23 Haziran 2016 Perşembe

ERMENİ KARAR TASARISI ÜZERİNE NOTLAR, YORUMLAR VE ÖNERİLER




ERMENİ KARAR TASARISI ÜZERİNE NOTLAR, YORUMLAR VE ÖNERİLER



Yazar: Şanlı Bahadır Koç


Cevap ayrıca gururumuzu tamir ve kolektif egomuzu tatmin etmeli, karşımızdaki aktörlerin daha ileri gitmesini ve bir daha bu yola tevessül etmelerini engellemeli ve aynı zamanda onları attıkları olumsuz adımları geri alarak telafi etmeye yönlendirecek şekilde olmalıdır.

Karar tasarısı ile ilgili Türkiye olarak bir Caydırıcılık Başarısızlığı yaşamış olabilir miyiz? Caydırıcılık bazen sanılanın aksine salt askeri değil, diplomasi dahil çok başka ortamda geçerliliği ve faydası olan bir kavramdır. Bu noktada parmakla kimseyi suçlama amacı gütmeden sadece anlamak için şu ihtimale dikkat çekmek gerekli olabilir: Acaba Türk yetkililer konu ile ilgili olarak Amerikan tarafı ile yaptıkları görüşmelerde tasarının geçmesi halinde Türkiye'nin ABD çıkarları aleyhine atacağı adımları yeterince berrak, güçlü, sık, zamanında ve dolayısıyla ikna edici şekilde belirtmemiş olabilirler mi?


Yuvarlak, zayıf, seyrek, vücut diliyle desteklenmeyen, geç gelen ve çelişkili uyarılar karşı tarafa tasarı geçse ve ABD Yönetimi bunu engellemek için yeterince çaba harcamasa dahi Ankara'nın atacağı adımların sınırlı ve dolayısıyla katlanılabilir ve göze alınabilir düzeyde kalacağını düşündürtmüş olabilir. "İlişkiler yara alır" türünden yuvarlak ifadelerle yetinilmiş ise bu karşı tarafı caydırmak için yetersiz kalmış olabilir. Daha net ("İncirlik'i kapatırız,") kesin mühlet belirtilen ("hemen, anında") değişik kanallarca arada çelişki olmadan tekrarlanan, kamuoyu önünde söylendiği için inandırıcılığı daha çok olan, zamanlaması geç olmayan ve dolayısıyla karşı tarafa düşünmek, tartmak ve doğru yönde harekete geçmek için zaman bırakan, doğru muhataplara iletilmiş uyarıların caydırıcılık etkisi daha fazladır.

Bu noktadan sonra vereceğimiz cevap güçlü, acıtıcı, hızlı ve inandırıcı olmalıdır ve TBMM'nin, medyası ve sivil toplum örgütleri ile Türk kamuoyunun ve Türk bürokrasisinin desteğinin arkasında olduğu hissettirilmelidir. Türkiye'nin "çekmecesinde" Komite'de tasarı kabul edildiği anda yürürlüğe hemen sokulacak adımlar sadece büyükelçiyi geri çekmenin ötesinde olmalıydı. Bu konuda gösterilecek ihmal, gecikme ve zayıflık karşı taraf(lar)ca anında not edilmektedir.

Vereceğimiz karşılığı dizayn ederken üzerinde kavramsal boyutta düşünmemiz, çalışmamız ve tartışmamız gereken meseleler, sorular ve değer tercihleri (trade-offs) arasında aşağıdakiler de yer alabilir:

- Bir tek alanda büyük çaplı bir karşılık vermek mi, yoksa bir çok alanda sınırlı tepki vermek mi?

- Bir kerede çok güçlü karşılık vermek mi, yoksa karşı taraf geri adım atmaz ise zamanla artan şiddette karşılıkları belli merhalelerle yürürlüğe koymak mı?

- Eğer zaman içinde artan şiddette adımlar atmayı seçersek, bu takvimi 

a) Amerikan yönetimine, 

b) kamuoyuna açıklamalı mı, açıklamamalı mı? 

İleride atacağımız adımları kamuoyuna açıklamanın ABD'yi zor duruma düşürme ihtimali ve "işin inada binme" riski olabilir.

- Karşı taraf hangi geri adımları atarsa bizim hangi adımlarımızı ne kadar geri atacağımızın önceden belirlenmesi.

- Vereceğimiz karşılığın bize de maliyeti olmasını göze almak mı, yoksa sadece bize bedeli olmayacağı belli adımları atmak mı? Genelde kendine de zarar gelmesini göze alarak verilen karşılıklar eğer sürdürülebilir olursa daha inandırıcı olabilir.

- Olur da muhataplarımız da gerilimi tırmandırma yolunu seçerlerse karşılık olarak atabileceğimiz adımların zihinsel etüdünün yapılması.
Vereceğimiz somut karşılık tasarıdan önce ve sonraki sözlü ifadelerimizin gerisinde kalırsa bu da diplomatik caydırıcılığımızı zayıflatır.
Vereceğimiz karşılık ayrıca üçüncü aktörlere de Türkiye ile gereksiz yere "bilek güreşine girmenin" olumsuz sonuçları olduğunu kanıtlamalıdır.
Verilecek karşılığın bazı durumlarda Türkiye'ye de bedeli olabileceğinişimdiden kabul etmeliyiz.

Zaman "soğukkanlı" görünme zamanı değildir. İtidal, ölçülülük ve soğukkanlılık dış politikanın genelde geçerliliği kanıtlanmış prensipleridir ama bunlar her durumda en "rasyonel" tercih değildirler. Bu kriz Türkiye'nin "delilikte metodik" (method in madness) olması gereken bir kriz olabilir. Çünkü Türkiye'ye hak etmediği, tahrik etmediği, gereksiz ve tarihi, gururu ve benliğiyle ilgili bir saldırı olmuştur. Gerilemekte olsa da hala tek süper güç olan ABD'ye karşı dik durulur ve ona geri adım attırılır ise, bu durum Türkiye'ye ciddi bir kendine güven, prestij ve inandırıcılık kazandırabilir. Aksi takdirde, bize yapılan rasyonelize edilmeye çalışılır ve sadece sembolik cevaplarla yetinirsek benzer saldırıları bir çok başka aktörden de görebiliriz. Zayıf olmak veya öyle görünmek her zaman yeni saldırıları davet eder.

ABD Türkiye'den çok daha güçlü bir devlet olabilir ama bu konuda kaybedecek daha çok şeyi olan ve dolayısıyla daha fazla mücadele etmeye ihtiyacı, hakkı ve gücü olan Türkiye'dir. Ama bu kadar kendisiyle ilgili bir konuda bile direnemez ve bize yapılan saldırılara karşılık veremezsek bu Türkiye'nin prestijine ve inandırıcılığına çok ciddi zarar verir.

Sembolik değil ABD'nin hayatını zorlaştıran ve "canını yakan" somut ve güçlü karşılık vermek gerekmektedir. Verilecek karşılığın sözlü boyutta kalması ve sadece "orantılı" olması caydırıcılığımızı restore etmek için yeterli olmayabilir. Aşırı sakin, kontrollü ve kararsız bir görüntü kesinlikle verilmemelidir. Mantıklı ve rasyonel olmanın ölçülü ve orantılı tepki vermek gerektiği şeklindeki tuzağa düşmemek gerekir. Bu durumda rasyonellik abartılı ve orantısız tepki vermeyi gerektirir. 

Ancak bunun salt bir duygusal tepki olduğu görüntüsü vermek de yanlış olabilir. 

O zaman da Türkiye'nin bir sinir krizi geçirdiği ve bu geçince aklı başına geleceği düşünülebilir. Türkiye orantısız tepkisinin bu konuya verdiği önem, gücü, kendine güveni ve kendine zarar vermeye kalkanları ya da uyarılarını ciddiye almayanları cezalandırma yönündeki iradesinin sonucu olduğunu göstermelidir.

Elçiyi çekmek, bazı temasları ertelemek gibi adımlar daha ciddi yaptırımların habercisi olduğu takdirde anlamlıdır ve tek başına Amerika'nın canını yakacak adımlar değildir.

Ayrıca bu hareketli dönemde elçinin orada kalmasının bazı faydaları olabileceği de düşünülebilir. Elçinin hangi şartlarda ve süre sonunda geri dönebileceğini şimdiden düşünmeliyiz. Yoksa bir iki küçük jest sonrasında birkaç hafta ya da ay içinde geri gönderilecekse – ki Başbakan'ın Nisan başındaki ziyareti gerçekleşecekse bu süre daha da az olabilir – bu adımın dikkat çekici, cezalandırıcı ya da caydırıcı etkisi çok sınırlı kalır.

* Yaşananlarda Beyaz Saray'ın, Ermeni ve Yahudi Lobilerinin, Ermenistan devletinin ve belki de İsrail devletinin rolü ve sorumluluğu vardır. Bu aktörlerin hepsi verilecek cevaptan gerekli şekilde nasibini almalıdır. Beyaz Saray Kongre'deki sürece müdahale etmeyerek ya da başka bir bakış açısına göre bunu çok geç, zayıf ve muğlak bir şekilde yaparak bir muhakeme hatası işlemiştir. Bunun bir bedeli olmalıdır. Bu bedel ve cezanın bir kısmı "iyi hal durumunda" geri çekilebilir olmalı ama bir kısmı da zihinlerde yer etmesi için kalıcı olmalıdır. Bir dahaki sefer soykırım konusunu tekrar Kongre gündemine getirmek isteyenler olduğunda –ki bu nerede ise kesindir- başta Beyaz Saray olmak üzere bir çok güçlü sesin, "aman, geçen denedik, bir şey kazanamadık hem de ciddi bir bedel ödedik, kalsın" demesini sağlayacak ciddiyette ve hafızalara yer edecek kadar güçlü ve kalıcı bir karşılık verilmelidir. ABD tüm gücüne rağmen gerileyen bir süper güçtür. Türkiye ise tüm zayıflıklarına ve iç karışıklığına rağmen yükselen bir bölgesel güç.

İncirlik'teki Amerikan faaliyetlerine sınırlama getirmek, belli bir süreyle ya da süresiz olarak tamamen durdurmak ve üssü tamamen ve kalıcı olarak kapatmanın siyasi, askeri ve hukuki şartları etüd edilmelidir. Konuyla ilgili bizim önerimiz aşağıdaki gibidir: İncirlik'teki faaliyetleri basına haber vermeden ve şov yapmadan sadece Amerikalıların anlayacağı bir şekilde % 30 oranında yavaşlat (kalkıp inen uçak sayısı ve tipi, burada görevli ABD'li personel sayısı, görevleri vs hesaplanarak). Amerikalıların kulağına tasarı Temsilciler Meclisi genel kuruluna gelirse/gelince faaliyetlerin anında tamamen durdurulacağını, tasarının kabul edilmesi halinde ve/veya Başkan Obama tarafından " Soykırım " ifadesi kullanılması halinde ise İncirlik'in tamamen ve kalıcı olarak kapatılacağını fısılda. Bir an önce bu yönde gerekli teknik, askeri ve hukuki etüdlerin hazırlanması direktifini ver.

* Bundan sonra ABD'den yapacağımız silah alımlarında komitelerde veya genel kurulda Türkiye aleyhine Ermeni tasarılarında oy kullanan milletvekili ve senatörlerin seçim bölgelerinde üretilen silahları alınmayacağını duyur.

* Karar tasarısının geçmesinde Ermenistan'ın da rolü olduğu düşünülürse bu aktörün canını yakacak adımlar da atılması gerekebilir. 

Ermenistan'ın mevcut ABD üzerinden Türkiye'yi zorlama tavrı sürerse protokollerin TBMM'den geri çekilmesi ve hatta belki de daha ileri bir adım olarak tam tersine hemen oylanması gibi adımlar düşünülebilir. 

Mevcut şartlarda protokollerin geçmeyeceği açık olduğuna göre bu da Ermenistan'ın içinde bulunduğu izolasyonu kırmasının başka bir bahara kalması anlamına gelecektir. Bunun yanında,
-Türkiye'deki Ermenistan vatandaşlarının yasal statülerinin daha sıkı izlenmesi,
-Ermenistan'ın Gürcistan üzerinden yaptığı ticareti engelleyecek, zorlaştıracak ya da en azından sınırlayacak adımların atılması,
-NATO gibi Türkiye'nin üye olduğu kurumlarda Ermenistan lehine olabilecek adımların engellenmesi,
- Azerbayacan ile siyasi, ekonomik ve askeri ilişkilerin geliştirilmesi için yeni ve ciddi bir hamle yapılması,
- Azerbaycan'ın Karabağ sorunu ile ilgili yüksek perdeden yapacağı açıklama ve eylemlerin koordinasyonu, ortak askeri eğitim ve tatbikatların arttırılması, Minsk grubu ile ilgili hoşnutsuzluğun daha sık ve güçlü şekilde dile getirilmesi gibi adımlar düşünülebilir.
* Türkiye içinde yaşanan iktidar-muhalefet ve sivil-asker mücadelesi ne kadar ciddi olursa olsun verilecek cevapların güçlü ve etkili olmasını engellememelidir. İktidar değişik nedenlerle ABD'ye duyduğu ihtiyacın Türkiye'nin çıkarlarını koruma konusunda kendisini zayıf ve gevşek hale getirmediğini kanıtlamalıdır. Eğer Hükümet ülke içinde attığı ve atmayı düşündüğü adımlarla ilgili olarak Washington'un desteğine ihtiyacı olduğunu düşünerek vereceği cevabı sınırlı ve zayıf tutarsa bu çok ciddi bir hata olur. Hatta burada akla "hata" kelimesinden öte kelimeler de gelmeye başlar. Öte yandan muhalefet, asker ve kamuoyu da, Hükümetin bu konuda atacağı her ciddi adımın arkasında olduklarını ve bunun iç siyasi bir konu değil milli bir mesele olduğu duygusunu Hükümete ve dış aktörlere bir an önce vermelidir. Bu arada belki başta Ahmet Davutoğlu olmak üzere hükümetin de Ermenistan açılımının kendisinin değilse bile içerik, şekil ve zamanlamasının sorunlu ve hatalı olduğunu –sadece kendilerine bile olsa- itiraf etmeleri gerekir. Son yaşananlar bir kez daha göstermiştir ki, dış politikada iyimserlik tehlikeli, sürekli iyimserlik ölümcüldür.
Son olarak bazen artık geç olduğu düşünülse bile devlet kurumları, üniversiteler, düşünce kuruluşları, sivil toplum örgütleri ve başta ABD olmak üzere yurtdışındaki Türk derneklerinin konu ile ilgili lobi, propaganda ve kamu diplomasisi faaliyetlerine artan bir çaba ve dirençle devam etmeleri gerekir. Bu yönde çalışmalarda bir "argüman ve karşı argüman, kontak, üye, faaliyet ve performans" databankası kurulması ve bu yönde kapalı ve açık devre olarak wiki teknolojisi başta olmak üzere internet teknolojisinin yaratıcı ve kolektif şekilde kullanılması önemli olabilir. Başka şeylerin yanında, tarihi dönemle ilgili tezlerimizin yerel dillerde iyi yazılmış, kısa ve kolay tüketilebilir şekillerde broşürlere, köşe yazılarına ve editöre mektuplara yoğun şekilde yansıtılmasının kaybedildiği düşünülen kamuoyu savaşı üzerinde şaşırtıcı etkileri olabilir. Kararlılık ve mücadele, iyi organizasyon, yaratıcılık, birlik-beraberlik, güçlü liderlik her zaman başarılı olmaya yetmeyebilir ama bunlar olmazsa olumsuz sonuçlardan ancak şansımız nispetinde kurtulacağımız unutulmamalıdır.

http://www.21yyte.org/tr/arastirma/amerika-arastirmalari-merkezi/2010/03/09/3721/ermeni-karar-tasarisi-uzerine-notlar-yorumlar-ve-oneriler

..

19 Haziran 2016 Pazar

Ermeni Psikolojik Operasyonu


Ermeni Psikolojik Operasyonu


Yazar: 21 YY TERÖR VE TERÖRİZM ARAŞTIRMALAR MERKEZİ,

Böylece, Enstitü Başkanı E. Büyükelçi Ömer Lütem ile her üç yılda bir toplanacak Ermeni Araştırmaları Kongresi sürecini başlatma kararı aldık.
"Birinci Ermeni Araştırmaları Türkiye Kongresi" 20-21 Nisan 2002'de Ermeni meselesi üzerine çalışan bütün Türk araştırmacıları bir araya getirdi. Birinci Kongreye bilinçli şekilde sadece Türk uzmanları çağırdık.Çünkü acemilik dönemini aşıp ikinci kongreyi uluslar arası gerçekleştirmeyi hedefliyorduk. Kongre, Ankara'da Milli Kütüphane'nin salonlarında ve herkese açık yapıldı.
Kongre'de sunulacak tebliğler için değişik oturumlar düzenlendi. Oturum başlıkları şunlardı

1)Ermeni Sorunu Çalışmaları, 

2)Yabancı Kaynaklarda Ermeni Sorunu, 

3) Türk Belgeleri ve Ermeni Sorunu, 

4)Tarihte Ermeniler, 

5) 1915 Sevk ve İskanı, 

6) Hukuk, 

7)Uluslar arası İlişkiler ve 

8) Ermeni Terörü, 

9)Ermeni Diasporası, 

10)Sosyal Yaşam (Kültür, Din ve Dil), 

11)Ermeni Mezalimi, 

12)Genel Konular. 

Bu oturumlarda toplam 114 bilim insanı 114 tebliğ sundu. Bu tebliğler daha sonra ASAM-Ermeni Araştırmaları Enstitüsü tarafından toplam 1476 sayfalık üç cilt haline getirildi ve yayınlandı.

" İkinciErmeni Araştırmaları Türkiye Kongresi " 29-30 Mayıs 2004'de Ankara Ticaret Odasında yapıldı. İkinci kongre uluslar arası bir nitelik kazandı. Değişik ülkelerden bilim insanlarının katılımı ile gerçekleşti. Kongre'de 36 oturumda toplam 130 tebliğ sunuldu. Kongreye Türk Ermeni Patriği 2. Mesrop mesaj yolladı. Tanınmış yazar Levon Panos Dabağyan Türkiye Ermeniler ile ilgili bir tebliğ verdi. Bu tebliğlerde yakında üç cilt halinde ASAM-Ermeni Araştırmaları Enstitüsü tarafından yayınlanacak.

Bütün bunları yazmamın nedeni Boğaziçi Üniversitesi'nde düzenlenmek istenen sözde bilimsel özde ise bir Ermeni psikolojik operasyonu olan girişimle ilgili bazı tespitler yapmak.

Birinci tespit: Benzer kongreler dünyanın değişik yerlerinde yapıldı. Türkiye'den sadece Boğaziçi toplantısının öncü gücü olan akademisyenler ve arkadaşları çağrıldılar: Bu toplantılarda Türkiye'ye küfredildi.

İkinci Tespit: Yurtdışında başlayan psikolojik operasyon sürecinin Türkiye içine taşınması ve Türkiye içinde yapılaşmış bir entelektüel baskı odağı oluşturma kararı alınmıştır. Şimdi bu uygulanmaktadır.

Üçüncü Tespit: Toplantı bilimsel bir toplantının hiçbir koşulunu taşımamaktadır. "Şu görüşler burada tartışılamaz, savunulamaz ve hatta bu görüşlere inananlar içeride dinleyici olarak dahi bulunamazlar" şeklinde önkabullerle düzenlenen bir toplantı psikolojik operasyon toplantısıdır.

Dördüncü Tespit: Böyle bir toplantı dahi demokratik hukuk devleti içinde yapılabilir. Ancak yeri bir üniversite olamaz. Hele bir devlet üniversitesi olamaz. Eğer midesi psikolojik operasyonu kaldıran özel üniversite rektörü var ise ki ne yazık ki var özel üniversitelerden birisinde düzenlenebilir.

Beşinci Tespit: "..Bu iddialar kesinlikle doğru değildir, iftiradır. Bunu yanlızca Batıya değil kendi yurttaşlarımıza da önemle ihtar etmek gereğini duyuyoruz. Zira, seyrek olmakla birlikte üzüntü ile işitiyoruz ki, milletimizin tarihini okumamış ya da milli hissiyattan mahrum kalmış olması gereken kimi kişiler, yabancıların bize karşı ortaya attıkları suçlamaları reddetmedikten başka, bir de vatanlarını, milletlerini özürlü göstermekten çekinmiyorlar.!Hala salonlarını bize karşı konferans verdirtmek içn yabancılara açık tutanlar var. Bu gibilere lanet" (Mustafa Kemal Atatürk, Nutuk, Vesika 220)

Son Tespit: Anayasanın başlangıç bölümü hiçbir faaliyetin hangi ad altında olur ise olsun Türk milli menfaatleri karşısında korunma göremeyeceğini ortaya koymaktadır. 

Türk Milleti Anayasasına sadık kalacaktır.
http://www.21yyte.org/ sitesinden 19.06.2016 tarihinde yazdırılmıştır



..

Ermeni Meselesi Ve Görüşler..,




Ermeni Meselesi Ve Görüşler..,



Yazar: 21 YY DERGİSİ ARAŞTIRMA GRUBU

23 MAYIS 2005 PAZARTESİ  

Yedi başlık altında toplanan bu özetlerin özetini çıkarırsak tespitler şu şekilde.

1) Ne yapmış olurlarsa olsunlar mağdur taraf Ermenilerdir.(Yorum: Düşman ordusu ile işbirliğine giden, çeteler oluşturan, kentleri basan ve yok eden (Van) bir halk grubuna karşı her devlet meşru müdafaa hakkına sahiptir. Ermenilerin mağduriyet iddia hakkı yoktur. Ellerinde her türlü silahla fotoğraf makinalarının karşısına geçmiş olan Ermeni çeteleri her halde Uganda'da aslan avına çıkmamışlardı. Ermeniler Azerbaycan'ı işgal ederken Hocalı kentinde yüzlerce Azeri Türkünü katledileli daha 15 sene olmadı.

2) Ermenilerin Ruslarla işbirliği yapmış olduğunu kabul etsek dahi masum Ermenilerin öldüğü şüphe götürmez. (Yorum:Masum Ermeni vatandaşlarımızın ölmesi üzüntü vericidir. Ancak sistematik bir soykırım söz konusu değildir. Irzlarına geçilmek üzere Akdamar adasına götürülürken Van gölüne atlayarak intahar eden Türk kadınlarından başlar, 1821-1920 arasında Kafkas ve Balkanlarda öldürülen 5 milyon Türk ve müslümanın, sürülen 5.4milyon Türkün hesabını açmanın vakti geldiği görülmektedir.)

3) Mesele Türkiye'nin iddia ettiği gibi tarihçilerin değil, siyasetçilerin işidir. 17 Aralık sonrasında AB-Türkiye ilişkilerinde yeni bir şart haline gelmiştir.(Yorum:Bizde bunu nerede ise iki seneden buyana söylüyor ve yazıyoruz. Sözde soykırımda bir şart haline geldi. AB, Türkiye'ye yine yalan söylüyor. Türk halkına yalan söylemeye devam ediyor bazı AB lobicileri.)

4) Ermeni Diasporası ve Türkiye'deki "istemezukçüler" (Başkaldıran Yeniçeriler böyle bağırırdı. Şimdi, Ermeni iddialarını kabul etmeyen bütün Türkler böyle nitelendiriliyor) bir rant ekonomisi oluşturmuşlardır.Çözüm istemiyorlar. (Sadece ABD'de Ermeni sözde soykırım sektörü yıllık 200 milyon Dolardır. Türkiye'de ise eğer son on senede 50 bin Dolar olsaydı çok etkili çalışmalar yapılırdı. Sonuç rant sadece Ermeniler için geçerlidir.)

5) Ermenistan'ın ekonomisinin kurtuluşu Türkiye'nin kapıları açmasına bağlıdır.(Doğru bir tespit. Ermeniler işgal altında tuttukları Azerbaycan'ın %20 sinden geri çekilsinler ve 1 milyon Azerinin geri dönmesine izin versinler, bizde sınırı açalım. Şimdi birileri Ermeni meselesi ile Türkiye-Ermenistan ve Türkiye-Azerbaycan ilişkileri ayrı şeylerdir diyecek. Türkiye-AB ilişkileri Ermeni sözde soykırımına bağlanıyorda neden Türkiye-Ermenistan ile ile ilişkilerinde açık bir devletler hukuku ihlali olan işgalin sona ermesini istemesin.)

6) Türkiye büyük devlet olarak bu jesti yapmalıdır. (Bu da Batılıların biz Türkleri kandırmak için ortaya attıkları bir laftır. Bir yandan Kuzey Irak'taki çıkarlarını korumak istediğin zaman "sınır ötesine adım atarsan ilişkileri keseriz" derler, öte yandan " Ermenileri doyur çünkü sen büyüksün." Ciddiye alınacak yanı yok bunun.

7) Kars ve Iğdır halkı Ermeni sınır kapısının açılmasını istemektedirler.(Tabii en ciddiye alınacak talepde bu. Türkiye dış politikasını bir sınır kentinde iki kilo daha fazla peynir satacağım diye bekleyen bakkalların taleplerine göre yönlendirilmeli. Üstelik, kapının açılmasının özellikle et, süt ve sütlü ürünler, bazı temel kuru gıda ürünlerinde Kars ve Iğdırlıların aleyhine sonuçlar doğuracağı konusunda bu hususu bilimsel olarak tek inceleyen tebliğ 2004 Kars Kent Kurultayında sunulmuştu. Daha doğrusu sunulmaya çalışılırken, Kars Belediyesinde çalıştığı ileri sürülen bazı kişiler tebliği sahibi Kamil Ağacan'a saldırmışlardı.)

Bir öneri getirmek istiyorum. Madem AB standartlarını benimsiyoruz, Türkiye'de " Ermeni Soykırımı olduğu " görüşünü ileri sürenlere Türk veya yabancı beş sene hapis ve ağır para cezası verelim. Fransa'da " Ermeni soykırımı olmadı " derseniz hapise atılıyorsunuz da onun için. 

İşte Demokratik AB Standartı. Ne dersiniz?

http://www.21yyte.org/ sitesinden 18.06.2016 tarihinde yazdırılmıştır

http://www.21yyte.org/tr/arastirma/terorizm-ve-terorizmle-mucadele/2005/05/23/386/ermeni-meselesi-ve-gorusler


..

17 Haziran 2016 Cuma

Attıkları imzayı Savunamadılar!





Attıkları imzayı Savunamadılar! 


İmzaladıkları bildiriyi savunamadılar
Ermenilerden özür dileyen aydınlarımız(!) altına imza attıkları bildiriyi savunamadı. İmzacılardan Prof. Dr. Doğu Ergil, Ermenilerden kesinlikle özür dilemediğini ileri sürerek, büyük çelişkiye düştü

Usta gazeteci Hulki Cevizoğlu’nun ART ekranlarında canlı olarak yayınlanan Ceviz Kabuğu’nda bu hafta “Ermenilerden Özür Diliyorum” kampanyasında imza atanlarla, onlara karşı bildiri yayınlayanlar karşı karşıya geldi. Programın stüdyo konukları, kampanya imzacısı Prof. Dr. Doğu Ergil, karşı bildiriye imza atan Emekli Büyükelçi ve araştırmacı yazan Bilal Şimşir ile Gazetemiz Yazarı, Niğde Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Özcan Yeniçeri idi. Programda Bilal Şimşir ve Doğu Ergil arasında hararetli tartışmalar yaşandı. İzleyicilerin de olağanüstü ilgi gösterdiği Ceviz Kabuğu adeta telefon ve e-posta yağmuruna tutuldu. Cevizoğlu, binlerce e-posta ve yüzlerce telefonun geldiği ve yaklaşık altı buçuk saat süren programı ile yeni bir canlı yayın rekoruna imza attı. 

Samimi bulunmadı


Özür diliyorum kampanyasına imza atan Prof. Dr. Doğu Ergil, böyle bir girişim içinde olma nedenlerini sıralarken bildiri metninin çok uzağında açıklamalarda bulundu. Olaya çok daha bütüncül baktığını savunan Prof. Dr. Ergil, imzaladığı bildiride öyle bir ifade yer almamasına karşın, bu bildiri ile devletine isyan edip binlerce Müslüman’ı katleden Ermenilerden kesinlikle özür dilemediğini ileri sürerek, büyük çelişkiye düştü. Doğu Ergil’in yaptığı açıklamalar imza kampanyası girişiminde somut bir biçimde yer almaması nedeniyle samimi bulunmadı. kampanyanın amacının, 1915’te yaşanan talihsiz olaylarda acı çekenlerden özür dilemek olduğunu söyledi.

Türklerden de özür diledi!


Prof. Dr. Ergil, “Geçmişin hesapları bugünün defterlerinde tutulamaz” dedi ancak çelişkili konuştu: “Bu bildiride soykırım kelimesi kesinlikle geçmiyor. Devletine isyan edip bir sürü Müslüman’a kıyan Ermenilerden kesinlikle özür dilemiyorum. Ermenistan’dan kesinlikle özür dilemiyorum. Sadece Ermenilerden değil, bütün acı çeken Müslüman Türkler’den de özür diliyorum. Onlarla empati kuramadığımız için özür diliyorum. Ermenilerin Müslümanlara yaptıklarını lanetliyorum. Özür Ermenistan’dan değil. Evet, bu olaylarda biz de acı çektik ama bu bizimkilerin yaptıklarını görmezden gelmemi, reddetmemi açıklamıyor.”



Amcasından Ergil’e: Damat Ferit!


Ceviz Kabuğu’nda, Emekli Büyükelçi Bilal Şimşir’in bilimsel ve tepkisel açıklamaları karşısında bunalan Prof. Ergil’in, “Türk’ün Türk’ten başka düşmanı yoktur” sözleri şaşkınlık yarattı. Prof. Ergil’in yarattığı şaşkınlık bununla da sınırlı kalmadı. Adının anlamını açıklarken kullandığı, “Babam Doğu adını koydu bana. Çünkü Turancı idi” sözleri de çok garipsendi. Hulki Cevizoğlu’nun “Babanızla gurur duymuyor musunuz?” sorusunun yanıtı ise duyulmadı!.. Programın bitimine bir saat kala, telefonla arayan Prof. Doğu Ergil’in eşinin amcası Hikmet Hanlıoğlu da, damatları Doğu Ergil’i Damat Ferit’e benzetti..


Bu “Özürlü” kampanya 3. jöntürk hareketidir


Prof. Dr. Özcan Yeniçeri, “ Özür kampanyası değil özürlü bir kampanya ” dedi. Gazetemizin yazarı Prof. Dr. Yeniçeri, Ermenilerden özür girişiminin son derece gereksiz, yersiz ve Türkiye’ye husumet getirecek bir çalışma olduğunu belirtti. “Türkiye’de plastik aydınlar grubu oluştu. Bu bildiri sado-mazoşist yaklaşımdır” diyen Yeniçeri şöyle konuştu: “Bir özür dilenmesi gerekiyorsa bizim de burada özür dileme borcumuz var. Ermeni dalkavuklarından değil ama. Milletimizden, camilere doldurulup yakılanlardan, şehit edilen diplomatlarımızdan özür dilememiz gerekiyor. Bu tarafın felaketi yutkunarak geçiştiriliyor nedense... Bu soykırım iddiası bilimsel değil çünkü gerçeklere dayanmıyor. Doğru değil çünkü olayı tam olarak ortaya koyan ayrıntılar yok. Ermeniler açısından bir bakış bu... Bu bildirinin altında imzası olanlardan diasporanın emrinde olanlar var... Tarihi, jeopolitik ve inanç boyutları var bu işin. Bu nedenle basit bir olay masumane bir metin değil bu. Toprak koparmak isteyen ama bunu başaramayacağını da bilen Ermenilerin oyunu bu. Ben bu hareketi 3. Jöntürk hareketi olarak görüyorum.”


‘Büyük felaket’ sözü kamuflaj


Bu konudaki çok önemli araştırmalarıyla tanınan, çok sayıda kitabı bulunan Emekli Büyükelçi Bilal Şimşir, Ermenilerle yaşanan sorunların kapandığını belirtti ve, “1923’deki Lozan’dan 1964’e kadar bir Ermeni soykırımı sorunu yoktu. Sonra 4 kıtada diplomatlarımıza karşı sistemli suikastlar başladı” dedi. Atatürk’ün Nutuk’ta Sevr için ’Türk milletine büyük suikasttır’dediğini hatırlatan Bilal Şimşir, şunları söyledi:

Bunlar çağdaş 150’likler


“O tarihte tehcir tüm dünyada normal uygulama idi. Ermeniler 1. Dünya Savaşı’nda bizi arkamızdan vurdu. Osmanlılar savaş kurallarına göre kurşuna dizebilirdi, yapmadı, sürgün etti. Türkiye o savaşta 3 milyon insanını kaybetti. Bu insanların İmzaladığı metinde geçen ’büyük felaket’Ermenice ’soykırım’demektir. Demek ki bildiriyi Ermenilerle beraber hazırlamışlar. Bu bildiri bütün Türk milletini töhmet altında bırakıyor. Ermenilerin şu an yaptığı bir kamuflajdır. Büyük felaket sözünün Ermenice karşılığı eş anlamlı olarak ’soykırım’dır. 5 Temmuz 1995’te yayınladıkları bağımsızlık bildirgesinde ”soykırımı tanıtmak bizim temel ilkemizdir’diyorlar... Siz yaptıklarınızla buna çanak tutuyorsunuz. Birinci adım soykırımı tanıtmak, sonra tazminat ve toprak talebidir. Bu bildirinin amacı buna hizmettir. Türk milletini topluca suçlu gösteriyor. Ben bunlara çağdaş 150’likler diyorum Bu bildiriye imza atanlar tıpkı Atatürk dönemindeki 150’likler gibi sürgün edilmelidir. Bu bildiriyi yazanlar Türkiye’ye savaş açmıştır.“ Şimşir, sözlerini ”Ağacın kurdu içindedir“ cümlesiyle tamamladı. 


Ceviz Kabuğu’nda ‘özür’ tartışıldı


Usta gazeteci Hulki Cevizoğlu’nun sunduğu Ceviz Kabuğu’nda bu hafta “Ermenilerden Özür Diliyorum” kampanyası tartışıldı. Programın stüdyo konukları, kampanya imzacısı Prof. Doğu Ergil, karşı bildiriye imza atan Emekli Büyükelçi Bilal Şimşir ile Gazetemiz Yazarı Prof. Dr. Özcan Yeniçeri idi.



Bingöl: Okumadan imzaladım
”Özür Diliyorum“ bildirisinde imzası bulunan sanatçı Yavuz Bingöl, bildiriyi ÖDP Genel Başkanı Ufuk Uras’ın eşi Zeynep ile telefonda yaptığı görüşme sonrasında onayladığını ancak Ermeni aydınlardan bu konuda bir karşılık gelmezse imzasını geri çekeceğini açıkladı. Canlı yayına telefonla bağlanan Yavuz Bingöl, Sarıkamışlı ve Alevi olduğunu belirterek kendisinin de bu olaylarda zarar gördüğünü söyledi. Dedesinin İstiklal Savaşı gazisi olmasına ve yakınlarının Ermeniler tarafından katledilmesine rağmen bu bildiriye imza attığını belirten Yavuz Bingöl, olaya duygusal boyutuyla baktığını ve karşı taraftan da aynı duyarlılığı beklediğinin altını çizdi. Bingöl, bildiriyi imzalama nedenlerini ve beklentilerini şöyle anlattı: ”Ben bu olaya tarihsel, jeopolitik ya da dini açıdan bakmıyorum. Benim bir sanatçı olarak gördüğüm duygusal boyutu var. Ben bu boyutuyla ilgileniyorum. Ama benim kendimce belli bir sürem var. Ermeni aydınlardan bildirimize karşılık ’biz de özür diliyoruz’ şeklinde bir bildiri bekliyorum. Haklı olmama rağmen attığım bu adıma böyle bir karşılık bekliyorum. Belli bir süre içinde bu adımıma karşılık bulamazsam imzamı geri de çekerim. Eğer samimilerse ’biz de sizden özür diliyoruz’ desinler...” Bingöl ayrıca, Hulki Cevizoğlu’nun sorusu üzerine Ermenilerin yaptığı katliamlardan özür dileyen bir bildiri yayınlansa onu da hemen imzalayacağını açıkladı.


Diasporanın emriyle yapmadık!


Ceviz Kabuğu’nun telefon konuğu İstanbul Barosu eski Başkanı Yücel Sayman, atılan imzaların Türkiye’yi yasal bir yaptırım içine sokmayacağını söyledi. Yaşananların bir insanlık suçu olduğunu düşündüğünü belirten Sayman, suçun tehcir kararı ile başladığını savundu. Yasal olarak o gün suçu işleyenlerin suçlu olduğunu belirten Sayman, ne Osmanlı’nın ne de Türkiye Cumhuriyeti’nin suçlu olmadığını söyledi. Karşılıklı düşmanlığın ortadan kaldırılmasının yolları olduğunu dile getiren Sayman bu yollar arasında Gül’ün Erivan’a gidişini ve imzaları gösterdi. Sayman atılan imzalarla Ermenilerin toprak talebinde bulunamayacağını savunarak, ”Biz hiçbir şey yapmasak da isterler istedikten sonra. Biz bunu Türkler ya da Türklük adına yapmadık. Ermeni diasporasının emriyle de yapmadık“ dedi.


300 bine ulaşınca aleyhimize kullanacaklar


İzleyicilerden Dr. Hasan Oktay, özür dileyenlerin sayısı 300 bine ulaştığında Ermeni diasporasının bu kampanyayı aleyhimize kullanacağını belirtti. Ermenilerin. her fırsatı soykırımı kabul ettirmek için kullandığını öne süren Oktay, Cumhurbaşkanı Gül’ün Erivan’a davetini de bu kapsamda değerlendirdi. Oktay, merhum Alpaslan Türkeş’in 1991 yılında konuya el attığını ömrü yetseydi Türkiye’nin bugün böyle bir sorunu kalmayacağını dile getirdi. Program öncesi Ceviz Kabuğu ekibinin aradığı pek çok imzacı aydının(!), “Tarih konusunda uzman değilim” diyerek programa katılamayacağını söylemesi de, kampanyanın niteliği hakkında kuşkular doğurdu.



https://groups.google.com/forum/#!search/Ayd%C4%B1nlardan$20Ermeni$20bildirisi%7Csort:relevance/kemalistizbiz/9p-1ALpdV-U/TQguTzpQt8oJ

..

..

SOYKIRIM İDDİALARI VE TÜRK AYDINLARI



< Grup üyesi arkadaşlarım Selam: Geçen iki yazımız dış dünyada soykırım iddialarını reddeden bilim adamları ile ilgiliydi. Bu yazıda Türk Aydınlarının bir kısmının tutum ve davranışlarını açıklamaya çalışıyoruz.
Dr. M. Galip Baysan >


SOYKIRIM İDDİALARI VE TÜRK AYDINLARI


 Önceki iki yazımızda bahsettiğimiz yabancı bilim adamlarının “ tarihsel gerçekleri” savunma adına verdikleri büyük mücadeleyi izlerken aklımıza modern, çağdaş ve gerçekçi olduğunu iddia eden bir kısım Türk aydınının sözleri geldi. Bunlardan biri, daha birkaç yıl öncesinde “Nobel Edebiyat ödülü” verilen genç bir yazarımızdı. Bu ünlü yazarımıza dünyanın en ünlü ödülü verilmesine rağmen bir türlü sevinemedik ve pek çok Türk aydınının içini garip bir hüzün kapladı. Çünkü bu genç yazarımız; bir önceki Şubat ayında, İsviçre’de yayınlanan Tagesanzeiger’in “Das Magazin” isimli kültür ilavesine verdiği beyanda “ 1.000.000 Ermeni ve 30.000 Kürt’ün Türkler tarafından öldürüldüğünü söylemiş ve şöyle devam etmişti: “ Bizim geçmişimiz bu günümüzle birlikte değişime uğruyor. Bu günkü gelişmeler geçmişi değiştiriyor.Ülkenin geçmişindeki kötü olayları yavaş yavaş konuşmamız gerekiyor....Burada 30 bin Kürdü öldürdüler, 1 milyon da Ermeni ve neredeyse hiç kimse bunu dile getirmeğe cesaret edemiyor. O halde ben yapıyorum ve bu yüzden benden nefret ediyorlar.” Yani Türk Halkının belki de bütün dünyanın izlediği, dinlediği en önemli ve hemen hemen tek sesi, hiçbir şüpheye meydan bırakmayacak kadar net bir şekilde “ Ermeni Soykırımı bir gerçektir,hatta dahası da var” diye haykırıyordu.
 2001yılında büyük bir siyasi oyun sonucu 50-60 kişilik bir oturumla kabul edilen ve Fransız Devlet Başkanı Jacques  Chirac tarafından hemen kabul edilerek yürürlüğe konan “soykırımı tanıyan kanunun” daha da geliştirilip, cezaya bağlandırılması için yapılan çalışmalar sırasında, 2005 Aralık ayında 19 Fransız tarihçi: 2001 yılında kabul edilen kanun dahil, tarihle ilgili tüm yasaların iptali için ortak bir bildiri yayınladılar. “Tarih İçin Özgürlük”adını verdikleri bildiride şu ifadelere yer verilmişti. “Parlamentoların tarihi konularda karar alması demokratik rejimlere yakışmaz. Özgür bir ülkede tarih yazma görevi Meclise ya da hukuki mercilere ait değildir.” 
 Fransa Parlamentosunun “İnkâr Yasası” olarak tanınan, soykırımı tanımayanlara ağır para ve hapis cezası öngören yasa teklifinin 18 Mayıs 2006 günü Mecliste oylanmasından bir hafta kadar önce, 10 Mayıs günü, Fransız Liberation Gazetesi yasayı eleştiren tarihçi Jean Pierre Azema’ nın makalesiyle bir grup Türk aydınının bildirisine yer verdi. “Hafızalarla oynamaktan vazgeçin” çağrısını yapan Fransız tarihçi Azema; tarihle ilgili konularda çıkan yasaların iptalini istediklerini hatırlattı. Azema yazısında “yasaların gerçekleri dile getiremeyeceği, tarihi hakikat kavramının zaten devlet otoritesini tanımayacağını belirterek, bunun için Sovyetler Birliği tecrübesine bakmanın yeterli olacağını” yazdı. Fransız tarihçi;    “Tarihin sadece tarihçilere ait bir alan olduğunu, her vatandaşın cezai yaptırım korkusu olmadan araştırıp tartışabileceği bir ortam oluşturulması gerektiğini”dile getirdi. “Fransa’da tarih için özgürlük bildirisine imza atan tarihçilerin, gaz odalarını inkâr edenler hariç, düşünen tartışan herkesi savunduğunu” kaydetti ve “Soykırımın inkârına yönelik bu yeni girişimin ardından bir çeşit açık arttırma yöntemiyle yasa hazırlandığını” ifade etti.
 İnkâr yasasına tepki gösteren bir başka tarihçi Pierre Nora, aynı günlerde Le Figaro Gazetesinde yazdığı makalesinde milletvekillerine şöyle sesleniyordu: “ Yasa teklifinin kabul edilmesi tarihin kısırlaştırılacağı anlamına geliyor. Bir sınır açılacak ve her türlü saptırmaya kapılar açılacaktır. Ermeni Lobisinin baskısı altında kalan milletvekillerinin dışında kimse bu tasarıyı desteklemiyor. Ermenilerin yasa istemesi yanlış. Prof. Bernard Lewis’in de Fransa’da mahkûm ettirilmesi bir ‘Entelektüel Terördür’.”                   
 Amerikan ve Fransız Bilim adamlarının bu bildirileri dışında Liberasyon Gazetesinde bir grup Türk aydınının da bir bildirisi de yayınlandı. Türk basın yayın organları tarafından pek fazla üzerinde durulmayan bu bildiri, her Türk vatandaşı için ibret alınması ve asla unutulmaması gereken ifadelere yer vermekteydi. Bildirinin Prof.Murat Belge, tarihçi Halil Berktay, yazar ve akademisyen Elif Şafak, Agos Dergisi genel yayın yönetmeni Hrant Dink, Prof.Müge Göçek, Prof. Ahmet İnsel, gazeteci Ethem mahcupyan, Baskın Oran, Ragıp Zarakoğlunun imzaladığı belirtiliyordu. Bildiride “Türkiye’de yakın zamana kadar bu konuda aksi görüş bildirenlerin ‘hain’ ilan edildiği hatırlatılıyor ve Fransa’daki yasa teklifinin Türkiye’deki tartışma ortamını da tıkayacağı, cepheleşme riski taşıdığı, teklifi yapanların tıpkı Türkiye’de 1915 olaylarının özgürce tartışılmasının engellenmesi gibi bir girişim içinde olduklarını düşünmeleri gerektiği kaydediliyor ve yasanın reddedilmesi çağrısı yapılıyordu.  Dikkat edilirse Nobel kazanan ünlü yazarımızla, Fransız gazetelerine ilan veren Türk aydınlarının ifadeleri sanki aynı kaynaktan çıkmış gibi, birbirlerine çok benziyor. Yabancılara tıpkı bir misyon mensubu gibi Türkiye ve Türk Halkı şikayet ediliyor. “Sanki Türkiye’de bazı gerçekler kasıtlı olarak gizleniyor, geçmişte/ günümüzde işlenen büyük cinayetler var, bunların üzeri kasten örtülüyor, bunları dile getirme cesaretini gösterenler de bir kısım geri kafalılar tarafından hemen vatan hainliği ile itham ediliyor ve doğruların konuşulmasına izin verilmiyor. Biz çağdaş Türk aydınları Türkiye’de bir dönem başlattık, artık tabular yıkılıyor. Yakın bir zamanda diğer Türk aydınları da gerçekleri görecek, bize katılacaklar. Sizin böyle bir kanun çıkarmanız bizim yolumuzu tıkayacak ve Türkiye içindeki olumlu gelişmeleri önleyecektir. Bu nedenlerle bizler asil, necip Fransız Parlementosu’ndan bu kanunu reddetmelerini talep ederiz” diyor gibiler. İnsan gayri ihtiyari kendi kendine soruyor;  acaba bu yazı, gerçekten “Türk Aydınları” unvanını taşıyan insanlar tarafından mı yazılmış? Veya acaba Diyaspora Ermenileri Türklerin ağzından bir bildiri yayınlamış olsaydı daha farklı bir şey mi yazarlardı? Bu konuda yorumu okuyuculara bırakıyoruz.
 Eğer 18 Mayıstaki Fransız Meclisindeki oylamayı merak ediyorsanız söyleyelim. Kanunun kabul edilmesi için yeterli oyu sağlayamayacağını anlayan İktidardaki Sosyalist Partisi, bir gün evvelki görüşmeleri kasten uzatarak oylamanın Kasım ayına sarkmasını sağladı ve Kasım ayında da bildiğiniz gibi 125 kişilik minik bir “şike oturumda” Tarihçilerin bütün itirazına rağmen kanun kabul edildi. Bu kanunun Senatoda kabul edilmesinin zor olduğunu ileri sürenlere, Ermenilere destek veren Fransız Parlamenterlerin yine kendi adamlarının çoğunlukta olduğu bir mini oturumda istedikleri sonuçları alacaklarını ve bu kanunun mimarlarından Sarkozy’nin en güçlü Fransız Cumhurbaşkanı adayı olduğunu hatırlıyoruz.
 Sözlerimizi bağlarken Türk Entelektüel kesimine şu soruyu sormak istiyoruz: acaba sizce hangisi daha doğru ve gerçekçi kabul edilebilir. “ Dinsel ve Irksal yardımlaşma duygusu ile Karartılmış bir dünyayı aydınlatmaya çalışan yabancı bilim adamları mı?” Yoksa “aydınlık bir dünyayı kendilerine özgü nedenlerle karartmaya çalışan dost ülkeler ve Türk aydınlarımı? ”Bize göre Prof. Shaw, Jean Pierre Azema, ülkemizde her türlü karşı düşüncelere karşı gerçekleri haykırmaktan çekinmeyen Prof. Yusuf Hallaçoğlu, Prof. Ergün Aybars gibi bilim adamları mevcut oldukça, dünyada insan hak ve özgürlükleri, eşitlik ve özgür düşünce ilerlemeye devam edecek ve daha yaşanır bir nitelik kazanacaktır. Biz bu ve benzeri cesur davranışlar sergileyen değerli bilim adamlarına saygılarımızı sunuyor, yaşamını yitirmiş olanlara tanrıdan rahmet dileyerek sözlerimize Fransa’nın yeni Cumhurbaşkanı Hollande’nin Anayasa Konseyinin reddettiği soykırımı reddedenlerle ilgili “ İnkar Yasası”  yerine yeni bir yasa çıkarma gayretlerini dikkatle izlemenizi tavsiye ederek son vermek istiyoruz.  

Dr. M. Galip Baysan
..

16 Haziran 2016 Perşembe

Davutoğlu’nun Yeni Ermeni Açılımında Damat Ferit Politikasından İzleri




Davutoğlu’nun Yeni Ermeni Açılımında Damat Ferit Politikasından İzleri



Yazar: Ümit Özdağ
24 ARALIK 2013 SALI


Dış İşleri Bakanı Ahmet Davutoğlu sadece Türk dış politikasına değil, Türk milletine ve Türk tarihine zarar vermeye devam ediyor. Davutoğlu’nun zararlarının temelinde “Türk olmasına rağmen Türk olduğunun farkında olmaması” şeklinde ifade edilebilecek duruşu ve bakışı var. Türk olmasına rağmen Türk olduğunun farkında olmamanın nedeni ise Davutoğlu’nun siyasallaştırılmış dini görüşü. Bu görüşe yakın olanlar “ Milliyetsizleşiyorlar ”  veya “ Vatansız Müslümanlık ” diye ifade edebileceğimiz bir sürecin parçası haline geliyorlar. Prof. İsmail Kara, "Türkiye İslamcılığının en büyük zaafı ve handikapı enternasyonalizm ve ümmetçilik üzerinden kendi toprağına yabancılaşmasıdır" diyerek konuyu biraz daha entelektüel bir şekilde ifade ediyor. Aslında 12 Eylül öncesinde Türk Milliyetçiliğinin siyasileştirilmiş din için yapmış olduğu “bunlar karpuz gibi, dışı yeşil içi kızıl” tespiti, milli kimliksiz İslamcıların milliyetsizliğini çok açık bir şekilde ortaya koyuyordu.

         Kendisi Karamanlı bir Türkmen olmasına rağmen yarısı Türkmen olan Halep’ten bahsederken, bu kenti bir Arap kenti olarak tanımlaması, bilgisizlikten değil,  Davutoğlu’nun yukarıda bahsettiğimiz “milliyetsiz”likten kaynaklanan dış politik yaklaşımının sonucudur. (Bu açıklamasından dolayı Sabah gazetesinde Hasan Celal Güzel Davutoğlu’nu sert bir şekilde eleştirmişti.) Davutoğlu’nun milliyetsiz dış politikasını “milli kültür kaynaklarından ve Türkolojinin temel verilerinden” yoksun olmakla yargılayan Prof. Dr. Kemal Üçüncü, “Davutoğlu nerede yanıldı?” başlıklı makalesinde odatv.com’da milliyetsizliğin kültürel temellerini de açıklıyor.

          Tabii, milliyetsiz bir yaklaşımın temel hesaplaşma alanı da Türk Milliyetçiliğidir. 17 Eylül 2012’de Hürriyet gazetesine verdiği demeçte Davutoğlu Milliyetçiliğin Avrupa’da feodalite zemininde bölünmüş olan toplulukları birleştirdiği için Avrupalılar için olumlu olduğunu ifade ettikten sonra  “Bizde ise tarihten gelmiş organik yapıları dağıtarak geçici ve suni karşıtlıklar ve kimlikler ortaya çıkardı. Hepimizin bu ayrıştırıcı (milliyetçi diye okuyun) kültürle hesaplaşma zamanı geldi” demektedir. Davutoğlu’na göre Türk milliyetçiliği ile hesaplaşılmalıdır. Türk Milletinin yerine “kadim millet” diye tanımladığı millet almalıdır.  


          Ahmet Davutoğlu’nun Türk Milliyetçiliğine saldırıları şu şekilde devam ediyor: "İttihat ve Terakki'nin imparatorluğu bölen tekilci ulusçuluğuna; buna tepki gözükmekle birlikte aslında Lawrence'in planlarının bir parçası olan Arap ulusçuluğuna; Dersim'de suçlu masum ayrımı yapmadan kendi halkına zulmeden CHP ulusçuluğuna; 12 Eylül'de hapishanelerdeki işkencelerle devletin bekasını garanti altına aldığını zanneden ama PKK'yı hortlatan 12 Eylül ulusçuluğuna; haklarını savunduklarını iddia ettikleri Kürt kardeşlerimizin yaşama hakkını yok sayan otoriter PKK ulusçuluğuna karşı çıkıyoruz." Davutoğlu, bu açıklaması ile Enver Paşa ve Ziya Gökalp’i Atatürk ve Mareşal Çakmak’ı, Öcalan ile ayni kefeye koyuyor.


        Tabii milliyetsiz bir çıkış noktasından hareket eden bir dış politikanın “pro-aktif” zemine oturması çok kolay.Büyükelçi Süha Ümar, “Kardeşim Davutoğlu yazısında “Pro-aktif dış politika”, “ Siz istemeseniz de ben vereceğim!” demenin Arapçası mı?” diye sorarken bu hususu önplana çıkarıyor. “Sıfır sorun” noktasından hareket ederek, milliyetsizlikten hareket ile mezhepçilik zeminine oturan Türk dış politikası, “düşmanımın düşmanı dostumdur” ilkesinin hakim olduğu Ortadoğu’da bile “düşmanımın düşmanı da benim düşmanımdır” noktasına kayıyor ve modern tarihte ilk kez bir ülke, Türkiye hem İsrail hem Suriye ile düşman olma “başarısını” gösteriyor.  

         Bu genel girişin amacı, makalenin adında da ortaya konulan Davutoğlu’nun ikinci Ermeni açılımını değerlendirmek. ABD Başkanı Obama’nın Türkiye ziyaretinde TBMM’de yaptığı konuşmada “çözün” dediği “Ermeni meselesi” bu ziyaretten sonra başlayan Ermenistan ile diyalog sürecinde çözülmeye başladı. 2015 yaklaşırken, Türkiye’nin kendisini savunması için gereken önlemleri almayan Davutoğlu, stratejisini işgalci ve soykırımcı Ermenistan ile yakınlaşarak Ermeni diasporasının saldırılarını durdurma üzerine kurdu. 2009’da işgalci ve soykırımcı Ermenistan ile pro-aktif yaklaşım ile gerçekleştirilmeye çalışılan uzlaşma süreci, Azerbaycan’ın haklı karşı çıkışı üzerine geri adım atan Davutoğlu, Ermenistan’ın da anlaşmaları netice olarak kabul etmemesi üzerine Birinci Ermeni Açılımı sürecini kapatmak zorunda kaldı.




           Davutoğlu, şimdi ikinci Ermeni Açılımı sürecini başlatmış bulunuyor. Daha Ermenistan yolunda yaptığı “İttihat ve Terakki’nin yapmış olduğu gayri insani tehcir politikasını benimsemek mümkün değildir” diyerek, Türk tarihine yönelik saldırısı ile Damat Ferit çizgisine düşmektedir. Davutoğlu’nun İttihat ve Terakki’yi hangi şartların zorladığını bilecek kadar tarih bilen bir akademisyendir. Bir ölüm kalım savaşına giren devleti arkadan vurmamaları için Ermeni politikacılara nasıl ricalarda bulunulduğunu ve buna rağmen Ermeni çetelerin Rus ordusu ile birleşerek Türk Ordusunu ve Türk coğrafyalarını arkadan vurduğunu Davutoğlu bilmek zorundadır. Buna rağmen böyle bir açıklama yapmak, her şeyden önce Ermeni çetelerinin katlettiği binlerce kadın, erkek, çocuk şehitlerimizin ruhlarına yapılmış bir saldırıdır. Aynı zamanda reel politika açıdan da tavizkar bir tutumun daha uçak Erivan’a inmeden Ermeni tarafına sergilenmesidir. Öte yandan Ermeni tarafı tavizsiz bir şekilde “soykırımı tartışmam” dahi noktasında diretmektedir. Davutoğlu’nun tavizkar duruşundan cesaret alan Ermeni tarafı, Davutoğlu’nu sözde soykırım anıtını ziyaret etmeye davet etmektedir. Bütün bunlardan daha vahim olanı, Davutoğlu’nun “İttihat ve Terakki’nin yapmış olduğu tehcir gayri insani idi” yaklaşımının “Ermeni sözde soykırım“ iddialarını kabul yoluna girişin emaresi olarak görülebileceğidir. Devlete karşı bir ayaklanmanın bastırılmasından başka hiç bir niteliği olmayan ve doğru olan Dersim isyanının bastırılmasını “suçmuş” gibi gösteren bir zihniyetin “Ermeni soykırım” iddialarını “Biz yapmadık İttihat ve Terakki yaptı” şeklinde Kabul etmesi hiç akla uzak gelen bir ihtimal değildir. Milliyetsizlik Türkiye’yi bir felakete doğru sürüklemektedir.
http://www.21yyte.org/ sitesinden 16.06.2016 tarihinde yazdırılmıştır



http://www.21yyte.org/tr/arastirma/milli-guvenlik-ve-dis-politika-arastirmalari-merkezi/2013/12/24/7347/davutoglunun-yeni-ermeni-aciliminda-damat-ferit-politikasindan-izler

11 Haziran 2016 Cumartesi

Tarih Boyunca Türk-Ermeni İlişkileri Sempozyumu



Tarih Boyunca Türk-Ermeni İlişkileri Sempozyumu


13 04 2001

Türk Parlamenterler Birliği’nce 13-14 Nisan tarihleri TBMM’de düzenlenmiştir.

Dr. ŞÜKRÜ ELEKDAĞ (E. Büyükelçi) : Sayın Başkan, değerli milletvekilleri, değerli konuklar ve meslektaşlarım; konumuz, Türk-Ermeni ilişkilerinin siyasî boyutu. Şimdi, siyasî boyut deyince, tabiatıyla, bundan Türkiye ile Ermenistan arasındaki siyasî endişeler anlaşılıyor. İki devlet arasında siyasî, diplomatik ilişki mevcut değil, bu nedenle, taraflar resmî ve yarı resmî temaslarda bulunamıyorlar. Böyle olunca, Türkiye ve Ermenistan ın siyasî liderlerinin yaptıkları beyanları değerlendirmek gerekiyor. 

Bu, önem kazanıyor.

Bu çerçevede, Ermenistan Hükümetinin, Türkiye’ yle ilişkilere nasıl baktığı konusunda elimizde geçerli bir belge var. Bu da, Gazeteci Mehmet Ali Birand ın Ermenistan Devlet Başkanı Koçaryan la yaptığı TV mülakatının zaptı. Şimdi, ben, Dışişleri Bakanlığı yetkililerine de sordum, dedim ki, bu belgedeki görüşler, resmî Ermenistan politikasını aksettiriyor mu, bana verdikleri yanıt evet oldu. Bundan bir değişiklik oldu mu; hayır, olmadı. Böyle olunca, o zaman, Koçaryan ın Birand la yaptığı görüşmede vurguladığı noktalar bir bakalım.

Koçaryan diyor ki;

1- İki ülke ilişkilerinin düzelmesi ve sağlıklı bir zemine oturması için Türkiye, soykırımı gerçeğini tanımalıdır. Bunun için, dolaylı değil, doğrudan diyalog gereklidir.
2- Ermeni soykırımı, Ermenistan da ve uluslararası alanda tartışmasız kabul edilen bir olgudur. Bu nedenle, tarihçilerin işi olmaktan çıkmıştır, Koçaryan ın ifadeleri Amerika Birleşik Devletlerinin Ermeni Diasporasının ve Ermenistan ın elinde soykırımının gerçekten olduğunu kanıtlayan belgeler vardır.
3- Soykırımı, eğer, Türkiye tarafından tanınırsa, Ermenistan, toprak ve tazminat talebinde bulunmaz. Sadece, soykırımı kurbanları ile torunları tazminat talebinde bulunabilirler.
4- Soykırımının tanınması yolundaki faaliyetler, Erivan dan değil, bunlar, Diaspora tarafından, Diaspora Ermenileri tarafından yürütülüyor.
Şimdi, Koçaryan ın söylediklerini bir inceleyelim:

Koçaryan açıkça şunu söylüyor, diyor ki. Türkiye soykırımı gerçeğini tanımadan, iki ülke ilişkileri düzelmez ve sağlık bir düzene oturmaz. Bu, katı, haddini bilmeyen ve uzlaşmaya kapıyı açık bırakmayan bir yaklaşım, bir tutum. Yani, Koçaryan ın, siz, üslubuna, sözlerine bakarsanız, sanki, Türkiye, Ermenistan la diplomatik ilişkiler kurmak için peşinden koşuyor, Türkiye de bu konuda çok büyük bir heves ve çaba var, buna karşılık, Erivan da veya Koçaryan da Türkiye nin, suçluluğunu peşinen kabul etmesini şart olarak ileri sürerek, bunu, ilişkilerin kurulması için bir ön şart olarak kullanıyor. Sanki, böyle bir hava. Tabiî ki, gerçek durum Koçaryan ın hayal ettiği gibi değil.

Koçaryan, ayrıca, soykırımı konusunda tartışılacak, konuşulacak bir şey olmadığını ileri sürüyor. Koçaryan a göre soykırımı olgusu kesindir, bu konuda hüküm verilmiştir ve Türkiye mahkûm edilmiştir. Bu nedenle, konu, tarihçilerin işi olmaktan çıkmıştır. Buraya zaten Ermenistan dan kimsenin gelmemesi de işte budur, bundan dolayıdır. Ben davet edilenlerin hiçbirisinin gelmeyeceğini çok daha önceden söylemiştim, özel görüşmelerimizde.


Yani, bu ifadeleriyle Koçaryan, aynı zamanda, bugünkü Ermenistan yönetiminin ortak bir girişim çerçevesinde arşivler üzerinde, tarihse, bilimsel araştırma yapılmasına da olumsuz baktığını ortaya koyuyor.
Toprak ve tazminat konularına gelince, Koçaryan, esasen hiçbir hukuksal dayanağı olmayan, bu hususlarda, taleplerinden vazgeçer gibi gözüküyor; ancak, aynı nefesle Koçaryan, soykırımı kurbanları ile torunlarının şahsen Türkiye de tazminat talebinde bulunabileceklerini söylüyor.
Değerli Büyükelçi Gündüz Aktan ın belirttiği gibi, eğer Amerikan Temsilciler Meclisi bir karar alırsa, bu karara dayalı olarak, açılacak davalar, Türkiye nin devlet olarak tazminat ödemesine yol açabilir, bunun altını çizmek istiyorum.
Şimdi, tekrar Koçaryan-Birand görüşmesine gelelim. O tarihlerde, mülakatta Birand, toprak konusuna açıklık getirme istiyor ve Koçaryan a soruyor toprak talebiniz olmadığı, parlamentonuz ilan edemez mi? Koçaryan bu soruya net bir yanıt vermiyor diyor ki: Ermenistan Anayasası, bölgelerini ve sınırlarını saptamıştır. Tabiatıyla kaçamak bir ifade. Esasında, Ermenistan Anayasasının girizgâhında Ermenistan Parlamentosu tarafından kabul edilmiş olan bağımsızlık bildirisinin 11 nci maddesine atıfta bulunmaktadır. Bildirinin anılan maddesi de, Ermenistan ın millî emelleri bağlamında, Batı Ermenistan dan, yani, Türk topraklarından bahsetmektedir.

Esasen, Koçaryan, Batı Ermenistan üzerindeki Ermeni taleplerini dile getirmekten, zaman zaman hiç kendini alamaz. Hatta, bir keresinde, bu konuda görüşlerini, Gürcistan a yaptığı bir resmî ziyaret sırasında dile getirmekte beis görmemiştir. 21 Kasım 1998 de Gürcistan da yaptığı bir ziyaret sonrasındaki basın toplantısında, Batı Ermenistan ın işgal altında olduğunu söylemiştir. Orada bulunan bir gazeteci, kendisine sormuştur: Bu Türkiye den toprak anlamına mı geliyor, toprak talebi anlamına mı geliyor?Bilmiyorum diye cevap vermiştir.
Esasında, Türkiye den Sevr Antlaşması çerçevesinde toprak talepleri konusunun, Koçaryan yönetimi tarafından canlı tutulduğu gözden kaçmıyor. Zamanınız almak için, bu konudaki birtakım beyanlara, bu konuda yapılan toplantılara değinmiyorum.

Şimdi, Koçaryan ın Birand la yaptığı söyleşide, Ermeni Diasporası hakkında yaptığı değerlendirme de, kesinlikle doğru değil. Koçaryan, Diasporanın başına buyruk olduğunu ve soykırımı faaliyetlerini kendi inisiyatifiyle yürüttüğünü söylüyor. Gerçekler ise, bunun tamamen tersini gösteriyor. Nitekim, Erivan da 21-24 Eylül 1998 de düzenlenen Ermenistan- Diaspora ilişkileri konferansı sonucunda yayımlanan bir bildiride de, bu husus açıklanmıştır. Bildiri diyor ki :Bundan sonra, Diaspora ile anavatan, millî hedefler, millî emeller hususunda beraber çalışacaklardır. Bütünlük içerisinde çalışacaklardır. Bütün bunlar kayda geçmiş ve deklare edilmiş hususlar.

Gerçek şu ki, Koçaryan ın 1998 de cumhurbaşkanı seçilmesiyle başlayan dönemde, aşırı milliyetçi ve terörist Taşnak Partisinin faaliyetlerine yeniden izin verilmiştir. Biliyorsunuz, daha önce Petrosyan zamanında Taşnak Partisi kapatılmıştı. Koçaryan gelince bunu açmıştır; fakat, daha da ötesinde, Koçaryan, bu partinin yeni hükümette temsil edilmesi ve etkinlik kazanmasını sağlamıştır ve aynı dönemde, yine Koçaryan döneminde, sözde Ermeni soykırımının uluslararası kabul görmesi, Ermenistan ın, bir numaraları dış politika hedefi olmuştur. Ermenistan yetkilileri de bunu açıkça ifade etmektedirler. Artık, Diaspora, doğrudan Ermeni hükümeti ve Diasporanın bulunduğu ülkelerdeki Ermenistan Büyükelçileri tarafından yürütülüyor ve yönetiliyor. Bu, çok önemli, bunun altını çizmek istiyorum. Zannediyorum, buraya kadar açıkladıklarım, Ermenistan ın Türkiye ye yönelik politikası hakkında bir fikir veriyor.
Buna rağmen, biz, Türkiye de zaman zaman şu görüşlerin ileri sürüldüğünü görüyoruz, şu görüşlere tanık oluyoruz, deniliyor ki Türkiye, büyük devlettir. Büyük devlet olarak Türkiye, Ermenistan a hoşgörüyle yaklaşmalı ve kendine muhtaç olan bu ülkeyle ekonomik ilişkilerini geliştirerek, karşılıklı çıkar ortaklığı yapmalı. Böyle bir ortamda, zamanla soykırım iddiaları etkisini kaybeder. Denilen bu. Esasında, Erivan da Türkiye yle ekonomik ilişkilerini geliştirme hususunda kuvvetli bir eğilim gösteriyor, bir arzu, istek var; ancak, Erivan, Türkiye ye karşı çelişkili bir tutum içinde. Hem, ülkemizle ekonomik ilişkilerin olabildiğince gelişmesini arzu ediyor, hem de soykırımı suçlamasında kesinlikle vazgeçmek istemiyor.

Erivan ın, Türkiye yi dünya önünde soykırımıyla suçlaması da ve bu konuda dünya parlamentolarında, Batılı ülkeler parlamentolarında mahkûm ettirme hususunda çaba göstermesi de, ilişkileri tabiatıyla zehirliyor ve böyle bir ortamda, tabiatıyla, iki ülke arasında ekonomik işbirliği yürütmek de, mümkün olmuyor; fakat, böyle bir işbirliğini güçleştiren başka engeller de var. Ermenistan ın Türkiye toprakları üzerinde hak iddia ettiğine kısaca değindim, buna biraz açıklık getireyim.
Ermenistan Parlamentosu, 6 Aralık 1989 da aldığı bir kararla, Türkiye ile Sovyetler Birliği arasındaki 16 Mart 1921 tarihli Kars Anlaşmasını feshetmiştir. Bu anlaşma, Türkiye ile Sovyetler Birliği arasında olduğu gibi, aynı zamanda, Türkiye ile Ermenistan arasındaki sınırları da çiziyordu. Bu itibarla, Ermenistan ın bu şekilde hareket etmesi, bir nevi, Türkiye hakkında, Türkiye toprakları üzerinde hak iddiasında bulunmak için bir zemin oluşturmaya matuftur tabiatıyla; bu, göze çarpıyor. Ermeni Terör Örgütü ASALA, kuruluşunun 25 inci yılı vesilesiyle, 25 Ocak 2000 de, Erivan da, bir toplantı yaptı ve aynı zamanda, bir açıklamada bulundu ve dediler ki, orada, Türkiye deki Ermeni topraklarını geri almak için bir mücadele yapmaya hazırız, kararlıyız, bu fikrimizden dönmüyoruz. Keza, 10 Ağustos 2000 tarihinde, Erivan da, Ermenistan Millî Bilimler Akademisi tarafından, Sevr Anlaşmasının 80 inci yıldönümü sebebiyle, bir konferans düzenlendi. Bütün buralarda da yine, Batı Ermenistan üzerindeki iddialar ve Ermeni hakları dile getirildi. Şimdi, ben, size soruyorum; kendisine karşı böyle emeller besleyen bir ülkeye, Türkiye nin hoşgörüyle bakması mümkün mü.

Bir noktaya daha burada teması yararlı görüyorum. Bazı çevrelerce, Cumhurbaşkanı Sayın Demirel tarafından yapılmış olan Kafkas İstikrar Paktı Projesi çerçevesinde, Türk-Ermeni sorunlarının da halledilebileceği yolunda yorumlar yapılıyor. Bu mümkün mü; bir kere, Batılı devletlerin de üye olacakları bir Kafkas İstikrar Paktı kurulacağını düşünmek hayalperestlik. Rusya, Amerika nın ve Batılı devletlerin Kafkas İstikrar Paktı yoluyla Kafkasya bölgesine girmesine kesinlikli müsaade etmez. Ayrıca, Rusya, Güney Kafkasya daki sorunların hallini istemez. Bunun nedeni de, sorunların devamının, Moskova nın bölgedeki nüfuzunu muhafaza etmesine imkân vermesidir. Örneğin, Karabağ sorunu çözümlenirse, Erivan la Ankara yakınlaşması kolaylaşır ve Ermenistan ın Türkiye üzerinden dünyayla ekonomik bütünleşmesi gerçekleşir. Bu durumda da, Rusya, askerî bir anlaşmayla kendisine bağlamış olduğu Ermenistan ı, yani, Kafkasya daki son kalesini kaybeder. Son kalesi, ne demek bu; bunun arkasından ne gelir? Bunun arkasından, tabiatıyla, Yukarı Dağıstan, Çeçenya gelir. Böyle düşünüyor Moskova. Bu bakımdan, Güney Kafkasya daki sorunların çözülmesi, Moskova nın işine gelmez; yani, konuyu, bir de bu jeopolitik yaklaşık içinde değerlendirmek lazım.
Şimdi, Türkiye nin Ermenistan a karşı tutumuna bakalım. Türkiye, bağımsızlığına kavuşan Ermenistan ı, Azerbaycan ve Ortaasya Türk cumhuriyetleriyle birlikte tanıdı. Türkiye nin bu dönemde Ermenistan a hoşgörüyle yaklaştığını ortaya koyan birçok örnek olay var. Örneğin, 1992-1993 yıllarında, Türkiye, yeni kurulan Ermenistan Cumhuriyetine yapılan insanî yardımın Türk toprakları ve hava sahası üzerinden geçmesine müsaade etti. 1995 te, İstanbul-Erivan arasında düzenli hava seferlerine izin verildi; ama, Erivan ın sözde soykırımı kararlarını Amerikan Kongresinden geçirme çabaları, Türkiye nin bu açılımını daha genişletmesine imkân vermedi. Yani, Türkiye ile ilişkilerinin gelişmesini sabote eden bizzat Ermenistan dır.

Şimdi, bir önemli noktaya işaret edeceğim. Erivan ın, soykırımı tasarısını kongreden geçirmek istemesinin bir nedeni de, Türkiye yi Amerika dan koparma amacıdır. Son Amerika Başkanlık seçimleri öncesinde, kongreye sunulan soykırımı karar tasarısının kabul edilmesi, bir tesadüf eseri önlenebildi. Yani, tasarının gündemden çekilmesinin, düşürülmesinin gerçek nedeni, Ortadoğu da savaş rüzgârlarının esmesiydi. Şimdi, kararın geçmesi, Türk-Amerikan ilişkilerinde büyük bir yara açardı ve Türkiye nin çıkarlarına ağır bir darbe vururdu. Nasıl mı? Bunu anlamak için, Türkiye nin bugün içinde bulunduğu durumu düşünün. Türkiye nin şu anda acil uluslararası malî yardıma ihtiyacı var. Bu konuda, Türkiye nin derdine devam olabilecek bir karar da, ancak Washington da alınabiliyor. Bu durum, Türkiye nin Amerika yla stratejik ortaklık ilişkisini muhafaza etmesinin yaşamsal önemini gözler önüne seriyor. Bütün bu söylediklerim, Ermenistan ın, Türkiye nin şah damarını kesmek istediğini ortaya koyuyor. Önlemleri buna almamız lazım. Onun için, bunun altını çiziyorum. Peki, Ermenistan bunu yapabilir mi; yani, bu soykırım tasarısını geçirebilir mi; geçirebilir. Ermenistan koküsünde, Amerikan Kongresinde 54 milletvekili var. Koküs, yani, Ermenistan a her an oy verebilecek, diğer milletvekillerini de aynı zamanda buna ikna edebilecek 54 milletvekili var. Yani, Ermeniler, ellerindeki fonlarla, bunların seçim kampanyalarına çok büyük ölçüde, büyük miktarlarda yardım yapıyorlar. Bir de, bunun yanında, Yunan koküsü var; onun da 104 üyesi var. Yani, Yunanlıların da her an emrine hazır ve nazır 104 milletvekilleri var Amerikan Kongresinde. Bunların ikisi bir araya gelince, 160 ediyor. Bir de, 257 kişilik insan hakları koküsü var. Bu insan hakları koküsünde de, daima 100 kişiyi kendi taraflarına çekebiliyorlar. O zaman, çoğunluğu elde ediyorlar. Bu durumda, Ermeni karar tasarısını Ermeniler uygun bir zamanda tekrar geçirmeye deneyeceklerdir ve geçirebilirler. Binaenaleyh, bunu dikkate almamız lazım.
Şimdi, o zaman, bizim yapacağımız ne olmalı? Evet, Ermenistan a yönelik politikamızı bu gerçekler ışığında saptamamız lazım. Ermenistan Hükümeti, eğer, Diasporasına döner ve derse ki, hareketlerinizde anavatanınıza zarar veriyorsunuz, kongrede Türkiye ye düşmanlık yapmaktan vazgeçin derse, Diaspora durur. Bizim, bunu, Ermenistan a söyletmemiz lazım. İşte, Türkiye nin Ermenistan a yönelik politikası öyle düzenlenmeli ki, Erivan daki hükümet, böyle bir talimatı Diasporaya vermek zorunda kalsın. Ermenistan ın bugün içinde olduğu sıkıntılı durumu hepimiz biliyoruz. Üçbuçuk milyonluk bir ülkeyken, iki milyona düştü nüfusu. Ülkeden kaçan geri dönmüyor. 35 yaşın altındaki kişilere Ermenistan ı terk etmek veya ayrılmak imkânı verilmiyor; çünkü, geri dönmeyecekleri biliniyor.

Bu ortamda, Türkiye, Ermenistan a karşı şu önlemleri almalıdır:
Birincisi, Türkiye den Ermenistan a, İran ve Gürcistan üzerine giden 160 milyon dolarlık gıda maddeleri ihracatı durdurulmalıdır. Evet, bu bize zarar verir; ama, karşılığında ne alacağız, ne istiyoruz veya bunu yapmazsak neyi kaybedeceğiz, onu düşünmemiz lazım.,

İkincisi, Erivan-İstanbul arası uçak seferleri durdurulmalıdır. Son derece önemlidir bu uçak seferleri. Haftada iki kere Erivan dan İstanbul a uçak seferi geliyor. Bunlara bandrollü vize verilmesi durduruldu; fakat, şimdi, uçakla İstanbul a gelmek için Gürcistan a gidiyorlar, oradan vize alıp geliyorlar. Bavul ticareti.

Üçüncüsü, Erivan-Halep arasındaki uçak seferleri, Türk hava sahasından geçmektedir. Bu konuda da izin kaldırılmalıdır.

Dördüncü nokta, Amerika ve Avrupa dan Ermenistan a gelen uçaklar, Türk hava sahasından geçen iki koridordan bu ülkeye ulaşmaktadır. Türkiye, bu hava koridorlarının insanî yardım amacıyla kullanılmasını önlemelidir. İsmi insanî yardım bunun onu da belirteyim size ve bu insanî yardım Azerbaycan a yapılmıyor.

Sayın Başkan, bitiriyorum bu noktada. Şimdi, bu söylediklerime karşı çıkacak olanlar olabilir. Bu söylediklerimin hatalı olduğunu söyleyebilecek kişiler olabilir, öyle düşünenler olabilir. Ancak, ben bu görüşte olanlara şunları hatırlatırım. Türkiye, bugüne kadar, bu önlemleri almamakla, Ermenistan ın cesaretini artırmıştır. Koçoryan ın Birand ile mülakatında, Türkiye ye karşı sergilediği yüksek dozdaki küstahlık, bundan ileri gelmektedir. Aynı zamanda, Ermeni yöneticileri, Türkiye nin Amerika dan çekilmesi dolayısıyla, sözünü ettiğim önlemleri almadığına inanmışlardır. Erivan ın bu inancını kırmadan, Türkiye, Amerikan Kongresinin ve Batılı devletler parlamentolarının soykırımı kararları almalarını önleyemez. Türkiye nin Fransa ya karşı aldığı ekonomik ve ticarî önlemler, sadece kendisine zarar verir. Bundan başka bir işe yaramaz. Türkiye de Ermeni halkına karşı bir düşmanlık yoktur; fakat, Ermeni halkı, yöneticileri tarafından istismar edilmektedir. Ancak, önerdiğim önlemler sayesinde, Ermeni toplumunun yöneticilerine karşı bir baskı ortaya çıkarması söz konusu olabilir ve bu şekilde, Ermenistan, biraz önce bahsetmiş olduğum istikâmette, Ermenistan yöneticileri, Diasporaya birtakım talimatlar gönderebilirler.

Teşekkür ediyorum Sayın Başkan. (Alkışlar)

Evvela, Sayın Şükrü Elekdağ a bir iki soru var, müsaade ederseniz onu söyleyeyim, iki soru var. Tazminat ve giderek toprak talebi prosedürü nasıl gelişebilir? Sayın Elekdağ, birinci sorunuz bu.

İkinci sorunuz; Ermenistan a karşı bazı tedbirler alınmasını öneriyorsunuz. Medyada neler oluyor? Ermenistan ile sıcak ilişkileri girilmesi, Kars, Ardahan sınır illeri ticaretinin başlatılması öneriyorum. Bir TV kanalında ünlü bir işadamı -burada olmayan kimselerin ismini okumayalım efendim- bunu açıkça, ısrarla söylüyor, 2,5 milyonluk Ermenistan dan çekinmemiz yersizdir; bunlar bize muhtaçtırlar, Türkiye nin yardımlarıyla Ermenistan tampon devlet haline getirilebilir. Paranoyak milliyetçiler olmasa, halklar bu yaklaşımı gerçekleştirir. Medyadaki bu tür yaklaşımlara ne dersiniz; bizler paranoyaklar mıyız? Bu iki soru zatıâlinize efendim.

Buyurun.

ŞÜKRÜ ELEKDAĞ : Efendim, toprak ve tazminat konusuna Sayın Akarcalı değindiler ve bu konuda bazı izahat verdiler. Ben, o konuda şunları söyleyeyim: Californiya daki Ermeniler, bu konuda son derece sistemli bir şekilde çalışıyorlar. Californiya Eyaleti Senatosuna 1 Mart 2000 tarihinde sözde soykırım mağduru ve hayat sigortası sahibi Ermenilerin tazmin edilmelerini öngören bir kanun tasarısı sundular. Sonra, bu kanun tasarısını eyalet senatosunda ve eyalet asamblesinde kabul ettirdiler. Sayın Akarcalı nın sözünü etmiş olduğu bu 10 milyonluk tazminat bu çerçevede harekete geçirildi; fakat, bu, burada bitmiyor, bunlar devam edecek, yani, ellerinde bir karar var şimdi.

Diğer taraftan, Ermeni avukatlar birliğince Ermeny Observer gazetesine verilen bir ilanda, sözde Ermeni soykırımı sırasında hayatlarını kaybeden veya halen hayatta olan Ermenilerden hayat ve gayrimenkul sigorta poliçeleri ile Osmanlı Bankasında bulunan hesap bilgilerini içeren belgeleri yollamaları istendi; şimdi bunları topluyorlar. Binaenaleyh, büyük bir araştırma içindeler. Eğer Amerikan Kongresinden de bu konuda bir karar tasarısı çıkarsa, onu da muhakkak ki, müsait bir yerine, Amerikan mahkemelerinde hiç olmazsa bazı eyaletlerde Türkiye aleyhine davalar açması konusunu getirebilirler, bunları deniyorlar, bu imkânlar ellerinde. Aynı şekilde, Fransa da da bu beklenebilir. Fransa da da bir soykırımı yasası çıktı. Şimdi, bu soykırımı yasasını şu veya bu şekilde istismar etmeye, uygulamaya, buna dayanarak, bazı mahkemelerde kararlar aldırtmaya çalışacaklar.

Ermenilere karşı, medyamızda ne oluyor ve bir işadamımızın, Ermenistan ile ilişkilerin geliştirilmesi hususunda yapmış olduğu önerileri nasıl karşılıyorsunuz?
Efendim, şimdi, Ermenistan bağımsızlığını kazandıktan sonra, Petrosyan, Ermenistan Cumhurbaşkanı oldu ve Türkiye ye karşı ılımlı bir yaklaşım sergiledi. Tabiatıyla, içeriden çok başka, aynı zamanda radikal sesler geliyor; fakat, o zaman dinlediğimizde biz Petrosyan ı, şöyle düşündük: Ermenistan dan birtakım rasyonel akılcı sesler geliyor. Bu şekilde iki ülke arasındaki ilişkileri geliştirmek mümkün olur. Ermenistan ın Türkiye ye büyük ihtiyacı var. Bizim Malkara hudut kapımız açılır. Trabzon, Ermenilerin kullanacakları, arabî anlaşma uyarınca, tabiatıyla, bir liman olur, dünyayla bütünleşirler.

Ermeniler, esas itibariyle, becerikli insanlardır. O bakımdan, böyle bir gelişmeye muazzam ihtiyaçları var. Dünyayla ekonomik bakımından bütünleşmeleri, bu insanların, bu becerilerini sergilemelerini, bu potansiyeli ortaya koymalarına imkân verir diye düşündük; fakat, maalesef, bu görüş devam etmedi, radikaller, Petrosyan ı bastırdılar ve bir hükümet darbesi gibi bir şekilde Koçaryan bunun yerine geçti. Koçaryan, geldiğinden beri, Türkiye ye karşı, biraz önce belirtmiş olduğumuz şekilde hareket ediyor. Yani, o bakımdan, Ermenistan, Türkiye ye karşı toprak talebinde bulunduğu sürece, Batı, Ermenistan dan bahsettiği Sevr anlaşmasını canlı tutmaya çalıştığı sürece ve aynı zamanda, Türkiye yi dünyadan kopartmaya, daha doğrusu, Amerika dan, Avrupa dan kopartmaya çalıştıkça, izole etmeye çalıştıkça, çünkü, bütün bu faaliyetlerin arkasında bu var. Tabiatıyla, Ermenistan ile ekonomik ilişkiler kurmak ve aynı zamanda diplomatik ilişkiler kurma imkânı yok, işadamlarımızın da bunu iyi anlamaları lazım.
Teşekkür ederim.

https://sukruelekdag.wordpress.com/2001/04/

..