26 Mart 2021 Cuma

TEHCİRİN 100. YILINDA OSMANLI’NIN SON DÖNEMİNDEKİ İSYANLAR.

 TEHCİRİN 100. YILINDA OSMANLI’NIN SON DÖNEMİNDEKİ İSYANLAR. 





Çüngüş Ermeni Mektebi, Taşnaksütyun Ermeni Mektebi , Mardin Protestan Mektebi,Tehcirin 100. Yılı, İsyanlar,Türk Tarih Kurumu,Ermeni diasporası, Diaspora nedir,Tehcir Uygulanan İller,

ÖNSÖZ 




Müslim-Gayrimüslim münasebetlerinin tarihi Hz. Peygamber dönemine kadar dayanmaktadır. Bu ilişkilerden kasıt, İslam devletleri ve bu devletlerin 
Müslüman halkıile ehl-i kitap olan Yahudi, Hıristiyan ve daha sonraki dönemlerde zimmet ehli olarak kabul edilen grupların gündelik hayattaki münasebetleridir. 
Bu kapsamda Müslim-Gayrimüslim ilişkilerinin İslam tarihindeki ilk örneği “Medine Vesikası” veya “Medine Anayasası” olarak bilinen antlaşmadır. 

Söz konusu antlaşma ile şehirdeki Müslümanlarla Yahudilerin bir arada yaşama koşulları düzenlenmiştir. Medine Antlaşmasının 25. maddesinde “Yahudilerin dini kendine, Müslümanların dini de kendilerinedir” denilmek suretiyle gayrimüslimler için din ve vicdan hürriyeti açık bir şekilde ortaya konulmuştur.

Daha sonraki yıllarda müşrik Evs ve Hazrec kabilelerinin tamamen Müslüman olması ve sözleşme hükümlerini çiğneyen Yahudi kabilelerinin de sürgüne gönderilmesi üzerine Medine’de yalnız Müslümanlar kalmakla birlikte; Hz. Peygamber’in Eyle, Ezruh, Dûmetülcendel ve Necran Hıristiyanları, 
Maknâ ve Teymâ Yahudileri, ayrıca kısmen Mecûsîler’in de bulunduğu Hecer ve Bahreyn halkı ile yaptığı antlaşmalarla gayrimüslimler, dinî ve hukukî temele dayalı kültürel kimliklerini muhafaza ederekİslam toplumunun içinde yaşama imkânına kavuşmuşlardır.

Hz. Peygamber’in, Necran ahalisine gönderdiği ve onlara eman verdiği mektupda zimmet akdinin ilk örneğidir. Mektuptaki özellikle şu ifadeler akdin niteliğini ortaya koymaktadır: “Necran ahalisi ile onlara tabi olanların canları, malları, arazileri, aşiretleri,hazır bulunanlar ve bulunmayanları, ibadetleri, ibadethaneleri, gerek az olsun, gerek çok olsun ellerinde bulunan her türlü eşyaları Allah-u Azimü’ş-Şan’ın yanında ve Peygamberi Muhammed Resulullah’ın zimmetindedir. 

Ayin ve mezhepleri her ne olursa olsun,metropolit ve rahipleri tarafından icra olunur. Hiçbir kimse tarafından değiştirilemez ve engel olunamaz… 

Bu ahidname de yazılmış bulunan şartlar İslam’a ihanet etmedikçe ve zulmederek üzerlerine vacip olan ıslahtan ayrılmadıkları müddetçe, Allah’ın takdiri gelinceye kadar bu ahid name mer’idir. Allah ve Resul’ünün zimmet ve riayetindedir”. 
İslam’ın, dolayısıyla İslam hukukunun esasını oluşturan Kur’an-ı Kerim’in“İnsanları Rabbinin yoluna hikmetle, güzel öğütle davet et. Onlarla mücadeleni en güzel tarz hangisi ise onunla yap”, “Dinde zorlama yoktur”, ve “Rabbin isteseydi yer yüzündekilerin hepsi mutlaka inanırdı. O halde sen mi insanları inanmaları için zorlayacaksın” ayetleri, İslam’ın ve Müslümanların başka din, sistem ve anlayışlara sahip olan insanlara karşı tutumlarının nasıl olması gerektiğini göstermektedir.




Hz. Peygamber’in “Zimmîye zulüm ve haksızlık yapan, ona gücünün üstünde sorumluluk yükleyen ve ondan arzusu dışında bir şey alan kimseye kıyamet günü bizzat kendisinin hasım olacağını”, ve “Anlaşmasını bozan hiçbir kavim yoktur ki aralarında katl meydana gelmesin”, yine “Emânı olmayan kişinin imanı yoktur. Ve ahdi olmayan kişinin dini yoktur” sözleri bu konudaki hassasiyetini göstermektedir.
İslam hukukuna göre, gayrimüslimlerin İslam devletinin tâbiiyetine girmeleri zimmet akdiyle gerçekleşir. Zimmet kelime anlamı olarak; himaye, sahip çıkma, koruma mecburiyeti, birinin emniyetini taahhüt etmek gibi manalara gelir. Terim olarak ise İslam hâkimiyetini tanımak şartı ile Müslüman toplumun, diğer 
semavî din mensuplarına konukseverlik ve koruma sağladığı süresiz olarak yürürlükte kalan bir tür sözleşmeyi ifade eder. İnançla ilgisi bulunan bazı istisnalar dışında genel kural, Müslümanlarla zimmîlerin aynı hak ve görevlere sahip olmalarıdır. 

Zimmet anlaşması ile zimmîler, can, mal ve namus dokunulmazlığı, vicdan ve ibadet hürriyeti ve İslam ülkesinde oturma hakkı kazanıp bu sayede evlenme, 
boşanma, miras ve vasiyet gibi aile hukukuyla ilgili meselelerine de müdahale edilmemiştir. İslam devleti onları düşmana ve her tür tehlikeye karşı koruyacaktır.
Gerekirse onların güvenliği için savaşa dahi gidecektir.

Gayrimüslimlerin, bu haklardan faydalanabilmeleri hiç şüphesiz devletin hâkimiyeti ni kabul edip kanunlarına uymalarına, Müslümanların inanç ve örflerine 
saygı göstermelerine, kamu düzenine ve genel ahlâka aykırı davranışlardan kaçınmalarına, devlete karşı malî yükümlülükleri de başlıca şahıs vergisi olan 
cizye, arazi vergisi olan haraç ve ticaret vergisini ödemelerine bağlıdır. Zimmet akdinin zorunlu şartı kabul edilen, cizye sadece ergin ve malî gücü yerinde 
olan erkeklerden alınmıştır. Savaşma gücüne sahip olmayan kadın, çocuk, yaşlı ve özürlü kimselerden tahsil edilmeyen bu vergiden askerlik hizmetinde  
bulunanlar da muaf tutulmuştur. Bunun yanında devletçe uygun görülen bazı görevler, yararlılık ve hizmetler sebebiyle de zimmîler den cizye alınmadığı 
görülmektedir.

Müslüman hukukçularının çoğunluğu, İslam toplumunun varlık ve güvenliğini tehlikeye düşürmemek şartıyla İslam devletinin gayrimüslimlerden gelen 
zimmet akdi teklifini kabul etmesinin zorunlu olduğu görüşündedir.
Bunun içindir ki, İslam tarihinde zorla İslamlaştırma gibi bir harekete rastlanmaz.
İslam, Müslümanların fethettiği topraklarda yaşayan hiç kimsenin zorla dine girmesine müsaade etmez. O, herkesi inanç ve fikrinde serbest bırakır. 

Hak ile batıla işaret ederek, inançlar arasındaki doğru yolun hangisi olduğunu belirtmekle yetinir. Zorlama sonunda Müslüman olma keyfiyetinin İslamî bir hareket olmadığını beyan etmekten de çekinmez.
Müslüman devletlerin idaresi altındaki gayrimüslimlerin, asırlarca müreffeh birhayat yaşamaları ve inançlarına göre serbestçe ibadet etmeleri ancak böyle 
bir anlayışla mümkün olmuştur. 
Ancak Osmanlı’ nın son asrında diğer birçok sebebin yanında, İslam’ın 
gayrimüslimlere tanıdığı hakların uygulanmasındaki bir takım aksaklıklar ile gayrimüslimlerin, özellikle sömürgeci devletlerin kışkırtmaları neticesinde, 
kendilerine tanınan haklarla yetinmeyip isyan hareketlerine girişmeleri, hem Osmanlı Devleti’nin sonunu hazırlamada etkili olmuş, hem de etkileri bugüne 
kadar devam eden bir çok problemin ortaya çıkmasına sebep olmuştur.
Bu sempozyumda; geçmişi yargılamadan anlamayı, bugüne uyarlamayı, gelecekle ilgili tavsiyelerde bulunmayı amaç edinen tarihçiler, Osmanlı Devleti’nin son döneminde özellikle gayrimüslimlerin çıkardığı isyanların sebep ve sonuçlarını irdelemiş ve önemli dersler çıkarmaya çalışmışlardır.
Sempozyum, “Ermeni Meselesine Yaklaşım Hatalarımız; Tehcir ve Soykırım Kavramları Işığında 1915 Tarihli Kararnâme” başlıklı bir açılış konferansı ve altı oturum halinde gerçekleşmiştir. 
Birinci oturumda; Osmanlı Devleti’nin son asrında gayrimüslimlerin çıkardığı isyanlarda Fransız İhtilâlı neticesinde ortaya çıkan milliyetçilik akımının etkisi 
irdelenmiştir.
İkinci oturumda; gayrimüslimlerin çıkardığı isyanlarda Yabancı ve Azınlık Okullarının etkisi ve Osmanlı Devletinin bu isyanlara karşı izlediği politikanın 
esasları üzerinde durulmuştur. 
Üçüncü oturumda; bu dönemde Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesindeki Ermenilerin faaliyetleri ve çıkardıkları isyanlarda özellikle Protestan misyonerlerin etkisi irdelenmiştir. 
Dördüncü oturumda; tarihçilerden çok, siyasilerin üzerinde konuştuğu “Tehcir”konusu çeşitli yönleriyle incelenmiştir.
Beşinci oturumda; Sırp ve Karadağ isyanlarının sebep ve sonuçları irdelenip günümüze yansımaları üzerinde durulmuştur.
Altıncı oturumda ise; Balkanlarda meydana gelen isyanlarda Avrupa devletlerinin rolü belirtilmiştir. 
Açılış konferansında ve bu oturumlarda tebliğ sunan kıymetli bilim insanlarının tebliğlerinin tam metinleri, oturumların sırası ve konusu dikkate alınarak, ayrı ayrı ana başlılar halinde bu sempozyum kitabında yer almıştır.

“Tehcirin 100. Yılında Osmanlı’nın Son Dönemindeki İsyanlar” konulu bu uluslararası sempozyumun düzenlenmesine katkı sunan Diyarbakır Valiliğimize, 
Türk Tarih Kurumuna ve etkinliğin gerçekleşmesi için bizleri teşvik eden, motive eden ve her türlü desteği sunan Dicle Üniversitesi Rektörü Sayın Prof. Dr. Ayşegül Jale SARAÇ’a, Düzenleme ve Bilim Kuruluna, sekretarya görevini yürüten değerli genç meslektaşlarıma ve özellikle de yurt içinden ve yurt dışından gelerek kıymetli tebliğleriyle bizleri aydınlatmış olan ve bu sempozyum kitabının vücuda gelmesine katkıda bulunan değerli hocalarıma en kalbi teşekkürlerimi sunar, bu kitabın ilim camiasına ve tüm insanlara fayda getirmesini dilerim.
Saygılarımla… 

Doç. Dr. Mehmet KARATAŞ
Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürü 

***

11 Mart 2021 Perşembe

TÜRKİYE, 1915 OLAYLARI İLE İLGİLİ ÖZERK BİR KURUM OLUŞTURUYOR.

TÜRKİYE, 1915 OLAYLARI İLE İLGİLİ ÖZERK BİR KURUM OLUŞTURUYOR. 


Turkiye,1915 Olaylari, Özerk Bir Kurum, Oluşturuyor,Ermeni Sorunu,Ermeni lobisi,


TÜRKİYE, 1915 OLAYLARI İLE İLGİLİ ÖZERK BİR KURUM OLUŞTURUYOR
Yazı: ermenisorunu.gen.tr  
25.06.2020
 


Dış politikasının önemli konu başlıkları arasında 1915 Olayları da yer alan Türkiye, sözde Ermeni soykırımı iddialarına daha iyi yanıt vermek ve bu konuda yeni strateji geliştirmek üzere harekete geçti. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın başkanlığında yapılan Cumhurbaşkanlığı Yüksek İstişare Kurulu (YİK) toplantısında 1915 Olayları ile ilgili “özerk ve sivil bir yeni yapı oluşturulması” önerisi gündeme geldi. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bu öneriyi uygun bularak gerekli çalışmaların yapılması talimatını verdiği öğrenildi.

Hürriyet gazetesinde yer alan habere göre, söz konusu yapıya yönelik öneri, geçtiğimiz aylarda ABD Kongresi’nde yeni bir Ermeni tasarısının ele alındığı ve ABD mahkemelerinde Ermeniler tarafından açılan davaların görüldüğü sıralarda gündeme geldi. Ancak konuyla ilgili toplantı koronavirüs salgını nedeniyle ertelenerek geçtiğimiz haftalarda yapılabildi.
 
ÇİÇEK VE SERTÇELİK BRİFİNG VERDİ

Yüksek İstişare Kurulu toplantısında, önerinin sahibi YİK Üyesi Cemil Çicek ile Cumhurbaşkanı Başdanışmanı Seyit Sertçelik bir brifing verdi. Türkiye’nin, sözde Ermeni soykırımı iddialarıyla doğrudan ilgilenen, bu konuda argüman ve strateji geliştiren tek bir kurumunun olmadığı ifade edilen toplantıda, konu başlığına bağlı olarak ilgili bakanlıkların devreye girdiği, ancak bütüncül bir siyaset geliştirilemediği kaydedildi. Geçmişte Millî Güvenlik Kurulu’nun (MGK) takip ettiği konunun 2015 yılındaki yasa değişikliği ile bu kurumdan alınarak Başbakanlık Yakın Tarihi Araştırmalar Merkezi’ne verildiği hatırlatılırken, bu merkezin de Başbakanlığın lağvedilmesinden sonra işlevsiz kaldığı belirtildi. Konunun sadece siyasi değil, kültürel, tarihsel ve hukuksal boyutuna, ayrıca propaganda yönüne bir bütün olarak bakacak ve tek işi bu olacak bir kuruma ihtiyaç duyulduğu vurgulanan toplantıda, bu kurumun direkt hükümet ve devletle ilişkisi bulunmayan, özerk ve bağımsız bir sivil yapı olması kararlaştırıldı.
 
FAALİYETLERDE STRATEJİ DEĞİŞİKLİĞİ

Yüksek İstişare Kurulu toplantısında, Ermeni lobisinin sözde soykırım iddialarını reddedilme olasılığı nedeniyle Uluslararası Adalet Divanı’na getirmediği, ancak son dönemde bu konuda strateji değişikliğine gittiği belirtildi. Toplantıda, lobicilik faaliyetinin “soykırım” yerine “insanlık suçu” odaklı hale getirilmeye çalışıldığı kaydedildi. Ayrıca, bu konuda beş üniversitenin katılımıyla hazırlanan rapor ele alındı.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın toplantıda dile getirilen önerilere katıldığı ve gerekli çalışmanın bir an önce tamamlanması talimatını verdiği öğrenildi.

TÜRKİYE, 1915 OLAYLARI İLE İLGİLİ ÖZERK BİR KURUM OLUŞTURUYOR 

(ermenisorunu.gen.tr)
ANA SAYFA WEB ADRESİ
Belgeler 
(ermenisorunu.gen.tr)

***

23 Ocak 2021 Cumartesi

Ermenistan-Rusya: Eyalet-Merkez İlişkileri

Ermenistan-Rusya:  Eyalet-Merkez İlişkileri 


Ermenistan, Rusya, Eyalet-Merkez İlişkileri, Dr. Hatem Cebbarlı , Vladimir Putin, Azerbaycan, Dağlık Karabağ, Levon Ter-Petrosyan, 
Karen Demirciyan, Andranik Markaryan,




Dr. Hatem Cebbarlı 
AVRASYA GÜVENLİK VE STRATEJİK ARAŞTIRMALAR MERKEZİ (ATSAM) BAŞKANI 

Son yıllarda Ermenistan-Rusya ilişkilerinde ciddi gerilimin yaşandığı hissediliyor. 
Bu gerilim özellikle de Rusya Federasyonu Başkanı Vladimir Putin’in 13 Ağustos 2013 tarihinde Azerbaycan gezisinden ve hükümetler arasında ekonomik, siyasi ve askeri alanlarda birkaç anlaşmanın imzalanmasından sonra daha çok ilgi çekiyor. 

Ermenistan, bağımsızlığını ilan etmesinden bugüne kadar ekonomik, siyasi, güvenlik ve askeri alanlarda “yumurtaların hepsini aynı sepete” koyarak, Rusya ile ilişkilerini geliştirmeye çalışıyor. Bu siyaset bağımsızlığını yeni ilan etmiş ve komşu devletlere karşı revizyonist siyaset yürüten (İran hariç) Ermenistan için bir anlamda perspektif vaat ediyordu. 

< Ermenistan, bağımsızlığını ilan etmesinden bugüne kadar ekonomik, siyasi, güvenlik ve askeri alanlarda “yumurtaların hepsini aynı sepete” koyarak, Rusya ile ilişkilerini geliştirmeye çalışıyor. >

Azerbaycan topraklarını işgal eden Ermenistan’a 1990’lı yılların sonlarına kadar Rusya’nın siyasi ve askeri desteği hava ve su gibi gerekiyordu. 
Mayıs 1994 tarihinde Azerbaycan ve Ermenistan arasında ateşkes anlaşmasının imzalanmasından sonra Azerbaycan’ın tüm hoş niyetlerine rağmen, Ermenistan Dağlık Karabağ çatışmasının nihai barış anlaşması temelinde çözülmesi yönünde olumlu adım atmadı. 
Ermenistan Dağlık Karabağ’ı kendine birleştirmenin hukuken imkânsız olduğunu anladıktan sonra çatışmanın çözümünü uzatarak, uluslararası düzeyde Dağlık Karabağ’ın “bağımsızlığının” tanınması yönünde politika yürütmeye başladı. Ama bugüne kadar bu yönde ciddi sonuç elde etmediği bilinmektedir. 

Ermenistan 1994 senesinden sonra Dağlık Karabağ çatışmasının çözülmesi yönünde pragmatik adımlar atsaydı, Rusya’dan bağımlılığı zayıflar, bölgede gerçekleştirilen önemli uluslararası projelerde yer alarak, ekonomik ve sosyal sorunlarını önemli ölçüde halledebilirdi. 

Son günlerde Ermenistan Hükümetinin Rusya’nın denetimindeki stratejik sanayi kurumlarını millileştireceğine ilişkin haberler verilmektedir. 
Ermenistan-Rusya ilişkileri konusunda biraz bilgisi olan herkes böyle bir millileştirmenin mümkün olmayacağını biliyor. Ermenistan Hükümetinin böyle bir karar alması mümkün değildir ve bu mesele son zamanlarda Rusya’nın Ermenistan’a Avrasya Birliği ve Gümrük Birliği’ne üye olması için baskılarını artırdığı bir zamanda kasıtlı olarak gündeme getirilmiştir. 

Ermenistan ciddi bir ikilem karşısındadır. Zira son yıllarda Ermenistan kuzey ve batı yönünde siyasi manevralar yaparak, her iki tarafla ilişkilerini düzene sokmaya ve onların lojistik ve finans potansiyelinden faydalanmaya çalışıyor. 

Elbette kuzey ve batı Ermenistan’ın rock müziği sedaları altında “göbek dansı” yapmaya çalıştığını görüyor. 

24 Temmuz tarihinde Ermenistan ve Avrupa Birliği “Derin ve Kapsamlı Serbest Ticaret Bölgesi Hakkında” anlaşmanın metni üzerinde mutabakata vardı. 
Tarafların bu anlaşmayı imzalaması Ermenistan için belirli perspektifler vaat ediyor. 
Ama Rusya Ermenistan’ın bu anlaşmayı imzalamasına itiraz ederek, onu Avrasya Birliği ve Gümrük Birliği’nde görmek istiyor ve baskılar yapıyor. 
Ermenistan Hükümetinin Rusya’nın kontrolündeki stratejik sanayi kurumlarını millileştirmeye ekonomik ve siyasi gücü yeter mi? 
Bu soruya cevap vermek için Ermenistan ekonomisinin gelişim dinamiğine kısaca göz atalım. 
Ermenistan’ın eski Başbakanı Hrant Baqratyan Dünya Bankası’nın Ermenistan’la ilgili raporundan alıntı yaparak, son beş yılda ekonominin feci çöküş aşamasında olduğunu belirtiyor; 2008-2012 yıllarında GSMH 11.662 milyon dolar seviyesine geriledi. 
Bu yıllarda Azerbaycan’ın GSMH’sının hacmi 67.197 milyon dolara (%37,5 artış) kadar yükseldi. Kişi başına düşen GSMH verilerine göre, Ermenistan bölgede sonuncudur. 1993 yılından bu güne kadar Ermenistan’ın bu göstergeleri değişmedi. 

Göç ciddi bir sorun olarak kalıyor. Ermenistan’la kıyasta Gürcistan’da her bin kişiye düşen göçmen sayısı Ermenistan’dan 4 kat daha azdır. 

Azerbaycan ve Türkiye’de olumlu göç eğilimi yaşanıyor. 2013 senesinin birinci yarısında Ermenistan’ı 123 bin kişi terk etmiştir; 

< Son yıllarda Ermenistan kuzey ve batı yönünde siyasi manevralar yaparak, her iki tarafla ilişkilerini düzene sokmaya ve onların lojistik ve finans potansiyelinden fayd alanmaya çalışıyor. >
 
Ermenistan’ın dış borcu beş milyar dolara yaklaşıyor; Sanayi tesislerinin çoğunluğu uluslararası piyasaya sürülecek kadar kaliteli üretim yapma yeteneğinde değildir ve neredeyse hepsinin geliştirilmesine ihtiyaç vardır; Ermenistan’ın dış ticaret hacmi Mayıs 2013 tarihine kadar 444 milyon dolar olmuştur ve bu 2012 senesinin benzeri istatistiklerine kıyasta % 9 azdır; Rusya halen Ermenistan’ın dış ticaretinde birinci sıradadır; Rusya’nın denetimindeki stratejik sanayi tesisleri tam gücüyle çalışmıyor ya da kasıtlı olarak çalıştırılmıyor. 

Siyasi nedenler ise şunlardır: 

-Rusya’nın Ermenistan’da 102 askeri üssü vardır; 
-Askeri ve güvenlik açısından Ermenistan’ın Rusya’ya bağımlılığı devam ediyor; 
-Rusya’da bir milyona yakın Ermeni göçmen var ve Ermenistan Rusya’nın denetimindeki stratejik sanayi kurumlarını millileştirirse, Rusya birkaç yüz bin göçmeni Ermenistan’a geri gönderirse, bu Ermenistan ekonomisi için faciayla sonuçlanır; 
-Ermenistan Hükümetinde Rusya taraftarı güçler etkindir ve millileştirmeye imkân vermezler; 
-Enerji (petrol ve Metsamor Nükleer Santrali’nin çalışması için zenginleştirilmiş uranyum) açısından Ermenistan tamamen Rusya’dan bağımlı durumdadır. 
Böyle bir ortamda Ermenistan Rusya’ya karşı hangi baskı mekanizmalarını kullanarak, onun denetimindeki stratejik sanayi kurumlarını millileştirebilir? 

Bunu yapmaya teşebbüs eden hükümetin iktidarda kalma şansı sıfıra eşittir. 

Levon Ter-Petrosyan’ın istifaya zorlanması, Ermenistan parlamentosuna karşı düzenlenmiş saldırıda Karen Demirciyan’ın öldürülmesi ve Başbakan Andranik Markaryan’ın şüpheli ölümü buna örnek olarak gösterilebilir. 

***

22 Ocak 2021 Cuma

RUSYA’DA TÜRK OLMAK…

RUSYA’DA TÜRK OLMAK…




Roza KURBAN
22 Ocak 2021


Rusların 1552 yılında Kazan Hanlığı’nı işgali ile başlayan süreç bugün de devam etmektedir. Rusya’da Türk olmak Rusların aşağılamalarına, zulmüne, hakaretine maruz kalmak, ana dili, millî tarihi öğrenememek, gelenek ve görenekleri yaşatamamak, kendi öz vatanında söz sahibi olamamak, soruşturulmak, yargılanmak, hapsedilmek demektir. Rusya’da Türk olmak bir suç unsurudur. Türklere her alanda potansiyel “suçlu” gözüyle bakılmakta ve ona göre muamele yapılmaktadır.

Yazıyı kaleme almamın nedeni son bir haftada Türklere yapılan haksızlıkları dile getirmek içindir. “Rusya, Ruslarındır!” sözünü kanıtlar nitelikte yaşanan olaylar son derece ağır ve düşündürücüdür. Ruslar kirli işlerinin büyük çoğunluğunu kendi elleri ile değil de satılmış hainleri elleriyle yaptırmaktadır. Bunun en bariz örneği 15 Ocak 2021 tarihinde Tataristan Savcılığı’nın, Tatar İçtimai Merkezini “aşırılık” suçlaması ile Tataristan Yüksek Mahkemesi’ne başvurması ve kapatılmasını istemesidir.

1990’lı yıllarda kurulan Tatar İçtimai Merkezi o yıllardan bugünlere gelen ve başkaları sus pus otururken Tatar okullarını, ana dilde eğitimi, ana dil eğitimini dile getirip farkındalık yaratmak için çeşitli etkinlikler düzenleyen, bu konuda yerel ve uluslararası mahkemelere başvuran, protesto gösterileri tertip eden, Kazan Tatarları için önemli günleri hatırlatıp millete seslenen yegâne sivil toplum kuruluşudur. Tatar İçtimai Merkezi’nin kapatılması Kazan Tatarlarının sesinin ve nefesinin kesilmesi, yok edilmesi demektir. Tataristan Savcılığı’nın şikâyeti ise “çocuğunu” kendi elleriyle boğmaktan başka bir şey değildir.

Başvurunun yukarıdan gelen emir üzerine yapılmış olduğundan bir şüphe yoktur. Önünde Tataristan tamlaması olan savcılık 18 Ocak 2021 tarihinde Tataristan’da “cumhurbaşkanı” ibaresinin kullanılmasının doğru olmadığı kararına varmıştır. Zaten bu çoktan beklenen bir durumdu, ancak Rusya Anayasası’nda yapılan değişiklik sonrası Tataristan Anayasası’nda yapılacak olan değişikliklerde “cumhurbaşkanı” ibaresi muhafaza edileceği belirtilmişti. Görünen o ki, Tataristan savcılığı Tatarlar ile ilgili her şeyi bitirmekte ve yasaklamakta kararlı. Burada bilinmesi gereken durum, yarın öbür gün savcılığın önündeki Tataristan ibaresi de kalmayacaktır.



Azat Miftahov

Kazan Tatar gençlerine yönelik “suçlamalar” da hız kesmeden devam etmektedir.  Kazan Tatar milliyetçisi, yazar rahmetli Fenzaman Battal’ın (1939–2015) torunu olmaktan başka bir suçu olmayan Moskova Devlet Üniversitesi Matematik Bölümü yüksek lisans öğrencisi Azat Miftahov 2 yıldır Rus zindanında yatmaktaydı. 1 Şubat 2019 tarihinde Moskova’da bomba hazırlamak suçuyla tutuklanan Miftahov’un delil yetersizliğinden dolayı bu suçu düşürülmüş, ancak bu sefer 2017 yılında “Birlik Rusya Partisi” ofisine yapılan saldırıya katılmakla suçlanmıştır. Uluslararası insan hakları merkezi “Memorial” Azat Miftahov’u siyasi suçlu olarak tanımıştır. Miftahov’a dünyanın dört bir yanından destek gelmiştir. “Amerika Matematik Cemiyeti” adil yargılama talebinde bulunmuş, Fransa’daki matematik âlimleri adaletsizce suçlamalara karşı çıkmıştır.

Krasnoyarski bölgesinin Kanski şehrindeki lise 9 sınıf öğrencileri Azat Miftahov’u savundukları için “terörist eylem” yaptıkları gerekçesiyle tutuklanmıştır. Siyasi tutuklu matematikçi Azat Miftahov hapishane şartlarında dahi çalışmalarını sürdürmüştür. Aralık ayı başında afXiv.org sayfasında onun “Modulus of continuity for a martingale sequence” başlıklı makalesi yayımlanmıştır.

23 Aralık 2020 tarihinde yapılan duruşmaya medya mensupları ve Azat Miftahov’u desteklemek için gelenler salona alınmamıştır. Destekçiler mahkeme önünde “Azat Miftahov’a – Özgürlük”, “Rusya’nın Geleceği Hapishanede Yatıyor” yazılı pankartlar açmışlar. Pankart açanlar polis tarafından gözaltına alınmıştır. Azat Miftahov’un son duruşması 18 Ocak 2021 tarihinde yapılmıştır. Miftahov’u desteklemek için gelenler ve gazeteciler mahkeme salonuna alınmamıştır. Destekçilerin video çekip konuşmalarına tahammül edemeyen Rus polisleri bazı katılımcıları gözaltına almıştır. Azat Miftahov 6 yıl hapis cezasına çarptırılmış ve böylece en verimli döneminde Rus zindanında çürümeye mahkûm edilmiştir. Alınan karar sonrası Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı (OSCE) Azat Miftahov’a verilen cezayı “endişe verici” olarak nitelendirmiştir.


Ramil Şemsetdinov

Diğer Tatar genci Ramil Şemsetdinov 25 Ekim 2019 tarihinde Baykal ötesindeki Gornıy şehrindeki askeri bölükte nöbet değişimi sırasında 8 kişiyi vurmuştur. Askerde aşağılama, hakaret, taciz ve tecavüze maruz kalan Şemsetdinov komutanlarına şikâyette bulunsa da sözleri dikkate alınmamıştır. Psikolojik olarak etkilenen Ramil son çare olarak silaha başvurmuştur. Ramil duruşmada “vaziyet beni bu duruma getirdi”, demiştir. Davayı inceleyen bilirkişi Şemsetdinov’a “neden başkalarını öldürmek yerine kendin intihar etmedin?” sorusunu yöneltmiştir. 21 Ocak 2021 tarihindeki duruşmada Ramil Şemsetdinov davasında karar çıkmıştır. Karara göre, Şemsetdinov 24 yıl 6 ay ağırlaştırılmış hapis cezasına çarptırılmıştır. Burada düşünülmesi gereken nokta şu ki, Ramil Şemsetdinov’u bu duruma getirenler ve onun şikâyetini dikkate almayan komutanlardan neden hesap sorulmadı? Tüm suçu gencecik bir askerin üzerine yıkıp onu hapse atmak bu kadar kolay mı? Zaten askerde Rus olmayan milletlere zulüm uygulandığı gerçeği vardır. Ancak bu gerçeği kimsenin dile getirmemesi, yapanların suçlarının örtbas edilmesi başlı başına bir cinayettir.

Rusya’da Türklerin dirisine de ölüsüne de yer yoktur. 20 Ocak 2021 tarihinde Sankt-Petersburg şehir savcılığı, 2008 yılında Petersburg Devlet Üniversitesi’nin bahçesine dikilen ünlü tarihçi Ordinaryüs Prof. Dr. Zeki Velidi’nin büstünün Rusya ceza kanundaki aşırılıkla mücadele yasasını ihlal ettiği gerekçesiyle kaldırılmasını istemiştir. Savcılığın bu talebine insanın aklı hayali ermiyor. Bunun tek bir yanıtı vardır, Ruslar Türk asıllı tarihçiye tahammül edememişlerdir. Başkurt Türk’ü olan Zeki Velidi Togan dünya çapında tanınan bir tarihçi, bilim insanıdır. Bundan Rusların Türklerin dirisinden de, ölüsünden de korktuğu sonucuna varmak mümkündür.

Son bir haftada Rusya’da Türklere yapılan bildiğimiz haksızlıklar bunlardır. Ya bilmediklerimiz? Rusların Rus olmayan milletleri yok etme siyaseti bugün de hız kesmeden devam etmektedir. Rusya’da Türklere zulüm uygulanmaktadır. Yapılan bu haksızlıkları, zulmü dünyaya duyurmak boynumuzun borcudur. Zulüm karşısında sessiz kalmak suça ortak olmak demektir. Bu suça ortak olmak istemiyorum. Rus zulmü son bulsun!!!

***

1918- KIŞI RUSLAR ÇEKİLİRKEN ERMENİLER NE YAPIYORDU

 1918- KIŞI RUSLAR ÇEKİLİRKEN ERMENİLER NE YAPIYORDU



14 Haziran 2013
Dr. M. Galip BAYSAN


Doğu Anadolu’da yaşayan Türklere karşı uygulanan  sistematik soykırımın planlayıcı ve icracıları dokümanlara kaydedilmiştir ve bellidir. Antranik, Tero, Heço, Muradyan, Torkom, Arşak, Sebuh, Dro (Dasdomat Kanayan) Mardiros, Canbulat ve Armen Garo. Bu son kişi Erzurumlu zengin bir ailenin çocuğu idi. Onun Osmanlı Parlamentosu’nun eski bir üyesi olduğunu ve savaşın başında topladığı gönüllülerle Ruslara katılarak kendi öz vatanına ihanet ettiğini biliyoruz. Dr. Zaveryef de 3 Mart 1918’den sona Erzurum’da söz konusu edilen soykırımların yapılmasının organizatörü, Muradyan Şarki Karahisar’dan başlamak üzere hemen bütün soykırımlarda aktif rol almış bir militandır. Erzincan ve Erzurum bölgelerinde ki soykırım emrini o vermiştir ve çeteleri köylere sırf bu amaçla göndermiştir. Antranik binlerce Türk’ün ölümünden birinci derecede sorumlu (tam bir “kasap”) tır. (Maalesef duruma ve yaptıklarına pek vakıf olmayan veya vakıf olup da bundan gizli bir zevk duyan) Ermeni Diasporası ve batılılar onu bir “milli kahraman” olarak kabul edeceklerdir.(1)

Harp Tarihi kayıtlarına geçmiş Erzurum ve Deveboynu Müstahkem Mevki Kumandan Vekili, Harp Esiri Twerdo Khlebof’un Antranik’le ilgili anıları şöyledir:
“17 Şubat’ta Antranik Erzurum’a geldi. Bununla beraber, istila bölgesi komiseri muavini Doktor Zaveryef de beraberdi. Ermeni meseleleriyle hiç meşgul olmadığımız için, Antranik’in Osmanlı Hükümeti’nce idama mahkûm edilmiş bir cani addedildiğinden haberdar değildik. Bunların hepsini, 7 Mart’ta Osmanlı Ordusu kumandanıyla konuştuğum zaman öğrendim. Antranik Rus Tümgenerali üniformasıyla geldi. Dördüncü rütbeden Sen Viladimir ve ikinci rütbeden Sen Jorj Salibi (haçı) nişanlarını da taşıyordu… Maiyetinde kendi kurmay başkanı olan bir Rus kurmay albayı Zinkeviç de vardı… Antranik gelince Albay Morel yerine Merkez Komutanlığı’nı üzerine aldı. Antranik’in geldiği gün sorumluluk bölgesinin içinde bulunan Tepeköy’ünde bütün ahalinin kadın, erkek, çoluk çocuk tümüyle Ermeniler tarafından katledildiğini o mıntıkada bir subayın vasıtasıyla öğrendim. 

İlk karşılaşmamızda bunu ona söyledim.” (2)

Suçluların Divan-ı Harbe verilmesi gerekiyordu. “Divan-ı Harb üyeleri” Ermenilerden korktuklarından hiçbir Ermeni’yi mahkûm edemedi. “Hiç bir zaman bir Ermeni’nin diğer bir Ermeni’yi cezalandıramayacağını “ Türkler ısrarla söylerlerdi. Rus atasözünde “karga, karganın gözünü oymaz” derler ki doğru olduğunu gözlerimizle gördük. (Türk ordusu yaklaşınca) eli silah tutabilen Ermeniler, firar etmekte olan ailelerinin muhafazası bahanesiyle hep beraber firar ettiler.” (3)
      Kazım Karabekir Paşanın Erzurum’u kurtarmak için 5000 kişilik kuvvetiyle saldırıyı başlattığı 11 Mart (1918)’de Erzurum eteklerine kadar gelindi, ertesi sabah başlayan saldırılarla Erzurum Ermenilerden kurtarıldı ancak sadece o gece (11/12 Mart gecesi) Ermenilerin 3000’den fazla Müslüman kestikleri Rus subaylarından öğrenildi.(4)

Ermeni tarafında olaylar ilginç bir gelişme gösteriyordu, Ermenilerin zulüm ve katliamları olanca şiddeti ile devam ediyordu. Buna karşılık ilerleyen Türk Ordusu’na karşı bin bir zorlukla cepheye gönderilen Ermeniler kaçıyor ve cepheye gidecek bir Ermeni çıkmıyor, Antranik’in gayretleri hiç bir sonuç vermiyordu. Sonunda iyice kızan Antranik:

“Ermeni reisleri Erzurum’u savunmak için on-onbeşbin adam gönderdiler. Kendileri de arkada saklandılar, bu suretle hem Ermenistan’ı ve hem de Ermeni milletini mahvettiler. Eldeki birkaç bin Ermeni’den hiç biri cepheye gitmek istemiyor. Allah reislerinin hepsinin belasını versin.” diye bağırmıştı. (5)

    Erzurum’da Rus ikinci Topçu alayı Binbaşısı Khlebof “ Ne şehirde ve ne de siperlerde yaralı, ya da ölü bir tek Ermeni görülmedi. Bu hal kendilerinin askerlik ve savunma kuvvetini gösteriyor” demiştir. (6)

Türk ordusu 23 Mart’ta eski sınıra dayandı, daha sonra da Brest-Litovsk Antlaşması esaslarını uygulamak için 5 Nisan’da Sarıkamış, 25 Nisan’da Kars’ı aldı. 29 Nisan’da Arpaçay’dan geçen 1877–1878 savaşı öncesi hududa vardı ve Türk toprakları Ermeni çetelerinden temizlenmiş oldu.(7)  Ancak 30 Ekim 1918 ‘Mondros Mütarekesi’nin imzalanması üzerine ordu yeniden 1.Cihan Savaşı öncesi hudutlara çekildi. Böylece önce Ermenilerden kurtarılan bölge yeniden ve bu sefer Ruslar yerine İngilizlerin baskısıyla Ermenilerin eline geçirildi.  Bölgesel kıyımlar bu sefer İngilizlerin himayesinde yeniden başlatıldı.

 Dr. M. Galip BAYSAN

DİPNOTLAR:

(1) Armenians in The Late Otoman Period, s.149-150 (Enver Konukçu, Massacres of the Turks and Mass Graves; Book Edited by Türkkaya Ataöv, The Council of Culture, Arts and Publication, Ankara-2001)
(2) Kazım Karabekir:1917-1920 Arasında Erzincandan Erivana  Ermeni Mezalimi, s.263-264 (Emre Yayınları, İstanbul-2000)
(3) Aynı Eser, s.261–263.
(4) İsmet Parmaksızoğlu: Ermeni Komitelerinin İhtilal Hareketleri ve Besledikleri Emeller s.162 (Ankara–1981)
(5) Khlebof: Erzurum 2. Topçu Alayı Savaş Broşürü, 12 Mart 1918 (E. Uras, a.g.e, s.641).
(8) Aynı Eser, s.641.
(7) Ahmet Refik Altınay, Kafkas Yollarında, s.8–9 (Kültür Bakanlığı, Ankara–1981

***

5 Aralık 2020 Cumartesi

Alman Belgelerinde Ermeni Meselesi., BÖLÜM 6

Alman Belgelerinde Ermeni Meselesi., BÖLÜM 6


Kıvanç Galip Över,Alman Belgelerinde, Ermeni Meselesi,ABD, İngiltere, Almanya, Ermeni tezlerini neden tanımıyor,1915 Soykırım Yalanı,
Ortodoks Ermeniler,Katolik Ermeniler,

 
"Ermeni Sorunu" İçin Çözüm Paketi? 

Alman Milletvekili Matthias Erzberger'den Dışişleri Bakanlığında merkez görevindeki Rosenberg’e gönderilen … 


Berlin, 3 Mart 1916 

Milliyetçi-Ermeni bağımsızlık fikrinin temsilcileri Rusya'ya dayanan Ortodoks Ermenilerdi. 

Katolik Ermenilerin sadık tutumlarına ve onlara verilen teminatlara rağmen yurttaşlarının 
başlarına gelen kaderin aynısı onları da buldu. Onlarda can ve mal kaybı aşağı yukarı diğerlerindeki kadar büyük, uygulamada genelde yapılan tek fark infaz ve sürgünlerin birkaç gün ya da hafta ertelenmesiydi. 

15 piskoposluktan 11'i artık faal durumda değil. … Örneğin İzmit'te Katolik Ermeniler Gregoryen Ermeniler gibi kovuldu, yaşadıkları semtler yakıldı, malları sözde kovulanlara dağıtıldı ama aslında Türk memurların zenginleşmesi için verildi. 

Sürgün insana öldürülmekten daha hafif bir cezaymış gibi gelir. Ama aslında ikisinin birbirinden pek bir farkı yoktur. Çünkü yapılan genel katliamlardan her zaman bazıları kaçabiliyor, saklanabiliyor ya da dağlarda gizlenebiliyorken, sürgünlerde hayatta kalma şansları çok daha düşüktür. 
Sürgün yerine vardıklarında onlar için durup dinlenmek yok, hemen tekrar yeni bir sürgün yerine doğru sürülmeye başlarlar ve oradan da yine yeni bir yere, öyle ki asla dur durak yok. 
Türklerin yerleşim yerlerinde yaşayan aileler dağıtılır ve genel olarak erkekleri, kadınlardan ayırdıkları için kadınlar geçimlerini kendi başlarına sağlamak zorunda kalıyorlar. Açlık ve tehditler onları Türklerin ellerine düşürmektedir. Bu durumda çocuklar kendiliğinden Türk olmayı kabul ediyorlar ya da "savaşta öksüz kalmış çocuk olarak" devlet tarafından resmi yollarla Türkleştirilirler. 
 
Türklerin Ölçülü Tutumu Düşmanda Şaşkınlık Yarattı 

Erzurum' da bulunan Konsolos Vekili Scheubner-Richter'in Alman Şansölyesine… 
Münih, 4 Aralık 1916 Bitlis'e kadar geçtiğimiz yollardaki bölgelerde bulunan harap edilmiş köylerde katledilen Ermenilerin korkunç manzarasının etkisi diğer baylara da ulaşmıştı. … Tekrar tekrar tüm suçu Kürtlere yükleyen açıklamalarla bizim gözümüzdeki kötü izlenimi hafifletmeye çalıştılar. 

Ermenilere uygulanan nakillerin onların imhasına eşit olacağına, daha doğrusu tam da bunun amaçlandığına ilişkin duyduğum ve Erzurum'dan gönderdiğim raporumda da belirttiğim kaygılarım, ne yazık ki gerçekleşti. Bu nakledilen milletten hala Mezopotamya'da yaşayanlar, acınası bir halde bulunmaktalar. İstanbul'da ve başka büyük şehirlerde yaşayan birkaç yüz binin dışındakiler hariç Türk Ermenilerin kökünün kurutulduğu söylense abartılmış olmaz. 

Ne yazık ki şimdilik bu konu kapandı. Artık yardımlarımızı ve ilgimizi sadece Mezopotamya'da hayatta kalanların durumunu kolaylaştırmaya yönlendirebiliriz. 
Önemli Türk şahsiyetlerle yaptığım bir dizi konuşmalar bende şu izlenimleri bıraktı: 

Genç Türk Komitesinin büyük bir bölümü, Türk devletinin yalnızca saf Müslüman ve Türk yanlısı temeller üzerine kurulması gerekli olduğu görüşünde buluşuyor. Burada yaşayıp da Müslüman ve Türk olmayanlar zorla Müslümanlaştırılmalı ve Türkleştirilmeli, bunun mümkün olmadığı kimseler ise yok edilmeli. 

Bu planı gerçekleştirmek için bu baylara bu zamanlar en uygun görünüyor. 
Programlarının ilk noktası olarak Ermenilerin ortadan kaldırılması geliyordu. 
Türkiye’ye müttefik olan o güçlere ise, söylenenlere göre düzenlenmiş bir isyan mazeret olarak öne sürüldü. Bazı yerlerdeki yolsuzluklar ve Ermenilerin kendini koruma çabalarıysa abartıldı ve Ermenilerin savaş bölgelerinden tehcir edilmelerine teşvik etmek için sebep olarak alındı. 

Yollardaki Ermeniler Komitenin kışkırtmalarıyla Kürt ve Türk çeteler tarafından, kısmen jandarmalar tarafından bile öldürüldü. 

Aşağı yukarı aynı zamanda Doğu Kürdistan'da Nesturiler kahramanca karşı koymalarına rağmen Musul Valisi Haydar Bey tarafından yerlerinden kovuldular ve kısmen öldürüldüler. 

Tarlaları ve evleri tahrip edildi. Hayatta kalmayı başaranlar Ruslara sığındı ve şimdi onların saflarında Türkiye'ye karşı savaşıyorlar. 
Halil Beyin Kuzey İran’a düzenlediği sefer, Ermeni ve Suriyeli taburlarının katledilmesine ve Ermeni, Suriyeli, İran’lı halkın Kuzey İran'dan kovulmasına sebep oldu ve arkasında Türklere karşı büyük bir nefret bıraktı. 
Araplarla bir hesaplaşma da düşünülüyor, ancak bu sıralar askeri olarak uygun olmayan durum bugün için henüz zamanın gelmediğine işaret ediyordu. Bunun yerini tutacak başka uygun bir yol olarak, şimdi sıkı bir şekilde acemi Arapları silah altına alıp onları Arap birlikleri olarak iklim şartlarının zor olduğu yerlere (Kış seferi 1914 Erzurum, 1915 Kuzey İran) en zayıf teçhizatla göndermeyi buldular. 
"Eğer biz Türkler, Osmanlı Devletinin yaşaması için olan bu savaşta kan kaybından öleceksek, o zaman bunda başka bir millet de kalmasın." Genç Türklerden olan bir politikacının bu cümlesi, Genç Türklerin bakış açısını en iyi şekilde anlatıyor. 
 
Türkler Aşağılık Irkmış! 

Alman Angelikan Kilisesi Yardım Misyonu Müdürü A.W. Schreiber'den Almanya Dışişleri Bakanlığı'na 

Berlin, Steglitz, 14 Haziran 1917 

Sürülenlerden geriye kalanlar Suriye ve Mezopotamya'nın kuzeyinde yokluk içinde barınıyor. Bu grup her geçen gün salgın hastalık ve zorla din değiştirmeler sonucu azalıyor. Geriye çok az erkek kaldı. Anadolu şehirlerinde çoğunlukla İslamiyet'e geçmiş olan firari ve dağılmış insanlar bulunmaktadır. Yığınlar halinde zorla din değiştirmelerin yanı sıra, bir karakteristik belirti de Ermeni çocuklarının yığınlar halinde evlat edinilmesidir. Burada binlerce çocuk söz konusu. Bu çocuklar evlat edindirildikten sonra fanatik Müslüman olarak yetiştiriliyor. 

Cinayetler azaldı. Ancak yok etme süreci henüz bitmedi, sadece biçim değiştirdi. 
Yapılanların sorumluluğunu devrimci Ermeni çevrelerine yüklemek anlamsız. 

Devrimci Ermeni çevreleri Türk bakış açısıyla yok sayılıyordu. Ermeni bakış açısıyla ise durum böyle değildi. Türk ulusunun bütünü Ermenilere yapılanlar konusunda suçlanamaz. 

Konudan ancak küçük bir azınlık sorumludur. 
Ermeni halkına yapılan ve yapılmakta olanlar, dünya tarihinin en büyük cinayetidir. Yeniden yapılanmış bir ülkenin halkı bir Hıristiyan ulusunun dejenere olmuş, aşağılık bir ırk tarafından yok edilmesini öylece kabul mü edecek? 
Yarım Milyon Ermeni Kafkasya’ya Gitti Kafkasya Alman Heyeti Başkanı Kress von Kressenstein'ın Alman Şansölyesi Hertling’e 11 Temmuz 1918 tarihinde 
gönderdiği bir rapor var. Tiflis, 11 Temmuz 1918 Ermeni çevrelerinin tehcir konusundaki temelsiz iddiaları ve rakamlardaki bazı kalem oynatmaları arasında önemli bir tanesi vardır. Ermeniler, tehcir döneminde Kafkasya'ya göç edenleri görmezlikten gelirler ve onları da "kayıplar" arasında gösterirler. 

Bugün Ermenistan'da kökeni Anadolu olan ve tehcir sırasında ailesi Ermenistan'a göç eden çok aile vardır. Ama onlar da “Madem Anadolu'da Ermenilerin hepsi çöle gönderildi ve yolda öldü. O zaman biz nasıl buradayız?” sorusunu kendisine sormaz. 
Kafkasya Alman Heyeti Başkanı Kress von Kressenstein'ın Alman Şansölyesi Hertling'e yazdığı bu rapora göre, Ermeni Piskoposu Meşrop, Türkler tarafından ele geçirilen ve tehdit edilen bölgelerden kaçmak zorunda kalan yarım milyon kadar Ermeni Nisan ayının ilk yansında panik içinde köylerini terk etmişler. Ardından Erivan civarında toplanmışlar" diyor. 

Yine aynı patrik Anadolu'da 1,2 milyon Ermeni olduğunu söylüyordu. 1,2 milyondan yarım milyon çıkarsa, geriye 700,00 kalır. Tehcir sadece belli vilayetlerde 15-55 yaş aralığında ve Ortodoks olanları kapsıyordu. 
Osmanlı rakamlarına göre tehcirden sonra Anadolu'ya dönenler 644,900 kişi olduğuna göre, salgın hastalıklar, eşkıya saldırıları ve görevi suiistimal sonucu hayatını kaybedenlerin rakamı 55,100 olabilir. Elbette tehcirden sonra Suriye'ye ve Lübnan'a yerleşenler de var. Ama hiç olmadığını varsaysak dahi, rakam 55,100 olabilir. 
Ancak bu rakamdan, 55,100'den Katolik ve Protestan ve diğer vilayetlerde olan Ermenileri de çıkarmak gerekiyor. Ermeni Patriğinin telaffuz ettiği 1,2 milyonun sadece tehcire tabi tutulanlar olduğunu varsaysak da, rakamlar daha fazla esnemiyor. Nitekim TTK Başkanı Yusuf Halaçoğlu'da elindeki belgelerden hareketle 438,758 Ermeni’nin tehcir edildiğini ve 382,148 Ermeni’nin tehcir bölgesine ulaştığını yazıyor ve salgın hastalıklar ve eşkıya saldırıları ile hayatını kaybedenlerin sayısının, 30,000-40,000 arasında olduğunu ifade ediyor. 
Nakil, Osmanlı Devleti'ne karşı silaha sarılan Ermeni gruplarını ve onlara lojistik destek verenleri kapsamaktadır. Göç hazırlığı yapmaları için bir hafta ile 15 gün arasında süre verilmiştir. 

Göçen Ermenilerin tüm ihtiyaçları (yiyecek, sağlık, bilet temini v.s.) devlet tarafından "Muhacirin tahsisatı"ndan karşılanmış, bir şehir ve kasabada yaşayan Ermenilerin tümü sürgüne gönderilmemiş, hastalar, yetimler, Katolik ve Protestan mezhebi mensuplarıyla, zanaat sahipleri ve orduda görev yapanlar tehcir kapsamı dışında tutulmuştur. 

Hasta göçmenler için kamplarda hastaneler kurulmuş, göçmenlerin sağlık sorunları ile ilgili olarak çeşitli ülkelerin sağlık ekiplerine kamplarda görev yapmaları için izin verilmiştir. 

Kimsesiz çocuklar ve yetimler, yetimhanelere ve bazı zengin ailelerin yanına yerleştirilmiş, 1919 yılında geri dönüş izni verilince bu çocuklar yakın akrabalarına teslim edilmiştir. Zorunlu göçten kurtulmak için Müslümanlığı kabul ettiğini söyleyenler de göç ettirilmiş, fakat bir Müslüman’la evlenmiş kadınlar göçten muaf tutulmuştur. Savaş, kuraklık, çekirge istilası, seferberlikten dolayı iş yapabilecek hemen bütün erkeklerin silah altına alınması gibi nedenlerle, tarladaki mahsulün kaldırılamamasının bir sonucu olarak ortaya çıkan yiyecek sıkıntısından dolayı, başta Amerika olmak üzere çeşitli devletlerin yardım kuruluşlarının yardım talepleri kabul edilmiş, bunlar tarafından Suriye'deki Ermenilere yardım edilmiştir. 

Ermeni Patrikhanesi'nin tespitlerine göre 644.900 Ermeni geri dönmüştür. 
Bu noktada Prof. Dr. Metin Ayışığı’nın "Ermeni Tehciri Konusunda Yeni Perspektifler" adlı çalışmasına da değinmek gerekiyor. Prof. Ayışığı, şöyle diyor; 
Nitekim 1918 yılında Ermeni Delegasyonu Başkanı olan Boghos Nubar Paşa'nın Fransa Dışişleri Bakanlığı Yüksek Yetkili Bakanı Monsieur Gout'a gönderdiği raporda: Kafkasya'da 250.000, İran'da 40.000, Suriye-Filistin'de 80.000, Musul - Bağdat’ta 20,000 olmak üzere 390.000 kişinin Türkiye'den sürgün edildiğini, aslında sürgünlerin toplam sayısının 600-700 bin kişiye ulaştığını ve bunlardan ayrı olarak çöllerde şuraya buraya dağılmış sürgünleri kapsamadığını bildiriyor. 
Boghos Nubar Paşa'nın verdiği rakamlardan 290 bin kişinin yer değiştirme uygulaması dışında Osmanlı topraklarını terk edenler olduğu anlaşılıyor. Göç ettirilenlerin toplam sayısı olarak verilen 500-700 bin kişiden 290 bin kişi çıkarılacak olursa, yer değiştirmeye tabi tutulan nüfusun 100 bin olduğu görülüyor. Bu da Ermeni delegasyonu başkanının, yer değiştirmenin 
gerçekleştirilmesi sonrasına, yani 1918 yılına ait verdiği sayılarla, Osmanlı belgelerinde verilen rakamlar arasında büyük ölçüde uygunluk görünmekte ve Ermenilerin iddia edildiğinin aksine sağ salim iskan yerlerine vardıklarını ve dolayısıyla soykırım iddialarının ne kadar dayanaksız olduğu ortaya çıkmaktadır. 
Prof. Ayışığı Ermeni kaynaklarından şu bilgiyi de aktarıyor: 

Bir başka Ermeni, Richard Hovannisyan ise, Kafkasya’ya 345 bin, Suriye'ye 140 bin, Yunanistan ve Ege Adalarına 120 bin, Bulgaristan'a 40 bin, İran'a 50 bin, Suriye dışındaki Arap ülkelerinden Lübnan'a 50 bin, Ürdün'e 10 bin, Mısır’a 40 bin, Irak’a 25 bin, Fransa ve Amerika'ya da 35 bin Ermeni'nin göç ettiğini belirtiyor. 
Bu durumda tehcir uygulaması sırasında toplam 855 bin Ermeni'nin göçe tabi olduğu anlaşılıyor. Bu 855 bin sayısı 1 milyon 250 bin olan 1914'teki toplam Ermeni nüfusundan çıkarıldığında, geriye yaklaşık 366 bin kişi katıyor. Göçe tabi tutulmayan nüfusun ise 82 bin 880'inin İstanbul, 60 bin 119'unun Bursa'da, 4 bin 548'inin Kütahya Sancağı'nda ve 10 bin 237'sinin de Aydın vilayetinde bulunmak üzere 167 bin dolayında tahmin ediliyor. Göçe tabi tutulmayanların sayısı 366 binden çıkartıldığında, geriye kayıp gözüken 200 bin kişi kalıyor. Bu sayı da Ermeni lobisinin 1,5 milyon Ermeni’nin öldüğü iddiasının ne kadar abartılı olduğunu gösteriyor. 

Ermeni belgeleri esas alınırsa, buradan hareketle 855 bin rakamı 1914 Ermeni nüfusundan çıkarıldığında, geriye 366.850 kişi kalmaktadır. Göçe tabi tutulmayan nüfus ise 167.778'dir. 82.880'i İstanbul, 60.119'u Hüdavendigar'da (Bursa). 4.548'i Kütahya Sancağı ve 20.237’si Aydın vilayetinde bulunmaktaydı. 366.850'den göçe tabi tutulmayan 167.778 kişi çıkarıldığında ise yaklaşık 200.000 kişi kalmaktadır. Ermeni belgelerine dayanılarak yapılan bu çalışma sonucunda, İtilaf Devletleri saflarına katılarak Osmanlı ile savaşta ölen yurt dışına kaçan, tehcir sırasında çeşitli nedenlerle ölen veya eşkıya tarafından öldürülen Ermeni 
sayısının yaklaşık 200.000 kişi olduğu söylenebilir. 

Buradan görüleceği üzere Ermeni iddialarında esas alınan rakamların, tamamen hayal mahsulü ve propaganda maksatlı olduğu anlaşılmaktadır. 

Sonuç 

Alman belgeleri bir trajedi yaşandığını, ama hadisenin asla bir soykırım olmadığını ve Osmanlı makamlarının şartların getirdiği trajedinin boyutunu küçültmek için mücadele verdiğini söylüyor. Yaşananların bir trajedi olduğu muhakkak. Kayıpların olduğu ve küçümsenemeyeceği de kesin. Ama hiçbir şekilde ortada "soykırım" diye nitelenmeye uygun bir durum yok. 

Bu belgelerden yola çıkarak, Almanya'nın tehciri istediği, ama daha sonra şartların gelişiminin paralelinde Ermenilere siyasi destek verdiği anlaşılıyor. 
Dünyada yine bir küreselleşme sürecinin yaşandığı ve devamında dünya savaşının çıktığı o günlerde tırmanan dinsel ve etnik kamplaşmaların ve romantizmin yoğun bir biçimde etkisi altında gerçekleşen bu yazışmaların bütün tarafgirliğine rağmen, Ermeni iftiralarında en çok suçlanan İttihat ve Terakki yöneticilerin dahi Ermenilerin selameti için çaba harcadığını ortaya koyması da ayni derecede önemli. 
Özetle, 
Ermeniler Yalan söylüyor! 

 
****

Alman Belgelerinde Ermeni Meselesi., BÖLÜM 5

 Alman Belgelerinde Ermeni Meselesi., BÖLÜM 5


Kıvanç Galip Över,Alman Belgelerinde, Ermeni Meselesi,ABD, İngiltere, Almanya, Ermeni tezlerini neden tanımıyor,1915 Soykırım Yalanı,Gregoryanlar, Katolikler, Protestanlar,Rohrbachın Planı,


Ermeni Sürgünü Rohrbach'ın Planı! 

Erzurum Konsolos Vekili Scheubner-Richter’den … İstanbul Büyükelçisi’ne yazılmış… 


Erzurum, 5 Ağustos 1915 


Ermenilerin göç ettirilmesi belli bir sonuca ulaştı. "Burada konsolosluğun görev alanı dahilinde artık Ermeni bulunmuyor. 

Mayıs ayının başlarına kadar buradaki Ermeniler özgür ve herhangi bir engelle karşılaşmadan yaşayabiliyor ve işlerini yürütebiliyordu. 
Banka Müdürü Pastormayjan'ın öldürülmesi gibi münferit olaylar sadece kısa süren huzursuzluklara neden oldu. Ancak Türkler tarafından bir kıyım başlatılacağına dair korkular sürüyordu. Bu korkular nedensiz değildi. General Posseldt ve Alman konsolosunun burada oluşları ve bu kişilerin yaptıkları çalışmalar böyle bir kıyımı engelledi denilebilir. 

Mayıs ayı başında Van'da meydana gelen ve bilinen olaylar hükümet ve ordunun Ermenilere karşı sert önlemler alınmasına yol açtı. Ordunun hizmetinde bulunan silah altındaki Ermeniler ordudan uzaklaştırıldı ve çalışma taburlarına gönderildi. Erzurum ve Pasin Ovası'nda bulunan ve sadece kadın, çocuk ve yaşlı erkeklerden oluşan halk zorla Mezopotamya'ya gönderilmek üzere köylerinden sürüldü. Askeri nedenle alınan bu önlem ilgili kişiler düşünülmeden ve zalimce yerine getirildi. 
Sürülenlere Erzincan yolunda, Mamşatun, Sansar, Fırat Köprüsü ve Perez'de Kürtler ve gönüllü 
Türkler tarafından saldırı düzenlendi, bu kişiler soyuldu ve öldürüldü. Ölenlerin sayısı 10 bin ile 20 bin arasında idi. Hükümet ölenlerin sayısının 3 bin ile 4 bin arasında olduğunu duyurdu. 

Aynı tarihte Erzincan Ovası sakinleri Kemah geçidinde soyuldu, bazıları öldürüldü, bazı kadınlar ise kaçırıldı. Bana ulaşan haberlere göre, bu saldırıya Türk askeri, yani jandarma da katılmış. 
Haziran ayı başlarında Ermeni eşrafından ilk grup Erzurum dışına çıkarılmış. Kendilerine şehri terk etmeleri için 14 gün süre tanınmış. 16 Haziran'da yaklaşık 500 kişi Erzurum'u terk etmiş, Harput Dağları üzerinden Urfa'ya gitmişler. Hükümet bu kişiler arasında yolda 14 kişinin öldürüldüğünü bildirdi. Bana ulaşan özel bilgilere göre ise erkeklerin tamamının öldürüldüğü yönündeydi. 19 ve 20 Haziran’da 3 bin kişiden oluşan ikinci grup Erzurum'u terk etmiş. Bayburt 
civarında gruptan bazılarının, özellikle de erkeklerin gruptan ayırıldığı haberi geldi. Gruptan ayrılanlar hakkında bilgi edinemedim. Muhtemelen öldürülmüş olmalılar. 
Kalanlar başlarına bir şey gelmeden Erzincan'a ulaşmışlar ve yol güvenliği sağlanıncaya kadar da orada kalmışlar. Yaklaşık 300 kişiden oluşan üçüncü grup ise 26 Haziran'da Erzurum'u terk etmiş. Kendileri iyi bir durumda ve herhangi bir tacize uğramadan Erzincan'a ulaşmışlar. Kendilerine daha önce hükümet tarafından oturma izni verilen ancak daha sonra ordu tarafından geri alınan, ağırlık olarak zanaatkar ve ailelerinden oluşan dördüncü grup ise yine sağlam bir şekilde Bayburt üzerinden Erzincan'a ulaşmışlar. Böylece 15 Temmuz'a kadar 
Ermenilerin neredeyse tamamı Erzurum'u terk etti. Şehirde kalanların ise hastalık vb. gerekçeleri gözetilerek kendilerine özel nedenlere bağlı oturma izni verildi. Vali ve benim şehirde olmadığımız bir sırada üst düzey asker Komutanların emriyle bu kişilere verilen oturma izinleri aniden geri alınmış. Yolculuğa çıkamayacak durumda olan birçok kişi kendilerine erzak dahi sağlayamadan Erzurum'u en kısa sürede terk etmek zorunda kaldı. Bu son grup Aşkale ve Bayburt'ta kısmen soyuldu. 

Komşu vilayetlerden sürülen Ermeniler arasında ölenlerin sayısının daha yüksek olduğu söyleniyor. Örneğin Hanus Ovası'nda büyük çapta Ermeni kıyımı yapıldı. Trabzon'da da Ermeni erkeklerin neredeyse tamamının öldürüldüğü söyleniyor. Gerçekten de Erzincan'da bulunduğum sırada oradan geçmekte olan Ermeniler arasında neredeyse hiç Ermeni erkeğe rastlayamadım. Sürülmenin biçimi de kaba oldu. Örneğin Trabzon vilayetinden yapılan sürülmelerde insanlara sadece birkaç saat zaman verildi ve eşyalarını satmaları yasaklandı. 

… Benzer kabalık Sivas'taki Ermenilere de uygulandı. 

Ekselanslarınızın talimatları ve bildiğim kadar da, sürülen, suçsuz Ermenileri herhangi bir şekilde koruma hakkımız yok. … Yaptığım müdahaleleri bu nedenle talimat gereği dostça tavsiyeler ölçü ve sınırında tuttum ve böyle yaparken makamımı kullanmadım. Valiye bu onur kırıcı tutumun sürmesinin, Türkiye'nin saygınlığına ve yurtdışındaki tarafsız dostluklarına zarar vereceğine uygun olduğunu belirttim. Ardından bu tür olayların yabancıların Ermeni sorununa kolayca karışmasını sağlayacağını ve Türkiye'nin konumunun gelecekte yapılacak olası barış görüşmelerini gereksiz yere zorlaştıracağım vurguladım. 

Vali konuya bakışımı haklı buldu. Ancak sorumluluğun kendisinde olmadığını, kendisinin de ordu emri altında bulunduğunu söyledi. Yolların güvensiz oluşu vali tarafından bilinmesine rağmen Ermenilerin korumasız olarak gönderilmesini ordu emretmiş. 

Türk halkı içinde akıllı düşünen geniş çevreler, toprak sahipleri, bu kıyımı onaylamıyor. Ermenilerle birlikte çalışmış ve iyi geçinmiş olan bu çevreler "Ermeni Sorununu Çözme Sistemi'nin ekonomik ve politik tehlikelerini görmekteler. 
Büyük toprak sahipleri bana Alman hükümetinin Türk hükümetini Ermenilere karşı neden böyle davranmaya götürdüğünü sordular. Soru soranlar arasından çok saygın bir bey, eskiden Ermeni kıyımı yapıldığını, ancak bunun genelde sadece erkeklere karşı yapıldığını, şimdi ise Kuran'a da karşı gelerek binlerce suçsuz kadın ve çocuğa kıyıldığını söyledi. 

Bunu söyleyen kişi ayrıca bu kıyımın halk tarafından değil, sistemli olarak ve hükümetin, yani "Komite"nin emri ile yapıldığını özellikle vurgulayarak sözlerine ekledi. 
Burada vurgulanması gereken, Ermenilerin sürgün edilmesinin Alman hükümetinin ısrarıyla yapıldığı dedikodusunun kasten yayıldığıdır. Eğitimli Türk ve Ermeni çevrelerinde Prof. Rohrbach'ın Alman Şansölyesi'ne sunduğu bir raporda, Mezopotamya bölgesinde, Bağdat Tren Yolu güzergahında çekilen insan varlığı sıkıntısının kapatılması için Ermenilerin uygun bir öğe olduğu yer almış. Alman hükümeti bu rapor üzerine Türk hükümetini Ermenileri buraya göndermeye yönlendirmiş. 
Ermeni Devrim Komitesi ve Rus gizli görevlilerinin desteklediği yerlerde ayaklanmalar düzenlendiği ve buradaki ayaklanmaları düzenleyen suçlulara karşı her türlü sert önlemin alındığı da oldukça doğal. 
Eğer burada bir ayaklanma planlansaydı, bunun için en uygun zaman Rusların Erzurum önlerine 35 km kadar yaklaştığı Ocak ayında olurdu. Erzurum Garnizonu'nda o sırada birkaç yüz jandarma, çalışma taburlarında ise üç dört bin kadar işçi bulunmaktaydı. 
Kendi hükümeti tarafından baskıya uğrayan ve kötü muamele gören, yani başka bir milliyete ve başka bir dine mensup, hoşnut olmayan sınır halkının zafer kazanmış ve ilerleyen, üstelik aynı dine mensup, kendisini kurtarıcı olarak göstermiş ve sınırdaki Ermenilere çeşitli vaatler veren bir düşmanla birleşmesi bana esef verici geliyor, ancak bunu aynı zamanda doğal da karşılıyorum. 
Ancak kendisini uygar olarak niteleyen bir hükümetin hoşnut olmayan bazı halk kesimlerinin haklı olarak baş kaldıracağını öngörerek, gerek uygun askeri önlemler açısından olsun, gerekse hükümetin kuracağı siyasi görüşme açısından olsun, en başta, zamanında önlem almayıp, polis teşkilatı ve "çetelerin" (atlı ve gönüllü Türkler) kışkırtmalarına da kayıtsız kalmasını, hatta bu kışkırtmaları desteklemesi ni doğal görmüyorum. 

Böylece hükümet kendi halkının geniş bir kesiminin dizginini elinden kaçırmış, "misilleme çılgınlığı" ve ırk nefretiyle de halk yığınları arasında kızgınlık uyandırmıştır. Sonra aynı hükümet kendi kayıtsızlığından kaynaklanan durumdan doğan sonuçları cezalandırarak, bilerek ya da bilmeyerek ayaklanmalara neden olarak, tüm bir halkı ekonomik ve kültürel olarak yok etmeyi, ortadan kaldırmayı bir fırsat olarak görmüştür. 

Bu yok etmenin, burada olduğu gibi mümkün oluşu, on binlerce Ermeni’nin karşı koymadan kendilerini az sayıdaki Kürt ve çeteciye kıydırmaları, Ermeni halkının ne kadar az bir devrimci ruha sahip olduklarını ve savaşkan olmadıklarını kanıtlıyor. Ermeniler, özellikle şehirde oturanlar, o “doğunun Yahudileri” iş bilir tüccarlardır, dar görüşlü siyasetçidir, ancak tanıdığım kadar onların çoğu aktif devrimci değildir. 

Eğer bu insanlar aktif devrimci ve silahlı olsalardı, her koşulda kendilerini ölümün beklediğinin bilincinde olarak sayılarının da fazla oluşu nedeniyle, sürgünlere şiddet kullanarak karşı koyarlardı. 

Ancak karşı koymalar sadece bazı yerlerde, (Ermeni) Devrim Komitesi yönetiminin bulunduğu yerlerde oldu. Oysa göçe zorlamalar sırasında herhangi bir olay olmamış ve bu insanlar kaderine razı olarak kıyıma uğramıştır. Türk Ermenilerinin korkusu karşısında Türklerin duyduğu korku herhalde daha fazlaydı. 

Ermeni sorununun ele almış biçimi hükümet erkinin sorumluluk taşımayan ve sadece kendi çıkarlarını bilen insanların elinde bulunduğunu açıkça gösterdi. 
Üstelik en büyük mülki erkan olan vali de yaşanan aksamalardan ve karşılıklı katliamlardan rahatsız. O nedenle sürülecek Ermenilere yolculuğa hazırlanmaları için zaman veriyor. Onların yanlarına eşya almaları ve eşyalarını satmaları için izin veriyor. Dahası ürün, eşya ve değerli mallarını Ermeni kilisesinin korumasına vermesini onaylıyor, Şayet kimilerinin iddia ettiği gibi, bütün mesele bazı kötü niyetli kişilerin Ermenilerin malına, mülküne ve parasına el koyma 
gayreti olsaydı, bu izin verilmezdi. O dönemde Anadolu'da kabaca iki kesim vardı. Bunlar kendisini “ümmet” olarak görenler ve "gayrimüslimler", o nedenle "ırk" kavramından da, "ırk nefreti" kavramında da söz etmek mümkün değil. 

TEHCİRDE AKSAMALAR;

Tehcirde Aksamalar ... 

Pera, 19 Ağustos 1915 


İzmit'teki Katolikler öbür Ermenilerle birlikte sürgün edildi. 
Sürülenlerin durumu oldukça kötü ve özellikle de fakir olanlar daha büyük acı çekiyor. Çoğu anne çocuklarının çektikleri acıları daha fazla görmemek için onları nehirlere atıyor. Başka analar da çocuklarını kaçınılmaz ölümden kurtarmak ve bir parça ekmek satın alabilmek için yavrularını satıyor. Beş yaşına kadar olan çocuklar 5 Kuruşa, yani bir Marktan daha az bir miktara satılıyor. 15-20 yaş arasındaki bir genç kız ise 20 Kuruşa satılıyor. Özellikle gece bastırdığında evli kadınlara ve kız çocuklarına çirkin şeyler yapılıyor. 
Güvenilir bir şahit yağışlı bir gecede açıkta ve yerde yatan, çoğu çocuk yüzlerce ceset gördüğünü anlattı. Talat Paşa Tehcirin Düzgün İşlemesi İçin Çabalıyor İstanbul Büyükelçisinden Almanya Şansölyesine… Pera, 4 Eylül 1915 
Talat Bey birkaç gün önce de konuya ilişkin şu ifadeyi kullandı: “la question armenienne n'existe plus (Ermeni Sorunu yok)”. 

İmparatorluk hükümeti Ermenilerin yaşadıkları yerleri önceden belirlenen bölgelerle değiştirmek suretiyle sadece bir tek şeyi hedeflemektedir. O da hükümet karşıtı Ermeni milliyetçiliği yönündeki eylem ve girişimleri önlemek ve ortadan kaldırmak ile bir Ermeni devletinin kurulması girişimini ortadan kaldırmak olmasa bile daha çok bunu engellemektir. 
Talat Paşa, yaşanan aksamaları ve eksiklikleri inkar etmiyor veya savunmuyor. Talat Paşa - tam aksine - bunların telafisi için gereken emirleri veriyor ve dahası, rahatsızlık duyanlara, bu emirleri ilgili makamlara ileten yazışmalardan da birer kopya veriyor. Bir soykırım (?) için pek alışılmadık bir durum ... 

Bulaşıcı Hastalıklar Mısır Harekatı Yolunu Tıkıyor 

Halep Konsolosu Rössler'den Olağanüstü Misyonla İstanbul Büyükelçi Hohenlohe-Langenburg'a giden bir yazı var. ... Halep, 27 Eylül 1915 
Daha önce kimsenin görmeyeceği şekilde gerçekleşen teker teker sahneler, kısa zaman önce Halep'te halkın kendi gözleri önünde cereyan etti. O günden bu yana hükümet tedbirlerini, sürgün edilenlerin sürüleri büyük ölçüde Halep'ten geçirmeden götürülmesi yönünde almıştır. 
Aynı ayın 10'unda ve 12'sinde iki kafile geldi, her birinde 2000 sürülmüş kadın ve çocuk ile Ras ul Ain üzerinden buraya vardı. Öyle bir kafile idi ki ancak bir Wereschtschagin'in fırçası ile resmedilebilecek bir dehşeti andırıyordu. Jandarmalar, korkunç derecede zayıflamış ve ölümün defalarca yüzlerine yazılmış olan yaratıkları kırbaçlarla vurarak Halep'in sokaklarında tren istasyonuna doğru, onlara şehirde bir yudum su içmelerine ya da bir lokma ekmek yemelerine izin vermeksizin sürüyorlardı. 
Su ve ekmek dağıtmak isteyen şehir halkı bunu yapmaktan alı koyuldu. 
Bağdat treninin işletme müdürü bana dedi ki, hayatımda çok şey görmüş ve dayanıklılık kazanmış, ancak bu kafile gibi bir şeyin mümkün olabileceğini hayal bile edememiş. Bu kafile ona Hindistan'daki açlık resimlerini hatırlatmış. Cemal Paşa'nın sürgün edilmiş kişilerin fotoğraflarının çekilmesini neden bu denli katı bir şekilde yasakladığı buradan anlaşılıyor. 

Sürgün edilen kişiler arasında Eylül ayı başından itibaren günde ortalama 25 olan ölüm olayları, Eylülün ortalarına doğru hızlı bir şekilde 40, 60 ve fazla sayılara yükseldi. (Adı geçen ayın 26'sında ölülerin sayısı 110 kişiydi, aynı ayın 27’sinde ölü sayısı 95 kişi. Eylülün ortasından beri ölü sayısı 80’den aşağıya düşmüyor). Tüm sürgün kişilere kalacak yer sağlanamadığı için ölmek üzere olan kişilerin yollarda yattığı oluyor. 
Cenaze hizmetleri geri kalan her şey gibi kötü bir organizasyon ile yürütülüyor. Bana anlatılanlara göre, birkaç defa gömülecek vücutların mezara yatırılmak istendiği anda – onları tabuta koymadan gömüyorlar - hala yaşam belirtileri gösterdiği olmuş. 
Bir mezarın yakınlarında ölmek üzere olan iki kadın yatıyordu. Etraflarında mezarcı ve sokak çocukları durup ölüm anını bekliyorlardı ki, onları mezara koyabilsinler. Bu kadınların buraya nasıl geldiklerini sorduğumda şu cevabı aldım. Bir öküz arabasının üzerinde beş ceset tabutsuz üst üste yerleştirilip getirilmiş. Mezarcı görevini yerine getirmek isterken o beş vücuttan üçünün hala yaşadığını fark etti. Ölüm zamanının henüz gelmediği anlaşılan bir çocuk mezarlıktan 
uzaklaştırılırken ölmek üzere olan iki kadını burada bıraktılar. Bir gün önce 15 yaşındaki kızı mezara yatırmak isterken onun hala yaşadığını fark eden mezarcıyla da konuştum. Bu olayı bana kendisi de doğruladı. 

     Mardin ve civarı için buralı bir Alman tüccar tarafından bana aşağıdaki veriler teslim edildi. 
Veriler mağdur kişilerin akrabaları tarafından oluşturulmuştur ve muhakkak araştırılması gerekmektedir. Objektif olarak doğru olup olmadığı ancak gelecekte anlaşılacaktır. Ancak şüphe götürmeyen bir şey var, o da, Ermenilerden başka Hıristiyanların da bu takibe dahil edilmiş olmalarıdır. 

Yerler Nüfus İslam Ermeni Katolik Esk. Süryani Süryani Kat. Protest. Keldani 
Mardin 50,000 27,000 10,000 10,000 1,500 1,400 100 
Tell Armen 4,500 
Goliye 5,000 


Siirt'te (Bitlis vilayeti) ve Djeziret ibn Omar'da (Diyarbakır vilayeti) KaIdeler, Mardin'in kuzeyinde kalan Djebel et Tor'da bütün Hıristiyanlar yok edildi. 
Gecikmiş olarak burada duyulduğu üzere Mardin'de iki mutasarrıf görevden alınmış, çünkü hükümetin verdiği emirleri Ermenilere karşı uygulamayı reddetmişler. 

Şayet Osmanlı askerleri ve subayları izin vermediyse ve engellediyse, "soykırım kurbanı fotoğrafları" nereden çıkıyor? Acaba Emeni mezaliminde hayatını kaybeden Türkler olabilir mi? Bu sorunun cevabı çok kişiye ezberini bozdurabilir. 
Almanlar Mağrur, Ermeniler Mağdur, Çeteler Mazur Halep Konsolosu Rössler'in 

Alman Şansölyesi Bethmann Hollweg'e gönderdiği… 

Halep, 8 Aralık 1915 

Ranke, "Dünya Tarihi" adlı eserinde Büyük Karl'ın Saksonyalılara yönelik uygulanacak politika konuşmasında: "Sert yasalara karşı direnç oluşur. Bu tür iç içe geçmiş olgularda bu hep yaşanır. Muhalefetin karşı çıkmasını önlemek için alınacak zorunlu gerekli önlem ve ilkeler kendiliğinden muhalefeti doğurabilir" der. 
Bu cümle Türk hükümetinin 1895 yılından bu yana iniş çıkışlı olarak Ermenileri kıyma politikasına uyarlanabilir. … Hükümet Ermenilere karşı tarihte ender rastlanır sertlikle önlemler aldı ve böylece üç bölgede direnişle karşılaştı: Fundacık'ta, Suadiye’de ve Urfa'da. 

Türklere Karşı Ermenileri Destekleyelim 

Alman Şansölyesi Bethmann Hollweg, İstanbul Maslahatgüzarına Neurath’a… 
15 Ekim 1915, Berlin İnandırıcı belgelerden yola çıkarak, eğer maruz kaldıkları insanlık dışı muameleye bir an evvel dur denmedikçe, Ermenilerin yok edilme tehlikesiyle karşı karşıya oldukları kesindir. 

Zaten Rusya-Türkiye savaşından bu yana doğu vilayetlerindeki yüzlerce Ermeni köyü Kürtler ve yasadışı milislerce yağma edildikten ve binlerce savunmasız Ermeni katledildikten sonra, Mayıs sonunda tüm Ermeni halkı bütün Anadolu vilayetlerinden ve ilçelerinden Bağdat yolunun güneyine Arap steplerine nakledilmesi kararlaştırılmıştır. 

Bu kural insanlık dışı bir sertlikle geçtiğimiz aylarda uygulamaya konuldu. Ermeni halkının askerlik çağı gelmiş tüm erkekleri orduya alınıp iç bölgelerin silahsız bir halde cephe gerisi yollarında yük taşıyıcıları ya da yol inşaatları işçisi olarak görevlendirildiklerinde, erkek koruyucuları ellerinden alınmış kadın, çocuk, hasta ve yaşlıları oturdukları yerlerden kaçırdılar; varlıklarına el koydular ve donanımsız ve yiyeceksiz, çıplak ayaklı, aç, hakaretlere maruz kalmış ve sürekli işkence ve tacize maruz kalarak, yüzlerce, binlerce sürü benzeri yığınlar halinde yüzlerce mil sürgüne sürüklendiler. 
Nakledilen kadın, çocuk ve yaşlılılardan neredeyse yarılarından daha azı varış noktalarına ulaşabilmişlerdir. Kızlar ve genç kadınlar Türk haremlerine ve Kürt köylerine kaçırılmışlardı. Oralarda Müslüman olmalarından başka çareleri kalmamıştı. Aynı şekilde, sayısız çocuk ebeveynlerinden alıkonulmuştur ve şimdi Müslüman olarak yetiştirilmekteler. 
Ermeni patriğinin istatistiklerine göre nakil ile karşı karşıya kalan vilayetlerde yaklaşık 1.200.000 
Ermeni yaşamaktaydı. 

Nüfusun bir kısmının dağlara kaçabildiği ve uzak bölgelerin nakledilmediği varsayılsa bile, yine 
de geriye nakle ve katle maruz kalan yaklaşık bir milyon Ermeni Hıristiyan kalıyor, üstelik mezheplerine de bakılmaksızın Gregoryanlar, Katolikler ve Protestanlar. 
İçerideki, neredeyse tamamıyla Ermenilerin elinde bulunan ticaret ve zanaatkarlık yok edilmişti. İstanbul (yaklaşık 180,000), İzmir (28,000), Adana ve Ermeni bölgelerinin muhitinde bulunan ve şimdiye dek nakil işlemine maruz kalmayan diğer şehirlerde ticaret ve zanaatkarlıkla uğraşan Ermeni nüfusun göç ettirilme hazırlıkları, Almanya'yı son derece yakından ilgilendiren, Türkiye'nin ekonomik gelişimi için vahim sonuçlar doğuracaktır. 
Ülkeyi tanıyan uzmanların yargılarına göre Türk ve Yahudi halklarının Ermenilerin bıraktığı boşluğu doldurmaları onlarca yılı alacaktır. 
Bizim vicdanımızı rahatsız eden, birer Hıristiyan olarak Alman halkına, Türkiye'nin müttefiki olarak söz konusu olaylar karşısında yükleneceği sorumluluktur. 
Ayrıca erkeklerin askere alınmasıyla korumasız ve aç kalan sadece Ermeniler değil, bütün Anadolu'ydu. Bu durumun getirdiği mahsurları Türkler çok uzun süredir yaşıyordu, bilhassa çevresinde Ermeni olanlar. 

Cemal Paşa Tehcirin Düzelmesi İçin Devrede 

Olağanüstü Misyonla İstanbul'da Bulunan Büyükelçi Wolff-Metternich'ten Alman Şansölyesi Bethmann 

Hollweg'e… Pera, 9 Aralık 1915 

Bu kez bilerek üçlü yönetimin üyelerinden birine değil, baş vezire gittim, çünkü onun Ermeni takibini onaylamadığını biliyordum. Gerçi baş vezirin Ermeni takibini sonlandırma gibi bir gücü yok, ancak düşüncelerimi arkadaşları karşısında değerlendirme arzusunda olacaktır. 

Hıristiyanlık Elden Gidiyor! 

İstanbul'da Bulunan Büyükelçi Wolff-Metternich'ten Alman Şansölyesi Bethmann Hollweg'e…Pera, 24 Ocak 1916 Samsun Konsolos Yardımcısı Kuckhoff’un verdiği bilgiye göre, ki bu bilgi öbür taraflarca da doğrulandı, Karadeniz bölgesinin çeşitli ilçelerinde Ermenilerin kısmen ikna yoluyla kısmen de tehditle geniş çapta İslam'a geçmeleri sağlanmış. 

Öbür yandan da çok sayıda Ermeni, cezalardan ve sermayelerinin ya da mülklerinin ellerinden alınmasını önlemek için kendiliğinden İslamiyet'e geçmeyi kabul etmişler. Ancak bu süreç yetkilileri ikna etmemiş ve İslamiyet’e geçen bu kişileri yine de sürmüşler. 

Ermeni Patriği Aralık ayının ortalarında bana, Anadolu’da sürülen Ermeni ailelerinin eşi ölmüş ya da kayıp olan bayan üyelerini İslam'a geçmeleri için gruplar halinde Müslüman köylere dağıtıldığını iletti. 


***