6 Temmuz 2016 Çarşamba

KÜRTLERİ YARI YOLDA BIRAKAN BÜYÜK DEVLETLER, Bölüm 1



KÜRTLERİ YARI YOLDA BIRAKAN  BÜYÜK DEVLETLER,  BÖLÜM 1




Kürtler Yine Oyuna Getiriliyor.,

Ali Kaçar
29 Kasım 2014.,


Emperyal ülkeler her dönemde kendi kirli ve kanlı projelerini uygulamak için –birbirine tenakuz gibi görünen onlarca senaryoyu aynı anda devreye sokarlar. Bu senaryoları boşa çıkarmak ancak bölgeyi, bölge halklarını ve emperyal ülkeleri 
çok iyi tanıyan ve karşılığında kısa ve uzun vadeli strateji geliştirebilen akla ihtiyaç vardır. Ne yazık ki İslam coğrafyasında, Osmanlı’dan bu yana henüz böyle bir akıl ortaya çıkmış değildir. Bu nedenledir ki, Osmanlıyı oluşturan kavimler her defasında emperyal ülkeler tarafından oyuna getirilmiş, en çok oyuna getirilen, aldatılan kavim ise ne yazık ki Kürtler olmuştur. Kürtler sadece aldatılmamış, aynı zamanda kıyıma uğrayan, parçalanan ve her defasında bir şekilde oyuna getirilen bir kavim olmuştur. Nitekim Kürtler parçalanarak, 4 ülkede yaşamak zorunda bırakılmış, dilleri, ırkları inkâr edilmiş ve her defasında da, bu ülkelerin zalim yönetimleri tarafından jenoside tabi tutulmuştur. İşin asıl ilginç yanı ise, Kürtler, her defasında sanki oyuna hiç getirilmemiş gibi, yine de kendisini oyuna getiren emperyal ya da bölgesel ülkelerin yedeğinde ve istekleri doğrultusunda yönlendirilerek aynı akıbeti yaşamak zorunda bırakılmıştır. Bunun bir nedeni, Kürtleri yöneten liderlerin birçoğunun satılık, işbirlikçi olmaları, diğeri ise emperyal ülkeler ve bölgesel işbirlikçi ülke yönetimlerinin sömürgeci politikalarıdır.










Mahabad-Kurt-Cumhuriyeti


Kürtlerin yaşadığı bölge ilk olarak 1916’da Skys-Picot antlaşması çerçevesinde paylaşılmıştır. 
1918’de yıkılan Osmanlı İmparatorluğu toprakları üzerinde, Türklere, Araplara onlarca devletçik kurdurulmasına rağmen, Kürtlere bir devlet(çik) dahi kurma hakkı ve imkânı tanınmamıştır. Mondros Mütarekesi imzalanmadan kısa bir süre önce Şeyh Said Berzenci’nin oğlu Şeyh Mahmut Berzenci, İngilizlere, 7 Nisan 1918'de birçok Kürt liderinin de imzaladığı ve Kürt bağımsızlığını vurgulayan bir muhtıra vermiştir. Bu muhtıra üzerine, Britanya Hükümeti adına Binbaşı E. M. Noel, 1 Kasım 1918'de, Kürdistan Hükümdarı olarak ilan edilen Berzencî’yi tanıdıklarını açıklamıştır. Ancak kısa bir süre sonra Britanya/İngiltere, Kürt politikasını yeniden gözden geçirmeye ve Berzencî’ye karşı tavır almaya başlamıştır. 

















GÜNEYDOĞUDAKİ AĞA BASKISINA İLK BAŞ KALDIRI - HAMİDO .


Bu tavır, Berzenci ile İngilizler arasında 22 Mayıs 1919'da çatışmaya dönüşmüş ve bu çatışmada Berzenci, Süleymaniye’deki İngiliz birliklerini esir alarak Bağımsız Kürdistan Hükümeti’ni ilan etmiştir.

Berzenci tarafından hükümetin ilan edilmesi çatışmayı daha da alevlendirmiş ve çok geçmeden Berzencî, 12 Haziran 1919'da yaralanarak İngilizlere esir düşmüştür. Bağdat’ta yapılan yargılama neticesinde Berzenci idam cezasına çarptırılmışsa da, toplumsal olayların daha da büyüyeceği endişesiyle arkadaşlarıyla birlikte Hindistan’a sürgüne gönderilmiştir. 
İngilizlerin, Berzenci’nin ilan ettiği Kürdistan hükümetine tahammül etmemesinin en önemli sebebi, bağımsız bir Kürdistan’ın, İngiliz Sir Percy Cox’un da belirttiği gibi, Kerkük ve Musul petrollerinin sağlayacağı zenginlikten vazgeçilmesi anlamına gelecek olması idi. Ancak Berzenci’nin sürgün edilmesi nedeniyle Berzenci’nin taraftarları Amediye, Akra, Musul ve Kerkük’te 
gösteriler başlatmışlardır. Bu gösteriler Araplarla Kürtler arasında şiddetli çatışmalara dönüşünce Ekim 1922'de Şeyh Mahmud Berzenci, sürgünden geri getirilerek bazı yetkilerle ‘Özerk Kürdistan’ın başına oturtulmuştur. Şeyh Mahmud Berzencî, 10 Ekim 1922'de 7 bakandan oluşan bir kabineyle hükümet kurduğunu ilan etmiştir. Resmî olarak Hikûmeta Cenûbî Kurdistan olarak geçen özerk yönetim, yargı ve yürütme organlarını ve halk meclisini aynı gün içerisinde açmıştır. 

Süleymaniye’yi başkent, Şeyh Mahmud Berzencî kral ve hükümet başkanı ilan eden meclis, Kurdistan adıyla bir resmî gazete yayınlamaya başlamıştır. 30 Nisan 1923’te İngiltere ile Irak arasında imzalanan ortak anlaşmayla İngiliz Hükümeti, Güney Kürdistan Hükümeti’ni ortadan kaldırmaya ve Güney Kürdistan’ı nihai olarak Irak’a ilhak etmeye karar vermiştir. 
Irak ordu kuvvetleri, İngiliz Kraliyet Hava Kuvvetleri’nin desteğiyle 19 Temmuz 1924'te Süleymaniye’ye girmiş, Berzencî birlikleriyle birlikte dağlara çekilmek zorunda kalmıştır. İngiltere, 1924 ve 1927’de tekrar başkaldıran Berzenci’ye 
son darbeyi 1930’da vurmuş ve 1941’e kadar Irak’ın güneyine sürgüne göndermiştir. 1941 yılına kadar sürgünde ağır koşullarda yaşayan Berzencî, daha sonra Bağdat’a yerleşmiş ve 9 Ekim 1956 yılında burada yaşamını yitirmiştir.

İngilizlere güvenerek yola çıkan Mahmud Berzenci, kısa bir süre sonra İngilizlerin ikiyüzlü politikalarını anlamışsa da geç kalmıştır. Başkenti Süleymaniye olan Kürt Devletini kurduğu ilk günden itibaren İngilizlere karşı ayaklanmışsa da her defasında yenilmiş ve hüsrana uğramıştır. Bu, İngilizlerin Kürtleri yarı yolda bırakması/oyuna getirmesi ilk olmayacak, daha sonraki yıllarda da ne yazık ki bu, tekrarlanacaktı.

MAHABAD KÜRT CUMHURİYETİ,

Kürtlerin yarı yolda bırakıldığı bir diğer olay ise Mahabad Kürt Cumhuriyeti’nin kurulması döneminde meydana gelmiştir. 4 ülke arasında parçalanan, parselle nen Kürtler, her ülkede ya bir araya gelerek Birleşik büyük bir Kürdistan devleti kurmak ya da en azından bulundukları ülkelerde özerk/otonomi, yarı özerk bir yönetim kurmak için mücadele etmeye devam etmişlerdir. Bu çerçevede Kürdistan’ın Doğusunda ve Güneyinde 16 Ağustos 1943’de bir grup aydın ve Kürt ileri gelenleri tarafından KOMELA (Komeleyê Jîyanewê Kurdistan - Kürdistan Diriliş Topluluğu) adında bir örgüt kurulmuştur. 
Daha sonra 1945’te KOMELA, Kürdistan Demokratik Partisi-İran (KDP-İ)  olarak isim değiştirmiştir.

Sadece Kürd anne-babalardan doğan gençleri üye kabul eden Komela, gizli hücreler halinde Musul, Kerkük, Erbil, Süleymaniye, Revanduz’da faaliyet göstermekteydi. Kerkük’teki petrol bölgelerini gözleri gibi korumaya çalışan İngilizler, bu örgütten rahatsız olmuştur. Bölgenin önemli dini ve toplumsal önderlerinden olan Gazi Muhammed de o tarihe kadar Komela’nın gizli örgütçülüğünden ve Sovyet yanlılığından rahatsızdı. Kısa bir süre sonra Gazi Muhammed, Demokratik Kürd Partisi adıyla bir parti kurduğunu açıklamış ve Kürdlerin demokratik özerkliğini tarif eden 12 maddeli parti bildirisine 
105 Kürd lideri imza koymuştur. Yeni partinin kuruluşu Komela’yı sarsmış ve pek çok Komela üyesi yeni partiye geçmiştir. 
Gazi Muhammed’in siyasi gücünü, 1932 ve 1945’te İngilizlere iki kez yenildikten sonra Irak’tan ayrılarak Mahabad’a gelen Melle (Molla) Mustafa Barzani’nin 3 bin kadar silahlı adamı daha da pekiştirmişti.

Böylece 22 Ocak 1946’da Sovyetler Birliği’nin desteği ile başkenti Mahabad olan ve Senendec, Şino, Miyandoab şehirlerini kapsayan, 13 bakandan oluşan ve Cumhurbaşkanlığına Gazi Muhammed getirilen Mahabat Kürt Cumhuriyeti kurulmuştur. 
Önde gelen Kürd şefleri Sovyet ordusunun giysilerini giyerek silahlandırıldılar. Bu devletin, milli marşı ve milli bayrağı bulunmaktaydı. Ayrıca meclis, genel ve zorunlu ilköğretim için karar almış ve camilerde vaazlar Kürtçe verilmeye 
başlanmıştır. Yeni kurulan Kürd Cumhuriyeti için, Amerikan ve İngiltere, Sovyetler Birliği’ne baskı yapmaya başlamıştır. 
Bu baskıların sonucunda, Sovyetler Birliği kısa zaman içinde Kürtlere verdiği desteği geri çekmiştir. SSCB İran’la anlaşıp, 9 Mayıs 1946’da İran’dan tamamen çekilince 17 Aralıkta İran ordusu Mahabad’ı işgal ederek Mahabad Kürt Cumhuriyet’ini yıkmış ve yöneticilerini tutuklamıştır. 31 Mart 1947’de Cumhurbaşkanı Gazi Muhammed, Başbakan Hacı Baba Şeyh ve Savunma Bakanı Muhammed Hüseyin Han Seyfi Kadı, Cumhuriyetin kurulduğu yer olan Çarçıra Meydanı’nda asılarak idam edilmişlerdir. Üstelik Kadı Muhammed idam edilirken üzerinde çok güvendiği Sovyet Hükümeti’nin askeri üniforması bulunmaktaydı.

Mahabad Kürt Cumhuriyeti’nin kuruluşu Sovyetler Birliği’nin himaye ve desteğinde gerçekleşmişti. Ancak emperyal devletlerin pragmatistliği burada bir daha ortaya çıkmıştır. Sovyetler Birliği’nin, ayaklanmaları ve özerk bir devlet kurmak için destekledikleri Kadı Muhammed ve önderliğindeki Kürtler, tarih yine tekerrür etmiş ve yine yalnız bırakılmışlardır. İran despotizmi karşısında yalnız bırakılan Kürtler, idam edilmemek üzere teslim alınan Kadı Muhammed ve arkadaşları başta olmak üzere birçok Kürd kıyımda geçirilmiştir. Kısacası Kürtler, bu sefer de Komünist bir yönetim olan Sovyetler Birliği tarafından oyuna getirilmişlerdir.

11 MART 1971 KÜRTLERE OTONOMİ VERİLMESİ


















GÜNEYDOĞUDAKİ AĞA BASKISINA İLK BAŞ KALDIRI - KOÇERO

Kürtlerin oyuna getirildiğine vereceğimiz üçüncü örnek ise 1970’li yıllarda meydana gelmiştir. 
1958 yılında darbeci Irak Devlet Başkanı Abdülkerim Kasım’ın daveti üzerine Molla Mustafa Barzani Irak’a dönmüş ve bu dönüş coşkun bir kalabalık tarafından karşılanmıştır. Irak devleti tarafından Molla Mustafa Barzani’ye hem maaş bağlanmış, hem de lojman tahsis edilmişti. Ancak bu durum, çok uzun sürmemiş, Mısır diktatörü Nasır’ın etkisinde kalan Irak Devlet Başkanı Abdülkerim Kasım Arap milliyetçiliğine sarılınca Kürtler yönetimden ve toplumsal hayattan dışlanmaya başlanmıştır. 

Bunun üzerine Kürtler, 1961 yılında bir kez daha dağlarına çekilerek on binlerce peşmerge, Molla Mustafa Barzani’nin komutasında yeni ve uzun sürecek bir savaşa başlamıştır. Savaşın ilk yıllarında bölgelerinin büyük bir bölümü kurtarılmış, özellikle dağlık Kuzey bölümü başta olmak üzere yerleşim yerlerinin önemli bir bölümü Kürtlerin denetimine geçmiştir. 
Irak hükümetinin genel saldırılar dışında Irak Kürt Bölgesi’nde hiç bir hâkimiyeti kalmamıştır. 1961 ayaklanması, 1970 yılının ilk aylarına kadar devam etmiştir.

Yıllardan beri İran ile Irak arasında Basra Körfezine hâkimiyet kurma noktasında çekişme bulunmaktaydı. ABD’yi de arkasına alan İran, Irak’ı zayıflatmak amacıyla askeri, ekonomik ve siyasi girişimlerini artırmak için hareket geçmiştir. İran’ın ABD ile ilişkilerinin gelişmesi, Irak’ı da Sovyetler Birliği’ne yakınlaştır mıştır. Bu yakınlaşmanın sonucunda Irak ile Sovyetler Birliği arasında 1972’de, 15 yıl sürmesi kararlaştırılan Dostluk ve İşbirliği Anlaşması imzalanmıştır. Irak-SSCB ilişkilerindeki iyileşme, Irak’ın hızla silahlanması ve petrol üretimini arttırması İran’ı, İsrail’i ve dolayısıyla ABD’yi endişelendirmeye başlamıştır. Irak’ın gittikçe Sovyetler Birliği etkisi altına girdiğini gören ABD, Irak rejimini zayıflatmak için İran aracılığıyla Kürt hareketini desteklemeye başlamıştır.

Oysa Irak hükümeti ile Barzani arasında ilişkiler yumuşamış ve anlaşmanın imzalanması aşamasına gelmişti. Bu durum ise, İran’ın işine hiç gelmemekteydi. Çünkü Kürtlerin Irak hükümetiyle anlaşması İran’ı, Irak karşısında önemli bir avantajdan yoksun bırakıyordu. İşte bu nedenle İran, Barzani’yi 15 Ocak 1970’de üst düzey bir protokolle ağırlamış ve açıkça Bağdat ile anlaşma yapmaması halinde kendisine büyük yardımlarda bulunulacağı vaat etmiştir. İran, ayrıca bu yardıma ABD ve İsrail’in de yardım ve desteğinin artarak devam edeceğini özellikle belirtmiştir. Nitekim bir CIA belgesine göre İran ve İsrail 
yalnızca Şubat ayı içinde kendisine 3 milyon 360 bin dolar nakit para yardımı yapmıştır. Ayrıca, yapılan davet üzerine 4 Mart 1970’de Molla Mustafa’nın oğlu İdris Barzani Tahran’a gitmiş, burada İran İstihbarat Teşkilatı- SAVAK ve –İsrail 
İstihbarat Teşkilatı- Mossad yetkilileriyle görüşmeler yapmıştır. Bu girişimler, İran ve İsrail desteğini arkasına alan Barzani’nin Bağdat’la giriştiği pazarlıkta elini ciddi şekilde güçlendirmiştir. Ancak İran’ın ve İsrail’in bu tavrına rağmen 
11 Mart 1970’de, Irak’ta devlet başkan yardımcısı Saddam Hüseyin El-Tikriti, Araplar, Molla Mustafa Barzani de Kürtler adına otonomi anlaşmasına imza atmıştır. Böylece Kürtler ile Irak arasında 1961’den beri devam eden savaş sona ermiş, Kürtler dağlardan inerek, kendi meclislerini kurmuşlar ve içte tamamen bağımsız bir tutum takınarak, kendi ülkelerini kendi yasaları ile yönetmeye başlamışlardır. Bu antlaşma, Kürdistan’a bir özerk yönetim getirecek, bunun için öngörülen düzenlemeler, 4 yıl içinde gerçekleştirilerek, 11 Mart 1974’e kadar tüm antlaşma hükümleri yerine getirilmiş olacaktı. 









Büyük Güçlerin Kürt Kartı


11 Mart 1974’e kadar hükümleri yerine getirilecek anlaşmanın bazı önemli hükümleri şöyleydi:

1- Çoğunluğunu Kürtlerin oluşturduğu bölgelerde Kürtçe, Arapça’nın yanında ikinci eğitim dili olarak kabul edildi. 

Aynı şekilde Irak’ın diğer bölgelerinde de Arapça’nın yanında Kürtçe ikinci eğitim dili olarak resmileşti.

2- Kürtlerin yönetime katılması konusunda, hassas askeri ve idari işlerde onlarla diğerleri arasında ayrım yapılmayacak ve çoğunluğunu Kürtlerin oluşturduğu bölgelerde üst düzey makamlar idari, askeri ve güvenlikle ilgili memurlar, Kürtlerden ya da Kürtçe bilenlerden seçilecekti. Cumhurbaşkanı yardımcılarından biri de Kürt olacaktı.

3- Tüm Irak’ta imar konusunda adalet sağlanacak ve Kürt bölgelerinin geri kalmışlığı giderilecek, bu bölgedeki kültür ve eğitim alanındaki geri kalmışlığın giderilmesi için çalışılacak.

4- Yerlerinden göç ettirilen Kürt ve Arap köylüler, kendi yerlerine dönecekler.

5- Irak milletinin, Irak Devleti çerçevesinde Arap ve Kürt milletlerinden oluştuğu vurgulanacak. Kürt halkı Irak’taki sayısı oranında yasama organında pay sahibi olacak.

6- Kürt hareketine mensup silahlı kişiler, Kürdistan’daki yerel polis ve muhafız gücünü oluşturacak; ordu güçleri kışlalarına, peşmergeler de ana yollardan uzak mesafelerdeki yerlerine geri dönecek.

Bu anlaşmanın uygulanması için en fazla dört yıl süre konulmuştu. Bu dört yıl içerisinde Irak Devleti Kürtlere güven vermek için onların bazı isteklerini hemen uygulamaya koymuştu. Irak Devleti, öncelikle tüm siyasi tutukluları serbest bırakmış, Kürtçeyi, eğitim dili olarak Arapça’nın yanında resmi hale getirmiş ve Kürtlere, peşmergelerden şehirlerdeki asayişin sağlanması yönünde istifade etmeleri izni verilmiştir. Ayrıca Irak Baas rejimi kabinesinde Barzani yanlısı beş Kürt bakana da yer verilmiştir.

Ancak İran boş durmamış, Irak’ı zayıf duruma düşürerek 1937’de yapılan antlaşmayla Irak’a bıraktığı Şatt-ül-Arap’ı geri almak istemekteydi. Bu nedenle de İran Hükümeti tarafından 1937de imzalanan anlaşma, 1972’de geçersiz sayılmıştı. İran, Irak’a isteklerini kabul ettirmek amacıyla Kuzey Irak’taki Kürtleri Irak’a karşı kışkırtmak için yoğun bir şekilde görüşmeler yapmaktaydı. İran’ın bu faaliyetleri ise, Baas yönetiminin dikkatinden kaçmamaktaydı. Zaten 1970 Anlaşması’nın uygulanma evresinde Baas’ı en fazla rahatsız eden konu, KDP’nin İran ile devam eden ilişkisi olmuştur. Anlaşıldığı kadarıyla, İran Şahı 11 Mart uzlaşmasından derin bir rahatsızlık ve hayal kırıklığı duymuş olsa da, Kürtlere en azından Baas yönetiminden istediği alana kadar işbirliğine devam ettirme politikasına sahipti. Baas Partisi’nin 23 Eylül 1972’de KDP’ye verdiği 
memorandum da devam eden KDP-İran ilişkilerinin detayları belirtilmiş ve Kürt liderliğinden İran’la ilişkilerini bitirmesini talep etmiştir. Baas yönetimine göre, ilişkilerin sağlıklı biçimde devam edebilmesi için aşılması gereken ikinci temel sorun, Irak hükümetinin Kürt bölgesinde faaliyet göstermesine izin verilmemesi İdi. Memoranduma göre halen İran sınırını Kürtler kontrol ediyor, sağlık görevlileri dahil olmak üzere kuzeye alınmıyor, Kürtler kendi yargı mekanizmalarını işletiyor, vergi koyup topluyor, petrol boru hattı ve demiryolu ve hava alanı gibi yerlere saldırılarda bulunabilecek güçlere sahiptiler.

İran Şah’ı, Kürtleri, Irak’a karşı tekrar savaşmaları için yardım etmek üzere ABD’yi ikna etmeye çalışmaktaydı. Bu çerçevede İran ABD arasında da yoğun görüşmeler yapılmaktaydı. İran Şahı, Kürtleri silahlandırarak ABD, Bağdat’taki Baas rejimini son derece zayıflatacak ve Kürt ayaklanmasına karşı koyamayan Irak’ı belirli tavizler vermeye zorlamak istiyordu. Tavizlerin başında, Irak’ın, Körfez bölgesinde Şah rejiminin önderliğinde bir barışın sağlanmasına boyun eğmesi geliyordu. Bunun gerçekleşmesi halinde de ABD, anında Kürtlere verilen yardımı kesecek ve Kürtleri kendi kaderleriyle baş başa bırakacaktı. 

İran da ABD’ye yardım bakımından sınır kapılarını Kürtlere kapatacaktı. Geriye Saddam Hüseyin rejiminin Kürtleri yok etmesi kalıyordu. Devam edecek olan savaşta Kürtler yok olurken Irak da epey zayıflayacaktı.”

Molla Mustafa Barzani İran’ın, ABD’nin verdiği desteğe güvenerek 11 Mart 1970 tarihli özerklik kanununu reddetme kararı almıştır. Irak Kürdistan Demokrat Partisi (IKDP) Merkez Komite üyelerinden üçü ve Molla Mustafa’nın Ubeydullah adlı oğlu, Barzanilerin politikalarına karşı olduklarını belirterek onu terk ettiler ve partiyi, SAVAK’ın etkisi altında kalmakla suçladılar. 

Böylece, Kürtlerle Bağdat rejimi arasında 1974 yılında yeni bir savaş başlamıştır.

Turan Yavuz, bu dönemi ve bu dönemde olup bitenleri çok detaylı bir şekilde ‘ABD’nin Kürt Kartı’ adlı eserinde anlatmaktadır. 
Turan Yavuz, ABD ve İran’ın Kürtlere yaptıkları ihaneti, onları yarı yolda bırakmalarını özetle şöyle ifade etmektedir; 
Washington ve Tahran’ın istediği, Irak’ın toprak bütünlüğünün parçalanması değildi. Onlar Kürtlerin, mücadelelerini belirli bir düzeyde tutarak Bağdat rejiminin kaynaklarını tüketmek istiyorlardı. İran Şahı da Kürt kartını Bağdat’a karşı bir koz olarak tutuyordu. İran’ın Irak’la sınır sorunu vardı. Şah, Kürt kartını oynayarak Irak’tan sınır düzenlemeleri konusunda bazı tavizler koparabilirdi. Şah işte bunun hesabını yapıyordu.

1974 yılının Ağustos ayında Irak ve İran’lı diplomatlar gizlice İstanbul’da buluşmuştu. Ancak Iraklı ve İranlı diplomatlar, bu ilk oturumda anlaşamamış lardır. Bu oturumu 1975 yılının Ocak ayında İstanbul’da İran Dışişleri Bakanı Abbas Ali Halatbari ile Irak’lı karşıtı Sadun Hammadi arasında yapılan gizli görüşme izlemiştir. Artık Irak, Sovyetler’den aldığı silah yardımına rağmen Kürt ayaklanmasının üstesinden gelemeyeceğini anlamış ve savaş alanında elde edemediğini masa başında Irak’ın bazı topraklarını İran’a vererek çözümlemeye karar vermişti. Kürtler, haberleri olmadan pazarlık konusu olmaya devam ediyordu…

Kürtler artık son derece zayıflatılmış Irak’a karşı, bu desteğin devam etmesi halinde, her an zafer ilan edebilecek duruma geliyordu. Ancak bunu “ Ağabeyleri ” iki ülkenin politikaları doğrultusunda bir türlü gerçekleştiremiyor lardı. Kısacası öldürücü darbeyi indirmelerine izin verilmiyordu. 
Zaten Beyaz Saray’ın da bütün istediği buydu. Sovyet uydusu haline gelen Irak’ın zayıflatılması, ancak ölmemesiydi…

“6 Mart (1975) günü Saddam Hüseyin ile İran şahı tarafından yayımlanan bir ortak bildiride iki ülke arasında barış döneminin başladığı açıklanıyordu. Irak, Kürt ayaklanmasını bastırmak için İran’a oldukça büyük toprak tavizleri vermişti. 
Bunun karşılığında İran şahı da, Irak’taki Kürtlerden desteğini çekeceğini ve onlara silah yardımında bulunmayacağını taahhüt ediyordu. Cezayir protokolünün 6 Mart tarihinde imzalanmasından bir gün sonra Irak ordusu, ülkedeki Kürtler üzerine yürümeye başlamıştı… İran’dan silah yardımının kesilmesiyle Kürtler bir anda Saddam Hüseyin’in orduları karşısında 
ağır yenilgilere uğruyordu. Nitekim birkaç hafta içinde Kürt ayaklanmasından eser kalmamıştı ve Kürtler, Saddam Hüseyin tarafından kendilerine önerilen affı kabul etmekle karşı karşıya bırakılmışlardı. Ancak bunu kabul etmediler ve Türkiye ile İran sınırındaki dağlara doğru kaçmaya başladılar. Bölgede büyük bir mülteci krizi yaşanmaya başladı. Irak ordusu kuzeyde Kürtlere karşı acımasız bir şekilde şiddet kampanyasını sürdürürken, 10 Mart tarihinde bölgedeki Kürt karargâhından, yine bölgede bulunan CIA istasyon yetkilisine şu acil mesaj gönderildi:

“Halkımız ve kuvvetlerimiz arasında korku ve kargaşalık var. Halkımızın geleceği bugüne kadar eşi görülmemiş bir tehlike içindedir. Yok, edilmeyle karşı karşıyayız. Buna hiçbir anlam veremiyoruz. Bu yüzden size ve hükümetinize, verdiğiniz sözleri tutma çağrısı yapıyoruz. Olaya bir an önce müdahale etme çağrısı yapıyoruz. Sizi ayrıca Molla Mustafa Barzani’nin hayatını ve ailelerimizin onurunu kurtarmaya ve sorunumuza şerefli bir çözüm bulmaya çağırıyoruz…”

Barzani mektubunda İran’ın Kürtlere tüm sınırlarını kapadığını ve bunu fırsat bilen Irak ordusunun da halkını yok etmek için eşi görülmemiş operasyonlar düzenlendiğini anlatıyor. Barzani Henry Kissinger’e Mektubunda, “Herkesin sessiz kalması sonucunda davamız ve halkımız yok ediliyor” diyen Barzani şu hususlara dikkat çekiyordu: “Ekselans hazretleri, inancımız odur ki, kendilerini sizin ülkenizin siyasetine adamış olan halkımıza karşı manevi ve siyasi bir sorumluluğunuz vardır.

Ekselans hazretleri, bu hususlardaki cevabınızı bir an önce bekliyoruz ve ABD’nin bu gibi kritik dönemde ilgisiz ve duyarsız kalmayacağınızı ümit ediyoruz…”

Henry Kissinger mektuba cevap bile vermemişti. Kendisi ve Beyaz Saray için sorun kapanmış ve dosya bir süre için rafa kaldırılmıştı. İran, Irak’la bir anlaşma imzalanmış ve Kürtler sayesinde Irak’ın askeri gücü oldukça zayıflamıştı.

Oysa Molla Mustafa Barzani sık sık verdiği demeçlerde “Başka hiçbir büyük güce güvenmiyorum” ifadeleriyle ABD’ye güvendiğini açık bir şekilde söylemekteydi. Hatta bir keresinde “Şayet davamızda başarıya ulaşırsak ABD’nin 51. eyaleti 
olmaya hazırım…” bile demişti.

1974 yılında Kürtleri ayaklanmaya kışkırtan ABD, bu anlaşmadan sonra Kürtleri de Barzani’yi de satmıştır! 

Barzani, 8 Şubat 1977 günü Amerika’da “2933 Melanie Lane Oakton Virginia” adresinden ABD Başkanı Carter’a gönderdiği mektupta “Kürt ayaklanmasının hem Birleşik Devletlerden, hem İran’dan destek göreceği söylendi” diyerek Kürt 
ayaklanmasının ardındaki Amerikan desteğini açıklamıştır. Barzani aynı mektubunda, “Eğer Amerika’nın verdiği söze tam olarak inanmasaydım halkımı bu felaketten kurtarabilirdim” diye yakınmış ve mektubunu “Yarım asırdan fazla bir zamandır halkım bütün güvenini, umudunu bana bağladı. Şimdi ben bu umudu size devrediyorum” diye bitirmiştir.

Tarih, bir daha tekerrür etmiştir ve Kürtler bir kere daha başta ABD olmak üzere bölgedeki işbirlikçi ülke yönetimleri tarafından oyalanmış ve ihanete uğramıştır. Ne yazık ki her ihanetin sonucunda binlerce, yüz binlerce masum insan 
katledilmiş ve çok daha fazlası ise mülteci konuma düşürülmüştür. Böyle bir oyun ve ihaneti tekrarlamaktan ne emperyal ülkeler bıkmış, ne de Kürt kavmi aklını başına almıştır. Her defasında senaristi, oyun ve oyuncuları aynı olan sahne  yazık ki  tekrarlanmaktadır. Nitekim İran-Irak savaşında da aynı oyun sahnelenmiştir. Bu savaşta, İran ile birlikte Irak’a karşı savaşan Kürtler, Saddam’ın başlattığı Enfal operasyonu sonucunda tam anlamıyla bir katliama tabi tutulmuşlardır. 
Çoluk çocuk, yaşlı, kadın erkek ayrımı yapılmaksızın 300 bin civarında masum Kürt, kimyasal gazlarla, bombalarla katledilmiştir. Yaşı müsait olan herkesin ömürleri boyunca hiç unutamayacağı Halepçe katliamı bu operasyon esnasında  
gerçekleştirilmiştir. İnsanlar, sofra başında, evde, kapı önündeki aileler, çalışan babalar, bulaşık ve çamaşır yıkayan, yemek yapan, evi süpüren, beşikteki çocuğu uyutmaya çalışan anneler ve beşikteki bebeler, dışarıda oyun oynayan çocuklar, henüz isimleri bile konmamış yavrular, koyunları ve davarları otlatan çobanlar, velhasıl mazlum, mustaz’âf Müslüman 5 bin (Halkın verdiği bilgilere göre 22 bin) kişi, Şehîd edilmiştir.

Evet, tarih bir daha tekerrür ediyor, geçmişte birçok kez Kürtleri yarı yolda bırakarak ihanet ettiği için Kürlerin katliama uğramasına neden olan ABD, yine bugün, hem Kuzey Irak Kürtlerini, hem de PKK’yı kullanmaktadır. Irak Kürtlerinin bu kaçıncıdır ABD tarafından yüz üstü bırakıldıklarından dolayı katliama uğradıkları! Hala daha akıllanmamış gibi ABD’nin tetikçiliğini yapmaktadır bölgede! ABD için önemli olan menfaatlerinin kalıcılaşması ve Siyonist İsrail’in güvenliğidir. 

Bunlar temin edildikten ve güvenlik altına alındıktan sonra, isterse bütün İslam coğrafyası yangın yerine dönsün hiç umurunda değildir. IŞİD dolayısıyla bölgedeki Kürtler özellikle de Barzani yönetimindeki Kürtlerle PKK, ABD’ye hizmet noktasında yarışmaktadırlar. Oysa bunun sonucu da tıpkı daha öncekiler gibi hüsran olacağı asla unutulmamalıdır. 

Zaten ABD’li yetkililer defalarca bizim için ne Kobani, ne IŞİD önemlidir; 

Bizim için önemli olan Petrol Rafinerilerin Güvenliğidir açıklamasını yapmıştır.


http://www.gencbirikim.net/kurtler-yine-oyuna-getiriliyor/


2.Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR


..

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder