Ümit Özdağ etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Ümit Özdağ etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

16 Haziran 2016 Perşembe

Davutoğlu’nun Yeni Ermeni Açılımında Damat Ferit Politikasından İzleri




Davutoğlu’nun Yeni Ermeni Açılımında Damat Ferit Politikasından İzleri



Yazar: Ümit Özdağ
24 ARALIK 2013 SALI


Dış İşleri Bakanı Ahmet Davutoğlu sadece Türk dış politikasına değil, Türk milletine ve Türk tarihine zarar vermeye devam ediyor. Davutoğlu’nun zararlarının temelinde “Türk olmasına rağmen Türk olduğunun farkında olmaması” şeklinde ifade edilebilecek duruşu ve bakışı var. Türk olmasına rağmen Türk olduğunun farkında olmamanın nedeni ise Davutoğlu’nun siyasallaştırılmış dini görüşü. Bu görüşe yakın olanlar “ Milliyetsizleşiyorlar ”  veya “ Vatansız Müslümanlık ” diye ifade edebileceğimiz bir sürecin parçası haline geliyorlar. Prof. İsmail Kara, "Türkiye İslamcılığının en büyük zaafı ve handikapı enternasyonalizm ve ümmetçilik üzerinden kendi toprağına yabancılaşmasıdır" diyerek konuyu biraz daha entelektüel bir şekilde ifade ediyor. Aslında 12 Eylül öncesinde Türk Milliyetçiliğinin siyasileştirilmiş din için yapmış olduğu “bunlar karpuz gibi, dışı yeşil içi kızıl” tespiti, milli kimliksiz İslamcıların milliyetsizliğini çok açık bir şekilde ortaya koyuyordu.

         Kendisi Karamanlı bir Türkmen olmasına rağmen yarısı Türkmen olan Halep’ten bahsederken, bu kenti bir Arap kenti olarak tanımlaması, bilgisizlikten değil,  Davutoğlu’nun yukarıda bahsettiğimiz “milliyetsiz”likten kaynaklanan dış politik yaklaşımının sonucudur. (Bu açıklamasından dolayı Sabah gazetesinde Hasan Celal Güzel Davutoğlu’nu sert bir şekilde eleştirmişti.) Davutoğlu’nun milliyetsiz dış politikasını “milli kültür kaynaklarından ve Türkolojinin temel verilerinden” yoksun olmakla yargılayan Prof. Dr. Kemal Üçüncü, “Davutoğlu nerede yanıldı?” başlıklı makalesinde odatv.com’da milliyetsizliğin kültürel temellerini de açıklıyor.

          Tabii, milliyetsiz bir yaklaşımın temel hesaplaşma alanı da Türk Milliyetçiliğidir. 17 Eylül 2012’de Hürriyet gazetesine verdiği demeçte Davutoğlu Milliyetçiliğin Avrupa’da feodalite zemininde bölünmüş olan toplulukları birleştirdiği için Avrupalılar için olumlu olduğunu ifade ettikten sonra  “Bizde ise tarihten gelmiş organik yapıları dağıtarak geçici ve suni karşıtlıklar ve kimlikler ortaya çıkardı. Hepimizin bu ayrıştırıcı (milliyetçi diye okuyun) kültürle hesaplaşma zamanı geldi” demektedir. Davutoğlu’na göre Türk milliyetçiliği ile hesaplaşılmalıdır. Türk Milletinin yerine “kadim millet” diye tanımladığı millet almalıdır.  


          Ahmet Davutoğlu’nun Türk Milliyetçiliğine saldırıları şu şekilde devam ediyor: "İttihat ve Terakki'nin imparatorluğu bölen tekilci ulusçuluğuna; buna tepki gözükmekle birlikte aslında Lawrence'in planlarının bir parçası olan Arap ulusçuluğuna; Dersim'de suçlu masum ayrımı yapmadan kendi halkına zulmeden CHP ulusçuluğuna; 12 Eylül'de hapishanelerdeki işkencelerle devletin bekasını garanti altına aldığını zanneden ama PKK'yı hortlatan 12 Eylül ulusçuluğuna; haklarını savunduklarını iddia ettikleri Kürt kardeşlerimizin yaşama hakkını yok sayan otoriter PKK ulusçuluğuna karşı çıkıyoruz." Davutoğlu, bu açıklaması ile Enver Paşa ve Ziya Gökalp’i Atatürk ve Mareşal Çakmak’ı, Öcalan ile ayni kefeye koyuyor.


        Tabii milliyetsiz bir çıkış noktasından hareket eden bir dış politikanın “pro-aktif” zemine oturması çok kolay.Büyükelçi Süha Ümar, “Kardeşim Davutoğlu yazısında “Pro-aktif dış politika”, “ Siz istemeseniz de ben vereceğim!” demenin Arapçası mı?” diye sorarken bu hususu önplana çıkarıyor. “Sıfır sorun” noktasından hareket ederek, milliyetsizlikten hareket ile mezhepçilik zeminine oturan Türk dış politikası, “düşmanımın düşmanı dostumdur” ilkesinin hakim olduğu Ortadoğu’da bile “düşmanımın düşmanı da benim düşmanımdır” noktasına kayıyor ve modern tarihte ilk kez bir ülke, Türkiye hem İsrail hem Suriye ile düşman olma “başarısını” gösteriyor.  

         Bu genel girişin amacı, makalenin adında da ortaya konulan Davutoğlu’nun ikinci Ermeni açılımını değerlendirmek. ABD Başkanı Obama’nın Türkiye ziyaretinde TBMM’de yaptığı konuşmada “çözün” dediği “Ermeni meselesi” bu ziyaretten sonra başlayan Ermenistan ile diyalog sürecinde çözülmeye başladı. 2015 yaklaşırken, Türkiye’nin kendisini savunması için gereken önlemleri almayan Davutoğlu, stratejisini işgalci ve soykırımcı Ermenistan ile yakınlaşarak Ermeni diasporasının saldırılarını durdurma üzerine kurdu. 2009’da işgalci ve soykırımcı Ermenistan ile pro-aktif yaklaşım ile gerçekleştirilmeye çalışılan uzlaşma süreci, Azerbaycan’ın haklı karşı çıkışı üzerine geri adım atan Davutoğlu, Ermenistan’ın da anlaşmaları netice olarak kabul etmemesi üzerine Birinci Ermeni Açılımı sürecini kapatmak zorunda kaldı.




           Davutoğlu, şimdi ikinci Ermeni Açılımı sürecini başlatmış bulunuyor. Daha Ermenistan yolunda yaptığı “İttihat ve Terakki’nin yapmış olduğu gayri insani tehcir politikasını benimsemek mümkün değildir” diyerek, Türk tarihine yönelik saldırısı ile Damat Ferit çizgisine düşmektedir. Davutoğlu’nun İttihat ve Terakki’yi hangi şartların zorladığını bilecek kadar tarih bilen bir akademisyendir. Bir ölüm kalım savaşına giren devleti arkadan vurmamaları için Ermeni politikacılara nasıl ricalarda bulunulduğunu ve buna rağmen Ermeni çetelerin Rus ordusu ile birleşerek Türk Ordusunu ve Türk coğrafyalarını arkadan vurduğunu Davutoğlu bilmek zorundadır. Buna rağmen böyle bir açıklama yapmak, her şeyden önce Ermeni çetelerinin katlettiği binlerce kadın, erkek, çocuk şehitlerimizin ruhlarına yapılmış bir saldırıdır. Aynı zamanda reel politika açıdan da tavizkar bir tutumun daha uçak Erivan’a inmeden Ermeni tarafına sergilenmesidir. Öte yandan Ermeni tarafı tavizsiz bir şekilde “soykırımı tartışmam” dahi noktasında diretmektedir. Davutoğlu’nun tavizkar duruşundan cesaret alan Ermeni tarafı, Davutoğlu’nu sözde soykırım anıtını ziyaret etmeye davet etmektedir. Bütün bunlardan daha vahim olanı, Davutoğlu’nun “İttihat ve Terakki’nin yapmış olduğu tehcir gayri insani idi” yaklaşımının “Ermeni sözde soykırım“ iddialarını kabul yoluna girişin emaresi olarak görülebileceğidir. Devlete karşı bir ayaklanmanın bastırılmasından başka hiç bir niteliği olmayan ve doğru olan Dersim isyanının bastırılmasını “suçmuş” gibi gösteren bir zihniyetin “Ermeni soykırım” iddialarını “Biz yapmadık İttihat ve Terakki yaptı” şeklinde Kabul etmesi hiç akla uzak gelen bir ihtimal değildir. Milliyetsizlik Türkiye’yi bir felakete doğru sürüklemektedir.
http://www.21yyte.org/ sitesinden 16.06.2016 tarihinde yazdırılmıştır



http://www.21yyte.org/tr/arastirma/milli-guvenlik-ve-dis-politika-arastirmalari-merkezi/2013/12/24/7347/davutoglunun-yeni-ermeni-aciliminda-damat-ferit-politikasindan-izler

2 Haziran 2016 Perşembe

Başbakan Erdoğan’ın Ermeni Mesajı





Başbakan Erdoğan’ın Ermeni Mesajı 


21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü Araştırmaları Merkezi

24 Nisan 2014 Perşembe
Başbakan Erdoğan’ın Ermeni Mesajı 
Ümit Özdağ tarafından yazıldı.             

AKP Hükümeti’nin 2015 yaklaşırken, Ermenilerin bütün dünyada yapılacak Ermeni propagandasına karşı hiçbir önlem almadığı ilgili bürokratik makamlar tarafından şikayet edilerek dile getirilmekteydi. Bu durumun nedenini, 22 Nisan 2014’de  www.21yyte.org ’dayayınlanan 2014 Türkiye: Küresel, Bölgesel ve Ulusal Jeopolitik Değerlendirme başlıklı yazıda şu şekilde izah etmiştik: “Türkiye’nin Ermeni psikolojik savaşı ile mücadele konusunda strateji yoksunluğu ve hazırlıksızlığı ciddi dış politik sorunları da beraberinde getirebilir. Ankara’nın hazırlıksızlığının da bir politika olduğunu düşündürecek gelişmeler vardır. AKP Hükümetinin 2013’de Tehciri kınayan açıklamaları, derinden gelişen “Biz değil, İttihatçılar yaptı” söylemi 2015’de genel seçimlerden sonra Ankara’nın Ermeni soykırımı iddialarını “yumuşak geçiş” ile kabul etme ihtimalinin olduğunu göstermektedir.”           
Bu tespitin açıklanmasından bir gün sonra Başbakan Erdoğan Ermenilerden özür dileme niteliğinde yaptığı açıklama tespitimi doğrular niteliktedir. Bir süreden bu yana AKP Hükümeti ve hükümetin entelektüel zemini 

Ermenilerin sözde soykırım iddialarını kabul edebilecekleri bir zemin arayışı içindeler. Dış İşleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun açıklamaları da bu zemini 
temsil etmektedir. Bu arayışın zeminlerinden birisi de Dış İşleri Bakanlığı’nın teşviki ile Ankara’daki bir üniversitenin “ Ermeni Meselesinde Yeni Arayışlar ” 
başlığı ile bir panel organize etmesiydi.                   

AKP Hükümeti’nin Ermeni meselesinde de “ezber bozarak” Erivan ile Azerbaycan’ı küstürmek pahasına girdiği müzakere süreci başarısız olunca, 2015 yaklaşırken Başbakan Erdoğan’ın içinde olduğu yeni arayışın ilk sonucu 23 Nisan 2014’de Ermenilere tehcirin yıldönümü vesilesi ile örtülü özür dilenmesi ile ortaya çıktı. Erdoğan mesajında, "Her din ve milletten milyonlarca insanın hayatını kaybettiği I. Dünya Savaşı esnasında, tehcir gibi gayr-ı insani sonuçlar doğuran hadiselerin yaşanmış olması, Türkler ile Ermeniler arasında duygudaşlık kurulmasına ve karşılıklı insani tutum ve davranışlar sergilenmesine engel olmamalıdır" dedi.   
          Başbakan Erdoğan’ın tehcir ile ilgili dolaylı özrü Dış İşleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun 12 Aralık 2013’de Erivan’da katıldığı ve kapının önündeki 
protestolardan dolayı otelin arka kapısından girdiği Karadeniz İşbirliği Örgütü toplantısı vesilesi ile yaptığı açıklama ile birlikte düşünülmelidir. Davutoğlu 
bu açıklamasında  “İttihatçıların yaptığı şey doğru bir olay da değil, gayri insanidir. Tehciri hiçbir zaman benimsemiyoruz. Ama alıp da o tehcirden geriye 
doğru tarihi yazınca bu sefer bu taraftakiler de Ermeniler tamamen vatana ihanet eden dolayısıyla da tehciri hak etmiş bir kitle olarak gören bir kolektif bilinç oluşuyor” diyerek, İttihatçılardan adeta NAZİ’lerden bahseden Federal Almanya Dışişleri Bakanı gibi bahsetmiştir.[1] Başbakan Erdoğan ve Dış İşleri Bakanı Davutoğlu’nun tehcir için “gayri insani” kavramını kullanmış olmaları bir tesadüf değil, yeni bir siyasettir.   

Sadece Davutoğlu’nun Erivan’da yaptığı bu açıklama doğru dürüst bir devlet mekanizmasının çalıştığı bir ülkede bir dış işleri bakanının istifasını getirmelidir. Ancak bu cümle öylesine söylenmiş bir cümle değildir. Zihin dünyasında İttihat ve Terakki ile PKK’yı bir tutan bir Dışişleri Bakanı’nın “Ermeni soykırımını biz yapmadık, İttihatçılar yaptı” demesi hiç de zor değildir. Bu yaklaşımın Türkiye’nin Ermeni sözde soykırım iddialarına yönelik politikasına adım adım hâkim olduğu görülmektedir.  
          Başbakan Erdoğan, 1915 olayları sırasında hayatını kaybeden diğer Osmanlı halklarından ayırarak, Ermeni halkına ayrıca taziye dileklerini 
iletmiştir.  Erdoğan şöyle demiştir: "Kadim ve eşsiz bir coğrafyanın benzer gelenek ve göreneklere sahip halklarının, geçmişlerini olgunlukla 
konuşabileceklerine, kayıplarını kendilerine yakışır yöntemlerle ve birlikte anacaklarına dair umut ve inançla, 20. yüzyılın başındaki koşullarda hayatlarını 
kaybeden Ermenilerin huzur içinde yatmalarını diliyor, torunlarına taziyelerimizi iletiyoruz."  
        Başbakan Erdoğan, Ermeniler tarafından gerçekleştirilen ayaklanmalarda katledilen Türklerden bahsederken Türk Milleti yerine, Osmanlı kavramına vurgu yapmıştır. Erdoğan şöyle demiştir: "Aynı dönemde benzer koşullarda yaşamını yitiren, etnik ve dini kökeni ne olursa olsun tüm Osmanlı vatandaşlarını da rahmetle ve saygıyla anıyoruz.”
            Başbakan Erdoğan’ın  "Osmanlı vatandaşı" vurgusunu birkaç 
tekrarladığı görülmektedir: "Osmanlı İmparatorluğu’nun son yıllarının hangi din ve etnik kökenden olursa olsun, Türk, Kürt, Arap, Ermeni ve diğer milyonlarca 
Osmanlı vatandaşı için acılarla dolu zor bir dönem olduğu yadsınamaz."           
   Başbakan Erdoğan'ın mesajında, yine Türk Milleti kavramı yerine "Osmanlı vatandaşlarına" diyerek acıların yarıştırılamayacağından bahsetmiştir. Erdoğan, 
"Adil bir insani ve vicdani duruş, din ve etnik köken gözetmeden bu dönemde yaşanmış tüm acıları anlamayı gerekli kılar. Tabiatıyla ne bir acılar 
hiyerarşisi kurulması ne de acıların birbiriyle mukayese edilmesi ve yarıştırılması acının öznesi için bir anlam ifade eder. Atalarımızın dediği gibi ‘ateş düştüğü yeri yakar’. Osmanlı İmparatorluğu vatandaşı herkes gibi Ermenilerin de o dönemde yaşadıkları acıların hatıralarını anmalarını anlamak ve paylaşmak bir insanlık vazifesidir" demiştir.
             Erdoğan, Türklerin acılarını Osmanlı kavramı içine gömer yanına Kürt ve Arap diyerek önemsizleştirirken, (tabii ki Kürt aşiretleri de Ermeni saldırılarından nasiplerini almışlardır. Ancak Ermenilerin saldırılarının esas hedefi silahlı Kürt aşiretleri değil, erkekleri askere gitmiş olan yerleşik Türkler olmuştur.)  
Ermenileri bir millet olarak ön plana çıkarmıştır. Mektupta Türklere yönelik katliamlar için Ermenilerin duyması gereken üzüntü ve dilemesi gereken özür 
konusunda en ufak bir ima yoktur. Bu mektup kapsamlı ve Ermeni tezlerini etkisiz hale getirmeyi planlayan bir stratejinin parçası değil, Kıbrıs’ta ve PKK ile 
müzakerelerde olduğu gibi 2014-2015 sürecinde verilecek üç temel tavizin Ermeni ayağının göstergesidir.              
      ABD Başkanı Obama 6 Nisan 2009’da TBMM’de yaptığı konuşmada Ermenistan ile sorunlarınızı çözün, Kürtlerin haklarını verin ve Barzani ile ilişkilerinizi düzeltin, Heybeliada Ruhban Okulu’nu açın mesajlarını vermişti. Heybeliada Ruhban Okulu yakında açılacak. PKK ile müzakereler ilerliyor. Ermenistan süreci dün yapılan açıklamadan sonra görüldü ki ilerliyor. Kıbrıs konusunda Annan Planı ile toprak vermeye hazır olduğunu gösteren (Ege’de 2004’de Yunan işgaline giren Türk adalarından hiç bahsetmiyorum) AKP Hükümeti, Yunan-Rum direnişinden dolayı 2004’de veremediğini 2015’de fazlası ile vermeye hazırlanıyor.


[1] http://www.hurriyet.com.tr/dunya/25346260.asp


Uzman Hakkında Ümit Özdağ
uozdag61@gmail.com
Takip et: @umitozdag 

18 Ocak 2015 Pazar

TUNCELİ DE NELER OLDU 1


TUNCELİ DE  NELER VE NEDENLER NASIL OLDU




Tunceli’de Ne ve Neden Oldu?
Ümit Özdağ tarafından yazıldı.

Sunuş

Tunceli’de dönemin PKK’sı devletin milletin ve Tunceli halkının büyük bir bölümünü oluşturan uysal, sakin, devlete saygılı ve ülkeye bağlı 
aşiretlerinin başına beladırlar. 
Erzincan ve Elazığ’ın köylüleri Tunceli’den civar köylere saldıran ve talan eden aşiretlerin şirretliğinden bıkmış ve bezmişlerdir. 
Bu şirretlik takriben 100 seneden bu yana devam etmektedir. Tunceli coğrafyasının sağladığı avantajı kullanan soyguncu aşiretler devletin nizamı 
sağlamak üzere düzenlediği askeri hareketlerden defalarca kaçarak askeri önlemleri defalarca etkisiz hale getirmişlerdir. Bu aşiretler, 
Birinci Dünya Savaşı’nda Türk Ordusunu Rus Ordusu ile anlaşarak arkadan vurmuşlardır. Bu aşiretlerin derdi ne Zazalık ne de Kürtlüktür. 
Soyut bir politik ülküyü temsil etmekten uzak, çapulculuk ile yaşayan sürülerden bahsetmekteyiz.

Bu düşmanla işbirliği yapanların yanında İstiklal Harbi’nin başında Mustafa Kemal Paşa’ya göğüslerini siper eden aşiretler de vardır, 
onların vatanperver liderleri de. Onların çocukları aramızda yaşıyor. Evimin olduğu caddede bir dükkan var. Dükkanın sahibi Tunceli Nazimiyeli. 
Her görüşünde sokağa fırlar, “Allah razı olsun hocam dün akşam seni dinledik. İçimize su serptin. Bölücülerin canını okudun” der. 
Ya da ben Tunceli’ye gidince kahvehanede etrafımda toplanıp Türkiye’nin ve Türk Milliyetçiliğinin sorunlarını tartışırlar. 
Sonra ellerinde Kaleşnikofları ile dağlara korucu olarak görev yaptıkları yerlere giderler.

Bu azgın aşiretler Türkiye Cumhuriyeti yönetiminin de aynı Osmanlı Ordusu gibi bir iki kere gelip sonra bıkacağını, 
Tunceli ve çevresini kendi azgınlıklarına terk edeceklerini düşünürler. Ankara, bölgeye birçok nasihat heyeti yollar. 
Kendilerine defaatle uslanmaları için nasihat edilir. Dinlemezler. Bu arada devlet, Tunceli ve çevresinde aşiret yapısını dağıtmak, ekonomik 
gelişmeyi sağlamak amacı ile hukuki düzenlemeler üzerinde çalışır. Nihayet “Nasihat ile uslanmayanı etmeli tekdir, tekdir ile uslanmayanın hakkı 
kötektir” atasözünde olduğu gibi 1937’de hakkı kötek olan aşiretler gereken dersi almışlardır. Bu yazıyı, son günlerde yine televizyonlarda 
Türk Milleti, Türk devleti ve Türk Ordusuna yönelik ağır saldırıların başladığı bir ortamda yalan ve dolana karşı derledim. 
Yazının orijinal bir analiz olma iddiası yoktur. Sadece kimin ne yaptığını bilelim diye derlenmiştir.     

       Giriş

Anadolu’nın coğrafi olarak merkezine yakın bir noktada olan Tunceli coğrafyası, Osmanlı-Safevi ilişkilerinin Yavuz-İsmail Döneminde yaşadığı 
çatışmaların gerçekleştiği 1570’lerden bu yana önce Osmanlı devleti sonra Türkiye Cumhuriyeti için bir güvenlik sorunu olmuştur. 
Bu hususu Zaza milliyetçisi Ebubekir Pamukçu şu şekilde ifade etmektedir: “Dersim’in Zazaları XVI. yüzyıldan bu yana merkezi otoriteyle 
çatışma durumlarını Cumhuriyet’ten sonra da sürdürdüler.”[1]

Tunceli sert ve zor bir coğrafyada yaşayan aşiretler, coğrafyadan istifade ederek devlet otoritesinin bölgelerine girmesini engelledikleri gibi, 
bölgelerinin tarım ve hayvancılığa izin vermemesinin sonucunda geçim kaynağı haline getirdikleri sistematik vurgun ve soygunlarla sadece 
Tunceli’yi değil, Bayburt, Eğin, Kangal ve Sivas’a kadar uzanan bir coğrafyayı 1930’lara kadar güvensiz hale getirmişlerdir.[2]

Bu konuda E. Pamukçu’nun Dersim’de merkezileşmiş ve bütün komşu coğrafyaları terörize eden sistematik soygun sistemi ile ilgili şu ifadeleri 
çok önemlidir: “Fakat Dersim’in Zazaları, Dersim’in coğrafik yapısının sağladığı avantajını da kullanarak Türk-Kürt birliklerinin Dersim’e girmesine 
engel oldular. Böylece Dersim, Osmanlı sınırları içinde Osmanlıdan bağımsız bir bölge durumuna geldi…Dersim’in bu statüsü, küçücük bir bölgede 
de olsa Zaza hakimiyetinin simgesi olması bakımından önemlidir. Ama bu statü, halkımıza çok pahalıya mal olmuş, yüzyıllarca süren bu yalnızlığın 
sonucu olan yoksulluk bölgeyi kasıp kavurmuş, bu olumsuzluk da dinsel kurumların yozlaşması, aşiret kavgalarının yaygınlaşması ve 
soygunculuğun kurumsallaşması sonucunu getirmiştir…Bir çok aşiretin soygun kolları vardı. Bir soygun kolu da katırcılar, toplayıcılar, 
gözcüler, nişancılar gibi, bir soygun seferinde ayrı ayrı görev yapan kişilerden oluşuyordu. Yılda birkaç kez çevre illere yapılan baskınlarda ele 
geçirilen soygun ganimetleriyle aşiretin bir yıllık geçim yükü hafifletilmeye çalışılıyordu.Belirli aşiretlerin kendilerine ait soygun bölgeleri ve kendi 
denetimlerinde soygun yolları vardı. Bu yollar doğuda Kığı, batıda Arapkir ve Kemaliye, kuzeyde Kemah ve Erzincan’a dek uzardı.”[3]

Eski adı Dersim olan coğrafya, Batıda Kemaliye ve Ilıç Vadisine  Kuzeyde Erzincan ve Gümüşhane hudutlarına, Doğuda ise Kığı ve 
Bingöl topraklarına dayananan, Güneyini Murat Suyu’nun kestiği geniş bir alanı kapsamaktadır.[4] Munzur Suyu Dersim’i ikiye bölmektedir.
Mazgirt ve Nazimiye Doğu Dersim, Hozat, Çemişgezek, Çarsancak, Pertek, Ovacık ise BatI Dersim olarak adlandırılmıştır.[5]

Dersim’de irili ufaklı 91 Aşiret yaşamaktadır.[6] Bu Aşiretler etnik kimliklerine göre Zaza, Türkmen, Kürt şeklinde tasnif edilirler. 
Zaza ve Türkmenlerin çok büyük bir bölümünü Aleviler oluşturmaktadır.Ayrıca Dersim’de dikkate değer bir Ermeni nüfus olduğu da bilinmektedir.
[7] 1935’de yapılan sayıma göre bugün ki Tunceli sınırları içinde 107.732 kişi yaşamaktadır.[8]   

Tanzimat sonrasında Anadolu’da idari birliği sağlamak isteyen Osmanlı Devleti 1860’dan itibaren Dersim bölgesinde de devlet düzenini sağlamak 
amacı ile yıkıldığı tarihe kadar bir çok girişimde bulunmuştur. 1863’da Erzurum Müşiri Samih Paşa’nın Dersim’de gerçekleştirmek istediği 
bayındırlık hizmetlerine direnç gösterilmiştir. 1860 ve 1877’de devletin Hozat ve Mazgirt’te birer kışla yaparak güvenliği sağlama ve Dersim’e 
nüfuz etme girişimi de Dersim’in derebeylerinin tepkisi ile karşılaşmıştır.[9]

 Osmanlı Devletinin Dersim’de hakimiyet kurma çabalarından rahatsız olan Dersim derebeyleri 1877-78 Türk-Rus Harbinde Ruslara yardım vaat 
etmiş, Hozat ve Mazgirt’teki kışlalardaki askerler Rus Ordusu üzerine sevk edilince kışlaları basmış ve imha etmişlerdir. Hatta bazı Dersim aşiretleri 
bütün Erzincan bölgesini denetim altına almak isteyince Osmanlı Devleti Ali Şefik Paşa komutasındaki bir heyeti Dersim’e “tedip” amacı ile yollamış 
fakat sonuç alamamıştır.[10]

1893-1905 arasında da Dersim ve çevre coğrafyasında Dersim’den kaynaklanan akınlardan dolayı büyük huzursuzluklar çıkmıştır. 
Dersim aşiretleri özellikle Elazığ ve Malatya üzerinde denetim kurmaya çalışmışlardır. 1896’da Müşir Zeki Paşa Dersim’den kaynaklanan fitneyi 
bastırmakla görevlendirilmiştir. Müşir Zeki Paşa, olayları denetim altına almayırı başarmıştır.[11] 1903’de dersim Mutasarrıfı Celal Bey, 
bölge için bir islahat raporu hazırlamıştır.[12] 1905’de Dersim’de tekrar huzursuzluk çıkmıştır. İstanbul önce huzursuzlukları bastırmak için bir 
ordu yollamayı düşünmüş fakat sonra Harput Valisi’nin isteği üzerine vazgeçmiştir.[13]     

1907’de  Kureyşan aşiretinin Kığı’nın köylerini ve Kemah ile Çemişkezek’i basması üzerine Harput’tan Neşet Paşa komutasındaki bir birlik 
Dersim’e yürüyerek eşkıya güçlerini dağıtmış ve Dersim Komutanı ünvanı ile Hozat’a yerleşmiştir.Ancak eşkiyaların tam anlamı ile ezilmemesi 
eşkıya aşiretleri cesaretlendirmiş, aynı sene içinde Ermenilerin de destek ve kışkırtması ile Koçuşağı, Şamuşağı, Resin aşiretleri Kemah ve 
Erzincan’a akınlar düzenlemişlerdir.[14]

Bunun üzerine 4. Ordu Komutanı Müşir Zeki Paşa İstanbul’dan daha etkili bir harekat için izin istemiştir. Karaballı, Ferhatuşağı ve Resik 
Aşiretlerinin gerçekleştirdiği ve liderliği Dersim’in dini liderlerinden Yukarı Abbas Uşağı Aşiretinin Şeyh Hasanlar kolundan Seyit Rıza’nın yaptığı 
talanlar üzerine 1908’de Neşet Paşa aldığı takviyelerle aşiretler üzerine bir harekat yapmıştır. Harekat başarılı olmamıştır.[15] 

Neşet Paşa’da İstanbul’a sadece askeri önlemler değil, islahat önlemleri alınması gerektiğini belirtmiştir. 1908’in sonunda bir kez daha bu kez 
Haydaranlılar üzerine askeri harekat düzenlenmiştir.[16]



       Birinci Dünya Savaşı

Birinci Dünya Savaşı’nın başlaması ile Dersim’de gerginlik başlamıştır. Gerginliğin merkezi Ferhat Uşağı Aşireti olmuştur. 1916’da Halit Bey 
komutasındaki bir bir nizamiye taburu Ferhat Uşağı Aşireti  üzerine sevk edilmiştir. Pivank Aşiretinin de arasında olduğu bazı aşiretler ise Elazığ 
üzerine yürümüş, Mazgirt, Pertek ve Çarsancak’ı basmışlardır. Hozat’ta aralarında Bahtiyarların olduğu bazı aşiretler ayaklanmıştır.
Kırganlılar ve Arıllı Aşireti ise Nazimiye ve Mazgirt’i talan etmiştir.[17] Aşiretlerin bu ayaklanmaları Rus Ordusu ve Ermeniler tarafından teşvik 
edilmiştir.[18]

Ancak Rus Ordusu ile birlikte Pülümür’e giren Ermenilerin katliamlara başlaması üzerine aşiretler Rus Ordusuna karşı savaşmaya başlamışlar ve 
Rusların Dersim’i ele geçirmesine engel olmuşlardır.[19]



    İstiklal Harbi   

Mondros Mütarekesi ile birlikte Kürt Teali Cemiyetinin öncülüğünü yaptığı bölücülük ve ihanet komplosu Dersim’i de kapsayan alanda başlamıştır. 
Baytar Nuri ve Alişir, Dersim bölgesindeki komplonun yürütücüleri olmuşlardır.[20](Bu komplonun önemli bir parçası da İngiliz Binbaşı Noel’dir.[21]  
Öte yandan 19 Mayıs 1919’da Samsun’a çıkan Mustafa Kemal Paşa, Erzurum Kongresinden sonra Sivas’a geçerken Ferhat Uşağı Aşiretine mensup 
3000 kişi Diyap Ağa’nın liderliğinde Erzincan boğazında güvenlik önlemi alarak, Mustafa Kemal Paşa’ya karşı kurulmak istenen tuzağı boşa çıkarırlar.(s….)

Mustafa Kemal Paşa ise Dersim’in önde gelenlerinden Alişan Bey ile görüşerek, Dersim aşiretleri ve Koçgiri Aşiretinin milli mücadeleye desteğini istemiştir.[22]



     Koçgiri İsyanı, (Ekim 1920-17 Haziran 1921)

Koçgiri Aşireti, Sivas civarında, Dersim’in Hozat ilçesine komşu coğrafyada beş büyük kabileden oluşan ve 135 köyde yaşayan Kürtçe konuşan Türkmen 
kökenli bir Alevi aşiretidir.[23] Koçgiri Aşiretinin liderleri Alişan ve Haydar beylerdir. Haydar Bey, Mondros Mütarekesi sonrasında 
Kürt Teali Cemiyetine girmiştir. Mart 1920’de Koçgiri Aşireti üyesi Alişir, Ovacık ve Hozat’ta Kürtçü propagandaya başlamıştır.[24] 

Yunan askeri istihbaratı tarafından desteklenen bu ilk çalışmaları Zara ilçesinde ve Sivas’in diğer bölgelerinde karakolların basılması ve cephane 
sevkiyatının engellenmesi izlemiştir.[25] Ankara, gelişmeleri kontrol etmek için Koçgiri Aşireti reisi Alişan’ı Refahiye Kaymakamlığına, 
Haydar’ı ise İmranlı Müdürlüğüne atar.[26]

Bu sırada Alişir, Ekim 1920’de Kemah’ta 150 kişi ile baskın ve soygunlara başlamıştır.Öte yandan Refahiye kaymakamlığına atanan Alişan Bey, 
100 kişi ile Ovacık’a gelir, oradan yanına bazı aşiret reislerini alarak Hozat’a geçer ve orada Kürdistan’ın bağımsızlığı için mücadele etme amacı ile 
bir yemin töreni düzenler.[27] Meşruiyet döneminde Ermenilerle işbirliği yapan ve Taşnaksutyün Komitesine üye olan Seyit Rıza bu toplantıya  
katılan aşiretlere güvenilmeyeceği gerekçesi ile katılmamıştır.[28] Hozat toplantısından sonra Ankara Hükümetine bir muhtıra verilerek, 
“Kürdistan’a özerklik” talep edilir.[29]

Ankara, zaman kazanmak amacı ile Elazığ’dan Dersim’e bir heyet yollar. Bu heyet isteklerin kabul edileceğini bildirir. 
Bunun üzerine batı Dersim Aşiretleri Ankara’ya bir telgraf çekerek “eğer Sevr şartları uygulanmaz ise silahlı mücadeleye başlayacaklarını” açıklarlar.
 Bu sırada Dersim’in önde gelen Aşiretlerinden Ferhat Uşaklarından Diyap Ağa ve ..Aşiretinden Meço Ankara’ya milletvekili olarak davet edilmişlerdir. 
Dersimliler, bu milletvekillerinin kendilerini temsil edeceğine inanmışlardır.[30]

Bu sırada dersim üzerinde etkisini artıran Seyit Rıza Dersim merkezini işgal ederek Ankara hükümetine bir telgraf çekmiş ve Diyap ve Meço Ağaların Dersim’i 
temsil etmediklerini Dersim’in bağımsız Kürdistan istediğini, Kürdistan’ın ancak konfederasyon ile Ankara ile birleşeceğini açıklamıştır.[31]

Bu arada Koçgiri aşiretinin isyanı gelişmiş ve yayılmaya başlamıştır. İsyancılar İmranlı civarındaki Türk köylerinde büyük bir katliam yapmışlardır.[32]  
10 Mart 1921’de hükümet Erzincan Sancağı, Sivas’ın Divriği ve Zara kazalarında sıkıyönetim ilan etmiştir. İsyancılar ise 12 Mart’ta Kemah 
civarındaki Türk köylerinde katliam yapmış, 13 Mat’ta Erzincan’ı yağmalamışlardır.[33] 13 Mart 1921’de 
Sakallı Nurettin Paşa Merkez Ordusu Komutanı olarak Koçgiri Aşiretinin ve Dersim’den gelerek isyana katılan aşiretlerin isyanını bastırma görevi 
vermiştir. Merkez Ordusu, 11 Nisan 1921'de isyanı bastırma harekatına başlamıştır.[34]

26 Mart 1921’de isyancılar Pülümür aşiretlerinden yardım istemiş iseler de aşiretler Ankara’nın yanında yer almışlardır.[35] 

Bu sırada Dersim aşiretlerinden Beytan Aşireti Kemah’ı, Seyit Rıza’nın telkini ile Aşuran Aşireti ise Erzincan’ı tehdid ederek, Koçgiri Aşiretine destek 
vermişlerdir. Merkez Ordusu, 27 Nisan-24 mayıs 1921 tarihleri arasında isyancılarla 15’den fazla çatışmaya girmiş, 500’den fazla isyancı 
öldürülmüştür.[36]

Merkez Ordusu, Sivas’ta isyancıları bastırınca bir çok isyancı unsur aileleri ile Dersim’e çekilmişlerdir. Dersim aşiretleri ise 21/22 Mayıs gecesi 
Kemah ve Ilıç’ı basarak isyanı sürdürmüştür. Nureddin Paşa, Ovacık merkezli olarak Dersim’e yönelik sert bir harekatı savunmuş, 
fakat hükümet bu teklifi kabul etmemiştir.  30 Mayıs’ta Dersim’den 500 kişilik bir güç Koçgiri Aşiretine yardım için Sivas’a gelmiş ve 2 Haziran’da 
Merkez Ordusu birlikleri tarafından mağlup edilmiştir. Bu mağlubiyet üzerine Alişan Bey 17 Haziran 1921’de teslim olmuştur.[37]

Koçgiri Aşiretinin mağlubiyetinden sonra Seyit Rıza ve Alişir, Dersim’de aşiretleri bir kez daha isyan için bir araya getirmişler ise de başarılı 
olamamışlardır. Birkaç aşiretin saldırısı Merkez Ordusu tarafından ezilmiştir. Mustafa Kemal Paşa,  Seyit Rıza’dan sükünetin muhafazasını rica 
etmiştir. 1922’de Dersim, Mamuretül Aziz Vilayetinden ayrılarak il yapılmıştır.[38]



        Cumhuriyet Döneminde Dersim

Cumhuriyet döneminde de Dersim yüz yıllardan bu yana muhafaza ettiği devlet içinde bağımsız bölge konumunu sürdürmek istemiştir. 
E. Pamukçu, 1921 Koçgiri yenilgisinden sonra Dersim aşiretlerinde Zazalık bilincinin geliştiğini İstiklal Savaşından sonra Ankara’nın 
Dersim’e yönelik önlemler alacağını anladıklarını ileri sürmektedir. Bundan dolayı, aşiretlerin birleşme çabaları olmuş; fakat aralarındaki 
ihtilaflardan dolayı başarısız olmuşlardır.[39]

Seyit Rıza, Dersim’in lideri iddiası ile Cumhuriyet rejimine her vesile ile meydan okumaktadır. Daha 1924 yılında Halk Fırkası Dersim 
milletvekilliğine Feridun Fikri Bey’i aday gösterince, Seyit Rıza buna karşı çıkmış ve Dersim’i ancak Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası 
mensubu Hasan Hayri Bey’in temsil edebileceği iddiası ile bin-iki bin kişilik bir güçle Feridun Fikri Bey’i yakalamak için Hozat’ı kuşatmıştır.[40] 
Olay, Hozat Jandarma Komutanının girişimi ile yatışmıştır.[41]

DEVAM EDECEK

http://www.21yyte.org/tr/arastirma/milli-guvenlik-ve-dis-politika-arastirmalari-merkezi/2014/11/15/7861/tuncelide-ne-ve-neden-oldu

 ..

21 Kasım 2014 Cuma

TUNCELİDE NELER OLDU .. BÖLÜM 1




TUNCELİDE NELER OLDU ..




Ümit Özdağ tarafından yazıldı.

Sunuş





Tunceli’de dönemin PKK’sı devletin milletin ve Tunceli halkının büyük bir bölümünü oluşturan uysal, sakin, devlete saygılı ve ülkeye bağlı 
aşiretlerinin başına beladırlar. 
Erzincan ve Elazığ’ın köylüleri Tunceli’den civar köylere saldıran ve talan eden aşiretlerin şirretliğinden bıkmış ve bezmişlerdir. 
Bu şirretlik takriben 100 seneden bu yana devam etmektedir. Tunceli coğrafyasının sağladığı avantajı kullanan soyguncu aşiretler devletin nizamı 
sağlamak üzere düzenlediği askeri hareketlerden defalarca kaçarak askeri önlemleri defalarca etkisiz hale getirmişlerdir. Bu aşiretler, 
Birinci Dünya Savaşı’nda Türk Ordusunu Rus Ordusu ile anlaşarak arkadan vurmuşlardır. Bu aşiretlerin derdi ne Zazalık ne de Kürtlüktür. 
Soyut bir politik ülküyü temsil etmekten uzak, çapulculuk ile yaşayan sürülerden bahsetmekteyiz.

Bu düşmanla işbirliği yapanların yanında İstiklal Harbi’nin başında Mustafa Kemal Paşa’ya göğüslerini siper eden aşiretler de vardır, 
onların vatanperver liderleri de. Onların çocukları aramızda yaşıyor. Evimin olduğu caddede bir dükkan var. Dükkanın sahibi Tunceli Nazimiyeli. 
Her görüşünde sokağa fırlar, “Allah razı olsun hocam dün akşam seni dinledik. İçimize su serptin. Bölücülerin canını okudun” der. 
Ya da ben Tunceli’ye gidince kahvehanede etrafımda toplanıp Türkiye’nin ve Türk Milliyetçiliğinin sorunlarını tartışırlar. 
Sonra ellerinde Kaleşnikofları ile dağlara korucu olarak görev yaptıkları yerlere giderler.

Bu azgın aşiretler Türkiye Cumhuriyeti yönetiminin de aynı Osmanlı Ordusu gibi bir iki kere gelip sonra bıkacağını, 
Tunceli ve çevresini kendi azgınlıklarına terk edeceklerini düşünürler. Ankara, bölgeye birçok nasihat heyeti yollar. 
Kendilerine defaatle uslanmaları için nasihat edilir. Dinlemezler. Bu arada devlet, Tunceli ve çevresinde aşiret yapısını dağıtmak, ekonomik 
gelişmeyi sağlamak amacı ile hukuki düzenlemeler üzerinde çalışır. Nihayet “Nasihat ile uslanmayanı etmeli tekdir, tekdir ile uslanmayanın hakkı 
kötektir” atasözünde olduğu gibi 1937’de hakkı kötek olan aşiretler gereken dersi almışlardır. Bu yazıyı, son günlerde yine televizyonlarda 
Türk Milleti, Türk devleti ve Türk Ordusuna yönelik ağır saldırıların başladığı bir ortamda yalan ve dolana karşı derledim. 
Yazının orijinal bir analiz olma iddiası yoktur. Sadece kimin ne yaptığını bilelim diye derlenmiştir.     

       Giriş

Anadolu’nın coğrafi olarak merkezine yakın bir noktada olan Tunceli coğrafyası, Osmanlı-Safevi ilişkilerinin Yavuz-İsmail Döneminde yaşadığı 
çatışmaların gerçekleştiği 1570’lerden bu yana önce Osmanlı devleti sonra Türkiye Cumhuriyeti için bir güvenlik sorunu olmuştur. 
Bu hususu Zaza milliyetçisi Ebubekir Pamukçu şu şekilde ifade etmektedir: “Dersim’in Zazaları XVI. yüzyıldan bu yana merkezi otoriteyle 
çatışma durumlarını Cumhuriyet’ten sonra da sürdürdüler.”[1]

Tunceli sert ve zor bir coğrafyada yaşayan aşiretler, coğrafyadan istifade ederek devlet otoritesinin bölgelerine girmesini engelledikleri gibi, 
bölgelerinin tarım ve hayvancılığa izin vermemesinin sonucunda geçim kaynağı haline getirdikleri sistematik vurgun ve soygunlarla sadece 
Tunceli’yi değil, Bayburt, Eğin, Kangal ve Sivas’a kadar uzanan bir coğrafyayı 1930’lara kadar güvensiz hale getirmişlerdir.[2]

Bu konuda E. Pamukçu’nun Dersim’de merkezileşmiş ve bütün komşu coğrafyaları terörize eden sistematik soygun sistemi ile ilgili şu ifadeleri 
çok önemlidir: “Fakat Dersim’in Zazaları, Dersim’in coğrafik yapısının sağladığı avantajını da kullanarak Türk-Kürt birliklerinin Dersim’e girmesine 
engel oldular. Böylece Dersim, Osmanlı sınırları içinde Osmanlıdan bağımsız bir bölge durumuna geldi…Dersim’in bu statüsü, küçücük bir bölgede 
de olsa Zaza hakimiyetinin simgesi olması bakımından önemlidir. Ama bu statü, halkımıza çok pahalıya mal olmuş, yüzyıllarca süren bu yalnızlığın 
sonucu olan yoksulluk bölgeyi kasıp kavurmuş, bu olumsuzluk da dinsel kurumların yozlaşması, aşiret kavgalarının yaygınlaşması ve 
soygunculuğun kurumsallaşması sonucunu getirmiştir…Bir çok aşiretin soygun kolları vardı. Bir soygun kolu da katırcılar, toplayıcılar, 
gözcüler, nişancılar gibi, bir soygun seferinde ayrı ayrı görev yapan kişilerden oluşuyordu. Yılda birkaç kez çevre illere yapılan baskınlarda ele 
geçirilen soygun ganimetleriyle aşiretin bir yıllık geçim yükü hafifletilmeye çalışılıyordu.Belirli aşiretlerin kendilerine ait soygun bölgeleri ve kendi 
denetimlerinde soygun yolları vardı. Bu yollar doğuda Kığı, batıda Arapkir ve Kemaliye, kuzeyde Kemah ve Erzincan’a dek uzardı.”[3]

Eski adı Dersim olan coğrafya, Batıda Kemaliye ve Ilıç Vadisine  Kuzeyde Erzincan ve Gümüşhane hudutlarına, Doğuda ise Kığı ve 
Bingöl topraklarına dayananan, Güneyini Murat Suyu’nun kestiği geniş bir alanı kapsamaktadır.[4] Munzur Suyu Dersim’i ikiye bölmektedir.
Mazgirt ve Nazimiye Doğu Dersim, Hozat, Çemişgezek, Çarsancak, Pertek, Ovacık ise BatI Dersim olarak adlandırılmıştır.[5]

Dersim’de irili ufaklı 91 Aşiret yaşamaktadır.[6] Bu Aşiretler etnik kimliklerine göre Zaza, Türkmen, Kürt şeklinde tasnif edilirler. 
Zaza ve Türkmenlerin çok büyük bir bölümünü Aleviler oluşturmaktadır.Ayrıca Dersim’de dikkate değer bir Ermeni nüfus olduğu da bilinmektedir.
[7] 1935’de yapılan sayıma göre bugün ki Tunceli sınırları içinde 107.732 kişi yaşamaktadır.[8]   

Tanzimat sonrasında Anadolu’da idari birliği sağlamak isteyen Osmanlı Devleti 1860’dan itibaren Dersim bölgesinde de devlet düzenini sağlamak 
amacı ile yıkıldığı tarihe kadar bir çok girişimde bulunmuştur. 1863’da Erzurum Müşiri Samih Paşa’nın Dersim’de gerçekleştirmek istediği 
bayındırlık hizmetlerine direnç gösterilmiştir. 1860 ve 1877’de devletin Hozat ve Mazgirt’te birer kışla yaparak güvenliği sağlama ve Dersim’e 
nüfuz etme girişimi de Dersim’in derebeylerinin tepkisi ile karşılaşmıştır.[9]


1 - OSMANLI VE SONRASI AVRUPA HARİTASI NDA TÜRKİYE HARİTALARI 1789


    Osmanlı Devletinin Dersim’de hakimiyet kurma çabalarından rahatsız olan Dersim derebeyleri 1877-78 Türk-Rus Harbinde Ruslara yardım vaat 
etmiş, Hozat ve Mazgirt’teki kışlalardaki askerler Rus Ordusu üzerine sevk edilince kışlaları basmış ve imha etmişlerdir. Hatta bazı Dersim aşiretleri 
bütün Erzincan bölgesini denetim altına almak isteyince Osmanlı Devleti Ali Şefik Paşa komutasındaki bir heyeti Dersim’e “tedip” amacı ile yollamış 
fakat sonuç alamamıştır.[10]

1893-1905 arasında da Dersim ve çevre coğrafyasında Dersim’den kaynaklanan akınlardan dolayı büyük huzursuzluklar çıkmıştır. 
Dersim aşiretleri özellikle Elazığ ve Malatya üzerinde denetim kurmaya çalışmışlardır. 1896’da Müşir Zeki Paşa Dersim’den kaynaklanan fitneyi 
bastırmakla görevlendirilmiştir. Müşir Zeki Paşa, olayları denetim altına almayırı başarmıştır.[11] 1903’de dersim Mutasarrıfı Celal Bey, 
bölge için bir islahat raporu hazırlamıştır.[12] 1905’de Dersim’de tekrar huzursuzluk çıkmıştır. İstanbul önce huzursuzlukları bastırmak için bir 
ordu yollamayı düşünmüş fakat sonra Harput Valisi’nin isteği üzerine vazgeçmiştir.[13]     

1907’de  Kureyşan aşiretinin Kığı’nın köylerini ve Kemah ile Çemişkezek’i basması üzerine Harput’tan Neşet Paşa komutasındaki bir birlik 
Dersim’e yürüyerek eşkıya güçlerini dağıtmış ve Dersim Komutanı ünvanı ile Hozat’a yerleşmiştir.Ancak eşkiyaların tam anlamı ile ezilmemesi 
eşkıya aşiretleri cesaretlendirmiş, aynı sene içinde Ermenilerin de destek ve kışkırtması ile Koçuşağı, Şamuşağı, Resin aşiretleri Kemah ve 
Erzincan’a akınlar düzenlemişlerdir.[14]

Bunun üzerine 4. Ordu Komutanı Müşir Zeki Paşa İstanbul’dan daha etkili bir harekat için izin istemiştir. Karaballı, Ferhatuşağı ve Resik 
Aşiretlerinin gerçekleştirdiği ve liderliği Dersim’in dini liderlerinden Yukarı Abbas Uşağı Aşiretinin Şeyh Hasanlar kolundan Seyit Rıza’nın yaptığı 
talanlar üzerine 1908’de Neşet Paşa aldığı takviyelerle aşiretler üzerine bir harekat yapmıştır. Harekat başarılı olmamıştır.[15] 

Neşet Paşa’da İstanbul’a sadece askeri önlemler değil, islahat önlemleri alınması gerektiğini belirtmiştir. 1908’in sonunda bir kez daha bu kez 
Haydaranlılar üzerine askeri harekat düzenlenmiştir.[16]


       Birinci Dünya Savaşı



3 - OSMANLI VE SONRASI AVRUPA HARİTASI NDA TÜRKİYE HARİTALARI BALKANLAR 1911


Birinci Dünya Savaşı’nın başlaması ile Dersim’de gerginlik başlamıştır. Gerginliğin merkezi Ferhat Uşağı Aşireti olmuştur. 1916’da Halit Bey 
komutasındaki bir bir nizamiye taburu Ferhat Uşağı Aşireti  üzerine sevk edilmiştir. Pivank Aşiretinin de arasında olduğu bazı aşiretler ise Elazığ 
üzerine yürümüş, Mazgirt, Pertek ve Çarsancak’ı basmışlardır. Hozat’ta aralarında Bahtiyarların olduğu bazı aşiretler ayaklanmıştır.
Kırganlılar ve Arıllı Aşireti ise Nazimiye ve Mazgirt’i talan etmiştir.[17] Aşiretlerin bu ayaklanmaları Rus Ordusu ve Ermeniler tarafından teşvik 
edilmiştir.[18]

Ancak Rus Ordusu ile birlikte Pülümür’e giren Ermenilerin katliamlara başlaması üzerine aşiretler Rus Ordusuna karşı savaşmaya başlamışlar ve 
Rusların Dersim’i ele geçirmesine engel olmuşlardır.[19]



    İstiklal Harbi   

Mondros Mütarekesi ile birlikte Kürt Teali Cemiyetinin öncülüğünü yaptığı bölücülük ve ihanet komplosu Dersim’i de kapsayan alanda başlamıştır. 
Baytar Nuri ve Alişir, Dersim bölgesindeki komplonun yürütücüleri olmuşlardır.[20](Bu komplonun önemli bir parçası da İngiliz Binbaşı Noel’dir.[21]  
Öte yandan 19 Mayıs 1919’da Samsun’a çıkan Mustafa Kemal Paşa, Erzurum Kongresinden sonra Sivas’a geçerken Ferhat Uşağı Aşiretine mensup 
3000 kişi Diyap Ağa’nın liderliğinde Erzincan boğazında güvenlik önlemi alarak, Mustafa Kemal Paşa’ya karşı kurulmak istenen tuzağı boşa çıkarırlar.(s….)

Mustafa Kemal Paşa ise Dersim’in önde gelenlerinden Alişan Bey ile görüşerek, Dersim aşiretleri ve Koçgiri Aşiretinin milli mücadeleye desteğini istemiştir.[22]



     Koçgiri İsyanı, (Ekim 1920-17 Haziran 1921)


4 - OSMANLI VE SONRASI AVRUPA HARİTASI NDA TÜRKİYE HARİTALARI BATI ANADOLU 1914


Koçgiri Aşireti, Sivas civarında, Dersim’in Hozat ilçesine komşu coğrafyada beş büyük kabileden oluşan ve 135 köyde yaşayan Kürtçe konuşan Türkmen 
kökenli bir Alevi aşiretidir.[23] Koçgiri Aşiretinin liderleri Alişan ve Haydar beylerdir. Haydar Bey, Mondros Mütarekesi sonrasında 
Kürt Teali Cemiyetine girmiştir. Mart 1920’de Koçgiri Aşireti üyesi Alişir, Ovacık ve Hozat’ta Kürtçü propagandaya başlamıştır.[24] 

Yunan askeri istihbaratı tarafından desteklenen bu ilk çalışmaları Zara ilçesinde ve Sivas’in diğer bölgelerinde karakolların basılması ve cephane 
sevkiyatının engellenmesi izlemiştir.[25] Ankara, gelişmeleri kontrol etmek için Koçgiri Aşireti reisi Alişan’ı Refahiye Kaymakamlığına, 
Haydar’ı ise İmranlı Müdürlüğüne atar.[26]

Bu sırada Alişir, Ekim 1920’de Kemah’ta 150 kişi ile baskın ve soygunlara başlamıştır.Öte yandan Refahiye kaymakamlığına atanan Alişan Bey, 
100 kişi ile Ovacık’a gelir, oradan yanına bazı aşiret reislerini alarak Hozat’a geçer ve orada Kürdistan’ın bağımsızlığı için mücadele etme amacı ile 
bir yemin töreni düzenler.[27] Meşruiyet döneminde Ermenilerle işbirliği yapan ve Taşnaksutyün Komitesine üye olan Seyit Rıza bu toplantıya  
katılan aşiretlere güvenilmeyeceği gerekçesi ile katılmamıştır.[28] Hozat toplantısından sonra Ankara Hükümetine bir muhtıra verilerek, 
“Kürdistan’a özerklik” talep edilir.[29]

Ankara, zaman kazanmak amacı ile Elazığ’dan Dersim’e bir heyet yollar. Bu heyet isteklerin kabul edileceğini bildirir. 
Bunun üzerine batı Dersim Aşiretleri Ankara’ya bir telgraf çekerek “eğer Sevr şartları uygulanmaz ise silahlı mücadeleye başlayacaklarını” açıklarlar.
 Bu sırada Dersim’in önde gelen Aşiretlerinden Ferhat Uşaklarından Diyap Ağa ve ..Aşiretinden Meço Ankara’ya milletvekili olarak davet edilmişlerdir. 
Dersimliler, bu milletvekillerinin kendilerini temsil edeceğine inanmışlardır.[30]

Bu sırada dersim üzerinde etkisini artıran Seyit Rıza Dersim merkezini işgal ederek Ankara hükümetine bir telgraf çekmiş ve Diyap ve Meço Ağaların Dersim’i 
temsil etmediklerini Dersim’in bağımsız Kürdistan istediğini, Kürdistan’ın ancak konfederasyon ile Ankara ile birleşeceğini açıklamıştır.[31]

Bu arada Koçgiri aşiretinin isyanı gelişmiş ve yayılmaya başlamıştır. İsyancılar İmranlı civarındaki Türk köylerinde büyük bir katliam yapmışlardır.[32]  
10 Mart 1921’de hükümet Erzincan Sancağı, Sivas’ın Divriği ve Zara kazalarında sıkıyönetim ilan etmiştir. İsyancılar ise 12 Mart’ta Kemah 
civarındaki Türk köylerinde katliam yapmış, 13 Mat’ta Erzincan’ı yağmalamışlardır.[33] 13 Mart 1921’de 
Sakallı Nurettin Paşa Merkez Ordusu Komutanı olarak Koçgiri Aşiretinin ve Dersim’den gelerek isyana katılan aşiretlerin isyanını bastırma görevi 
vermiştir. Merkez Ordusu, 11 Nisan 1921'de isyanı bastırma harekatına başlamıştır.[34]

26 Mart 1921’de isyancılar Pülümür aşiretlerinden yardım istemiş iseler de aşiretler Ankara’nın yanında yer almışlardır.[35] 

Bu sırada Dersim aşiretlerinden Beytan Aşireti Kemah’ı, Seyit Rıza’nın telkini ile Aşuran Aşireti ise Erzincan’ı tehdid ederek, Koçgiri Aşiretine destek 
vermişlerdir. Merkez Ordusu, 27 Nisan-24 mayıs 1921 tarihleri arasında isyancılarla 15’den fazla çatışmaya girmiş, 500’den fazla isyancı 
öldürülmüştür.[36]

Merkez Ordusu, Sivas’ta isyancıları bastırınca bir çok isyancı unsur aileleri ile Dersim’e çekilmişlerdir. Dersim aşiretleri ise 21/22 Mayıs gecesi 
Kemah ve Ilıç’ı basarak isyanı sürdürmüştür. Nureddin Paşa, Ovacık merkezli olarak Dersim’e yönelik sert bir harekatı savunmuş, 
fakat hükümet bu teklifi kabul etmemiştir.  30 Mayıs’ta Dersim’den 500 kişilik bir güç Koçgiri Aşiretine yardım için Sivas’a gelmiş ve 2 Haziran’da 
Merkez Ordusu birlikleri tarafından mağlup edilmiştir. Bu mağlubiyet üzerine Alişan Bey 17 Haziran 1921’de teslim olmuştur.[37]

Koçgiri Aşiretinin mağlubiyetinden sonra Seyit Rıza ve Alişir, Dersim’de aşiretleri bir kez daha isyan için bir araya getirmişler ise de başarılı 
olamamışlardır. Birkaç aşiretin saldırısı Merkez Ordusu tarafından ezilmiştir. Mustafa Kemal Paşa,  Seyit Rıza’dan sükünetin muhafazasını rica 
etmiştir. 1922’de Dersim, Mamuretül Aziz Vilayetinden ayrılarak il yapılmıştır.[38]



        Cumhuriyet Döneminde Dersim

Cumhuriyet döneminde de Dersim yüz yıllardan bu yana muhafaza ettiği devlet içinde bağımsız bölge konumunu sürdürmek istemiştir. 
E. Pamukçu, 1921 Koçgiri yenilgisinden sonra Dersim aşiretlerinde Zazalık bilincinin geliştiğini İstiklal Savaşından sonra Ankara’nın 
Dersim’e yönelik önlemler alacağını anladıklarını ileri sürmektedir. Bundan dolayı, aşiretlerin birleşme çabaları olmuş; fakat aralarındaki 
ihtilaflardan dolayı başarısız olmuşlardır.[39]

Seyit Rıza, Dersim’in lideri iddiası ile Cumhuriyet rejimine her vesile ile meydan okumaktadır. Daha 1924 yılında Halk Fırkası Dersim 
milletvekilliğine Feridun Fikri Bey’i aday gösterince, Seyit Rıza buna karşı çıkmış ve Dersim’i ancak Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası 
mensubu Hasan Hayri Bey’in temsil edebileceği iddiası ile bin-iki bin kişilik bir güçle Feridun Fikri Bey’i yakalamak için Hozat’ı kuşatmıştır.[40] 
Olay, Hozat Jandarma Komutanının girişimi ile yatışmıştır.[41]



       Şeyh Sait İsyanı, (Şubat 1925-15 Nisan 1925)

Bunu Şubat 1925’de çıkan Şeyh Sait isyanı izlemiştir.[42] Kendisi Sünni Zaza olan Şeyh Sait, Dersim’in Alevi  Zazaları ile irtibat kurarak isyanda 
destek istemiştir. Girvan Aşireti Reisi Halit Bey isyanı desteklemiş, fakat birçok aşiret beyi Ankara’ya bağlı olduklarını bir telgraf ile bildirmişlerdir. 
Seyit Rıza ise sessiz kalmayı tercih etmiştir. Bu sırada Seyit Rıza’nın desteklediği Hasan Hayri, Şeyh Sait’in yanında yer almıştır.[43]

Şeyh Sait güçlerinin Dersim/Pertek’e nüfuz etme girişimleri üzerine Dersim Aşiretlerinden Hıran Aşireti, İzol Alevileri ve Ohi bucağından Necip Ağa, 
Pertek bölgesinde Şeyh Sait güçlerini püskürtmüşlerdir. Ayrıca isyana katılmadıkları için Kürtçü Baytar Nuri (M. Nuri Dersimi) tarafından 
gafil olarak nitelendirilen Dersimliler Şeyh Sait’in Elazığ’daki karargahını tehdit etmişlerdir. Türk Ordusu, isyanı bastırma harekatına 
24 Mart 1925’de başlamış, 15 Nisan 1925’de Şeyh Sait isyanını bastırmıştır.[44] Şeyh Sait isyanının bastırılmasından sonra ordu müfettişi 
orgeneral Dersim’in merkezine gelmiş ve Dersim ağaları, orgeneralin elini öpmek, bağlılık bildirmek üzere toplanmışlardır. 
Seyit Rıza’nın bu grup içinde olmadığı görülmüştür.[45]



   Koçuşağı Aşireti İsyanı, (Eylül 1926)

Hükümet, Şeyh Sait isyanından hemen sonra İçişleri Bakanlığı Müfettişi Hamdi Bey’e ve Elazığ Valisi Cemal Bardakçı’ya 1925 sonlarında 
Dersim ile ilgili bir rapor hazırlaması görevi vermiştir. Hamdi Bey raporunda derhal ve kat’i bir şekilde Dersim’de genel bir tedip harekatı 
yapılması gerektiğini bildirmiştir.[46]Ancak Hamdi Bey de raporunda askeri harekatın kalıcı ve başarılı olması için alınması gereken 
kapsamlı ekonomik, sosyal ve idari önlemleri ortaya koymuştur.[47] Cemal Bardakçı, Türkçe bilmeyene rastlamadığını söylediği 
Dersim’de korkunç bir fakirliğin olduğunu,[48]  meselenin kökünde mezhep sorunu bulunduğunu, yumuşak yaklaşılması gerektiğini 
sadece adam olmayacağı belli olan Koçuşağı Aşiretinin ezilmesi gerektiğini bildirmiştir.[49][50]

Şeyh Sait isyanının bastırılmasından bir süre sonra, Şeyh Sait isyanı sırasında Çemişgezek’e saldıran Koçuşağı (Koçan veya Koç aşireti) 
Aşireti ile Şeyh Sait isyanından sonra yakalanamayıp dağa çıkan isyancı unsurlar tekrar tehdit oluşturmaya başlamışlardır. Bu aşiret her 
zaman soyguncu talancı olmuş bir aşirettir. Bunun üzerine 19 Eylül 1926’da Elazığ ve havalisi Komutanı Albay Mustafa Muğlalı, Koçuşağı 
Aşireti’ni tedip etmekle görevlendirilmiştir.[51] Harekat bazı aşiretlerin Koçuşaklı asilere yardım etmesine rağmen hızla ilerlemiş ve son olarak 
Kılabuz Deresine sığınan Koçuşağı Aşireti mensubu asiler 28 Kasım 1926’de temizlenmişler ve harekat sona ermiştir.[52]

Öte yandan Cumhuriyet rejiminin kurulmasından sonra da Osmanlı döneminde olduğu gibi Dersim aşiretleri, vergi ve asker vermeyi reddetmişlerdir.[53] 
Dersim çevresine yönelik sistematik eşkıyalık eylemleri ise sürdürülmeye devam edilmiştir.



       Birinci Umum Müfettişlik Dönemi, (Sonbahar 1927-)

Güneydoğu Anadolu’da genel bir ıslahat yapmak ve devlet otoritesini tesis etmek amacı ile hükümet 1927 sonunda Diyarbakır’da Birinci Umum 
Müfettişliği kurmuş ve başına İbrahim Tali Öngören’i atamıştır.[54] 1927 yılında Birinci Umum Müfettişlik İstihbarat Dairesi Dersim Aşiretlerinden 
Demenan ve devlet memurlarına karşı olumsuz davranan Haydaranlılar arasında yabancı casus hareketlerini tespit etmiştir. Ayrıca bölge dışı 
unsurların sürdürdüğü siyasi Kürtçülük faaliyetleri de yoğun bir şekilde devam etmektedir.[55] 1928 Temmuzunda Ovacık’a gelen 
İbrahim Tali Bey, inceleme ve temaslarından sonra Dersim’de bürokratik yapının güçlendirilmesi gerektiğini; fakat şimdilik bir askeri harekata 
gerek olmadığı kararını vermiştir.[56]

Ağrı İsyanı’nın başlaması üzerine Dersim’in Pülümür ilçesindeki Aşiretler tekrar faaliyetlere başlamış, civar bölgelere saldırılarda bulunmuşlardır. 
Pülümür Aşiretlerinin saldırılarına kendisi de Dersim’de pasif direnişe geçen Seyit Rıza’nın desteği ile bazı diğer Aşiretler de destek vermişlerdir.[57]     



      Pülümür Tedip Harekatı, (Ekim-Kasım 1930)



5 - OSMANLI VE SONRASI AVRUPA HARİTASI NDA TÜRKİYE HARİTALARI DOGU ANADOLU 1914


Ağrı İsyanı sırasındaki tavırları ve isyandan sonra Pülümür Kaymakamının evinin gece kurşunlanması üzerine İsmet Paşa Hükümeti 8 Ekim 1930’da 
Pülümür’de tedip harekatının yapılması kararını almıştır. Harekat Pülümür’den Nazımiye ve Ovacık’a genişletilmiştir. 
Bu harekata Seyit Rıza’nın tepkisi, bir yandan Balan, Lolan ve Karsan aşiretlerini Erzincan ve Erzurum’a saldırtmak öte yandan Briman, 
Haydaran, Demenan Aşiretleri ile Pülümür aşiretlerine yardım etmek olmuştur.[58]     

M. Nuri Dersimi, “Kürdistan Tarihinde Dersim” adlı kitabında o günleri şöyle anlatmıştır: “Kürt kahramanların faaliyetinin 1930 yılı başlarında 
alevlendiğini ve bütün Kürdistan’ı içine alacak şekilde yayıldığını Dersimli Seyit Rıza’ya haber vererek bu hareketi desteklememizin zorunlu 
olduğunu bildirmiştim. Bunun üzerine, Seyid Rıza ve Keçalan aşiretleri 1930 yılı ilkbaharında ayaklanarak, Erzurum ve Erzincan mıntıkalarında 
bulunan Türk kuvvetlerine şiddetli saldırıya başladılar. Seyid Rıza’nın başlattığı bu ayaklanma mıntıkası günden güne yayılıyor ve bu, 
Türkler için korkunç gelişmeler oluşturuyordu.”[59] Buna rağmen Türk birlikleri 15 Kasım 1930’da isyanı kesin şekilde bastırmışlardır.[60]



     Dersim’de Islahatın Teorik Alt Yapısı

Pülümür tedip harekatından sonra Ankara, hızla Dersim’de reform girişimlerine başlamıştır. Çünkü Cumhuriyetin kurulmasının üzerinden 
7 yıl geçmiş olmasına rağmen Dersim hala Anadolu içinde bağımsız konumunu muhafaza ettiği gibi, sosyal, ekonomik, kültürel dokusu ile 
yüzyılların gerisindedir. 1930’ların başında Dersim’i ziyaret eden bir gazeteci, N. H. Uluğ’un incelemesinde şehirde ticaretin hala olmadığını, 
Dersim aşiretlerinin çevre illere yaptıkları baskınlar ile talan ekonomisi çerçevesinde varlıklarını sürdürdüklerini kaydetmektedir.[61]

Reform öncesinde siyasetçiler ve bürokratlar Dersim ile ilgili bir dizi rapor hazırlamışlardır. Pülümür harekatının ikinci aşamasını yürüten 
3. Fırka Komutanı Halis Paşa Dersim ıslahatı ile ilgili bir rapor hazırlamıştır. Onun raporunu bölgeye bir ziyaret yapan İçişleri Bakanı Şükrü Kaya’nın 
18 Kasım 1931 tarihli raporu izlemiştir.[62] 21 Aralık 1931’de Birinci Umum Müfettişi İbrahim Tali Bey kapsamlı bir Dersim raporu hazırlamıştır.[63]
1932’de ise Jandarma Genel Komutanlığı “Dersim” başlıklı bir rapor hazırlamıştır. 21 Ocak 1933’de Hüsrev Gerede doğu bölgelerinin ıslahı ile ilgili 
kapsamlı bir raporu Genelkurmay Başkanlığı ve Dışişleri Bakanlığına vermiştir.[64]

Bütün bu raporların gösterdiği husus, Cumhuriyetin Dersim’de kaba kuvvete dayanan bir tasfiyeyi değil, çok boyutlu bir programı hazırladığıdır. 
Bu programın ekonomik, sosyal, kültürel ve imar/inşa faaliyetlerini kapsadığı görülmektedir. Bu raporların ışığında 1934’de “İskan Kanunu”, 
1935’de Başbakan İsmet İnönü’nün Doğu gezisi sonrasında Atatürk için hazırladığı rapor sonrasında “Tunceli Kanunu” çıkarılacaktır.


DEVAM EDECEK..

http://www.21yyte.org/tr/arastirma/milli-guvenlik-ve-dis-politika-arastirmalari-merkezi/2014/11/15/7861/tuncelide-ne-ve-neden-oldu
.