18 Ekim 2015 Pazar

Ermenistan'ı Türkiye Üzerinden Ele Geçirmek



Ermenistan'ı Türkiye Üzerinden Ele Geçirmek



13 Eylül 2008 Cumartesi
EROL MANİSALI
Washington, Londra ve Brüksel, Ermenistan ve Gürcistan’ın NATO ve AB’ye alınmasını istiyorlar.
İsrail, Ermenistan ve Gürcistan Büyük Ortadoğu Projesi’nde Batı’nın bölgedeki doğal uzantıları konumundalar.
Ermenistan ve Gürcistan’ın NATO ve AB’ye sokularak Batı’nın Kafkasya’ya yerleştirilmesinde Ankara bir maşa gibi kullanılıyor. Bu “misyonu” üslenen hükümete Batı’dan alkışlar geliyor “Sen benim maşam ol, ben senin arkanda durayım…” AKP hükümeti Ermenistan ve Gürcistan konularında neler yapıyor? AB ve NATO üyeliklerinin altyapısı nasıl hazırlanıyor? Önce Ermenistan’ı ele alalım:
-Ermenistan fiilen, bölgenin iki büyük gücü Rusya ve İran ile çok yakın ilişkiler içinde. Ekonomik ilişkilerden başlayarak bu bağların koparılması ve “Türkiye üzerinden Batı’ya kaydırılması” isteniyor.
Ermenistan üzerinde Batı’nın etkisini arttırabilmek için onun iktisadi olarak güçlendirilmesi zorunlu. Kuzey Irak’ta Barzani yönetimi için yaptırdıklarını şimdi de Ermenistan için uygulattırıyorlar.
Kapılar açılacak ve bu kapılardan Ermenistan’a Batı’nın her türlü eli, Türkiye üzerinden uzanacak. Böylelikle Rusya ve İran’ın etkisi ortadan kalkacak, Batı ekonomik olarak dev yardımlar yapacak. Diyaspora Türkiye’yi bir koridor gibi kullanacak.
İşte Gül’ün (ve hükümetin) üslendiği misyon budur. Washington, Londra ve Brüksel’den yükselen alkış sesleri bundandır.
-ABD (ve AB) Gürcistan’da Ankara’ya gerekenleri yaptırttı. Gürcistan’a Türkiye üzerinden silah sokuldu, ordusu Ankara’ya eğittirildi. Sonunda düğmeye basıldı ve Gürcistan ile Moskova arasında, “uluslararası bir sorun üretildi.”
ABD ve NATO savaş gemilerinin Karadeniz’e doluşmalarının yolu böylelikle açıldı. Ayrıca Ankara ile Moskova bir güzel karşı karşıya getirildi.
Gül’ün Erivan ziyareti Batı \t\tiçin çok önemli
Rusya ve İran’a karşı Ermenistan’ın “Türkiye üzerinden Batı’ya bağlanması”, Batı’nın Kafkasya’daki çıkarları ve BOP için hayati bir önem taşıyor.
Gürcistan’ın Güney Osetya’ya saldırması ile başlatılan “kampanya”, “Gül’ün Ermenistan’a Batı’nın elini uzatması ile” devam ediyor. Erivan ziyareti, 1991’deki “Çekiç Güç”e paralel bir operasyondur. Çekiç Güç’ün bugüne kadar Irak ve Güneydoğu’da yerine getirdiklerini, kuzeydoğu sınırımızda başlatacaktır.
ABD ve AB’nin AKP ile yürütmekte olduğu politika devam ederse şu sonuçla karşılaşacağız:
-Gürcistan ve Ermenistan NATO ve AB’ye zamana yayılarak alınacaklar. Muhtemelen iki ülke arasında federal bir çatı kurulacak.
-Hükümetin de desteği ile ABD, AB ve NATO askeri güçleri Karadeniz’e yerleşecekler.
-Türkiye Rusya ile karşı karşıya gelecek ve çok büyük sorunlar yaşanacak.
“ABD’nin 1 Mart Teskeresi’ni” Meclis’ten geçiremeyen hükümet Irak, Kıbrıs ve Kafkasya’daki uygulamaları ile bunu telafi etmiş ve Amerika’nın gözüne girmiştir. Cüneyt Zapsu’nun tavsiyeleri ABD tarafından uygulanmaktadır.
Ankara kendi kuyusunu mu kazıyor?
AKP’nin izlediği politika kime yarıyor? Bölgeye ve Türkiye’ye barış ve esenlik mi getiriyor? Türkiye Cumhuriyeti’nin bölgede çağdaş, demokratik, güçlü bir ülke durumuna gelmesini mi sağlıyor? Yoksa sömürgeci amaçlar peşinde koşan dış güçlerin bölgeye, “Türkiye’deki yönetimler aracılığı ile”yerleşmelerine mi yol açıyor?
Bu sorunların yanıtlarını Ortadoğu’da son 15 yıl içinde ortaya çıkan fiili gelişmeler ve Batı’nın Türkiye ve bölge üzerinde belgelere geçmiş talepleri ışığında baktığımız zaman büyük olasılıkla şunlarla karşı karşıya kalacağız:
-Türkiye Karadeniz’den, Kafkasya’dan, Irak’ın kuzeyinden, Akdeniz’den ve Ege’den kuşatılıp baskı altında tutulacaktır.
-Yunanistan ve Rum örneğinde olduğu gibi NATO ve AB’nin yeni üyeleri tarafından Kafkasya’dan da sürekli sıkıştırılacaktır.
-ABD, AB ve NATO, “Türkiye karşıtı üyeleri kanalı ile” Ankara’yı baskı altında tutacaktır. Bugünkü politika sürerse karşılaşacağımız manzara bu olacaktır.
ABD ve AB’nin “Türkiye içinde oluşturdukları siyasi ve ekonomik uzantıları” , bütün bu koşulların hazırlanmasına yardım ediyor. Abdullah Gül’ün ABD, AB, Ermenistan ve Gümrük Birliği ile ilgili olarak dün söyledikleri ile bugün yaptıkları ve söyledikleri arasındaki karşıtlık,“sorunların nedenlerini de açık bir şekilde gösteriyor”.
Bugün yapılmakta olan yanlışlar, “yanlış oldukları biline biline uygulanıyor.” Ancak Türkiye için hata kabul edilenlerin emperyalizmin doğruları olduğunu görüyoruz.
Keşke Gül Erivan’a bölge ülkelerinin ve halklarının ortak çıkarları için gitseydi. Keşke bölgeye göz diken dış güçlerin alkışlamadığı bir insan olarak bu ziyareti yapsaydı. Ama o zaman da iktidarda başkaları olurdu, esas sorun burada…

Bir not: 

8 Eylül 2008 tarihli Bıçak Sırtı’nda “Güneydoğu Asya Birliği” sözcükleri yanlışlıkla yazıya girmediği için Hindistan’ın Şanghay İşbirliği Örgütü içinde bulunduğu gibi yanlış bir anlam ortaya çıkmıştır; düzeltiriz.

http://www.cumhuriyet.com.tr/koseyazisi/9610/Ermenistan_i_Turkiye_Uzerinden_Ele_Gecirmek_.html
..

16 Ekim 2015 Cuma

Yalnız Ermenileri Değil Aldo Moro'yu da Biz Öldürdük!



Yalnız Ermenileri Değil Aldo Moro'yu da Biz Öldürdük!


 Ali Tartanoğlu




Kim günahsızsa taşı ilk atsın!

21.04.2015 0:00   


Türk’ün garip başının yüz yıllık belası… Veya belalarından biri…

Sanki Türkler dünyanın en lanetli ulusu… Biraz daha dursalar Kızılderilileri de, Afrikalıları da, Hintleri de Türkler kestiydi diyecekler…

Libya’yı da Türkler işgal etti, Irak’ı da Türkler işgal edip bir buçuk milyon insanı Türkler öldürdü; Hindistan’ı, Afrika’yı yüzyıllarca Türkler sömürüp, 200 milyon Afrikalıyı Türkler öldürdü; Amerika’da zencileri Türkler katletti, Kunta Kinteleri Türkler yarattı. Amerika’da köleliğin kaldırılmasına itiraz eden Güney Amerikalılar da Türk’tü, dört yıl boyunca bu yüzden savaştıkları Kuzey Amerikalılar da Türk’tü. Hatta polisimiz hala, parkta, bahçede, benzincide, evinin önünde arabasını yıkarken nerde zenci görse takır takır vuran polisler de aslında Gezi Parkından Amerika’ya tayin edilmiş Türk polisleri.  İkinci Dünya Savaşında ülkedeki Japonları da Türkler toplama kamplarına tıkmıştı. Hindistan’da Gandileri Türkler hacamat etti…

Ve kendileri sanki pir-ü pak… Zemzemlerde yunmuş… Sütten çıkmış ak kaşık…

Son söyleyeceğimizi ön söyleyelim: Ermeni soykırımı diye bir şey yoktur. Bu, dört başı mamur bir emperyalist alçaklıktır. Birinci Dünya Savaşını Osmanlı çıkarmadı. Osmanlı istemeye istemeye, adeta mecburen katıldı. Savaşı çıkaranlar, Osmanlı’nın “düveli muazzama” dediği, o günlerin büyük alçaklarıydı.
 
Bu savaşın bir başka adı da “Birinci Paylaşım Savaşı”dır. Kavga bu büyük alçaklar arasındaki sömürge paylaşımı kavgasıdır. Ama o günlerin en büyük lokması da Osmanlı topraklarıydı. Dolayısıyla, geneli itibariyle bir dünyayı paylaşma savaşı olan Birinci Dünya Savaşı, özeli itibariyle bir “Osmanlıyı Parçalama ve Paylaşma” savaşı haline gelmiştir.
 
Böyle büyük ve son derece kanlı bir hengame elbette sadece topla, tüfekle, kılıçla cereyan etmez. Edemezdi çünkü. İçine elbette büyük diplomatik alçaklıklar, kalleşlikler, namussuzluklar da girmelidir, girmiştir.
 
 
 
 
      

(Hindistan'da Amristar Katliamı anıtı, 14 Nisan 1919'da resmi rakamlara göre 379 Hintli öldürüldü ve yaklaşık 1200 Hintli yaralandı.)
 
Emperyalist Batı namussuzluğu “size bağımsız devlet veririz” gerekçesiyle kandırma yöntemini önce Yunan, Bulgar, Sırp, Karadağlı vb. gibi Avrupa’nın ortasında yaşayan Hıristiyan Balkan unsurları için kullanmış ve başarılı olmuştur. Ermenilerin aynı yöntemle kışkırtılmaya başlanmaları aşağı yukarı bu Balkan unsurlarını takip etmiş; en önce Yunanistan, sonra Bulgaristan, Sırbistan, Karadağ koparılmış, bu denemenin başarısı üzerine hemen Ermeniler üzerinde çalışmaya başlamışlardır.
 
Osmanlı, Birinci Dünya Savaşında Batı’da, Doğu’da, Güney’de, her cephede savaşmaktadır. Bu arada bir Balkan Savaşı da yaşanmış, 40 gün içinde neredeyse bütün Balkanlar kaybedilmiş, milyonlarca Türk Anadolu’ya doğru göçe zorlanmış, yani bir anlamda düpedüz tehcir edilmiş; Emperyalist Batı namussuzluğu asla sözünü etmese de, bunlardan bir milyon kadarı da ölmüştür. Ermeniler işte tam bu dağınıklık, açlık, yoksulluk, perişanlık, kan, ölüm cehenneminin ortasında Anadolu’yu Doğu’dan işgal edip, Erzurum’a kadar ilerleyen Rusların yanı başında devreye girer. Bağımsız devlet sahibi olacaklardır ya…

Tehcir, bir kere bu düşman yardakçılığının bir sonucudur. Tehcir sırasında açlıktan, hastalıktan çok sayıda ölen olmuştur. Ama bunun dışında devletten tamamen bağımsız, devlet görevlilerinin densizliklerinden kaynaklanan ölümler olduğu gibi, sivil Ermeni, sivil Türk de birbirine kıymıştır. Daha önemlisi Rusların, Fransızların vb. silahlandırdığı yarı resmi Ermeni milisleri de pek çok Türk’ü öldürmüştür.
 
Ama Ermenilerin bilinçli, planlı bir şekilde öldürülmeleri için bir devlet kararı kesinlikle yoktur. Bu, halt etmenin Emperyalistçesidir. Ermenicesi demeye gerek yok. Ermenice, Emperyalist alfabenin olsa olsa saf-salak bir harfinden ibarettir. Zaten Emperyalist alfabenin böyle kandırılmış işbirlikçi ulusal, etnik o kadar çok harfi vardır ki… Dünkü Gürcistan’ın, Şimdiki Ukrayna’nın, Libya’nın, Mısır’ın, Suriye’nin, Irak’ın, Pakistan’ın, Afganistan’ın haline bakın yeter. Yugoslavya’nın, Çekoslovakya’nın, hatta Sovyetler Birliği’nin… Ve nihayet Türkiye’nin…

Hindistan’ı kim böldü Pakistan, Hindistan, Bengaldeş diye?.. 1839-42 arasında İngiltere, sonra 1856-60 arasında İngiltere ile birlikte Fransa niye Çin’e savaş açtı, bu savaşların adı niye Afyon Savaşları?..
 
1870-1898 arasında İngiltere, imparatorluğuna 4 milyon mil kare toprak, 88 milyon nüfus; Fransa yine 4 milyon metrekare toprak 40 milyon nüfus; Almanya 1 milyon mil kare toprak ve 16 milyon nüfus; Belçika 900 bin mil kare toprak, 30 milyon nüfus; Portekiz 800 bin mil kare toprak 9 milyon nüfus katmış. Nasıl?.. Gül buketleri sunarak, serenatlar yaparak, aryalar okuyarak, ilan-ı aşk ederek mi?..(*)
 
Hollandalı yerleşimciler Afrika’daki Transvaal ülkesinde kendi bağımsız devletlerini 1836’da kurmuşlar. Bu ülke geniş, güneşli ve hayat dolu olduğu kadar, görünürdekinden çok fazla zenginliklere sahip... 1869’da elmas, 1885’de altın madeni keşfedilmiş. Başlangıçta hayli yavaş olan yerleşmeler, birkaç yıl içinde, spekülatörlerin çılgın hücumuna dönüşmüş. Bu kapış kapış ortamında demiryolu ve sanayi projeleriyle bir İngiliz çıkmış sahneye: Cecil RHODES… İngilizler Transvaal’e bir saldırı düzenlemiş. Hollandalılara karşı!..  Ve Boer Savaşı başlamış.
 
“Dün Londra’nın doğu ucundaydım, işsizlikle ilgili bir toplantıya katıldım. Ekmek.!.. Ekmek!.. Ekmek… haykırışlarından ibaret çılgın konuşmalar dinledim. … Toplumsal sorunların çözümü için şöyle bir fikrim var: Örneğin, İngiltere’nin 40 milyonluk nüfusunu kanlı bir iç savaştan korumak için biz sömürge yöneticilerinin fazla nüfusu yerleştirecek, onların fabrika ve madenlerde ürettiği mallar için yeni pazarlar yaratacak yeni topraklar kazanması gerekir. … imparatorluk, bir yağ ve ekmek sorunudur.”(**)
 
Cecil Rhodes’un sözleridir bunlar. Afrika macerasından önce bir gazeteci tarafından aktarılan… Cecil’in soyadı, 1965-78 arasında Rodezya diye bildiğimiz, bugün üzerinde Zambiya, Zimbabve, Mozambik gibi ülkelerin bulunduğu toprakların ilk adıdır.
 
Cecil Rhodes’un sözlerinin anlamı açık: “İngilizlerin açlıktan birbirini kırma tehlikesi var. Bunu önlemek için biz egemenler fedakarlık yapmayalım. Bunun yerine başka ülkelerin halklarını ülkeleriyle birlikte sömürgeleştirelim…”

Nitekim öyle olmuş, emperyalist ülkelerin egemenleri, başka ülkelerin ve halkların sömürüsüyle elde ettiklerinden verdikleri paylarla susturmuş, sakinleştirmiş, kendileri ile bütünleştirmişlerdir. Ve hem de ne yazık ki “sosyal demokrat partiler” aracılığıyla…

Bir başka boyut ve örnek…

“… Her ne kadar (o dönemde Afrika’da) kölelik düzeninde ticaret ve filiz halinde sınıflar var idiyse de, toprakta özel mülkiyet olmadığı için gerçek anlamda sınıflar ve görünür bir sınıf çatışması yoktu. Bu durumda toplumun değerleri, zenginlikleri iyi karşılamayan, varlıklı insanlara saldıran, ekonomik dengesizlikleri önlemeye çalışan değerler oldu.
 
Fakat Avrupalıların gelip, Afrika’nın önemli bir ihraç malı olan esir zenciye ilgi duymaları üzerine, bu düzen içinde canlı bir ticaret başladı. Kuzey ve Güney Amerika’daki tarım işletmelerinden gelen talep, Arap’ından İngiliz’ine çeşitli uluslardan esir tüccarlarının milyonlarca Afrikalı zenciyi köle olarak götürüp Amerika’da satmaları sonucunu doğurdu. Bu yeni ticaret, Afrika’da bir tür ekonomik hareketlilik yarattı yaratmasına… Kendi soydaşlarını yakalayıp beyaz esir tüccarına getiren Afrikalılar, Afrika koşullarında bir tür orta sınıf haline geldiler gelmesine… Ancak bu olay Kara Kıta için korkunç bir darbe oldu. Ailelerinden ve vatanlarından koparılan milyonlarca insanın dramı bir yana, en genç, en sağlam insanlarını alıp götürerek insan gücünden yoksun bıraktı. … (Öte yandan) bu işi başlangıçta tekel şeklinde yürüten Africa Company, köle alımının sürekliliği için yerlilerle iyi geçinmek zorundaydı; dolayısıyla av yapar gibi kabilelerden insan kaçırmak yoktu. Ne zaman ki bu insan ticaretine kendi başına iş yapan maceraperestler girdi, insan avı da başladı. Bir de aralarında rekabet çıkınca, bu tip bireysel eşkıyalar, işi esir satın alabilmek için kabileler arasında savaş çıkarmaya kadar götürdü. … İnsani kanama (hemorragie humaine) adı verilen esir ticaretinin Afrika’ya verdiği zarar konusunda rakamlar farklıdır. Örneğin bir Amerikan kaynağı, Amerika’ya ulaşabilen zenci esirlerin sayısının 15-20 milyon civarında olduğundan hareketle 3-4 milyon insanın seyahat sırasında veya daha yakalanırken ölmüş olabileceğini, toplam rakamı ise 40 milyon olarak tahmin etmektedir. Bir Sovyet uzmanının verdiği rakam 100 milyondur. Senegal Başkanı Senghor’un, Afrika Sosyalizmi konusunda yapılan 1962 Dakar Kollokyumunda verdiği rakam ise çok daha yüksek… Senghor da Amerika’ya ulaşan esir sayısının 20 milyon olduğunda hemfikir. Fakat her bir Afrikalının esir alınışında 9 Afrikalı av sırasında veya yolculuk sırasında gemi ambarında öldüğü için toplam rakam 200 milyondur.”(*)
 
Evet… 40 ila 200 milyon insan… Amerika’ya karşı isyan etmiş değil, Amerika savaş halinde iken, onun düşmanıyla işbirliği halinde Amerikalıları öldürmüş değil. Amerikalı kimdir, nedir, Amerika neredir bilmeyen garibanlar… Sırf ücretsiz tarım işçisi yapmak üzere öldürülmüş… 1’ini yakalamak için 9’u öldürülmüş. Yolda gemi ambarında ölenler hariç…

İngiltere’nin, Portekiz’in, Fransa’nın (Cezayir’de bir buçuk milyon insan), Belçika’nın vb. döktüğü kan bu hesabın dışında. İngiltere’nin ayrıca Hindistan’da, İspanya’nın Güney Amerika’da (Aztek, İnka, Maya uygarlıklarını yok ederken) katlettikleri de…

Kim soykırımcı?!..
 
Batı’nın bize vereceği insanlık dersi olamaz!.. Onlar önce kendi vicdanlarını ve ellerini temizlesin.
 
Aynı şekilde, dünya üzerinde milliyetçi akımlar da, Kürtçülük veya Ermenicilik de önce Osmanlı toplumu içinde değil, Avrupa da başlamıştır. Taa 1760’larda… Daha o tarihlerde Papalığın (Vatikan) görevlendirmesiyle Osmanlı’nın Kürt bölgesine gelen İtalyan misyoner Maurizio Garzoni, Diyarbakır’da tam 18 yıl yaşayarak farklı lehçeleriyle Kürtçe öğrenmiş, ülkesine dönünce de tarihin ilk Kürtçe sözlüğünü yazmıştır. “Kürtçülüğün Babası” olarak anılır bu nedenle. Evet Kürtçülüğün Babası, Babanzadeler, Bedirhaniler, Şeyh Ubeydullah, Baytar Nuri, Şeyh Sait, Öcalan değil, Papalık memuru bir İtalyan misyonerdir.(**)
 
Çünkü hiçbir ülkenin insanları tek bir milletten, tek bir etnik gruptan oluşamaz. Bu mümkün değildir, eşyanın tabiatına aykırıdır. Ve doğaldır. Siz ananızdan Türk doğarsınız, bir başkası Laz doğar, öbürü Çerkez doğar. Bunlar aynı ülkenin insanlarıdır, aynı devletin yurttaşlarıdır. Üç tane saf masum bebek… Ne bilsin kini, düşmanlığı… Bunlar öğrenilir, öğretilir… Türklük, Lazlık, Çerkezlik, Kürtlük de öğrenilir ve öğretilir. Birileri öğretmeden, kışkırtmadan Kürt Türk’e düşman olmaz. Ermeni de olmaz… Türk de ötekilere… Kürtlerle dört yüz yıl hiç çıt çıkarmadan birlikte yaşayan Türk, neden birden bire Kürt’e düşman olsun? Ermenilerle 500 yıl kavim kardaş birlikte yaşayan Türk neden birden bire, durduk yerde Ermeni kesmeye başlasın? Sırf Ermeni olduğu için, sırf Kürt olduğu için düşman olsaydı, daha Anadolu’ya girer girmez yapardı bunu.
 
Yavuz ve Kanuni toprak ağalığı, beylik, mirlik, şıhlık verirken, Türkmen Alevileri  Kürtlere kestirirken iyiydi, bir İdrisi Bitlisi peydah olurken iyiydi, okumaz yazmaz Kürt ağasına “paşalık” unvanı verirken iyiydi de, neden birden bire Türkler kötü oldu? 1806’da Babanzadeler, 1847’de Bedirhanlar, 1876’da Şeyh Ubeydullah Osmanlı’ya isyan ederken Atatürk mü vardı, cumhuriyet mi vardı, İstiklal Mahkemeleri mi vardı, tekçilik mi vardı, ne vardı? 1921’de bir yanda Sakarya’da, Dumlupınar’da Yunanla savaşırken Cumhuriyet mi vardı, tekçilik, ayrımcılık, eşitsizlik mi vardı da Koçgiri isyanı çıkmıştı?
 
Kürtçülük ve Kürdoloji konusunda en uzman ikinci ülke yine taa I. Katerina döneminden itibaren Çarlık Rusya’sı ve Sovyet Rusya’dır. Fransa ve İngiltere de geri kalmamıştır. En gelişmiş Kürt enstitüleri, en zengin Kürdoloji kütüphaneleri bu ülkelerdedir, iki yüz elli yıl öncesinden beri… En ünlü, en önemli Kürdoloji uzmanları bu ülkelerden çıkmıştır.
 
Aynı gerçekler, birebir Ermenicilik Ermenoloji konusunda da geçerlidir.
 
Ermeniler 1895’te Osmanlı Bankasını basıp, Osmanlı Padişahını öldürülmeye kalkışırken Ermeni soykırımı mı vardı? Osmanlı Padişahı bu saldırıların sanıklarını bile affetmişken neden Ermeniler Birinci Dünya Savaşında, Rize’yi, Trabzon’u, Kars’ı, Van’ı, Erzurum’u işgal etmiş Ruslarla birlik olup kendi yurdunu arkadan vurdu? Ruslarla Birlik olup yaptıkları, karınlarını deştikleri hamile kadınlar, kafalarını kestikleri kundak bebeleri, camilere doldurup yakarak öldürdükleri insanlar hangi zulmün, hangi soykırımın karşılığıydı?
 
Tam da o günlerde Osmanlı hükümetinde iki Ermeni bakanın, Osmanlı Meclisinde bir sürü Ermeni milletvekilinin bulunmasının, Osmanlı toplumunun içindeki onca farklı unsura rağmen Ermenilerin “milleti sadıka” (sadık millet) olarak ayrı bir yere konmasının karşılığı mı?..
 
Arşivlerin açılmasına, arşivlerin incelenmesine, konuşu önce tarihçilerin belirlemesine bu kadar yan çizilmesinin nedeni bu olmasın?
 
Türk sanat müziğinin, klasik Türk müziğinin unutulmaz isimleri Yorgo Bacanoslar, Aleko Bacanoslar, Bimen Şenler, Artaki Candanlar, Udi Hırantlar, Tatyos Efendiler, hala bizim de “değerlilerimiz”, unutamadıklarımız oldukları, şarkıları, besteleri hala dilimizden, yüreğimizden düşmediği için mi?
 
Hayır! Ermenilerin, kendilerinin de ülkesi olan toprakları işgal etmiş, Osmanlı askeriyle savaşan Ruslarla birlik olup Türk kesmelerinin, “düveli muazzama” denilen namussuzların iğvasına gelmek dışında hiçbir haklı, ikna edici izahı yoktur. Türkler için bu bir “sırtından hançerlenme”den başka şey değildir, olamaz. Çünkü Türkler, nasıl 400-500 yıl yönettikleri ülkeleri “vatan” belleyip, Batılı Emperyalistlerin Afrika’da, Hindistan’da, Güney Amerika’da yaptığı emperyalistliği yapmamışsa, hele Anadolu’nun Rum’unu, Ermeni’sini, Bağdat’ın, Şam’ın, Gazze’nin, Kahire’nin Arap’ını da kardeş bellemiştir.
 
Ama her isyan, her başkaldırı, biz onaylayalım onaylamayalım, ancak “kazanırsa” başarılıdır. Kazanamazsa her isyanın, biz onaylayalım onaylamayım, bedeli olur ve ödenir.
 
Mustafa Kemal Atatürk ve arkadaşları da, üstelik hiçbir isyan görüntüsü vermedikleri halde, “Padişahımız” demeye devam ettikleri halde, Osmanlı, Mustafa Kemal’i bizzat padişah fermanıyla Üçüncü Ordu müfettişi olarak ve ayrıca “Padişah Yaveri” unvanıyla Samsun’a gönderdikten bir ay sonra, sırf Rumları kayırmak üzere Türk kesmediği için idama mahkum etmiştir. Atatürk başarmıştır, kazanmıştır. Aksi olsaydı Atatürk ve arkadaşları da Osmanlı tarafından da, Şeyh Sait kazansaydı onun tarafından da idam edilmeyecek miydi?
 
 
Yine de…

Ermeniciliği Osmanlı Ermenilerine ve diğer Ermenicilere, Kürtçülüğü Osmanlı Kürtlerine ve diğer Kürtçülere öğreten Avrupa’dır. Avrupa’ya sonradan Amerika eklenmiştir.
 
Rusya, Kafkaslar üzerinden Ortadoğu’ya dolayısıyla Akdeniz’e, Basra üzerinden Hint Okyanusu’na inmek amacındadır. İngiltere, başlangıçta Rusya’nın bu yönelişini engellemek için Osmanlı’nın toprak bütünlüğünü savunmuş ise de, 1877-78 Osmanlı-Rus savaşından sonra, yine aynı amaçla, yani Rusya’nın yayılmasını önlemek için bu kez Osmanlı toprakları üzerinde küçük küçük zinde ulus-devletler kurmaya, yani Osmanlı’yı parçalamaya yönelir.
 
Ve 1875-1911 arasındaki bütün baskılarında Kürtlerin Turan kökenli, Turani bir kavim olduğunu belirten ünlü İngiliz Encyclopedia Britanica’nın, 1911’den sonra birden bire Kürtleri İran kökenli saymaya başlaması bu politika değişimiyle paraleldir.
 
1774 Küçükkaynarca Antlaşmasıyla Osmanlı topraklarındaki Hıristiyanların koruyuculuğuna soyunan ve bu sayede Rumeli’nin Osmanlı’dan kopmasını sağlayan, sonra da Doğu Anadolu’daki Ermenilere el atan Rusya’yı, öteki Avrupa ülkeleri izlemekte gecikmemiştir.
 
Türk Tarih Kurumu Basımevinde 1987’de basılan Nutuk’un 2’inci baskısında (sayfa 1022-23) Gazi Mustafa Kemal Atatürk, özetle, Kürtçülüğü (ve Ermeniciliği) “Türk milleti aleyhine asırlardan beri hazırlanan bir suikast” olarak nitelemektedir.
Lütfen dikkat: Osmanlı Devleti Aleyhine değil “Türk milleti aleyhine suikast…”

Değerli büyükelçi, tarihçi Bilal Şimşir bu noktayı şöyle açar: “Osmanlı Devleti aleyhine hazırlanmış olsaydı, Osmanlı yıkıldıktan sonra bu suikast girişiminin de ortadan kalkmış olması gerekirdi. Kürtçülük devam ettiğine göre, demek, suikastten de hala vazgeçilmemiştir…”

Buraya kadarını bir toparlayalım. Avrupa budur, Avrupa’sıyla Amerika’sıyla Batı budur. Ağına düşürmek istediği her ulusa karşı böyle kalleş, alçak, içinden pazarlıklı, ikiyüzlüdür. Şeriatçıların tabiriyle “münafık”tır, arabozucudur. Hele Türklere karşı…

Ermenilere gelince… Ermeniler aslında yetenekli, keyif ehli, kültürlü, zanaat ve sanat ehli, kafası çalışan ama gariban bir doğulu halktır. Büyük Ermenistan diye nostaljisini yaptıkları son devlet sekiz yüz yıl önce ortadan kalkmış ve o krallığın toprakları çok farklı başka hükümranlıklar yaşamıştır. Mesela Persler (veya İranlılar), Ruslar, kısmen Araplar… Romalılar, Bizanslılar… Ermenistan, tıpkı mesela Filistin gibi, Doğu-Batı diye bölünmeden önceki Büyük Roma İmparatorluğunun bir eyaleti de olmuştur.(*)
 
Hadi Persler, Romalılar, Bizanslılar çok eskide kaldı diyelim… Ama Ermeniler kendilerini yöneten Araplara ve Ruslara da tık çıkarmaz. Varsa yoksa Türkler…

Oysa Türkler Anadolu’ya, Malazgirt’e Ermeni ülkesi, Kürt ülkesi olarak değil düpedüz Bizans diye gelmişlerdir. Karşılarındaki ordu resmen Bizans Ordusudur, Ermeni veya Kürt ordusu değil… Karşılarındaki ordunun komutanı mesela Ahmedi Hani veya Sarkis Paçacıyan değil, Romen Diyojen’dir.
 
Birinci Dünya Savaşı sırasındaki hadiseler ise yine düpedüz, Büyük savaşın (eskilerin tabiriyle “Harb-i Umumi”nin) kendisi gibi o günün büyük devletlerinin kışkırtmasıyla oluşan korkunç kaos ortamında yaşanan karşılıklı boğazlaşmalardır. Bir.
 
İkincisi “karşılıklılık” son derece önemlidir. Yani Ermeniler de az Türk kesmemiştir.
 
Üçüncüsü ve en önemlisi yabancıların kışkırtması ve kandırmasıyla vatandaşı oldukları ülkeye karşı silaha sarılıp isyan etmekle, aynı pasaportu ve yurdu paylaştıkları Türkleri öldürmekle kalmamışlar, bunu yurttaşı oldukları Osmanlı’nın o sırada fiilen savaş halinde olduğu düşman Ruslar’ın yanında yer alarak onlarla işbirliği halinde, Osmanlı’nın fiilen savaş halinde olduğu Fransızların yanında olarak, onlarla işbirliği halinde yapmışlardır.
 
Yani geleneksel olarak da, evrensel olarak da, ahlaki olarak da, iç ve dış hukuk açısından da sadece “asi” değil aynı zamanda “hain” konumundadırlar ne yazık ki! Çünkü Osmanlı, onların da devletidir. Türklerle yurttaştırlar..
Osmanlı için başarıncaya kadar Atatürk nasıl idama layık isyancı idiyse, Kurtuluş Savaşı döneminin devleti demek olan ve başında Atatürk’ün bulunduğu TBMM hükümeti için Çerkes Anzavur, Yozgatlı TÜRK Çapanoğlu, Çerkes Ethem veya Konyalı TÜRK Delibaş Mehmet ne ise, Ermeniler de odur.
 
Kaldı ki Çerkes Ethem de kaçıp yabancı düşmana sığınmıştır. Çerkes Anzavur, Yozgatlı Türk Çapanoğlu, Konyalı Delibaş Mehmet idam edilmiştir.
 
Ama isyan ve vatana ihanet suçundan idama mahkum edilen ve hele bu cezası infaz edilen bir tek Ermeni yoktur. Olsa olsa bireysel suçlardan ceza görenler vardır.
 
O günkü Osmanlı hükümetinin bırakın bilinçli, planlı bir soykırımı, bir katliamı bile, uygulamak bir yana, düşünmediğinin en önemli göstergesi budur.
 
Ermenilerin bu mağdur zırıldamasını bırakması gerekir. Bu mağdur zırıldaması bugün evrensel bir moda… Şeriatçı faşist AKP, onun şeriatçı faşist ortağı Cemaat, Kürtçüler, Ermeniciler vesaire vesaire, herkes ağlaşıyor…

Kendi yaptıkları, kendi zalimlikleri, kendi vahşetleri hiç önemli değil. Öyle ya… Arkalarında zalimlikte kimsenin kendileriyle yarışamayacağı emperyalist ağa-babalar var.
 
Hayır. Türkler aptal değildir. En az… Tekrar: En az AKP, Cemaat, Ermeniciler, Kürtçüler, ileride muhtemelen Lazcılar, Çerkezciler kadar zekidir, akıllıdır. Türkler de çok acı çekmiştir. Ama her şeye zırıl zırıl mağdur ağlaşmasını bilmez. Şımarık değildir.
 
Evet Ermeniler bu lüzumsuz, şımarık, çirkin, bayağı, basit mağdur ağlaşmasını bırakacak; kendi yedikleri naneleri de “evet biz de az Türk kesmedik. Biz de asi olmanın ötesinde vatanımıza ihanet etmiştik” diye kabul edecek. Boyuna bacağına bakmadan Azerbaycan’da işgal ettiği TÜRK topraklarını efendi efendi bırakacak. Bütün dünyada şımarık şımarık soy kırım kararı diplomasisinden vaz geçecek.
 
Sonra sınır da açılır, elçiler de gönderilir, ticaret de başlar. Zaten halen Türkiye’de kaç kaçak Ermeni işçi çalışıyormuş?!... Duyamadım?!..
 
Amma… Bu demek değildir ki kendilerinden özür dilenecek, üstüne bir de tazminat, onun da üstüne bir de toprak verilecek…

Yok öyle şey!.. Gidin ağa babalarınıza ağlayın.
 
Ya da bizim içimizdeki işbirlikçilere!.. Ne Batılı Emperyalistler, ne kendileri de az Türk kesmemiş Ermeniler değil… Zurnanın zırt dediği yer işte burası… İçimizdeki kurt… İçimizdeki aşağılık kompleksi abideleri…

Sizin, daha dün “1915’te ölen Ermenilere rahmet” dileyen başbakan-cumhurbaşkanınız varsa, daha dün dünyanın bütün emperyalist namussuzları huzurunda Ermenistan’la barış protokolü imzalayan ama devlet adamlığı ve bilhassa Türkiye cahili “sıfırcı profesör” dışişleri bakanı-başbakanınız varsa…

Erivan’a gidip maç seyretmeyi marifet sayıp “güzel şeyler olacak” diyen bir eski başbakan-dışişleri bakanı-cumhurbaşkanınız varsa…

Sizin daha 15 gün önce “Türkler soykırımcıdır. CHP ve Atatürk Dersim soykırımcısıdır. Ergenekonda yargılananlar en ağır cezalara çarptırılmalıdır. Soykırımın yüzüncü yılında aday gösterilmemin büyük bir sembolik anlamı vardır” diyen, ama adaylığından ancak üç gün önce CHP’ye üye olmuş çığırtkan, militan, küstah, şımarık bir avukat bozuntusunu, bütün bunlara rağmen sırf Ermeni diye 7 Haziran seçimleri için İstanbul’da 1’inci sıradan aday gösteren, bu konudaki eleştirilere de “kim ne yorum yaparsa yapsın” diye karşılık verebilen bir ana muhalefet partisi lideriniz varsa…

Bütün dönek solcu aydınlarınız, adını Atatürk’ün verdiği Cumhuriyet dahil hemen bütün ulusal gazeteleriniz, televizyonlarınız Ermeniciliği, Kürtçülüğü, Lazcılığı, Çerkezciliği marifet, demokratlık, insan hakları savunuculuğu, hatta ilericilik, solculuk, hatta sosyalistlik; Türklüğü ise utanılacak bir vasıf sayıyorsa…

“Türklük de Türkiye’deki (önce 24, sonra 36, en son) 44 etnik gruptan sadece biridir” diyebilen bir adam, sizin ülkenizde 13 yıl başbakanlık yapmışsa…

Yaklaşan genel seçimler için ilan ettiği seçim bildirgesinde vaadleri olan yeni anayasada “herhangi bir etnik kimliğe atıf yapmayan eşit vatandaşlık tanımını esas alacaklarını” belirten, dilinin altındaki bakla olarak, Türk ve Türklük kavramını anayasadan çıkaracaklarını itiraf eden bir iktidar partiniz varsa…

Partileriniz Ermeni, Kürt, Roman vb. aday gösterme yarışına girmişse…

Amerika’ya, Fransa’ya, Almanya’ya, İsviçre’ye, Belçika’ya, Uganda’ya, Papua Yeni Gine’ye, elbette Ermenilere ve nihayet Papa’ya ve Avrupa Parlamentosuna söyleyecek sözünüz olabilir mi?
 
Kendi düşen ağlamaz…  Sev yarini sevsin eller, döv yarini dövsün eller…

Tam da böyle durumlar için ne güzel söylemiş atalar…

Önce bu iğrenç kendinden utanma pisliğinden kurtulmak gerek.
 
Sonra bütün dünyaya, “Soykırım moy kırım yoktur. Bütün dünyada ve bütün zamanlarda savaş ortamlarında yaşananlar yaşanmıştır. Osmanlı Devletinin, hükümetinin hiçbir resmi, kasti tutumu yoktur. Biz Türkler, başka hiçbir ulusu küçümsemiyor, aşağılamıyor, hor görmüyoruz, görmedik, görmeyiz. Ama başkalarının da bizi uydurma gerekçelerle küçümsemesine, aşağılamasına, hor görmesine, hele cezalandırmaya, ders vermeye kalkışmasına asla izin vermeyiz.
 
Ermenilerden özür dilenmesi, hele tazminat, hele hele toprak verilmesi kesinlikle mümkün değildir, söz konusu olamaz. Ancak Ermenilerin ve onların destekleyen tüm çevrelerin, Ermenilerin de savaş ortasında vatandaşı olduğu devletin savaşmakta olduğu düşman ülke ile birlikte kendi devletine isyan ettiğini, o düşman ülkelerin askeri üniformalarıyla sayısız Türkü hem de vahşice öldürdüğünü açıkça olmasa bile kabul ederek bu temelsiz iddia ve taleplerinden vazgeçmeleri, anayasalarını dostluğa uygun şekilde değiştirmeleri koşuluyla; ayrıca kendilerini destekleyen ülke ve devletlerin de 100 yıl önceki art niyetli kışkırtıcılıklarını bugün de sürdürmekten vazgeçmeleri halinde Türkiye Ermenistan sınırı açılabilir, ticari ve ekonomik ilişkiler tesis edilebilir. Türkiye Cumhuriyeti olarak son sözümüz budur.
 
Avrupa Parlamentosu Başkan Yardımcısı’nın ‘Soykırımı bugünkü Türk hükümeti yapmadı ya…’ dedikten sonra soykırımı tanımasını, özür dilemesini bugünkü Türklerden istemesi ise tutarsızlığın, art niyetin de ötesinde bir yavuz hırsız saçmalaması harikası olmaktan öte bir değeri yoktur. Kendisi günaha, suça batmış olan başkalarını, hele günahsızları taşlayamaz.
 
Ermeni destekçisi ülkelerin cesaret edebilecekleri her türlü yaptırıma hazırız. Buyurun!..” şeklinde bir bildiri yayınlanmalıdır.
 
Ve artık o öyle ezik büzük, adeta yalvaran çabalardan, tartışmalardan, sözüm ona lobi çalışmalarından, “vallahi biz suçsuzuz… Bakın arşivlerimizi de açtık… buyurun bakın…” zevzekliklerine de kesin bir nokta konmalıdır.
 
N’olur bilmem nere parlamentosundan şöyle veya böyle bir karar çıkarsa?.. Siz ne kadar ezik büzük yalvarırsanız yalvarın, ne kadar ikna etmeye uğraşırsanız uğraşın, adamlar zaten bildikleri gibi düşünmeye devam ediyorlar, edecekler. 50 yıldır anlatmaya, ikna etmeye çalışıyoruz da ne değişti?
 
Merak etmeyin, biz içimizi sağlam tutarsak, işbirlikçi, iktidarda kalmaktan başka şey düşünmeyen, bunun için Batı’ya her türlü tavizi vermeye hazır, her türlü itibarsızlığa razı, “beni deliğe süpürmeyin de nasıl kullanırsanız kullanın, her istediğinizi yaparım” zavallılığındaki hükümetlerden kurtulursak kimse Türkiye’ye yüz yıl önceki bir yalan için savaş açamaz, ambargo uygulayamaz. Vize zaten uyguluyorlar…

Önce bizim kendimize saygı duymamız gerek. Başkası size saygısızlık ederse vurursunuz poposuna tekmeyi biter. Ama kendinize saygı duymuyorsanız, kendi bacağınız kendi poponuza erişmez…

Atatürk dönemini unutmayalım. İlle her an başımızda bir Atatürk olmasını da beklemeyelim. Hepimiz, her birimiz Atatürk onuruna, gururuna, kişiliğine sahip olmadıkça, bize Eskimoları bile kestirtirler…

 

* Robert L. Heilbroner, İktisat Düşünürleri, Büyük İktisat Düşünürlerinin Yaşamları ve Fikirleri, sayfa 168, çev: Ali Tartanoğlu, Dost Kitabevi Yayınları, 3. Baskı, Nisan 2013, Ankara.
** a.g.e. sayfa 171.
* Baskın Oran, Az Gelişmiş Ülke Milliyetçiliği, Kara Afrika Modeli, sayfa 60-61, 1. Baskı Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Yayını, 1977 Ankara.
** Bilal Şimşir, Kürtçülük 1787-1923, 1.Cilt, 2. Basım, sayfa 13-20, Bilgi Yayınevi, Ağustos 2007, Ankara.
* Georges de Maleville, 1915 Osmanlı-Rus Ermeni Trajedisi, Çev: Necdet Bakkaloğlu, 1. Baskı, , sayfa 19-27, Toplumsal Dönüşüm Yayınevi, Temmuz 1998, İstanbul.
 
 
Ali Tartanoğlu
Gerçekedebiyat.com