3 Mayıs 2015 Pazar

1918- Kışı Ruslar Çekilirken Ermeniler Ne Yapıyordu ?





1918- Kışı Ruslar Çekilirken Ermeniler Ne Yapıyordu.?


1918- Kışı Ruslar Çekilirken Ermeniler Ne Yapıyordu









Doğu Anadolu’da yaşayan Türklere karşı uygulanan  sistematik soykırımın planlayıcı ve icracıları dokümanlara kaydedilmiştir ve bellidir. Antranik, Tero, Heço, Muradyan, Torkom, Arşak, Sebuh, Dro (Dasdomat Kanayan) Mardiros, Canbulat ve Armen Garo. Bu son kişi Erzurumlu zengin bir ailenin çocuğu idi. Onun Osmanlı Parlamentosu’nun eski bir üyesi olduğunu ve savaşın başında topladığı gönüllülerle Ruslara katılarak kendi öz vatanına ihanet ettiğini biliyoruz. Dr. Zaveryef de 3 Mart 1918’den sona Erzurum’da söz konusu edilen soykırımların yapılmasının organizatörü, Muradyan Şarki Karahisar’dan başlamak üzere hemen bütün soykırımlarda aktif rol almış bir militandır. Erzincan ve Erzurum bölgelerindeki soykırım emrini o vermiştir ve çeteleri köylere sırf bu amaçla göndermiştir. Antranik binlerce Türk’ün ölümünden birinci derecede sorumlu (tam bir “kasap”) tır. (Maalesef duruma ve yaptıklarına pek vakıf olmayan veya vakıf olup da bundan gizli bir zevk duyan) Ermeni Diasporası ve batılılar onu bir “milli kahraman” olarak kabul edeceklerdir.(1) 
Harp Tarihi kayıtlarına geçmiş Erzurum ve Deveboynu Müstahkem Mevki Kumandan Vekili, Harp Esiri Twerdo Khlebof’un Antranik’le ilgili anıları şöyledir:
“17 Şubat’ta Antranik Erzurum’a geldi. Bununla beraber, istila bölgesi komiseri muavini Doktor Zaveryef de beraberdi. Ermeni meseleleriyle hiç meşgul olmadığımız için, Antranik’in Osmanlı Hükümeti’nce idama mahkûm edilmiş bir cani addedildiğinden haberdar değildik. Bunların hepsini, 7 Mart’ta Osmanlı Ordusu kumandanıyla konuştuğum zaman öğrendim. Antranik Rus Tümgenerali üniformasıyla geldi. Dördüncü rütbeden Sen Viladimir ve ikinci rütbeden Sen Jorj Salibi (haçı) nişanlarını da taşıyordu... Maiyetinde kendi kurmay başkanı olan bir Rus kurmay albayı Zinkeviç de vardı... Antranik gelince Albay Morel yerine Merkez Komutanlığı’nı üzerine aldı. Antranik’in geldiği gün sorumluluk bölgesinin içinde bulunan Tepeköy’ünde bütün ahalinin kadın, erkek, çoluk çocuk tümüyle Ermeniler tarafından katledildiğini o mıntıkada bir subayın vasıtasıyla öğrendim. İlk karşılaşmamızda bunu ona söyledim.” (2)
Suçluların Divan-ı Harbe verilmesi gerekiyordu. “Divan-ı Harb üyeleri” Ermenilerden korktuklarından hiçbir Ermeni’yi mahkûm edemedi. “Hiç bir zaman bir Ermeni’nin diğer bir Ermeni’yi cezalandıramayacağını “ Türkler ısrarla söylerlerdi. Rus atasözünde “karga, karganın gözünü oymaz” derler ki doğru olduğunu gözlerimizle gördük. (Türk ordusu yaklaşınca) eli silah tutabilen Ermeniler, firar etmekte olan ailelerinin muhafazası bahanesiyle hep beraber firar ettiler.” (3)
Kazım Karabekir Paşanın Erzurum’u kurtarmak için 5000 kişilik kuvvetiyle saldırıyı başlattığı 11 Mart (1918)’de Erzurum eteklerine kadar gelindi, ertesi sabah başlayan saldırılarla Erzurum Ermenilerden kurtarıldı ancak sadece o gece (11/12 Mart gecesi) Ermenilerin 3000’den fazla Müslüman kestikleri Rus subaylarından öğrenildi.(4)
Ermeni tarafında olaylar ilginç bir gelişme gösteriyordu, Ermenilerin zulüm ve katliamları olanca şiddeti ile devam ediyordu. Buna karşılık ilerleyen Türk Ordusu’na karşı bin bir zorlukla cepheye gönderilen Ermeniler kaçıyor ve cepheye gidecek bir Ermeni çıkmıyor, Antranik’in gayretleri hiç bir sonuç vermiyordu. Sonunda iyice kızan Antranik:
“Ermeni reisleri Erzurum’u savunmak için on-onbeşbin adam gönderdiler. Kendileri de arkada saklandılar, bu suretle hem Ermenistan’ı ve hem de Ermeni milletini mahvettiler. Eldeki birkaç bin Ermeni’den hiç biri cepheye gitmek istemiyor. Allah reislerinin hepsinin belasını versin.” diye bağırmıştı. (5)
Erzurum’da Rus ikinci Topçu alayı Binbaşısı Khlebof “Ne şehirde ve ne de siperlerde yaralı, ya da ölü bir tek Ermeni görülmedi. Bu hal kendilerinin askerlik ve savunma kuvvetini gösteriyor” demiştir. (6)

Türk ordusu 23 Mart’ta eski sınıra dayandı, daha sonra da Brest-Litovsk Antlaşması esaslarını uygulamak için 5 Nisan’da Sarıkamış, 25 Nisan’da Kars’ı aldı. 29 Nisan’da Arpaçay’dan geçen 1877–1878 savaşı öncesi hududa vardı ve Türk toprakları Ermeni çetelerinden temizlenmiş oldu.(7)  Ancak 30 Ekim 1918 ‘Mondros Mütarekesi’nin imzalanması üzerine ordu yeniden 1.Cihan Savaşı öncesi hudutlara çekildi. Böylece önce Ermenilerden kurtarılan bölge yeniden ve bu sefer Ruslar yerine İngilizlerin baskısıyla Ermenilerin eline geçirildi.  Bölgesel kıyımlar bu sefer İngilizlerin himayesinde yeniden başlatıldı.

REFERANSLAR:

(1) Armenians in The Late Otoman Period, s.149-150 (Enver Konukçu, Massacres of the Turks and Mass Graves; Book Edited by Türkkaya Ataöv, The Council of Culture, Arts and Publication, Ankara-2001)
(2) Kazım Karabekir:1917-1920 Arasında Erzincandan Erivana  Ermeni Mezalimi, s.263-264 (Emre Yayınları, İstanbul-2000)
(3) Aynı Eser, s.261–263.
(4) İsmet Parmaksızoğlu: Ermeni Komitelerinin İhtilal Hareketleri ve Besledikleri Emeller s.162 (Ankara–1981)
(5) Khlebof: Erzurum 2. Topçu Alayı Savaş Broşürü, 12 Mart 1918 (E. Uras, a.g.e, s.641).
(8) Aynı Eser, s.641.
(7) Ahmet Refik Altınay, Kafkas Yollarında, s.8–9 (Kültür Bakanlığı, Ankara–1981

Dr. M. Galip Baysan

http://haberguncel.blogspot.com.tr/2014/12/1918-kisi-ruslar-cekilirken-ermeniler-ne-yapiyordu.html

..
..

Ermeni Diyasporasının Türk Ajanları




Ermeni Diyasporasının Türk Ajanları 

M. Galip Baysan
18/07/2012 


Ermeni meselesinin içyüzünü geçmiş yazılarımda mümkün olduğu kadar değişik yönleri ile anlatmaya çalıştım ve ömrüm yettikçe bunu yapmaya devam edeceğimden kimsenin şüphesi olmasın. Bu yazılarda amacımın kimin haklı kimin haksız olduğunu açıklamaktan çok, incelediğim ve yaşarken gördüğüm kadarı ile, kendi Müslim ve Gayrimüslim tebaasına yüz yıllarca diğer fatih devletlerden daha fazla şans tanımış olan bir ulusun düzmece iddialarla kötülenmesine karşı çıkmak ve bunun için okuyan yazan Türk Gençliğini bilinçlendirmeye çalışmak olduğunu özellikle belirtmek isterim.

Başta Diyaspora elemanları olmak üzere Ermeniler geçmişte yazdığımız Malta Sürgünleri, Belge sahtekârlığı, soykırım iddialarının mimarları gibi yazılarımızda detaylı olarak açıklamaya çalıştığımız gibi Hıristiyan Batı Dünyasının desteğini kazanmak ve kazanılan desteği kaybetmemek için daima yeni, daima değişik alanlara el atmakta ve bu alanlarda çok büyük başarılar elde etmektedirler. Bundan güdülen amaç; Türklerin Ermenilere bilinçli bir soykırım uyguladığı konusunu ispat için gerekli belge ve kanıt boşluğunu propaganda yolu ile başarılı bir şekilde doldurmaktır. Mesela basın yayın organlarına sızmalar ve yönlendirmeler, Üniversitelerde ve kütüphanelerinde etkin rol alacak elemanların yetişmesini sağlamak bu yöndeki çalışmaların bazılarıdır.

Ermeniler Bilgisayar kitaplıklarında sadece kendi görüşlerinin yayınlanmasını sağlarken karşıt görüşlerin yayınlanmasına engel olmakta oldukça başarılılar. Ülkede ( Mesela ülkemizde) Tarih Dergilerini finans desteği ve diğer fırsatlardan istifade ile kontrol ederek yapılan yayınlarla kafa karışıklığı yaratarak oluşacak boşluktan istifade ile kendi görüşlerini kamuya duyurmak bir başka verimli çalışmalarıdır.

Ermenilerin son yıllarda PKK ve Parlamentolar dışında el attığı bir başka kaynak eski radikal solculardı. Türkiye sol’u için kanayan bir yara kabul edeceğimiz bazı isimler Ermeniler tarafından birer piyon olarak kullanılmış ve Ermeni sempatizanları da bu isimleri “yeni bazı Türk tarihçileri de artık Soykırım’ı kabul ediyor” mesajları vermişlerdir. Bu sahada son yıllarda üzerinde en çok konuşulan isimlerden biri şüphesiz Tamer Akçam’dır. Basın yayın organlarımızın kasıla kasıla Tarihçi Türk Profesör Doktor Tamer Akçam diye iftiharla sunduğu, bazı özel üniversitelerimiz ve yayın organlarımızın davetiyle onurlandırdığı bu şahsı daha doğrusu ayni misyonla görevlendirilmiş medya ve bilim adamlarını tanımanızı istedim. 1990’lı yıllarda yaptığım araştırmalar sırasında bu şahısla ilgili elde ettiğim bazı bilgileri sizlere sunmak bir mecburiyet halini aldı.

Tamer Akçam; 23.10.1953’de Ardahan’da doğdu. 
ODTÜ İdari İlimler Fakültesi’ni bitirdi. 
Dönemin gençlik hareketleri içinde yer aldı. Babası Türkiye Öğretmenler Sendikası Başkanlarından Dursun Akçam’dır. (1) 
Tamer Akçam 1975 yılında yayına başlayan Devrimci Gençlik Dergisi’nin sorumlu yazı işleri müdürlüğünü yaptı. Dergideki yazılar nedeniyle 1976 yılında tutuklanarak 9 yıla yakın ceza aldı. 
Ertesi yıl cezaevinden firar ederek F.Almanya’ya siyasi mülteci olarak gitti. 
1988 yılında Hamburg Sosyal Araştırmalar Enstitüsünde çalışmaya başladı. 1995’te Hannover Üniversitesi Sosyoloji bölümünde “İttihat ve Terakki Yargılamaları ve Ermeni Kırımı” konulu bir doktora çalışmasını tamamladı. Daha sonra aynı üniversitede yaptığı çalışmalarla profesör oldu. 

Cezalandırılmasına neden olan maddelerin TCK.’dan çıkarılmasından sonra sık sık Türkiye’ye gelme imkanı bulmuştur, eserleri şunlardır. (2)

-İşkenceyi Durdurun, İnsan Hakları ve Marksizm (Ayrıntı Yay-1991)
-Siyasi Kültürümüzde Zulüm ve İşkence (İletişim Yay-1992)
-Türk Ulusal Kimliği ve Ermeni Sorunu (İletişim Yay-1992, su Yay. 2001)
-İslâm’da Hoşgörü ve Sınırı (Başak Yay- 1995)
-Türkiye’yi Yeniden Düşünmek (Birikim Yay- 1996)
-İnsan Hakları ve Ermeni Sorunu (İmge Kitabevi Yay- 1999, 2002)
-Ermeni Tabusu Aralanırken (Su Yay. –2000)

Almanya’ya yasa dışı yollardan giriş yaptığı için önce tutuklanan Akçam üç ay süreyle Alman dış istihbarat servisinin konuğu oldu. “Türkiye ve azınlık hakları” uzmanı servis elemanlarıyla yaptığı samimi sohbetler “devrimci Akçam”a kariyer yolunu açtı. Almanya’ya ayak basmasından bir kaç ay geçmeden artık bir siyasi mülteciydi ve Alman uyruğuna geçti. 1977 Aralık ayında, Berlin Hür Üniversitesinde “Türkiye ve Kafkaslarda Azınlık Çatışmaları” konusu uzmanlarından Tessa Hofmann’la tanıştırıldı. 1986 yılında Hamburg “Sosyal İncelemeler Enstitüsü”nden “araştırma bursu” almaya başladı. Verilen burs karşılığında Akçam’dan “Türk Tarihinde Şiddet”, “Türk Kültüründe İşkence” ve “Ermeni Soykırımı” üstüne araştırmalar yapması istendi. “Araştırma” konuları Tessa Hofmann ve Hamburg Doğu Enstitüsü’nden bir ekip tarafından belirlendi. “Türk Kültüründe İşkence” tezi ile “akademik yeterliliğini” kanıtlayan Akçam, 1988 yılında Hamburg “Sosyal İncelemeler Enstitüsü”nün maaşlı elemanı oldu. (3)

Akçam “Ermenistan sorunu, İstanbul duruşmaları ve Türk milli hareketi” başlıklı “incelemesiyle” enstitüden doktora ünvanı aldı. 2001 yılında “Hamburg Bilim ve Kültürü Teşvik Vakfı”nın sağladığı bursla “Türkiye ve Doğu Sorunu” başlıklı doçentlik tezini hazırlarken iddialı bir şekilde “Türkiye’nin halksız bir devlet olduğunu kanıtlayacağım” diyordu. (4)

Biz asıl onun yanında yetiştiği Tessa Hofmann’ı sizlere tanıtmak istiyoruz. Çünkü Tessa Hofman Tamer Akçam’a araştırmaları ile ışık tuttuğu gibi, ona sponsorluk da yapmıştır. Tessa Hofman bize Rahip Lepsius’u hatırlatacaktır. Ermeni Yazarlar Birliği’nin onur üyesidir ve “Ermeni kıyımının 20. Yüzyılın ilk ve sistemli jenositi” olarak Nazilerin Yahudi soykırımı için örnek oluşturduğunu, daha da ileri giderek gaz odalarının da ilk kez Türkler tarafından kurulduğunu iddia etmektedir. (5)

Hofmann’ a göre İttihatçılar gözlerini kan bürümüş ırkçılar topluluğu (Tamer Akçam’ın İnsan Hakları ve Ermeni Sorunu adlı kitabında İttihat ve Terakki ve Türkçülük dikkati çekecek kadar uzun (96-209 sayfalar arası) ve paralel görüşleri paylaşacak şekilde işlenmektedir.); (6) Mustafa Kemal, iki milyonu aşkın Ermeni ve Rumun katili (7) Ermeni isyancılara gelince, onlar da, umutsuzluğun verdiği cesaretle savaşan aile reisleridir. Hofmann‘a göre Van, Erzurum, Bitlis, Trabzon, Karabağ, Nahcıvan hepsi Ermenilerin yurdudur. (8) Hofmann’ın kitabının yayınlandığı günlerde Karabağ Ermeniler tarafından işgal edilmiş ve soykırıma uğratılmış bir durumdaydı. (9)

Türkçe konuşan Müslümanları “Tatarlar” olarak tanımladıktan sonra “Tatarlar Kafkasya’da Ermeni azınlığa saldırıp önlerine çıkanı katl ve talan ettiler” derken, Ermenilerin Şuşa’da, Agdam ve Fizuli’deki katliamlarına sıra gelince kılıfını şöyle hazırlıyor: “Savaşların kendi kanlı mantığı vardır. ‘Saldırı en iyi savunmadır’ ilkesi bu cümledendir. Vaktiyle bir Ermeni toprağı olan Şuşa’nın zaptedilmesi stratejik bir zorunluluktu.” (10)

Akçam’ın kitaplarında en önemli başvuru kaynaklarından biri tabii ki Alman rahip Lepsius’tu. Ancak Akçam’ın kitaplarını okumak isterseniz kendinizi bir an “Andonion” veya ”Hovanasyan”ın kitabını okuyor gibi bulabilirsiniz. Tamamen Ermeni yanlısı, Türkleri, yöneticileri sınır tanımadan kötüleyen, iyi duygular yerine tıpkı Ermeniler gibi tamamen “kin ve nefret” ürünü bir çalışma olduğunu görebilirsiniz. Hatta o güne kadar duymadığınız garip iddialar veya yakıştırmalarla da karşılaşmanız mümkündür. Meselâ “İnsan Hakları ve Ermeni Sorunu” adlı kitapta S:228-247 Ermenileri yok etmeğe yönelik bir plânın daha 2 Ağustos 1914’te, yani Almanya ile yapılan anlaşmadan bir gün sonra hazırlandığını ve Kuşçubaşı, Eşref’in Teşkilat-ı Muhsusa’sı ile uygulamaya koyduklarını (11) belirtirken Anadolu ve Rus Ermenilerinin kurdukları “infaz birliklerini” hiç görmek istemiyor. Sahife 248 ve sonrasında Amele Taburlarına alınan Ermenilerin imha edildiğini iddia ediyor. Sahife 286 sanki Talât Paşa’nın Soykırım olayının mimarı olduğunu iddia ederken soykırımla ilgili telgraf emirleri varmış izlenimi, vermeye çalışıyor. S.316’da önemli belgelerin imha edildiğini iddia ediyor. Tamer Akçam Ermeni yalan ve iftiraların taşaronculuğunu yapan bir yazar olarak kabul edilebilir. Genel anlayış itibariyle “zorunlu göç” olayının bir pasif savunma tedbiri “Tahliye” olduğunu bilmemekte ve göç edenleri de kırım’a uğramış göstermeyi tercih etmektedir. Sayfa 544’te de Atatürk’ün Ermeni soykırımını kabul ettiğini ima eden, ifadeler de kullanırken Referansları arasında “Bristol Dosyası”na yer yoktur.

“M.Kemal, özellikle 1915-17 Kırım’ı nedeniyle… özellikle Batılı ülke temsilcileri ile görüşürken, Kırım konusunda son derece hassas ve eleştirel bir tutum takınır. Örneğin, General Harbord ile görüşürken 800.000 Ermeninin öldürülmüş olduğunu kabul eder…” (12)

Tamer Akçam’ın ve yetiştirilme tarzının, üslûbu ve savunduğu görüşler konusunda bu kadar uzun boylu durmamızın bir tek nedeni vardır. Bu, Türk –Ermeni mücadelesinde gelecekte tekrar ve sıkça başvurulacak yeni bir saldırı şeklidir ve kaleyi içten yaralama veya fethetme amacıyla “Truva atı” misali kullanılacaktır. Yazarın İsmi Türk’tür ama izlediğimiz gibi ruhunun Türk olarak kaldığını söylemek acaba bu şartlarda mümkün müdür?

Biz Akçam’ın ve arkadaşlarının Türklerle ilgili İddialarına Mustafa Kemal’in, 1 Mart 1921 günü Mecliste yaptığı konuşmadan kısa bir bölümle cevap vermekle yetinmek istiyoruz.

“Efendiler:
Hatırlatmak isterim ki kararlılık ve inancımızı sarsmak için, içte meydana gelen üzücü olaylar henüz sürerken, düşmanlarımız da dıştan baskı ve acımasız kışkırtmalara bir an bile ara vermiyorlardı. Batıda Yunanlılar ve güneyde Fransızlarla onların silahlandırdığı ve bize karşı kışkırttığı Ermeniler ve doğuda Ermenistan Ermenileri memleketimizin ele geçirdikleri yörelerinde ve işgal edilen sınır ve cepheler çevresinde, Müslüman halka çeşitli zulümler uyguluyor ve katliam yapıyorlardı…” (13)

“…Geçen yılın bize getirdikleri en büyük yıkım ve uğursuzluk Sevres Antlaşması idi. Efendiler, Düşmanların bütün bir yıllık çabalarına karşılık sonuçta, bugün Sevres Antlaşması hükümleri fiilen ve hükmen yoktur (sürekli ve şiddetli alkışlar)
…Efendiler, bu sonuca, 1918 ateşkes antlaşmalarını yenik olarak imzalamış olanlar arasında uyguladığı politikanın ileri görüşlülüğü ve silahlarının kuvveti sayesinde, ancak Türkiye ulaşabilmiştir.
…Düşmanlarımız, işgal ettikleri ülkemizde her çeşit savunma araçlarından arındırılmış olan vatandaşlarımıza karşı bugüne kadar aralıksız yıkma, yağma, öldürme, sürgüne gönderme gibi zulüm ve haksızlıklarını sürdürmeye devam ettikleri halde, Büyük Millet Meclisi Hükümetimizin bölgesi içinde kalan bütün Müslüman olmayan unsurlar, kanunlarımızın ve silahlarımızın koruması altında, korkusuzca, güven içinde yaşamaktadır.” (14)

Fransa, Amerika, batı dünyası, Almanlar ve Ermeni propagandası ne söylerse söylesin, Türk gençleri bu tarihi gerçekleri ve içine sokulduğu esaret çemberinin nasıl kırılabildiğini hiç bir zaman unutmamalıdır, unutmayacaktır.

DİPNOTLAR:

(1) Hüdavendigar Onur, Millet-i Sadıka’dan Hayk’ın Çocuklarına Ermeniler, S. 206 (Kitabevi, İstanbul – 1999)
(2) Taner Akçam: İnsan Hakları ve Ermeni Sorunu, İttihat ve Terakki’den Kurtuluş Savaşı’na, S.1 (İmge Kitabevi, 2. Baskı, İstanbul –2002)
(3) Tarihten Güncelliğe. Ermeni Sorunu, Tahliller, Belgeler, Kararları, S:184 (İstanbul – 2001)
(4) Aynı Eser, S:185
(5) Tessa Hofmann, Amenier and Armenien, Heumont und Exil, Rowohlt Hamburg, S.28 (Hamburg–1994)
(6) Aynı Eser, S.22; Tamer Akçam a.g.e., S:96-209
(7) T. Hofmann a.g.e., S.28
(8) Aynı Eser, S:30
(9) Tarihten Güncelliğe Ermeni Sorunu, S.186
(10) Tessa Hofman, a.g.e., S.152, 169
(11) T. Akçam, a.g.e., S.228-229
(12) Aynı Eser, S.544
(13) Atatürk’ün TBMM’yi Açış Konuşmaları, S.53-61: ASD C.1, S:175-183: İsmet Görgülü, Atatürk’ten Ermeni Sorunu, Belgelerle, S.252 (Bilgi Yayınevi, Ankara –2002)
(14) Aynı Eser, S. 252- 254

DR. M. GALİP BAYSAN


1 Mayıs 2015 Cuma

ASALA NASIL ORTAYA ÇIKTI?




ASALA NASIL ORTAYA ÇIKTI?




Mustafa Kemal'in 1922 Eylül'ündeki zaferle bir anda İzmir, Çanakkale ve İstanbul'a varmasına karşılık, Selanik'e kadar ilerlemesi itmelerine direnerek, dünyaca onaylanacak bir barışla durumu çözme kararlılığıyla ordularını frenlemesi, Osmanlı'dan doğan sorunları tamamen sona erdirme arzusunun ürünüydü.

Türkiye Cumhuriyeti'nin bir daha bu sorunlarla uğraşması istenmiyordu. 'Yurtta sulh, cihanda sulh' ilkesi ve kesin olarak 'Misakı Milli' sınırlarının dışına taşmama kararlılığı nedeniyle, Ankara Hükümeti, Ermeni sorunlarına eğilmeyi düşünmemiştir.

Bu nedenle II. Dünya Savaşı sonrasında konu yeniden gündeme getirildiğinde, hemen herkes 'Ankara'nın hazırlıksız yakalandığını' söylemiştir.

Gerçekten çoğu kez, tarihe gömülmüş konuları tartışırken Türk temsilcilerinin, 'Böyle bir sorun mu vardı?' şeklindeki tepkileri ve 'Türkiye Cumhuriyeti'ni ilgilendirmez' yanıtları, karşı tarafın istediği gibi at koşturmasına zemin hazırlamıştır.

SAVAŞ SONRASI

II. Dünya Savaşı ertesinde sömürgeciliğin tasfiyesi ve bütün ulusların bağımsızlığını kazanması rüzgarları esmeğe başladığında, bundan Ermeniler de etkilendiler.

1965'te Erivan sokaklarında, 'Topraklarımız, topraklarımız' feryatları arasında yapılan gösterilere ve soykırım anıtı dikilmesine, Sovyet rejimi de karşı çıkmadı. Bolşeviklerin suçlu ilan edilmemesi ve sadece Türklerin 'günahkar' gösterilmesi koşuluyla, Batı'da başlayan akımın NATO'nun ortağı Türkiye'yi hedef alması işlerine geliyordu. 'Düşman cephesini' parçalamış oluyorlardı.

İKİ KUTUPLU DÜNYADA ERMENİ SORUNU

ASALA terörizmine varacak bu başlangıç dönemi konusunda, 1970 yılında Beyrut'ta Basın Ateşesi iken tanığı olduğum olaylar konusunda o zaman yazdığım bir yazıyı, geçerliliğini hâlâ kaybetmediği için, aynen aktarmayı yararlı buluyorum:

"Lübnan'da yayımlanan bir Ermeni dergisinin kapağındaki 'Ünlü Ermeniler' kompozisyonu dikkatimi çekti. Mikoyan ile Gülbenkyan'ı en öne ve yan yana koymuşlardı. Birincisi en eski Bolşeviklerdendi ve Sovyetler Birliği'nin cumhurbaşkanlığını bile yapmıştı. İkincisi ise İngilizlerle işbirliği içinde petrol oyunlarına dalmış ve dünyanın en zenginlerinden biri olmuştu.

Dünyanın iki cepheye bölündüğü bu aşamada, Ermenilere, her ikisiyle de övünmekten başka çıkar yol kalmamıştı. Çünkü anavatanlarındaki göstermelik cumhuriyet, tamamen Moskova'nın güdümündeydi, diyasporadakiler ise Fransız, İngiliz, Amerikan vatandaşı olmuşlardı. Bağımsızlık iddiasıyla ayaklandırılmalarının sonucu, asıl kimliklerini kaybetmeleri ve bölük pörçük bütün dünyaya yayılmaları olmuştu. Bir bakıma kendilerini Yahudilere benzetiyorlardı.
    Bu dağınıklığın etkisi, partilerinin ilişkilerinde de fark ediliyor. Taşnak Partisi ABD ile birlikte hareket ediyor; Hınçak'ın arkasında ise Sovyetler var. İkisinin dışında kalanlar herkesle -Türkiye dahil- dost geçinme adına Ramgavar Partisi'ni kurmuşlar. Çok sıkıştılar mı, Ermeni milliyetçiliği adına birleşiyorlar. İdeolojik ayrılıklarını unutuyorlar.

BEYRUT-ERİVAN HATTI

Sovyetler'e casusluk yapan İngiliz ajanı Philby, Beyrut'tan Erivan'a kısmen Türkiye, kısmen İran üzerinden geçen bağlantı yolu üzerinden, sadece haber değil, iki taraf arasında insan ve altın kaçakçılığının varlığını belirtir. Aslında bundan İngiliz ve Amerikalılar kadar, Ruslar da şikayetçi değildi, zira iki taraf da yararlanıyordu. Tıpkı Hong Kong'dan hem kapitalistlerin hem de Komünist Çin'in yararlanması gibi.

1880-1920 arasında destek vermiş görünenlerin kendilerini ne hale sokmuş olduklarından edindikleri deneyimle, Ermeniler şimdi herkesi idare etmeyi yeğliyorlar. Bu onlara güç de kazandırıyor. Zira örneğin Sovyetler, Erivan'dakileri, Marsilya ya da Los Angeles'takilerden koparamayacaklarını bildiklerinden ve belki de bir gün onları da komünist yapmaya yardımcı olacaklarını düşündüklerinden, konu üzerinde fazla tutucu olamıyorlar.

Ancak hem Rusya'nın hem de Batı dünyasının, olaylardaki kendi sorumluluklarını unutturmak için bir 'Tete de Turc'e yani her suçun üzerine atılacağı ve durmadan kafasına kakılacağı bir günah keçisine ihtiyaçları vardı.

Biliyorsunuz 'Tete de Turc' panayırlarda yumrukla kuvvet denemesi yapmak için kullanılan sarıklı bir kafadır; yumruğun şiddetine göre, altındaki ibre gücün derecesini gösterir.

Dolayısıyla, neden bu hale geldiklerini sorgulayan ve geçmişin olaylarını bilmeyen genç Ermeni kuşaklarına, 'Hepsi katil Türklerin suçudur' mesajını vermek Batılıları rahatlatıyordu

ASALA SAHNEDE

İşte 1970'te Lübnan'da durum böyleydi. Ben Beyrut'tan ayrıldığımda ise Arap-Yahudi çatışması öne geçmiş ve daha sonra da Lübnan'da tam bir iç savaşa dönüşecek çatışmalar başlamıştı.

1973'te Türkiye'nin Los Angeles konsolosu ve yardımcısının öldürülmesiyle ASALA terör örgütü ortaya çıktı ve olaylar bambaşka bir ivme kazandı. Batı tarafından uzun süre hoşgörüyle karşılanan bu örgüt, Türk diplomat ve temsilciliklerini hedef alıyordu. Üç düzine cinayet, sayısız yaralama ve sakat bırakma eylemlerine yol açan bu kanlı saldırılar, yıllara göre şöyle bir yoğunluk gösterdi:

 
1975 Viyana
 
1976 Beyrut
 
l977 Vatikan
 
1978 Madrid
 
1979 Haag, Paris
 
1980 Bern, Vatikan, Atina, Paris, Sidney
 
1981 Paris (3 kez), Kopenhag, Cenevre, Iran, Roma, Napoli
 
1982 Los Angeles, Ottawa (2 kez), Boston, Lizbon, Rotterdam, Bulgaristan
 
1983 Belgrat, Brüksel, Lizbon
 
1984 Tahran, Viyana (2 kez)
 
1991 Budapeşte.

Türkiye'nin diplomatik temsilcilikleri gibi, Türk Hava Yolları bürolarına da yöneltilen bu saldırılar, Batılılar tarafından haklıymış gibi sunuldukça, teröristler işi azıttılar; 1982'de Ankara Esenboğa havaalanını basıp bombaladılar ve 10 kişinin ölmesiyle 72 kişinin yaralanmasına neden oldular.

Avrupa'da ASALA hâlâ da önemsenmiyordu; ama 1983'te Paris'in Orly havaalanındaki THY bürosu önünde bomba patlatılıp 5 kişinin öldürülmesine, 63 kişinin de yaralanmasına yol açıldığında, olay ilk kez ciddiye alındı!

Fransa ASALA'ya resmen, 'eylemlerini dışarda yapma' uyarısında bulundu.

ASALA'DAN PKK'YA

ASALA olaylarının Kıbrıs geriliminin doruğa ulaştığı bir aşamada tırmanma gösterdiği dikkatlerden kaçmaz.

Yunanlılar Kıbrıs'tan Türkleri kaçırmak için terörist eylemleri artırırken Ermeni terörü de hızlanır. 1974'teki Kıbrıs çıkartmasının arkasından gelen ambargo, daha sonra 1980'lerden itibaren Sosyalist Blok ile NATO arasındaki yumuşama, Türkiye'nin Batı için önemini azaltmıştır.

Bu ortam hem Yunanistan'a Ege krizini Kıbrıs'a eklemeye hem de ASALA'ya cesaret vermişti. Ancak doğrudan eylemlerin tepki görmeye başlaması, yeni taktiklere yönelmelerine de zemin hazırladı. Bu, Batılı devletlerin de işine geliyordu. Fazla güçlenen ve haklar arayan bir Türkiye hoşlarına gitmiyordu. Başta Dev-Solcular olmak üzere, özellikle Almanya'da, Türk temsilciliklerine saldırılar bu dönemde arttı. 1983'ten itibaren de bu tür eylemlerin PKK terörüne dönüşmesi de rastlantı değildir.

ASALA'nın PKK'ya destek vererek daha da kapsamlı bir sorun yaratmaya yardımcı olduğu biliniyor. Yunanistan ise kamplar kurdurarak, silah vererek ve savaş için eğiterek birinci planda rol oynadı.

KENDİ TARİHLERİNDEN KORKTULAR

Batılıların ASALA terörü gibi PKK terörüne de bir süre göz yumduktan hatta onu besledikten sonra, kendileri de hedef olmaya başlayınca -ya da PKK olayında olduğu gibi artık işe yaramaz hale gelince liderini teslim ederek- geri çekilmelerinin kökeninde, kendi ırkçı ünlerinin gündemde tutulmasını önleme çabaları başrolü oynamaktadır. Soykırımlarını hazırlayan ırkçılık tutkusunun 19. yüzyıl Avrupa düşüncesinin ürünü olduğunu, İngiliz ve Fransızların üstünlük mantığıyla başlayıp Almanlara doğru eriştiğini bilmeyen yok.

İkinci Dünya Savaşı sırasında yalnızca Almanların değil, bütün Avrupalıların Yahudi Soykırımı'na katkıda bulundukları artık kanıtlanmış durumda. Fransızlar 100 bin Yahudi'yi gaz odalarına gönderilmek üzere Nazilere teslim etmişlerdir.

Daha da ilginci, Fransa'nın 1960'larda öldürdüğü bir milyonu aşkın Cezayirli konusunun ele alınmasını istememesidir. Başbakan Jospin, "Bunun yargısını tarihçilere bırakalım" derken, Ermeni konusunun tarihçilere bırakılmasına ise karşı çıkılmaktadır.

Dünya çapındaki Amerikalı tarihçi Bernard Lewis, soykırım iddiasını çürüten bir makale yazdığı için, Fransız mahkemelerince mahkum edilmiştir. Soykırıma gerekçe yapılan belgelerin gerçekliklerini sorguladıkları için, iki bilim adamı, Davison ve Giles Veinstein de tehditlere uğratıp görevlerinden uzaklaştırılmak olasılığıyla karşı karşıya bırakılmışlardır.

KIŞKIRTMALARI ÖRTMEK İÇİN

19. yüzyılda insanlığa ırkçılığı aşılamakla kalmayıp 20. yüzyılda da tarihin en büyük kıyımlarını ve en kanlı toplu savaşlarını yaşatanların, kendi kışkırtmalarını örtmek için başkalarını hedef göstermeleri, savundukları 'Aydınlanma' felsefesine ihanet olmuyor mu?

Bu soruyu ortaya atarken, '1880'lerden beri Türkler Ermenilere hiçbir şey yapmadılar' noktasına varacak değiliz.

Bugün ne Ermenilerin ne de Batılıların hiç sözünü etmedikleri -hatta camilere doldurulup yakılmış- Türk ve Kürt kurbanların sayısı kadar, tehcir (zorunlu göç) sırasında yaşamını yitirmiş Ermeni vardır.

Şimdi Kürtlerin bile dışlanıp sadece Türklerin suçlu ilan edilmesi çabası karşısında, eskiden beri açıkladığım şu görüşümü tekrarlayacağım: Suçlu kürsüsüne Türkler (Kürtlerle birlikte), Ermeniler ve kışkırtıcı Batılılar el ele tutuşup çıkmalı ve sorumluluğu her bir taraf, üçte bir oranında paylaşmalıdır.


____________________________________________________________________
Kaynak : Orhan Koloğlu, Popüler Tarih, Nisan 2001, Sayfa 68-72

http://www.angelfire.com/dc/arastirma/tw033-21.htm

..

BATILILAR ERMENİLER NASIL KULLANILDILAR?



BATILILAR ERMENİLER NASIL KULLANILDILAR?





Ermeni sorununun yaratıcısı Batılı devlet adamları, 11 Temmuz 1931'de Londra'da, Royal Albert Hall'de yapılan bir 'barış' toplantısında: Robert Cecil, Lloyd George, Sir William Robertson, Ramsey McDonald ve Stanley Baldwin.


Doksan Üç Harbi diye bilinen 1877-78 Savaşı'nda, Rusya karşısındaki yenilgi, Osmanlı devletinin parçalanma sürecinde son genel işareti verir.

Osmanlı toplumunu oluşturan dini ve etnik cemaatlerin belli başlıları, kendi ulusal bağımsızlıkları için ciddi karar verme aşamasına gelirler. Ve tabii o arada, o zamana kadar böyle bir eğilim göstermemiş olanlarda da aynı arzu belirir. Müslüman kesimde bile (Arnavutlar, Araplar) bu amaçla örgütlenmelerin başlaması, Avrupalıların geldiği yere, Asya'ya dönmesi için yırtındıkları 'Hasta Adam'ın sonunun geldiğine herkesin inanmasındandır.

Bu milliyetçi akımlar arasına, 19. yüzyılın ikinci çeyreğinden beri 'Milleti Sadıka' denilerek devlet yönetiminde ön planda rol oynayan Ermeniler de katılır.

RUSYA FAKTÖRÜ

Avrupa devletlerinin doğrudan müdahalesine izin vermeyen bir coğrafyada yaşamaları nedeniyle Ermeniler, Rusya ile yakından ilişki kurmak zorunda bulunuyorlardı.

18. yüzyılın sonundan beri Kırım ve Kafkaslar üzerinden güneye inen Çarlığın, kendilerine direnen Çerkesleri nasıl ülkelerinden sürdüklerini ve bunların Osmanlı ülkesinde, Balkanlar, Anadolu ve Suriye gibi uzak bölgelere göç etmek durumunda kaldıklarını, Ermeniler de biliyorlardı. Dolayısıyla bağımsızlığı hedef koysalar da Rus gücüne rağmen bir şey yapamayacaklarının bilincindeydiler.

19. yüzyılın sonunda bölgedeki çekişme, o dönemin en büyük gücü kabul edilen İngiltere ile Rusya arasındaydı. Rusya'nın Hindistan'a inmek istediği ve rakibinin de bunu engellemenin yollarını aradığı biliniyordu. Çarlığın bölgedeki ulusları yanına çekme çabalarını dengelemek için de İngiltere, bunlarla ilişki kurma ve destek verme girişimlerini hiç ihmal etmemişti. Londra hükümeti Çerkesleri vuruşmaya teşvik etmiş; ama fiili bir şey yapmamış, sürülmeleri karşısında da tepki göstermemişti.

1877-78 Savaşı sonrasında, Doğu Anadolu'nun Rus ilgi alanına girmesi, İngiltere'yi rahatsız etmiş ve bölgedeki nüfus çoğununu oluşturan Müslümanlarla (Türk ve Kürtler) anlaşamadığı için, Ermenileri yanına çekme tezgahlarını kurmuştur.

1876 BULGAR YÖNTEMİ

İngiliz devlet adamı Gladstone'un kampanyaları Babıâli karşısında Ermenilerin koruyucusu görünmek amacını güderken, Rusya ile girişilen yarışta, bölgede yandaş sağlamaya da yönelikti, iki taraftan da maddi ve manevi destek gören Ermeniler bunun karşılığını, liderlerinden Çeraz'ın belirlediği '1876 Bulgar yöntemi'ni uygulayarak vermişlerdir.

Bu yöntem, ani baskınla çok sayıda Türk ve Müslüman'ı öldürmek; onların kızıp daha çok Hıristiyan'ı öldürmesi karşısında, Avrupa kamuoyunu, 'işte Türkler soykırım yapıyor' diye ayaklandırmaktan ibaretti.

Bu tür olaylarda öldürülen Türklerin sayısı. Batı basınına pek nadiren yansımış, ama Hıristiyan kurbanların sayısı, daima 10'la, 100'le çarpılarak kamuoyuna sunulmuştur. Nitekim Ermeni kurbanlarının sayısı da böylesine abartılarak, bütün dünyada mevcut Ermenilerin iki misline kadar çıkarılmıştır.

BATININ 1915 TAKTİKLERİ

Batılılar bahsettiğimiz taktiklerini, 1915'te de tekrarladılar. 1910 yılında Taşnak Partisi'nin Brüksel'deki Sosyalist Enternasyonal'e sunduğu raporda, Anadolu'nun her köyünde silah depolan kurduğu ve militanlara silah talimleri yaptırttığı hakkındaki itirafları hep unutulmuş, o güne kadar yaptıkları terörizme ek olarak, Birinci Dünya Savaşı'nda Osmanlı ordusunu arkadan vurma girişimleri de tamamen göz ardı edilmiştir.

Osmanlı topraklarının paylaşımını planlayan 'Sykes-Picot' gizli antlaşmasının mimarı Albay Georges Picot (sağda), Alman generali von Deimling ile birlikte

GİZLİ ANTLAŞMALAR ŞOKU

Tek tek bazı kasabalar dışında, bölge olarak hiçbir yerde nüfus çoğunluğuna sahip olmayan Ermenilerin, terörle diğer Türk ve Kürtleri kaçırarak daha fazla sayıda bulunduklarını ispatlama çabaları da Sevr için verdikleri listelerdeki rakamların da gösterdiği gibi eylemlerin amacını belli etmiştir.

Bütün bu girişimleri kendileri için, bağımsızlıkları için yaptıklarını sanırken Ermenilerin, İngiltere, Fransa, Rusya arasında imzalanan ve I. Dünya Savaşı'ndan sonra Osmanlı topraklarının nasıl paylaşılacağını planlayan Sykes-Picot gizli antlaşmalarından haberleri yoktu.

Ermeniler için bağımsızlık düşünülmüyor, Rus idaresi altına girmeleri öngörülüyordu.

Nitekim Bolşevikler, 1917 sonunda bu anlaşmayı dünyaya açıklayınca, ilk şoku yaşamışlardır.

Osmanlı devletinin 1918 Ekim'inde teslim olmasından sonra da esasen Türk bölgelerinden uzaklaştırılmış olan Ermeniler, Bolşeviklerin egemenliği altına girmekten kurtulamadılar.

Osmanlı devletine karşı eylem için kendilerini teşvik etmiş olan Fransa ve İngiltere'den yardım istediklerinde Ermeniler başlarının çaresine bakmaları nasihatından başka bir şey almadılar!
Sevr sırasında: ABD'li uzmanlar konuşuyor

ABD Başkanı Wilson'un uzmanları, Bolşevik ve Türklere karşı Ermenileri savunmak için, en az 200 bin kişilik bir Amerikan ordusuna ve yıllık 276 milyon Amerikan Doları tutarında bir ödeneğe gerek olduğunu hesaplayıp işe karışmamayı önerirlerken, İngiliz Başbakanı Lloyd George'un tavrı da Ermenilerle açıkça alay etmekle sınırlıydı. Sevr'in Avam Kamarası'ndaki tartışmalarında da Ermeni olayının, genel 'Doğu politikaları' içinde önemli bir yere sahip olmadığını açıklamaktan kaçınmadı İngiliz Başbakanı: "Özellikle rica ediyorum, Erzurum taraflarındaki bazı sıkıntılar nedeniyle, bütün Doğu politikasını değiştirmeyelim."


'SORUMLULUK ABD'YE' ÇABASI


Sorumluluktan kurtulmak için de Amerika'yı ilgilendirmeye çalışmaktan da geri kalmadılar. Ancak bölgedeki petrollerin paylaşılıp, kendisine sadece Bolşeviklerle mücadelenin bırakıldığını fark eden ABD de, gönderdiği heyetlerin raporları doğrultusunda, hemen kaçmayı yeğledi.

Bir süre daha oyuna devam eden, Fransa oldu.

Osmanlı'ya karşı ayaklanmaları durumunda, kendilerine bağımsızlık vaad edilmiş olan Araplar, Suriye ve Lübnan'da, silah zoruyla himaye altına sokulmaya karşı savaşırlarken; Fransız güdümünde oluşturulan Ermeni birlikleri, Urfa-Antep-Adana bölgesinde yine terörizme ve kıyıcılığa yönelmişlerdi.

Kurtuluş Savaşı'nın örgütlenmesinden önce, bu bölgedeki halkın kendiliğinden silaha sarıldığını biliyoruz.

Bölgeyi tamamen ele geçirme yönündeki çabalarını, Sakarya Zaferi'nden sonra Fransa, Ankara ile şartsız anlaşmaya razı oluncaya kadar sürdürdü (Ekim 1921).

Her zamanki gibi, pazarlıklardan yine Ermenilerin haberi yoktu.

Ocak ayında, bir televizyon programında, Türkiye Ermenilerinden Hrant Dink'in söylediği gibi, günün birinde Fransız askerleri atlarının nallarının altına keçe bağlayıp sessizce, yani Ermenileri uyandırmadan çekildiler.

Böylece Ermenilere de, olabildiğince hızlı bir şekilde Suriye'ye kaçmaktan başka seçenek bırakmadılar.

Sevr Antlaşması'na geniş sınırlı bir bağımsız Ermeni devleti maddesini koydurmayı başaran Avrupa'daki Ermeni politikacılarının hayalciliği, Sevr'in gerçekleşebileceğini uman Batılılarınki kadar büyüktü.
İngiltere itiraf ediyor: 'Felaket götürdük...'
İngiliz Koloniyal Ofis'in resmi yayını 'Near East' dergisi, önceleri (18 Temmuz 1919), Milli Liberal Kulüp'teki bir konuşmada, "Geçmişte Osmanlı İmparatorluğu'na yönelen politikamız, orada yaşayan Hıristiyan halklar için felaket getirmiştir," dendiğini aktarmaktan çekinmiyordu. Ama Amerika'daki dalgalanmaları fark edince bundan yararlanmak fırsatını kaçırmadı. 1 Nisan 1920 tarihli sayısında, "Anadolu'da bir kıyım varsa, bunun nedeni, Amerika'nın Yakın ve Ortadoğu barışında hissesine düşeni üstlenmemesindendir," diye yazmıştı. Yine aynı derginin 23 Aralık 1920 tarihli sayısındaki 'İstanbul Mektubu'nda ise şu kayıt vardı: "Ermenistan, Türkiye ile Bolşevikler arasında paylaşıldı. Bu durumda Bay Wilson'un, Ermenistan sınırlarını saptayacağını söylemesi, dertli yaralıya hakaret etmekten başka bir şey değildir."


KURTULUŞ SAVAŞI'NDA DOĞU CEPHESİ


Türk orduları bir yürüyüşle bugünkü sınırlarına vardılar ve 2-3 Aralık 1920 Gümrü Antlaşması'yla, Sevr'in imzasının üzerinden dört ay geçmeden, Ermeni devleti, bütün toprak isteklerinden vazgeçtiğini onayladı. 13 Ekim 1921'de imzalanan Kars Antlaşması'yla da bu kararlar bir kere daha resmileştirilmiş oldu.

Olaylar böyle gelişirken, Ermenilerin başlıca kışkırtıcıları ne diyorlardı?.. Fransa'nın en ciddi gazetesi Le Temps, l Aralık 1920 tarihli başyazısında şunları söylüyordu: "Sevr Antlaşması'm hazırlayanlar neye benziyor, biliyor musunuz? Tavşanını unutmuş olan ve şapkasından hiçbir şey çıkaramayan bir sihirbaza."

New York Times (21 Kasım 1920), hayalcilikleriyle alay ediyordu: "Başkan Wilson en sonunda müttefiklerin istekleri üzerine saptamış olduğu Ermenistan sınırlarını ilana hazır. Ama bu arada, Ermenistan var olmaktan çıktı."


LORD CURZON'UN ERMENİ YORUMU


Hiç de 'Türksever' olmadığı bilinen İngiltere Dışişleri Bakanı Lord Curzon, Ermeni Soykırımı'nı gündeme getiren Vikont Bryce'a, 11 Mart 1920 günü, Lordlar Kamarası'nda verdiği yanıtta gayet netti:

"Dünyanın bu bölgesinde Ermeniler -hatta son haftalarda da bazı kimselerin sandığı gibi masum kuzucuklar olarak davranmamışlardır. Şu anda elimde, onlar tarafından son derece vahşi ve kana susamış tarzda işlenmiş saldırılara ilişkin bir sürü rapor var. Unutalım bunu. Kuzey Ermenistan'daki Ermenilerin ne kıyım, hatta ne de saldırı tehlikesinde olduklarına inanmıyorum. "


BAŞBAKAN LLOYD GEORGE'UN SÖZLERİ


    Daha da 'Türksevmez' olan Başbakan Lloyd George ise Sevr'in imzasından önce, 1920 Mart'ının sonundaki bir konuşmasında, onların artık yardım edilebilecek niteliği kaybettiklerini ve kendi başlarının çaresine bakmaları gerektiğini şöyle anlatıyordu:
    "Ermenistan Cumhuriyeti'nin geleceği, doğrudan doğruya Ermenilerin kendilerinin özgürlüklerini savunmaya hazır olup olmamalarına bağlıdır. Eğer isteseler, 40 bin kişilik bir ordu toplayabilirler ve Büyük Britanya veya müttefiklerinden biri, onlara teçhizat yönünden yardımcı olabilir. Durmadan diğer ülkelerin sırtına yük olacak ve yalvarılar, çağrılar gönderecek yerde, bırakalım kendi kendilerini savunsunlar."


MİSYONERLERİN ÇALIŞMALARI


Lloyd George, Ermeni olayını en çok Amerikalıların misyonerler aracılığıyla kışkırttığını, ama şimdi himayeye almaktan kaçındığını vurgulayıp, sorumluluktan ülkesini sıyırmaya da özen gösteriyordu.

Yöneticilerinin ihtiyatlılığına karşılık, Amerikan kamuoyundaki sorumsuz çıkışlardan yararlanmaktan da geri kalmadı.

Başkan Wilson'un girişimlerini yetersiz bulan Cumhuriyetçi Parti, 1920 Haziran'ı ortasındaki konvansiyonunda, parti programına bir prensip kararı koymuştu: "Ermeni halkı ile kalbimizin içinden sempatileşiyoruz ve gücümüzün yettiği bütün olanaklarla kendilerine yardıma hazırız."

Ancak bu sözlerin hemen arkasında, küçücük bir ek vardı: "Ama himayemize almaya, manda yönetimi kurmaya karşıyız." (26 Haziran l920 tarihli Le Temps)

AMERİKAN KOMİSYONU
İngiliz resmi çevrelerinin, Sevr'i isteyen ve imzalayan sanki kendileri değilmiş gibi davranışlarına Amerikan tepkisi, Ortadoğu'yu gezen Amerikan Soruşturma Komisyonu ve Amerikan-Asya Birliği aracılığıyla geldi, hem de 'emperyalizm' sözcüğünü esirgemeden:

"Amerika'nın kaçındığı, geri kalmış halklara karşı sorumluluk değildir. Tedavi edilemez emperyalizmin akıl almaz karmakarışık oyunlarına gelmekten kaçınıyoruz. Ermenilerin yardım çağrıları, Büyük Britanya'nın emelleri için (Ortadoğu'nun doğal sınırları Kafkas Dağları'nı elde tutmak için) düzenlettirilmiştir. İngilizler hiçbir çıkarları olmasaydı, oralarda bulunmazlardı."

Amerikalıları rahatsız eden, bir yandan Bolşeviklerle savaş iddialarını ileri süren İngiltere'nin, diğer yandan Lenin'in temsilcisi Krassin ile mali konularda bir anlaşmaya varması olmuştu.

New York Times, 11 Mayıs 1920'de anımsatıyordu: "Ocak ayında İngilizler Kafkasya'ya ordu göndereceklerdi. Sonra Lloyd George birden vazgeçti. Bolşeviklerle ticaret yaparak anlaşmayı tercih etti. Denikin'e vermek istemediğini, şimdi Troçki'ye veriyor. Ermeniler için, elde edebilecekleri kadarını sağlamağa çalışmaktan başka yapacak şey kalmadı. Ve bu arada, büyük devletler bol suyla abdest alacak, temizlenecek ve birbirlerini ellerinin temiz olduğuna ikna edeceklerdir."

Aynı yayın organı, 13 Kasım 1920'de de ekliyordu: "Ermenistan'a dost görünen büyük Hıristiyan devletlerinden hiçbiri, herhangi bir şey yapmakla ilgili görünmüyor; umursamıyorlar bile."

1920-22 yıllarının Amerikan gazeteleri üzerinde yaptığım taramalarda, Ermeniler tarafından gönderilmiş okuyucu mektuplarında, ırkdaşlarını ileri itip sonra terk eden Batılılardan 'eli kanlı umursamazlar' diye bahsedildiğine çok rastlamışımdır...

______________________________________________________________________
Kaynak : Doğan Koloğlu, Popüler Tarih, Mart 2001, Sayfa 34-39


..

ERMENİ TERÖR ÖRGÜTLERİ





ERMENİ TERÖR ÖRGÜTLERİ



Ramil Alekberov,

 HINÇAK

1884’de Nazarbek tarafından kurulan “Hınçak Komitesi” tarihte görülen ilk ermeni terör örgütü sayılabilir. Bu örgüt “Troyak” (Bayrak) ve “Taşnaksiyun” (Birlik) diye 2 bölümden oluşur. Yayın organı “Hınçak” gazetesidir. Ayrılıkçı sosyal demokrat Ermeni örgütü olan “Hınçak komitesi” 1993’ün Mayıs ayında Beyrut’ta toplandı. Bu toplantıda aldığı kararlar arasında PKK ile işbirliği ve bu işbirliği sonucunda Nahçıvan’a saldırılar düzenlenmesi de vardı.

 TAŞNAK

“Taşnak” komitesi ise 1890’da Tiflis’te kuruldu. Komünist olmayan bir Ermenistan kurulmasını ve Türkiye'nin Ermeniler'e karşı işlendiği iddia edilen suçlara karşı tazminat ödemesinin sağlanmasını amaçlamaktadır. 2000 yılının Mayıs ayında da Taşnak Komitesi, Kuzey Irak'ta PKK ile ortak toplantı düzenlediler. Yayın organları: “Hayrenik”, “Asbarez”, “Armenian Weekly”

 GÜLBENKYAN VAKFI

1905 Yılındaki anlaşmaya göre Irak petrollerini işletecek olan Turkish Petrolium Company’nin en büyük hissedarlarından biri de Gülbenkyan’dı. Türkler 1.Dünya Savaşı'nda yenilince elindeki hisseleri satan Gülbenkyan’ın Vakfı, Anadolu’da Bağımsız bir Ermeni Devleti kurma hayalinin peşine düştü. Londra, Lizbon, Kudüs ve Beyrut’ta şubeleri bulunan bu vakıf, dünya Ermenilerinin din,kültür ve toprak davaları için mücadele eder. Gülbenkyan’ ın oğlu Türkler tarafından 1915’te Türkiye vatandaşı yapılmış ve Londra’ya Fahri Başkonsolos olarak atanmıştır.

 ASALA

Ermenistan’ın Kurtuluşu İçin Ermeni Gizli Ordusu. Kuruluş Yılı: 1975 Ocak. Kurucular: Agop Agopyan (1988’de rakip Ermeni örgütü tarafından öldürüldü). Agop Tarakçıyan (1980'de lösemiden öldü). Merkez: Beyrut (Lübnan) Şubeler: Danimarka, ABD, Avusturya, Avustralya, Suriye, Venezuela, Fransa vb. Yayın Organları: “Genç Çağrı”, “Hayastan”, “Hay-Baykar”, ”Armenia”, “Kaytzer”. Temel amacı: “Büyük Ermenistan”ı kurmak ve sözde Ermeni soykırımının Türkiye ’nin kabul etmesini sağlamaktır. Özellikle Türkiye ve Azerbaycan vatandaşlarına karşı terör eylemleri düzenlemektedir. Marksist-Leninist ideolojili ASALA, Ermeni partilerinin davayı savunmakta pasif kaldığını öne sürdü ve şiddet eylemleriyle hedefe gideceklerini açıkladı. ASALA ile birlikte ortaya bazı ermeni örgüt ve partileri de çıktı. 1981 yılında Fransa’daki “Yeni Ermeni Direniş Örgütü”, Kanada’daki “Âzad Hay”, İngiltere’deki Gaitzer” ASALA’yla birleştiklerini açıkladılar. Agopyan’ın ölümünden sonra ASALA 3'e bölündü (1988): ASALA-MR, ASALA-PMLA ve SASSOON. ASALA 1983ten sonra “İslami Cihat” ve PKK ile işbirliği yapmaktadır.

 ASALA-MR

Yeni ASALA. ASALA’nın liderlerinden Agop Agopyan, 1983’ten sonra örgüt içindeki etkisini kaybetmeye başlamıştı. Paris’e giderek kendine destek aramaya başlayan Agopyan, örgüt içindeki diktatörlüğünü ilan ederek “hainlikle” suçladığı bazı militanları kurşuna dizdirtti. Bu katliamdan kurtulan Monte Melkonyan (1993 yılının Haziran ayında Azerbaycan’ın Ağdam kentinde Azeriler tarafından öldürüldü) ile Karsik Havaryan “Yeni ASALA”yı kurduklarını açıkladılar ve Agop Agopyan’ı faşist gangsterlikle suçladılar. Toplu katliamlara karşı çıkıyor. Hedef tespit edilerek saldırılması gerektiğini savunuyor.

 YENİ ERMENİ DİRENİŞİ

ASALA’nın bir koludur, ilk kes 1972’de Paris Türk Turizm ve Tanıtma Bürosu’- nu bombaladı. Yine Paris’te Rus Enformasyon Bürosu ile Brüksel’deki Rus Hava Yollarını bombalama eylemlerini üstlendi. Merkezi Fransa’dadır. Ermeni Kurtuluş Cephesi 1979 yılında ASALA’nın bir kolu olarak kuruldu. Türkiye ve Azerbaycan’a gönderilen teröristlerin yetiştirilmesinde görevlidir.

 ERMENİ BİRLİĞİ

1988 yılında Moskova’da Vazgen Sisliyan tarafından kuruldu. ASALA ile işbirliği içindedir. ASALA üyeleri için sahte evrak ve doküman düzenlenmesinde, mali problemlerin çözülmesinde görevlidir. Paralı katillerin,teröristlerin ve silahların teşkilatlanmasında ve Karabağ’a taşınmasında aktif yer alıyor.

 3 EKİM ÖRGÜTÜ

ASALA bünyesindeki bir hücrenin eylemlerinde kullandığı isme dayalı olarak ortaya çıktığı sanılıyor.

 9 HAZİRAN ÖRGÜTÜ

1991’de kurulan bir eylem örgütüdür. ASALA’nın bünyesindedir. Tutuklanan ermeni teröristlerinin serbest bırakılması için faaliyettedir. Temel hedefi İsviçre’dir.

 ERMENİ KURTULUŞ HAREKATI

1991 yılında Fransa’da kuruldu. Faaliyetlerini ASALA’yla beraber yürütüyor. Merkezi şu an Erivan’dadır.

 GENÇ ERMENİLER BİRLİĞİ

1990 yılında Fransa’da kuruldu. Geçmiş Sovyetler Birliği ülkelerinin diplomat ve vatandaşlarına yönelik eylemlerde bulunuyor. Amacı, bu ülkeleri Ermenistan ve Karabağ’ın birleşmesine yardım etmek için teşvikte bulunmaktır.

 GEKO

Gizli Ermeni Kurtuluş Örgütü. Kuruluş yılı: 1975. Merkez: Beyrut. Suriye’li Ermeniler tarafından yönetiliyor. Türk diplomatlarına karşı düzenlenmiş terörist saldırılarda bulunmaktadır. İlk altı yılda 19 diplomat öldürmüşler.

 DEMOKRATİK CEPHE

ABD, Kanada ve Batı Avrupa’daki GEKO gruplarının ve Ermeni Milli Harekatı’ nın birleşmesiyle oluştu. Esas amacı Türkiye Devleti’nin dağılmasıdır. Ermeni Siyasi Tutuklulara Yardım Komitesi Fransa’daki Ermeniler tarafından kuruldu. Türkiye tarafında olan İsviçre hükümetine “kanlı savaş” ilan etti.

 İNTİHAR KOMANDOLARI

1981’de Türkiye’nin Fransa büyükelçiliğine karşı yaptığı terör eylemiyle adını duyurdu.

 ERMENİ DİRENİŞ TEŞKİLATI

1997 kuruluşlu, Paris merkezli, sosyalist çizgilidir.

 ERMENİ GENÇLİK HÜCUM TEŞKİLATI

Merkez: Beyrut. Yayın organı: Zortang (Uyanış). Örgüt ermeni kiliselerinin bağlı olduğu piskoposluk veya direkt kilise yönetimindedir. Özellikle Cezayir, İtalya ve Almanya’da örgütlenmiştir.

 JCAG
Ermeni Katliamı Adalet Komandoları – ARA. Kuruluş yılı: Adini 1973’te duyurdu. Merkez: Los Angeles (ABD). Şube: Paris (Fransa). Yayın Organı: “Yerevan” Temel Amacı: Bağımsız, hür ve birleşik bir Ermenistan Devleti’nin hayali peşindedir. Taşnaksutyun (Taşnak) Partisi’nin askeri kanadını oluşturan bir örgüttür. Daha çok Avrupa ülkelerinde eylem yapan ve ASALA ile ilişkisinin olmadığını açıklayan bu örgüt, eylemlerini Türkler üzerinde yoğunlaştırmıştır.

 JCAG

Ermeni İhtilalci (Devrimci) ordusu (ARA) ismini de kullanır.

 ERMENİ DEVRİMCİ ORDUSU

Beyrut’ta yayınlanan “Armenia”dergisi 1984 yılında “Armie Revolutionnarie Armenienne” örgütünün bazı olayları üstlendiğini bildirdi.

 ERMENİ HALK HAREKETİ

Türkiye’ye karşı Yunanistan’da yaşayan Ermeniler tarafından kurulmuştur. Merkezi Atina’dadır. Kurtuluş Kaplanları (Karabağ Kurtuluş Kaplanları) 1991 Karadağ’daki Azeri köylerine karşı saldırılarda bulunuyor.

 KARTAL ÖRGÜTÜ

1981 yılında Fransa’daki Ermeni gençleri tarafından kuruldu. Hapisteki ASALA üyelerinin serbest bırakılması için uğraşıyor.

 İSVİÇRE ÖRGÜTÜ

Son dönemlerin “mahsulü”dür. Avrupa ülkelerinde faaliyet gösteriyor. Fransa, İtalya ve Yunanistan’da yapılan 4 terör olayını üstlendi.

http://www.angelfire.com/dc/arastirma/tw033-14.htm

..

Ermeni Örgütleri ve Faaliyetleri




Ermeni Örgütleri ve Faaliyetleri  


Galip Baysan,
Cumartesi, Şubat 21, 2015


Türklere karşı bireysel terör faaliyetinin ilk defa başlatıldığı 1973 yılından sonra, 1982 yılına kadar Ermeni örgütleri tarafından 17 ayrı ülke ve 28 şehirde 138 saldırı gerçekleştirilmiş ve bu korkunç saldırılar sırasında Türk olarak 33 Türk diplomat ve görevlisi ile 4 başka ülke mensubu öldürülmüş, 81 kişi de yaralanmıştır. (1) 

Bu olayları gerçekleştiren Ermeni terör örgütleri şunlardı: (2) 

1-ASALA: Ermenistan’ın Kurtuluşu için Ermeni Kurtuluş Ordusu 
2-New Armenian Resistance (NAR) Yeni Ermeni Mukavemeti 
3-JCAG: Ermeni Soykırımını Adalet Komandoları 
4-The 3rd of October Organization: 3 Ekim Teşkilatı 
5-The 9th June Organization: 9 Haziran Teşkilatı 
6-The Orly Organization: Orly Teşkilatı 
7-The French September Organization: Fransız Eylül Teşkilatı 
8-The Armenian Secret Army (ASA): Ermeni Gizli Ordusu 
9-The Liberation of Armenian Organization (LAO) : Ermeni Kurtuluş Ordusu 
Bunların en güçlüsü ve en ünlüsü Ermenistan’ın Kurtuluşu için Ermeni Gizli Ordusu (ASALA) dır. İsrail saldırıları başlayıncaya kadar karargâhı Beyrut’taydı. Daha sonra Kıbrıs’ın Rum kesimine geçti. 1980 yılı sonunda Beyrut’ta yapılan bir basın toplantısında ASALA görevlileri Kızıl Tugaylar, Japon Kurtuluş Ordusu, Afrika ve Filistin’de ki terör örgütleri ile temasta Bulunduklarını beyan etmiştir. Bu teşkillerin mali kaynaklarının beyaz zehir ve silah kaçakçılığı ile elde edilen ve bazı ülkeler tarafından gönderilen paralar olduğu bilinmektedir. (3) 
Bu saldırıların içinde bazıları bireysel saldırılar olmaktan uzak tam bir “toplu kıyım” teşebbüsleridir. 
1-1982 yılı Ağustos ayında Ankara’da Esenboğa hava alanı çılgın bir Ermeni militanın intihar saldırısına hedef oldu. Saldırıda 9 kişi ölürken 70’den fazla insan yaralandı.
2- Bir yıl kadar sonra 1983 Haziranında ASALA elemanları İstanbul’da Kapalıçarşı’ya bir saldırı düzenledi. 2 (ASALA iddiasına göre 25) kişi öldü ve 20 kişi yaralandı. 
3-Haziran 1982’de İsrail’in Lübnan’ı işgali şüphesiz ki Asala’nın faaliyetlerini de sekteye uğratmıştır. 1983 yılı içinde ASALA iki gruba ayrıldı. Birinci grup Hagopyan’ın kontrolündeki militanlardan oluşuyordu, Ortadoğu ve Yunanistan’da kalıp Orly Havaalanı katliamı gibi toplu kıyım taraftarları idiler. Diğer grup Batı Avrupa’da üstlenen daha ılımlı hareketleri benimseyenlerden oluşuyordu. 15 Temmuz 1983 Orly katliamı sırasında Türklerin dışında da birçok masum insanın ölmesi ASALA’da yaptıkları cinayetlerin doğruluğunu veya yanlışlığı konusunda bir tartışmanın başlamasına sebebiyet verdi. (4) 
Bu olaylarda gerçek anlamda tehlike, bir kaç fanatik çılgın’ın masum, yüzlerce insanı öldürmesi, yaralaması, Türk toplumunun huzursuz etmesi değil de, Batı kamuoyunun tutum ve davranışları olmuştu. Her olay sonrasında tıpkı 1920’lerde olduğu gibi, Ermeni camiası tüm olarak büyük bir mutluluk havası içine giriyorlardı., Katiller derhal “Milli Kahraman” olarak benimseniyor, alkışlanıyor, öldürülen Ermeni militanlar için günlerce kiliselerde ayinler düzenleniyor, hapiste olanların kurtulması için yardım kampanyaları başlatılıyor katillerin ve örgütlerin zengin ve mutlu bir yaşam sürebilmesi için bütün imkânlar sağlanabiliyordu. 28 Ocak 1982 yılında Los Angeles Konsolosu Kemal Arıkan’ı öldüren Hampig Sasunyan olayı bize gerçekleri açıkça gösterecektir. 
Sasunyan’ın yakalanmasından hemen sonra ilk olarak Kuzey Amerika’da “Sasunyan’ı Destekleme Fon’u” oluşturuldu. Bir Ermeni gazetesi Asbaraz, 15 Ekim 1983 günkü yayınında bu fon’un çalışmalarına temas ediyor. 
“Geçen yirmi iki aylık süre içinde konu ile onbinlerce Ermeni ilgilenmiştir. Sadece Los Angeles’de yaşayanlar değil, Kanada, Fransa, Güney Afrika, Arjantina, Avusturalya, Lübnan, Yunanistan, Suriye, İngiltere, İsrail, Suudi Arabistan, İran, İtalya, İsviçre, İspanya ve Mısır’da yaşayan Ermeniler de fon’a destek sağladılar.
Bu amaçla gönderilen paralar, ferdi ve toplu olarak gönderilen mesajlar kendi varlığı konusunda karar vermeğe azimli bir toplumun işaretleri olarak görülmelidir.” 
21 Ekim 1983 Cuma günü akşamı Kalifornia, Montebello’daki Kutsal Haç Ermeni Apostolik Kilisesi’nde özel bir ayin düzenlendi, ayinlere ilave olarak bazı sanatçılar, şarkıcılarla Sasusanyan için bir “moral gecesi” yaşattılar. 
1983 Temmuz ayında beş Ermeni teröristi Portekiz, Lizbon’daki Türk Elçiliğini işgal ettiler ve sonra da havaya uçurdular. Bu teşebbüs sırasında kendileri de ölünce bütün dünya’ya “Ermeni şehitleri” olarak sunuldular. Ermeni toplumu ve kiliselerinde “Lizbon Beşlisi” veya “Beş Lizbon Şehidi” olarak günlerce anma toplantıları düzenlendi ve ağıtlar yakıldı. (5) 
Ermeni toplumunun bu olaylara destek vermesi hoş değildi, ama yine de büyük bir dayanışmaya sebebiyet vermesi, milli birlik sağlaması, Ermeni sorun ve isteklerinin Dünya kamuoyuna anlatılması için imkân sağlaması gibi nedenlerle normal tepki olarak kabul edilebiliyordu. Ancak asıl sorun bu olaylara Batı dünyasının bakışındaki şaşılıktır. Her olaydan sonra düğmeye basılmış gibi, bütün yazılı ve görsel yayın organları iki-üç resimle olayı, verip; arkasından saatlerce 1915 Ermeni zorunlu göç olayına temas etmekte, tamamen Ermeniler tarafından hazırlanmış, resimler, filimler, konuşmacılar Rahip Lepsius, Bryce veya Morgentheau’dan alınan pasajlarla bir propaganda kampanyası fırtınası estirmekte idiler. [1971 yılında İngiltere’de, 1973-1975 yılları arasında İtalya’da benzer konulardaki bu kampanyaları ve kamu oyunda yarattığı etkileri yakından izleme olanağı bulmuş ve ortaya çıkan tek yanlı, maksatlı, haksız tepkiler karşısında şaşırmış ve büyük rahatsızlık duymuştuk. Kimse katilleri, Ermenileri suçlamıyor, ölenler, yaralananlar sadece Türk oldukları için suçlanıyor, neredeyse “oh olmuş Ermeniler iyi yapmış, yaşasınlar! Varolsunlar” anlamına gelebilecek ifadelerle izleyenlerin tüylerini diken diken edecek düzmece bir senaryo içinde “1915 Ermeni Şehitleri” anılıyordu.]
Olayların devam ettiği on yılı aşkın süre içinde bu sıra hiç değişmedi. 1974 yılında Kıbrıs olayları ile birlikte Yunanlılar da devreye girince aynı destek onlara da verildi. Darbe’yi yapan, Anayasal düzeni yok ederek Adayı Yunanistan’a ilhak etmek isteyenler Yunanistan Cunta’sının elemanlarıydı. Anayasaya göre, normal statünün iadesi için Türkiye, Yunanistan ve İngiltere garantör devletlerdi ve müdahale hakları vardı. İngiltere ve Yunanistan kasıtlı olarak geri kalınca Türkiye bu Anayasal hakkını kullandı. O güne kadar Yunanistan’a karşı olan Batı kamuoyu, o andan itibaren normal yerini aldı, yani Yunanistan’ın arkasına geçti. Kampanyalar, Türkler aleyhindeki yazılar bundan sonra başladı ve haklı Türkiye haksız duruma düşürüldü.
 Şahit olduğumuz bu olaylar karşısında kesin kanaatimiz şu olmuştu;    Uluslar arası ilişkilerde, okullarda derslerde, basın yayın organlarında işlenen “Dili, dini, ırkı, soyu, inançları ne olursa olsun bütün insanlar eşittir” gibi demokratik ve “kardeştir” gibi insancıl düşünceler sadece kitaplarda ve dillerde kalmaya mahkûmdu. Gerçek yaşam tamamen farklı idi. “Haklılar” dil, din, ırk’larına bakılarak rahatlıkla “haksız” duruma düşürebiliyorlardı.   Türk tezlerinin basın yayın organlarında yayınlanması bir yana, Avrupa’da yaşayan Türklerin gazetelere vermek istedikleri paralı ilanlara bile bazen yer verilmemekteydi. “Görevli Türklerle röportaj yapmak isteyen basın yayın organları asla canlı yayın kabul etmiyor, belirli bir sansür amacıyla daima bant’a almayı tercih ediyor, sanki bir şeylerden çekiniyorlardı.” (6) 

DİPNOTLAR:

(1) Aynı Eser, S.11, Tarık Somer, Chairman of the Symposium The Opening Statement: S.99. Dikran Kevorkyan: Armenian Terorrorism Within The Fromework of İnternational Terrorism. 
(2) Aynı Eser, S.100, Dikran Kevorkyan 
(3) Aynı Eser, S:100,     “            “
(4) Aynı Eser, S:112–113; Michael M. Gunter 
(5) Aynı Eser, S.78, Heath W. Lowry 
   (6) Yeni Türkiye 37, S.134 (Tayyibe Gülek: Sözde Ermeni Soykırım Tasarısıyla İlgili Görüş ve İzlenimler

Dr. M. Galip Baysan


http://haberguncel.blogspot.com.tr/2015/02/ermeni-orgutleri-ve-faaliyetleri-galip-baysan.html

..