30 Mayıs 2019 Perşembe

1915 ERMENİ AYAKLANMALARINDA ÇARLIK RUSYASI'NIN ROLÜ

1915 ERMENİ AYAKLANMALARINDA ÇARLIK RUSYASI'NIN ROLÜ 


Doç. Dr. Aydın SÜER 

Ermeni sorunu, günümüzde ülkemizin uluslararası düzeyde yüzyüze bulunduğu sorunların en önemlilerinden birisi olmayı sürdürmektedir ve daha uzun süre gündemde kalacağı da anlaşılmaktadır. 
Ermeni sorunu üzerine yurt içinde ve yurt dışında pek çok yayın yapılmıştır ve yapılmaktadır. Yurt dışında yapılan araştırmalar, genellikle aleyhimize bir hava taşımakta, yapılan sistemli bir propaganda ile de bu durum her geçen gün daha fazla güçlenmekte ve yandaş bulmaktadır. 
Bu çalışmanın amacı, sözde Ermeni soykırımına dayanak yapılmaya . çalışılan 1915 olaylarında çarlık Rusya'sının oynadığı rolü ve ayaklanmanın gerçek nedenlerini, başta Ermeni asıllı Sovyet tarihçi B.A. Boryan'ın 1928 ydında Sovyetler Birliği'nde yayımlanan "Ermenistan, Uluslararası Diplomasi ve SSCB" eserine dayanarak ortaya koymaya çalışmaktır. 

Böylelikle o günkü gerçeklerle, bugünkü yaklaşımlar arasındaki çelişkilerin de ortaya çıkacağı inancındayız. 

Türklerle Rum ve Ermeni azınlık arasındaki sürtüşmelerin 1. Dünya Savaşı başlarında iyice belirginleşmesi ve kanlı olaylara dönüşmesinin nedenlerinden birisinin ekonomik olduğunu ileri süren Sovyet tarihçi Aliev, 1976 da yayımlanan "Jöntürk Yönetimi Döneminde Türkiye" adlı eserinde şu görüşe yer vermektedir: 

"Ermeni ve Rum burjuvazisi, imparatorluğun dış ticaretinde önemli rol oynamakta, İngiliz ve Fransız kapitalini desteklemekteydi. Türkiye' nin Almanya saflarında savaşa girmesi, onları eski ekonomik bağlantdarmdan yoksun kılmış, azınlıkların bağımsızlık savaşlarını büyük ölçüde etkilemelerine yol açmıştır"1. 

Ermeni hareketini başlatan ikinci neden ise siyasidir ve bunda dış güçlerin oynadığı role Boryan şöyle açıklık getirmektedir: 

" I . Dünya Savaşı başlarında Ermeni diplomatlar, Ermeni sorununu yeniden toplumlarının gündemine getirdiler. Kuşkusuz Ermeni toplumu kendi kişiliğini bu diplomatların psikoloji ve etkinliklerinde görmekteydi, fakat bu kişilerin davranışlarının yönü, yönetimi ve örgütlenmesi Ermenilerin değil, uluslararası diplomasinin elindeydi. Özellikle de Rus diplomasisi bu konuda çözümleyici rolü oynamaktaydı."2. Gerçekten de Rus Çarı, savaşın çıkacağı sırada, daha önce karşısına aldığı Rusya'daki Ermenileri kendi saflarına çekebilmek için girişimler de bulunmaktaydı. 

1914 de yayınlanan manifestoda, Çar İL Nikolay, Rusya'nın bütünlüğünü, şerefini ve onurunu korumak için savaşacağını, bu yüzden de iç çekişmelerin unutulacağını bildiriyor ve hemen ardından sürgünde bulunan Ermeni Daşnaksütyun partisinin senato üyelerinin Kafkasya' ya dönmelerini sağlıyordu. 

Çar, ayrıca, 14 Kasım 1914 de Petrograd kentinde Fransız elçisinin sorusunu şöyle yanıtlıyor ve Ermenileri umutlandırıyordu: "Küçük Asya'da doğal olarak Ermenilerle ilgileneceğim; kuşkusuz onları Türk boyunduruğu altında bırakamayız. Ermenileri Rusya ile birleştirecek miyim ? Onları yalnızca kendileri istedikleri takdirde Rusya ile birleştirebilirim. Bu olmadığı takdirde onlar için bağımsız bir devlet kuracağım."3 

Boryan, Ermeni liderlerin, çarın kendi diplomatik kombinasyonları ve manevraları için vermiş olduğu bu diplomatça karşılığa inanmalarını ve çarın içtenliğinden kuşkuya düşmemelerini şöyle açıklamaktadır: "Çünkü Ermeni diplomatlar siyasal açıdan acemi, uluslararası alandaki siyasal-hukuksal ve sosyo-ekonomik sorunlar konusunda da cahildiler"4. 

Ermeni liderlerden Civelegov'un çara inandığını ve onu desteklediğini belirten Boryan, Civelegov'un düşüncelerini şöyle dile getirmektedir: 

"Civelegov, Rusya'nın çıkarlarının ve uluslararası durumun bağımsız büyük Ermenistan'ın gerçekleşmesi için reel bir garanti oluşturduğunu öne sürmekte, Balkanlar'daki tarihsel olayların, Romanya, Bulgaristan, Doğu Rumeli, Makedonya ve Arnavutluk tarihlerinin de bunu onayladığını belirtmekteydi"5. 

ERMENİ AYAKLANMALARI 

Civelegov ve yandaşları Ermenistan'ın coğrafi durumunun önemini, büyük devletlerin Ermeni sorunundaki çıkarlarının neyi gerektirdiğini anlayamıyorlar, somut durumun bir analizini yapmayı gerekli görmüyorlardı."6 

Boryan Rus çarının gerçek niyetine şöyle açıklık getirmektedir: "Gerçekte Rus hükümeti, çıkarları gereği, Ermenilerin otonom bir devlet kurmalarını istemiyor, onu ele geçirmeyi, koloniye dönüştürmeyi ve onlardan sınır boyunda yararlanmayı amaçlıyordu. Ermeni liderler ve ihtilalciler ise bunu anlamıyor ya da anlamak istemiyorlardı"7 . 

Boryan'ın haklı olduğu, Rusların Ermenileri nasıl kullandığı, 1916 yılı başlarında, Erzurum'un Rus ordusu tarafından alınmasından sonra açıkça anlaşılmıştır. Rus ordusu Eızurum'u aldıktan sonra yönetimin aldığı i l k karar, "Ermenilerin Erzurum'da yerleşmeye hakları olmadığı" yolundaydı. 

Ruslarla Ermeniler arasındaki ilişki Daşnaksütyun Partisi liderlerince yürütülmekteydi. Daşnaksütyun Partisi, bilindiği gibi, özellikle Rusya'dakiler 
olmak üzere, çeşitli Ermeni fraksiyonların bir araya gelmesiyle ortaya çıkmış bir partidir. 1890'da kurulmuş, 1892'de programını açıklamıştır. 

Daşnakların programından partinin bir terör örgütü olarak faaliyet göstereceği anlaşılmaktaydı. Daşnaklar i lk programlarında bağımsızlıktan da söz etmiyorlar, böylelikle" de Hınçak Partisi'nden kesin bir biçimde ayrılıyorlardı 8. 

Parti, savaşın ilânından bir kaç gün önce Erzurum'da genel bir toplantı çağrısı yaptı. Bu toplantıya Jöntürk komitesinden de özel bir temsilci katılarak, partiye savaşta Osmanlı-Alman koalisyonu saflarında yer almayı önerdi. Buna karşılık, Rusya Ermenistanı sınırları dahilinde otonom bir Ermenistan vaadediliyordu. Daşnak Partisi bu öneriyi reddederek, partinin tarafsızlığını koruyacağını belirtti ise de bu karar yalnızca kağıt üzerinde kaldı. 

Partinin İstanbul Komitesi ve Doğu Bürosu çarı destekleme kararı aldı. Parti, bu kararına dayanak olarak, I. Dünya Savaşının temel ilkesinin, ezilen ulusların kurtuluşu olduğu düşüncesini gösteriyordu. 

Ve sonuçta Daşnak Partisi'nin Doğu Bürosu ve istanbul Komitesi, Türkiye'deki diğer Ermeni parti örgütlerinin arzuları ve iradeleri dışında, Türklere karşı harekete geçmeye ve Rus diplomasisinin isteklerine uymaya karar vererek, Doğu Anadolu'da isyan çıkarmak ve örgütlenmek amacıyla Ruslardan parasal yardım almaya başladı. 

1915 Şubatında Tiflis'de toplanan Ulusal Kongre'de yapılan yardım ve ayaklanma planı, Daşnak Partisi'nin "askeri daire" temsilcisinin finans seksiyonu raporunda şöyle anlatılmaktadır: 

"Bilindiği gibi, Rus hükümeti, savaşın başında Türkiye'deki Ermenileri silahlandırmak ve savaş sırasında ayaklandırmak için, ön harcamalara 
242900 ruble vermiştir; gönüllü birliklerimiz Türk ordusunu yaracak, ayaklananlarla birleşecek, cephe gerisinde anarşi yaratacak, böylelikle Rus ordusunun hareketini ve Doğu Anadolu'yu işgalini sağlayacaktır."

Alman bu kararlar ve gelişmeler Doğu Anadolu'da yaşayan Ermenilerle, İstanbul ve Rusya'da yaşayan Ermeniler arasında büyük bir görüş ayrılığının doğmasına neden olmuştur. Boryan, Daşnak Partisi'nin aldığı kararı şöyle tanımlıyor: 

"Kuşkusuz bu karar, ne Ermeni halkının psikolojik durumundan, ne de objektif koşullardan kaynaklanıyordu. Bu, Türkiye'deki Ermenilerin tamamen iradeleri ve istekleri dışında alınmış bir karardı."10 

Boryan'ın Türkiye'deki Ermenilere olan yaklaşımı da oldukça ilginçtir : 

"Türkiye'deki Ermeniler gelişmiş, reel bir ulusal-siyasal bütünlük kazanmış durumdayddar. Tarihsel olaylar onları olumlu yönde etkilemiş, olayları, büyük devletlerin egemen sınıflarının reel ekonomik çıkarları ve siyasal hesapları açısından görmeyi öğretmişti"11 

"Boryan, Doğu Anadolu'daki Ermenilerin Ruslara karşı genel tutumlarını da şöyle tanımlamaktadır: 

Türkiye'deki Ermeniler* bir kaç kez, kendi deneyimleriyle, uluslararası diplomasinin, özellikle de Rus diplomasisinin Ermenistanla ve Ermenilerle yalnızca kendi diplomatik kombinasyonları, Osmanü devletinin iç ve dış işlerinde kendi etkinliklerinin yayılabilmesi ve karşılıklı hesapların yapılabilmesi ölçüsünde ilgilendiklerine kanaat getirmişlerdi". 

" Türkiye'deki Ermeniler, Kafkasya Ermenilerince düzenlenecek bir gönüllü harekâtının kendilerine bağımsızlık değil, genel bir kırım getireceğinin 
bilincindey diler "12. 

Boryan Türkiye'deki Ermenilerin ayaklanmayı engellemek için yaptıkları girişimleri de anlatmaktadır: 

"Van Parti Komitesinin görevlendirmesi üzerine, Daşnak Partisi liderlerinden Kaçaznuni, Van'dan gelerek, Türkiye'deki Van Parti Komitesi'nin ve diğer parti komitelerinin, Kafkasya'da başlatılacak bir gönüllü harekâtına karşı olduklarını resmen bildirdi. Türkiye'deki Ermeniler bu girişimi kendileri için çok tehlikeli görmekteydiler. Kaçaznuni, Daşnakların genel Erzurum toplantısında alınan tarafsızlık kararma dayanarak, Daşnak Van Parti Komitesinin Türkiye'deki Ermenilelerin yaşamlarını tehlikeye atmamak için, Türklere karşı yapılan her türlü harekâta bir son verilmesini talep ettiğini bildirmekteydi" 13. 

1915'te Tiflis'te yapılan Ulusal Kongre'ye verilen raporda, Türkiye' deki Ermenilerin karşı tutumu şöyle ortaya konmaktadır: 

"Savaşın ilânından önce Rus hükümetini, Türkiye'deki Ermenilerin arzuları yönünde hareket ettiğimize inandırmaya çalıştık. Rus hükümeti de buna inandı, ama olay çok farklı gelişti. 

Türkiye'deki Ermeniler etkinliklerimize, metodumuza ve hareket tarzımıza karşıdırlar ve bunları zararlı ve kendileıi için yok edici bir adım olarak görmektedirleı. Türkiye'deki Ermeniler, Türk vatandaşı gibi içtenlikle çalışıyorlar. Rus hükümetinin önerilerini gerçekleştirmek için giriştiğimiz tüm çabalar sonuçsuz kalmıştır."14 

Rapor Şöyle devam ediyor: 

"Daşnaksütyun Partisi'nin liderlerinden olan, Osmanlı İmparatorluğunun demokratikleşmesi ve bu imparatorluğun sınırlan dahilinde bulunan ulusların kendi kendilerini yönetmeleri taraftarı bir kişi olarak tanınan Şahrikyan Efendi de etkinliklerimize karşı. Parti liderlerinden Zoryan Efendi de, bize kendi işlerimizle uğraşmamızı, Türkiye'deki Ermenilerin işlerine karışmamamızı söyledi. Çünkü Kafkasya Ermenilerinin etkinlikleri , Ermenistan'a bağımsızlık getirmemekle kalmayacak, eğer biz Türkiye Ermenileri sizin politikanızı izler ve desteklersek, bu biz ifelâkete götürecektir. 
Siz bizi özgürlüğe değil, ölüme, Otonom Ermenistan'a değil, onun yıkıntılarına götüreceksiniz" demektedir15 . 
Rus hükümeti Ermeniler arasındaki bu anlaşmazlığı farketmiş ve Kafkasya'daki Ermenilere baskı yapmaya başlamıştır. Tiflis'teki rapor bu durumu da açıkça ortaya koymaktadır:

" Türkiye'deki Ermeniler her zaman bizim etkinliklerimiz e karşıydılar ve Rus hükümeti de şimdi bunu öğrenmiş bulunuyor... Kuşkusuz bu durum General Oganovskiy'in bana söylediklerine yol açacaktır. Oganovskiy şöyle diyor: 

"Şimdi artık Ermeniler Rusların gözünde güvenilmez kişilerdir, çünkü Rusları aldattılar, yalan söylediler ve Türkiye'deki Ermenilerin durumunu saptırdılar... Ermeniler dar ulusal çıkarlarla değil, evrensel ve beşeri çıkarlarla yönetilmelidir ler... Rus hükümeti doğudaki tarihsel politikasını ve misyonunu unutmamıştır ve Ermenilerin otonom Ermenist a n istek ve hayallerine göre değil, Rus devletinin çıkarlarına göre davranacaktır. 

Rus hükümeti Ermenilerin Türkiye'de azınlık oluşturmasını istemektedir. Ermeniler düşünce ve görüşlerini değiştirmek, otonom bir Ermenistan için değil, 
Rus imparatorluğunun bir vatandaşı gibi savaştıklarını açıklamak ve kanıtlamak zorundadırlar. Aksi takdirde, Ermeniler şimdiki yönelimlerini pahalıya ödeyecek ve hükümetin nezdinde, İmparatorluğun tebaları arasında ilk sıralarda yer almayacaklardır"16. 

Rus hükümeti, ayrıca, üzeılerine aldıkları sorumluluğu yerine getirmek, yanibelirtil en sürede Türkiye'de Ermenilerin yoğun olduğu bölgelerde 
isyan çıkarmak kaydıyla, Ermeni diplomatlara sorunlarını özgürce tartışmak ve taleplerde bulunmak hakkını da veriyordu. 

Bu baskılar sonucu Ruslar amaçlarına ulaştılar: Rus Askerî Bakanlığının emirleri ve planları gereğince Daşnaksütyun Partisi şuna karar verdi : 

Ermeni birliklerin den birisinin komutanı olan Andranik Van'a yaklaştığında, orada bulunan Daşnak savaşçıları dağlara çekilecek ve ayaklanma çıkaracaklar  dı. 1915 Nisanında ayaklanma planı gerçekleştirildi. Katolikos, 10.000 kadar savaşçının ayaklanmaya katıldığını belirtmektedir 17 . 

Boryan olaya şöyle yaklaşmaktadır: 

"Böylelikle Daşnaksütyun Partisi, çar, taht ve emperyalist Rusya' ya karşı görevini yerine getirmiş... Doğu Anadolu'daki Ermenilerin güç duruma düşmeleri için formal bir neden yaratmış oluyordu" Boryan Daşnaksütyun Partisi'ni bu davranışından dolayı sert bir biçimde eleştirmektedir: 

"Eğer, ulusal bir hareketin önderleri, objektif koşulları dikkate almadan, ...kitlelerin isteklerini ve ruh halini değerlendirmeden, yalnızca emperyalist güçlerin çıkarlarına uygun bir ayaklanma çıkarıyorsa ve yalnızca ilgili devletlerin finans-kapital çıkarlarına destek oluşturmaktan başka bir şey yapmıyorsa, bu davranış, kendi ulusuna karşı işlenmiş bir suçtur."18 

"... İstanbul ve Rusya Ermenileri Rus diplomasisinin itaatkâr bir silâhı olmuşlardı."19 

"Tarihsel olaylar, onların uluslarına ihanet ettiklerini, çarlık yönetiminin ve emperyalist diplomasinin ajanları olduklarını göstermektedir" Boryan ayaklanmayı şöyle değerlendirmektedir: 

"Askerî harekâtların sürdürüldüğü cephe gerisinde ayaklanma çıkarmak ne demektir? Kuşkusuz ayaklanan Ermenilerin başarısı söz konusu olamazdı ve bu girişimlerinde ölümcül bir tehlikenin kendilerini beklediği su götürmez bir gerçekti. Ermeniler, Daşnaksütyun partisinin komutası altında ve onların ısrarlarıyla kendilerini çarlık Rusya'sının emperyalist amaçları uğruna feda etmekteydiler. Yalnızca sağduyudan yoksun kişiler bu anlaşmanın Ermeniler için ölümcül sonuçlarını anlayamazdı"20 . 

"Çarlık yönetimi de gerçekte, ayaklanmanın anlamını çok iyi biliyor ve bunun "Ermenisiz Ermenistan" isteklerinin yerine gelmesiyle sonuçlanacağını önceden kestiriyordu", 

Boryan, ayaklanmaya karşı Osmanlı hükümetinin aldığı techir kararma ilişkin olarak, özetle şunları yazmaktadır: 

"Askerî harekâtların yapıldığı bir cephe gerisinde 10.000 kişilik bir kitlenin isyan çıkarması, böylelikle o devletin varlığını tehlikeye düşürmesi durumunda, o devletin de şu ilkeyi uygulaması doğaldır: Amaç, aracı haklı kılar."21 

"Ermenilerin bağımsızlıklarını kazanmak için savaşmaları tarihsel ve reel bir haktır. Fakat o devlet de bu ayaklanmayı acımasızca bastırıyorsa, bu da tarihsel ve reel bir haktır."22 

Boryan, diğer büyük devletlerin Ermenilerin bu ayaklanma sonucu uğradıkları felâketlere karşı olan tutumlarını şöyle açıklıyor: 

"Uluslararası diplomatlar Ermenileri hiç düşünmüyorlardı ve yalnızca kendi "etki alanları" ve "toprak dengelemeleri" ile uğraşıyorlardı. 

Ermeni halkının yok olması, onları, yalnızca savaş sırasında ölen diğer milyonlarca insan kadar ilgilendiriyordu. Savaştan sonra da onların kayıpları, 
hükümetler bilançosunda, hukuksal bir özne olarak değil, savaşın normal sonucu olarak ortaya çıkmıştır."23 

Boryan'ın dile getirdiği bu kayıtsızlığın günümüzde büyük bir ilgiye dönüşmesinin ne denli düşündürücü olduğu ortadadır. Yine aynı biçimde, burada Boryan tarafından dile getirilen gerçeklerin, yıllar sonra, Eliev'in kitabında tamamen reddedilmesi de düşündürücüdür. Aliev, ayaklanmayla ilgili bölümde, Osmanlı devletinin, çıkan ayaklanmalarda dış güçlerin rolü olduğuna inandığını, bunun ise hiç bir temele dayanmadığını söyleyebilmektedir. 24. 

Boryan'ın kitabı, 1928 yılında, yeni kurulan Sovyet rejiminin Çarlık Rusya'sının 
tüm mirasını yadsıdığı ve Türkiye ile ilişkilerin en sıcak olduğu dönemde yazılmıştır ve o günkü politik ortama uygun düşmektedir ve buna göre değerlendirilmelidir. 

DİPNOTLAR;


1 G.Z. Aliev. Tuıtsiya v Period Pravleiiya Mladoturok. Moskova, 1976, s. 275. 460 AYDIN SÜER 
2 B.A. Boryan. Armeniya-Majdunarodnaya Diplomatiya i SSSR. s. 345. 
3 a.g.e., s. 357 
4 a.g.e., s. 357. 
5 a.g.e., s. 347. 
6 a.g.e., 347 
7 a.g.e., 356 
8 Kamuran Gürün, Ermeni Dosyası. 
9 B.A. Bor'yan. Armenya-Majdunarodnaya Diplomatiya i SSSR. s. 360. 
10 A.g.e. s. 3. 
11 a.g.e. s. 360. 
12 A.g.e., 360 
13 A.g.e. s. 360. 
14 A.g.e., s. 361. 
15 a.g.e. s. 361. 
16 a.g.e., s. 362. 
17 a.g.e., s. 363. 
18 a.g.e., s. 36. 
19 a.g.e,, 371 
20 A.g.e., s. 352. 
21 A.g.e., s. 363. 
22 A.g.e., 365. 
23 A.g.e., 369. 
24 G.2. Aliev. Turtsiya v Period Pravleniya Mladoturok. Moskova, 1976, s. 276. 

***

25 Mayıs 2019 Cumartesi

KEMALİZM UZUN ÖMÜRLÜ OLMAYACAK



KEMALİZM UZUN ÖMÜRLÜ OLMAYACAK


‘Sovyet tarihçiler Kemalizm’in uzun ömürlü olmayacağını düşünüyordu’



Sovyet Temsilciler 1922 yılında Türkiye'de Batı Cephesi'ni ziyaret ediyor. 

‘Sovyet tarihçiler Kemalizm’in uzun ömürlü olmayacağını düşünüyordu’

10.12.2018 
DOSYA

American University of Armenia’da Siyaset ve Uluslararası İlişkiler Bölümü Başkanı olan tarihçi Vahram Ter-Matevosyan aynı zamanda 
Ermenistan Ulusal Bilimler Akademisi’nde Türkiye Çalışmaları Bölümü’nün eski başkanı. Ter-Matevosyan son olarak ‘Turkey, Kemalism and the 
Soviet Union: Problems of Modernization, Ideology and Interpretation’ (Türkiye, Kemalizm ve Sovyetler Birliği: Modernizasyon, İdeoloji ve Yorumlama Meseleleri) Başlıklı bir kitap kalemle aldı. Çalışma önümüzdeki ay Londra’da Palgrave Macmillan Yayınevi’nden çıkacak. 
Ter-Matevosyan geçtiğimiz günlerde Türkiye’deydi. Yeni kitabı vesilesiyle kendisiyle bir söyleşi gerçekleştirdik.

VARDUHİ BALYAN-YETVART DANZİKYAN

YD: Yeni kitabınız Kemalizm ve Sovyet hükümetinin Kemalizm’e bakışı üzerine. Alanda nasıl bir eksiklikten yola çıkarak böyle bir kitaba çalışmaya karar verdiniz?

Türkiye’nin Cumhuriyet tarihine merak duyan herkes için Kemalizm’i, onun dönüşümlerini anlamadan Türkiye’nin tarihinin anlaşılamayacağı aşikâr. 
Türkiye’nin tarihini, siyasi gelişmelerini, devrim ve darbelerini hepsini anlamak lazım. Türkiye’ye ilk merak duymaya başladığım zamanlar yani postmodern 
darbe olduğu 1997’den beri, Kemalizm ve diğer siyasi ideolojiler arasındaki çekişmelerin Türkiye’deki siyasal süreçlerin temelini oluşturacağını anladım. 
Sonraki 10-15 yıl içerisinde Kemalizm’i, siyasal İslam’ı araştırmaya başladım. Kemalizm’e dış gözle bakan araştırmaların eksik olduğunu fark ettim. 

Kemalizm’i konu alan, onu ilham kaynağı, İslam dünyası için iyi bir örnek olarak gören, övgü şeklinde Batı kaynaklarda eksiklik yoktu. 
Enteresan bir şekilde dünyanın geri kalanının, yani Arap dünyasının, Sovyetler Birliği’nin görüşleri kaynaklarda pek yoktu. 

1920’lerde Rus, Ermeni basınını araştırmaya başladığımda bu kaynakların Kemalizm tarihini araştıran çalışmaların dışında kaldığını gördüm. 
Başta belki de kaynaklar çok fazla değildir diye düşündüm. 1920-30’ların Türkiye tarihi genel olarak Batı paradigması üzerine kurulu. 

Sovyet izi devre dışı kalmış. Araştırdıkça karşılaştığım kaynakların Türkiye tarihi araştırmasına katkı sunacağını gördüm. Zira Sovyetler Birliği o dönemde Türkiye’yle bağlantısı olan ülkeler arasında Türkiye’yi en iyi bilen ülke. Sovyetler Birliği Türkiye’yi hep odak merkezinde tutmuş. 

Sovyetler Birliği’nin en büyük dördüncü elçiliğinin Türkiye’deki elçilik olması şaşırtıcı değil. Onun dışında aralarındaki ilişkiler de durmamış. 
Sovyetler Birliği Türkiye’deki gelişmelerden hep çok iyi haberdar olmuştur. Onlar için Türkiye’nin tamamen İngiliz-Fransızların etkisi altına 
geçmemesi önemliydi. Bütün bu araştırmalar, siyasi çıkarlar, aynı zamanda Kemalizm’i konu alan birçok dikkat çekici çalışmalara neden olmuştur. 

Türkiye resmi tarih anlatımında Kemalizm teriminin ilk 1929’da kullanıldığı biliniyor. Fakat 1920 yılında Sovyet tarih yazımında Kemalizm terimiyle 
karşılaşıyoruz. 
1926 yılına kadar Kemalizm’e çok olumlu, burjuva devrimine karşı bir adım olarak bakılıyor. 1926’da Stalin Kemalizm’in resmi tanımını veriyor. 

Ve bu kabul görmüş tanım haline geliyor, Sovyetler Birliği’nde kimse bu tanım dışına çıkamaz oluyor. Bu olay da çok ilginç: Çinli öğrencilerle görüşen Stalin kendisi bir soru soruyor: “Kemalizm hakkında ben ne düşünüyorum?” Sonrasında da tanımını veriyor. 

Türk tarihinde bu sayfalar pek araştırılmamış. 

Sovyetler Birliği’nin Türkiye’ye, Kemalizm’e yeni yaklaşımını belirleyen olaydır bu. O dönemde araştırmacılar, bilim insanları arasındaki çatışma da hayli ilginç. Bu gerginlik, çatışma, Çar döneminden gelen tarihçiler ve yeni Bolşevik tarihçiler arasındaydı.. Çıkan bu anlaşmazlıkta düşmanlar ortaya çıkıyor ve Kemalizm’in tanımını doğru yapmadığı gerekçesiyle Çarlık döneminden birçok bilim adamı öldürülüyor. Türkiye’de Sovyetler Birliği elçiliğinde bulunmuş birkaç kişi de sonrasında ölüm cezasına çarpıtılıyor. 

Sovyetler Birliği-Türkiye ilişkileri 1920-30’lu yıllarda acı sayfalarla dolu.
Bir de Kemalizm’e dışarıdan bakışları merak etmeme son zamanlarda yayınlanan bazı kitaplar vesile oldu. Biri Stefan İhrig’in ‘Naziler ve Atatürk’ kitabıydı. 
Burada Hitler’in ve Nasyonal Sosyalizm’in Kemalizm’den nasıl ilham aldığını ele alıyor. Fransa’da yayınlanan bir başka kitap “Sevilen Diktatör” ise 
Fransa’nın Kemalizm’den ilham almasını anlatıyor. Yani Kemalizm tarihine baktığımızda bir tek Sovyetler Birliği’nin eleştirel baktığını görüyoruz. 

Almanya Türkiye’yi nihayetinde yanına çektiğinde Sovyetler Birliği bu konuda endişe duymaya başladı. 
Sonra 1945 yılına geliyoruz, Sovyetler Birliği Türkiye’den Kars ve Ardahan’ı talep ediyor ve ilişkiler daha geriliyor. Sovyetler’de Kemalizm’i övenler bile bundan sonra ona faşizm olarak bakmaya başlıyor. Burada jeopolitik durumun ideolojiyi nasıl etkilediğini gözlemliyoruz. 

1950’lerde olumsuz yaklaşım hakim olmaya devam ediyor. 

YD: 1950’lerde Stalin’in dünya üzerindeki Ermenileri Sovyet Ermenistanı’na çağırma politikası var. Bu konu burada ‘Stalin Ermenileri toplayıp Kars’a ve 
Ardahan’a baskı kurmaya çalıştı’ diye anlaşılıyor. Siz de öyle mi görüyorsunuz?

Evet, öyle bir şey vardı. 1945-53 yılları arasında Sovyetler Birliği’nin Türkiye’den toprak taleplerini iyice inceledim. 
Bunun Sovyetler Birliği tarafından çok kötü organize edilmiş bir adım olduğunu söyleyebiliriz. 

YD: Sovyetler Birliği tarafından mı sadece Stalin tarafından mı?

Stalin ve bazı kişiler diyebiliriz. Komünist Partisi’nden üst düzey bazı insanların aklına esmiş bir fikirdi. Elçilerin, dışişleri bakanlarının mektuplaşmalarına 
baktığımızda Stalin’in aklına gelen bir fikir üzerine çalışıyorlar, sonrasında zaten ilişkiler daha da kötüye gidiyor, Türkler ise tamamen Amerika yandaşı oluyor. 

1950-1960 yılları arasında Sovyetler Birliği-Türkiye ilişkileri çok kötüydü. Birbirlerini eleştiriyorlardı, Türkiye’deki olaylara özellikle milliyetçiliğin 
yükselişine Sovyetler büyük endişe ile bakıyordu. 1960’larda ilişkilerde ilerleme oluyor ve Kemalizm’e karşı görüşlerin de yavaş yavaş olumlu yöne 
kaydığını ve akademik mecraya taşındığını görüyoruz. 1960’lara kadar Kemalizm’e bakış daha çok ideolojikti, bundan sonra akademik olarak da ele 
alınmaya başlar. 

Kemalizm’e dair genel bilimsel bir çalışma olmaması çok ilginç. Bir Azerbaycanlı akademisyen konuyu ele alıyor, onun dışında pek yok. Şimdi kitabın 
amacı Kemalizm’in uluslarötesi tarihini ele almak. Fransa’da yakında ‘Yakın Doğu ve Balkanlar’ın Kemalizm’e Bakışı’nı konu alan yeni bir kitap çıkıyor.

Kitapta sadece Sovyetlerin Kemalizm’e bakışını değil, aynı zamanda Kemalizm’in tarihini vermeye çalıştım. 1920-1970’ler zaman dilimini ele alan 
kitap 8 bölümden ibaret. 5-6 bölümde sadece tarihi değil Kemalizm’in dönüşümünü ele aldım, Kemalizm’in araştırılmasında var olan eksikleri, sorunları 
ortaya çıkarıyorum. Ve bu açıklardan biri de Kemalizm’in 1930’larda ve sonrasında dışarıdan araştırılmaması. Bu yaklaşımla hareket ettim. 


(Vahram Ter Matevosyan, FOTO: Berge Arabian)

VB: Kitap 1920-1970 yıllarını ele alıyor. Bu zaman dilimini seçmenizin nedeni neydi?

Şöyle ki, 1980 darbesi sonrası topluma Kemalizm dayatılması farklı süreçlerle yapılıyordu, vurguları farklıydı ve 1920-30 yıllarında dayatılan Kemalizm’den çok farklıydı. 1980’lerden 1995’e kadar CHP çok yıpranmış vaziyetteydi ve o sıralar Kemalizm belli belirsiz bir şeydi. 

Ve bir diğer nedeni de Sovyetler Birliği tarafından 1970’lerden sonra Kemalizm üzerine çalışmalar, araştırmalar yapılmamış. 1975-76 yıllarda Sovyet tarih yazımında Kemalizm üzerine çalışmalar son buluyor diyebiliriz. Fakat Sovyetler Birliği’nde Kemalizm hep göz önünde. Hatta 1976-1977 yıllarında özel idari kullanım için “Kemalizm” başlıklı bir kitap yayınlanıyor. Bu bir araştırma değildi daha ziyade o zamana kadar Kemalizm üzerine yayınlanan bütün araştırma, kitapların sıralandığı bir kaynakça. 1980-1990 Sovyetler Birliği de yoktu artık o yüzden 1970’lerde bitirmeye karar verdim. 1980’ler çok farklı siyasi, ideolojik, jeopolitik faktörlere bağlıydı, o yüzden onu bu kitapta ele almadım. 

VB: Stalin görüşmelerinden birisinde Kemalizm tanımını vermiş dediniz. Yaklaşık olarak nasıl bir tanım bu?

“Türkiye’de gerçekleşmiş devrimden dolayı çok mutluyuz. Ancak bu henüz tamamlanmamış ve köylü devrimi gerçekleştiğinde ancak tamamlanmış olur” Yani Marksist-Leninist yaklaşım. Bir de Aralık 1920’den sonra Ermenistan’ı terk etmiş Taşnakların Kemalizm’e bakışı çok ilginç. Günümüze ulaşan ilginç mektuplaşmalar var. İki üst düzey Taşnak siyasetçi (biri Birinci Ermenistan Cumhuriyeti Dışişleri Bakanı) iki ay boyunca mektuplaşarak Kemalizm’in geleceğini tartışıyorlar. Biri Kemalizm’in yakında sona ereceğini söylerken, diğeri ise Kemalizm’in 50 sene boyunca pişen ideolojik akımların sonucunda ortaya çıkmış olgun ideoloji olduğu ve başarıya ulaşacağını dile getiriyor. Yani Taşnakların Kemalizm’i nasıl gördüğü de kitapta ele alınıyor. Kitapta sadece Sovyetler Birliği veya Rusya’nın bakışı değil, Ermenilerin de olaya nasıl baktığı gün ışığına çıkartılıyor. 

YD: Sovyet Rusya genel olarak Kemalizm’e siyasi açıdan bakıyor ve oradan inceliyor. Bir de Kemalizm’i ideolojik açıdan inceleyen araştırmalar var mı?

1926-27’ye kadar daha bilimsel bir yaklaşım görüyoruz. 1890’lardan beri Çarlık Rusya’da iki bilim merkezi vardı St. Petersburg’da ve Moskova’da. Sovyetler Birliği kurulduğunda birçok bilim insanı Doğu’yu araştırmaya devam ediyor ve bilimsel yaklaşım kalıyor. 1926’dan sonra ise yaklaşım değişiyor. O yıla kadar Kemalizm’i ideoloji olarak araştırıyorlar. Bulgulara dayalı, Marksizm-Leninizm’den uzak bir yaklaşım sergileniyor. Ondan sonra antiemperyalist terminoloji yer almaya başlıyor. Sovyet tarihçilerinin Kemalizm’e sınıfsal çekişme olarak, elit bir ideoloji olarak baktığını, bunun da uzun sürmeyeceğini düşündüklerini görüyoruz. Köyler modernleşmediği, her şey şehir merkezli olduğu için bu ideolojinin ömrünün uzun olmayacağını iddia ediyorlar. Aslında haksız olmadıklarını gördük, zira artık 1950’lerde Türkiye’de muhafazakarlığın tavan yaptığına şahit olduk. Demokrat Parti, ardından Adalet Partisi, Milli Görüş’ün yükselişi ile bu durumun devamlılığı da sağlanıyor. Batı imrenerek yaklaşsa da Kemalizm’in burjuvaziye, emperyalizme dayalı olması gözardı edilmiş. Ve sınıfsal yaklaşım Sovyet tarihçilerine bu ideolojiyi iyice anlamaya yardımcı olmuş. 

1920’lerin ortasında çok ilginç bir şekilde Sovyetler Birliği Kemalizm modelini Çin’de uygulamaya çalışıyor. Burada fikir ayrılığı yaşanıyor: Troçki ve Troçkistler Kemalizm’in model olarak başka ülkelerde, aynı zamanda Çin’de uygulanması gerektiğini savunurken Stalin buna katılmıyor, Kemalizm’in burjuva devrimi olduğunu, eğer gelecekte başarı ile sonuçlanırsa ancak, o modelin başka ülkelerde uygulanması gerektiği görüşünde. Kemalizm iyice araştırılmış bir konu fakat Sovyet yaklaşımını ele alan bir çalışma henüz yapılmadı. 

Kitap için belli bir sınırlama koymak zorundaydım ve birçok konuyu derinlemesine ele alamadım. Ama örneğin Çin tarih yazımında Kemalizm yaklaşımını incelemek önemli, umarım tarihçiler buna çalışır. Benim kitabım yeni araştırmalar, konular için kapı açıyor. Hindistan’daki Müslümanların Kemalizm’e yaklaşımına yer verdim kitapta, ancak derinlemesine değil. İslam dünyasında Kemalizm’i çok olumlu bir şey, ilham kaynağı olarak görülmüş. Sadece Sovyetler Birliği tarafından eleştirel bakış görüyoruz, o da ideolojik ayrılığından kaynaklanıyor. 



VB: Günümüzde Türkiye toplumunun karşılaştığı sorunların köklerini ideolojik altyapılarda aramamız gerektiğinden bahsediyorsunuz. Kemalizm bu sorunların nedeni mi ve nasıl?

Kemalizm’in altı ilkesine gelelim. Bunlar ilkeden çok fazla. Türk ideal toplumu bunun üzerine inşa edildi. Ve ilk önce bu Türkçülük ilkesine dayandı. Diğer ilkelerde cumhuriyetçilik, laiklik, devletçilik, milliyetçilik, inkılapçılık da vardı. Bunlar Türk toplumunun hamuruydu. Şimdi ise toplumsal değişikliklere baktığımızda muhafazakarlığın, İslamcılığın siyaseti dikte ettiğini görüyoruz. Ve 1920-30 yıllarında Kemal’in modernleşme politikasının kısmen başarılı olduğu aşikâr. Yani dayatılan modernleşmenin topluma yabancı kaldığı doğru. Sovyet tarih yazımında yer aldığı gibi elit kaldı, köylere ulaşamadı ve Türkiye hiçbir zaman eşit bir şekilde gelişemedi. Yani günümüz Türkiyesi’nin sorunlarını anlamak için Kemalizm’den de değil 1870-80’lerden, Abdülhamid döneminden okuma yapmamız gerek, nasıl bir Türk toplumu modeli oluşturmaya çabaladıklarını anlamaya çalışmalıyız. Günümüzde Türkiye farklı başkalaşım, değişiklik ve deneylerin sonucunda oluşan Türk modelidir. Erdoğan’ın siyasetinin, ideolojisinin temeli geçmişin devamı. Yeni bir şey yapmıyor, sadece Menderes, Demirel ve Milli Görüş dönemlerinde atılan temellerin devamını başarı ile sağlıyor. Yani Kemalizm gerçeklikte enteresan bir deneydi. Ulusal azınlıklar, toplumun büyük kısmı için acı bir sayfaydı, fakat bunun sayesinde Kemalistler ulus inşaatı sürecine protein aktarabildi. Bu yüzden de Kemalizm’in iyice araştırılması Türkiye’deki birçok sorunun cevabını verir. 

VB: Şimdiki siyasi durumda Kemalizm’i nasıl görüyorsunuz? Ve Kemalizm’in geleceği nedir?

Kemalizm’i altı ilkeleri kapsamında değerlendirecek olursak birçok şeyin değiştiğini göz önünde bulundurmalıyız. Örneğin laiklik ilkesinden neredeyse bir şey kalmadı. Günümüzde cumhuriyetçilik ve milliyetçilik ilkeleri devam etmekte. Kemalizm hala okullarda çok yaygın. Erdoğan bunu biraz değiştirmeyi başarmış olsa da hala Türkiye vatandaşı Türk olarak görülmekte. Birçok sorunun nedeni Kemalizm döneminde öne sürülen ideoloji. Bir de bir detay var, Kemalizm’den bahsederken 1920-30’ların faşist Avrupasından nasıl etkilendiğini göz ardı ediyoruz. Faşizme çoğu zaman Alman ideolojisi olarak yaklaşıyoruz, fakat daha global bir ideolojiydi ve her ülkede farklılık göstermekteydi. Faşizmin ve Kemalizm’in kombinasyonu ciddi bir araştırma konusudur. Kitapta buna da değiyorum. Milliyetçiliğin Türkiye’de kalıcı olacağını ve Kürt meselesi, Ermeni soykırımı gibi konularda Türk milli görüşünün inkârcı olacağını söyleyebiliriz. Bu meseleleri Türk toplumunun gerçekliğinin bir parçası olarak görmeyecekler ve Türklere yakışmadığı için inkâr edilmesi gereken bir durum olarak bakacaklar. Bu yaklaşımlara karşı Türkiye toplumunun bilinçli kısmı, sivil toplum mücadele etmeli. Bu modelin yeniden şekillendirilmesi gerek.

‘Sosyal Demokrat İdeoloji yükselişte’

YD:Ermenistan’da iktidar değişikliği oldu. Paşinyan iktidara geldi fakat bu bir devrim mi? Seçimler için Paşinyan favori. (Not: söyleşi seçimlerden önce yapıldı) Ondan sonra büyük değişiklikler bekliyor musunuz? 

Çok zor ve katmanlı soru. Ermenistan’da gelecekte ne olacaklarına dair tartışmalar pek yok, herkes günümüzü anlamanın peşinde. Daha önce Agos’a verdiğim röportajda da dediğim gibi bu bir devrim değildi. Devrim açıklamalarla olmuyor, işle devrim olur. Eğer devrimi yapanlara inanırsak 20. yy’da 40 devrim gerçekleşmiş olduğuna inanırız. Fakat bunlardan kaçını hatırlıyoruz? Bolşevik devrimi, İran devrimi ve Çin devrimi. Ama baktığınızda ‘Mustafa Kemal’in yaptığı bile devrim olarak görülmüyor. Sonuçlarına baktığımızda çok az şey kalmış zira. Devrimlerin bir başlangıcı var ama sonu yok. Paşinyan olanlara devrim demeyi çok seviyor ama bunu daha kanıtlaması lazım. Devrim insanların fikirlerinde, davranışlarında sergilenmeli, açıklamalarda değil. Devrim aynı zamanda siyasetçiler için kolay bir referans noktası. Olan sivil itaatsizlikle gerçekleşmiş iktidar değişikliğidir. Ben böyle açıklardım. 

Geçtiğimiz aylarda birçok değişiklik gerçekleşti elbet. Fakat toplumda bu değişiklikleri gözlemlemek güç. Toplumda temel ve olumlu değişiklikler olacağına dair ümit var. Toplumun şikayetçi olduğu şeyler, yolsuzluk vs artık yok. Bunu yapan insanlar da yok. Bu alan Nikol’a ve ona inananlara verilmiş durumda. Ve bu insanların kamu yönetimi alanında deneyimi yok. “Benim Adımım” koalisyonunun seçim listesine baktığımızda işsizlerden oluşan büyük bir grup görüyoruz. Yani bu insanların ilk iş deneyimi meclis olacak. Son yıllarda Ermenistan’ın siyasi alanı boştu, Cumhuriyetçi Parti bütün siyasi alanı eline geçirmişti. Bunun sonucunda yeni siyasi partiler, güçler ve fikirler doğmuyordu. Piyasada varlığını sürdürebilen tek parti Müreffeh Ermenistan Partisi oldu, Taşnak Partisi hep vardı ama maddi kaynaklardan dolayı oldukça zayıftı. Nikol’un kurduğu ise bir parti değildi, sivil bir hareketti. Bu sivil toplum hareketler koalisyonuydu. İki, beş sene sonra nasıl bir Ermenistan’la karşı karşıya olacağımız sorusunun cevabını Nikol Paşinyan vermiyor, bu endişe verici. Kendisi ve ekibi bu mesele üzerine kafa yormak istemiyor. Benim gibi birisi de bunları dert edinir. 

Yoksulluğu bitireceğiz diyor mesela, çok iyi. Bunun gibi vaatler duymak istiyoruz. Nasıl bir ideolojiye sahip olacak ülke?

Seçimlere katılacak 11 partiye bakıldığında ilk kez sosyal demokrat ideolojinin yükselişini görüyoruz. İki parti hariç geri kalanı net sosyal demokrat yaklaşım sergiliyor. Bütün partiler sosyal adaleti, toplumda adaletin onarılması gerektiği görüşünde. Fakat bütün dikkati adalete verince yoldan sapmış oluyorsun. Başka yöntemler uygulayarak ülkenin eşit bir şekilde gelişmesini sağlamalıyız. Bu seçimler siyasi alanımızın boşluğunu çıplaklığını gösterdi. Seçimlere doğru düzgün hazırlanacak zamanları olmadı. Partiler hep seçime hazır olmalı elbet, ama dediğim gibi Ermenistan’da partiler oluşmuyor. Baktığımızda geçmişte bir tek bir parti liderini değiştirmiş, geri kalanında parti liderleri hep aynı kalmıştır. Halk bu tipten yorulmuş artık. Bir ülkenin demokrasisi için partiler kaçınılmaz fakat parti kültürü yok. Bu yüzden de bu seçimler Ermenistan için önemli. 

Nikol Paşinyan’ın otoriter açıklamalarından endişe ediyorum. Demokrat olarak tanıtıyor kendisini, halkın başbakanıyım diyor fakat tehlikeli otoriter davranışlar sergiliyor. Kızdığında tehlikeli birisine dönüşüyor ve kontrolü kaybediyor.
Yeni hükümetin dışişlerinde net olması gerekir. Son zamanlarda sarsılmalar oldu. Küçük ülkeler kapasitelerini iyi değerlendirmeli ve ona göre hareket etmeli. Biraz istikrar getirilmeli. 

http://www.agos.com.tr/tr/yazi/21679/sovyet-tarihciler-kemalizmin-uzun-omurlu-olmayacagini-dusunuyordu

***

Atatürk "Ermeni Soykırımı" iddialarına ilişkin soruya ne yanıt vermişti

Devlet yetkililerinin ve tarihçilerin çeşitli açıklamalar yaptığı 1915 olaylarına ilişkin Mustafa Kemal Atatürk’ün görüşleri merak konusu oldu.


30.04.2015 14:13 


Ermeni Soykırımı” iddiaları yüzüncü yıl nedeniyle son zamanlarda gündemde oldukça geniş yer tuttu. Devlet yetkililerinin ve tarihçilerin çeşitli açıklamalar 
yaptığı 1915 olaylarına ilişkin Mustafa Kemal Atatürk’ün görüşleri merak konusu oldu.

Atatürk, 26 Şubat 1921’de Amerikalı gazeteci Streit ile yaptığı mülakat sırasında 1915 olaylarına ilişkin açıklamalarda bulunmuştu.

Kaynak Yayınları’ndan çıkan “Atatürk’ün Bütün Eserleri” çalışmasının 11. cildinin 60, 61 ve 62 sayfalarında yer alan bu röportajda, 
Atatürk “Dünya kamuoyu, Ermeni ahalisinin tehciri hususunda almaya mecbur kaldığımız karar için bize karşı haklı bir ithamda bulunamaz” demişti.

‘ERMENİ AHALİSİNİN TEHCİRİ HUSUSUNDA…’

Mustafa Kemal, gazeteci Streit’in “Harbi Umumi esnasında yapıldığı mütemadiyen ağızlarda dolaşan Ermeni katliam ve tehciri hakkında hükümetinizin resmi görüşü nedir?” sorusuna şöyle yanıt vermişti:

“Rus ordusu 1915’te bize karşı büyük taarruzunu başlattığı bir sırada o zaman Çarlığın hizmetinde bulunan Taşnak Ermeni Komitesi, askeri birliklerimizin 
gerisinde bulunan Ermeni ahalisini isyan ettirmişti. Düşmanın sayı ve malzeme üstünlüğü karşısında çekilmeye mecbur kaldığımız için kendimizi daima 
iki ateş arasında kalmış gibi görüyorduk. İkmal ve yaralı konvoylarımız acımasız şekilde katlediliyor, gerimizdeki köprüler ve yollar tahrip ediliyor ve Türk köylerinde terör hüküm sürdürülüyordu.

Bu cinayetleri işleyen ve saflarına eli silah tutabilen bütün Ermenileri katan çeteler, silah, cephane ve iaşe ikmallerini bazı büyük devletlerin daha barış zamanından beri kendilerine kapitülasyonların bahşettiği dokunulmazlıklar dan istifade ederek ve bu maksada yönelik olarak büyük stoklar husule getirmeye muvaffak oldukları Ermeni köylerinden yapıyorlardı.

İngiltere’nin barış zamanında ve harp sahasından uzak olarak İrlanda’ya reva gördüğü muameleye hemen hemen kayıtsız bir şekilde bakan dünya kamuoyu, 
Ermeni ahalisinin tehciri hususunda almaya mecbur kaldığımız karar için bize karşı haklı bir ithamda bulunamaz. Bize karşı yapılmış olan iftiraların aksine, 
tehcir edilmiş olanlar hayattadır ve bunlardan çoğu, şayet İtilaf devletleri bizi tekrar harp etmeye zorlamasa idi, evlerine dönmüş olurlardı.”

‘AMERİKALI GENERAL HARBORD ŞAHİDİMİZDİR’

Gazeteci Streit’in “Ermeniler ve Rumlar tarafından Türklere karşı vukuu rivayet edilen katliam hakkında ne gibi malumat verebilirsiniz?” sorusuna ise 
Atatürk şu yanıtı vermişti:

 “Gerek Umumi harp sırasında gerek Mütareke’den sonra Ermeniler ve Rumlar tarafından Müslüman ahaliye yapılan zulümler üzerinde durmak uzun bir 
hikaye olur. Brest-Litovsk Antlaşması’nın yapılmasını müteakip Rusların Doğu vilayetlerimizi tahliyeye başladıkları sırada Ermeni çetelerinin yapmış oldukları 
katliam ve tahribat kafi derecede herkesin malumudur. Sivas’ta benimle görüşmüş olan, daha sonra bu bölgeleri ziyaret etmiş eden ve buralarda 
Ermeni çetelerinin davranışları hususunda tafsilatlı gözlemlerde bulunarak daha sonra kendisine bu konuda anlatmış olduğum şeylerin doğru olduğunu 
Amerikalı General Harbord, Amerikan kamuoyunun kendisinden faydalı malumat temin edebileceği bir şahidimizdir. Taşnaklar daha sonra da 
Kars ve Oltu bölgelerinde Alexandropol Antlaşması’nın yapılmasına kadar cinayetlerine devam etmişlerdir” diyerek yanıtlamıştı.

‘WİLSON PROJESİ SADECE GÜLÜNÇTÜR’

Atatürk, “Wilson Ermenistan sınırları hakkındaki fikriniz nedir?” şeklindeki soruyu da şöyle yanıtlamıştı:  

“Ermenistan birkaç günden beri tekrar Taşnakların eline düşmüştür. Alexandropol Antlaşması’nı samimiyetle tatbik mevkiine koyacak her 
Ermeni hükümeti dostluğumuza güvenebilir. Milyonlarca Türk’ü binlerce Ermeni’nin hakimiyetine terk etmeye kalkışan Wilson projesi sadece gülünçtür” 
diye cevap vermişti.

Odatv.com

https://odatv.com/iste-kendi-agzindan-o-sozler-3004151200.html


***