30 Temmuz 2016 Cumartesi

LOZAN BARIŞ KONFERANSI VE ERMENİ HAYALLERİNİN SON BULMASI

 
 
LOZAN BARIŞ KONFERANSI VE ERMENİ HAYALLERİNİN SON BULMASI
 
 
 
Yazar :
 Teoman Ertuğrul TULUN
22.07.2016
 

 
 
 
Lozan Barış Andlaşması, 93 yıl önce 24 Temmuz günü imzalanmıştır.[1] Lozan Andlaşması, Birinci Dünya Savaşına katılan devletlerin önemli bir kısmının müzakere ettiği, imzaladığı ve onayladığı önemli bir uluslararası akittir. Lozan Andlaşması, sadece bu Andlaşmayı imzalayan ülkeler açısından değil, kapsadığı konuların genişliği açısından da önemlidir. Andlaşma, Osmanlı İmparatorluğu ve Birinci Dünya Savaşı’nın Doğu Cephesiyle alakalı siyasi, askeri, ekonomik ve insani konuları kapsamaktadır.[2]
 
Bu nedenle, Lozan Barış Andlaşması’nın sadece imza atan devletleri etkilemediğini, üçüncü taraflar için de ciddi sonuçlar yarattığını söylemek abartılı olmayacaktır. Bu çerçevede, Lozan Andlaşması’nın gözden geçirilmesine, değiştirilmesine veya sonlandırılmasına yönelik bütün taleplere ciddi şüpheyle yaklaşılmalıdır. Bu husus, özellikle Andlaşmada kayıtlı ilkelere ve kurallara dayanmayan ve uluslararası hukukun genel ilkelerine aykırı talepler için geçerlidir. Dolayısıyla, Ermenistan Cumhuriyeti ve Ermeni diasporasının 1915 olaylarından kaynaklanan talepleri dahil, bütün öznel gerekçelere dayalı talepler, yukarıda belirtilmiş çerçevede incelenmeli ve değerlendirilmelidir.
 
Lozan Andlaşması, Lozan Konferansı çerçevesinde imzalanmıştır. Japonya adına da hareket eden üç müttefik olarak, Britanya, Fransa ve İtalya, Türkiye’yi Lozan Konferansı’na davet etmiştir.[3]
 
Konferans, “Doğu’da tam barış ortamının ihdası” amacıyla düzenlenmiştir.[4]
 
Konferansın resmi adı “Yakın Doğu Sorunlarına dair Lozan Konferansı”dır.[5] Lozan Andlaşması, iki aşamada gerçekleşen Konferansın bitiminden sonra imzalanmıştır. Birinci Konferans, 21 Kasım 1922 - 4 Şubat 1923 tarihleri arasında yapılmıştır. İkinci Konferans, 23 Nisan -24 Temmuz 1923 tarihleri arasında düzenlenmiştir.
 
 
Konferansa katılan devletler, dört geniş grup olarak sınıflandırılabilir. Birinci grup, davet eden devletlerden oluşmaktadır. Bu grupta Britanya, Fransa, İtalya ve Japonya yer almaktadır. İkinci grup, tüm müzakere oturumlarına davet edilen devletlerden oluşmaktadır. Yunanistan, Sırp-Hırvat-Sloven Devleti, Romanya ve Amerika Birleşik Devletleri bu gruba dahildir.  Üçüncü grup ülkeler, sadece belirli hudutların müzakere edildiği oturumlara davet edilen devletlerdir. Bu çerçevede örneğin, Sovyetler Birliği ve Bulgaristan Türk Boğazları ile ilgili olarak davet edilmiş devletlerdir. Bulgaristan, Boğazlara ilaveten, Trakya sınırının müzakere edildiği oturuma da davet edilmiştir. Dördüncü gruptaki devletler, ticaret, ikamet gibi belli konular ile ilgili olarak davet edilmişlerdir. Belçika ve Portekiz bu gruba dahildir. Burada üzerinde durulması gereken husus, Türkiye’nin Konferansa ana katılımcı olarak davet edilmiş olmasıdır.[6]
 
 
Konferansın sonuçlarının, ana hatlarıyla kısaca belirtilmesi yerinde olacaktır. Bu husus, müzakerelerin karmaşık yapısı nedeniyle önem arz etmektedir. Konferansın sonucunda, birbiriyle alakalı, ancak birbirinden bağımsız toplam 18 Belge üretilmiştir.[7] Konferans belgelerinin 18incisi olan Nihai Senet, hem yukarıda bahsi geçen karmaşık yapıyı anlamamıza yardımcı olan, hem de diğer 17 Belgeyi listeleyen bir metindir. Bu 17 Belge ve Nihai Senet (18’inci Belge), Konferans sonucunda üzerinde mutabakata varılan ve imzalanan bir “Belgeler Paketi” olarak adlandırılabilir. Bu Belgeler içerisinde, Nihai Senet metninde ilk sırada kayıtlı olan, 24 Temmuz 1923 tarihinde imzalanan “Barış Andlaşması”nın taraf tüm devletler açısından özel bir öneme sahip olduğu söylenebilir.[8]
Müzakerelerin karmaşık yapısı, katılımcı devletlerin statüleri ve Konferans sonucunda ortaya çıkan Belgelerin sayısı nedeniyle, yukarıda ifade edilen “Belgeler Paketi”, çeşitli yayınlarda farklı isimler ile adlandırılmaktadır.  “Lozan Andlaşması” ve Lozan Barış Andlaşması” bunlardan iki tanesidir. Bu metinde, bahsi geçen “Belgeler Paketi”ne atıf yapılırken, “Lozan Andlaşması” terimi kullanılacaktır. 
Konferansın yapısını ve içeriğini daha iyi anlayabilmek için, Konferansın amacını yetkin biçimde açıklayan Nihai Sened’in incelenmesi faydalı olacaktır. Nihai Sened’in önsözünde,
“Britanya İmparatorluğu, Fransa ve İtalya Hükümetleri, Japonya Hükümeti ile müttefikan Şarkta sulhu sureti kat’iyede iade etmek ümnıyesiyle bir taraftan Yunanistanı, Romanyayı, Sırp-Hırvat-Sloven Devletini ve kezalik Amerika Düveli Müttehidesini ve diğer taraftan Türkiyeyi bütün milletler tarafından temenni olunan bir neticeye vusule salih ahkam ve mevaddı müştereken tetkika davet etmiş oldukları”  
belirtilmektedir.
 
 
1915 olayları, Konferans’ta bu çerçevede tartışılmıştır. Lozan Andlaşması’nda, Osmanlı İmparatorluğu’ndaki Ermeni asıllı vatandaşlara doğrudan bir atıf yapılmamış olmasını vurgulamak gerekir.  Bu husus, Ermeni asıllı vatandaşların, Osmanlı tarihinin son senelerini önemli ölçüde meşgul eden savaşta bulundukları konum nedeniyle önem arz etmektedir.[9] Konferans Belgelerinde, Ermenistan Cumhuriyeti’ne doğrudan yapılmış bir atıf da bulunmamaktadır. Ancak bu husus, 1915 senesinde yaşanmış olayların Konferans süresince hiç gündeme gelmediği anlamı taşımamaktadır. Aslında, 1915 senesinde cereyan eden olaylar nedeniyle ortaya çıkmış sorunlar, gerek müzakere sürecinde, gerek  Lozan Andlaşması’nda ayrıntılı bir şekilde ele alınmıştır.  
 
Konferans ve sonucunda ortaya çıkan Belgeler Paketi’nin anlatılmasından önce, bu iki aşamayı birbirinden ayıran önemli bir özelliğe dikkat edilmesi gerekmektedir. Konferans süresince, 1915 senesinde cereyan eden olaylardan dolayı meydana gelmiş sorunlar doğrudan ele alınmıştır. Belgelerde ise, 1915 olayları nedeniyle ortaya çıkan sorunlar dolaylı olarak ele alınmıştır.
1915 olaylarından dolayı ortaya çıkan meselelerden bir tanesi toprak talepleri ile ilgilidir. Bu husus, Konferans sırasında doğrudan ele alınmış konulardan bir tanesidir. İtilaf devletlerinin temsilcileri, bu konuyu farklı zamanlarda gündeme getirmişlerdir. 14 Aralık günü yapılan Azınlıklar Alt-Komisyonu toplantısı, bu konunun dile getirildiği oturumlardan bir tanesiydi. İtilaf devletlerinin temsilcileri, 15 Aralık günü yapılacak toplantıda “Ermeniler İçin Ulusal Vatan” konusunun ayrıntılı bir şekilde tartışılmasını istiyorlardı. Ancak 14 Aralık toplantısında bu konuda çıkmaza girildi.[10]
 
Konferans tutanaklarında da belirtildiği üzere, Türk temsilciler, Türk Heyetinin bu konunun görüşülmesine hiç bir koşul altında müsaade etmeyeceğini İtilaf Devletlerinin temsilcilerine iletmiştir. İngiliz, Fransız ve İtalyan üyelerden oluşan İtilaf devletlerinin temsilcileri ise, bu konu hakkındaki tartışmaların devamını istediklerini ısrarla vurgulamışlardır. İtilaf temsilcileri, Türkiye’nin bu konuyu tartışmayı reddetmesi yerine, Komisyona karşı görüşlerini sunması talebinde bulunmuştur. Türk temsilciler, bahsi geçen konunun, ilgili ülkeler arasında, Lozan Konferansı’ndan önce imzalanan andlaşmalar ile çözüme kavuşturulduğunu belirtmişlerdir. Bu noktada Türk temsilcilerinin atıf yaptığı andlaşmalar şunlardır: Gümrü Andlaşması (1920), Moskova Andlaşması (1920) ve Kars Andlaşması (1921). “Ermeniler İçin Ulusal Vatan”  hakkında yapılan bu ilk tartışmalar, 18 Aralık günü sona ermiştir. Komisyon tarafından, gelecek müzakerelerin temeli olarak kabul edilen teklif taslağına, Ermeni vatanı meselesi dahil edilmemiştir.[11]
 
Yukarıda bahsedilen uzlaşıya rağmen, İtilaf temsilcileri Ermeni vatanı konusunu gündeme getirmek için çaba göstermeye devam etmişlerdir. Bu çabalarla bağlantılı olarak, 26 Aralık günü yapılacak Alt-Komisyon toplantısına bir Ermeni heyeti davet edilmiştir. Türk temsilciler bu duruma iki nedenden dolayı tekrar itiraz etmişlerdir. Birincisi, Türk temsilciler Alt Komisyon toplantısına her hangi bir heyetin ancak oy birliği ile alınan bir kararla çağrılabileceğini belirtmişlerdir. İkinci olarak, Ermeni Heyetinin toplantıya katılabilmesinin, Romanya, Sırbistan ve Yunanistan’daki tüm azınlıkların Alt-Komisyona heyet göndermesi durumunda mümkün olabileceğini belirtmişlerdir. Bunlara ilaveten Türk temsilciler, İtilaf temsilcilerinin ortaya koyduğu çerçevenin gereği olarak, Komisyonda Müslüman milletlerin heyetlerine (burada İtilaf devletlerin işgali altında yaşayan Müslümanlara atıf yapılmaktadır) ve İrlanda heyetine dinlenilme hakkı verilmesi gerektiğini vurgulamışlardır.[12]
 
Türk temsilcilerin tüm bu itirazlarına rağmen, 26 Aralık günü, Alt Komisyonda bulunan İtilaf temsilcileri davet ettikleri Ermeni heyetini dinlemişlerdir. Türk heyeti, bu toplantıya katılmayı ret etmiştir. Türk heyetinin bulunmamasından dolayı, resmi niteliğe sahip olmayan bu toplantıda konuşulanlar tutanaklara dahil edilmemiştir. Türk temsilciler üzerindeki baskı, Amerikan heyetinin 30 Aralık günü, Ermeni vatanı konusunda yaptığı açıklama ile devam etmiştir. Bu konular bir daha Alt-komisyon toplantılarında tartışılmamıştır.[13]
 
Ermeni heyetini ve 1915 senesinde yaşanan olaylardan ortaya çıkan konuları doğrudan Lozan Konferansı’na dahil etme girişimleri sonuçsuz kalmıştır. Konferans sonunda, sadece Türkiye açısından değil, aynı zamanda İtilaf temsilcileri açısından da Ermeni vatanı için toprak ayrılması konusu kapanmıştır.
Lozan Andlaşması’nın metninde, Ermeni nüfusuna ilişkin meselelere dolaylı yoldan değinilmiş olmasına rağmen, Lozan Andlaşmasıyla, Ermeni nüfusuyla ilgili ve Ermenilerin 1915-1916 yıllarında tabi tutuldukları sevk ve başka yerlerde iskan edilmelerinden doğan sorunlar esasen ayrıntılı biçimde halledilmiştir.
Birinci Dünya Savaşı’nın sonucunda yerlerinden olan kişiler konusu, Lozan Andlaşması metninde dolaylı olarak halledilen konulardan biridir. Andlaşma, yerinden edilmiş tüm bireylerin bir vatandaşlık kazanmasını sağlamıştır.  Andlaşma, bunu iki yolla gerçekleştirmiştir. 
 
Andlaşma’nın 30’uncu maddesi,
 
“İşbu Muahedename ahkamı mucibince Türkiyeden ayrılan arazide yerleşmiş Türk tebaası bihakkin ve kavanini mahalliyece mevzu şeriat dahilinde işbu arazinin intikal ettiği Devletin tebaası olacaklardır.”[14]
hükmünü içermektedir.
 
30’uncu madde, Lozan Andlaşması’nın imzalanmasıyla, Andlaşma’da tanınan sınırların dışında kalan tüm bireylerin, ikamet ettikleri toprakların bağlı olduğu devletin vatandaşlığını otomatik olarak kazanmalarını öngörmektedir.
Yukarıdakine ilaveten, 31’inci maddede şöyle denilmektedir.
“18 yaşını mütecaviz olup ta 20 uncu Madde ahkamı mucibince Türk tabiyetini zayi ve bihakkın yeni tabiiyet iktisap eden eşhas işbu Muahedenin mevkii mer’iyete vaz’I tarihinden itibaren iki sene müddet zarfında Türk tabiiyetini ihtiyar etmek selahiyetini haiz olacaklardır.”[15]
 
31’inci maddede, tartışmaya yer vermeyecek biçimde, Andlaşma’nın imzalanması neticesinde yeni bir vatandaşlık kazanan tüm kişilerin, Türk vatandaşlığına tekrar alınma hakkına sahip oldukları belirtilmektedir.  
Lozan Andlaşması’nın metninde, dolaylı olarak halledilen ikinci bir konu ise, yerinden edilmiş kişilerin taşınmaz malları ile ilgilidir. 33’üncü maddede,
 
““31. ve 32inci Maddeler ahkamına tevfikan hakkı hiyarlarını istismal eden eşhas, bunu takip eden on iki ay zarfında ikametgâhlarını, hakkı hiyarlarını lehine istimal ettikleri Devlet arazisine nakle mecburdurlar. İşbu hakkı hiyarlarını istimalden mukaddem mukim bulundukları diğer Devletin arazisinde malik oldukları envali gayri menkuleyi muhafaza etmekle serbest olacaklardır …” [16]  hükmü yer almaktadır.
 
Yerinden edilen kişilerin taşınmaz malları konusuna, Af Beyannamesi’nde  (8’inci Belge) yer verilmiştir. 6’ıncı maddede,
“Bütün Devletlerin perverde eyledikleri müsalemeti umumiyenin temini arzusuna iştirak eden Türkiye Hükümeti, harp dolayısile dağılmış aileleri tekrar  cemetmek ve meşru menlehülhukukun emvallerini  yedi tasarruflarına iade etmek maksadile müttefiklerin ziri himayelerinde ve 20 teşrinievel 1918 tarihile 20 teşrinisani 1922 tarihi arasında icra olunan muamela ta itiraz etmemek niyetinde bulunduğunu beyan eder.”[17]
hükmü kayıtlıdır.
6’ıncı maddenin devamında, İtilaf devletlerinin bu belirtilen çabalarının, kişilerin, taşınmaz mallarıyla ilgili mülkiyet hakları konusunda yetkili mercilere yeniden başvurmaları önünde bir engel teşkil etmediği belirtilmektedir.  ABD arşivlerindeki belgelere göre, Lozan Andlaşması’nın imzalanmasından önce 644,900 Ermeni milletine mensup kişi, bugün Türkiye olarak anılan topraklara dönmüştür.  1919 senesine kadar sahiplerine iade edilen mülk sayısı 241,000’ini bulmuştur. Bu rakam, toplam taşınmaz malların yaklaşık yüzde 98’ine tekabül etmektedir.[18]
 
Lozan Andlaşması’nın metninde çözümlenen üçüncü bir konu ise, 1 Ağustos 1914 - 20 Kasım 1922 tarihleri arasında yapılan siyasi ve askeri eylemler konusuydu. Af Beyannamesi’nin ilk beş maddesi tümüyle bu konu hakkında varılan mutabakat ile ilgilidir. 1’inci ve 3’üncü maddeler, Türkiye ve Yunanistan topraklarında ikamet eden vatandaşların ya da bireylerin yukarıda bahsi geçen tarihler arasında yaptıkları siyasi ve askeri eylemlerden (yabancı devletlere yardım ve yataklık etmek dahil) sorumlu tutulamayacağını ve haklarında kovuşturma başlatılamayacağını vurgulamaktadır. 2’inci maddede de, Türkiye’den ayrılan devletlerde ikamet eden kişilerin, yukarıda bahsi geçen tarihler arasındaki faaliyetleri nedeniyle haklarında kovuşturma yapılamayacağını belirtilmektedir. 1’inci ve 3’üncü maddelerdeki hükümler çerçevesinde, kişiler yaptıkları siyasi ve askeri eylemlerden dolayı af edilmiş sayılıyorlardı. 4’üncü maddede ise, Lozan Andlaşması’nı imzalayan tüm devletlerin vatandaşlarına koruma sağlanarak, yukarıda bahsi geçen tarihler arasında gerçekleştirdikleri askeri ve siyasi eylemlerden dolayı haklarında kovuşturma açılamayacağı belirtilmiştir.[19]
 
Daha önce belirtildiği üzere, Lozan Konferansı Belgelerinde 1915 olayları nedeniyle ortaya çıkan sorunlar hakkında bir madde bulunmamaktadır. Bununla birlikte, Konferans sırasında bu konu ile ayrıntılı bir şekilde ilgilenilmiştir. Belgelerde, 1915 olayları nedeniyle ortaya çıkan sorunlar, herhangi bir etnik veya ulusal gruba atıf yapılmadan, çözülmüştür. Bu, üzerinde önemle durulması gereken bir konudur. Zira herhangi bir toplumsal gruba atıf yapılmaması, farklı grupların yaşadığı acıların yarıştırılmasını engellemiştir. 1915 olayları nedeniyle ortaya çıkan sorunlar, bölgedeki tüm halklar için yıkıcı sonuçlar getirmiştir. İnsanlar, Müslüman veya Hristiyan olmalarına, ya da Türk veya Ermeni kimliğine sahip olmalarına göre ayrı muameleye tabi tutulmamıştır. Bu nedenle, Konferans ve sonunda ortaya çıkan Belgeler çok önemlidir.
Son olarak, Konferans ve sonunda ortaya çıkan Belgelerin yarattığı kapsamlı sistemin, Birinci Dünya Savaşı’ndan dolayı ortaya çıkan “Yakın Doğu sorunlarını” çözüme kavuşturduğunun vurgulanması gerekmektedir.
 
Kaynakça;
 
Aktan, G. “The Lausanne Peace Treaty and the Armenian Question”.   Retrieved from Center For Euroasian Strategic Studies. The Armenian Question: Basic Knowledge and Documentation. Retrieved on 09 July 2016, http://www.eraren.org/bilgibankasi/en/index1_1_2.htm
Lozan Barış Andlaşması: Lozan'da İmzalanan Sözleşmeler, Senetler, Barış Andlaşması Ekli Mektuplar ve Montrö Boğazlar Sözleşmesi.  İcra Sekreterliği ed., Republic of Turkey, Ministry of Foreign Affairs 1984.
Lozan Barış Konferansı: Tutanaklar ve Belgeler. (1970). Vol. 1. Ankara: Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Yayınları.
Oran, B. (2010). “1919-1923: The Time of Liberation” (M. Akşin, Trans.). In B. Oran (Ed.), Facts and Analysis with Documents (pp. 53-142). Salt Lake City: The University of Utah Press.
Pazarcı, H. (2015). Türk Dış Politikasının Başlıca Sorunları (1st edition). Ankara: Turhan Kitabevi Yayınları.
Republic of Turkey Ministry of Foreign Affairs (2011). Lausanne Peace Treaty. Retrieved from http://www.mfa.gov.tr/lausanne-peace-treaty-part-i_-political-clauses.en.mfa
Tacar, P., & Gauin, M. (2012). “State Identity, Continuity, and Responsibility: The Ottoman Empire, the Republic of Turkey and the Armenian Genocide: A Reply to Vahagn Avedian”. The European Journal of International, 23(3), p. 821-835. doi:10.1093/ejil/chs047
Turan, Ö. (2001). “The Armenian Question at the Lausanne Peace Talks”. In T. Ataöv (Ed.), The Armenians in the Late Ottoman Period (2 ed., pp. 207-239). Ankara: The Turkish Historical Society for The Council of Culture, Arts and Publications of the Grand National Assembly of Turkey.
 
*Resim: Kongre Kütüphanesi (Library of Congress)
 
[1] Bu makalede kullanılan “Lozan Andlaşması” terimi, “Lozan Barış Andlaşması”nı ifade etmektedir.
[2] Aktan, The Lausanne Peace Treaty and the Armenian Question
[3] Lozan Andlaşması, Lozan Konferansı çerçevesinde imzalanmıştır.
[4] Oran, “1919-1923: The Time of Liberation”, p. 126.
[5] Metnin ileriki kısımlarında kullanılan “Konferans” terimi  “Lozan Konferansı”nı ifade etmektedir.
[6] Oran, “1919-1923: The Time of Liberation”, p. 129; Gönlübol, p. 51.
[7] Makalede, “Belge” terimi,  Konferans sonucunda çeşitli isimler altında imzalanan metinleri ifade etmek için kullanılacaktır.
[8] Oran, “1919-1923: The Time of Liberation”, p. 129.
[9] Turan, “The Armenian Question at the Lausanne Peace Talks”, p. 238.
[10] Turan, “The Armenian Question at the Lausanne Peace Talks”, p. 220.
[11] Turan, “The Armenian Question at the Lausanne Peace Talks”, p. 219-222
[12] Turan, “The Armenian Question at the Lausanne Peace Talks”, p. 221-222
[13] Lausanne Peace Conference Proceedings, p. 151-292.
[14] Republic of Turkey Ministry of Foreign Affairs, Lausanne Peace Treaty.
[15] Republic of Turkey Ministry of Foreign Affairs, Lausanne Peace Treaty.
[16] Republic of Turkey Ministry of Foreign Affairs, Lausanne Peace Treaty.
[17] Tacar and Gauin, “State Identity, Continuity, and Responsibility…”, p. 832.
[18] Tacar and Gauin, “State Identity, Continuity, and Responsibility…”, p. 832.
[19] Pazarcı: Türk Dış Politikasının Başlıca Sorunları, p. 43; Tacar and Gauin, “State Identity, Continuity, and Responsibility…”, p. 832-833; Lozan Barış Andlaşması (1984).


http://avim.org.tr/tr/Analiz/LOZAN-BARIS-KONFERANSI-VE-ERMENI-HAYALLERININ-SON-BULMASI



...
 

İSYANCI ERMENİLERİN ÖRGÜTLENMESİ, ALDATILAN KİMLİK 1914 - 2014 YÜZYILIN HESABI,

 
 
 
ALDATILAN KİMLİK 1914 - 2014 YÜZYILIN HİKÂYESİ ,
İSYANCI ERMENİLERİN ÖRGÜTLENMESİ,
 
 
 
İSYANCI ERMENİLERİN ÖRGÜTLENMESİ,
Ankara, Eylül 2014

İkinci Viyana bozgunundan sonra Osmanlı gerileme sürecine girince, batılı emperyalistler devletimizi yıkmak için planlar hazırlayıp iç işlerimize karışmaya başladılar. Azınlıkları Osmanlı’ya karşı ayaklandırmak için çeşitli çalışmalar yaptılar. Başta dönemin Rusya yöneticileri olmak üzere İngiltere, Fransa ve ABD’nin yetkilileri, konsoloslukları vasıtasıyla açtıkları misyoner okulları ve
yönlendirdikleri kiliselerde Ermeniler arasında milliyetçilik ve ayrılık fikirlerinin gelişmesini sağladılar. Bu faaliyetlere 1860 yılından itibaren emperyalistlerin güdümündeki yurt içi ve dışında kurulan Ermeni dernekleri de dâhil oldu. Bu tür Ermeni okulları, kiliseleri ve dernekleri ihtilalci fikirlerin aşılandığı en önemli merkezler haline geldi. Tüm bunların sonucu emperyalistlerin kandırdığı ayrılıkçı ermeni grupları oluştu.
 
1877’de Rusya’dan İsviçre’ye tahsile yollanan bir grup Ermeni genç Hınçak Partisini kurdular. Amaçları Osmanlı Ermenilerini kurtarmaktı. Hâlbuki Rusya’daki Ermeniler çok daha zor durumdaydılar. 1877-1878 Osmanlı Rus Harbinde Rus ordusu İstanbul kapılarına kadar dayandı. Ermeni Patriği Nerses, Ruslardan “ İstanbul’u almalarını ” talep etti. Ermeniler, Rusya'dan, "işgal ettiği Doğu Anadolu topraklarından çekilmemesini, bölgeye özerklik verilmesini veya Ermeniler lehine ıslahat yapılmasını" istediler. Yapılan Ayastafanos (Yeşilköy) anlaşmasıyla Osmanlı, Ruslara Kars’ı ve Ardahan’ı bırakmayı ve savaş tazminatı ödemeyi kabul etti. Daha sonra 13.7.1878 tarihinde toplanan Berlin Konferansında Osmanlının Ayastafanos anlaşmasıyla verdiği tavizlerin bazıları hafifletildi. Buna karşılık “Ruslara, Osmanlı İmparatorluğundaki Hıristiyanları korunması yetkisi verilmesi” ve “Doğu Anadolu'da Ermeni azınlığının olduğu bölgelerde ıslahat yapması” kararları alındı. Osmanlı Devleti'nin içişlerine müdahalede en önemli unsuru teşkil edecek bu kararlar, Tanzimat ve Islahat fermanlarıyla azınlıklara tanınan haklar, ayrılıkçı Ermenileri iyice şımarttı.

1880 yılında Hınçak Partisini yeteri sertlikte görmeyen üç Rus Ermeni genci, bu kez Tiflis’te “İhtilâlcı Ermeni Partisi, Taşnak’ı” kurdular. Onlar da bahane olarak ezilen Rusya’daki Ermenileri değil de, Türk Ermenilerini kurtaracaklardı. Aynı tarihlerde İngiliz Başbakanı Gladstone avam kamarasında “Konuşmaya değmez Türk, ölümü hak etmiştir” diye bağırıyordu.
 
Osmanlı Devletinde yaşayan ayrılıkçı Ermenilere ait Adana, Van ve Muş’ta ki dernekler 1880 yılında bir araya gelerek Ermenilerin Birleşik Derneği’ni oluşturdular. Bu dönemde ve daha sonraları kurulan ayrılıkçı derneklerin amaçları arasında “gerekli yerlerde isyanlar çıkartmak ve gençleri silahlandırmak” dahi vardı. Nitekim Erzurum'da 1881'de kurulan Müdâfi Vatandaşlar Derneği çeteler kurdu, dört yüzden fazla usta çeteci yetiştirip komutanlar atadı, bunları düzenli silahlı eğitime tabi tuttu, silâh ve cephane
depoları kurdu.

Bu ve benzeri dernekler zamanla dış yardım ve kışkırtmalarla, Ermenileri devlete karşı ayaklandıran Hınçak ve Taşnaksutyun komiteleri haline geldiler. Bunlardan İsviçre'de Kafkasyalı Ermeniler tarafından 1887'de kurulan Hınçak Komitesi,
Sosyalizmi benimsemişti. Amacı Türkiye Ermenistan’ını kurmak, daha sonra Rusya ve İran Ermenistanlarıyla birleştirerek bağımsız bir Ermenistan yaratmaktı. 1890'da Kafkasya'da kurulan Taşnaksutyun Komitesi (Ermeni İhtilâl Cemiyetleri Birliği) ise ideoloji olarak Nasyonal-sosyalizmi benimsemişti. Amacı Ermeni örgütlerini birleştirmek, Türkiye'ye geçen çetelere yardım etmek,
isyanlar çıkartmak suretiyle Türkiye Ermenistan’ı için siyasî ve iktisadi özgürlük elde etmekti. Bu Komitenin örgütüne verdiği emir şu idi: "Türkü, Kürdü her yerde, her türlü koşullar altında vur! Mürtecileri, ahdinden dönenleri, Ermeni hafiyelerini, hainleri öldür, intikam al!".
 
Bu komiteler Osmanlı Devleti’nin zayıf zamanlarında çeşitli isyanlar çıkartarak yabancı devletlerin müdahalesini beklediler.
Böylece “Balkan ülkeleri gibi bağımsızlıklarını kazanacaklarını, müstakil bir Ermenistan kuracaklarını” umuyorlardı. Her ne kadar nüfus içerisinde çoğunluğu teşkil etmemiş olsalar da (Ek-1) Anadolu toprakları üzerinde hak iddia etmeye, Osmanlı idarecilerine suikast teşebbüslerinden masum Müslüman halkın katledilmesine kadar geniş bir yelpazede cereyan eden teröre ve şiddete başladılar. Buna rağmen, Batı kamuoyunda taraftar buldular, Türk halkının "masum Ermeni halkının katlinden sorumlu barbarlar" olarak nitelendirilmesini sağladılar. Batılı emperyalistler her şartta destekçileri oldu.
 
 
 
 
**
 
 
 
 
 

23 Temmuz 2016 Cumartesi

1915 Olaylarina Dair Türk Ermeni Uyuşmazlığının Tarihi Arka Planı




1915 Olaylarina Dair Türk Ermeni Uyuşmazlığının Tarihi Arka Planı




I. UYUŞMAZLIĞIN TARİHİ ARKA PLANI, 

Türkler ve Ermeniler arasında yüzyıllara dayanan birlikte yaşama deneyimine rağmen, Birinci Dünya Savaşı koşullarında yaşananlar iki halkın birbirinden uzaklaşmasına yol açmıştır. Birinci Dünya Savaşı daha önce benzeri yaşanmamış bir felakettir. En az 16 milyon insan hayatını kaybetmiş, 20 milyon kişi yaralanmıştır. 

Osmanlı, Avusturya - Macaristan ve Rus İmparatorlukları çökmüş; sınırlar önemli ölçüde değişmiş, kitlesel insan göçleri yaşanmıştır. 

Esasen, Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküş süreci Birinci Dünya Savaşından önce başlamıştır. 

Batıdan esen Milliyetçilik Rüzğârları İmparatorluğun özellikle Balkanlardaki büyük toprak kayıplarını beraberinde getirmiş, Osmanlı devlet yapısının daha da zayıflamasına yol açmıştır. 
1864’ten 1922’ye kadar en az 4,5 milyon Osmanlı tebaası Müslüman hayatlarını kaybetmiştir. 
Ayrıca, İmparatorluğun dağılma döneminde, yaklaşık 5 milyon Osmanlı vatandaşı Balkanlar ve Kafkaslardaki Anayurtlarından sürülmüşler, İstanbul’a ve Anadolu’ya sığınmak zorunda kalmışlardır

Bu süreçte, İmparatorluğu oluşturan tüm topluluklar acılar yaşamışlardır. Ermenilerin de bu çalkantılı dönemde büyük acılar yaşadıkları, İmparatorluğun ortak kaderini paylaştıkları hakikattir. 

Etkili bazı Ermeni örgütlerin, 19. yüzyılın ikinci yarısından başlayarak, Çarlık Rusya’sının Osmanlı İmparatorluğu’nu zayıflatmaya ve parçalamaya yönelik siyasasına verdikleri destek Osmanlı için ciddi bir güvenlik tehdidi olarak değerlendirilmiştir. Sözkonusu grupların ayrılıkçı faaliyet ve isyanları, çoğunluğu Osmanlı Müslümanlarından oluşan bölgelerdeki silahlı saldırıları, bu tehdidin giderek artmasına yol açmıştır. Birinci Dünya Savaşı’nda Ermeni radikaller, etnik açıdan homojen bir Ermenistan kurulması için işgalci Rus ordusunun saflarına 
katılmaktan geri kalmamıştır. 


“Taşnak programı İmparatorluğun çatısı altında özgürlük ve özerkliği amaçlarken, Hınçak programı tam ayrılık ve bağımsızlığı hedeflemekteydi. Sonuç olarak, bu gruplar amaçlarına ulaşmak için farklı taktikler kullandılar. Örneğin, Hınçaklar Ermeni Sorunu’nu hızlı bir şekilde Avrupa’nın dikkatine getirebilmek için kitlesel gösteriler organize ettiler. En dikkate değer eylemleri; 27 Temmuz 1890 Kumkapı Gösterileri, Anadolu’da 1893 Yafta Vakası ve göçebe Kürt aşiretlerine ve Hükümetin vergi tahsildarlarına karşı Ağustos 1894’te başlatılan 
Sason Ayaklanmasıdır.” (Bedross Der Matossian, Shattered Dreams of Revolution: From Liberty to Violence in the Late Ottoman Empire, 2014 sf.13.) 

Bunun üzerine, Osmanlı Hükümeti, savaş bölgesinde ya da yakınındaki stratejik bölgelerde ikamet eden Ermeni nüfusun, işgalci Rus ordusunun ikmal ve ulaşım hatlarından uzaklaştırılarak, İmparatorluğun güney vilayetlerine yerleştirilmesine karar vermiştir. Savaş hattından uzakta yaşayan, ancak düşmanla işbirliği yaptığı bilgisi alınan veya şüphelenilen bazı Ermeniler de bu uygulamaya tabi olmuşlardır. 

“……Osmanlı İmparatorluğu’ndaki Ermenilerin katliamının Nazi Almanyası’ndaki 
Yahudilerin başına gelenlerle aynı olduğunun öne sürülmesi yanıltıcıdır... Ermenilerin başına gelen, Ermenilerin Türklere karşı savaştan da önce başlayan ve daha geniş ölçekte devam eden kitlesel silahlı isyanının bir sonucudur...” Bernard Lewis, Notes on a Century: Reflections of a Middle East Historian, 2012 

Osmanlı Hükümeti yerleri değiştirilen Ermenilerin korunması ve beslenmeleri yönünde planlamalar yapmışsa da, günün koşullarında büyük acılar yaşanmasına mani olamamıştır. İç çatışmalar nedeniyle daha da zorlaşmış savaş koşulları, intikam peşindeki yerel gruplar, eşkiyalık, açlık, salgın hastalıklar ve dağılmakta olan İmparatorluktaki genel hukuksuzluk durumu, tüm ihtimaliyet hesaplamalarının ötesinde büyük bir trajedi yaşanmasına yol açmıştır. 

Arşiv belgeleri, emirlere karşı gelerek Ermeni konvoylarına karşı suç işleyen bazı Osmanlı devlet görevlilerinin bulunduğunu ve bunların Ermeni kayıplarından sorumlu tutularak 1916 yılında idam dahil çeşitli cezalara tabi tutulduklarını ortaya koymaktadır. 

Birinci Dünya Savaşı sonunda fiilen yok olan Osmanlı İmparatorluğunun yerine, 
İmparatorluğu oluşturan unsurların verdikleri “Kurtuluş Savaşı” sonunda Türkiye Cumhuriyeti kurulmuştur. Bu yaşam mücadelesinde Türkiye Cumhuriyeti ’ni kuran milli hareket, işgalci devletlerle olduğu gibi Ermeni isyancılarla da, özellikle 1918-1920 döneminde savaşmak zorunda kalmıştır. Savaştan zaferle çıkan Türkiye Cumhuriyeti, 1923’te Osmanlı İmparatorluğu’nun ardılı olarak “Yurtta sulh cihanda sulh” ilkesiyle dünya sahnesinde yerini alırken, kaybettiği milyonlarca evladının ve yüzbinlerce kilometrekarelik toprağın acısını kalbine gömerek, barış, huzur ve dostluk temelli bir geleceğe odaklanmıştır. 

II. 1915 OLAYLARININ DÜNYA GÜNDEMİNE GİRİŞİ 

1915 olaylarından neredeyse yarım asır sonra, geçmişin acılarından türetilen yeni bir tarih yazımı hareketi başlamıştır. Yaşanılanları sadece Ermenilerin gözünden anlatmaya ve dünya kamuoyunda popülerleştirilmeye yönelik bu hareketin iki kutuplu dünya düzeni hüküm sürerken ortaya çıkması anlamlıdır. 1960’lı yıllarda Sovyetler Birliği içinde yaşayan Ermeni grupların ön ayak olmasıyla 1915 olayları organize bir propaganda kampanyasıyla dünya 
gündemine yerleştirilmeye başlanmıştır. Soğuk Savaş koşullarında Batı dünyası yanında yer alan ve Batının güvenliği bakımından hayati rol oynamış olan Türkiye’ye yönelik bu kampanya önemli bir sınama ve mücadele alanı olmuştur. 

III. RADİKAL ERMENİ GRUPLAR VE TERÖR 

Sovyetler Birliği içinde başlayan bu kampanya bir süre sonra tüm dünyadaki Ermeni gruplara yayılmış, radikalizmi körüklemiş, Türkiye ve Türk kimliğine karşı şiddet eylemlerine neden olmuştur. Türkler için hatırlamanın acı verici olduğu menfur terör saldırıları gerçekleşmiş, dünya kamuoyunun dikkatinin Ermeni tezlerine çekilmesi için 1973’ten itibaren 37 Türk diplomat ve aile mensupları Ermeni teröristlerce, 1915 olayları gerekçe gösterilerek gaddarca 
katledilmişlerdir. 

IV. 1915 OLAYLARINA İLİŞKİN “ERMENİ ANLATISININ” İNŞA SÜRECİ 

Terörle meseleyi popülerleştiren ve dünya gündemine yerleştiren terör grupları amaçlarına ulaştıktan sonra, Ermeni radikalizmi bir sonraki safhaya geçmiştir. Zira artık dünyanın merak ettiği ve çok az şey bildiği bir “Ermeni meselesi” vardır. Sıra, zaman zaman sahte belgelerin/fotoğrafların bile kullanıldığı, her şeyden önce sadece Ermenilerin hissiyatına odaklı bir “anlatı/söylem” inşası dönemine gelmiştir. Bu anlatıyı desteklemek için güvenilir olmayan metotlara başvurulması, abartılı veya gerçekdışı hatıratlar kullanılması yoluna da gidilmiştir. 


“ İnkar ” Kelimesinin Yersiz ve Hukuksuz Şekilde Kullanılması, 

Ermeni anlatısı, 1915 olaylarını, tarihsel arka planını ve somut olguları bir yana bırakarak, hukuki boyutu ise tamamen gözardı ederek, -a priori- “soykırım” olarak tanımlamaktadır. Soykırım eksenli bu anlatı, bu “sihirli” sözcük Ermeni tezlerine hem görünürlük kazandırmakta, hem de meseleyi adeta kutsayarak dokunulmazlık/sorgulanmazlık sağlamaktadır. 

Üstelik böylece, ağır bir mağduriyet hissiyatı yaratılarak insani duygular rahatlıkla istismar edilmekte, Ermeni anlatısına sahip çıkmak siyaseten tek doğru (politically correct) yaklaşım olarak dayatılmakta, aksine bir tutum ise “inkârcılıkla” yaftalanmakta ve suç haline getirtilerek bastırılmaya çalışılmaktadır. Oysa, doğası gereği bir iddia “inkar” edilemez, ancak 
sorgulanabilir. “İnkar” kelimesi, karşıt söylemi dolayısıyla tartışmayı engellemek için kasten kullanılmaktadır. 

Bu taktikle Ermeni diasporası, vatandaşı olduğu Batılı ülkelerdeki geniş olanakların da yardımıyla, Ermeni söylemini odak alan sayısız yayın bastırmış, dünya kamuoyuna 1915 olaylarını tek yanlı bir bakış açısından okutmuştur. Bu yayınların birçoğu aslında tartışmaya açık birkaç ana kaynağın farklı sürümleri dir. 

Bu noktada Ermeniler için, “ Soykırım Tezinin ”, dünyanın dört bir yanındaki Ermenileri bütünleştiren bir “üst kimlik” unsuru olduğu da unutulmamalıdır. Ne var ki bu “negatif bir kimliktir” ve Ermeniler için olumlu etki yaratmadığı, Ermenistan’ı ise dünyadan izole bir konuma ittiği ortadadır. 

“1915’de ve müteakip yıllarda cereyan eden olaylardan mağdur olanların torunlarının birçoğu -özellikle Ermeni diasporasına mensup olanlar- kimliklerini, toplumlarının soykırım mağduru olduğu algısı etrafında inşa etmektedir.” Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Perinçek v. İsviçre Davası Büyük Daire Kararı, 15.10.2015, para.156. 


Üçüncü ülkelerin bazıları içinse “ Soykırım Tezleri ”, Konjonktüre bağlı olarak zaman zaman Türkiye’ye karşı değerlendirilmek istenilen bir dış politika aracıdır. 


Osmanlı Ermenilerinin Acılarını İnkar Etmek Mümkün Değildir. 

Tüm bu tespitlerimiz soykırım tezinin temelsizliğine dikkat çekmek içindir. 
Ermenilerin büyük acılar yaşadıklarını ve birçoğunun hayatını kaybettiğini kimse inkâr edemez. Aynı dönemde hayatlarını kaybeden ve Batılı tarihçiler tarafından çoğunlukla görmezden gelinen milyonlarca Müslüman Osmanlı’nın olması, Ermenilerin kayıplarının göz ardı edilmesini veya küçümsenmesini gerektirmez. “Ateş düştüğü yeri yakar.” 

Ne var ki, tarihi olguları, savaş koşullarını ve hukuku göz ardı ederek, 1915’te yaşananları tanımlamak için tek seçenek olarak soykırım üzerinde ısrarcı olmak, hayatını kaybedenlerin hatıralarını onurlandırmanın tek yolu olmadığı gibi, bu anomali, Türklerle Ermenilerin yeniden bir araya gelerek, uzlaşmalarını da engellemektedir. 


“… I. Dünya Savaşı’ndaki ölümleri soykırım olarak nitelendiren Ermeni iddialarının dayanakları Jöntürk rejiminin kasıtlı olarak katliam yaptığı suçlamasını kanıtlamakta yetersiz kalmaktadır…” (Guenter Lewy, Revisiting the Armenian Genocide, Middle East Quarterly, Fall 2005, sf. 3-12) 

1915 Olaylarının Ne Şekilde Tanımlanacağına Dair Siyasi, Bilimsel veya Hukuki 
Oydaşmadan Bahsedilemez. Mesele, Meşru Bir Tartışma Konusudur. 


“[Doğu Perinçek dava konusu sözleriyle], Mahkeme’nin kamu menfaatini ilgilendiren bir mesele olarak gördüğü (…) ve “yalnızca Türkiye’de değil, uluslararası alanda da hararetli bir tartışma” olarak tanımladığı, eskiden beri var olan bir ihtilafa iştirak etmiştir.” Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Perinçek v. İsviçre Davası Büyük Daire Kararı, 15.10.2015, para. 231. 

Acılı bir geçmişe sahip Ermenilerle dayanışma halinde olunduğunu göstermek için Ermeni görüşlerini tartışılmaz biçimde kabul etmek, diğer halklar tarafından yaşanan büyük acı ve kederi göz ardı etmekte, Türkleri haksız şekilde şeytanlaştırmaktadır. 

Parlamentoların Tanıma Kararları, Sadece Gündelik Siyasi İradeyi Yansıtmakta, 
Hukuki Bağlayıcılık Taşımamaktadır. 

Batı ülkelerinde yaşayan Ermeni toplulukları 1915 olaylarının uluslararası toplumca soykırım olarak tanınmasına odaklanmış, Ermeni kimliği yaratmayı hedeflemiş ve çok iyi örgütlenmiş milliyetçi dernekler tarafından temsil edilmektedir. Böylece, Ermeni anlatısının, genel kabul gördüğü, hatta üzerinde oydaşma bulunduğu gibi bir kamuoyu algısı yaratılmıştır. Aktif halkla 
ilişkiler kampanyaları bu algının yaygın şekilde duyulmasına yol açmıştır. Oysa, konu üzerinde bir “siyasi oydaşma” yoktur. Yaklaşık 200 ülke arasından 25 ülke parlamentosunun Ermeni tarih anlatısını destekleyen, çoğunluğu bağlayıcı olmayan kararları uluslararası konjonktürel şartlara bağlı olarak almış olmaları herhangi bir anlam ifade etmemektedir. Bu kararların bir kısmının oldubittilerle alındığı, oylamalarda Ermeni anlatısı aleyhine oy vermiş parlamenterler de bulunduğu; karmaşık bir tarihi meselenin bütününü görmeden, kanaatler, 
çoğu kez de önyargılar veya dini gerekçelerle meseleye yaklaşıldığı ortadadır. 

Örneğin, 1915 olaylarının soykırım olarak tanınmasını öneren bir karar tasarısını 2008 yılında 37’ye karşı 245 oyla reddeden İsveç Parlamentosu, iki sene sonra 2010 yılında benzer içerikte bir karar tasarısını 150’ye karşı 151 oyla kabul etmiştir. Acaba aradan geçen bu iki senelik sürede ortaya çıkartılıp da İsveç Parlamentosu’nu tutum değişikliğine sevk edecek derecede yeni tarihsel bulgular nelerdir? İsveç örneği, bu tür kararların değişkenliğini ve tutarsızlığını açıkça göstermektedir. 

“Gerçek hakem halklar ve onların vicdanlarıdır. Benim vicdanımda ise, hiçbir devlet erkinin vicdanı, hiçbir halkın vicdanı ile boy ölçüşemez. Benim tek isteğim canım Türkiyeli arkadaşlarımla ortak geçmişimi alabildiğine etraflıca ve de o tarihten hiç de husumet çıkarma dan özgürce konuşabilmek…” Hrant Dink, 1 Kasım 2004 


1915 Olaylarına İlişkin “ Akademik Oydaşma ”dan Bahsetmek de Sözkonusu Değildir. 

Ermeni tezlerini savunan akademisyenler kadar, soykırım tezini desteklemeyen yabancı tarihçiler de mevcuttur. Bunlar Ermenilerin acılarını kabul etmekte ama yaşananları bütün cül bir anlayışla değerlendirerek, 1915 olaylarının soykırım olarak tanımlanamayacağını öne sürmektedirler. 

“….tarihsel araştırmanın, doğası gereği, ihtilaflı ve tartışmalı olması, kesin sonuçlara ulaşmaya, objektif ve mutlak gerçekleri ifade etmeye pek imkan vermemesi nedeniyle, işbu dava da kine benzer olaylar hakkında, özellikle akademik düzeyde, bir “ genel oydaşma ” olabilmesi şüphelidir.” Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Perinçek vs. İsviçre Davası Daire Kararı, 17.12.2013, para.117. 

V. 1915 OLAYLARININ HUKUKİ BOYUTU 

Belki de her şeyden çok konunun hukuki boyutuna ilişkin bilgisizlik üzerinde durulmalıdır. 
Soykırım uluslararası hukukta açıkça tanımlanmış spesifik bir suçtur. İlk defa 1948 tarihli BM Soykırım Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi ’nde tanımlanmış olup, yürürlük tarihinden önce gerçekleşmiş olaylar Sözleşme’nin uygulama alanı dışındadır. 

“Uluslararası Adalet Divanı, Sözleşme’nin geçmişe dönük olmadığı kanaatinde dir… Sözleşme’nin esasa ilişkin hükümleri devlete, Sözleşme’ye taraf olmasından önce gerçekleşmiş olaylarla ilgili yükümlülükler getirmemektedir.” Uluslararası Adalet Divanı, Hırvatistan v. Sırbistan, 3.2.2015, para.99-100. 

Kaldı ki, bir olayın soykırım olarak nitelendirilebilmesi için, 1948 tarihli Soykırım 
Sözleşmesi’nde aranan şartların var olduğunun kesin kanıtlarla ortaya konulması gerekmektedir. Peşin hükümler ve kanaatler üzerinden 1915 olaylarını soykırım olarak tanımlamak hukuku yok saymaktır. Bu anlaşılır ve kabul edilebilir değildir. 

“….soykırım suçunun oluşması için, yalnızca hedef alınan grubun üyelerinin bu gruba üye olmaları nedeniyle hedef alınmaları değil, aynı zamanda işlenen fiillerin, kısmen veya bütünüyle, grup olarak yok etmek amacıyla gerçekleştirilmiş olması gerekmektedir. Dolayısıyla, dar bir şekilde tanımlanan ayrıca kanıtlanması zor olan hukuki bir kavram söz konusudur. Mahkeme, Perinçek’in mahkûmiyetini meşru kılmak için, İsviçre mahkemelerinin atıfta bulunduğu (1915 olaylarının soykırım olduğu yönünde) “ Genel Oyla manın ” sözkonusu çok özel hukuki hususları kapsadığına ikna olmamıştır. Avrupa 
İnsan Hakları Mahkemesi, Perinçek vs. İsviçre Davası Daire Kararı, 17.12.2013, 
para.116. 

1915 olaylarını soykırım olarak nitelendiren herhangi bir uluslararası ceza mahkemesi kararı bulunmamaktadır. 

Bir olayın soykırım olup olmadığına ancak yetkili bir uluslararası mahkeme karar verebilir. Ayrıca, bir olayın soykırım olarak tanımlanması çok ciddi bir iddiadır ve özellikle kasıt unsurunu da açıkça ortaya koyarak, iddia sahibince yetkili bir mahkeme önünde ispatlanması gerekir. Holokost, Ruanda , Srebrenitsa soykırımlarında olduğu gibi, sadece uzman bir mahkemenin titizlikle çalışması ile bu suçun tespit edilmesi mümkündür. Bu itibarla, 1915 olayları için soykırım tanımını kullanmak hukuka aykırıdır. 

 1915 olaylarının Holokost ile bir tutulması da mümkün değildir. İkisi arasında hem hukuksal hem tarihsel olarak, ayrıca, günümüze dek uzanan yansımaları açısından ciddi farklar vardır. 

“ İşbu dava, Holokost suçlarının inkarı davalarından açıkça farklıdır (…) [Holokost davalarında] inkar edilen, Nazi rejimi tarafından işlenmiş ve (…) sarih bir hukuki temele dayanılarak mahkumiyetlerle sonuçlanmış suçlardır (…) [Holokost davalarında] sorgulanan tarihsel olguların açıkça ispat edildiği, uluslararası bir mahkeme tarafından saptanmıştır (…) Mahkeme, Holokost’un inkârının bugün antisemitizmin asıl itici gücü olduğu görüşünü paylaşmaktadır. Halen güncelliğini sürdüren ve uluslararası toplumun karşısında kararlılık ve ihtiyat göstermesi gereken bir fenomenin sözkonusu olduğu kanaatindedir. 1915’te ve izleyen yıllarda yaşanan trajik olayların hukuken “ soykırım ” 
olarak nitelenmesini reddetmenin aynı etkilere sahip olduğu söylenemez.” Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Perinçek vs. İsviçre Davası Daire Kararı, 17.12.2013, para.117 ve 119. 

VI. TARİHİ DOSTLUK VE İŞBİRLİĞİNİ YENİDEN İNŞA ETMEK. 

Türkler ve Ermeniler ortak geçmişlerindeki zorlu dönemleri unutmaksızın tarihi dostluklarını yeniden inşa etmek için çalışmalıdırlar. Bir asır önce yaşanmış bir konunun iki komşu ve yakın halkın bugününü ve geleceğini bu ölçüde esir alması normal değildir. Ermeni terör örgütlerinin Türk diplomatlarına yönelik suikastları ve sonrasındaki soykırım propagandasına kadar Ermeni ve Türklerin tüm dünyada sosyal düzeyde birbirlerine çok yakın olduklarını bugün pek çok 
insan hatırlamamaktadır. 

Yeniden bu yakınlığın sağlanabilmesi için diyalog sürecini başlatmak, farklı görüşlere saygı göstermek ve empati kurmaya çalışmak gerekir. Böylece Türk ve Ermeni tarih anlatılarının “ Adil bir Hafıza ” etrafında birbirine yakınlaşmasının yolu da açılabilir. 

Bunun gerçekleşebileceği inancıyla, Türkiye, kendi arşivleri ile Ermenistan ve üçüncü ülkelerdeki arşivlerde 1915 olayları konusunda araştırma yapılması için Türk, Ermeni ve diğer ülkelerin uzmanlarından oluşacak bir ortak tarih komisyonunun kurulmasını önermiştir. Sözkonusu komisyonun bulguları, bahsekonu trajik dönemin her iki tarafta daha iyi ve adil şekilde anlaşılabilmesini sağlayabilecek, Türkler ile Ermeniler arasındaki normalleşmeye katkıda bulunabilecektir. 

Geleceğe odaklanan bir anlayışla, önyargıları kıran, çatışma kültürüne ait ezberleri yıkan, zamanın ruhuna uygun yapıcı bir söylem oluşturulması da ayrı bir gerekliliktir. 

Bu anlayışla Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın 23 Nisan 2014 tarihinde Başbakanken yayınladığı taziye mesajı önemli bir dönüm noktasıdır. 1915 olaylarında hayatını kaybedenlere saygıyı merkez alan, tarihi hakikatleri adil bir hafıza temelinde araştırırken, geleceğe odaklanmayı öngören mesaj, incitici söylemlerden uzak durulmasının ve farklı görüşlere empatiyle yaklaşılmasının önemini vurgulamaktadır.
 Aynı biçimde, Başbakan Prof. Dr. Ahmet Davutoğlu’nun, 20 Ocak 2015 günü Hrant Dink’in ölüm yıldönümü dolayısıyla ve 24 Nisan 2015 günü, Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılış döneminde hayatını kaybeden Ermeniler için yaptığı açıklamalarda da Türkiye’nin bu söyleminin içselleştirildiği görülmektedir. 

“ Kadim ve eşsiz bir coğrafyanın benzer gelenek ve göreneklere sahip halklarının,  geçmişlerini olgunlukla konuşabileceklerine, kayıplarını kendilerine yakışır yöntemlerle ve birlikte anacaklarına dair umut ve inançla, 20. yüzyılın başındaki koşullarda hayatlarını kaybeden Ermenilerin huzur içinde yatmalarını diliyor, torunlarına taziyelerimizi iletiyoruz.” 
Recep Tayyip Erdoğan, 23 Nisan 2014 


Türkiye, bu samimi söylemi sürdürme ve içini doldurma yolunda yeni adımlar atmaya devam etmektedir. Bu çerçevede, Osmanlı Ermenilerinin hatırasına ve Ermeni kültürel mirasına sahip çıkılması öncelikli bir hedeftir. 24 Nisan 2015 günü İstanbul Ermeni Patrikhanesince 1915’teki kayıpları anmak için düzenlenen dini törene ilk kez Türkiye Cumhuriyetini temsilen Bakan düzeyinde katılım sağlanmıştır. 

“Ermeni toplumunun geçmişte yaşadığı üzüntü verici hadiseleri bildiğimizi ve acınızı samimiyetle paylaştığımı bir kez daha ifade ediyorum. Osmanlı Ermenilerinin dünyanın her yerindeki torunlarına gönül kapımızın sonuna kadar açık olduğunu da bilmenizi istiyorum.” 

Recep Tayyip Erdoğan, İstanbul Ermeni Patrikhanesi’nde yapılan dini törene 
gönderilen mesajdan, 24 Nisan 2015) 

Dostluk ve normalleşme yönündeki bu adımların Ermenistan tarafında henüz karşılık bulmaması cesaret kırıcıdır. 

Son tahlilde, uzlaşma yollarını açmak, samimi ve insani bir duruşla geleceğe odaklanmak, genç kuşakların kalplerine ve zihinlerine yerleştirilmeye çalışılan nefret ve intikam hisleri yerine, karşılıklı anlayış ve duygudaşlık kavramlarını öne çıkarmak bu çağa yakışan yegâne tutumdur. 

“İki kadim halkın birbirini anlama ve Birlikte geleceğe bakma olgunluğuna ulaşmaları mümkündür. Aynı coğrafyayı ve uzun bir tarihi paylaşan Türkler ve Ermeniler, tüm meselelerini yalnızca kendi aralarında konuşabilirler; çözüm yollarını da yine yalnızca birlikte arayabilirler.” (Prof. Dr. Ahmet Davutoğlu, Hrant Dink’in ölüm yıldönümü dolayısıyla yaptığı açıklamadan, 20 Ocak 2015) 

“Geride bıraktığımız yıllar, çatışan hafızaların birbirine dayatılmasının sonuç 
getirmeyeceğini göstermiştir. Hakikate ulaşmak için adil hafıza, duygudaşlık, saygılı bir dil, makul ve nesnel bakış yeterlidir. Yüz yıl önce, sevinç ve hüzünde aynı kaderi paylaşmış iki halkın torunları olarak bize düşen ortak sorumluluk, yüzyılın yaralarını sarıp, insani bağlarımızı yeniden tesis etmektir.” 
(Prof. Dr. Ahmet Davutoğlu, Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılış döneminde hayatını kaybeden Osmanlı Ermenilerine ilişkin açıklamadan, 24 Nisan 2015) 

 http://www.mfa.gov.tr/data/DISPOLITIKA/2016/1915-olaylarina-dair-turk_ermeni-uyusmazliginin-tarihi-arka-plani-_turkce.pdf

***

9 Temmuz 2016 Cumartesi

20. ASIRDA AYRILIKÇI KÜRT - ERMENİ İŞBİRLİĞİ,




20. ASIRDA AYRILIKÇI KÜRT - ERMENİ İŞBİRLİĞİ,







16.06.2016


AVİM, Türk-Ermeni sorununun içerisinde yer alan, Türkiye'yi hedef alan ayrılıkçı Kürt-Ermeni  ilişkilerini ve işbirliğini incelemek üzere yeni bir araştırma ve çalışma başlatmıştır. Bu konuda genel bir bakış sağlamak ve başlatılan bu çalışmanın ana başlıkları hakkında fikir verebilmek üzere, ilk aşamada geçmiş olaylara ilişkin, aşağıda yer alan kronolojik kilometre taşları dökümü ortaya çıkarmıştır.
1898-1899: Kürtlerle itilaf maksadıyla ilk teşebbüsler, Taşnaksutyun komitesinin yayın organı olan Troşak gazetesi vasıtasıyla Cenevre’de basılan Arap harfleri ile yazılmış Kürtçe bildirilerin Ermeni propagandacılar tarafından Kürtler arasında dağıtılmasıyla başladı.[1] Bu bildiriler, yurtdışında bulunan ve Taşnaklarla işbirliği halinde olan bazı Kürt aydınlarının kaleminden olup, Kürtlere geçmişi bir kenara bırakarak Ermeni kardeşleriyle ittifak halinde olmaları salık veriliyordu.[2]
1916: Erzincan’ın Ruslar tarafından Temmuz 1916’da işgalinin ardından Rus ordusunda bulunan gönüllü Ermenilerden Govdinli Murat Paşa ve Rus Kumandanı Lahof,  Dersimli Kürt aşiretlerine, işbirliği yapmak için haber gönderdiler ve Türk ordularına karşı elbirliğiyle hücuma davet ettiler. Bu davete Elaziz vilayeti, Koruk köyünden olup alay kumandanı vazifesiyle orduda bulunan Kürt Mustafa Vefa icabet etti ve taburuyla beraber Erzincan cephesinden Ruslara katıldı. Kürdistan’ın kurulması hakkında da Ruslarla istişareler de başladı. Dersim civarında, Fırat’ın güney ve doğusunu kapsayacak şekilde bir Kürdistan, taraflarca da tanındı. Fakat 1917 Rus İhtilali’nin ardından Ruslar bölgeden çekilmeye başlamışlar ve Ermeni Murat Paşa Dersimlilerden Koçgiri aşireti reisi Alişer Efendi ile kalıcı bir ittifak teminine çalışmışsa da anlaşamadıklarından girişimleri başarısız olmuştur.[3]
1919: Paris Barış Konferansı’nda Kürt Şerif Paşa ile Ermeni Bogos Nubar Paşa, Kürdistan ve Ermenistan kurulması konusunda anlaştılar. Bu yönde İtilaf Devletleri nezdinde çeşitli denemeler de yapan ikili, Kürdistan ve Ermenistan ile ilgili ortak bir muhtıra vermeyi kararlaştırdılar.[4] Fakat Kürtler nezdinde Şerif Paşa’nın temsilcileri olmadığı yönündeki protestolar, bu girişimi de akim bıraktı.
--Musul Meselesi ve Hatay Meselesi nedenleriyle ayrılıkçı Kürt-Ermeni ittifakı, 1920'lerde ve 1930'larda İngilizler ve Fransızlar tarafından desteklenmiştir.--
1927: Şeyh Sait İsyanı’nın ardından bazı ayrılıkçı Kürt önde gelenleri, İngiliz mandasındaki Irak’ın Rewanduz Kasabası’nda, kaymakam Seyyit Taha’nın evinde toplantılar düzenlemeye başladılar. Fakat bu toplantılarda Kürtlerin örgütlenme tecrübelerinin olmadığını gören İngilizler, Taşnak Partisi ile görüşerek Kürt ve Ermeni davalarını birleştirme yönünde işbirliğine gidilmesini tavsiye etti.[5] Her iki tarafın da benimsemesi amacıyla Kürtçe "benlik" anlamına gelen "hoybon" ile Ermenice "yurt" anlamına gelen "haypun" kelimelerinin kaynaştırılması ile "Hoybun" adında mutabık kalındı. Nihayet 21 Haziran 1928, Halep'te Hoybun ve Taşnak Cemiyetleri resmen görüşmüş ve bir antlaşma imzalamıştır. Bedirhan Aşireti'nden Celadet Ali Bedirhan ile Vahan Papazyan'ın başkanlığında Türkiye'ye karşı Kürt-Ermeni işbirliği de böylece sağlanmış oldu. Buna göre;
1. Ermeni Taşnak Cemiyeti Kürt Milleti ile aralarında geçmiş olan maceraları unutmuş ve bir ittifak yapmıştır. Kürt Hoybun cemiyeti de hakiki düşmanlarını anlayarak Ermeni Milleti ile ittihat ederek ortak amaçlar için kuvvetlerini harcayacaktır.
2. Kürt istiklalini temin ve milli amaçlarını temin etmek için siyasi, idari ve askeri bütün kuvvetlerini Taşnak Cemiyeti memnuniyetle ortaya koyacaktır.
3. Ermenistan ve Kürdistan sınırları her iki cemiyet mührü ile tasdik edilen haritalardaki gibidir...
...bu şekilde devam eden maddeler, genel olarak Kürt Hoybun Cemiyeti ile Ermeni Taşnak Cemiyeti'nin Türkiye'ye karşı birlikte hareket edeceklerini taahhüt ettikleri bir metnin ayrıntıları şeklindedir.[6]
1929: Bedirhanlardan Süreyya Ali Bedirhan, "Türkiye'ye Karşı Kürdistan'ın Davası" adlı kitabında Ermeni-Kürt ittifakına dair; "1927 Ekim'inde, Kürt halkını temsil eden Hoybun ve Ermeni halkının temsilcileri, Türk'ü ortak düşmanları bilerek ve çıkarlarının birliğini kabul ederek genel bir uzlaşmaya vardılar. Irkımın adına ben, yiğit Ermeni halkına derin sempatimi ifade ediyor ve onların, bağımsız ve birleşik bir Ermenistan yolundaki meşru isteklerine saygı duyduğumuza inanmalarını istiyorum.[7]
20 Nisan 1929: Dâhiliye Vekâleti’nden Riyaset-i Cumhur Katib-i Umumiliği’ne gönderilen bir belgede, Taşnakların, Ermeni muhacirleri Türk hududuna yerleştirerek bir Ermeni Ocağı tesis etmek ve bu şekilde Kürtlerle işbirliği yapmak maksadında oldukları ve hatta bu hususta Kürtlerle Taşnaklar arasında bir de itilaf akdedildiği; Suriye’ye iltica eden Kürtler ve Ermenilerden mürekkep çeteler teşkil edilerek bu çetelerin Türkiye’ye karşı faaliyete geçecekleri; Kürtlerin Suriye’nin çeşitli şehirlerinde komita teşkilatı vücuda getirmekle meşgul oldukları ve Taşnakların da her tarafta Kürtlere azami destek ve yardım gösterdiklerinden bahsedilmektedir.[8]
18 Temmuz 1929: Dahiliye Vekaleti'nden Başvekalet'e yazılan gizli bir yazıda, Suriye'de bir Kürt birliği oluşturulup bazı Ermenilerin de bu birliğe dahil olduğu, makineli tüfekler, toplar vb silahlara sahip olup İngilizlerden de uçak teminine çabaladıkları bildirilmiştir.[9]
Temmuz 1929: Halep'te başta Celadet Ali Bedirhan olmak üzere bazı ayrılıkçı Kürtçülerin ve Vahan Papazyan, Hırşak Papazyan gibi Ermenilerin katılımıyla yapılan toplantıda, Türkiye'ye karşı yapılacak bir isyan hareketinde her şeyin eksiksiz ve mükemmel olmasına dikkat edilmesine ve Suriye'deki Kürtler ile Türkiye'den gelen Kürtlerden olabildiğince yararlanılmasına karar verilmişti.[10]
5 Eylül 1929: Yine Dâhiliye Vekâleti’nden Riyaset-i Cumhur Katib-i Umumiliği’ne gönderilen başka bir belgede Taşnakların Paris’teki kongresinde Ermeni – Kürt işbirliğine özellikle ehemmiyet verileceği kararının çıktığından ve Süreyya Bedirhan’ın Kürt ve Ermenilerle meskûn şehirlerde tahrik ve ziyaretlerde bulunduğundan bahsedilmektedir. Ayrıca Hedion komitasının, doğu vilayetlerinde Kürtlerle Türkler arasında muharebatın (Ağrı İsyanları kastedilmekte) halen devam ettiğinden, Hoybun komitasına katılımları artırmaya yönelik çalışmalar yaptığı da zikredilmekte. Belgede, Simon Vramyan’ın Troşak Gazetesi’nde neşredilen makalesine de yer verilmiştir. Vramyan, Kürtlerin uyanmış bir millet olup hürriyet isteğiyle ayaklandıkları, artık bu hareketin önüne geçilemeyeceği, doğu Anadolu topraklarının Kürt ve Ermenilere ait olduğunu söyledikten sonra “Kürt meselesi, yakından Ermeni Meselesi’ne merbuttur” diyerek Ermenilerin Kürt uyanış hareketine azami surette yardım etmeleri gerektiğini belirtmiştir.[11]
1930, Ağrı İsyanı: Ağrı bölgesindeki Haydaranlı, Hasenanlı, Cibranlı ve diğer Kürt aşiretlerinin katılımı ve İhsan Nuri, Ermeni Zilan ile İbrahim Huske Telli'nin komuta kademesinde yer almasıyla isyan başladı. Kürt aşiretlerinin yanısıra bazı Ermeni ve Kürt çeteleri de isyana dahil oldular. İsyan, İran ve Irak'tan gelerek Zilan, Şemdinli ve Dersim Koçgirili aşiretinden Alişer'in de desteğiyle bu bölgelere yayıldı. Eylül 1930'da isyan bastırılmıştır.[12]
11 Eylül 1930: Ermeni Taşnak Cemiyeti'nin gazetelerinden Husaper gazetesinde şu ibareler yer almaktadır; "...Kürtlerle teşrik-i mesai ettiğimizden dolayı bizi tenkit eden hasımlarımız bilmelidir ki, Taşnakların yegane maksadı ebedi düşmanımız olan Türk'ü imha etmektir. Türkiye'ye nifak tohumları sokmak, Türkiye'yi zehirlemek, işte vazifelerimiz bunlardır. Bu itibarla Kürtlere yakınlık göstermek, Ermeni davasına hizmet etmek demektir...[13]
9 Temmuz 1934: Erivan'da "Birinci Kürt Umumi Konferansı" tertip edilmiş ve bu konferansın fahri başkanı Ermenistan Cumhurbaşkanı olmuştur. Cumhurbaşkanı konuşmasında Kürtlerin Ermenistan sayesinde yeniden canlandıklarını vurgulamaktadır.[14]
1936: Celadet Ali Bedirhan'ın girişimleriyle Ermeni Taşnak, Kürt Hoybun cemiyetleri işbirliğine Şam'daki Çerkez Cemiyeti de dahil olmuş ve bu üç cemiyet, 1937 yılı baharında Türkiye'de yeni bir isyan çıkartılmasına karar vererek bu konuda müttefik aşiretlere hazırlık yapmaları talimatını iletmiştir.[15]
15 Eylül 1937: Yine Dâhiliye Vekâleti’nden Riyaset-i Cumhur Katib-i Umumiliği’ne gönderilen başka bir belgede, "Irak'ın Zaho kasabasından Türkiye'ye külliyatlı miktarda silah ve cephane geçirildiği ve bu silahların Kürt Hoybun Cemiyeti maskesi altında Ermeni Taşnak Cemiyeti tarafından Kamışlı'da mukim dişçi Kirkor, Hacı Bedo, Sasonlu Garo ve bazı Kürtlerin yardımıyla tedarik ve Musul Kürt aşiretleri tarafından temin edildiği haber alınmıştır." denmektedir.[16]
1937 Dersim İsyanı: İsyandaki Ermeni ve Hoybun etkisini kestirmek zordur, fakat Nuri Dersimi, kitabında; "(Dersim'de isyanı bastırmakla görevli Türk ordu komutanlarından) Abdullah Alpdoğan, bana Çorçoh Köyü'nü sordu ve ekledi: "Suriye'deki Taşnaklarla Hoybuncular Movses Potigliyan adında bir Ermeni komitecisini Dersim'e göndermişler. Bu Ermeni Dersim'den Suriye'ye dönerken yolda yakalanmış ve ifadesi alınmadan imha edilmiştir. Söylendiğine göre bu Ermeni senin yanında da bir müddet misafir kalmış...""[17] diyerek Hoybun ve Taşnak cemiyetlerinin Dersim isyanındaki dahline bir örnek vermektedir.

--Hatay ve Musul Meselelerinin lehte yahut aleyhte çözümlenmesi ile ayrılıkçı Kürt-Ermeni işbirliği durulmuş, fakat Kıbrıs Barış Harekatı'nın akabinde tekrar canlanmıştır.--

Kasım 1974: Kıbrıs Barış Harekatı'nın ardından bazı Rum, Ermeni ve Kürt temsilcileri Sveavägen, Stockholm, İsveç'te bir toplantı düzenlediler. Türkiye'ye karşı ortak harekat kararının alındığı toplantıda şu maddeler kabul edildi;
1. Türkiye'de bir Kürt devleti kurulması için Ermeni ve Rum örgütleri maddi ve manevi bütün güçleri ile destek olacaklardır.
2. Ermeniler ve Rumlar, özellikle batı dünyasında propaganda görevini yüklenecekler, bu arada Türkiye'deki gizli Kürt örgütlerine maddi yardım sağlayacaklardır.
3. Türkiye dışındaki süikastleri, Kürt ve Rum örgütlerinin yardımı ile Ermeniler organize edeceklerdir.[18]
8 Nisan 1980: ASALA ve PKK, Lübnan'ın Sayda şehri Sidon mahallinde, Filistin Halk Kurtuluş Cephesi lideri George Habash himayesinde, bir toplantı düzenler. ASALA temsilcisi konuşmasında, ASALA militanlarının yakında Kürt savaşçıları ile yan yana gelerek Türk Ermenistanı'nı faşist Türk rejiminden kurtaracaklarını, varlıklarını Ermenistan'ın en iç noktalarında hissettireceklerini belirtir. Toplantı sonunda iki terör örgütü Türkiye'ye karşı ortak  hareket edeceklerini belirten bir deklarasyon yayımlar ve son olarak desteklerinden ötürü Yunanistan ve Güney Kıbrıs Rum Yönetimi'ne teşekkür ederler.[19]
1980: Ermeni Yazarlar Birliği, Abdullah Öcalan'ı, "Büyük Ermenistan Hayali" fikrine olan katkılarından dolayı onur üyeliğine seçti.
9 ve 19 Kasım 1980: Türkiye Strasbourg Başkonsolosluğu'na ve Roma Türk Hava Yolları bürosuna yönelik olarak düzenlenen saldırılar, PKK ve ASALA terör örgütleri tarafından ortaklaşa üstlenilmiştir.[20]
27 Kasım 1981: Avrupa Ermeni Öğrenciler Birliği (UASE) ile Kürt Öğrenci Derneği (AKSA) Londra Şubesi, ortak bir deklarasyon ilan ederler; "Ermeniler ve Kürtler, 500 yıl süreyle Osmanlı yönetimi altında benzer sosyoekonomik ve kısıtlayıcı kültürel koşullar altında yaşamışlar, iki halk arasındaki bütünleşmeden korkan feodal ve militarist Osmanlılar, böl ve yönet taktiği izlemişlerdir. Şu anda Türkiye ve NATO orduları için Sovyet Ermenistan'ında yaşayan Ermeni ve Kürtleri hedef alan radar istasyonları ve nükleer tesislerin yer aldığı askeri bir üs konumunda olan Batı Ermenistan (Doğu Anadolu) ve Doğu Kürdistan (Güneydoğu Anadolu) bu silahlardan arındırılmalı ve halklarımız son 60 yıldır Sovyet Ermenistan'ında olduğu gibi omuz omuza bir arada yaşayacakları yerlere sahip olmalıdırlar. Yaşasın Ermeni ve Kürt kurtuluş hareketleri..."[21]
31 Mayıs 1983: Armenian Struggle dergisi, ASALA'nın "Dünya Kamuoyuna ve Her Yerdeki Ermenilere" başlıklı bir bildirisini yayınlar. Bildiride, Türkiye'nin Kuzey Irak'ta bulunan PKK üslerine yaptığı operasyonda 22 devrimcinin kaybedildiğinden, diğer militanların Kürtlerle birlikte Türklere karşı savaştığı bilgilerine yer verilir.[22]
1987: PKK ile Ermeniler arasında bir anlaşma yapılmıştır. Söz konusu anlaşmanın hükümleri şunlardır;
1.Ermeniler PKK terör örgütü içinde eğitim faaliyetlerinde bulunacaklar.
2.PKK terör örgütüne her yıl için adam başına 5.000 ABD Doları ödenecek.
3.Ermeniler küçük çaplı eylemlere katılacaklar.[23]
18 Nisan 1990: PKK-ASALA ilişkilerinden sorumlu Hermez Samurouyan adlı şahısla birlikte yapılan toplantıda şu kararlar alınmıştır;
1.PKK ve ASALA terör örgütlerinin artık ortak yönetilecektir.
2.Türkiye’de güvenlik kuvvetlerine yönelik eylemlerde istihbaratı Ermeniler yapacak.
3.Muhtemel devrimden sonra elde edilen topraklar eşit olarak bölüşülecek.
4.Kamp masraflarının % 75’ini Ermeniler karşılayacak.
5.Türkiye’deki metropol şehirlerde eylemler yapılacak.[24]
6- 9 Ocak 1993: Beyrut’taki iki ayrı kilisede, Lübnan Ermeni Ortodoks Başpiskoposu, Ermeni Parti yetkilileri ile 150 gencin katıldığı toplantılarda şu kararlar alınmıştır;
1.Türkiye’de -PKK terör örgütü ile yapılan mücadele kastedilerek- iç savaş devam edecek, Türk ekonomisi sıfır noktasına gelecek ve vatandaşlar baş kaldıracaklardır.
2.Türkiye bölünecek ve bir Kürt devleti kurulacaktır.
3.Ermeniler Kürtlerle olan ilişkilerini iyi bir şekilde yürütmeli ve Kürtlerin mücadelelerini desteklemelidirler.
4.Bugün Türklerin elinde olan topraklar, yarın Ermenilerin olacaktır.[25]


[1] Varantyan, Taşnaksutyun Tarihi, c. 1, s. 254-258'den aktaran Esat Uras, Tarihte Ermeniler ve Ermeni Meselesi, Ankara 1950, s. 547.
[2] Garo Sasuni, Kürt Ulusal Hareketleri ve 15. Yüzyıldan Günümüze Ermeni Kürt İlişkileri, Med Yayınevi, İstanbul 1992, s. 130.
[3] Mehmet Nuri Dersimi, Dersim Tarihi, Eylem Yayınları, İstanbul, 1979, s. 103, 104,105.
[4] Sasuni, a.g.e., s. 177.
[5] Taşnak Hoybun, ed. Yavuz Selim, İleri Yayınları, 2005, s. 22.
[6] Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi (BCA), (030.10.115/803/5) 96 C- 313.'den aktaran Yusuf Sarınay, “Hoybun Cemiyeti ve Türkiye’ye Karşı Faaliyetleri”, Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, s. 40 (1998), s. 215.
[7] Bazil Nikitin, Kürtler, İstanbul, 1978, c. 2, s. 26'dan aktaran Hayri Başbuğ, Kürttürkleri ve Fanatik Ermeni Faaliyetleri, Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü, Ankara, 1984, s. 58.
[8] BCA, dolap 6, kutu 60-ı, dosya 65-ı, fihrist 2/26, 2/4:6’dan aktaran Azmi Süslü, “Rum-Ermeni-Hoybun İşbirliği ve Anadolu’daki Toplu Mezarlar”, Belleten Dergisi, s. 218 (1993), s. 253, 254.
[9] BCA, (030.10.115.803.5) 96 C/313'ten aktaran Sarınay, a.g.e., s. 224.
[10] BCA, (030.10.115.803.6) 96 C/314'ten aktaran Sarınay, a.g.e., s. 227.
[11]  BCA, dolap 6, kutu 61-ı, dosya 65-ı, fihrist 2/102, (2-7)’den aktaran Süslü, a.g.e., s. 258, 260.
[12] Sarınay, a.g.e., s. 227, 229.
[13] Gazeteden aktaran Başbuğ, a.g.e., s. 68.
[14] BCA, CHP Genel Sekreterliği Evrakı, (030.10.115) 96 C/-684'ten aktaran Sarınay, a.g.e., s. 233.
[15] BCA, (030.10.114.788.22) 96 C/21'den aktaran Sarınay, a.g.e., s. 234.
[16] BCA, dolap 5, kutu 52-ı, dosya 64-ı, fihrist 6/37’den aktaran Süslü, a.g.e., s. 244.
[17] Dersimi, a.g.e., s. 219.
[18] Mahmut İhsan Özgen, "Ermeni Terörü ve Arkasında Gizlenen Güç", Tercüman Gazetesi, 13 Temmuz 1981, s. 9'dan aktaran Başbuğ, a.g.e., s. 101.
[19] Ercan Çitlioğlu, Ölümcül Tahterevalli - Ermeni ve Kürt Sorunu, Destek Yayınları, Ankara, 2007, s. 215.
[20] https://derinstrateji.wordpress.com/tag/pkk-ermeni-isbirligi/ (Erişim Tarihi: 13.06.2016)
[21] Çitlioğlu, a.g.e., s. 210.
[22] a.g.e., s. 219.
[23] https://derinstrateji.wordpress.com/tag/pkk-ermeni-isbirligi/ (Erişim Tarihi: 13.06.2016)
[24] https://derinstrateji.wordpress.com/tag/pkk-ermeni-isbirligi/ (Erişim Tarihi: 13.06.2016)
[25] https://derinstrateji.wordpress.com/tag/pkk-ermeni-isbirligi/ (Erişim Tarihi: 13.06.2016)

..