5 Aralık 2020 Cumartesi

Alman Belgelerinde Ermeni Meselesi., BÖLÜM 6

Alman Belgelerinde Ermeni Meselesi., BÖLÜM 6


Kıvanç Galip Över,Alman Belgelerinde, Ermeni Meselesi,ABD, İngiltere, Almanya, Ermeni tezlerini neden tanımıyor,1915 Soykırım Yalanı,
Ortodoks Ermeniler,Katolik Ermeniler,

 
"Ermeni Sorunu" İçin Çözüm Paketi? 

Alman Milletvekili Matthias Erzberger'den Dışişleri Bakanlığında merkez görevindeki Rosenberg’e gönderilen … 


Berlin, 3 Mart 1916 

Milliyetçi-Ermeni bağımsızlık fikrinin temsilcileri Rusya'ya dayanan Ortodoks Ermenilerdi. 

Katolik Ermenilerin sadık tutumlarına ve onlara verilen teminatlara rağmen yurttaşlarının 
başlarına gelen kaderin aynısı onları da buldu. Onlarda can ve mal kaybı aşağı yukarı diğerlerindeki kadar büyük, uygulamada genelde yapılan tek fark infaz ve sürgünlerin birkaç gün ya da hafta ertelenmesiydi. 

15 piskoposluktan 11'i artık faal durumda değil. … Örneğin İzmit'te Katolik Ermeniler Gregoryen Ermeniler gibi kovuldu, yaşadıkları semtler yakıldı, malları sözde kovulanlara dağıtıldı ama aslında Türk memurların zenginleşmesi için verildi. 

Sürgün insana öldürülmekten daha hafif bir cezaymış gibi gelir. Ama aslında ikisinin birbirinden pek bir farkı yoktur. Çünkü yapılan genel katliamlardan her zaman bazıları kaçabiliyor, saklanabiliyor ya da dağlarda gizlenebiliyorken, sürgünlerde hayatta kalma şansları çok daha düşüktür. 
Sürgün yerine vardıklarında onlar için durup dinlenmek yok, hemen tekrar yeni bir sürgün yerine doğru sürülmeye başlarlar ve oradan da yine yeni bir yere, öyle ki asla dur durak yok. 
Türklerin yerleşim yerlerinde yaşayan aileler dağıtılır ve genel olarak erkekleri, kadınlardan ayırdıkları için kadınlar geçimlerini kendi başlarına sağlamak zorunda kalıyorlar. Açlık ve tehditler onları Türklerin ellerine düşürmektedir. Bu durumda çocuklar kendiliğinden Türk olmayı kabul ediyorlar ya da "savaşta öksüz kalmış çocuk olarak" devlet tarafından resmi yollarla Türkleştirilirler. 
 
Türklerin Ölçülü Tutumu Düşmanda Şaşkınlık Yarattı 

Erzurum' da bulunan Konsolos Vekili Scheubner-Richter'in Alman Şansölyesine… 
Münih, 4 Aralık 1916 Bitlis'e kadar geçtiğimiz yollardaki bölgelerde bulunan harap edilmiş köylerde katledilen Ermenilerin korkunç manzarasının etkisi diğer baylara da ulaşmıştı. … Tekrar tekrar tüm suçu Kürtlere yükleyen açıklamalarla bizim gözümüzdeki kötü izlenimi hafifletmeye çalıştılar. 

Ermenilere uygulanan nakillerin onların imhasına eşit olacağına, daha doğrusu tam da bunun amaçlandığına ilişkin duyduğum ve Erzurum'dan gönderdiğim raporumda da belirttiğim kaygılarım, ne yazık ki gerçekleşti. Bu nakledilen milletten hala Mezopotamya'da yaşayanlar, acınası bir halde bulunmaktalar. İstanbul'da ve başka büyük şehirlerde yaşayan birkaç yüz binin dışındakiler hariç Türk Ermenilerin kökünün kurutulduğu söylense abartılmış olmaz. 

Ne yazık ki şimdilik bu konu kapandı. Artık yardımlarımızı ve ilgimizi sadece Mezopotamya'da hayatta kalanların durumunu kolaylaştırmaya yönlendirebiliriz. 
Önemli Türk şahsiyetlerle yaptığım bir dizi konuşmalar bende şu izlenimleri bıraktı: 

Genç Türk Komitesinin büyük bir bölümü, Türk devletinin yalnızca saf Müslüman ve Türk yanlısı temeller üzerine kurulması gerekli olduğu görüşünde buluşuyor. Burada yaşayıp da Müslüman ve Türk olmayanlar zorla Müslümanlaştırılmalı ve Türkleştirilmeli, bunun mümkün olmadığı kimseler ise yok edilmeli. 

Bu planı gerçekleştirmek için bu baylara bu zamanlar en uygun görünüyor. 
Programlarının ilk noktası olarak Ermenilerin ortadan kaldırılması geliyordu. 
Türkiye’ye müttefik olan o güçlere ise, söylenenlere göre düzenlenmiş bir isyan mazeret olarak öne sürüldü. Bazı yerlerdeki yolsuzluklar ve Ermenilerin kendini koruma çabalarıysa abartıldı ve Ermenilerin savaş bölgelerinden tehcir edilmelerine teşvik etmek için sebep olarak alındı. 

Yollardaki Ermeniler Komitenin kışkırtmalarıyla Kürt ve Türk çeteler tarafından, kısmen jandarmalar tarafından bile öldürüldü. 

Aşağı yukarı aynı zamanda Doğu Kürdistan'da Nesturiler kahramanca karşı koymalarına rağmen Musul Valisi Haydar Bey tarafından yerlerinden kovuldular ve kısmen öldürüldüler. 

Tarlaları ve evleri tahrip edildi. Hayatta kalmayı başaranlar Ruslara sığındı ve şimdi onların saflarında Türkiye'ye karşı savaşıyorlar. 
Halil Beyin Kuzey İran’a düzenlediği sefer, Ermeni ve Suriyeli taburlarının katledilmesine ve Ermeni, Suriyeli, İran’lı halkın Kuzey İran'dan kovulmasına sebep oldu ve arkasında Türklere karşı büyük bir nefret bıraktı. 
Araplarla bir hesaplaşma da düşünülüyor, ancak bu sıralar askeri olarak uygun olmayan durum bugün için henüz zamanın gelmediğine işaret ediyordu. Bunun yerini tutacak başka uygun bir yol olarak, şimdi sıkı bir şekilde acemi Arapları silah altına alıp onları Arap birlikleri olarak iklim şartlarının zor olduğu yerlere (Kış seferi 1914 Erzurum, 1915 Kuzey İran) en zayıf teçhizatla göndermeyi buldular. 
"Eğer biz Türkler, Osmanlı Devletinin yaşaması için olan bu savaşta kan kaybından öleceksek, o zaman bunda başka bir millet de kalmasın." Genç Türklerden olan bir politikacının bu cümlesi, Genç Türklerin bakış açısını en iyi şekilde anlatıyor. 
 
Türkler Aşağılık Irkmış! 

Alman Angelikan Kilisesi Yardım Misyonu Müdürü A.W. Schreiber'den Almanya Dışişleri Bakanlığı'na 

Berlin, Steglitz, 14 Haziran 1917 

Sürülenlerden geriye kalanlar Suriye ve Mezopotamya'nın kuzeyinde yokluk içinde barınıyor. Bu grup her geçen gün salgın hastalık ve zorla din değiştirmeler sonucu azalıyor. Geriye çok az erkek kaldı. Anadolu şehirlerinde çoğunlukla İslamiyet'e geçmiş olan firari ve dağılmış insanlar bulunmaktadır. Yığınlar halinde zorla din değiştirmelerin yanı sıra, bir karakteristik belirti de Ermeni çocuklarının yığınlar halinde evlat edinilmesidir. Burada binlerce çocuk söz konusu. Bu çocuklar evlat edindirildikten sonra fanatik Müslüman olarak yetiştiriliyor. 

Cinayetler azaldı. Ancak yok etme süreci henüz bitmedi, sadece biçim değiştirdi. 
Yapılanların sorumluluğunu devrimci Ermeni çevrelerine yüklemek anlamsız. 

Devrimci Ermeni çevreleri Türk bakış açısıyla yok sayılıyordu. Ermeni bakış açısıyla ise durum böyle değildi. Türk ulusunun bütünü Ermenilere yapılanlar konusunda suçlanamaz. 

Konudan ancak küçük bir azınlık sorumludur. 
Ermeni halkına yapılan ve yapılmakta olanlar, dünya tarihinin en büyük cinayetidir. Yeniden yapılanmış bir ülkenin halkı bir Hıristiyan ulusunun dejenere olmuş, aşağılık bir ırk tarafından yok edilmesini öylece kabul mü edecek? 
Yarım Milyon Ermeni Kafkasya’ya Gitti Kafkasya Alman Heyeti Başkanı Kress von Kressenstein'ın Alman Şansölyesi Hertling’e 11 Temmuz 1918 tarihinde 
gönderdiği bir rapor var. Tiflis, 11 Temmuz 1918 Ermeni çevrelerinin tehcir konusundaki temelsiz iddiaları ve rakamlardaki bazı kalem oynatmaları arasında önemli bir tanesi vardır. Ermeniler, tehcir döneminde Kafkasya'ya göç edenleri görmezlikten gelirler ve onları da "kayıplar" arasında gösterirler. 

Bugün Ermenistan'da kökeni Anadolu olan ve tehcir sırasında ailesi Ermenistan'a göç eden çok aile vardır. Ama onlar da “Madem Anadolu'da Ermenilerin hepsi çöle gönderildi ve yolda öldü. O zaman biz nasıl buradayız?” sorusunu kendisine sormaz. 
Kafkasya Alman Heyeti Başkanı Kress von Kressenstein'ın Alman Şansölyesi Hertling'e yazdığı bu rapora göre, Ermeni Piskoposu Meşrop, Türkler tarafından ele geçirilen ve tehdit edilen bölgelerden kaçmak zorunda kalan yarım milyon kadar Ermeni Nisan ayının ilk yansında panik içinde köylerini terk etmişler. Ardından Erivan civarında toplanmışlar" diyor. 

Yine aynı patrik Anadolu'da 1,2 milyon Ermeni olduğunu söylüyordu. 1,2 milyondan yarım milyon çıkarsa, geriye 700,00 kalır. Tehcir sadece belli vilayetlerde 15-55 yaş aralığında ve Ortodoks olanları kapsıyordu. 
Osmanlı rakamlarına göre tehcirden sonra Anadolu'ya dönenler 644,900 kişi olduğuna göre, salgın hastalıklar, eşkıya saldırıları ve görevi suiistimal sonucu hayatını kaybedenlerin rakamı 55,100 olabilir. Elbette tehcirden sonra Suriye'ye ve Lübnan'a yerleşenler de var. Ama hiç olmadığını varsaysak dahi, rakam 55,100 olabilir. 
Ancak bu rakamdan, 55,100'den Katolik ve Protestan ve diğer vilayetlerde olan Ermenileri de çıkarmak gerekiyor. Ermeni Patriğinin telaffuz ettiği 1,2 milyonun sadece tehcire tabi tutulanlar olduğunu varsaysak da, rakamlar daha fazla esnemiyor. Nitekim TTK Başkanı Yusuf Halaçoğlu'da elindeki belgelerden hareketle 438,758 Ermeni’nin tehcir edildiğini ve 382,148 Ermeni’nin tehcir bölgesine ulaştığını yazıyor ve salgın hastalıklar ve eşkıya saldırıları ile hayatını kaybedenlerin sayısının, 30,000-40,000 arasında olduğunu ifade ediyor. 
Nakil, Osmanlı Devleti'ne karşı silaha sarılan Ermeni gruplarını ve onlara lojistik destek verenleri kapsamaktadır. Göç hazırlığı yapmaları için bir hafta ile 15 gün arasında süre verilmiştir. 

Göçen Ermenilerin tüm ihtiyaçları (yiyecek, sağlık, bilet temini v.s.) devlet tarafından "Muhacirin tahsisatı"ndan karşılanmış, bir şehir ve kasabada yaşayan Ermenilerin tümü sürgüne gönderilmemiş, hastalar, yetimler, Katolik ve Protestan mezhebi mensuplarıyla, zanaat sahipleri ve orduda görev yapanlar tehcir kapsamı dışında tutulmuştur. 

Hasta göçmenler için kamplarda hastaneler kurulmuş, göçmenlerin sağlık sorunları ile ilgili olarak çeşitli ülkelerin sağlık ekiplerine kamplarda görev yapmaları için izin verilmiştir. 

Kimsesiz çocuklar ve yetimler, yetimhanelere ve bazı zengin ailelerin yanına yerleştirilmiş, 1919 yılında geri dönüş izni verilince bu çocuklar yakın akrabalarına teslim edilmiştir. Zorunlu göçten kurtulmak için Müslümanlığı kabul ettiğini söyleyenler de göç ettirilmiş, fakat bir Müslüman’la evlenmiş kadınlar göçten muaf tutulmuştur. Savaş, kuraklık, çekirge istilası, seferberlikten dolayı iş yapabilecek hemen bütün erkeklerin silah altına alınması gibi nedenlerle, tarladaki mahsulün kaldırılamamasının bir sonucu olarak ortaya çıkan yiyecek sıkıntısından dolayı, başta Amerika olmak üzere çeşitli devletlerin yardım kuruluşlarının yardım talepleri kabul edilmiş, bunlar tarafından Suriye'deki Ermenilere yardım edilmiştir. 

Ermeni Patrikhanesi'nin tespitlerine göre 644.900 Ermeni geri dönmüştür. 
Bu noktada Prof. Dr. Metin Ayışığı’nın "Ermeni Tehciri Konusunda Yeni Perspektifler" adlı çalışmasına da değinmek gerekiyor. Prof. Ayışığı, şöyle diyor; 
Nitekim 1918 yılında Ermeni Delegasyonu Başkanı olan Boghos Nubar Paşa'nın Fransa Dışişleri Bakanlığı Yüksek Yetkili Bakanı Monsieur Gout'a gönderdiği raporda: Kafkasya'da 250.000, İran'da 40.000, Suriye-Filistin'de 80.000, Musul - Bağdat’ta 20,000 olmak üzere 390.000 kişinin Türkiye'den sürgün edildiğini, aslında sürgünlerin toplam sayısının 600-700 bin kişiye ulaştığını ve bunlardan ayrı olarak çöllerde şuraya buraya dağılmış sürgünleri kapsamadığını bildiriyor. 
Boghos Nubar Paşa'nın verdiği rakamlardan 290 bin kişinin yer değiştirme uygulaması dışında Osmanlı topraklarını terk edenler olduğu anlaşılıyor. Göç ettirilenlerin toplam sayısı olarak verilen 500-700 bin kişiden 290 bin kişi çıkarılacak olursa, yer değiştirmeye tabi tutulan nüfusun 100 bin olduğu görülüyor. Bu da Ermeni delegasyonu başkanının, yer değiştirmenin 
gerçekleştirilmesi sonrasına, yani 1918 yılına ait verdiği sayılarla, Osmanlı belgelerinde verilen rakamlar arasında büyük ölçüde uygunluk görünmekte ve Ermenilerin iddia edildiğinin aksine sağ salim iskan yerlerine vardıklarını ve dolayısıyla soykırım iddialarının ne kadar dayanaksız olduğu ortaya çıkmaktadır. 
Prof. Ayışığı Ermeni kaynaklarından şu bilgiyi de aktarıyor: 

Bir başka Ermeni, Richard Hovannisyan ise, Kafkasya’ya 345 bin, Suriye'ye 140 bin, Yunanistan ve Ege Adalarına 120 bin, Bulgaristan'a 40 bin, İran'a 50 bin, Suriye dışındaki Arap ülkelerinden Lübnan'a 50 bin, Ürdün'e 10 bin, Mısır’a 40 bin, Irak’a 25 bin, Fransa ve Amerika'ya da 35 bin Ermeni'nin göç ettiğini belirtiyor. 
Bu durumda tehcir uygulaması sırasında toplam 855 bin Ermeni'nin göçe tabi olduğu anlaşılıyor. Bu 855 bin sayısı 1 milyon 250 bin olan 1914'teki toplam Ermeni nüfusundan çıkarıldığında, geriye yaklaşık 366 bin kişi katıyor. Göçe tabi tutulmayan nüfusun ise 82 bin 880'inin İstanbul, 60 bin 119'unun Bursa'da, 4 bin 548'inin Kütahya Sancağı'nda ve 10 bin 237'sinin de Aydın vilayetinde bulunmak üzere 167 bin dolayında tahmin ediliyor. Göçe tabi tutulmayanların sayısı 366 binden çıkartıldığında, geriye kayıp gözüken 200 bin kişi kalıyor. Bu sayı da Ermeni lobisinin 1,5 milyon Ermeni’nin öldüğü iddiasının ne kadar abartılı olduğunu gösteriyor. 

Ermeni belgeleri esas alınırsa, buradan hareketle 855 bin rakamı 1914 Ermeni nüfusundan çıkarıldığında, geriye 366.850 kişi kalmaktadır. Göçe tabi tutulmayan nüfus ise 167.778'dir. 82.880'i İstanbul, 60.119'u Hüdavendigar'da (Bursa). 4.548'i Kütahya Sancağı ve 20.237’si Aydın vilayetinde bulunmaktaydı. 366.850'den göçe tabi tutulmayan 167.778 kişi çıkarıldığında ise yaklaşık 200.000 kişi kalmaktadır. Ermeni belgelerine dayanılarak yapılan bu çalışma sonucunda, İtilaf Devletleri saflarına katılarak Osmanlı ile savaşta ölen yurt dışına kaçan, tehcir sırasında çeşitli nedenlerle ölen veya eşkıya tarafından öldürülen Ermeni 
sayısının yaklaşık 200.000 kişi olduğu söylenebilir. 

Buradan görüleceği üzere Ermeni iddialarında esas alınan rakamların, tamamen hayal mahsulü ve propaganda maksatlı olduğu anlaşılmaktadır. 

Sonuç 

Alman belgeleri bir trajedi yaşandığını, ama hadisenin asla bir soykırım olmadığını ve Osmanlı makamlarının şartların getirdiği trajedinin boyutunu küçültmek için mücadele verdiğini söylüyor. Yaşananların bir trajedi olduğu muhakkak. Kayıpların olduğu ve küçümsenemeyeceği de kesin. Ama hiçbir şekilde ortada "soykırım" diye nitelenmeye uygun bir durum yok. 

Bu belgelerden yola çıkarak, Almanya'nın tehciri istediği, ama daha sonra şartların gelişiminin paralelinde Ermenilere siyasi destek verdiği anlaşılıyor. 
Dünyada yine bir küreselleşme sürecinin yaşandığı ve devamında dünya savaşının çıktığı o günlerde tırmanan dinsel ve etnik kamplaşmaların ve romantizmin yoğun bir biçimde etkisi altında gerçekleşen bu yazışmaların bütün tarafgirliğine rağmen, Ermeni iftiralarında en çok suçlanan İttihat ve Terakki yöneticilerin dahi Ermenilerin selameti için çaba harcadığını ortaya koyması da ayni derecede önemli. 
Özetle, 
Ermeniler Yalan söylüyor! 

 
****

Alman Belgelerinde Ermeni Meselesi., BÖLÜM 5

 Alman Belgelerinde Ermeni Meselesi., BÖLÜM 5


Kıvanç Galip Över,Alman Belgelerinde, Ermeni Meselesi,ABD, İngiltere, Almanya, Ermeni tezlerini neden tanımıyor,1915 Soykırım Yalanı,Gregoryanlar, Katolikler, Protestanlar,Rohrbachın Planı,


Ermeni Sürgünü Rohrbach'ın Planı! 

Erzurum Konsolos Vekili Scheubner-Richter’den … İstanbul Büyükelçisi’ne yazılmış… 


Erzurum, 5 Ağustos 1915 


Ermenilerin göç ettirilmesi belli bir sonuca ulaştı. "Burada konsolosluğun görev alanı dahilinde artık Ermeni bulunmuyor. 

Mayıs ayının başlarına kadar buradaki Ermeniler özgür ve herhangi bir engelle karşılaşmadan yaşayabiliyor ve işlerini yürütebiliyordu. 
Banka Müdürü Pastormayjan'ın öldürülmesi gibi münferit olaylar sadece kısa süren huzursuzluklara neden oldu. Ancak Türkler tarafından bir kıyım başlatılacağına dair korkular sürüyordu. Bu korkular nedensiz değildi. General Posseldt ve Alman konsolosunun burada oluşları ve bu kişilerin yaptıkları çalışmalar böyle bir kıyımı engelledi denilebilir. 

Mayıs ayı başında Van'da meydana gelen ve bilinen olaylar hükümet ve ordunun Ermenilere karşı sert önlemler alınmasına yol açtı. Ordunun hizmetinde bulunan silah altındaki Ermeniler ordudan uzaklaştırıldı ve çalışma taburlarına gönderildi. Erzurum ve Pasin Ovası'nda bulunan ve sadece kadın, çocuk ve yaşlı erkeklerden oluşan halk zorla Mezopotamya'ya gönderilmek üzere köylerinden sürüldü. Askeri nedenle alınan bu önlem ilgili kişiler düşünülmeden ve zalimce yerine getirildi. 
Sürülenlere Erzincan yolunda, Mamşatun, Sansar, Fırat Köprüsü ve Perez'de Kürtler ve gönüllü 
Türkler tarafından saldırı düzenlendi, bu kişiler soyuldu ve öldürüldü. Ölenlerin sayısı 10 bin ile 20 bin arasında idi. Hükümet ölenlerin sayısının 3 bin ile 4 bin arasında olduğunu duyurdu. 

Aynı tarihte Erzincan Ovası sakinleri Kemah geçidinde soyuldu, bazıları öldürüldü, bazı kadınlar ise kaçırıldı. Bana ulaşan haberlere göre, bu saldırıya Türk askeri, yani jandarma da katılmış. 
Haziran ayı başlarında Ermeni eşrafından ilk grup Erzurum dışına çıkarılmış. Kendilerine şehri terk etmeleri için 14 gün süre tanınmış. 16 Haziran'da yaklaşık 500 kişi Erzurum'u terk etmiş, Harput Dağları üzerinden Urfa'ya gitmişler. Hükümet bu kişiler arasında yolda 14 kişinin öldürüldüğünü bildirdi. Bana ulaşan özel bilgilere göre ise erkeklerin tamamının öldürüldüğü yönündeydi. 19 ve 20 Haziran’da 3 bin kişiden oluşan ikinci grup Erzurum'u terk etmiş. Bayburt 
civarında gruptan bazılarının, özellikle de erkeklerin gruptan ayırıldığı haberi geldi. Gruptan ayrılanlar hakkında bilgi edinemedim. Muhtemelen öldürülmüş olmalılar. 
Kalanlar başlarına bir şey gelmeden Erzincan'a ulaşmışlar ve yol güvenliği sağlanıncaya kadar da orada kalmışlar. Yaklaşık 300 kişiden oluşan üçüncü grup ise 26 Haziran'da Erzurum'u terk etmiş. Kendileri iyi bir durumda ve herhangi bir tacize uğramadan Erzincan'a ulaşmışlar. Kendilerine daha önce hükümet tarafından oturma izni verilen ancak daha sonra ordu tarafından geri alınan, ağırlık olarak zanaatkar ve ailelerinden oluşan dördüncü grup ise yine sağlam bir şekilde Bayburt üzerinden Erzincan'a ulaşmışlar. Böylece 15 Temmuz'a kadar 
Ermenilerin neredeyse tamamı Erzurum'u terk etti. Şehirde kalanların ise hastalık vb. gerekçeleri gözetilerek kendilerine özel nedenlere bağlı oturma izni verildi. Vali ve benim şehirde olmadığımız bir sırada üst düzey asker Komutanların emriyle bu kişilere verilen oturma izinleri aniden geri alınmış. Yolculuğa çıkamayacak durumda olan birçok kişi kendilerine erzak dahi sağlayamadan Erzurum'u en kısa sürede terk etmek zorunda kaldı. Bu son grup Aşkale ve Bayburt'ta kısmen soyuldu. 

Komşu vilayetlerden sürülen Ermeniler arasında ölenlerin sayısının daha yüksek olduğu söyleniyor. Örneğin Hanus Ovası'nda büyük çapta Ermeni kıyımı yapıldı. Trabzon'da da Ermeni erkeklerin neredeyse tamamının öldürüldüğü söyleniyor. Gerçekten de Erzincan'da bulunduğum sırada oradan geçmekte olan Ermeniler arasında neredeyse hiç Ermeni erkeğe rastlayamadım. Sürülmenin biçimi de kaba oldu. Örneğin Trabzon vilayetinden yapılan sürülmelerde insanlara sadece birkaç saat zaman verildi ve eşyalarını satmaları yasaklandı. 

… Benzer kabalık Sivas'taki Ermenilere de uygulandı. 

Ekselanslarınızın talimatları ve bildiğim kadar da, sürülen, suçsuz Ermenileri herhangi bir şekilde koruma hakkımız yok. … Yaptığım müdahaleleri bu nedenle talimat gereği dostça tavsiyeler ölçü ve sınırında tuttum ve böyle yaparken makamımı kullanmadım. Valiye bu onur kırıcı tutumun sürmesinin, Türkiye'nin saygınlığına ve yurtdışındaki tarafsız dostluklarına zarar vereceğine uygun olduğunu belirttim. Ardından bu tür olayların yabancıların Ermeni sorununa kolayca karışmasını sağlayacağını ve Türkiye'nin konumunun gelecekte yapılacak olası barış görüşmelerini gereksiz yere zorlaştıracağım vurguladım. 

Vali konuya bakışımı haklı buldu. Ancak sorumluluğun kendisinde olmadığını, kendisinin de ordu emri altında bulunduğunu söyledi. Yolların güvensiz oluşu vali tarafından bilinmesine rağmen Ermenilerin korumasız olarak gönderilmesini ordu emretmiş. 

Türk halkı içinde akıllı düşünen geniş çevreler, toprak sahipleri, bu kıyımı onaylamıyor. Ermenilerle birlikte çalışmış ve iyi geçinmiş olan bu çevreler "Ermeni Sorununu Çözme Sistemi'nin ekonomik ve politik tehlikelerini görmekteler. 
Büyük toprak sahipleri bana Alman hükümetinin Türk hükümetini Ermenilere karşı neden böyle davranmaya götürdüğünü sordular. Soru soranlar arasından çok saygın bir bey, eskiden Ermeni kıyımı yapıldığını, ancak bunun genelde sadece erkeklere karşı yapıldığını, şimdi ise Kuran'a da karşı gelerek binlerce suçsuz kadın ve çocuğa kıyıldığını söyledi. 

Bunu söyleyen kişi ayrıca bu kıyımın halk tarafından değil, sistemli olarak ve hükümetin, yani "Komite"nin emri ile yapıldığını özellikle vurgulayarak sözlerine ekledi. 
Burada vurgulanması gereken, Ermenilerin sürgün edilmesinin Alman hükümetinin ısrarıyla yapıldığı dedikodusunun kasten yayıldığıdır. Eğitimli Türk ve Ermeni çevrelerinde Prof. Rohrbach'ın Alman Şansölyesi'ne sunduğu bir raporda, Mezopotamya bölgesinde, Bağdat Tren Yolu güzergahında çekilen insan varlığı sıkıntısının kapatılması için Ermenilerin uygun bir öğe olduğu yer almış. Alman hükümeti bu rapor üzerine Türk hükümetini Ermenileri buraya göndermeye yönlendirmiş. 
Ermeni Devrim Komitesi ve Rus gizli görevlilerinin desteklediği yerlerde ayaklanmalar düzenlendiği ve buradaki ayaklanmaları düzenleyen suçlulara karşı her türlü sert önlemin alındığı da oldukça doğal. 
Eğer burada bir ayaklanma planlansaydı, bunun için en uygun zaman Rusların Erzurum önlerine 35 km kadar yaklaştığı Ocak ayında olurdu. Erzurum Garnizonu'nda o sırada birkaç yüz jandarma, çalışma taburlarında ise üç dört bin kadar işçi bulunmaktaydı. 
Kendi hükümeti tarafından baskıya uğrayan ve kötü muamele gören, yani başka bir milliyete ve başka bir dine mensup, hoşnut olmayan sınır halkının zafer kazanmış ve ilerleyen, üstelik aynı dine mensup, kendisini kurtarıcı olarak göstermiş ve sınırdaki Ermenilere çeşitli vaatler veren bir düşmanla birleşmesi bana esef verici geliyor, ancak bunu aynı zamanda doğal da karşılıyorum. 
Ancak kendisini uygar olarak niteleyen bir hükümetin hoşnut olmayan bazı halk kesimlerinin haklı olarak baş kaldıracağını öngörerek, gerek uygun askeri önlemler açısından olsun, gerekse hükümetin kuracağı siyasi görüşme açısından olsun, en başta, zamanında önlem almayıp, polis teşkilatı ve "çetelerin" (atlı ve gönüllü Türkler) kışkırtmalarına da kayıtsız kalmasını, hatta bu kışkırtmaları desteklemesi ni doğal görmüyorum. 

Böylece hükümet kendi halkının geniş bir kesiminin dizginini elinden kaçırmış, "misilleme çılgınlığı" ve ırk nefretiyle de halk yığınları arasında kızgınlık uyandırmıştır. Sonra aynı hükümet kendi kayıtsızlığından kaynaklanan durumdan doğan sonuçları cezalandırarak, bilerek ya da bilmeyerek ayaklanmalara neden olarak, tüm bir halkı ekonomik ve kültürel olarak yok etmeyi, ortadan kaldırmayı bir fırsat olarak görmüştür. 

Bu yok etmenin, burada olduğu gibi mümkün oluşu, on binlerce Ermeni’nin karşı koymadan kendilerini az sayıdaki Kürt ve çeteciye kıydırmaları, Ermeni halkının ne kadar az bir devrimci ruha sahip olduklarını ve savaşkan olmadıklarını kanıtlıyor. Ermeniler, özellikle şehirde oturanlar, o “doğunun Yahudileri” iş bilir tüccarlardır, dar görüşlü siyasetçidir, ancak tanıdığım kadar onların çoğu aktif devrimci değildir. 

Eğer bu insanlar aktif devrimci ve silahlı olsalardı, her koşulda kendilerini ölümün beklediğinin bilincinde olarak sayılarının da fazla oluşu nedeniyle, sürgünlere şiddet kullanarak karşı koyarlardı. 

Ancak karşı koymalar sadece bazı yerlerde, (Ermeni) Devrim Komitesi yönetiminin bulunduğu yerlerde oldu. Oysa göçe zorlamalar sırasında herhangi bir olay olmamış ve bu insanlar kaderine razı olarak kıyıma uğramıştır. Türk Ermenilerinin korkusu karşısında Türklerin duyduğu korku herhalde daha fazlaydı. 

Ermeni sorununun ele almış biçimi hükümet erkinin sorumluluk taşımayan ve sadece kendi çıkarlarını bilen insanların elinde bulunduğunu açıkça gösterdi. 
Üstelik en büyük mülki erkan olan vali de yaşanan aksamalardan ve karşılıklı katliamlardan rahatsız. O nedenle sürülecek Ermenilere yolculuğa hazırlanmaları için zaman veriyor. Onların yanlarına eşya almaları ve eşyalarını satmaları için izin veriyor. Dahası ürün, eşya ve değerli mallarını Ermeni kilisesinin korumasına vermesini onaylıyor, Şayet kimilerinin iddia ettiği gibi, bütün mesele bazı kötü niyetli kişilerin Ermenilerin malına, mülküne ve parasına el koyma 
gayreti olsaydı, bu izin verilmezdi. O dönemde Anadolu'da kabaca iki kesim vardı. Bunlar kendisini “ümmet” olarak görenler ve "gayrimüslimler", o nedenle "ırk" kavramından da, "ırk nefreti" kavramında da söz etmek mümkün değil. 

TEHCİRDE AKSAMALAR;

Tehcirde Aksamalar ... 

Pera, 19 Ağustos 1915 


İzmit'teki Katolikler öbür Ermenilerle birlikte sürgün edildi. 
Sürülenlerin durumu oldukça kötü ve özellikle de fakir olanlar daha büyük acı çekiyor. Çoğu anne çocuklarının çektikleri acıları daha fazla görmemek için onları nehirlere atıyor. Başka analar da çocuklarını kaçınılmaz ölümden kurtarmak ve bir parça ekmek satın alabilmek için yavrularını satıyor. Beş yaşına kadar olan çocuklar 5 Kuruşa, yani bir Marktan daha az bir miktara satılıyor. 15-20 yaş arasındaki bir genç kız ise 20 Kuruşa satılıyor. Özellikle gece bastırdığında evli kadınlara ve kız çocuklarına çirkin şeyler yapılıyor. 
Güvenilir bir şahit yağışlı bir gecede açıkta ve yerde yatan, çoğu çocuk yüzlerce ceset gördüğünü anlattı. Talat Paşa Tehcirin Düzgün İşlemesi İçin Çabalıyor İstanbul Büyükelçisinden Almanya Şansölyesine… Pera, 4 Eylül 1915 
Talat Bey birkaç gün önce de konuya ilişkin şu ifadeyi kullandı: “la question armenienne n'existe plus (Ermeni Sorunu yok)”. 

İmparatorluk hükümeti Ermenilerin yaşadıkları yerleri önceden belirlenen bölgelerle değiştirmek suretiyle sadece bir tek şeyi hedeflemektedir. O da hükümet karşıtı Ermeni milliyetçiliği yönündeki eylem ve girişimleri önlemek ve ortadan kaldırmak ile bir Ermeni devletinin kurulması girişimini ortadan kaldırmak olmasa bile daha çok bunu engellemektir. 
Talat Paşa, yaşanan aksamaları ve eksiklikleri inkar etmiyor veya savunmuyor. Talat Paşa - tam aksine - bunların telafisi için gereken emirleri veriyor ve dahası, rahatsızlık duyanlara, bu emirleri ilgili makamlara ileten yazışmalardan da birer kopya veriyor. Bir soykırım (?) için pek alışılmadık bir durum ... 

Bulaşıcı Hastalıklar Mısır Harekatı Yolunu Tıkıyor 

Halep Konsolosu Rössler'den Olağanüstü Misyonla İstanbul Büyükelçi Hohenlohe-Langenburg'a giden bir yazı var. ... Halep, 27 Eylül 1915 
Daha önce kimsenin görmeyeceği şekilde gerçekleşen teker teker sahneler, kısa zaman önce Halep'te halkın kendi gözleri önünde cereyan etti. O günden bu yana hükümet tedbirlerini, sürgün edilenlerin sürüleri büyük ölçüde Halep'ten geçirmeden götürülmesi yönünde almıştır. 
Aynı ayın 10'unda ve 12'sinde iki kafile geldi, her birinde 2000 sürülmüş kadın ve çocuk ile Ras ul Ain üzerinden buraya vardı. Öyle bir kafile idi ki ancak bir Wereschtschagin'in fırçası ile resmedilebilecek bir dehşeti andırıyordu. Jandarmalar, korkunç derecede zayıflamış ve ölümün defalarca yüzlerine yazılmış olan yaratıkları kırbaçlarla vurarak Halep'in sokaklarında tren istasyonuna doğru, onlara şehirde bir yudum su içmelerine ya da bir lokma ekmek yemelerine izin vermeksizin sürüyorlardı. 
Su ve ekmek dağıtmak isteyen şehir halkı bunu yapmaktan alı koyuldu. 
Bağdat treninin işletme müdürü bana dedi ki, hayatımda çok şey görmüş ve dayanıklılık kazanmış, ancak bu kafile gibi bir şeyin mümkün olabileceğini hayal bile edememiş. Bu kafile ona Hindistan'daki açlık resimlerini hatırlatmış. Cemal Paşa'nın sürgün edilmiş kişilerin fotoğraflarının çekilmesini neden bu denli katı bir şekilde yasakladığı buradan anlaşılıyor. 

Sürgün edilen kişiler arasında Eylül ayı başından itibaren günde ortalama 25 olan ölüm olayları, Eylülün ortalarına doğru hızlı bir şekilde 40, 60 ve fazla sayılara yükseldi. (Adı geçen ayın 26'sında ölülerin sayısı 110 kişiydi, aynı ayın 27’sinde ölü sayısı 95 kişi. Eylülün ortasından beri ölü sayısı 80’den aşağıya düşmüyor). Tüm sürgün kişilere kalacak yer sağlanamadığı için ölmek üzere olan kişilerin yollarda yattığı oluyor. 
Cenaze hizmetleri geri kalan her şey gibi kötü bir organizasyon ile yürütülüyor. Bana anlatılanlara göre, birkaç defa gömülecek vücutların mezara yatırılmak istendiği anda – onları tabuta koymadan gömüyorlar - hala yaşam belirtileri gösterdiği olmuş. 
Bir mezarın yakınlarında ölmek üzere olan iki kadın yatıyordu. Etraflarında mezarcı ve sokak çocukları durup ölüm anını bekliyorlardı ki, onları mezara koyabilsinler. Bu kadınların buraya nasıl geldiklerini sorduğumda şu cevabı aldım. Bir öküz arabasının üzerinde beş ceset tabutsuz üst üste yerleştirilip getirilmiş. Mezarcı görevini yerine getirmek isterken o beş vücuttan üçünün hala yaşadığını fark etti. Ölüm zamanının henüz gelmediği anlaşılan bir çocuk mezarlıktan 
uzaklaştırılırken ölmek üzere olan iki kadını burada bıraktılar. Bir gün önce 15 yaşındaki kızı mezara yatırmak isterken onun hala yaşadığını fark eden mezarcıyla da konuştum. Bu olayı bana kendisi de doğruladı. 

     Mardin ve civarı için buralı bir Alman tüccar tarafından bana aşağıdaki veriler teslim edildi. 
Veriler mağdur kişilerin akrabaları tarafından oluşturulmuştur ve muhakkak araştırılması gerekmektedir. Objektif olarak doğru olup olmadığı ancak gelecekte anlaşılacaktır. Ancak şüphe götürmeyen bir şey var, o da, Ermenilerden başka Hıristiyanların da bu takibe dahil edilmiş olmalarıdır. 

Yerler Nüfus İslam Ermeni Katolik Esk. Süryani Süryani Kat. Protest. Keldani 
Mardin 50,000 27,000 10,000 10,000 1,500 1,400 100 
Tell Armen 4,500 
Goliye 5,000 


Siirt'te (Bitlis vilayeti) ve Djeziret ibn Omar'da (Diyarbakır vilayeti) KaIdeler, Mardin'in kuzeyinde kalan Djebel et Tor'da bütün Hıristiyanlar yok edildi. 
Gecikmiş olarak burada duyulduğu üzere Mardin'de iki mutasarrıf görevden alınmış, çünkü hükümetin verdiği emirleri Ermenilere karşı uygulamayı reddetmişler. 

Şayet Osmanlı askerleri ve subayları izin vermediyse ve engellediyse, "soykırım kurbanı fotoğrafları" nereden çıkıyor? Acaba Emeni mezaliminde hayatını kaybeden Türkler olabilir mi? Bu sorunun cevabı çok kişiye ezberini bozdurabilir. 
Almanlar Mağrur, Ermeniler Mağdur, Çeteler Mazur Halep Konsolosu Rössler'in 

Alman Şansölyesi Bethmann Hollweg'e gönderdiği… 

Halep, 8 Aralık 1915 

Ranke, "Dünya Tarihi" adlı eserinde Büyük Karl'ın Saksonyalılara yönelik uygulanacak politika konuşmasında: "Sert yasalara karşı direnç oluşur. Bu tür iç içe geçmiş olgularda bu hep yaşanır. Muhalefetin karşı çıkmasını önlemek için alınacak zorunlu gerekli önlem ve ilkeler kendiliğinden muhalefeti doğurabilir" der. 
Bu cümle Türk hükümetinin 1895 yılından bu yana iniş çıkışlı olarak Ermenileri kıyma politikasına uyarlanabilir. … Hükümet Ermenilere karşı tarihte ender rastlanır sertlikle önlemler aldı ve böylece üç bölgede direnişle karşılaştı: Fundacık'ta, Suadiye’de ve Urfa'da. 

Türklere Karşı Ermenileri Destekleyelim 

Alman Şansölyesi Bethmann Hollweg, İstanbul Maslahatgüzarına Neurath’a… 
15 Ekim 1915, Berlin İnandırıcı belgelerden yola çıkarak, eğer maruz kaldıkları insanlık dışı muameleye bir an evvel dur denmedikçe, Ermenilerin yok edilme tehlikesiyle karşı karşıya oldukları kesindir. 

Zaten Rusya-Türkiye savaşından bu yana doğu vilayetlerindeki yüzlerce Ermeni köyü Kürtler ve yasadışı milislerce yağma edildikten ve binlerce savunmasız Ermeni katledildikten sonra, Mayıs sonunda tüm Ermeni halkı bütün Anadolu vilayetlerinden ve ilçelerinden Bağdat yolunun güneyine Arap steplerine nakledilmesi kararlaştırılmıştır. 

Bu kural insanlık dışı bir sertlikle geçtiğimiz aylarda uygulamaya konuldu. Ermeni halkının askerlik çağı gelmiş tüm erkekleri orduya alınıp iç bölgelerin silahsız bir halde cephe gerisi yollarında yük taşıyıcıları ya da yol inşaatları işçisi olarak görevlendirildiklerinde, erkek koruyucuları ellerinden alınmış kadın, çocuk, hasta ve yaşlıları oturdukları yerlerden kaçırdılar; varlıklarına el koydular ve donanımsız ve yiyeceksiz, çıplak ayaklı, aç, hakaretlere maruz kalmış ve sürekli işkence ve tacize maruz kalarak, yüzlerce, binlerce sürü benzeri yığınlar halinde yüzlerce mil sürgüne sürüklendiler. 
Nakledilen kadın, çocuk ve yaşlılılardan neredeyse yarılarından daha azı varış noktalarına ulaşabilmişlerdir. Kızlar ve genç kadınlar Türk haremlerine ve Kürt köylerine kaçırılmışlardı. Oralarda Müslüman olmalarından başka çareleri kalmamıştı. Aynı şekilde, sayısız çocuk ebeveynlerinden alıkonulmuştur ve şimdi Müslüman olarak yetiştirilmekteler. 
Ermeni patriğinin istatistiklerine göre nakil ile karşı karşıya kalan vilayetlerde yaklaşık 1.200.000 
Ermeni yaşamaktaydı. 

Nüfusun bir kısmının dağlara kaçabildiği ve uzak bölgelerin nakledilmediği varsayılsa bile, yine 
de geriye nakle ve katle maruz kalan yaklaşık bir milyon Ermeni Hıristiyan kalıyor, üstelik mezheplerine de bakılmaksızın Gregoryanlar, Katolikler ve Protestanlar. 
İçerideki, neredeyse tamamıyla Ermenilerin elinde bulunan ticaret ve zanaatkarlık yok edilmişti. İstanbul (yaklaşık 180,000), İzmir (28,000), Adana ve Ermeni bölgelerinin muhitinde bulunan ve şimdiye dek nakil işlemine maruz kalmayan diğer şehirlerde ticaret ve zanaatkarlıkla uğraşan Ermeni nüfusun göç ettirilme hazırlıkları, Almanya'yı son derece yakından ilgilendiren, Türkiye'nin ekonomik gelişimi için vahim sonuçlar doğuracaktır. 
Ülkeyi tanıyan uzmanların yargılarına göre Türk ve Yahudi halklarının Ermenilerin bıraktığı boşluğu doldurmaları onlarca yılı alacaktır. 
Bizim vicdanımızı rahatsız eden, birer Hıristiyan olarak Alman halkına, Türkiye'nin müttefiki olarak söz konusu olaylar karşısında yükleneceği sorumluluktur. 
Ayrıca erkeklerin askere alınmasıyla korumasız ve aç kalan sadece Ermeniler değil, bütün Anadolu'ydu. Bu durumun getirdiği mahsurları Türkler çok uzun süredir yaşıyordu, bilhassa çevresinde Ermeni olanlar. 

Cemal Paşa Tehcirin Düzelmesi İçin Devrede 

Olağanüstü Misyonla İstanbul'da Bulunan Büyükelçi Wolff-Metternich'ten Alman Şansölyesi Bethmann 

Hollweg'e… Pera, 9 Aralık 1915 

Bu kez bilerek üçlü yönetimin üyelerinden birine değil, baş vezire gittim, çünkü onun Ermeni takibini onaylamadığını biliyordum. Gerçi baş vezirin Ermeni takibini sonlandırma gibi bir gücü yok, ancak düşüncelerimi arkadaşları karşısında değerlendirme arzusunda olacaktır. 

Hıristiyanlık Elden Gidiyor! 

İstanbul'da Bulunan Büyükelçi Wolff-Metternich'ten Alman Şansölyesi Bethmann Hollweg'e…Pera, 24 Ocak 1916 Samsun Konsolos Yardımcısı Kuckhoff’un verdiği bilgiye göre, ki bu bilgi öbür taraflarca da doğrulandı, Karadeniz bölgesinin çeşitli ilçelerinde Ermenilerin kısmen ikna yoluyla kısmen de tehditle geniş çapta İslam'a geçmeleri sağlanmış. 

Öbür yandan da çok sayıda Ermeni, cezalardan ve sermayelerinin ya da mülklerinin ellerinden alınmasını önlemek için kendiliğinden İslamiyet'e geçmeyi kabul etmişler. Ancak bu süreç yetkilileri ikna etmemiş ve İslamiyet’e geçen bu kişileri yine de sürmüşler. 

Ermeni Patriği Aralık ayının ortalarında bana, Anadolu’da sürülen Ermeni ailelerinin eşi ölmüş ya da kayıp olan bayan üyelerini İslam'a geçmeleri için gruplar halinde Müslüman köylere dağıtıldığını iletti. 


***

Alman Belgelerinde Ermeni Meselesi., BÖLÜM 4

Alman Belgelerinde Ermeni Meselesi., BÖLÜM 4


Kıvanç Galip Över,Alman Belgelerinde, Ermeni Meselesi,ABD, İngiltere, Almanya, Ermeni tezlerini neden tanımıyor,1915 Soykırım Yalanı,

 
TÜRK BİNBAŞISI: '' BİZİM KURANIMIZDA ALMANLARIN YAPTIKLARINA MÜSADE ETMEZ ''

Neden 24 Nisan 1915'te İstanbul'daki Ermeni ayaklanma liderlerinin tutuklandığını anlatan 
telgrafın ve aynı zamanda tehcir kararını bildiren yazışma açıklanan arşiv belgeleri arasında yer almıyor? 

Halep, 27 Temmuz 1915 

1) Vali Celal Beyin görevden alınmasından beklendiği üzere, şimdi sürgünler Halep'teki sahil şeridine yayılıyor. … Antep ve Kilis'te boşaltılacakmış, sahil şeridinde yer almamasına rağmen. 
2) Sis'teki katolikosun aldığı haberlere göre Diyarbakır'dan güneye gönderilen 800 ile 1000 adam hiçbir yere varamamışlar. Hepsinin öldürüldüğü tahmin ediliyor. 
3) Rumkale, Birecik ve Cerabulus’da görülen Fırat Nehri'nin üzerinde yüzen cesetler, bana bu ayın 17’sinde anlatıldığı üzere 25 gün boyunca devam etmiş. Cesetlerin hepsi aynı şekilde ikişerli olmak üzere sırt sırta bağlanmış bir haldeymiş. Bu düzenlilik, bunun bir katliam olmadığına ve hükümet tarafından bir öldürülme olduğuna işaret ediyor. 
4) Mutlak güvenirliği olan ve Tell Abiad'ta oturmakta olan yaşlıca bir İsviçreli çiftten öğrendiğime göre Tell Abiad'ta Ermeniler 8 ila 12 yaş arasında olan kız 
çocuklarını önce 2 Mecidiyeye (bir Medjidi (mecidiye) = 3,50 Mark), daha sonra bir Mecidiyeye ve daha da az paraya satıyorlarmış ya da para almadan 
veriyorlarmış. Büyük ihtimalle onlar çöldeki sıcak iklimi ve Bedeviler tarafından kesin beklenen şeyleri yaşatmak istememişlerdir. Tell Abiad Köyü'ne koşup gelen Türkler sürekli oradaki sürgün insanların çocukları için pazarlık yapıyorlardı. 
5) Kafiledekiler çektiklerinden dolayı artık duyarsızlaşmış ve yapılan her şeve ses çıkarmadan boyun eğer olmuşlar. Yeterince yiyecek ve içecek verilmiş onlara, ama çok düzensiz olarak. Suyun çok az olduğu Tell Abiad'ın güneyinde, küçük çocuklar ölmek zorunda kalıyor. … Bütün bir kafile susuzluktan öldü bile. … Gidilecek yerlerde hayatta kalanlar ne yapacak pekiyi? 
6) Hükümet aldığı tedbirlerin uygulamasında isteyerek ya da istemeyerek üzerinden kontrolü kaybettiğine ve uygulanan tedbirlerin Çerkezler ve Kürtler tarafından Ermeni katliamına dönüşmesine göz yumduğuna dair belirtiler çoğalıyor. 
7) Bağdat treninin şimdiki son istasyonu olan Ras ul Ain üzerinden şimdilerde Harput, Erzurum ve Bitlis'ten Ermeniler gelmekte. 
8) Harput'tan gelen Ermeniler, şehrin güneyinde birkaç saatlik mesafede bulunan bir köyde erkekleri kadınlarından ayırmışlar. Erkekleri öldürmüşler ve daha 
sonra kadınların geçeceği yolun sağına ve soluna bırakılmışlar. Kadın ve kızlardan oluşan bir kafile Mardin ve Ras ul Ain arasında bir yerde Bedeviler tarafından 
tamamen soyulmuşlar. 
9) … Urfa ve Diyarbakır arasındaki yolda hükümetin onları vurdurduğuna artık şüphe kalmamıştır. 
10) … Deniliyor ki, Türk hükümetinin Ermeni halkını tamamen önemsizleşinceye kadar dağıtma kararına sebep olan Almanya'dır. 

Türk hükümeti gerçekten olan ve olabilecek Ermeni entrika ve kışkırtmalara karşı haklı önlem uygulamaların sınırını daha çok talimatlarını yayması ve en sert ve kaba biçimde mahalli hükümetleri kadın ve çocuklarda bile uygulamaya mecbur kılması ile çoktan aşmıştır. Amacı Ermeni halkının mümkün olduğunca büyük bir kısmını ilk çağlardan kalma yöntemlerle bilinçli olarak yok etmek. 
Almanya ile müttefik olduğunu iddia eden, fakat bunları yapan bir hükümet, bu işbirliğine layık değildir. Hükümet, dörtlü müttefiklerle savaşta bulunduğu için ve müttefik Almanya'nın da itirazı uygun bulmamasından dolayı, bu fırsatı Ermeni sorununu gelecek için ortadan kaldırmaya, öyle ki mümkün olduğu kadar az birlik gösteren Ermeni grupları bırakarak kullanmak istemiş olması artık şüphe götürmez. Kitlelerce suçsuzu birkaç suçlu için kurban etti. 

Bu söylediklerine burada inanılabilir mi? Bir çok bölgenin yanı sıra Beylan, Soğukluk, Kesab gerçekten savaş bölgesi midir? Erkeklerin neredeyse hepsi silah altına alındığı halde kadın ve çocukların orada bulunmaları tehlikeli midir? 
Tel Ermen'de yapılan ve alışılmışın dışında iyi tanıklık edilmiş katliamlar hakkındaki telgraf ile gönderdiğim raporum, tekzipname yayınlanmadan önce elinizdeydi. Sayın Binbaşı von Mikusch olayların fotoğraflarını çekmiştir ve onları sunabilecek durumdadır. 
Türk hükümeti binlerce (Temmuz ortalarına kadar 30.000'den fazlasını Adana vilayetinden ve Maraş mutasarrıflığından. Bununla birlikte dağıtmaları gittikçe genişletiyor) -dikkatinizi çekerim- suçsuz Ermeni’yi savaş bölgesinden uzaklaştırılacakları bahanesiyle çöle sürdü, ne hasta ve hamileleri ne de silah altına alınan askerlerin ailelerini ayırt etti, onları düzensiz bir şekilde besledi ve su verdi, aralarında ortaya çıkan salgın karşısında bir şey yapmadı, kadınları 
bebeklerini ve yeni doğmuşlarını yolda bırakıp gidecek ve erişkin yaşa yaklaşmış kız çocuklarını sattıracak ve kendilerini küçük çocuklarıyla suya attıracak derecede sefalet ve çaresizliğe sürüklemiştir, onları refakatçi takımın iradesine ve böylece namussuzluğa teslim etmiştir, öyle bir refakatçi takım ki bu kızları kendilerine alıp sattılar, onları soyan ve kaçıran Bedevilerin ellerine düşürdü, erkekleri ıssız yerlerde kanunsuzca silahla vurdu ve cesetlerini köpeklere ve akbabalara yem olsun diye bıraktı, bir söylentiye göre sürgüne gönderilen milletvekillerini vurdur du, hapishanedeki suçluları serbest bırakıp onlara askeri kıyafet giydirerek sürgüne gönderilenlerin geçmek zorunda olduğu bölgelere gönderdiler, gönüllü 
Çerkezleri aldı ve Ermenilerin üzerine saldı. Ama yarı resmi açıklamalarında iddia ettikleri ne? 

Osmanlı hükümeti ... Türkiye'de dürüst ve barışçıl olarak yaşaya tüm Hıristiyanları devletin iyi niyeti ve koruması altında tutmaktadır ... " 

Halep, 7 Temmuz 1915 

24 Temmuz 1915 Cumartesi günü Ras ul Ain yolu üzerinden 8 Ermeni’yi yanımda getirdim. 3 kadın, 14 yaşında bir kız ve 5 - 8 yaşlarında 4 kız çocuğu kadınlardan birinin kocasını gözleri önünde öldürüp yakmışlar. Kadın Touem istasyonunda gar personeli (7-8 adam) tarafından o denli tecavüze uğramış ki tekrar kendine gelebileceğinden şüphe duyuluyordu. İki gün boyunca sürekli baygınlık geçirdi ve bu güne kadar benim evimde eşimin ve doktorun bakımı altında yaşamakta. Kadının açlıktan iskelete dönüşmüş 7 aylık tek oğlunu Nuss Tell’de bay mühendis Linsmeyer'in orda gömdük. 

İkinci kadını iki kızıyla birlikte bir taş ocağında işçi çadırının içinde buldum. Çadırın açık tarafına yönelik yanın dairede bir çavuş ve 15 er oturmakta idi ve çadırın içinde de sinmiş vaziyette bu kadın tek kişi olarak oturuyordu. Bay mühendis Linsmeyer yanıma bir jandarma vermişti, o gidip kadınla çadırdan alıp çıkardı; onu olduğunca çabuk bir şekilde emniyette olacağı Nuss Tell'e götürdük. 

14 yaşındaki kızı Hoca isimli istasyonda evli olmayan 22-25 yaşlarında bir istasyon şefinin barakasında bulduk. İstasyon şefi kıza tecavüz etmeye çalışıyordu ve kız buna iki gün boyunca direnmiş. Üçüncü günde istasyon şefi kızı 24 saat aç bırakmış ki, kendisini onun arzularına teslim etsin. Bay mühendis Linsmeyer'in sayesinde bu olayı telgrafla müdür Hasenfratz'a rapor edeceğini tehdit etmesiyle, kız bize teslim edildi. Ras ul Ain’da şu sıralar aşağı yukarı 1600 kadın ve çocuk var. Bunlar Harput ve civarından kocalarıyla birlikte sürülen binlerce kişiden geriye kalanlar. Bu 1600 kişinin arasında tek bir erkek ya da 12 yaşın üzerinde erkek bulunmuyor. 
Bakımsız ve güneşe karşı koruyan herhangi bir şey olmaksızın sağlıklı olanlarla hastalar birlikte 43 derece güneşin altında onlara refakat eden askerlerin vicdanlarına bırakılmış olarak yatıyorlar. Bay mühendis Linsmeyer geçen ayda "Ermeni ayak takımından" bahsederken şu sözleri sarf etti: “Kolay etkilenen bir adam değilim, ama bu zavallı ihsanlara bakarken göz yaşlarımı tutamadım.” 
Süleyman isminde çavuş 18 kadın ve kız alıp onları 2-3 mecidiyeye Kürtlere ve Araplara satıyordu. Bir Türk komiser bana şöyle dedi: “Artık kaç tane kadın ve kız zorla ya da hükümetin izni olarak Araplar ve Kürtler tarafından alınıp götürüldüğü hakkında ihatayı kaybettik. Bu sefer çoktandır yapmak istediğimiz gibi Ermenilerin işini bitirdik, on Ermeni’den dokuzunu yaşatmadık.” 

Ben bunları yazarken karım şehirde bir gezintiden dönüyor ve gözyaşları içinde bana az önce 800 Ermeni’den oluşan bir nakil ile karşılaştığını ve insanların yalın ayak ve yırtıklar içinde o azıcık eşyalarını sırtlarında taşıyarak yürüdüğünü anlattı. 
Besnice’de bütün halk yaklaşık 1.800 kadın ve çocuk ve çok az erkek ile sürüldü; sözde Urfa'ya nakledileceklerdi. Fırat nehrine akan Göksu nehrinde soyunmak zorunda kalmışlar, topluca öldürülüp nehre atıldılar. 

Son günlerde Fırat nehrinin üzerinde bir gün takriben 170 adet ceset görülmüş, diğer günlerde 50 ila 60 ceset. Bay mühendis Awdis muhasebecisiyle birlikte atla kısa bir gezintiye çıktığında takriben 40 ceset görmüş. Nehrin kenarında kalan cesetleri köpekler, nehrin ortasında takılıp kalan cesetleri de akbabalar yiyor. Yenilerde ağırlıklı olarak kadın ve çocuk cesetleri görülüyor. 

Yukarıda adı geçen 800 Ermeni Maraş civarından, Döngeli ve Çürükkos'tan sürülmüşler. 

Onlara Antep'e götürülecekleri söylenmiş ve yanlarına iki günlük nevale almaları öğütlenmiş. Antep'in yakınlarına varınca: “Yanıldık, siz aslında Nizip'ten gidecektiniz” denmiş, Nizip'te: “Siz Bumbuş'a gidecektiniz”, Bumbuş'ta: “Aslında Bab'a gidilecektiniz…” ve böyle devam etmiş. Ve 17 günün sonunda nihayet Halep'e varmışlar. Bu 17 gün içerisinde hükümetten hiçbir ihtiyaçları karşılanmamış ve pılı pırtılarını ekmek ile değişmek zorunda kalmışlar. 
Nisib yakınlarında eşyalarını 5 Ltq'ya satmak ve bedeli onlara refakat eden jandarmalara vermek zorunda kalmışlar, yoksa kadın ve kızları alıp ırzlarına geçmekle tehdit edilmişler. 
Ras ul Ain'e varan kadınlar yol boyunca birçok kez onlara refakat eden jandarma ların karşılarında soyunmak zorunda kalmışlar. Eşyaları para var mı diye aranmış, saçları da ve edep yerleri, oraya da para saklamış olabilirler mi diye. 
Bir kadının en büyük kızı zorla elinden alınmış. Çaresizlik içinde diğer iki çocuğunu alıp kendini Fırat nehrine atmış. Bir iş adamı bana kendi gözleriyle gördüğü bir şey anlattı: bir kadın nehrin kenarına varmış ve çocuğunu alıp çaresizlik içinde nehre atmış. 
Said adında Trablus'tan gelen bir göçmen, 4 yıldır Bay Linsmeyer'in seyisliğini yapar, aylık geliri 400 Piaster, gönüllü olarak askere yazıldı, kendi deyimiyle "birkaç Ermeni’yi doğramak için". 
Ödül olarak ona Urfa yakınlarında bulunan A. adında bir Ermeni köyünde bir ev vaat edilmiş. Tel Abiad'daki ambar memuru bay Seemann'ın yanındaki iki Çerkez de aynı sebepten savaş gönüllüsü olarak gitti. Göksu yakınlarındaki Çardaklı isminde bir Çerkez köyünün en yaşlısı bir tanıdığıma şöyle konuşmuş: “Ev yıkmak için giderler.” 
Arab Punar'da Almanca konuşan bir Türk binbaşı bana şunları anlattı: Ben ve kardeşim Ras ul Ain'den yolda bulduğumuz birer Ermeni kız aldık kendimize. Biz Almanlara çok kızgınız, böyle bir şey yaptıkları için. Ben ona itiraz edince şöyle dedi: bizim genelkurmay başkanımız bir Alman, v. D. Gotz komutan ve birçok Alman subay var bizim ordumuzda. Bizim Kuran'ımız şimdi Ermenilerin çektiği muamelelere izin vermez. 
Bu zor şartlarda kendisine Ermenileri dini ve kültürel açıdan yakın gören Rössler'in gelişmelerden çok etkilendiği, kendisini baskı altında ve çaresiz hissettiği anlaşılıyor. 
O nedenle Rössler'in Fırat gibi hızlı akan bir nehirde 25 gün gibi inanılmaz derecede uzun bir sürede cesetlerin yüzdüğünü yazmasını, bunu da “muhakkak hükümet yapmıştır” diye değerlendirmesini bu çerçevede görmek gerekir. 
Bu arada Rössler'in söze konu telgrafında sıklıkla Bedevilerden şikayet ediyor. Ayrıca tehcirde yer alan Ermenilere düzensiz de olsa yeterli yiyecek ve içecek verildiğini söylüyor. Adalet gibi, yiyeceğin ve içeceğin de kıt olduğu o dönemin Anadolu’sunda, Ermenilerden ziyade Türklerin de açlık, susuzluk ve adaletsizlikten muzdarip olduğunu biliyoruz. 
Tehcirde suistimaller yaşansa da, Cemal Paşa'nın emri üzerine düzenli dinlendirildiklerini ve düzenli olarak beslenme için ödemeler yapıldığını yine Rössler yazıyor. 
Burada Almanya'nın Beyaz Kitabı'na değinmek gerekiyor. Bu kitap Rusya'nın nasıl Almanya'yı zorladığını ve savaşa mecbur ettiğini anlatıyor. … “Alman Büyükelçisi, bazı Osmanlı gazetelerine, harp tahrikçiliği için para dağıtmış; Tanin'e 2000, Tasvir-i Efkar'a1500, İkdam'a 1500, Sabah'a 1000, Tercüman-ı Hakikat'e 500 Osmanlı lirası vermişti.” 

Muhtemelen Berlin'in, sefirin, konsolosların ve misyonerlerin Osmanlı ve Ermeniler konusunda farklı bakış açıları ve uygulamaları var. 

5. Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,,


***

Alman Belgelerinde Ermeni Meselesi., BÖLÜM 3

Alman Belgelerinde Ermeni Meselesi., BÖLÜM 3


Kıvanç Galip Över,Alman Belgelerinde, Ermeni Meselesi,ABD, İngiltere, Almanya, Ermeni tezlerini neden tanımıyor,1915 Soykırım Yalanı,



ERMENİ ÇETELER KAN DÖKÜYOR..,

Pera, 8 Mayıs 1915. 


Van'dan alınan haberlere göre, buradaki çarpışmalarda kısa bir süreliğine de olsa Ermenilerin başa geçmesi bu şehirdeki Ermeni halkın yeterli silah ve patlayıcı maddeyle donandıklarına işaret ediyor. … Ermeni tarafı hemşerileri olan Pastırmaciyan adında birinin oradaki Rus çıkarlarını aşırı şekilde aradığım yalanlamıyor. 
Bu tehlikeli kışkırtıcının Van'daki Osmanlı Bankası'na düzenlenen saldırıyı da yönettiği geniş çevrelerce biliniyordu. Bu kişi Meşrutiyetin ilanıyla buraya geri dönüp milletvekili oldu, daha sonra yeniden seçilemediği için Rusya'ya gitti. 
Ermeni halkının doğu eyaletlerinde silahlı oluşları Ermeniler tarafından itiraf ediliyor. Sözde bu silahlar Kürt çeteleri ve diğer ayak takımına karşı kendilerini savunmak için kullanılıyormuş. Ancak bu silahları uzun süredir Ermeni Devrim Komitesi tarafından buralarda yığıldığı muhtemel. 

Zeytun'da halkın bir bölümü ağırlıklı olarak Konya'ya nakledildi. Aynı önlem Sivas ve Suriye'nin bazı kuzey kesimleri içinde uygulama aşamasında. Burada, başkentte birkaç gün önce halkın elinde bulunan her türlü silahı teslim etmesi istendi. Ancak duyulan yoğun kaygıya rağmen burada şimdiye kadar bir kıyım yaşanmadı. Ne Zeytun'da, ne Maraş'ta, ne Antep'te ne de Erzurum 'da bir kıyım yaşanmadı. Hükümet gelecekte de bir kıyım yapılmasını önleyecektir. 

Fedailer Rusların eğittiği Ermeni cinayet şebekeleri idi. Belki nazikçe gayri nizami birlik de denebilir, ama askeri ahlaktan uzaktılar. 
Fedailer, özünde Çarlığa karşı savaşmak için eğitilmişlerdi. 
Rusya tarafından silahlandırıldılar ve başta Kars olmak üzere Türk-Rus sınır bölgesinde görevlendirildiler. Daşnak liderlerinin eğittiği bu gruplar, bölgedeki bütün Ermeni köylerinin yönetimine el koydular. 
Yasa çıkardılar, vergi saldılar, mülteci kabul ettiler ve bölgede seçtikleri Ermenilere askeri eğitim verdiler. 

Ermeni halk Sahte Düğünlere toplanıyor ve propaganda yapılıyordu. 
Fedailer, her Ermeni köyünde 30-50 kişilik çeteler kurdular. 

Fedailerin Mazrig Aşiretini 1897'de yok ettiği düşünüldüğünde, bölgede uzun süre devam eden mezalimin çok önemli bir aktörü olduğunu kabul etmek gerekir. 
 

ANADOLU'DA ALMAN - RUS REKABETİ.,

15 Mayıs 1915, Erzurum 

Van'daki huzursuzlukların görünen nedeni, daha önceden de bahsettiğim gibi, halk arasında 
büyük itibar gören Ermeni eşrafından kişilerin, özellikle de Işhans ve zavallı Van Milletvekili Vramiyan'ın tutuklanmaları ve öldürülmeleridir. 

Başlangıçta sadece bir katliam karşısında kendini savunmak amacıyla da olsa sonraları belli ki silahlı bir isyan için birçok yerde silahlar depolanmaya başlanılmıştı. 
Ekselanslarının daha iyi bildiği üzere Türkiye’deki Ermeniler Rusya'da daima doğal 
koruyucularını görmüşlerdir ve Rusya da bu koruma hakkını daima kendi hakkı olarak saklı tutmuş ve kullanmıştır. Rus Ermenilerin emniyette olmalarının yanı sıra ekonomik durumlarının da daha iyi olması tabii ki kitleler üzerinde aynı ölçüde büyük bir çekiş gücü yaratmaktadır. 

İki yönelim belirmiştir: biri ancak Türkiye'de mümkün olan ulusal özelliklerin korunmasını ön plana çıkarırken, diğeri ekonomik çıkarları ve Ruslar ile din birliği göz önünde bulundurmaktadır. 

Almanya ve Almanlardan sadece az sayıda eğitimli Ermeni haberdardı. Eğitimli Ermeni gençliğin çoğunluğu Fransız okullarında ve daha sonraları Fransa ve Rusya'da eğitim görüyordu. Hatta savaş çıktığında halkın arasında Almanların "Hıristiyan" olup olmadıklarına dair dahi şüpheler vardı, çünkü Türklerle ittifak halindeydiler. 

Almanya'nın, Ermenilere büyük acılar yaşatmış monarşik Türkiye hükümdarlığın dostu olduğu gerçeği, Ermenilerin şüpheyle dolu olmalarına neden oluyordu. 
Ancak bu değişim özellikle buradaki Ermenilerin, yaklaşık Mart ortalarında, neredeyse patlak vermek üzere olan katliamın yalnızca buradaki konsolosluğun varlığı ve faaliyetleri sayesinde engellendiğine inanmalarından kaynaklanmaktadır. 

Buradaki Türk askerlerinin az olmasına rağmen, bir Ermeni isyanın beklene meyeceği  yönünde dir. Rus sınırlarına daha yakın bulunan Ermeni yerleşim alanları ise halkları tarafından çoktan terk edilmiş ki bunların bir kısmı, Van'da da olduğu gibi, Türklere karşı savaşmak üzere Rus hücum kıtalarına katılmıştır, bir kısmı da Erzurum'a gelmiştir. 

Osmanlı Bankası Müdürü Pastormadyan'ın Şubat'ta öldürülmesi haricinde burada başka siyasi cinayet vakası görülmemiştir. Vali Taksim Bey … Ermenilerle hesaplaşma vaktinin geldiğini savunan askeri çevrelerin aksine daha ölçülü bir tutum sergilemektedir. Hükümetin tedbirleri şimdiye dek ev aramaları ve tutuklamalarla sınırlı kalmıştır. Tutuklananların çoğu tekrar salıverildi. Bazıları ülkenin iç kısımlarına gönderilecekler. Ev aramalarından benim bildiğim kadarıyla delil teşkil edilecek bulgulara rastlanmadı. … Hükümetin bu tutumu Ermenilerin sakinleşmesine büyük katkıda bulunuyor. 

Ekselanslarının talimatı doğrultusunda Ermeniler lehine doğrudan bir müdahaleden kaçındım. 
 
TÜRKLERİN GÜN IŞIGINA ÇIKAN ŞEYTANİ SEVİNCİ..!!!

27 Mayıs 1915, Pera 

Önü sürülen iddiaların doğruluğu söz konusu dahi olsa, bizim için bu olayları kamuoyuna taşımak için hiçbir neden yok. Maraş'tan 8 Nisan günü ayrılmıştım. … O zamandan bu yana farklı kaynaklardan elde edilen verilere göre Zeytun ve çevre köylerden sürgün edilme olaylarında artış gözlenmiştir. Ayrıca Blank'ın aynı ayın 9'undaki bir telgrafına göre Maraş'tan da göndermeler başlamıştır. 

Blank'ın tasvirlerine göre, göç edenlere şimdiye dek gösterilen muamele sürecek olursa, bu kişiler eğer yolda yaşamlarını kaybetmemişlerse, sefil ve hasta bir şekilde bölgeye ulaşıyorlar ve ekonomik olarak yeniden kalkınacak durumda olmuyorlar. Sürgün edilenlerin yerine Zeytun ve çevresine Balkanlar'dan Müslüman mülteciler yerleştirilmektedir. 

Bu arada hükümetin, geniş çaplı bir Ermeni komplosunun varlığı görüşüne, nasıl ulaştığını öğrenmeye çalıştım. Sadece tek olguya rastlayabildim. … Türk tarafından da adalet uğruna failler cezalandırılmadan önce söz konusu kişilerin sadakatsiz düşünceleri ya da sadakatsiz eylemleri kanıtlanmalıdır. Ancak bu kanıtlara anlaşıldığı kadarıyla gerek duyulmamıştır. 

Diğer konularda hükümet komploya büyütme mercekleriyle bakmış olmalı. Sürgün edilenlerin ağırlıklı çoğunluğunun haksız yere acı çektiğinin kesin kanısındayım. Hayırperverlik kurumunun üyeleri hükümete karşı daima açık hareket etmişlerdir. Bunun için de şimdi cezalandırılıyorlar. 

Hükümet, anlaşılan bir ya da birkaç kişinin suçu için tüm bir halkın cezalandırılma sı gerektiğine dair Ortaçağ'a ait bir görüşte ısrarlı görünmektedir. Çünkü onların ölçütleri tüm bölgelerdeki Ermenilerin yok edilmesine dayanıyor. Varlıklı, eğitimli ya da belirli bir etkisi olan tüm Ermenilerin, geriye başsız bir sürüsünün kalması için, yok edilmesi öngörülüyordu. 

İlgili kişilerin kendilerinden öğrendiğime göre Maraş'a götürülecekleri söylenen insanlar orada kalabiliriz ve yerleşebiliriz umuduyla her şeye sessizce katlanmışlardır. Maraş'a vardıklarında bir hana tıkılmışlar ve bir gün dinlendikten sonra yeniden nakledilmişlerdir. 

Nakledilmeleri sırasında kendi gözlerimle insanların askerler tarafından kaburgalarına kısa vuruşlarla ileri kakıldıklarını gördüm ki, insanlar zaten daha fazla ilerleyemeyecekleri kadar birbirlerine yakın, neredeyse üst üste yürüyorlar dı. 
Yanlarında neredeyse hiçbir şey yoktu ve Türklerin gözlerinde herhangi bir değerleri de yoktu. Kısa süre önce hükümetin emriyle şehirdeki sokak köpeklerinin vurulması emredilmiştir. Bir çok Türk bunu günah saydıklarından köpekleri evlerine almışlardı, ama bunun yanı sıra bir insanı öldürmek günah olmak şöyle dursun, bir başarıydı. … Hıristiyanlar Türklerin gözünde köpekten bile aşağıdır. 

Maraş'tan veda için Binbaşı Said Bey bir de olayların üzerine bir koz koydular Nakli gerçekleştirecek olan askerlere karşılarında ne kadar kötü insanların olduğunun bilincinde olmaları gerektiğini söylemiştir. 

Çünkü bu insanlardan her birinin isteğinin, eğer mümkün olsa, bir Müslüman öldürmek olduğunu, direnmeye ya da kaçmaya çalışan olursa derhal vurulması gerektiğini ve son olarak da bu zavallıların kadınlarının tüm haklarını onlara, kadınlarla istediklerini yapabileceklerini söyleyerek vermiştir. 
Bugün kimlerin getirildiğini duyduğumda içim parçalandı, çünkü aralarında hükümetin isteklerini yerine getirmek için ellerinden gelen her şeyi yerine getiren kişiler vardı ve yine de sürgüne gidiyorlardı, neden acaba? Varlıklı oldukları için! 

Bu benim kesin kanaatim. 


***

Alman Belgelerinde Ermeni Meselesi., BÖLÜM 2

Alman Belgelerinde Ermeni Meselesi., BÖLÜM 2


Kıvanç Galip Över,Alman Belgelerinde, Ermeni Meselesi,ABD, İngiltere, Almanya, Ermeni tezlerini neden tanımıyor,1915 Soykırım Yalanı,


 DEVLET ZAFİYETE DÜŞERSE..

Halep, 12 Nisan 1915. 

Zeytun yakınlarında Ermeniler arasında Nazaret Çavuş adıyla anılan biri etrafında bir 
yağmacı çete oluşmuş. Geçen yılın Ekim ayında Maraş Mutasarrıfı Haydar Paşa bu çeteye karşı mücadele etmiş. Haydar Paşa Zeytun sakinlerine çete üyelerini teslim edenlere hiçbir şey yapılmayacağı sözünü vermiş ve gerçekten de çete üyelerinin teslimini sağlamış. … Haydar 

Paşa çete üyelerinin yakalanması için bilgi verenlere hiçbir şey yapılmayacağı sözünü yerine getirmemiş ve bu konuda bilgi verenleri tutuklattırmış. 

Savaşın çıkmasıyla … Zeytun’da bulunan askeri bölüğü geri çekmiş ve yerine Maraş'tan getirilen, kısmen de Zeytun halkının şahsı düşmanları olan Müslüman jandarmalar yerleştirmiş. 

Zeytun ağırlıklı olarak Hıristiyanlardan oluşan bir şehir ve bu jandarmaların elinde. Jandarma komutanının ve kaymakamın göz yumması sonucu şehrin erkeklerine çok kez kötü muamele edilmiş, kadınlara sarkıntılık yapılmıştır. 

Huzursuzlukların bir başka kaynağı daha var. Maraş'ta bulunan Ermeni kökenli askerler kötü beslendirilmiş ve aralarında Zeytun'lu olanlara kötü muamele edilmiş, işkence yapılmıştır. Bu askerlerden bir kısmı bu nedenle firar etmiş. Hükümet yaklaşık Mart ayının başlarında yöreden kaynaklanmayan nedenlerle buradaki Hıristiyan askerlerin üniforma ve silahlarını almış. Bu olay diğer askerler tarafından bunun Hıristiyanlara yönelik gelecekte alınacak daha ağır önlemlerin başlangıcı olarak görülmüş ve böylece başka Hıristiyan kökenli askerlerin firar etmesine ve Zeytun civarında bulunan çetelere katılmalarına neden olmuştur. 

Firarilerin yakalanması için jandarmalar görevlendirilmiş, bu kişilerin kendilerini koruma girişimi sonucu 9 Martta altı jandarmayı öldürmüşler. … Çetecilerin şehre saldırmasından korkan Zeytun halkı, koruma istemiş, bu istekleri yerine getirilmiş. 
Şehir sakinlerinden bu kişilerin teslim edilmesi istenmiş, ancak bu girişim başarısızlıkla sonuçlanmış, çünkü insanların hükümetin verdiği sözlere güvenleri kalmamış. 
İlginç olan ise, ölen çetecilerden ikisinin başlarının kesilmiş olarak bulunmasıydı. … Öyle görünüyor ki, Türkler tarafından kimliklerinin ortaya çıkarılmasını istemiyorlardı. 
Zeytun'da meydana gelen olaylar çok yakında bulunan ve büyük bir şehir olan Maraş'ı etkilemesi bakımından önem taşımaktadır. Maraş yaklaşık 50 ile 60 bin nüfuslu bir şehir. 
Nüfusun 36 bininin Müslüman, 24 bininin ise Hıristiyan olduğu tahmin ediliyor. 
Çekilen yoksulluğun nedeni bir yandan yaşanan politik huzursuzluklar, bir yandan da oldukça yetersiz ulaşım koşulları neden olmuş. Maraş'ı Antep'e bağlayan tek karayolu 18 yıldır yapılmaya çalışılıyor, ancak henüz yolun yarısı bile tamamlanmış değil. Suları yükseldiğinde yolu ikiye bölen Aksu nehrine birkaç yıl önce bir mutasarrıfın eşi boğulma tehlikesi atlatınca köprü yapılmış. 
Seferberlik ve halkın mallarına geniş ölçüde el konulması insanları zor duruma düşürmüş. … Halep'ten geldiğim araç şehirdeki tek araç. … Hıristiyan katır sahipleri 4 hafta boyunca ücretsiz olarak askeri amaçlar doğrultusunda çalıştırılmaya zorlanmış. 

Kendilerine yaptıkları işin süresini ve içeriğini gösteren bir belge de verilmemiş. 

Bu kişilere görevlerini yerine getirdiklerine dair bir belge verilse dahi, bazı durumlarda başka bir yerde tekrar çalıştırılmışlar. Buna karşın Müslümanlar birkaç gün çalıştırıldıktan sonra salıverilmiş. Gelen haberlerden sonra artık sivil Ermeni halkının silahlan geceleri evleri aranarak ellerinden alınıyordu. Askerler Hıristiyanları dövüyor, kadınların üzerinde silah araması yapılacağı gerekçesiyle sarkıntılık yapılıyor, çocuklara taş atılıyordu. 

Ermenilerin silahları toplanırken Müslümanlar barut ve saçma satın alma fırsatı buldular. Maraş yakınlarındaki Tekerek Köyü sakinleri bir haber göndererek Müslüman olunmasını yoksa bunu hayatlarıyla ödeyeceklerini bildirdiler. 
Cemal Paşa'nın halkı sükunete davet eden emri 31 Mart tarihinde duyuruldu. … Ermenilerden birinin evinin kapısı devriyeler tarafından dipçikle kırıldıktan sonra zorla Müslümanlaştırmak girişimini engellemedi. 

Maraş'tan 450 ve Zeytun'dan 125 asker kaçağı Mart sonundan bu yana teslim oldu ve cezalarını çalıştırılarak çekiyorlar. 
Savaş mahkemesinin kovuşturmaları Maraş'taki saygın ve hali vakti yerinde olan Ermenilerin tümüne karşı sürdürülüyor. Anılan Ermenilerin arasında Zeytun'daki olaylarla uzaktan yakından ilgisi olmayanlar var. Bu kişiler çete olaylarının bir an önce bitmesi özlemi içinde Maraş'ın yeniden huzura kavuşmasını istiyor. 
İncelemenin savaş mahkemesi tarafından tarafsızca yürütüleceği konusunun zayıf bir ihtimal olduğunu düşünüyorum. Öyle görünüyor ki, savaş mahkemesi amaca dönük davranmak yerine gerçek suçluları yakalayamadığı için tüm Ermeni halkını suçluyor ve bu mahkeme yaptıklarını olduğundan fazla göstermek için önde gelen Ermenileri kendisine hedef seçiyor. 

Savaş mahkemesi her fırsatta silah kaçakçılığı yapmaktan çekinmeyen Daşnaksütyun ve Hınçakçılar a karşı harekete geçseydi, bu anlaşılır bir durum olurdu. Ancak böyle olmadı. 
Gerçi şehir dışına çıkma yasağı kaldırıldı, ancak Hıristiyanlar şehir dışında bulunan üzüm bağlarına askerlerden korktukları için gidemiyor. 
Kıyım tehlikesi her ne kadar Müslüman kışkırtıcılar vazgeçmese de şimdilik ortadan kalktı gibi görünüyor. Bu kışkırtmalar 31 Martta merkezdeki hükümet yetkililerine sayıları 10 bin dolayındaki Zeytun'lunun öldürülmesi ve şehrin yerle bir edilmesi gerektiğini bir te1grafla bildirmişler. 

Ülkenin iç sorunlarına karışmadım. Sadece bir olayda, askerlerin cezaevinde bulunan oğluna yemek götürmek isteyen -tutuklular yakınları tarafından besleniyor- bir Ermeni kadının üzerine kor halinde kömür dökmek isteyince görevim dahilinde olmamasına rağmen müdahale ettim ancak bana buna karışma hakkımın olmadığı belirtilmedi. 

Misyoner Blank'a göre dağlara kaçan çeteciler ve asker kaçaklarının eğer teslim olma koşullarına uyulacağına dair bir yetkiliye güvenmeleri durumunda hemen teslim olacaklar. 
Maraş'ta birliklerin ilerlemesiyle korkuya kapılan bir köyün sakinleri köylerini terk edip çetecilere katılmış. Haber doğru ise, hareketlilik çoğalacak gibi görünüyor. 
Halep Valisi Celal Bey, Rus sınırındaki Türk topraklarında Rusların elindeki bazı Ermeni yerleşim~ yerlerinde Rus sempatisi duyumu aldıklarını, Türk topraklarında ki bazı Ermeni köylülerinin Müslümanlar tarafından yok edildiğini ve hükümette Ermenilerin tamamından şüphelenen ya da onları düşman saymaya eğilimli bir görüşün temsilcilerinin hakimiyeti ele aldığını söyledi. 

Haydar Paşa gitti ve halkın da yardımıyla en kötü insanları, yani çetecileri tutuklamayı başardı. Yalnız hangi araçlarla bunu ,gerçekleştirebildi! Korkunçluklar anlatılamaz bile. Kadınlar dahi dövüldü. … Halka ibret olsun diye herkesin önünde asmak yerine, ona kapalı bir yerde, bir ceza evinde işkence yaparak öldürdüler. 
O halk tarafından bir şehit olarak anılıyor. Öbür tutuklu çetecilere ne oldu dersiniz? Hepsi tutuklu bulundukları ceza evinden kaçtı ve şimdi onları halk teslim edecekmiş. Halk bu çetecileri teslim etti zaten. Neden hükümet halkın teslim ettiği ve tutuklu bulunan çetecileri ceza evinde tutamadı? 

Çanakkale savaşında esir düşen … Avustralyalı askerler kaçmayacaklarına dair söz verince kapalı yerlerde tutulmamışlar, Türklerle iç içe yaşam sürmüşler. Askerler, esir oldukları sürece bir nevi Türklerle kültürel alışverişte bile bulunmuşlar. Örneğin Gediz’deki tutsaklar bin kitaptan oluşan bir kütüphanenin kurulmasını sağlamışlar, dil öğrenmişler, dil öğretmişler, yerel yöneticilerin desteğiyle bando kurmuşlar, Gediz halkıyla birlikte ava gitmişler. Ressam olan esirler resim çalışmalarını sürdürmüşler. Bazı yerlerde demiryolu, karayolu yapımında Türklerle 
birlikte çalışmışlar. Türkler esirlere tutsak misafir muamelesi yapmışlar. 
Şu soruya bir cevap bulmak lazım: Türkler Çanakkale gibi muazzam bir savaşın ardından esir aldıkları ve yabancısı oldukları Avustralyalı askerlere bile böylesine mükemmel bir yaklaşım gösterirken, hangi şartlarda kendileri ile beraber yaşayan Ermeniler'e karşı tepkili ve silaha davranacak bir hale gelebilirler? 

***