ERMENİ MESELESİ etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
ERMENİ MESELESİ etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

5 Aralık 2020 Cumartesi

Alman Belgelerinde Ermeni Meselesi., BÖLÜM 6

Alman Belgelerinde Ermeni Meselesi., BÖLÜM 6


Kıvanç Galip Över,Alman Belgelerinde, Ermeni Meselesi,ABD, İngiltere, Almanya, Ermeni tezlerini neden tanımıyor,1915 Soykırım Yalanı,
Ortodoks Ermeniler,Katolik Ermeniler,

 
"Ermeni Sorunu" İçin Çözüm Paketi? 

Alman Milletvekili Matthias Erzberger'den Dışişleri Bakanlığında merkez görevindeki Rosenberg’e gönderilen … 


Berlin, 3 Mart 1916 

Milliyetçi-Ermeni bağımsızlık fikrinin temsilcileri Rusya'ya dayanan Ortodoks Ermenilerdi. 

Katolik Ermenilerin sadık tutumlarına ve onlara verilen teminatlara rağmen yurttaşlarının 
başlarına gelen kaderin aynısı onları da buldu. Onlarda can ve mal kaybı aşağı yukarı diğerlerindeki kadar büyük, uygulamada genelde yapılan tek fark infaz ve sürgünlerin birkaç gün ya da hafta ertelenmesiydi. 

15 piskoposluktan 11'i artık faal durumda değil. … Örneğin İzmit'te Katolik Ermeniler Gregoryen Ermeniler gibi kovuldu, yaşadıkları semtler yakıldı, malları sözde kovulanlara dağıtıldı ama aslında Türk memurların zenginleşmesi için verildi. 

Sürgün insana öldürülmekten daha hafif bir cezaymış gibi gelir. Ama aslında ikisinin birbirinden pek bir farkı yoktur. Çünkü yapılan genel katliamlardan her zaman bazıları kaçabiliyor, saklanabiliyor ya da dağlarda gizlenebiliyorken, sürgünlerde hayatta kalma şansları çok daha düşüktür. 
Sürgün yerine vardıklarında onlar için durup dinlenmek yok, hemen tekrar yeni bir sürgün yerine doğru sürülmeye başlarlar ve oradan da yine yeni bir yere, öyle ki asla dur durak yok. 
Türklerin yerleşim yerlerinde yaşayan aileler dağıtılır ve genel olarak erkekleri, kadınlardan ayırdıkları için kadınlar geçimlerini kendi başlarına sağlamak zorunda kalıyorlar. Açlık ve tehditler onları Türklerin ellerine düşürmektedir. Bu durumda çocuklar kendiliğinden Türk olmayı kabul ediyorlar ya da "savaşta öksüz kalmış çocuk olarak" devlet tarafından resmi yollarla Türkleştirilirler. 
 
Türklerin Ölçülü Tutumu Düşmanda Şaşkınlık Yarattı 

Erzurum' da bulunan Konsolos Vekili Scheubner-Richter'in Alman Şansölyesine… 
Münih, 4 Aralık 1916 Bitlis'e kadar geçtiğimiz yollardaki bölgelerde bulunan harap edilmiş köylerde katledilen Ermenilerin korkunç manzarasının etkisi diğer baylara da ulaşmıştı. … Tekrar tekrar tüm suçu Kürtlere yükleyen açıklamalarla bizim gözümüzdeki kötü izlenimi hafifletmeye çalıştılar. 

Ermenilere uygulanan nakillerin onların imhasına eşit olacağına, daha doğrusu tam da bunun amaçlandığına ilişkin duyduğum ve Erzurum'dan gönderdiğim raporumda da belirttiğim kaygılarım, ne yazık ki gerçekleşti. Bu nakledilen milletten hala Mezopotamya'da yaşayanlar, acınası bir halde bulunmaktalar. İstanbul'da ve başka büyük şehirlerde yaşayan birkaç yüz binin dışındakiler hariç Türk Ermenilerin kökünün kurutulduğu söylense abartılmış olmaz. 

Ne yazık ki şimdilik bu konu kapandı. Artık yardımlarımızı ve ilgimizi sadece Mezopotamya'da hayatta kalanların durumunu kolaylaştırmaya yönlendirebiliriz. 
Önemli Türk şahsiyetlerle yaptığım bir dizi konuşmalar bende şu izlenimleri bıraktı: 

Genç Türk Komitesinin büyük bir bölümü, Türk devletinin yalnızca saf Müslüman ve Türk yanlısı temeller üzerine kurulması gerekli olduğu görüşünde buluşuyor. Burada yaşayıp da Müslüman ve Türk olmayanlar zorla Müslümanlaştırılmalı ve Türkleştirilmeli, bunun mümkün olmadığı kimseler ise yok edilmeli. 

Bu planı gerçekleştirmek için bu baylara bu zamanlar en uygun görünüyor. 
Programlarının ilk noktası olarak Ermenilerin ortadan kaldırılması geliyordu. 
Türkiye’ye müttefik olan o güçlere ise, söylenenlere göre düzenlenmiş bir isyan mazeret olarak öne sürüldü. Bazı yerlerdeki yolsuzluklar ve Ermenilerin kendini koruma çabalarıysa abartıldı ve Ermenilerin savaş bölgelerinden tehcir edilmelerine teşvik etmek için sebep olarak alındı. 

Yollardaki Ermeniler Komitenin kışkırtmalarıyla Kürt ve Türk çeteler tarafından, kısmen jandarmalar tarafından bile öldürüldü. 

Aşağı yukarı aynı zamanda Doğu Kürdistan'da Nesturiler kahramanca karşı koymalarına rağmen Musul Valisi Haydar Bey tarafından yerlerinden kovuldular ve kısmen öldürüldüler. 

Tarlaları ve evleri tahrip edildi. Hayatta kalmayı başaranlar Ruslara sığındı ve şimdi onların saflarında Türkiye'ye karşı savaşıyorlar. 
Halil Beyin Kuzey İran’a düzenlediği sefer, Ermeni ve Suriyeli taburlarının katledilmesine ve Ermeni, Suriyeli, İran’lı halkın Kuzey İran'dan kovulmasına sebep oldu ve arkasında Türklere karşı büyük bir nefret bıraktı. 
Araplarla bir hesaplaşma da düşünülüyor, ancak bu sıralar askeri olarak uygun olmayan durum bugün için henüz zamanın gelmediğine işaret ediyordu. Bunun yerini tutacak başka uygun bir yol olarak, şimdi sıkı bir şekilde acemi Arapları silah altına alıp onları Arap birlikleri olarak iklim şartlarının zor olduğu yerlere (Kış seferi 1914 Erzurum, 1915 Kuzey İran) en zayıf teçhizatla göndermeyi buldular. 
"Eğer biz Türkler, Osmanlı Devletinin yaşaması için olan bu savaşta kan kaybından öleceksek, o zaman bunda başka bir millet de kalmasın." Genç Türklerden olan bir politikacının bu cümlesi, Genç Türklerin bakış açısını en iyi şekilde anlatıyor. 
 
Türkler Aşağılık Irkmış! 

Alman Angelikan Kilisesi Yardım Misyonu Müdürü A.W. Schreiber'den Almanya Dışişleri Bakanlığı'na 

Berlin, Steglitz, 14 Haziran 1917 

Sürülenlerden geriye kalanlar Suriye ve Mezopotamya'nın kuzeyinde yokluk içinde barınıyor. Bu grup her geçen gün salgın hastalık ve zorla din değiştirmeler sonucu azalıyor. Geriye çok az erkek kaldı. Anadolu şehirlerinde çoğunlukla İslamiyet'e geçmiş olan firari ve dağılmış insanlar bulunmaktadır. Yığınlar halinde zorla din değiştirmelerin yanı sıra, bir karakteristik belirti de Ermeni çocuklarının yığınlar halinde evlat edinilmesidir. Burada binlerce çocuk söz konusu. Bu çocuklar evlat edindirildikten sonra fanatik Müslüman olarak yetiştiriliyor. 

Cinayetler azaldı. Ancak yok etme süreci henüz bitmedi, sadece biçim değiştirdi. 
Yapılanların sorumluluğunu devrimci Ermeni çevrelerine yüklemek anlamsız. 

Devrimci Ermeni çevreleri Türk bakış açısıyla yok sayılıyordu. Ermeni bakış açısıyla ise durum böyle değildi. Türk ulusunun bütünü Ermenilere yapılanlar konusunda suçlanamaz. 

Konudan ancak küçük bir azınlık sorumludur. 
Ermeni halkına yapılan ve yapılmakta olanlar, dünya tarihinin en büyük cinayetidir. Yeniden yapılanmış bir ülkenin halkı bir Hıristiyan ulusunun dejenere olmuş, aşağılık bir ırk tarafından yok edilmesini öylece kabul mü edecek? 
Yarım Milyon Ermeni Kafkasya’ya Gitti Kafkasya Alman Heyeti Başkanı Kress von Kressenstein'ın Alman Şansölyesi Hertling’e 11 Temmuz 1918 tarihinde 
gönderdiği bir rapor var. Tiflis, 11 Temmuz 1918 Ermeni çevrelerinin tehcir konusundaki temelsiz iddiaları ve rakamlardaki bazı kalem oynatmaları arasında önemli bir tanesi vardır. Ermeniler, tehcir döneminde Kafkasya'ya göç edenleri görmezlikten gelirler ve onları da "kayıplar" arasında gösterirler. 

Bugün Ermenistan'da kökeni Anadolu olan ve tehcir sırasında ailesi Ermenistan'a göç eden çok aile vardır. Ama onlar da “Madem Anadolu'da Ermenilerin hepsi çöle gönderildi ve yolda öldü. O zaman biz nasıl buradayız?” sorusunu kendisine sormaz. 
Kafkasya Alman Heyeti Başkanı Kress von Kressenstein'ın Alman Şansölyesi Hertling'e yazdığı bu rapora göre, Ermeni Piskoposu Meşrop, Türkler tarafından ele geçirilen ve tehdit edilen bölgelerden kaçmak zorunda kalan yarım milyon kadar Ermeni Nisan ayının ilk yansında panik içinde köylerini terk etmişler. Ardından Erivan civarında toplanmışlar" diyor. 

Yine aynı patrik Anadolu'da 1,2 milyon Ermeni olduğunu söylüyordu. 1,2 milyondan yarım milyon çıkarsa, geriye 700,00 kalır. Tehcir sadece belli vilayetlerde 15-55 yaş aralığında ve Ortodoks olanları kapsıyordu. 
Osmanlı rakamlarına göre tehcirden sonra Anadolu'ya dönenler 644,900 kişi olduğuna göre, salgın hastalıklar, eşkıya saldırıları ve görevi suiistimal sonucu hayatını kaybedenlerin rakamı 55,100 olabilir. Elbette tehcirden sonra Suriye'ye ve Lübnan'a yerleşenler de var. Ama hiç olmadığını varsaysak dahi, rakam 55,100 olabilir. 
Ancak bu rakamdan, 55,100'den Katolik ve Protestan ve diğer vilayetlerde olan Ermenileri de çıkarmak gerekiyor. Ermeni Patriğinin telaffuz ettiği 1,2 milyonun sadece tehcire tabi tutulanlar olduğunu varsaysak da, rakamlar daha fazla esnemiyor. Nitekim TTK Başkanı Yusuf Halaçoğlu'da elindeki belgelerden hareketle 438,758 Ermeni’nin tehcir edildiğini ve 382,148 Ermeni’nin tehcir bölgesine ulaştığını yazıyor ve salgın hastalıklar ve eşkıya saldırıları ile hayatını kaybedenlerin sayısının, 30,000-40,000 arasında olduğunu ifade ediyor. 
Nakil, Osmanlı Devleti'ne karşı silaha sarılan Ermeni gruplarını ve onlara lojistik destek verenleri kapsamaktadır. Göç hazırlığı yapmaları için bir hafta ile 15 gün arasında süre verilmiştir. 

Göçen Ermenilerin tüm ihtiyaçları (yiyecek, sağlık, bilet temini v.s.) devlet tarafından "Muhacirin tahsisatı"ndan karşılanmış, bir şehir ve kasabada yaşayan Ermenilerin tümü sürgüne gönderilmemiş, hastalar, yetimler, Katolik ve Protestan mezhebi mensuplarıyla, zanaat sahipleri ve orduda görev yapanlar tehcir kapsamı dışında tutulmuştur. 

Hasta göçmenler için kamplarda hastaneler kurulmuş, göçmenlerin sağlık sorunları ile ilgili olarak çeşitli ülkelerin sağlık ekiplerine kamplarda görev yapmaları için izin verilmiştir. 

Kimsesiz çocuklar ve yetimler, yetimhanelere ve bazı zengin ailelerin yanına yerleştirilmiş, 1919 yılında geri dönüş izni verilince bu çocuklar yakın akrabalarına teslim edilmiştir. Zorunlu göçten kurtulmak için Müslümanlığı kabul ettiğini söyleyenler de göç ettirilmiş, fakat bir Müslüman’la evlenmiş kadınlar göçten muaf tutulmuştur. Savaş, kuraklık, çekirge istilası, seferberlikten dolayı iş yapabilecek hemen bütün erkeklerin silah altına alınması gibi nedenlerle, tarladaki mahsulün kaldırılamamasının bir sonucu olarak ortaya çıkan yiyecek sıkıntısından dolayı, başta Amerika olmak üzere çeşitli devletlerin yardım kuruluşlarının yardım talepleri kabul edilmiş, bunlar tarafından Suriye'deki Ermenilere yardım edilmiştir. 

Ermeni Patrikhanesi'nin tespitlerine göre 644.900 Ermeni geri dönmüştür. 
Bu noktada Prof. Dr. Metin Ayışığı’nın "Ermeni Tehciri Konusunda Yeni Perspektifler" adlı çalışmasına da değinmek gerekiyor. Prof. Ayışığı, şöyle diyor; 
Nitekim 1918 yılında Ermeni Delegasyonu Başkanı olan Boghos Nubar Paşa'nın Fransa Dışişleri Bakanlığı Yüksek Yetkili Bakanı Monsieur Gout'a gönderdiği raporda: Kafkasya'da 250.000, İran'da 40.000, Suriye-Filistin'de 80.000, Musul - Bağdat’ta 20,000 olmak üzere 390.000 kişinin Türkiye'den sürgün edildiğini, aslında sürgünlerin toplam sayısının 600-700 bin kişiye ulaştığını ve bunlardan ayrı olarak çöllerde şuraya buraya dağılmış sürgünleri kapsamadığını bildiriyor. 
Boghos Nubar Paşa'nın verdiği rakamlardan 290 bin kişinin yer değiştirme uygulaması dışında Osmanlı topraklarını terk edenler olduğu anlaşılıyor. Göç ettirilenlerin toplam sayısı olarak verilen 500-700 bin kişiden 290 bin kişi çıkarılacak olursa, yer değiştirmeye tabi tutulan nüfusun 100 bin olduğu görülüyor. Bu da Ermeni delegasyonu başkanının, yer değiştirmenin 
gerçekleştirilmesi sonrasına, yani 1918 yılına ait verdiği sayılarla, Osmanlı belgelerinde verilen rakamlar arasında büyük ölçüde uygunluk görünmekte ve Ermenilerin iddia edildiğinin aksine sağ salim iskan yerlerine vardıklarını ve dolayısıyla soykırım iddialarının ne kadar dayanaksız olduğu ortaya çıkmaktadır. 
Prof. Ayışığı Ermeni kaynaklarından şu bilgiyi de aktarıyor: 

Bir başka Ermeni, Richard Hovannisyan ise, Kafkasya’ya 345 bin, Suriye'ye 140 bin, Yunanistan ve Ege Adalarına 120 bin, Bulgaristan'a 40 bin, İran'a 50 bin, Suriye dışındaki Arap ülkelerinden Lübnan'a 50 bin, Ürdün'e 10 bin, Mısır’a 40 bin, Irak’a 25 bin, Fransa ve Amerika'ya da 35 bin Ermeni'nin göç ettiğini belirtiyor. 
Bu durumda tehcir uygulaması sırasında toplam 855 bin Ermeni'nin göçe tabi olduğu anlaşılıyor. Bu 855 bin sayısı 1 milyon 250 bin olan 1914'teki toplam Ermeni nüfusundan çıkarıldığında, geriye yaklaşık 366 bin kişi katıyor. Göçe tabi tutulmayan nüfusun ise 82 bin 880'inin İstanbul, 60 bin 119'unun Bursa'da, 4 bin 548'inin Kütahya Sancağı'nda ve 10 bin 237'sinin de Aydın vilayetinde bulunmak üzere 167 bin dolayında tahmin ediliyor. Göçe tabi tutulmayanların sayısı 366 binden çıkartıldığında, geriye kayıp gözüken 200 bin kişi kalıyor. Bu sayı da Ermeni lobisinin 1,5 milyon Ermeni’nin öldüğü iddiasının ne kadar abartılı olduğunu gösteriyor. 

Ermeni belgeleri esas alınırsa, buradan hareketle 855 bin rakamı 1914 Ermeni nüfusundan çıkarıldığında, geriye 366.850 kişi kalmaktadır. Göçe tabi tutulmayan nüfus ise 167.778'dir. 82.880'i İstanbul, 60.119'u Hüdavendigar'da (Bursa). 4.548'i Kütahya Sancağı ve 20.237’si Aydın vilayetinde bulunmaktaydı. 366.850'den göçe tabi tutulmayan 167.778 kişi çıkarıldığında ise yaklaşık 200.000 kişi kalmaktadır. Ermeni belgelerine dayanılarak yapılan bu çalışma sonucunda, İtilaf Devletleri saflarına katılarak Osmanlı ile savaşta ölen yurt dışına kaçan, tehcir sırasında çeşitli nedenlerle ölen veya eşkıya tarafından öldürülen Ermeni 
sayısının yaklaşık 200.000 kişi olduğu söylenebilir. 

Buradan görüleceği üzere Ermeni iddialarında esas alınan rakamların, tamamen hayal mahsulü ve propaganda maksatlı olduğu anlaşılmaktadır. 

Sonuç 

Alman belgeleri bir trajedi yaşandığını, ama hadisenin asla bir soykırım olmadığını ve Osmanlı makamlarının şartların getirdiği trajedinin boyutunu küçültmek için mücadele verdiğini söylüyor. Yaşananların bir trajedi olduğu muhakkak. Kayıpların olduğu ve küçümsenemeyeceği de kesin. Ama hiçbir şekilde ortada "soykırım" diye nitelenmeye uygun bir durum yok. 

Bu belgelerden yola çıkarak, Almanya'nın tehciri istediği, ama daha sonra şartların gelişiminin paralelinde Ermenilere siyasi destek verdiği anlaşılıyor. 
Dünyada yine bir küreselleşme sürecinin yaşandığı ve devamında dünya savaşının çıktığı o günlerde tırmanan dinsel ve etnik kamplaşmaların ve romantizmin yoğun bir biçimde etkisi altında gerçekleşen bu yazışmaların bütün tarafgirliğine rağmen, Ermeni iftiralarında en çok suçlanan İttihat ve Terakki yöneticilerin dahi Ermenilerin selameti için çaba harcadığını ortaya koyması da ayni derecede önemli. 
Özetle, 
Ermeniler Yalan söylüyor! 

 
****

Alman Belgelerinde Ermeni Meselesi., BÖLÜM 4

Alman Belgelerinde Ermeni Meselesi., BÖLÜM 4


Kıvanç Galip Över,Alman Belgelerinde, Ermeni Meselesi,ABD, İngiltere, Almanya, Ermeni tezlerini neden tanımıyor,1915 Soykırım Yalanı,

 
TÜRK BİNBAŞISI: '' BİZİM KURANIMIZDA ALMANLARIN YAPTIKLARINA MÜSADE ETMEZ ''

Neden 24 Nisan 1915'te İstanbul'daki Ermeni ayaklanma liderlerinin tutuklandığını anlatan 
telgrafın ve aynı zamanda tehcir kararını bildiren yazışma açıklanan arşiv belgeleri arasında yer almıyor? 

Halep, 27 Temmuz 1915 

1) Vali Celal Beyin görevden alınmasından beklendiği üzere, şimdi sürgünler Halep'teki sahil şeridine yayılıyor. … Antep ve Kilis'te boşaltılacakmış, sahil şeridinde yer almamasına rağmen. 
2) Sis'teki katolikosun aldığı haberlere göre Diyarbakır'dan güneye gönderilen 800 ile 1000 adam hiçbir yere varamamışlar. Hepsinin öldürüldüğü tahmin ediliyor. 
3) Rumkale, Birecik ve Cerabulus’da görülen Fırat Nehri'nin üzerinde yüzen cesetler, bana bu ayın 17’sinde anlatıldığı üzere 25 gün boyunca devam etmiş. Cesetlerin hepsi aynı şekilde ikişerli olmak üzere sırt sırta bağlanmış bir haldeymiş. Bu düzenlilik, bunun bir katliam olmadığına ve hükümet tarafından bir öldürülme olduğuna işaret ediyor. 
4) Mutlak güvenirliği olan ve Tell Abiad'ta oturmakta olan yaşlıca bir İsviçreli çiftten öğrendiğime göre Tell Abiad'ta Ermeniler 8 ila 12 yaş arasında olan kız 
çocuklarını önce 2 Mecidiyeye (bir Medjidi (mecidiye) = 3,50 Mark), daha sonra bir Mecidiyeye ve daha da az paraya satıyorlarmış ya da para almadan 
veriyorlarmış. Büyük ihtimalle onlar çöldeki sıcak iklimi ve Bedeviler tarafından kesin beklenen şeyleri yaşatmak istememişlerdir. Tell Abiad Köyü'ne koşup gelen Türkler sürekli oradaki sürgün insanların çocukları için pazarlık yapıyorlardı. 
5) Kafiledekiler çektiklerinden dolayı artık duyarsızlaşmış ve yapılan her şeve ses çıkarmadan boyun eğer olmuşlar. Yeterince yiyecek ve içecek verilmiş onlara, ama çok düzensiz olarak. Suyun çok az olduğu Tell Abiad'ın güneyinde, küçük çocuklar ölmek zorunda kalıyor. … Bütün bir kafile susuzluktan öldü bile. … Gidilecek yerlerde hayatta kalanlar ne yapacak pekiyi? 
6) Hükümet aldığı tedbirlerin uygulamasında isteyerek ya da istemeyerek üzerinden kontrolü kaybettiğine ve uygulanan tedbirlerin Çerkezler ve Kürtler tarafından Ermeni katliamına dönüşmesine göz yumduğuna dair belirtiler çoğalıyor. 
7) Bağdat treninin şimdiki son istasyonu olan Ras ul Ain üzerinden şimdilerde Harput, Erzurum ve Bitlis'ten Ermeniler gelmekte. 
8) Harput'tan gelen Ermeniler, şehrin güneyinde birkaç saatlik mesafede bulunan bir köyde erkekleri kadınlarından ayırmışlar. Erkekleri öldürmüşler ve daha 
sonra kadınların geçeceği yolun sağına ve soluna bırakılmışlar. Kadın ve kızlardan oluşan bir kafile Mardin ve Ras ul Ain arasında bir yerde Bedeviler tarafından 
tamamen soyulmuşlar. 
9) … Urfa ve Diyarbakır arasındaki yolda hükümetin onları vurdurduğuna artık şüphe kalmamıştır. 
10) … Deniliyor ki, Türk hükümetinin Ermeni halkını tamamen önemsizleşinceye kadar dağıtma kararına sebep olan Almanya'dır. 

Türk hükümeti gerçekten olan ve olabilecek Ermeni entrika ve kışkırtmalara karşı haklı önlem uygulamaların sınırını daha çok talimatlarını yayması ve en sert ve kaba biçimde mahalli hükümetleri kadın ve çocuklarda bile uygulamaya mecbur kılması ile çoktan aşmıştır. Amacı Ermeni halkının mümkün olduğunca büyük bir kısmını ilk çağlardan kalma yöntemlerle bilinçli olarak yok etmek. 
Almanya ile müttefik olduğunu iddia eden, fakat bunları yapan bir hükümet, bu işbirliğine layık değildir. Hükümet, dörtlü müttefiklerle savaşta bulunduğu için ve müttefik Almanya'nın da itirazı uygun bulmamasından dolayı, bu fırsatı Ermeni sorununu gelecek için ortadan kaldırmaya, öyle ki mümkün olduğu kadar az birlik gösteren Ermeni grupları bırakarak kullanmak istemiş olması artık şüphe götürmez. Kitlelerce suçsuzu birkaç suçlu için kurban etti. 

Bu söylediklerine burada inanılabilir mi? Bir çok bölgenin yanı sıra Beylan, Soğukluk, Kesab gerçekten savaş bölgesi midir? Erkeklerin neredeyse hepsi silah altına alındığı halde kadın ve çocukların orada bulunmaları tehlikeli midir? 
Tel Ermen'de yapılan ve alışılmışın dışında iyi tanıklık edilmiş katliamlar hakkındaki telgraf ile gönderdiğim raporum, tekzipname yayınlanmadan önce elinizdeydi. Sayın Binbaşı von Mikusch olayların fotoğraflarını çekmiştir ve onları sunabilecek durumdadır. 
Türk hükümeti binlerce (Temmuz ortalarına kadar 30.000'den fazlasını Adana vilayetinden ve Maraş mutasarrıflığından. Bununla birlikte dağıtmaları gittikçe genişletiyor) -dikkatinizi çekerim- suçsuz Ermeni’yi savaş bölgesinden uzaklaştırılacakları bahanesiyle çöle sürdü, ne hasta ve hamileleri ne de silah altına alınan askerlerin ailelerini ayırt etti, onları düzensiz bir şekilde besledi ve su verdi, aralarında ortaya çıkan salgın karşısında bir şey yapmadı, kadınları 
bebeklerini ve yeni doğmuşlarını yolda bırakıp gidecek ve erişkin yaşa yaklaşmış kız çocuklarını sattıracak ve kendilerini küçük çocuklarıyla suya attıracak derecede sefalet ve çaresizliğe sürüklemiştir, onları refakatçi takımın iradesine ve böylece namussuzluğa teslim etmiştir, öyle bir refakatçi takım ki bu kızları kendilerine alıp sattılar, onları soyan ve kaçıran Bedevilerin ellerine düşürdü, erkekleri ıssız yerlerde kanunsuzca silahla vurdu ve cesetlerini köpeklere ve akbabalara yem olsun diye bıraktı, bir söylentiye göre sürgüne gönderilen milletvekillerini vurdur du, hapishanedeki suçluları serbest bırakıp onlara askeri kıyafet giydirerek sürgüne gönderilenlerin geçmek zorunda olduğu bölgelere gönderdiler, gönüllü 
Çerkezleri aldı ve Ermenilerin üzerine saldı. Ama yarı resmi açıklamalarında iddia ettikleri ne? 

Osmanlı hükümeti ... Türkiye'de dürüst ve barışçıl olarak yaşaya tüm Hıristiyanları devletin iyi niyeti ve koruması altında tutmaktadır ... " 

Halep, 7 Temmuz 1915 

24 Temmuz 1915 Cumartesi günü Ras ul Ain yolu üzerinden 8 Ermeni’yi yanımda getirdim. 3 kadın, 14 yaşında bir kız ve 5 - 8 yaşlarında 4 kız çocuğu kadınlardan birinin kocasını gözleri önünde öldürüp yakmışlar. Kadın Touem istasyonunda gar personeli (7-8 adam) tarafından o denli tecavüze uğramış ki tekrar kendine gelebileceğinden şüphe duyuluyordu. İki gün boyunca sürekli baygınlık geçirdi ve bu güne kadar benim evimde eşimin ve doktorun bakımı altında yaşamakta. Kadının açlıktan iskelete dönüşmüş 7 aylık tek oğlunu Nuss Tell’de bay mühendis Linsmeyer'in orda gömdük. 

İkinci kadını iki kızıyla birlikte bir taş ocağında işçi çadırının içinde buldum. Çadırın açık tarafına yönelik yanın dairede bir çavuş ve 15 er oturmakta idi ve çadırın içinde de sinmiş vaziyette bu kadın tek kişi olarak oturuyordu. Bay mühendis Linsmeyer yanıma bir jandarma vermişti, o gidip kadınla çadırdan alıp çıkardı; onu olduğunca çabuk bir şekilde emniyette olacağı Nuss Tell'e götürdük. 

14 yaşındaki kızı Hoca isimli istasyonda evli olmayan 22-25 yaşlarında bir istasyon şefinin barakasında bulduk. İstasyon şefi kıza tecavüz etmeye çalışıyordu ve kız buna iki gün boyunca direnmiş. Üçüncü günde istasyon şefi kızı 24 saat aç bırakmış ki, kendisini onun arzularına teslim etsin. Bay mühendis Linsmeyer'in sayesinde bu olayı telgrafla müdür Hasenfratz'a rapor edeceğini tehdit etmesiyle, kız bize teslim edildi. Ras ul Ain’da şu sıralar aşağı yukarı 1600 kadın ve çocuk var. Bunlar Harput ve civarından kocalarıyla birlikte sürülen binlerce kişiden geriye kalanlar. Bu 1600 kişinin arasında tek bir erkek ya da 12 yaşın üzerinde erkek bulunmuyor. 
Bakımsız ve güneşe karşı koruyan herhangi bir şey olmaksızın sağlıklı olanlarla hastalar birlikte 43 derece güneşin altında onlara refakat eden askerlerin vicdanlarına bırakılmış olarak yatıyorlar. Bay mühendis Linsmeyer geçen ayda "Ermeni ayak takımından" bahsederken şu sözleri sarf etti: “Kolay etkilenen bir adam değilim, ama bu zavallı ihsanlara bakarken göz yaşlarımı tutamadım.” 
Süleyman isminde çavuş 18 kadın ve kız alıp onları 2-3 mecidiyeye Kürtlere ve Araplara satıyordu. Bir Türk komiser bana şöyle dedi: “Artık kaç tane kadın ve kız zorla ya da hükümetin izni olarak Araplar ve Kürtler tarafından alınıp götürüldüğü hakkında ihatayı kaybettik. Bu sefer çoktandır yapmak istediğimiz gibi Ermenilerin işini bitirdik, on Ermeni’den dokuzunu yaşatmadık.” 

Ben bunları yazarken karım şehirde bir gezintiden dönüyor ve gözyaşları içinde bana az önce 800 Ermeni’den oluşan bir nakil ile karşılaştığını ve insanların yalın ayak ve yırtıklar içinde o azıcık eşyalarını sırtlarında taşıyarak yürüdüğünü anlattı. 
Besnice’de bütün halk yaklaşık 1.800 kadın ve çocuk ve çok az erkek ile sürüldü; sözde Urfa'ya nakledileceklerdi. Fırat nehrine akan Göksu nehrinde soyunmak zorunda kalmışlar, topluca öldürülüp nehre atıldılar. 

Son günlerde Fırat nehrinin üzerinde bir gün takriben 170 adet ceset görülmüş, diğer günlerde 50 ila 60 ceset. Bay mühendis Awdis muhasebecisiyle birlikte atla kısa bir gezintiye çıktığında takriben 40 ceset görmüş. Nehrin kenarında kalan cesetleri köpekler, nehrin ortasında takılıp kalan cesetleri de akbabalar yiyor. Yenilerde ağırlıklı olarak kadın ve çocuk cesetleri görülüyor. 

Yukarıda adı geçen 800 Ermeni Maraş civarından, Döngeli ve Çürükkos'tan sürülmüşler. 

Onlara Antep'e götürülecekleri söylenmiş ve yanlarına iki günlük nevale almaları öğütlenmiş. Antep'in yakınlarına varınca: “Yanıldık, siz aslında Nizip'ten gidecektiniz” denmiş, Nizip'te: “Siz Bumbuş'a gidecektiniz”, Bumbuş'ta: “Aslında Bab'a gidilecektiniz…” ve böyle devam etmiş. Ve 17 günün sonunda nihayet Halep'e varmışlar. Bu 17 gün içerisinde hükümetten hiçbir ihtiyaçları karşılanmamış ve pılı pırtılarını ekmek ile değişmek zorunda kalmışlar. 
Nisib yakınlarında eşyalarını 5 Ltq'ya satmak ve bedeli onlara refakat eden jandarmalara vermek zorunda kalmışlar, yoksa kadın ve kızları alıp ırzlarına geçmekle tehdit edilmişler. 
Ras ul Ain'e varan kadınlar yol boyunca birçok kez onlara refakat eden jandarma ların karşılarında soyunmak zorunda kalmışlar. Eşyaları para var mı diye aranmış, saçları da ve edep yerleri, oraya da para saklamış olabilirler mi diye. 
Bir kadının en büyük kızı zorla elinden alınmış. Çaresizlik içinde diğer iki çocuğunu alıp kendini Fırat nehrine atmış. Bir iş adamı bana kendi gözleriyle gördüğü bir şey anlattı: bir kadın nehrin kenarına varmış ve çocuğunu alıp çaresizlik içinde nehre atmış. 
Said adında Trablus'tan gelen bir göçmen, 4 yıldır Bay Linsmeyer'in seyisliğini yapar, aylık geliri 400 Piaster, gönüllü olarak askere yazıldı, kendi deyimiyle "birkaç Ermeni’yi doğramak için". 
Ödül olarak ona Urfa yakınlarında bulunan A. adında bir Ermeni köyünde bir ev vaat edilmiş. Tel Abiad'daki ambar memuru bay Seemann'ın yanındaki iki Çerkez de aynı sebepten savaş gönüllüsü olarak gitti. Göksu yakınlarındaki Çardaklı isminde bir Çerkez köyünün en yaşlısı bir tanıdığıma şöyle konuşmuş: “Ev yıkmak için giderler.” 
Arab Punar'da Almanca konuşan bir Türk binbaşı bana şunları anlattı: Ben ve kardeşim Ras ul Ain'den yolda bulduğumuz birer Ermeni kız aldık kendimize. Biz Almanlara çok kızgınız, böyle bir şey yaptıkları için. Ben ona itiraz edince şöyle dedi: bizim genelkurmay başkanımız bir Alman, v. D. Gotz komutan ve birçok Alman subay var bizim ordumuzda. Bizim Kuran'ımız şimdi Ermenilerin çektiği muamelelere izin vermez. 
Bu zor şartlarda kendisine Ermenileri dini ve kültürel açıdan yakın gören Rössler'in gelişmelerden çok etkilendiği, kendisini baskı altında ve çaresiz hissettiği anlaşılıyor. 
O nedenle Rössler'in Fırat gibi hızlı akan bir nehirde 25 gün gibi inanılmaz derecede uzun bir sürede cesetlerin yüzdüğünü yazmasını, bunu da “muhakkak hükümet yapmıştır” diye değerlendirmesini bu çerçevede görmek gerekir. 
Bu arada Rössler'in söze konu telgrafında sıklıkla Bedevilerden şikayet ediyor. Ayrıca tehcirde yer alan Ermenilere düzensiz de olsa yeterli yiyecek ve içecek verildiğini söylüyor. Adalet gibi, yiyeceğin ve içeceğin de kıt olduğu o dönemin Anadolu’sunda, Ermenilerden ziyade Türklerin de açlık, susuzluk ve adaletsizlikten muzdarip olduğunu biliyoruz. 
Tehcirde suistimaller yaşansa da, Cemal Paşa'nın emri üzerine düzenli dinlendirildiklerini ve düzenli olarak beslenme için ödemeler yapıldığını yine Rössler yazıyor. 
Burada Almanya'nın Beyaz Kitabı'na değinmek gerekiyor. Bu kitap Rusya'nın nasıl Almanya'yı zorladığını ve savaşa mecbur ettiğini anlatıyor. … “Alman Büyükelçisi, bazı Osmanlı gazetelerine, harp tahrikçiliği için para dağıtmış; Tanin'e 2000, Tasvir-i Efkar'a1500, İkdam'a 1500, Sabah'a 1000, Tercüman-ı Hakikat'e 500 Osmanlı lirası vermişti.” 

Muhtemelen Berlin'in, sefirin, konsolosların ve misyonerlerin Osmanlı ve Ermeniler konusunda farklı bakış açıları ve uygulamaları var. 

5. Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,,


***

Alman Belgelerinde Ermeni Meselesi., BÖLÜM 2

Alman Belgelerinde Ermeni Meselesi., BÖLÜM 2


Kıvanç Galip Över,Alman Belgelerinde, Ermeni Meselesi,ABD, İngiltere, Almanya, Ermeni tezlerini neden tanımıyor,1915 Soykırım Yalanı,


 DEVLET ZAFİYETE DÜŞERSE..

Halep, 12 Nisan 1915. 

Zeytun yakınlarında Ermeniler arasında Nazaret Çavuş adıyla anılan biri etrafında bir 
yağmacı çete oluşmuş. Geçen yılın Ekim ayında Maraş Mutasarrıfı Haydar Paşa bu çeteye karşı mücadele etmiş. Haydar Paşa Zeytun sakinlerine çete üyelerini teslim edenlere hiçbir şey yapılmayacağı sözünü vermiş ve gerçekten de çete üyelerinin teslimini sağlamış. … Haydar 

Paşa çete üyelerinin yakalanması için bilgi verenlere hiçbir şey yapılmayacağı sözünü yerine getirmemiş ve bu konuda bilgi verenleri tutuklattırmış. 

Savaşın çıkmasıyla … Zeytun’da bulunan askeri bölüğü geri çekmiş ve yerine Maraş'tan getirilen, kısmen de Zeytun halkının şahsı düşmanları olan Müslüman jandarmalar yerleştirmiş. 

Zeytun ağırlıklı olarak Hıristiyanlardan oluşan bir şehir ve bu jandarmaların elinde. Jandarma komutanının ve kaymakamın göz yumması sonucu şehrin erkeklerine çok kez kötü muamele edilmiş, kadınlara sarkıntılık yapılmıştır. 

Huzursuzlukların bir başka kaynağı daha var. Maraş'ta bulunan Ermeni kökenli askerler kötü beslendirilmiş ve aralarında Zeytun'lu olanlara kötü muamele edilmiş, işkence yapılmıştır. Bu askerlerden bir kısmı bu nedenle firar etmiş. Hükümet yaklaşık Mart ayının başlarında yöreden kaynaklanmayan nedenlerle buradaki Hıristiyan askerlerin üniforma ve silahlarını almış. Bu olay diğer askerler tarafından bunun Hıristiyanlara yönelik gelecekte alınacak daha ağır önlemlerin başlangıcı olarak görülmüş ve böylece başka Hıristiyan kökenli askerlerin firar etmesine ve Zeytun civarında bulunan çetelere katılmalarına neden olmuştur. 

Firarilerin yakalanması için jandarmalar görevlendirilmiş, bu kişilerin kendilerini koruma girişimi sonucu 9 Martta altı jandarmayı öldürmüşler. … Çetecilerin şehre saldırmasından korkan Zeytun halkı, koruma istemiş, bu istekleri yerine getirilmiş. 
Şehir sakinlerinden bu kişilerin teslim edilmesi istenmiş, ancak bu girişim başarısızlıkla sonuçlanmış, çünkü insanların hükümetin verdiği sözlere güvenleri kalmamış. 
İlginç olan ise, ölen çetecilerden ikisinin başlarının kesilmiş olarak bulunmasıydı. … Öyle görünüyor ki, Türkler tarafından kimliklerinin ortaya çıkarılmasını istemiyorlardı. 
Zeytun'da meydana gelen olaylar çok yakında bulunan ve büyük bir şehir olan Maraş'ı etkilemesi bakımından önem taşımaktadır. Maraş yaklaşık 50 ile 60 bin nüfuslu bir şehir. 
Nüfusun 36 bininin Müslüman, 24 bininin ise Hıristiyan olduğu tahmin ediliyor. 
Çekilen yoksulluğun nedeni bir yandan yaşanan politik huzursuzluklar, bir yandan da oldukça yetersiz ulaşım koşulları neden olmuş. Maraş'ı Antep'e bağlayan tek karayolu 18 yıldır yapılmaya çalışılıyor, ancak henüz yolun yarısı bile tamamlanmış değil. Suları yükseldiğinde yolu ikiye bölen Aksu nehrine birkaç yıl önce bir mutasarrıfın eşi boğulma tehlikesi atlatınca köprü yapılmış. 
Seferberlik ve halkın mallarına geniş ölçüde el konulması insanları zor duruma düşürmüş. … Halep'ten geldiğim araç şehirdeki tek araç. … Hıristiyan katır sahipleri 4 hafta boyunca ücretsiz olarak askeri amaçlar doğrultusunda çalıştırılmaya zorlanmış. 

Kendilerine yaptıkları işin süresini ve içeriğini gösteren bir belge de verilmemiş. 

Bu kişilere görevlerini yerine getirdiklerine dair bir belge verilse dahi, bazı durumlarda başka bir yerde tekrar çalıştırılmışlar. Buna karşın Müslümanlar birkaç gün çalıştırıldıktan sonra salıverilmiş. Gelen haberlerden sonra artık sivil Ermeni halkının silahlan geceleri evleri aranarak ellerinden alınıyordu. Askerler Hıristiyanları dövüyor, kadınların üzerinde silah araması yapılacağı gerekçesiyle sarkıntılık yapılıyor, çocuklara taş atılıyordu. 

Ermenilerin silahları toplanırken Müslümanlar barut ve saçma satın alma fırsatı buldular. Maraş yakınlarındaki Tekerek Köyü sakinleri bir haber göndererek Müslüman olunmasını yoksa bunu hayatlarıyla ödeyeceklerini bildirdiler. 
Cemal Paşa'nın halkı sükunete davet eden emri 31 Mart tarihinde duyuruldu. … Ermenilerden birinin evinin kapısı devriyeler tarafından dipçikle kırıldıktan sonra zorla Müslümanlaştırmak girişimini engellemedi. 

Maraş'tan 450 ve Zeytun'dan 125 asker kaçağı Mart sonundan bu yana teslim oldu ve cezalarını çalıştırılarak çekiyorlar. 
Savaş mahkemesinin kovuşturmaları Maraş'taki saygın ve hali vakti yerinde olan Ermenilerin tümüne karşı sürdürülüyor. Anılan Ermenilerin arasında Zeytun'daki olaylarla uzaktan yakından ilgisi olmayanlar var. Bu kişiler çete olaylarının bir an önce bitmesi özlemi içinde Maraş'ın yeniden huzura kavuşmasını istiyor. 
İncelemenin savaş mahkemesi tarafından tarafsızca yürütüleceği konusunun zayıf bir ihtimal olduğunu düşünüyorum. Öyle görünüyor ki, savaş mahkemesi amaca dönük davranmak yerine gerçek suçluları yakalayamadığı için tüm Ermeni halkını suçluyor ve bu mahkeme yaptıklarını olduğundan fazla göstermek için önde gelen Ermenileri kendisine hedef seçiyor. 

Savaş mahkemesi her fırsatta silah kaçakçılığı yapmaktan çekinmeyen Daşnaksütyun ve Hınçakçılar a karşı harekete geçseydi, bu anlaşılır bir durum olurdu. Ancak böyle olmadı. 
Gerçi şehir dışına çıkma yasağı kaldırıldı, ancak Hıristiyanlar şehir dışında bulunan üzüm bağlarına askerlerden korktukları için gidemiyor. 
Kıyım tehlikesi her ne kadar Müslüman kışkırtıcılar vazgeçmese de şimdilik ortadan kalktı gibi görünüyor. Bu kışkırtmalar 31 Martta merkezdeki hükümet yetkililerine sayıları 10 bin dolayındaki Zeytun'lunun öldürülmesi ve şehrin yerle bir edilmesi gerektiğini bir te1grafla bildirmişler. 

Ülkenin iç sorunlarına karışmadım. Sadece bir olayda, askerlerin cezaevinde bulunan oğluna yemek götürmek isteyen -tutuklular yakınları tarafından besleniyor- bir Ermeni kadının üzerine kor halinde kömür dökmek isteyince görevim dahilinde olmamasına rağmen müdahale ettim ancak bana buna karışma hakkımın olmadığı belirtilmedi. 

Misyoner Blank'a göre dağlara kaçan çeteciler ve asker kaçaklarının eğer teslim olma koşullarına uyulacağına dair bir yetkiliye güvenmeleri durumunda hemen teslim olacaklar. 
Maraş'ta birliklerin ilerlemesiyle korkuya kapılan bir köyün sakinleri köylerini terk edip çetecilere katılmış. Haber doğru ise, hareketlilik çoğalacak gibi görünüyor. 
Halep Valisi Celal Bey, Rus sınırındaki Türk topraklarında Rusların elindeki bazı Ermeni yerleşim~ yerlerinde Rus sempatisi duyumu aldıklarını, Türk topraklarında ki bazı Ermeni köylülerinin Müslümanlar tarafından yok edildiğini ve hükümette Ermenilerin tamamından şüphelenen ya da onları düşman saymaya eğilimli bir görüşün temsilcilerinin hakimiyeti ele aldığını söyledi. 

Haydar Paşa gitti ve halkın da yardımıyla en kötü insanları, yani çetecileri tutuklamayı başardı. Yalnız hangi araçlarla bunu ,gerçekleştirebildi! Korkunçluklar anlatılamaz bile. Kadınlar dahi dövüldü. … Halka ibret olsun diye herkesin önünde asmak yerine, ona kapalı bir yerde, bir ceza evinde işkence yaparak öldürdüler. 
O halk tarafından bir şehit olarak anılıyor. Öbür tutuklu çetecilere ne oldu dersiniz? Hepsi tutuklu bulundukları ceza evinden kaçtı ve şimdi onları halk teslim edecekmiş. Halk bu çetecileri teslim etti zaten. Neden hükümet halkın teslim ettiği ve tutuklu bulunan çetecileri ceza evinde tutamadı? 

Çanakkale savaşında esir düşen … Avustralyalı askerler kaçmayacaklarına dair söz verince kapalı yerlerde tutulmamışlar, Türklerle iç içe yaşam sürmüşler. Askerler, esir oldukları sürece bir nevi Türklerle kültürel alışverişte bile bulunmuşlar. Örneğin Gediz’deki tutsaklar bin kitaptan oluşan bir kütüphanenin kurulmasını sağlamışlar, dil öğrenmişler, dil öğretmişler, yerel yöneticilerin desteğiyle bando kurmuşlar, Gediz halkıyla birlikte ava gitmişler. Ressam olan esirler resim çalışmalarını sürdürmüşler. Bazı yerlerde demiryolu, karayolu yapımında Türklerle 
birlikte çalışmışlar. Türkler esirlere tutsak misafir muamelesi yapmışlar. 
Şu soruya bir cevap bulmak lazım: Türkler Çanakkale gibi muazzam bir savaşın ardından esir aldıkları ve yabancısı oldukları Avustralyalı askerlere bile böylesine mükemmel bir yaklaşım gösterirken, hangi şartlarda kendileri ile beraber yaşayan Ermeniler'e karşı tepkili ve silaha davranacak bir hale gelebilirler? 

***

Alman Belgelerinde Ermeni Meselesi., BÖLÜM 1

Alman Belgelerinde Ermeni Meselesi., BÖLÜM 1


Kıvanç Galip Över,Alman Belgelerinde, Ermeni Meselesi,ABD, İngiltere, Almanya, Ermeni tezlerini neden tanımıyor,1915 Soykırım Yalanı,

1915 
Soykırım Yalanı,
Kaknüs Yayınları 
1. Baskı 2007 


 
Kıvanç Galip Över. Kimdir:
Kıvanç Galip Över, Ankara'da 1970 yılında doğdu AÜ İletişim Fakültesi mezunu. 1988'den bu yana gazetecilik yapıyor. UBA, Sabah, THA, Nokta, Akşam, Türkiye ve Turkish Daily News gazetelerinde çalıştı. Ayrıca Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreterliği Basın Müşavirliği'ne bağlı Bilgi Üretim ve Yayın Şubesi'nde ve Avrasya Stratejik Araştırmalar Merkezi'nde görev aldı. 
    Bu kurumda Türkiye-AB Katılım Müzakereleri Masası Başkanlığı yaptı. TRT l Radyosu'nda iki yıl Gündem programında haftalık değerlendirmeler yaptı. Türk-Ermeni basın Diyalogu'nda ve Türk-Azeri-Ermeni Üçlü Basın İnisiyatifi’nde aktif rol üstlendi. 
İngilizce, Almanca ve Fransızca bilen Över, dış politika konuları ile ilgili çalışmalarını sürdürüyor. 
    Över halen TDI Televizyonu Türkiye Temsilciliği ve Diplomatik Gözlem internet gazetesinin genel yayın yönetmenliği ve Günboyu Gazetesinde köşe yazarlığı yapmaktadır. Diplomasi Muhabirleri Derneği ve Basın Konseyi üyesi olan Över'in daha önce yayınlanmış, lrak hakkında "Ölüm Kokusu" ve AB hakkında 
"Avrupa'nın Kodları" adlarında, iki kitabı mevcuttur. 

 ARKA KAPAK.,

1915 döneminde Osmanlı İmparatorluğu Alman İmparatorluğu ile müttefikti. İki devlet 
arasındaki ilişkiler tarihinin en yoğun dönemini yaşıyordu. Buna karşılık Alman İmparatorluğu can çekişen Osmanlı’dan çok daha farklı ve büyük hedeflere sahipti. 
Alman İmparatorluğu’nun diplomatları, casusları, rahipleri, öğretmenleri ve daha bir çok resmi ve gayrı resmi görevlisi, bugün hala yorumlanmasında güçlük çekilen o yıllarda Anadolu’da oldukça faaldi. Gördüklerini, duyduklarını ve hissettiklerini, bazen objektif bir şekilde bazen de duygusal bir bakış açısı ile diplomatik temsilcilikleri üzerinden Berlin'e rapor ediyorlardı. 

Bugüne kadar Ermeni iddiaları konusunda ve o dönemde Anadolu’da ne yaşandığı 
hususunda dünyanın birçok arşivi incelendi. Fakat Alman arşiv belgeleri üzerinde nedense pek durulmadı. Belki Alman belgelerinin, o dönemdeki ittifak ilişkilerinden dolayı çok da güvenilir olmadığı iddiasında bulunulabilir. Fakat söz konusu arşiv belgelerinin büyük bir bölümünün Berlin’in İstanbul hakkındaki “gerçek” bakış açısını ortaya koyduğu, özellikle de “Ermeniler” konusunda çok önemli detayları içerdiği muhakkak. 

Bu kitap ortaya peşin bir hüküm koyarak sizi bir yola teşvik etmeyi amaçlamıyor. Sadece karşılıklı katliamların yaşandığı o dönemde olanları Alman makamlarının belgeleri ile ve yazarın görüşleri ile sunarak Almanya’nın aynı dönemde Osmanlı ile müttefik olmayı nasıl değerlendirdiğini gözler önüne seriyor. 

SOYKIRIM TARİFİ.,

Uluslararası Ceza Mahkemesinin Roma statüsüne göre soykırım tanımı 6. Madde'de yapılıyor. 

Bu maddeye göre soykırım, bir milletin, etnik, dini bir grubun veya bir ırkın, tamamını veya bir bölümünü yok etmek, amaçlı yapılan aşağıdaki davranışlar şöyle tarif ediliyor: 

(a) Grup üyelerini öldürmek 
(b) Grup üyelerine ciddi fiziki veya zihinsel zarar vermek 
(c) Grup üyelerinin yaşam şartlarına, grubu fiziksel olarak yok etme amaçlı zarar vermek 
(d) Gruptaki doğumları kasıtlı olarak engellemek 
(e) Grubun çocuklarını zorla başka bir gruba transfer etmek. 
 
SORULAR.,

Soykırım olduğu iddia edilen dönemde Osmanlı ordusu salgın hastalıklara 400.000 asker ve Anadolu’daki sivil Türkler 800.000 kayıp verirken, Ermenilerin bütün kayıplarının saldırılardan meydana gelmesi mümkün mü? Acaba Ermeniler tifüs başta olmak üzere bütün salgın hastalıklara karşı bir aşı mı geliştirdi? 

Alman, İngiliz, Fransız, Amerikan ve Rus arşivlerinde yer alan 50.000'in üzerinde ilgili belge "soykırım olmadığını" gösterirken, neden Ermeni arşivleri açılmıyor? Acaba oradaki hangi belgelerin görülmesi Ermenistan'ı korkutuyor? 

Şayet sürgüne gönderilen bütün Ermeniler katledildiyse, geri dönen 644.900 Ermeni nereden çıktı? 
Osmanlı belgelerine göre sürgün sırasında 6.500-8.500 Ermeni eşkıya saldırısı sonucu, 60.000 Ermeni Anadolu'da hastalık sonucu ve 20.000 Ermeni yolculuklardan dolayı öldü. Ermeniler bugüne kadar neden bir defa bile kayıplar konusunda bir belge yayınlamadılar? 

Ermeni iddialarını kapsayan döneme ilişkin elinde muazzam sayıda belge bulunan ABD, İngiltere ve Almanya Ermeni tezlerini neden tanımıyor? 
 
ERMENİ PATRİK. '' ALMANLAR FRANSIZ HAYRANI ERMENİLERE TAKİBATI DESTEKLİYOR ''

Ele alacağımız ilk belge 29 Aralık 1914 tarihli bir telgraf. İstanbul büyükelçisi Wangenheim, Alman Şansölyesi Bethmann Hollweg'e yazmış. 

“Patrik, binlerce Ermeni’nin her yılın bahar aylarında çalışmak için Rusya'ya gittiğini ve sonbaharda da biriktirdikleri kazançlarla yurtları olan Türk vatanına geri döndüklerini, muhtemelen bu sırada da yabancı bir ülkede nasıl karşılandıklarına ilişkin deneyimlerini karşılaştırdıklarını, ancak Rus egemenliğine girmeleri durumunda kendilerini nasıl bir geleceğin beklediği konusunda ise kesin fikirlerinin olmadığını belirtti.” 

Madem Osmanlı Devleti Ermenilere yönelik bir soykırım harekatı başlatacak, neden eli silah tutan 20-45 yaş arasındaki Ermeni erkeklerini silah altına aldı? Neden askeri eğitim verdi? 

Bu çok garip. Çünkü bir soykırım planı olsa, Ermenilere askerlik öğretmek ve silah vermek, dahası ulaştırma gibi stratejik açıdan kritik sahalarda yine Ermenileri kullanmak, hem her cephede bozgun hem de bir iç savaş için gereken altyapının kurulması anlamına gelir. 

“Patrik, her zeki Ermeni’nin Türk egemenliğinde kalmak istediğini ve ilgili bölgelerin yabancı bir devletin egemenliği altına girmesi düşüncesini reddettiğini, ancak Doğu Anadolu'daki Ermenilere ilişkin planlanan reformlar doğrultusunda yasa önünde eşitlik, can ve mal güvenliğinin sağlanması konularının mutlaka gerekli olduğunu kaydetti”. 

Bu durumda Patriğin Alman sefire sözlerinde samimi olmayabilir. … Patrik burada diplomatik bir hamle yapmış olabilir. Eğer değilse, o zaman zaten Ermeniler Türk egemenliğinde reform istiyor. 
Ayrıca başka bir devletin hükümranlığını arzulamıyor. Ya Ermeniler iddia edilen soykırım tehdidinin farkında değiller ya da öyle bir tehdit hiç olmadı. İddia edilen soykırım gerçek olsa ve ona sadece birkaç ay kalsa, siz olsaydınız böyle mi davranırdınız? 
 
VASİLİ PİSKOPOSU KABUL EDİYOR.

Erzurum, 5 Aralık 1914 

“Erzurum iline bağlı kırsal alanda yaşayan Ermeni halkı bazı gelişmelerden oldukça rahatsızlık duyuyor ve bu gelişmeleri yeni bir kıyımın habercisi olarak algılıyor”. 
Ermeni piskoposu da doğrudan vali ile temasa geçiyor. Eğer soykırım varsa, Ermeniler neden validen yardım istesin? 
 
DÖRTYOL DA GARİP BİR OYUN...

İskenderun, 7 Mart 1915 
Bu olayla Ermenilerin Almanlara karşı olan güvensizliklerinin ne kadar derin köklere dayandığı görülüyor. Almanların Türklerle olan dostluğu kendiliğinden Ermeniler tarafından düşmanlık olarak görülüyor. 

 ERMENİLER.. İNGİLİZ İŞGALCİLERLE TİCARET YAPIYOR.

Adana, 13 Mart 1915 

“Dörtyol halkı seferberlik sırasında ya orduya hizmet vermek, ya da "bedel" ödemek zorunda 
idi. İnsanlar parasızlık nedeniyle geçimini sağlayamadı. 

Bu nedenle insanların çoğu, neredeyse hepsi, orduya katılmak yerine askerlikten kaçtı. Askerden kaçanların bazıları uzaklara kaçtı, ancak insanların çoğu evlerinde kaldılar. 
Bu durum ve çevrede oturan Türklerin Ermenilere karşı duydukları güvensizlik hükümetin dikkatini çekti. Özelliklede Dörtyol'da yaşayanların son kıyımda kendilerini Türklere karşı koruduktan sonra. 

Türk Limanlarının İngiliz savaş gemileri tarafından vurulmasından sonra İngilizler rahat bir şekilde karaya çıkıp Dörtyol'daki Ermenilerden alışveriş yapmışlardır. … Bu ticari ilişkiye karşı çıkılmasının nedeni ise hükümetin her şeyi gözlediği ve bazı kişilerin kurduğu bu ticari ilişki nedeniyle herkesi sorumlu tutacağı nedenine dayanmaktadır. 
Ocaklı'dan Köşkeryan adlı bir başka Ermeni İngiliz savaş gemisinden karaya çıkmış. 

Köşkeryan, Türklerin kıyımı sonucu ölen eşi nedeniyle yurt dışında bulunuyormuş. 
Komşu yerleşim yerlerinde yaşayan Türkler Dörtyol'da yaşayan Ermenilerin tasfiyesi için acil talepte bulunmuş, olası başka olayları önlemek ve asker kaçaklarının yakalanması için, hükümetten yardım istemiş, yetkililer de bir gecede Ermeni erkekleri bölgeden uzaklaştırmıştır. 

Ermeni erkekler sıkı gözetim altında Halep'e gönderilmiş, burada da yol yapım işlerinde çalıştırılmıştır. Ermeniler teslimiyet içinde olmuş ve hükümete karşı direniş göstermemişlerdir. 

Kaçma girişiminde bulunan üç kişi vurularak ele geçirilmiştir. Bu üç kişinin de ateşli silah kullanmadıkları sanılıyor. 

Askeri görevliler bu süreçte herhangi bir taşkınlık ya da hata yapmadılar. Dörtyol'da kalan çoğunlukla kadın ve çocukların durumu henüz endişe duyulacak halde değil. Yoksulluk ülkenin her yerinde görülen bir olgu. 

Zaman zaman kıyımdan da söz ediliyor. Ancak Türklerin ve Almanların müttefik olmasının iyi bir rastlantı olduğu düşüncesi de paylaşılıyor. Bu iki ülkenin müttefik olmasıyla her türlü sertliğin ve haksız muamelenin kınanacağı ve bu tür davranışların olanaksız kılınacağı düşünülüyor. 

***

28 Şubat 2018 Çarşamba

FAHREDDİN PAŞA VE ERMENİ MESELESİ, BÖLÜM 2

FAHREDDİN PAŞA VE ERMENİ MESELESİ, 
BÖLÜM 2



Musa Dağ Vakası ve Fahreddin Paşa’nın Raporu


Samandağ’ın Çıralı sahilleri ve arka planda Musa Dağ

Musa Dağ, Hatay’a bağlı Samandağ (Süveydiye) İlçesi’nden geçen Asi Nehri’nin 
Akdeniz’e karıştığı Amanos Dağları eteklerinde bin metre yüksekliğinde büyük 
sivri kayalık ve çalılarla kaplı bir dağdır. Bu dağın dünya çapında meşhur 
olması, Ermenilerin burada yaptıkları isyanı anlatan ve daha sonra sinemaya da 
aktarılan, Franz Werfel’in “Musa Dağ’da Kırk Gün” adlı romanı ile olmuştur. 
Yanlış olarak bir tarih kitabı veya belgesel olarak algılanan roman ve film, 
Batı’da Türk aleyhtarı bir kamuoyunun oluşmasında hayli tesirli olmuştur. Bu 
roman ve film projesi daha o yıllarda Almanya, Türkiye ve ABD açısından bazı 
siyasî ve diplomatik gelişmelere sebep olmuştur. Biz burada 1933’te 
yayınlanmasından itibaren dünya kamuoyunu Türkler aleyhine etkileyen romanın dayandığı Musa Dağ Ermeni hâdiselerine kısaca temas edeceğiz.Birinci Dünya Savaşının başlamasından sonra İskenderun ve Halep bölgesini işgal imkânı arayan başta Fransa olmak üzere itilâf Devletleri İskenderun şehrini altı defa denizden bombalamakla kalmayarak Doğu Akdeniz’i de denizden abluka altına almışlardı. 

Yapmak istedikleri çıkarmayı kolaylaştırmak için bölgenin Hıristiyan halkını 
ayaklandırmaya çalışıyorlardı. Yine bir Ermeni araştırmacı tarafından yapılan 
çalışmaya göre 14 Eylül 1915 tarihine kadar Fransız savaş gemileri tarafından 
Port Said’e getirilen Musa Dağlılar 4.088 kişidir. Bu bilgilere rağmen hâlâ Musa 
Dağ Ermenilerinin devlet tarafından planlı yok edildiği propagandasını yapmanın 
ne kadar büyük bir yanlış olduğu ortaya çıkmaktadır. Aynı gazetenin iddiasına 
göre Musa Dağ’da Osmanlı güvenlik kuvvetlerine direnen 5.000 kişiden 951’i 
ölmüştü. Bu rakamın da gerçeği yansıtmadığı rakamların tutarsızlığından 
anlaşılmaktadır. Mavi Kitap’ta ise Musa Dağı Ermenilerinin sayısı hakkında 4.058 ilâ 4.200 arasında çelişkili rakamlar verilmektedir. 21 Ekim 1915 tarihinde Egyptian Gazetesi bu haberi direnişçilerden aldığı bilgiye dayanarak şöyle vermektedir: “Tepe eteğindeki köylerimizi savunmanın imkânsız olduğunu düşünerek alabildiğimiz kadar yiyecek ve malzeme ile üç saat mesafedeki Musa Dağ’m Damlacık denilen tepelerine çekildik. Altı Ermeni köyü olarak toplam 5.000 kişi idik. Hayatta kalanlar, 4 yaşının altındaki bebek ve çoeuklar 413, 4-14 yaş arası kızlar 505,4-14 yaş arası oğlanlar 606,14 yaş üstü kadınlar 1.449, 14 yaş ve üzeri erkekler 1.076 olmak üzere toplam 4.049 kişidir”.

Amerika’da çıkan Outlook gazetesinin 1 Aralık 1915 tarihli sayısında Zeytun ve 
Musa Dağ isyanları اbilgi veren ?apaz Dikran Andreasyan ise Musa Dağ isyanımn 
1915 yılı baharında OsmanlI Devleti’nin 6.000 kadar askerini kasabanın yakının daki kışlalara yerleştirmesi ve Ermeni manastırının boşaltılmasını istemeyen Ermenilerin asker- lere direnmesiyle başladığım iddia etmektedir. Bu  ifadeler, Ermenilerin isyan çıkarmak için suni sebepler aradıklarını göstermektedir.

Papaz Dikran ın daha sonra anlattıkları da bu tespiti doğrulamaktadır. Çünkü 
İskenderun gibi düşman askerle- rinin çıkarma yapması ihtimali bulunan bir 
yerdeki kışlaya hükümetin asker yerleştirmesi çok normal bir harekettir. Bölgede Osmanlı vatandaşı olarak yaşayan Ermenilerin kendi güvenliklerini sağlamaya da yönelik bu teşebbüsten aslında memnunluk duymaları gerekirdi. Papaz Dikran, bu direnişten sonra hükümetin 13 Temmuz 1915 tarihinde


Bazı Ermeni ve Halep Amerikan konsolosluk kaynakları şehirde Ermenilerle 
Müslümanlar arasında çatışmaların olmamasını Fahreddin Paşanın dirayet ve 
gayretine bağlamıştı Askeri Yargıtay Divanı Üyeleri toplu halde (1933). 

Ön sıra, soldan sağa: 

1- Korgeneral Mustafa Muğlalı, 
2- Korgeneral Ali Fuat Erden, 
4- Orgeneral Fahrettin Altay, 
5- Mareşal Fevzi Çakmak, 
7- Orgeneral Ali Sait Akbaytugan, 
8- Korgeneral Fahrettin Türkkan, 
9- Korgeneral Salih Omurtak, 
10- Korgeneral Öner Halis Bıyıktay. 

Orta sıra, soldan sağa: 

3- Yüzbaşı Tevab Tarzi, 
5- Tümgeneral Şükrü Kanatlı, 
6- Korgeneral Cemil Cahit Toydemir, 
9- Korgeneral izzettin Çalışlar, 
10- Korgeneral Sabit Noyan, 
11- Albay Fehmi Türesel, 
12- Yüzbaşı Talat. 

Arka sıra, Soldan Sağa: 

1- Yüzbaşı Ali Uras, 
6- Yüzbaşı Cemal Tural, 
7- Yarbay Feyzullah Barshan, 
8- Binbaşı Arif… (Mareşal’in emir subayı), 
10- Binbaşı Şefik Erensu, 
13- Tümgeneral Zeki Doğan, 
15- Albay Şefik Çakmak.

İtilâf Devletlerinin İskenderun kıyılarına bir çıkarma yapacağı sözleri etrafa 
yayılınca Samandağ bucağına bağlı yedi Ermeni köyü halkı hükümete olan vergi 
borçlarını ödememişler, Osmanlı Silahlı Kuvvetlerinin ihtiyacı için gereken 
yardımı yapmamışlar ve isyan etmişlerdir tehcir kararı aldığını ve bu karara uymak istemeyen altı Ermeni köyünün direnmek üzere Musa Dağ’a çıktıklarım belirtmektedir. Samandağ Ermenilerinin isyanlarında, itilâf Devletleri’nin Çanakkale’de başarılı olacağı ümidi de etkili olmuştur.




Antep’te Ermeni mülteciler, yardım komitesince hazırlanan çadırlarda, 1909

 İsyan eden Ermeniler yanlarına uzun süre yetecek yiyecek, içecek ve hayvan sürülerini de almışlardı. Musa Dağ’ın Damlacık mevkiine çıkan 5.000 kadar Ermeni siperler kazarak ve dağa çıkan önemli geçitleri tutarak muhkem bir savunma hattı kurmuşlardı. Ermenilerin ellerinde 120 adet son model tüfek, av tüfekleri, filinta tüfekler ve süvari tüfekleri bulunuyordu. 21 Temmuz’da Ermeniler ile Türk kuvvetleri arasında çatışmalar başladı. Bu çatışmalarda sayıca güvenlik kuvvetlerinden çok olan Ermeniler 200‘den fazla askeri şehit ettiler. Kırk gün kadar devam eden direnişlerinden sonra Ermeniler, yiyecek ve cephanelerinin azalması üzerine Halep’teki Amerikan Konsolosu Mr. Jakson’a ve İskenderun kıyılarında bulunan Ingiliz, Fransız, Rus ve Italyan savaş gemilerine haber göndererek onlardan Hıristiyanlık adına kendilerini 
Kıbrıs a götürmelerini, bu mümkün olmazsa yeterli silah ve cephane 
göndermelerini istediler.


Hasankale’de Ermeniler tarafından yaralanan Türkler

Alacakları silahlarla Türklerle savaşmaya devam ederek itilâf Devletleri’ne 
yardımcı olacaklarını da Eylemekten geri kalmadılar (2 Eylül .)واوا 
Papaz Dikran Andreasyan, dirençlerinin elli üçüncü günü Türk güvenlik kuvvetlerinin çatışmayı keserek Ermenilere teslim çağrısı yaptıkları bir sırada Guicheıı (Go$ın) adlı bir Fransız savaş gemisinin yardımıyla Jeanne D’arc (Jandark), Desaix kruvazörü, dört Fransız ve bir de İngiliz kruvazö- rü ile 14 Eylül 1915 tarihinde Port Said Limanı’na rahat bir şekilde nakledildiklerini anlatmaktadır. Bu kadar çok Ermeni’nin Kıbrıs’a gönderilmesi kabul edilmeyince Fransız muhripleriyle İskenderiye’ye nakline karar verildi. Musa Dağ Ermenileri $üveyş Kanalı’nın Asya tarafında fazaret toplama kampına yerleştirildiler. 4. Ordu Kuman- dam ve Bahriye n؛n’n،zaN Kudüs’ten Başkumandanlık Vekâleti’ne gönderdiği 14 Eylül 1915 tarihli şifreli yazıda bu hâdise şöyle anlatılmaktadır: “Musa Dag’da direnen Süveydiye Ermenileri büyük ihti- maile aldıkları davet üzerine Viktor Hugo, Hanri Fastersin, Lui ve isimleri anlaşılamayan diğer üç Fransız harp gemisin- de toplanmışlar. Asilere karşı 41. Fırka’nın 1.ci alayı ile bir cebel takımı sevk edilmiştir. Viktor Hugo ve Dördüncü Hanri,


Fransızarın Osmanlı’ya karşı silahlandırdığı Doğu Lejyonu

Fahreddin Paşa, devlete isyan ederek asayişi bozan ve masum insanları katleden Ermenilerin isyanlarını bastırması sebebiyle haksız yere Ermeni düşmanı olarak suçlanmakla kalmamış, Ermeni Komita Merkezi tarafından kara listeye alınarak öldürülmesine karar verilmişti

Fransızlar. Musa Dağından götürdükleri ve silahlandırdıkları 4000 kadar 
Ermeni’yi Türklere karşı kullanmak amacıyla 15 Kasım 1916‘da Doğu Lejyonunu (bu birliğin adı 1918’de Ermeni Lejyonu oldu) kurma kararı aldı. Bu lejyonun 
kurulmasında büyük payı olan Fransız Albav Bremond kendi Dışişleri Bakanlıgı’na verdiği raporda; “Musa Dağı’ndan getirdiğimiz Ermeniler için size daha önce de yazmıştım. Bunların kamp masraflarını -ayda 30.000 Frank’ın üzerinde- savaş sonunda nasıl olsa Ingiltere’ye ödemek zorundayız. Hiçbir teşebbüste bulunmazsak, üstelik parasını cebimizden ödeyerek, bu Ermenilerin 
İngilizleşmelerine, Amerikanlaşmalarına veya Ermenileşmelerine imkân vermiş 
olacağız. Bunun için de, şimdiye kadar olan davranışlarımızdan derhal vazgeçip 
tam bir geriye dönüş yapmamız lâzımdır. Bugün süratle davranırsak bu Ermeniler her istediğimizi yapacaklardır. Bunun gemileri Kabaklı (Mevaklı) civarındaki kıtaların ordugâhını da bombardıman ederek asker ve ahaliden 8 şehîd, 2 yaralı ve 20 hayvanın telef olmasına sebep olmuştur. 30 Ağustos 1331 (12 Eylül 1915) gecesi âsilerin saklandıkları Damlat’a gelen müfreze hiçbir âsiye 
rastlayamamıştır. Bunların gece yarısı düşman gemilerine gittikleri 
anlaşılmıştır.”

“Fransız filosuna karşı ordugâhın gizlenmesine ehemmiyet vermeyerek boş yere 
kayıp verdirenlerle, Ermenilerin kaçmasına sebep olanları şiddetli cezalandırmak 
için Fahreddin Paşa, Bahriye Nâzırı’nın emri üzerine derhal oraya gitti. Bundan 
sonra İskenderun ve Antakya’daki Ermenilerin tehciri hızlandırıldı.”

Fahreddin Paşa, Birinci Dünya Savası sırasında ortaya çıkan bu hadiseleri ve 
kendi ilgisini, yukarıda adı geçen romanın yayınlanmasından sonra şöyle 
anlatmaktadır: “Birinci Dünya Harbi sırasında İtilâf Devletleri’nin İskenderun 
kıyılarına bir çıkarma yapacağı sözleri etrafa yayılınca Samandağ bucağına bağlı 
yedi Ermeni köyü halkı hükümete olan vergi borçlarını ödememişler, Osmanlı 
Silahlı Kuvvetlerinin ihtiyacı için gereken yardımı yapmamışlar ve isyan etmişler dir. Bu isyanın hemen bastırılması için askeri kuvvetlere ihtiyaç duyulmuş, bunun üzerine bir jandarma alayı bölgeye gönderilmiştir. Daha sonra da 
4. Ordu Kumandanlığı tarafından bu bölgelerde yaşayan Ermenilerin başka yerlere göç ettirilmesi Başkumandanlığa tavsiye edilmiştir. Başkumandanlıktan alınan yetkiye göre âsilere göç için yedi günlük bir süre verilmiş, fakat âsiler bu 
sürenin sonunda göç etmeyerek Musa Dağ’a çıkmışlardır. Bunun üzerine hükümet, emirlere uymaları için âsilere memurlar göndermişse de Ermeniler bunları dinlememiş ve silahla karşı koymuşlardır. Başka bir çıkar yol bulamayan bölge kumandanı Albay Galip jandarma alayıyla Musa Dag’a inen yollan kontrol altına aldırmış ve bizzat kendisi Musa Dagı’na çıkarak son bir defa daha isyancılarla konuşmak istemişse de, dağ üzerinde hiç bir kimsenin kalmadığını görmüştür. Yapılan incelemede, Ermenilerin denize doğru inen bir yamaçtan Akdeniz’e indikleri anlaşılmıştır, izleri takip ederek deniz kıyısına kadar inen Albay Galip, burada 20-30 kadar hayvan ölüsüyle karşılaşmıştır. Yapılan araştırmada İskenderun kıyılarını gözetleyen bir Fransız harp gemisinin Musa Dağı’ndan verilen işaret üzerine kıyıya bir sandal göndererek buradaki Ermeni çete başlarını ve diğer isyancıları gemiye taşıdıkları anlaşılmıştır. 
Bu konu Fransız hükümetinden sorularak, doğruluğu öğrenilebilir. 
Daha temini için de başlarına bir Fransız subayını kumandan tayin etmemiz ve bu subayı da doğruca Paris’e bağlamamız gereklidir. Böyleee elimizin altında 
güvenebileceğimiz bir güç bulunacaktır. Unutmayalım ki aksi bir davranış ile bu 
؛relinemrEkaybedeceğiz ve üstelik bunlardan faydalanacak olan Ingiltere’ye de 
para ödeyeceğiz.” (Erdal Ilter, Türkiye’de Sosyalist Ermeniler ve Silahlanma 
Faaliyetleri (1890-1923), İstanbul 1995, .100-101).



Ermeni Lejyonu, her biri 200 kişi olan altı bölükten kurul- du. 160 Suriyeli 
gönüllüden de bir bölük teşkil edildi. Bu bir- liklerin en iyileri OsmanlI 
ordusunda asker olan Ermeniler ve Musa Dağı ؛relinemrEidi. Bu lejyondaki 
Ermeniler Kıbrıs’ta Magosa’nın Bogaztepe Ermeni Lejyoner askerî kampında 
eğitildiler. Ermenilerden oluşturulan üç taburluk bu lejyon kuvveti 1919 ve 
sonrası Fransa adına Antep, Maraş, Adana ve Urfa bölgesinde Türk istiklâl 
Mücadelesine karşı savaşmıştır.sonra Musa Dağı’nda yapılan araştırmalarda, 
hiçbir insan cesedine rastlanmadığı gibi, yaralı veya hasta bir kimse de 
bulunamamıştır. Bu bakımdan Yahudi asıllı Werfel tarafından yazılan ve bütün 
dillere çevrilerek dağıtılan bu kitabın konusunun tamamen hayalî ve uydurma 
olduğu, Türkler aleyhinde kamuoyunu yanıltmak için bir propaganda niteliği 
taşıdığı sonucuna varılmıştır.” Görüldüğü gibi, bir Türk askeri olarak Fahreddin 
Paşa, bölgesi Suriye’de, Adana, Urfa, Zeytun (Süleymanlı) ve Haçin (Saimbeyli) Ermeni isyanlarının bastırılmasında önemli bir rol oynamıştır. Yaptığı başarılı çalışmalardan dolayı Fahreddin Paşa Başkumandanlık Vekâleti tarafından 27 Eylül 1915’de muharebe gümüş madalyası ile taltif edilmiştir. Devlete isyan ederek asayişi bozan ve masum insanları katleden Ermenilerin isyanlarını bastırmış olması dolayısıyla İngiliz casusu Lawrence ve Fransız subayı Bremond tarafından haksız yere Ermeni düşmanı olarak suçlanmıştır. Ermeniler hakkında sadece vatanperver ve vazifeşinas bir Osmanlı subayı olarak hizmet eden Fahreddin Paşa yalnız suçlanmakla kalmamış, Ermeni Komita Merkezi tarafından kara listeye alınarak öldürülmesine karar verilmiştir. Ancak Ermeniler bu kararlarını uygulama imkânı bulamamışlardır.


Çarpıtılan Tarihî Gerçekler

Fahreddirı Paşanın sorumluluk sahasında meydana gelen Ermeni isyanlarında İtilaf Devletleri ve misyonerlerin önemli rolü olmuştur. Ermeniler hem bölgedeki 
misyonerler, hem de İtilaf Devletleri tarafından kışkırtılmış ve silahlandırılmıştı

VESİKA 1 Ermenilerin başka bölgelere yerleştirme yaşaya nedenleri hakkında 
Hariciye Hukuk Müşaviri Mehmed Münir Bey’in 1335 (1917) tarihli raporu. BOA. HR. HU, Kr.173/5 

VESİKA 2- Tehcir sırasında Ermenilere fenalıkta bulunanlar hakkında 
tahkikat (Tehcir sırasında Ermenilere fenalıkta bulunduğu bildirilen kişi ve 
memurlar hakkında tahkikat yapılması ve yapılan tahkikatın neticesinin 
bildirilmesi yolunda Dahiliye Nezareti’nden Kayseri Mutasarrıflığıma şifre 
telgraf.) 16 Ca. 1337 (17 Şubat 1919) BOA. DH. ŞFR, nr 96/214 

VESİKA 3- Zeytun, Demirkapu ve Pllümür köylerinde Ermeni askerleri tarafından yapılan yağma ve mezâlim. 

VESİKA 4- Erzurum köylerinde Ermenilerce katledilen Islâm nüfusu ile yakılan köy ve haneleri gösteren cetvel

Fahreddin Paşanın içinde bulunduğu hâdiseler incelendiğinde, tehcir uygulaması 
dışında bulunan Güneydoğu ve Çukurova Ermenilerinin Osmanlı Devletine isyan 
etmek amacıyla uzun bir süredir hazırlık içinde oldukları anlaşılmaktadır. 
Devlet görevlileri Ermeni isyanlarım yatıştırmak için elinden geleni yapmıştır. 
Fakat bütün bu iyi niyetlere Ermeni direnişçiler tarafından ateşle karşılık 
verilmiştir. Bununla da kalınmayarak isyanların bastırılması, Türklerin 
Ermenileri katli seklinde duyurulmuştur. Fahreddin Paşa’nın sorumluluk sahasında meydana gelen Ermeni isyanlarında itilaf Devletleri ve misyonerlerin önemli rolü olmuştur. Ermeniler hem bölgedeki misyonerler, hem de İtilaf Devletleri tarafından kışkırtılmış ve silahlandırılmıştır. Ermenilerin direnme imkânı kalmadığında ise Musa Dağ’da olduğu gibi Hıristiyan kardeşlik ve menfaatleri adına direnişçiler itilaf Devletleri tarafından kurtarılmışlardır. Musa Dağ’da Ermeniler çok az kayıp vermelerine rağmen isyan eden herkesin öldürüldüğünü öne sürecek kadar gerçek dışı açıklamalarda bulunmuşlardır. Bu hadiselerin ortak özelliği, mecburî göç sahası dışında olmalarına rağmen Ermenilerin isyan etmiş olmasıdır. Dolayısıyla bu isyanların tehcir edilme korkusuyla meydana geldiği iddia edilemez. 

Hatta bu bölge diğer yerlerden tehcir edilen Ermenilerin iskân mıntıkası olarak seçilmişti. 

Bu isyanlar hakkında batılı konsolos, görevli ve misyonerlerin verdiği bilgilerin çoğu taraflı, çelişkili ve yanlıştır. 

Urfa isyanında Alman Misyoner Kunzler, Fahreddin Paşa’yı sebepsiz yere Ermenileri öldürtmekle suçlarken, bazı Ermeni ve Halep Amerikan konsolosluk kaynaklarının Antep’te barış ve huzurun onun sayesinde sağlandığını belirtmesi bu tezada güzel bir örnektir. Bu çalışmada tekrar görülmüştür ki tarih; onu yaşayanın veya gerçeğin değil, yazanın, hatırlayanın, anlatanın, yansıtanın, canlı tutanın ve sahip çıkanın arzu ettiği tarzda şekillenmektedir. Türk-Ermeni ilişkilerindeki kırılmada yaşananların sonuçlarından çok sebeplerini anlamaya yönelik çabalar öğretici ve yararlı olacaktır. Bütün bu vakalar olduğu şekliyle ve tarafların hepsinin ifadesiyle incelendiğinde gerçeğe yakın bir resmin ortaya çıkması; düşmanlık ve nefreti sürdürme yerine birbirini anlama, analiz ve sentez etme gibi yararlı bir yola dönüştürülebilir. Son söz olarak görevini titizlikle 
yapmaktan başka bir maksadı olmayan Fahreddin Paşa’yı Ermeni kasabı ve vatanım korumaktan başka bir gaye gütmeyen milletimizi soykırımla suçlamak büyük bir haksızlık, yanlışlık ve gerçeği saptırmadır.


Osmanlı’ya İsyan eden Ermeni çetelerinin elebaşlarından biri

Kaynaklar: 

BOA, Dâhiliye ؛terâzeN Şifre Kalemi, nr. 54-A/220; İrâde, Taltifat 21 
Zilkade 1333/36; Naci Kâşif Kıcıman, Medine Müdafaası, İstanbul 1971;  

Feridun Kandemir  Peygamberimiz Gölgesinde Son Türkler Medine Müdafaası, İstanbul 1974; 
Şevket Süreyya Aydemir, Makedonya’dan Orta Asya’ya Enver Paşa, 111, İstanbul 1972; 

İsmet Görgülü, On ¥ıllık Harbin Kadrosu, Ankara ؛3991 
Cemal Paşa. Hatıralar, Haz. Behçet Cemal, İstanbul 1977; 
Birinci Dünya H arbi’nde Türk Harbi IV.Cilt 1. Kısım: Sina-Filistin Cephesi, Genel Kurmay Basımevi, Ankara 1979; 
Mekki Şebike, El-Arab ve’s-Siyasetü’l-Britaniyye Fi’l-HarbiT-Alemiyye El-ûlâ, Beyrut (Lübnan) 1971; 
Ihsan Sabis, Harb H atıralarım , 1, Ankara 1943, s. 171; 
Esat Uras, Tarihte Ermeniler ve Ermeni Meselesi, A nkara 1950; 
Mehmet Hocaoğlu, Tarihte Ermeni Mezalimi ve Ermeniler, İstanbul 1976; Kâmurân Gürün, Ermeni Dosyası, Ankara 1983; Cevdet Küçük, ıl ؟a mr O Diplomasisinde Ermeni Meselesinin Ortaya Çıkışı, (1878-1897), İstanbul 1984; Ermeni Komitelerinin Amâl ve Harekât-1 Ihtilâliyesi, Haz. Cengiz Erdoğan Ankara 1984; Azmi Süslü, Ermeniler ve 1915 Tehcir Olayı, A nkara 1990; Kemal Çiçek, Ermenilerin Zorunlu Göçü (1915-1917), A nkara 2005; Talat Paşa’nın Anıları, Haz. Alpay K abalalı. İstanbul 1994; Arnold ]. Toynbee, James Bryee, OsmanlI im paratorluğum da Ermeni- lere Yönelik Muamele 1915-1916,11, Çev. Atilla Tuygan-Jülidereli؟nemriğeD İstanbul 2006; Ergünöz Akçora, “Talat Paşanın 1915 Urfa isyanı Hakkmdaki R aporu”, ^ !. Türk Tarih Kongresi (Eylüll990), Ankara 1994, s. 1785; Arşiv Belgeleriyle Ermeni Faali- yetleri (1914-1918), I, Ankara 2005; Askeri Tarih Belgeleri Dergisi, sayı 81 (Aralık 1982), nr. 1820, nr. 1823, ٨٢. 1824, nr. 1836, ٨٢. 1837, nr. 1840, nr. 1841, 1842 ,٢١؛. nr. 1843, nr. 2020; sayı 83 (Mart 1983), nr. 1922; sayı 85 (Ekim 1985), nr. 2017, nr. 2020; sayı 86 (Nisan 1987 ), nr. 2048, nr. 2053, nr. 2057, nr. 2058; H ansT ukas Keiser, şımnalak Barış Doğu ؟dnirelteyaliy Misyonerlik Etnik Kimlik ve Devlet 1839-1938, Çev. Atilla Dirim, İstanbul 2005; a.g.mlf., “Bir Misyoner Hastanesinin Çevresindeki Küçük Dünya: Urfa, 1897- 1922”, Falih Rıfkı (Atay), “Hicaz’daki Son Türk”, Büyük Mecmua, Sayı 1 (6 M art 1919), s. 4; Yenigün, 30 Teşrin-i Sani 1918; Halil Aytekin Kıbrıs’ta M onarga (Boğaztepe) Ermeni Lejyoner Kampı, Ankara 2000; 
Edmond ,dnom؛؛rB ! e Hedjaz Dans Ea Guerre Mondiale, Paris 1931; Thomas E،lwards Lawrence, Seven Pillarş of The Wisdom, London 1983, Türkçe tere.: Bilgeliğin Yedi Direği: Bir Casusun Anıları, Çev. Yusuf Kaplan, İstanbul 1991; Kâz™ Karabekir, ¡stiklal Harbimiz, İstanbul 1988; Erich Feigle, “Franz Werfel And The Forty Days Of M usa Dagh: A Bestseller Serves As A Fake Bıble”, Ermeni A raştırm aları Dergisi, Sayı 4 (Şubat 2001), s. 155- 156, 243-254; Guenter Lewy, TheA rm enian Massacres in Ottoman Turkey, Salt !ake City 2005; Sedat Laçiner-Şenol Kantarcı, A rarat Sanatsal Ermem Propagandası, Ankara 2002.


2016-07-07 
Kursistemin Başkanı

https://haber.kursistem.com/fahreddin-pasa-ve-ermeni-meselesi.html


***