek adına yapılmıştır. Fakat bunu yapanlar yakalanıp daha sonra Ermeni oldukları da ortaya çıkınca bu sefer de Kürtlerin onlara saldırdığı görülmüştür.

Kaçaznuni: “Rusların ve Batının, devlet kurma sözlerine inanarak büyük hata işledik”
Bizim çekineceğimiz hiçbir şey yok. 1915’ten önce 1914’te Sait Halim Paşa’nın attığı yanlış bir imza var. Ermenilerin yaşadıkları bölgeler üçe ayrılmış ve buralara birer Hıristiyan vali atanması kabul edilmiştir. Bu anlaşma yürürlüğe girmemiştir. Bununla beraber valiler gelmiştir. Bu sırada Dünya Savaşı çıkmıştır. Savaşın çıktığı dönemde Ağustos ayında Ermeniler Erzurum’da bir kongre düzenlemişlerdir. Bu kongreye Osmanlılar da delege göndermiş ve Ermenilere savaş sırasında Ruslara karşı devletin yanında yer almalarına karşılık savaş sonrasında kendilerine iki özerk bölge verilmesi teklif edilmiştir. Bunu Ermeniler kabul etmemişlerdir. Nitekim Ermenistan Başbakanı Kaçaznuni de kendi notlarında bunu yazmıştır. “Biz Rusların ve Batının, bize verdikleri devlet kurma sözlerine inanarak bu teklifi kabul etmedik. Büyük hata işledik” demektedir. Kendi Başbakanlarının yazdığı bu gerçekleri Osmanlı belgeleri de aynen teyit etmektedir.


Mavi Kitap 300 sterlin maaş karşılığında yazılmış bir propaganda kitabıdır
TÜRKSOLU: Peki Ermenilerin 1,5 milyon Ermeni öldü iddialarının bir dayanağı var mı?
Prof. Dr. Yusuf HALAÇOĞLU: Bunun 1,5 milyona kadar çıkarılmasının hukuken hiçbir önemi yok. Eğer devlet tarafından 10 bin kişi kasıtlı olarak öldürülseydi bu da soykırım olurdu. Ama 1,5 milyon abartısı Ermenilerin bu işi nasıl bir siyasî propagandaya dönüştürdüğünün kanıtıdır. Mavi Kitap’ta Arnold Toynbee bile “Eğer Ermeni nüfusu 1,6 milyon ise ve hayatta olanlar 1 milyon 150 bin kişi olduğuna göre, ölen ermeni sayısı 450 bin olmalıdır” der. Yani gerçekte ortada bir rakam da yoktur.

TÜRKSOLU: Ki bildiğimiz kadarıyla bu Mavi Kitap bir propaganda kitabıdır…
Prof. Dr. Yusuf HALAÇOĞLU: Evet, 300 sterlin maaş karşılığında yazılmış bir propaganda kitabıdır. Arnold Toynbee o tarihlerde genç bir tarihçidir. Askerlik yaparken İntelligence Bureau’da çalışmakta ve 300 sterlin maaş almaktadır. Bu işle özel olarak görevlendirilmiştir. Hangi bölgelerden sorumlu olduğu kendi arşivinden aldığımız belgelerde vardır. Lord Bryce tarafından ABD Büyükelçisi Morgenthau’ya yazılan yazılar elimizde vardır. Morgenthau sözde belgeleri Bryce’a göndermiş, o da Toynbee’ye vermiştir. Bu kitap böyle hazırlanmıştır. Kendisi de daha sonra bu kitabın gerçeklere dayanmadığını, ikinci elden duyumlarla yazıldığını belirtmiştir. Özeleştirisini de yapmıştır.
Böyle bir propaganda kitabında bile en fazla 450-600 bin rakamı verilirken daha sonra 1,5 milyona çıkarılmıştır. Şu da değerlendirilebilir: 1914’te Osmanlı’da ne kadar Ermeni nüfusu vardı ve 1918’de bu rakam ne olmuştu? 1922 Kasım’ı itibariyle Birleşmiş Milletler kayıtlarına baktığımız zaman ABD ve İngiltere’nin yaptığı araştırmalarda dünyaya dağılmış olan Ermenilerin 817,873’ünün Türkiye’den gitmiş olduğu belirtilmektedir. 95 bin Ermeni kadın ve çocuğun Müslüman olarak Türkiye’de kaldığı ve bu rakama dâhil olmadığı kaydedilmektedir. Yine 148,998 Ermeni’nin İstanbul’da, 131,175 Ermeni’nin de Anadolu’da yaşadığı geçiyor. 1914’te 1 milyon 294 bin Ermeni nüfusu var Türkiye’de. Yukarıdaki rakamlar da neredeyse 1 milyon 200 bin yapmaktadır. Arada 100 bin civarında bir fark var…


Her mezara 300 kişi konsa bile 5 bin tane toplu mezar olması gerekirdi
TÜRKSOLU: Ölenler 100 bin midir?

Prof. Dr. Yusuf HALAÇOĞLU: Bu rakamın içinde de Fransa için savaşırken ölen Ermeniler var. Fransız belgelerinde bunların kayıtları vardır ve hepsinin Anadolu ve İstanbul doğumlu olduğu görülmektedir. Rus ordusundaki Ermeniler ve Kazım Karabekir’in Ermeni-Gürcü savaşı sırasında ölenler hariçtir. Ayrıca İngiliz General Allenby’nin komutasında 8 bin Ermeni gönüllü olduğu belirtilmektedir. Ayrıca kolera ve diğer hastalıklardan ölenler vardır. Eçmiadzin’de ölenler de ayrıdır. Anadolu’dan Kafkaslara gidip orada savaşırken ölenledir bunlar. Bunlar neden hesaplanmamaktadır?
Ayrıca bulunmuş bir toplu mezar da yoktur. Yani bir yerde 1,5 milyon insan öldürülecek ve orada toplu mezar olmayacaktır… Her mezara 300 kişi konsa bile 5 bin tane toplu mezar olması gerekirdi. Her kazma vurulan yerden toplu mezar çıkardı. Nasıl oluyor da Türklere ait toplu mezarlar bulunuyor da Ermenilere ait olanlar çıkmıyor? Bunların tümünü yok etmek mümkün müdür?
Buna karşılık “Suriye çöllerinde kayboldular” denilmektedir. O zaman neden ABD’nin Halep Konsolosu Jesse Jackson bunların şehirde nerelere geldiklerini ve yerleştiklerini kaydetti? Neden ABD Mersin Konsolosu Edward Natan Adana’dan trenlerle 500 bin göçmenin Halep’e sevk edildiğini yazmıştır? Neden Halep Konsolosu da 500 bin Ermeni’nin geldiğini onaylamaktadır.
Meselenin boyutları bunlardır. Bunları bilmeden bir politika üretmek mümkün mü? O zaman bu Çanakkale çağrısı gibi şeyler yaparsınız. Ama tarihçiler komisyonu kurulsun, herkes tarihiyle yüzleşsin derseniz; Fransa’dan, Yunanistan’dan, Rusya’dan, ABD’den gelen silahları onlar izah etmek zorunda kalırlar. Neden ilk planlarda Çanakkale yerine İskenderun’a çıkarma yapmayı düşündüklerini de açıklamak zorunda kalırlar. O zaman orada 30-40 bin Ermeni gönüllünün Türkleri arkadan vurmak için nasıl silahlandırıldığı da görülür. Bugün dahi uluslararası hukukta bir devlet başka bir devletle savaşa girdiği zaman o ülkenin sınırları içinde yaşayan ama diğer devletle aynı soydan olanları belli şartları yerine getirerek nakletme hakkı vardır.
TÜRKSOLU: Bu uygulamanın daha sonra başka örneği oldu mu?
Prof. Dr. Yusuf HALAÇOĞLU: ABD, II. Dünya Savaşı sırasında 170 bin civarında Japon’u Mississippi Vadisi’ne nakletmiştir. Bu ortada herhangi bir hadise olmamasına rağmen yapılmıştır.

Yok edilmek istenen insana yevmiye mi verilir?
TÜRKSOLU: Peki 1915’te Türkiye’de yaşayan Ermenilerin tümünün yeri değiştirildi mi?

Prof. Dr. Yusuf HALAÇOĞLU: İstanbul, Antalya, Kastamonu gibi bir takım bölgelerden hiç nakil yoktur. Sadece Taşnak, Hınçak, Ramgavar gibi örgütlerin üyeleri nakledilmiştir. Bunların sayısı da 250 civarındadır. Kastamonu’da 13 bin civarında Ermeni vardır, bunlar nakledilmemiştir. Bunun dışında Anadolu’nun içinde nakiller vardır. Sivas’tan Konya’ya, Konya’dan Yozgat’a, Kastamonu’ya… Ancak 500 bin civarında Ermeni Suriye tarafına nakledilmiştir. Bunların da yerleştirildiği yerler Amerikan Konsolosu tarafından Hama, Humus ve Deyrizor ile köylerine kadar kaydedilmiştir. Ki en fazla Deyrizor’a gitmiştir. Orada 300 bin civarında Ermeni yaşamaktadır. Ben oraya gittim ve gördüm. Osmanlı Devleti onlar için kilise bile kurmuştur orada. Öyle tel örgüler içinde değil normal evlerde yaşamışlardır. Halep’te yolda hastalananların tedavisi için hastane kurulmuştur. 2 bine yakın Ermeni burada tedavi edilmiş, ardından da taburcu olmuştur. Yok edilmek istendiği iddia edilen insanlar, tedavi edilmiştir! Hem de yol için de yevmiye verilmiştir. Yok edilmek istenen insana yevmiye mi verilir? Hitler, Naziler Yahudilere böyle bir şey uygulamış mıdır?

TÜRKSOLU: Stalin, Kırım Türklerini sürgüne gönderdiğinde insanları hayvan vagonlarına doldurarak, yemek vermeden, vagon kapılarını bile açmadan yolculuk ettirdi. Ve büyük rakamlarda ölüm oldu bu sürgün sırasında. Bugün dünya neden Ermeniler konusunda Türkleri suçlamayı akıl eder de Stalin’i ve Rusları Türk soykırımı yapmakla itham etmeyi düşünmez?
Prof. Dr. Yusuf HALAÇOĞLU: Aynı şekilde mesela Irak’ta bu kadar sivil insan öldü. Hangi suçlular cezalandırıldı? Ama Osmanlı Devleti iskâna tabi tutulan Ermenilerin mallarını gasp eden, kadınları kaçıran ve cinayet işleyenlerle ilgili yine Talat Paşa’nın imzasıyla 1673 kişi Divan-ı Harbe verilmiştir. Bu işlem de 1915’te yani uçların işlendiği yılda yapılmıştır. 1916 Şubat, Mart ve Nisan aylarında bu davalar sonuçlanmıştır. 67 kişiye idam cezası verilmiş ve cezalar da infaz edilmiştir. Gasptan bile idam edilenler olmuş, 68 kişi kalebentlik cezasına çarptırılmıştır. 524 kişi de 2 ila 5 sene arasında hapis cezalarına uğratılmıştır. Yani uluslararası hukuk açısından suçlular cezalarını görmüşlerdir. Bu da devlet eliyle kötü bir uygulama olmadığının da kanıtıdır.

Bu noktadan sonra soykırımdan bahsetmek abesle iştigalden başka bir şey değildir
Osmanlı bütçeleri Mart ayından Mart ayına hazırlanırdı. Turgut Özal’a kadar Türkiye Cumhuriyeti’nde de böyle devam etmiştir. Sonra Ocak ayına alınmıştır. Mart ayında hazırlanan bütçede Ermenilerin sevk ve iskânına ilişkin bir karar yoktur. Bunun için bir harcama kalemi konulmamıştır. Bu çok önemlidir çünkü ortada bir plan olmadığını göstermektedir. Karar Mayıs ayının 27’sinde alınmıştır. Kararın alınmasından sonra da 16 Haziran’a kadar nakil başlatılmamıştır. Karar alındıktan sonra Dâhiliye Nezareti’ne bağlı İskân-ı Aşair ve Muhacirin Müdüriyeti bütçesine 68 milyon kuruş ek ödenek konmuştur. Sıhhiye Nezareti bütçesine 13,5 milyon kuruş eklenmiş. Kafilelerin uğrayacağı vilayetlere nakit paralar gönderilmiş. Fırınlar açılmış.
Bu devletin bunu önceden planlamadığı anlamına gelir. Çünkü o sırada henüz Çanakkale Savaşı başlamamıştı. Zeytun İsyanı başlamış olmakla beraber Van İsyanı çıkmamıştı. Filistin’de savaşacak olan 20 bin askerin Zeytun’a getirilmek zorunda kalması isyancıların vatana ihaneti demektir. Başka bir devlette olsa tümünü yok ederlerdi. Zeytun Ermenileri bile yok edilmemiştir. Onlar da en sonunda Suriye’ye nakledilmiştir. Orada dahi katliam yoktur. Oysa onlar yüzünden Osmanlı ordusu Sina’da İngilizlere mağlup olmuştur.
Bu noktadan sonra soykırımdan bahsetmek abesle iştigalden başka bir şey değildir. “Soykırım vardır” diyenlerin ya bu konuyla ilgili bilgileri yoktur ya da ihanet içindedirler. Başka bir seçenek yoktur. Bir ülkede yaşayan insan kendi insanlarını bu kadar ağır bir şekilde suçlarsa bu ne gaflettir ne dalalettir. Ya da kendilerini bu vatandan gösteren ama gerçek kimliği Ermeni olanlardır.


http://www.turksolu.com.tr/478/yhalacoglu478.html


5 Şubat 2016 Cuma

Ermenilerin Suriye'ye Nakli: Sürgün mü, Soykırım mı? Belgeler



Ermenilerin Suriye'ye Nakli: Sürgün mü, Soykırım mı? Belgeler


NEDEN SOYKIRIM DEĞİL


Soykırım (genoside), 9 Aralık 1948 tarihli “Soykırım Suçunun Önlenmesine ve Cezalandırılmasına İlişkin Birleşmiş Milletler Sözleşmesi”nde aşağıdaki şekilde tanımlanmıştır :

1. Ulusal, ırksal ya da dinsel bir grubun, toptan veya bir bölümünü yok etme niyetiyle, bir grubun üyelerini öldürmek,
2. Bir grubun üyelerine bedensel-ruhsal ağır zarar vermek,
3. Bir grubun yaşamının fiziki çöküşünü sağlayacak ortamı hazırlamak,
4. Bir grubun çocuk sahibi olmasını engellemek,
5. Bir grubun çocuklarının zorla bir başka gruba verilmesini sağlamak.


Osmanlı Devleti’nin Ermenileri ihraç kararının ve uygulamasının, yukarıda tanımı yapılan “soykırım”a uyup uymadığını değerlendirmek gerekmektedir. Osmanlı Devleti, Batılı ülkelerin Ermenilerin topluca katledilecekleri iddialarına karşı 27 Mayıs 1915'te şöyle bir açıklamada bulunmuştu: "Ermeniler hakkında hükûmetçe alınan tedbirler, sırf memleketin âsâyiş ve inzibatını temin ve muhafaza mecburiyetine müstenittir. Ermeni unsuruna karşı Hükûmetin imhakâr bir siyaset takibetmediği, şimdilik tarafsız bir vaziyette kaldıkları görülen Katolik ve Protestanlara dokunmamış olması göstermektedir..."
1915'te meydana gelen iskân uygulamaları ve bu uygulama sırasında meydana gelen olaylar, yukarıdaki tanıma göre bir soykırım olarak adlandırılabilir mi ? Bu sorunun cevabını vermek için İkinci Dünya Savaşı sonrasında Nazi Almanyasının Yahudilere uyguladığı toplu imha hareketiyle, Osmanlı Devleti’nin Ermenilere tehcir uygulamasını karşılaştırmak bizleri doğru sonuca götürecektir. Osmanlı Devleti ihraç ettiği Ermenilere nasıl bir uygulama yapmıştır ? :

1- Osmanlı Devleti, Nazilerin aksine, topraklarında yaşayan Ermenilerin belli bir coğrafyadakilerini nakletmiştir. Nakil, Osmanlı Devleti'ne karşı silaha sarılan Ermeni gruplarını ve onlara lojistik destek verenleri kapsamaktadır (Bkz. Harita 1).

2- Nakledilenler yine Osmanlı sınırları içinde yer alan bir coğrafyaya göç ettirilmiş, göçe tabi tutulanlara, Nazilerin evlere baskın yaparak yaka-paça toplama kamplarına sevk uygulamalarının aksine, göç hazırlığı yapmaları için bir hafta ile 15 gün arasında süre verilmiştir.

3- Göçen Ermenilerin tüm ihtiyaçları (yiyecek, sağlık, bilet temini v.s.) devlet tarafından "Muhacirîn tahsisatı"ndan karşılanmış, bir şehir ve kasabada yaşayan Ermenilerin tümü sürgüne gönderilmemiş, hastalar, yetimler, katolik ve protestan mezhebi mensuplarıyla, zanaat sahipleri ve orduda görev yapanlar tehcir kapsamı dışında tutulmuştur.

4- Göçe tabi tutulanlar, Nazilerin toplama kamplarının aksine, gittikleri yerlerde, devlet tarafından evler yapılması, hayatlarını devam ettirebilmeleri için yerleştirildikleri yerlerin ziraate elverişli olması ve göçmenlerin geldikleri vilâyetlerin belirlenerek, nüfus kayıtlarının çıkarılması karar altına alınmıştır.

5- Nazi kamplarının aksine, hasta göçmenler için kamplarda hastahaneler kurulmuş, göçmenlerin sağlık sorunları ile ilgili olarak çeşitli ülkelerin sağlık ekiplerine kamplarda görev yapmaları için izin verilmiştir. Konsolos raporlarına göre, bu yabancı sağlık mensuplarından bazıları bulaşıcı hastalık nedeniyle ölmüştür.

6- Kimsesiz çocuklar ve yetimler, yetimhanelere ve bazı zengin ailelerin yanına yerleştirilmiş, 1919 yılında geri dönüş izni verilince bu çocuklar yakın akrabalarına teslim edilmiştir.

7- Aşiretlere ve sivil halkın saldırısına karşı kafileleri korumak üzere jandarma görevlendirilmiş, suistimalde bulunan görevli ve halktan kimseler mahkeme edilerek cezalandırılmıştır.

8- Zorunlu göçten kurtulmak için müslümanlığı kabul ettiğini söyleyenlerde göç ettirilmiş, fakat bir müslümanla evlenmiş kadınlar göçten muaf tutulmuştur. Bu gibilere, savaş sonrasında çıkarılan bir yasa ile, istedikleri takdirde eski dinlerine dönebilme imkânı tanınmıştır.
9- Savaş, kuraklık, çekirge istilâsı, seferberlikten dolayı iş yapabilecek hemen bütün erkeklerin silah altına alınması gibi nedenlerle, tarladaki mahsulün kaldırılamamasının bir sonucu olarak ortaya çıkan yiyecek sıkıntısından dolayı, başta Amerika olmak üzere çeşitli devletlerin yardım kuruluşlarının yardım talepleri kabul edilmiş, bunlar tarafından Suriye’deki Ermenilere yardım edilmiştir (Bkz. Belge 11).

10- Savaşın sona ermesiyle birlikte, devlet tarafından çıkarılan "geri dönüş kanunu" ile göçmenlerin evlerine dönmeleri sağlanmış, Ermeni Patrikhanesi’nin tespitlerine göre 644.900 Ermeni geri dönmüştür (Bkz. Belge 12).

Evet yukarıda bahsedilen Belge 11'i dikkatlice okumamız halinde, zorunlu göçün henüz sona erdiği 3 Şubat 1915 tarihi itibariyle Suriye’de 500 bin Ermeni göçmenin mevcut olduğunu görüyoruz. Bu rakam, aslında bir milyon Ermeninin göç sırasında öldüğünü rapor eden bütün konsolos raporlarını yalanladığı gibi, Osmanlı Devleti’nin, muhtaç göçmenlere yardım için uluslararası kuruluşlara kamp kapılarını açtığını, dolayısıyla sadece Suriye'de 486 bin kişiye yardım edilmesine izin vermek suretiyle, Ermenileri imha düşüncesinde olmadığını ispat ediyor. Buna bağlı olarak, göç bölgelerindeki Ermenilerin belli bir kesiminin zorunlu göç kapsamına alınması, diğerlerinin evlerinde bırakılması, “etnik temizlik” veya "soykırım" iddialarını tümüyle ortadan kaldırıyor. Nitekim özellikle ülkenin İstanbul, Bursa, Kütahya, Edirne gibi savaş mühimmatının sevkedildiği bölgelerin dışında bulunan şehirlerinden, terör mensupları hariç, kimsenin zorunlu göçe tabi tutulmadığı yabancı ve Osmanlı belgelerinde yer alıyor. Ayrıca göç kapsamındakilerin topluca imha edilmesi gibi bir art niyetin olmadığını, göç edeceklere hazırlanmaları için süre verilmesi de gösteriyor. Hele hele göçe tabi tutulanların, gittikleri yerlerde, geldikleri şehirler de belirtilmek suretiyle, nüfus defterlerine kaydedilmelerinin emredilmesi, hayatlarını devam ettirebilmeleri için ziraate uygun bölgelere yerleştirilmelerinin istenmesi, imha düşüncesiyle bağdaşmıyor.
Bütün bu saydıklarımızla, Nazi Almanyası'nda Yahudilere uygulanananlar arasında hiçbir benzerlik bulunmamaktadır. Bu durumda 1915'te cereyan eden olayların soykırım olarak tanımlanması mümkün değildir. Nitekim soykırım olduğunu iddia edenler, bugüne kadar "soykırım"ı ispat edecek bir belge sunamamışlardır. Tezlerini kuvvetlendirebilmek için, Talat Paşa'ya atfedilen sahte telgraflar ortaya atmışlardır. Ancak bu telgraflar üzerinde yapılan incelemede, telgraflar üzerinde Osmanlı bürokrasisinin mutad işlem kayıtlarının bulunmadığı, telgrafın gönderildiği iddia edilen valinin, o tarihte o vilâyette valilik yapmadığı, her Osmanlı belgesinin en üstünde yer alan besmeleye farklı şekilde yer verildiği ve en önemlisi de Talat Paşa'nın imzasının sahte olduğu ortaya çıkmıştır.
Soykırım iddiasında bulunanların en önemli açıklarından biri de, 1915'ten itibaren öldürüldüğü iddia edilen Ermenilerin sayısının sürekli yükseltildiğidir. 600 binlerden başlayan rakamlar, günümüzde 1,5 milyona çıkarılmıştır. Halbuki, o tarihlerde yabancı devletlerce yapılan nüfus tespitlerinde, Osmanlı Devleti'nde yaşayan Ermenilerin toplam nüfusu ortalama 1,5 milyon olarak gösterilmekte, hattâ Ermeni Patrikhanesi bile 1,915,000 rakamını vermekteydi. Nitekim güvenilir olarak bulunan Patrik Malachia Ormanian da Ermeni nüfusunu 1,895,400 olarak vermektedir. Bu durumda ancak 400 bin Osmanlı Ermenisinin hayatta kalması gerekirdi. Aşağıdaki cetvelde, çeşitli kaynaklarda belirlenen Ermeni nüfusu görülmektedir :

Kaynağın Yılı  Yazarı  Osmanlı Ermenileri 
 
1892  Vital Cuinet  1.475.011 
 
1896  Felix Weber  1.000.000 
 
1901  H. F. B. Lynch  1.325.246 
 
1901  Lodovic de Constenson  1.383.779 
 
1910  Encyclopedia Britannica  1.500.000 
 
1913  Ermeni Patrikhanesi  1.915.651 
 
1913  Lodovic de Constenson  1.400.000 
 
1914  Daniel Panzac  1.5-1.600.000 
 
1914  Justin McCarthy  1.698.303 
 
1914  Osmanlı nüfus sayımı  1.229.007 
 
1914  Stanford J. Shaw  1.294.851 
 
1914  David Magie  1.479.000 
 
1919  Dr. Lepsius  1.500.000 
 
1923  Claire Price  1.500.000 
 
1923  E. Alexander Powell  1.500.000


Oysa ki, 1919 yılı itibariyle, Osmanlı topraklarından diğer ülkelere gerçekleşen göçlere rağmen, Amerikan arşiv belgelerinde bulunan ve Ermeni Patrikhanesi’nce, diğer ülkelere göçenler hariç, sadece Anadolu’daki evlerine geri dönenler 644,900 olarak verilmekte, bütün dünyadaki Osmanlı Ermenilerinin sayısı ise 1,200,000 olarak gösterilmektedir. Bu durumda 1,5 milyon Ermeninin öldüğünü iddia edenlere şu soru sorulabilir. Ölen Ermenilerin toplu mezarları nerededir ? Zira her bir toplu mezarda 500 kişi olsa, 3,000 toplu mezar olması gerekirdi ki, Anadolu'nun her kazma vurulan yerinden toplu mezar çıkardı.

Son olarak, savaşın sone ermesinden ve İstanbul’un İtilâf devletlerinin eline geçmesinden sonra, katliam iddialarına karşı Osmanlı Devleti, dört tarafsız ülkeye resmen başvurarak konuyu araştırmak için ikişer hukukçu talep etmiştir. İyi niyetle yapılmış bu talep, başvuru yapılan İspanya, Hollanda, Danimarka ve İsveç tarafından reddedilmiştir. Aslında bu durum, o dönemde dahi sorunun siyasî olduğunu ve çözümün istenmediğini ortaya koymaktadır.



 BELGE 1
RUS ORDUSUNDAKİ ERMENİLER

 BELGE 2
FRANSIZLARIN ANADOLU PLÂNLARI




 BELGE 3
MUSA DAĞI ERMENİLERİ VE FRANSIZLAR




 BELGE 4
Yunanistan'ın 15 Bin Tüfek, 2 milyon mermi göndereceği




BELGE 5 
KAFİLELERİN KORUMA ALTINDA GÖNDERİLMELERİ




BELGE 6
ERMENİLERİN GÖÇ ETTİRİLMESİNDEKİ GAYE VE
 




 BELGE 7/1
GERİ DÖNÜŞ KARARNAMESİ


 




BELGE 7/2 
GERİ DÖNÜŞ KARARNAMESİ





 BELGE 7/3
GERİ DÖNÜŞ KARARNAMESİ




BELGE 8
1915-1920 NÜFUS İSTATİSTİKLERİ VE TEHCİR




 BELGE 9
AMERİKAN MERSİN KONSOLOSUNUN RAPORU




 BELGE 10
BOGHOS NUBAR PAŞA'NIN FRANSA DIŞİŞLERİ




BELGE 11
SURİYE'DE AMERİKAN YARDIM KURULUŞLARININ




 BELGE 12/1
ERMENİ PATRİKHANESİNİN GERİ DÖNENLERLE




BELGE 12/2 
ERMENİ PATRİKHANESİNİN GERİ DÖNENLERLE





 BELGE 12/3
ERMENİ PATRİKHANESİNİN GERİ DÖNENLERLE




 BELGE 12/4
ERMENİ PATRİKHANESİNİN GERİ DÖNENLERLE




 BELGE 13
İNGİLİZ KARADENİZ ORDUSU İSTİHBARAT BİRİMİNİN




 BELGE 14
MAVİ KİTAP YAZARI ARNOLD TOYNBEE'NİN GÖREV




 BELGE 15
AMERİKA'YA GÖÇEN ERMENİLERLE İLGİLİ GEMİ




 BELGE 16
İSTANBUL İNGİLİZ BÜYÜKELÇİLİĞİNE GÖRE 1921




 HARİTA 1



YUKARIDAKİ  DÖKÜMANLAR.. TÜRK TARİH KURUMU SAYFASINDAN  VEYA  ( BURADAN )  BİLĞİSAYARINIZA ( PDF ) FORMATINDA İNDİREREK OKUYABİLİRSİNŞİZ ( BİLĞİSAYARINIZDA  ADOBE ACROBAT READER PROGRAMININ  KURULU OLMASI LAZIMDIR..
OLMAYANLAR İÇİN ( İNDİRİNİZ )


.

31 Ekim 2014 Cuma

"Soykırım, Soykırım, Soykırım"



"Soykırım, Soykırım, Soykırım"

Hatem CABBARLI

Aşırı milliyetçi görüşleri ile tanınan, Büyük Ermenistan ideolojisinin en büyük savunucusu olan Zori Balayan "Ocak" adlı kitabında Türkleri inanılmaz olaylarla suçlamış, Türklerin Ermenilere karşı "soykırım" yaptığını, ancak Ermeni halkın bunu hiçbir zaman unutmayacağını ifade etmiş, tüm Ermenileri intikam almaya çağırmıştır.

Balayan, kitabında ayrıca bir tür Ermeni hastalığından bahsetmektedir: "soykırıma" uğramış Ermenilerin hastalığından.., ezilmiş ve mağdur Ermenilerin psikolojik durumundan... Bu hastalık bulaşıcıdır ve sadece Ermeniler için geçerlidir. Sovyetler Birliği döneminde hastalık gizli evresini tamamlamış, bağımsızlıktan sonra hızlı bir şeklide Ermeniler arasında yayılmıştır. Ermeniler, bu hastalığın tedavisinin sadece 1915 olaylarının intikamı alındıktan, Kars, Iğdır, Erzurum, Sivas, ve Trabzon'un Ermenistan sınırları içinde olduktan ve Ağrı Dağı'nda Ermeni bayrağı dalgalandıktan sonra mümkün olacağını bildirmekte ve tedavinin uygulanması için her şeyi yapmaktadır.

Bu amaçla Bağımsızlık Bildirgesi'nin 11. maddesinde hastalığın tedavisi için kendilerine göre reçete yazmış, "uluslararası alanda soykırımın tanınması için bütün girişimleri destekleyeceklerini" ifade etmişlerdir. Ermenistan'ın ilk Devlet Başkanı Levon Ter-Petrosyan döneminde (1991-1998) bu reçete fazla uygulanmasa da Robert Koçaryan iktidara geldikten sonra bu işle bizzat ilgilenmeye başlamış, hem iç hem de dış politikada "Ermeni hastalığının" tedavisi için uğraşmıştır.
Ermenistan'da hükümetin desteğiyle Milli Bilimler Akademisi ve Dünya Ermenileri Organizasyonu "soykırımın" uluslararası alanda tanıtılması için "Kanıtlar Paketi" hazırlama çalışmalarına başlamıştır. Bu amaçla Dünya Ermenileri Organizasyonu, Ermenistan Milli Bilimler Akademisi salonunda 6-7 Mayıs 2004 tarihlerinde "Ermenistan-Türkiye İlişkilerinin Normalleşmesinde Soykırım Faktörü" adlı bir konferans düzenlemiştir. (Bkz: Ermenistan Sözde Soykırım Konusunda 'Kanıtlar Paketi' Hazırlamak Çabasındadır Günlük Yorum, 07.05. 2004)

Bugün, Ermenistan'da faaliyet gösteren hiçbir siyasi parti, sivil toplum kuruluşu ve akademisyen "soykırımı" inkar edebilecek cesarete sahip değildir. Aksi taktirde Ermenistan sınırları içerisinde faaliyet göstermesi kesinlikle olanaksızdır. Ermenistan Milli Demokratik Birliği lideri Vazgen Manukyan, 19 Mayıs 2004 tarihinde İA REGNUM Haber Ajansına verdiği demeçte Ermenistan-Türkiye ilişkilerini değerlendirmiştir. Manukyan, Türkiye'yi "soykırımla" suçlamış, sınır kapılarının açılmasını talep etmiş, aynı zamanda sözde Ermeni soykırımının uluslararası alanda tanıtılması için Ermenistan'ın propaganda çalışmalarına devam etmenin önemini vurgulamıştır. Ünlü Ermeni tarihçisi Andranik Migranyan da Manukyan ile aynı görüşleri paylaşmaktadır. Migranyan, 8 Mayıs 2004 tarihinde düzenlediği basın toplantısında Ermenistan Devlet Başkanı Koçaryan'ın, "Bizim için soykırımın kabul edilmesi önemlidir. Toprak ve tazminat talebi ise Ermenistan devletinin değil, diasporanın talebidir" şeklinde yaptığı açıklamayı doğru bulmadığını bildirmiş, "iki ülke arasında diplomatik ilişkiler kurulduktan, sınır kapısı açıldıktan ve ekonomik ilişkiler geliştikten sonra bile Ermenistan hükümetinin soykırım propagandası ve Türkiye'den soykırımı tanıma talebinden bir saniye bile olsun vazgeçmemesi gerektiğini" özellikle vurgulamıştır.

Ermeniler sözde soykırım propagandasını her geçen gün biraz daha genişletmeye çalışırken, maalesef Türkiye'deki bazı siyasi ve ekonomik çevreler, sınır kapılarının açılması gerektiğini savunmakta ve bu durumun iki ülke arasındaki ilişkilerin düzelmesi için bir vesile olacağını vurgulamaktadır. Bu çevreler konuyla ilgili görüşlerini açıklarken, Ermenistan'ın Türkiye karşıtı politikasını göz ardı etmekte, Ermenistan'ın Türkiye'nin toprak bütünlüğünü tanımadığını, "soykırımın" Türkiye tarafından kabul edilmesi isteğini, toprak ve tazminat taleplerini unutmaktadırlar.


Referans: 
www.HABERANALIZ.com


Ermenistan Sözde Soykırım Konusunda 'Kanıtlar Paketi' Hazırlamak Çabasındadır

Ermenistan Sözde Soykırım Konusunda 'Kanıtlar Paketi' Hazırlamak Çabasındadır 


Hatem CABBARLI

Sözde Ermeni soykırımını meselesini Ermeni halkının milli birlik ve beraberliğinin, dayanışma, işbirliği ve Ermenistan dış politikasının köşe taşı olarak gören hükümet, iddialarının uluslararası kamu oyu tarafından kabul edilmesi için verdiği destekle Ermenistan Milli Bilimler Akademisi ve Dünya Ermenileri Organizasyonu 'Kanıtlar Paketi' hazırlama çalışmalarına başlamıştır.


Bu amaçla Dünya Ermenileri Organizasyonu, Ermenistan Milli Bilimler Akademisi salonunda 6-7 Mayıs 2004 tarihinde 'Ermenistan-Türkiye İlişkilerinin Normalleşmesinde Soykırım Faktörü' adlı konferans düzenlemiştir. Dünya Ermenileri Organizasyonu Başkanı Ara Abramyan düzenlediği basın toplantısında konferansa Ermenistan, Almanya, Yunanistan, Fransa, İtalya, ABD, Rusya, Avusturya, Kanada ve İsviçre'den "soykırım" konusunda uzman olan kişilerin katılacağını açıklamıştır.


Konferansın başlıca amacı Ermenilerin iddiasını uluslararası hukuk kuralları çerçevesinde tanımlamak ve dünya kamu oyuna duyurmaktır. Bu amaçla, konferans sonucunda konunun daha geniş bir şekilde öğrenilmesi için çeşitli ülkelerde bu konuda uzman olan kişilerden oluşan özel bir komisyonun kurulmasına karar verilmiştir. Bu komisyon çalışmaları sonucunda elde edilen belgeler ve hukuki değerlendirmeler Ermenistan'ın sözde soykırımın uluslararası alanda tanıtılması için resmi belge ve kaynak teşkil edecektir. Bu kaynaklara dayanarak yapılan çalışmalar sonucunda uluslararası alanda ciddi baskılarla karşılaşan Türkiye'ye sözde soykırımın kabul ettirilmesi amaçlanmıştır.

Konu ile ilgili görüşlerini açıklayan tarih Profesörü Andranik Migranyan, bu konferansın düzenlenmesinin Ermenistan'a uluslararası alanda destek sağlayacağına inandığını bildirmiştir. Ermeni 'soykırımının' uluslararası alanda tanınmasının, Türkiye'nin de 'soykırımı' tanıması yönünde ciddi etkisi olacağını ifade eden Migranyan, Türkiye'den toprak ve tazminat taleb edilmesi gerektiğini de savunmuştur. Ancak bu konuda hem Ermeni diasporası hem de Ermenistan devletinin değişik görüşleri olduğunu ve henüz ortak paydaya gelinmediğini dile getiren Migranyan, Devlet Başkanı Robert Koçaryan'ın sözde soykırım konusunda 'Bizim için soykırımın kabul edilmesi önemlidir. Toprak ve tazminat talebi ise Ermenistan devletinin değil, diasporanın talebidir' şeklinde yaptığı açıklamayı doğru bulmadığını bildirmiştir.


Ermenistan ile diplomatik ilişkilerin kurulması için Türkiye'nin ön koşulları olduğunu ifade eden Migranyan, Ermenistan'ın ise sözde soykırımın Türkiye tarafından kabul edilmesi politikasının doğru olduğunu bildirmiş, iki ülke arasında diplomatik ilişkiler kurulduktan, sınır kapısı açıldıktan ve ekonomik ilişkiler geliştikten sonra bile Ermenistan hükümetinin 'soykırım' propagandası ve Türkiye'den 'soykırımı' tanıma talebinden bir saniye bile olsun vazgeçmemesi gerektiğini özellikle vurgulamıştır.


Ermenistan hükümeti sözde soykırımın uluslararası alanda ve Türkiye tarafından tanınması için çalışmalarına hız verdiği, toprak ve tazminat taleplerine, 1921 Kars Anlaşmasının feshedilmesi için özellikle Rusya ve Avrupa'da yaptığı propagandaya devam ettiği bir dönemde, Türkiye'de bazı siyasi ve akademik çevrelerin iki ülke arasında sınır kapısının açılması yönünde görüş bildirmeleri Türkiye'nin ulusal güvenliğini tehlikeye sokmaktadır. Migranyan'ın yukarıda ifade edilen görüşleri, Ermenistan'ın iki ülke arasında ilişkilerin normalleşmesi döneminde bile sözde soykırım propagandasına devam edeceğini göstermektedir. Bu durumda Türkiye'nin sınır kapısını açması ve diplomatik ilişkiler kurması Ermenistan devleti ve kamu oyu tarafından zafer olarak tanımlanacak ve mücadelelerinin haklı olduğuna inanacaklardır. Ayrıca bugün iç politikada yaşanan sorunlar nedeni ile ciddi zorluklarla karşılaşan Koçaryan rejimi, Türkiye'ye karşı baskılarının sonuç verdiğini ileri sürerek konumunu güçlendirmeye çalışacaktır. Her hangi bir nedenle olursa olsun (Sınır kapısının kapalı olması veya Ermenistan ekonomisinde yaşanan yolsuzluklar) Ermenistan hükümetinin ekonomik ve sosyal sorunları halledememesi, Türkiye'ye karşı düşman tavır takınan Koçaryan rejiminin zayıflamasına ve hatta iktidardan gitmesine neden olabilir ki, bu tür bir gelişme Türkiye'nin yararına olacaktır.

Referans: 
www.HABERANALIZ.com

.