Dr. M. Galip Baysan etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Dr. M. Galip Baysan etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

22 Ocak 2021 Cuma

1918- KIŞI RUSLAR ÇEKİLİRKEN ERMENİLER NE YAPIYORDU

 1918- KIŞI RUSLAR ÇEKİLİRKEN ERMENİLER NE YAPIYORDU



14 Haziran 2013
Dr. M. Galip BAYSAN


Doğu Anadolu’da yaşayan Türklere karşı uygulanan  sistematik soykırımın planlayıcı ve icracıları dokümanlara kaydedilmiştir ve bellidir. Antranik, Tero, Heço, Muradyan, Torkom, Arşak, Sebuh, Dro (Dasdomat Kanayan) Mardiros, Canbulat ve Armen Garo. Bu son kişi Erzurumlu zengin bir ailenin çocuğu idi. Onun Osmanlı Parlamentosu’nun eski bir üyesi olduğunu ve savaşın başında topladığı gönüllülerle Ruslara katılarak kendi öz vatanına ihanet ettiğini biliyoruz. Dr. Zaveryef de 3 Mart 1918’den sona Erzurum’da söz konusu edilen soykırımların yapılmasının organizatörü, Muradyan Şarki Karahisar’dan başlamak üzere hemen bütün soykırımlarda aktif rol almış bir militandır. Erzincan ve Erzurum bölgelerinde ki soykırım emrini o vermiştir ve çeteleri köylere sırf bu amaçla göndermiştir. Antranik binlerce Türk’ün ölümünden birinci derecede sorumlu (tam bir “kasap”) tır. (Maalesef duruma ve yaptıklarına pek vakıf olmayan veya vakıf olup da bundan gizli bir zevk duyan) Ermeni Diasporası ve batılılar onu bir “milli kahraman” olarak kabul edeceklerdir.(1)

Harp Tarihi kayıtlarına geçmiş Erzurum ve Deveboynu Müstahkem Mevki Kumandan Vekili, Harp Esiri Twerdo Khlebof’un Antranik’le ilgili anıları şöyledir:
“17 Şubat’ta Antranik Erzurum’a geldi. Bununla beraber, istila bölgesi komiseri muavini Doktor Zaveryef de beraberdi. Ermeni meseleleriyle hiç meşgul olmadığımız için, Antranik’in Osmanlı Hükümeti’nce idama mahkûm edilmiş bir cani addedildiğinden haberdar değildik. Bunların hepsini, 7 Mart’ta Osmanlı Ordusu kumandanıyla konuştuğum zaman öğrendim. Antranik Rus Tümgenerali üniformasıyla geldi. Dördüncü rütbeden Sen Viladimir ve ikinci rütbeden Sen Jorj Salibi (haçı) nişanlarını da taşıyordu… Maiyetinde kendi kurmay başkanı olan bir Rus kurmay albayı Zinkeviç de vardı… Antranik gelince Albay Morel yerine Merkez Komutanlığı’nı üzerine aldı. Antranik’in geldiği gün sorumluluk bölgesinin içinde bulunan Tepeköy’ünde bütün ahalinin kadın, erkek, çoluk çocuk tümüyle Ermeniler tarafından katledildiğini o mıntıkada bir subayın vasıtasıyla öğrendim. 

İlk karşılaşmamızda bunu ona söyledim.” (2)

Suçluların Divan-ı Harbe verilmesi gerekiyordu. “Divan-ı Harb üyeleri” Ermenilerden korktuklarından hiçbir Ermeni’yi mahkûm edemedi. “Hiç bir zaman bir Ermeni’nin diğer bir Ermeni’yi cezalandıramayacağını “ Türkler ısrarla söylerlerdi. Rus atasözünde “karga, karganın gözünü oymaz” derler ki doğru olduğunu gözlerimizle gördük. (Türk ordusu yaklaşınca) eli silah tutabilen Ermeniler, firar etmekte olan ailelerinin muhafazası bahanesiyle hep beraber firar ettiler.” (3)
      Kazım Karabekir Paşanın Erzurum’u kurtarmak için 5000 kişilik kuvvetiyle saldırıyı başlattığı 11 Mart (1918)’de Erzurum eteklerine kadar gelindi, ertesi sabah başlayan saldırılarla Erzurum Ermenilerden kurtarıldı ancak sadece o gece (11/12 Mart gecesi) Ermenilerin 3000’den fazla Müslüman kestikleri Rus subaylarından öğrenildi.(4)

Ermeni tarafında olaylar ilginç bir gelişme gösteriyordu, Ermenilerin zulüm ve katliamları olanca şiddeti ile devam ediyordu. Buna karşılık ilerleyen Türk Ordusu’na karşı bin bir zorlukla cepheye gönderilen Ermeniler kaçıyor ve cepheye gidecek bir Ermeni çıkmıyor, Antranik’in gayretleri hiç bir sonuç vermiyordu. Sonunda iyice kızan Antranik:

“Ermeni reisleri Erzurum’u savunmak için on-onbeşbin adam gönderdiler. Kendileri de arkada saklandılar, bu suretle hem Ermenistan’ı ve hem de Ermeni milletini mahvettiler. Eldeki birkaç bin Ermeni’den hiç biri cepheye gitmek istemiyor. Allah reislerinin hepsinin belasını versin.” diye bağırmıştı. (5)

    Erzurum’da Rus ikinci Topçu alayı Binbaşısı Khlebof “ Ne şehirde ve ne de siperlerde yaralı, ya da ölü bir tek Ermeni görülmedi. Bu hal kendilerinin askerlik ve savunma kuvvetini gösteriyor” demiştir. (6)

Türk ordusu 23 Mart’ta eski sınıra dayandı, daha sonra da Brest-Litovsk Antlaşması esaslarını uygulamak için 5 Nisan’da Sarıkamış, 25 Nisan’da Kars’ı aldı. 29 Nisan’da Arpaçay’dan geçen 1877–1878 savaşı öncesi hududa vardı ve Türk toprakları Ermeni çetelerinden temizlenmiş oldu.(7)  Ancak 30 Ekim 1918 ‘Mondros Mütarekesi’nin imzalanması üzerine ordu yeniden 1.Cihan Savaşı öncesi hudutlara çekildi. Böylece önce Ermenilerden kurtarılan bölge yeniden ve bu sefer Ruslar yerine İngilizlerin baskısıyla Ermenilerin eline geçirildi.  Bölgesel kıyımlar bu sefer İngilizlerin himayesinde yeniden başlatıldı.

 Dr. M. Galip BAYSAN

DİPNOTLAR:

(1) Armenians in The Late Otoman Period, s.149-150 (Enver Konukçu, Massacres of the Turks and Mass Graves; Book Edited by Türkkaya Ataöv, The Council of Culture, Arts and Publication, Ankara-2001)
(2) Kazım Karabekir:1917-1920 Arasında Erzincandan Erivana  Ermeni Mezalimi, s.263-264 (Emre Yayınları, İstanbul-2000)
(3) Aynı Eser, s.261–263.
(4) İsmet Parmaksızoğlu: Ermeni Komitelerinin İhtilal Hareketleri ve Besledikleri Emeller s.162 (Ankara–1981)
(5) Khlebof: Erzurum 2. Topçu Alayı Savaş Broşürü, 12 Mart 1918 (E. Uras, a.g.e, s.641).
(8) Aynı Eser, s.641.
(7) Ahmet Refik Altınay, Kafkas Yollarında, s.8–9 (Kültür Bakanlığı, Ankara–1981

***

24 Şubat 2018 Cumartesi

AMERİKA’DA ERMENİ MESELESİNİN DOĞUŞU

AMERİKA’DA ERMENİ MESELESİNİN DOĞUŞU 

Dr. M. Galip BAYSAN 

 2015 yılı hem yurt dışı ve hem de yurt içinde yaşayan vatandaşlarımız için çok çetin bir yıl olacak. Hiç şüphe edilmemeli ki Diyaspora Ermenileri ve onlara destek veren toplumlar ve kurumlar Ermeni Tehcir olayının 100 ncü yılını ülkemize ve halkımıza nefret tohumları ekerek anacaklar. Diğer ülkelerde olduğu gibi ABD halkı da bu faaliyetlerle yoğun bir şekilde meşgul olacak. Amerikan halkının bu konuya neden bu kadar ilgi gösterdiği ve 1915 olaylarını bir soykırım olarak tanımaya neden bu kadar hazır olduğu Türk kamuoyunca pek bilinmeyen ve garipsenen bir durumdur. Ancak geçmişte Ermeni olaylarının en fazla işlendiği toplum Fransa ve İngiltere’den de çok Amerikan halkıdır. Günümüzde ABD ‘de meydana gelecek gelişmeleri değerlendirebilmek için olayların başlangıcı ile ilgili bilgilerin hatırlanmasının yararlı olacağına inanıyoruz

J. B. Gidney “A Mandate for Armenia/Ermenistan için bir Manda” adlı kitabında, Amerikalıların Ermeni meselesi ile nasıl tanıştığını şöyle anlatıyor: 

  “Bu çalışmamdan haberi olan tanıdık herkes, Ermeniler hakkında çocukluğunda çok şey duyduğunu belirtmektedir. Önüne konan her şeyi yemek istemediği zaman annesinin hemen Ermenileri öne sürdüğünü, Ermeniler bunları bulsalar ne kadar memnun olurlar veya “Ermeniler açlık çekerken bu yiyecekleri bırakmaktan utanmalısın” diye çıkıştığını söylemekteydiler. Bu sözler diğer kişilerin hatıralarıyla uyuşuyor. Hatta bu gün bile herhangi bir kişinin, “Ermeniler hakkında bütün bildiğim onların açlık çektiğidir” dediğini duyabilirsiniz. Bu gibi ve benzer mütalaalar onların hikâyesini anlatır. 

Bir dönemde Amerika’da Ermeniler için yaygın bir sempati oluştu. Bu sempati misyoner gayretleriyle beslendi, sadece kiliseler tarafından değil gazete ve dergilerde canlı tutuldu ve Birinci Dünya Savaşı sırasında Türklerin zulmü nedeniyle acı çeken Ermenilere yardım kampanyaları düzenlendi. Sempati anlayışa mani oldu. Hatta bugün bile milyonlarca Amerikalıların çocuklarında “Türklerin Allah adıyla isimlendirilen sahte bir tanrıya taptıklarını, ona en büyük hizmetin, ona inanmayan herkesin öldürülmesi olarak kabul ettiklerini öğrendiklerini” söyleyebiliriz. 
İşte bu nedenle “Ermeniler, Hıristiyanlığa bağlılıkta sadakat gösterdikleri için öldürü- lüyorlar.” deniyor (1) 1920 yılından itibaren çocuklara Pazar okulları ve İncil derslerinde iyi Somaritan’ların zulme uğrama sahneleriyle süslü hikâyeler, Ermenilerin durumunun anlatılmasına yardımcı oluyordu. ... 

  Kısaca söylemek gerekirse Amerikalılar Ermenilere Türkler tarafından yapılan çirkin muamelelerin nedenleri hakkında tamamen yanlış bilgilere sahipti ve gerek kendi ülkelerinin gerekse diğer Hıristiyan ülkelerin oynadığı rol hakkında bilgileri yoktu. Ermenilere karşı duyulan sempati, Türklere karşı duyulan nefretten fazla genel değildi. Avrupa güçleri de Ermenileri koruyamadıkları için sert biçimde tenkit ediliyordu.” (2) “Ermenilerin kaderi ile ilgili olarak 1896 yılında Kongre’ye birkaç yasa teklifi verildi. Yazarlar aşırı milliyetçilik ve Monroe Doktrinini değiştirip nefret edilen İngilizlerle müşterek çalışma imkânı doğuncaya kadar konuyu tahrik etmenin uygun olmayacağını anladılar. 

Bu anlayış sağlanıncaya kadar Ermeniler dinlerine bağlılıkları nedeni ile öldürülüyorlardı.” (3) Bu anlayış Türkiye’deki Amerikan misyonerlerin öğretilerinden farklı değildi. İlkel dinsel fanatizmi, devamlı okşayan, olayları daima Türk ve Müslümanların aleyhine olabildiğince egzejere edilerek aktarmayı cazip gören, kolay, sadece inanca dayanan, güç- lü fakat gerçek dışı bir anlayış. Oysa gerçek durumu yakından incelenmiş olan bir rahip Y. G. Cark, 1953 yılında yayınlanan eserinde “Eğer Türkler İstanbul’a gelmemiş veya gelmeleri gecikmiş olsaydı. Ermenilerin İstanbul’a yerleşmeleri ve gelişmeleri pek şüpheli olacak, hatta belki de izleri bile bulunamayacaktı.” (4) sözleri ile bazı gerçekleri hatırlatacaktır. Yer yer temas ettiğimiz gibi, psikolojik olarak Avrupa gibi Amerika da beyaz ırkın ve Hıristiyanların üstünlüğüne inanıyordu. Bu nedenle Batı diğer ırk ve milletleri yönetme, eğitme ve medenileştirmenin kendileri için tabii bir hak olduğu inancını taşıyorlardı. 

Batılılar diğer halkları, Hıristiyanlaştırma ve Batı kültürü anlayışı ve yaşamına kavuşturmayı bir insanlık görevi olarak telakki ediyorlardı (5) ve biz bunu nasıl yapmaya çalıştıklarını bazı yazılarımızda anlatmaya çalıştık. Dinsel anlayışlarda özgürlüğe ve tek ve çok tanrı- lı bütün dinlere saygılıyız ancak İslâm dini için haksız yere yanlış iddialar için basit bir örnek sunmak istiyoruz. Osmanlı Kanunnamelerinde yüzlerce yaşta olan bir madde, Türklerin Hıristiyanları bırakın öldürmeyi veya baskı altına almayı, tam tersine kendi dinlerine saygılı olmayı teşvik ettiğinin bir göstergesidir. Kanun şunu emrediyor: “Hıristiyan olan bir şahıs, sonradan papaz olur ve bunu da Hıristiyanların menfaati için yaparsa, ispençe ve haraç (Hıristiyanlardan alınan vergiler) alınmaz”. (6) 
Merak ediyor ve sormak istiyoruz, acaba Avrupa veya Amerika’nın hangi beyaz, hangi medeni Hıristiyan ülkesinin kanunlarında, ülkedeki diğer dinler, mezhepler veya milletler için buna benzer bir hak tanıyan madde var? Profesör Yurga’nın Türk-Ermeni ilişkileri ile ilgili gözlemleri şöyledir: “Türkler tarafından Ermenilere başka milletlere gösterilmeyen hürmet ve saygı gösterilmektedir. Ermeniler, Rumlardan fazla Türklere verilmiş mezhep hürriyetine sahiptirler” (7) Bu gerçek nasıl unutulabilir ki? 

DİPNOTLAR: 

(1) James B. Gidney, A Mandate For Armenia, s.41-42 (The Kent State University Press, Ohia –196). 
(2) Aynı Eser, s.42. 
(3) Aynı Eser, s.42-43. 
(4) Y. Çark, Türk Hizmetinde Ermeniler, S1 (İstanbul – 1953). 
(5) The Eastern Question: imperialism and The Armenion Community, Bayram Kodaman, s.7 (İnstitute for the Study of Turkish Culture, Ankara – 1987). 
(6) Cemal Anadol, Tarihin Işığında Ermeni Dosyası, s.56 (İstanbul – 1982). 
(7) Prof. N. Yurga, Geschichte des Osmanischen Reciches, Cilt-5, s.606.

http://www.tesud.org.tr/uploads/yayin/dosya/207.pdf

***

17 Haziran 2016 Cuma

SOYKIRIM İDDİALARI VE TÜRK AYDINLARI



< Grup üyesi arkadaşlarım Selam: Geçen iki yazımız dış dünyada soykırım iddialarını reddeden bilim adamları ile ilgiliydi. Bu yazıda Türk Aydınlarının bir kısmının tutum ve davranışlarını açıklamaya çalışıyoruz.
Dr. M. Galip Baysan >


SOYKIRIM İDDİALARI VE TÜRK AYDINLARI


 Önceki iki yazımızda bahsettiğimiz yabancı bilim adamlarının “ tarihsel gerçekleri” savunma adına verdikleri büyük mücadeleyi izlerken aklımıza modern, çağdaş ve gerçekçi olduğunu iddia eden bir kısım Türk aydınının sözleri geldi. Bunlardan biri, daha birkaç yıl öncesinde “Nobel Edebiyat ödülü” verilen genç bir yazarımızdı. Bu ünlü yazarımıza dünyanın en ünlü ödülü verilmesine rağmen bir türlü sevinemedik ve pek çok Türk aydınının içini garip bir hüzün kapladı. Çünkü bu genç yazarımız; bir önceki Şubat ayında, İsviçre’de yayınlanan Tagesanzeiger’in “Das Magazin” isimli kültür ilavesine verdiği beyanda “ 1.000.000 Ermeni ve 30.000 Kürt’ün Türkler tarafından öldürüldüğünü söylemiş ve şöyle devam etmişti: “ Bizim geçmişimiz bu günümüzle birlikte değişime uğruyor. Bu günkü gelişmeler geçmişi değiştiriyor.Ülkenin geçmişindeki kötü olayları yavaş yavaş konuşmamız gerekiyor....Burada 30 bin Kürdü öldürdüler, 1 milyon da Ermeni ve neredeyse hiç kimse bunu dile getirmeğe cesaret edemiyor. O halde ben yapıyorum ve bu yüzden benden nefret ediyorlar.” Yani Türk Halkının belki de bütün dünyanın izlediği, dinlediği en önemli ve hemen hemen tek sesi, hiçbir şüpheye meydan bırakmayacak kadar net bir şekilde “ Ermeni Soykırımı bir gerçektir,hatta dahası da var” diye haykırıyordu.
 2001yılında büyük bir siyasi oyun sonucu 50-60 kişilik bir oturumla kabul edilen ve Fransız Devlet Başkanı Jacques  Chirac tarafından hemen kabul edilerek yürürlüğe konan “soykırımı tanıyan kanunun” daha da geliştirilip, cezaya bağlandırılması için yapılan çalışmalar sırasında, 2005 Aralık ayında 19 Fransız tarihçi: 2001 yılında kabul edilen kanun dahil, tarihle ilgili tüm yasaların iptali için ortak bir bildiri yayınladılar. “Tarih İçin Özgürlük”adını verdikleri bildiride şu ifadelere yer verilmişti. “Parlamentoların tarihi konularda karar alması demokratik rejimlere yakışmaz. Özgür bir ülkede tarih yazma görevi Meclise ya da hukuki mercilere ait değildir.” 
 Fransa Parlamentosunun “İnkâr Yasası” olarak tanınan, soykırımı tanımayanlara ağır para ve hapis cezası öngören yasa teklifinin 18 Mayıs 2006 günü Mecliste oylanmasından bir hafta kadar önce, 10 Mayıs günü, Fransız Liberation Gazetesi yasayı eleştiren tarihçi Jean Pierre Azema’ nın makalesiyle bir grup Türk aydınının bildirisine yer verdi. “Hafızalarla oynamaktan vazgeçin” çağrısını yapan Fransız tarihçi Azema; tarihle ilgili konularda çıkan yasaların iptalini istediklerini hatırlattı. Azema yazısında “yasaların gerçekleri dile getiremeyeceği, tarihi hakikat kavramının zaten devlet otoritesini tanımayacağını belirterek, bunun için Sovyetler Birliği tecrübesine bakmanın yeterli olacağını” yazdı. Fransız tarihçi;    “Tarihin sadece tarihçilere ait bir alan olduğunu, her vatandaşın cezai yaptırım korkusu olmadan araştırıp tartışabileceği bir ortam oluşturulması gerektiğini”dile getirdi. “Fransa’da tarih için özgürlük bildirisine imza atan tarihçilerin, gaz odalarını inkâr edenler hariç, düşünen tartışan herkesi savunduğunu” kaydetti ve “Soykırımın inkârına yönelik bu yeni girişimin ardından bir çeşit açık arttırma yöntemiyle yasa hazırlandığını” ifade etti.
 İnkâr yasasına tepki gösteren bir başka tarihçi Pierre Nora, aynı günlerde Le Figaro Gazetesinde yazdığı makalesinde milletvekillerine şöyle sesleniyordu: “ Yasa teklifinin kabul edilmesi tarihin kısırlaştırılacağı anlamına geliyor. Bir sınır açılacak ve her türlü saptırmaya kapılar açılacaktır. Ermeni Lobisinin baskısı altında kalan milletvekillerinin dışında kimse bu tasarıyı desteklemiyor. Ermenilerin yasa istemesi yanlış. Prof. Bernard Lewis’in de Fransa’da mahkûm ettirilmesi bir ‘Entelektüel Terördür’.”                   
 Amerikan ve Fransız Bilim adamlarının bu bildirileri dışında Liberasyon Gazetesinde bir grup Türk aydınının da bir bildirisi de yayınlandı. Türk basın yayın organları tarafından pek fazla üzerinde durulmayan bu bildiri, her Türk vatandaşı için ibret alınması ve asla unutulmaması gereken ifadelere yer vermekteydi. Bildirinin Prof.Murat Belge, tarihçi Halil Berktay, yazar ve akademisyen Elif Şafak, Agos Dergisi genel yayın yönetmeni Hrant Dink, Prof.Müge Göçek, Prof. Ahmet İnsel, gazeteci Ethem mahcupyan, Baskın Oran, Ragıp Zarakoğlunun imzaladığı belirtiliyordu. Bildiride “Türkiye’de yakın zamana kadar bu konuda aksi görüş bildirenlerin ‘hain’ ilan edildiği hatırlatılıyor ve Fransa’daki yasa teklifinin Türkiye’deki tartışma ortamını da tıkayacağı, cepheleşme riski taşıdığı, teklifi yapanların tıpkı Türkiye’de 1915 olaylarının özgürce tartışılmasının engellenmesi gibi bir girişim içinde olduklarını düşünmeleri gerektiği kaydediliyor ve yasanın reddedilmesi çağrısı yapılıyordu.  Dikkat edilirse Nobel kazanan ünlü yazarımızla, Fransız gazetelerine ilan veren Türk aydınlarının ifadeleri sanki aynı kaynaktan çıkmış gibi, birbirlerine çok benziyor. Yabancılara tıpkı bir misyon mensubu gibi Türkiye ve Türk Halkı şikayet ediliyor. “Sanki Türkiye’de bazı gerçekler kasıtlı olarak gizleniyor, geçmişte/ günümüzde işlenen büyük cinayetler var, bunların üzeri kasten örtülüyor, bunları dile getirme cesaretini gösterenler de bir kısım geri kafalılar tarafından hemen vatan hainliği ile itham ediliyor ve doğruların konuşulmasına izin verilmiyor. Biz çağdaş Türk aydınları Türkiye’de bir dönem başlattık, artık tabular yıkılıyor. Yakın bir zamanda diğer Türk aydınları da gerçekleri görecek, bize katılacaklar. Sizin böyle bir kanun çıkarmanız bizim yolumuzu tıkayacak ve Türkiye içindeki olumlu gelişmeleri önleyecektir. Bu nedenlerle bizler asil, necip Fransız Parlementosu’ndan bu kanunu reddetmelerini talep ederiz” diyor gibiler. İnsan gayri ihtiyari kendi kendine soruyor;  acaba bu yazı, gerçekten “Türk Aydınları” unvanını taşıyan insanlar tarafından mı yazılmış? Veya acaba Diyaspora Ermenileri Türklerin ağzından bir bildiri yayınlamış olsaydı daha farklı bir şey mi yazarlardı? Bu konuda yorumu okuyuculara bırakıyoruz.
 Eğer 18 Mayıstaki Fransız Meclisindeki oylamayı merak ediyorsanız söyleyelim. Kanunun kabul edilmesi için yeterli oyu sağlayamayacağını anlayan İktidardaki Sosyalist Partisi, bir gün evvelki görüşmeleri kasten uzatarak oylamanın Kasım ayına sarkmasını sağladı ve Kasım ayında da bildiğiniz gibi 125 kişilik minik bir “şike oturumda” Tarihçilerin bütün itirazına rağmen kanun kabul edildi. Bu kanunun Senatoda kabul edilmesinin zor olduğunu ileri sürenlere, Ermenilere destek veren Fransız Parlamenterlerin yine kendi adamlarının çoğunlukta olduğu bir mini oturumda istedikleri sonuçları alacaklarını ve bu kanunun mimarlarından Sarkozy’nin en güçlü Fransız Cumhurbaşkanı adayı olduğunu hatırlıyoruz.
 Sözlerimizi bağlarken Türk Entelektüel kesimine şu soruyu sormak istiyoruz: acaba sizce hangisi daha doğru ve gerçekçi kabul edilebilir. “ Dinsel ve Irksal yardımlaşma duygusu ile Karartılmış bir dünyayı aydınlatmaya çalışan yabancı bilim adamları mı?” Yoksa “aydınlık bir dünyayı kendilerine özgü nedenlerle karartmaya çalışan dost ülkeler ve Türk aydınlarımı? ”Bize göre Prof. Shaw, Jean Pierre Azema, ülkemizde her türlü karşı düşüncelere karşı gerçekleri haykırmaktan çekinmeyen Prof. Yusuf Hallaçoğlu, Prof. Ergün Aybars gibi bilim adamları mevcut oldukça, dünyada insan hak ve özgürlükleri, eşitlik ve özgür düşünce ilerlemeye devam edecek ve daha yaşanır bir nitelik kazanacaktır. Biz bu ve benzeri cesur davranışlar sergileyen değerli bilim adamlarına saygılarımızı sunuyor, yaşamını yitirmiş olanlara tanrıdan rahmet dileyerek sözlerimize Fransa’nın yeni Cumhurbaşkanı Hollande’nin Anayasa Konseyinin reddettiği soykırımı reddedenlerle ilgili “ İnkar Yasası”  yerine yeni bir yasa çıkarma gayretlerini dikkatle izlemenizi tavsiye ederek son vermek istiyoruz.  

Dr. M. Galip Baysan
..

29 Temmuz 2015 Çarşamba

Ermeni Cinayetle ri nasıl başladı ??




Ermeni Cinayetle ri nasıl başladı ??




Dr. M. Galip Baysan
1945 yılında savaşın müttefikler lehine döndüğü anlaşılınca Ermeni iddiaları da yeniden harekete geçirildi. 1945 Haziran ayında yeni Ermeni Katagikosu’nun seçimi nedeni ile Dünya’daki Ermeni Kuruluşlarının Erivan’da yaptıkları toplantıda Kars –Ardahan konusu ortaya atıldı. Bu sefer Ermeniler yine tarihsel koruyucularına kavuşmuş oldular. Eski Çarlık Rusya’sının yerini yayılmacılık konusunda doymak bilmeyen bir iştahı olan Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri Birliği almıştı.
Ancak Ermeniler; Avrupa –Amerika kıtaları ve Orta doğu’da Komünizm’e karşı kamplarda olan Fransa, İngiltere, Amerika Birleşik Devletleri ve Kanada gibi ülkelerde yaşıyorlardı. Onlara karşı bir görüntü vermeden “Sosyalist ve Komünist dünyayı Ermeni milliyetçi amaçları için kullanmak oldukça büyük beceri istiyordu. Bunun için mecburen bölündüler. Batılı demokratik ülkelerde propaganda ve teşkilatlanmaya ağırlık verilirken, Türk Solcuları dâhil, bütün sosyalist Dünyada “Ermeni Milliyetçiliği” için faaliyete geçtiler. 1964 yılından itibaren dağınık halde yapılan çalışmalar birleşmeye, 24 Nisan tarihlerinde gittikçe adedi artan ülkelerde törenler düzenlenmeye, anıtlar dikilmeye başlandı. (1)
1960’lı yıllardan itibaren her sahada Ermeni faaliyetlerinin artması’nın nedenlerinden belki de birincisi Ermenilerin bulundukları ülkelere adapte kabiliyeti, siyasi ve basın-yayın organlarında güçlü pozisyonlar elde etmeleridir. Ermeniler Türkler aleyhinde her sahada, her fırsatta büyük iddialarla ortaya çıkarken Türkler bu gelişmelerin farkında bile olmamışlar, Ermeni sorununun 1923’te bittiği inancı ile ve de Ermenilerin bu kadar pervasız, mesnetsiz, belgesiz inanılmaz iddiaları nasıl yeniden ortaya atıp insanları etkilediğine inanmakta zorlanmışlardır. Gürbüz Evren’e göre 1960’lı yıllardan beri “Ermeniler kendi tezlerini anlatmak için 26.200 yayın ortaya koyarken, bunun karşılığında Türkiye’nin tezlerini anlatan kaynak sayısı 15-20 kadardır.” (2)
Ermenilerin bu faaliyetlerinden Türkiye’nin sanki haberi yok gibidir, olsa bile önemsememektedir. Olayın her geçen yıl bir çığ gibi büyüdüğü anlaşılamamıştır. Türkiye kendi masumiyetine inançlı, sakin ve sessizdir. Batılılar arasında ironik bir deyim vardır: “Burası İngiltere (veya Amerika, Fransa) kimin sesi fazla çıkarsa o haklıdır” derler. Espri amacıyla söylenmiş bu söz, gerçekte de öyledir. Hele Türk –Ermeni meselesinde en çok bağıran, çağıran, şikâyet eden Ermeniler haklı ve sessiz kalan Türkiye’nin“suçluluğun sessizliği” içinde ve haksız olduğu kabul edilmiştir. (3) (Ermeni iddiaları ile ilk defa 1959 yılında Tokya’da Amerikan Subay Klübünde karşılaştığımızda önce şaşırmış ve Ermeni iddialarına inanamamıştık, bir yıl sonra ABD’de Washington civarındaki Amerikan İstihkam Okulunda “Ermeni ve Yunan Propagandasının” Amerikan insanını nasıl yanıltabildiğine şahit olduk. 1960 larda Lübnan’dan gelen haberler, bu ülkede Ermenilerin çok düşmanca davranışlar içinde olduğunu gösteriyordu.)
Hortlayan Hınçak, Taşnak ve Ramgavar tedhiş örgütleri Lübnan’da faaliyete geçmişti. Moskova’nın emri ile yönetilen “Hınçak ve Ramgavar” partisi ve Amerika’daki Ermenilerin emrinde olan “Taşnak” partisine değişik isimlerde 8 ermeni terör örgütü bağlıydı. Bu örgütlerin Amerika’da merkezleri Los Angeles, Newyork, Detroit, Chicago, Boston ve Buenos Aires’te bulunuyor. Buradaki örgütler 126 gizli örgütle işbirliği yapıyordu. Bunlar paralı tedhişçilerdi. (4)
Beyrut’ta bulunan ve Türk diplomatlarına ölüm planlarını hazırlayan bu üç yasadışı partinin Avrupa’daki merkezi Prag, Berlin, Paris, Milano, Lion’dadır. Örgütün bu merkezlerine bağlı “ön karargahları” vardır. Bu ön karargahlar Marsilya, Zürih, Cenevre, Roma, Viyana, Selanik, Atina’dadır. (5)
1960-1970 yılları sosyalist akımların en saldırgan ve en etkili olduğu dönemdir. Bütün dünyada olduğu gibi Türkiye’de de silahlı sol örgütlerin ve onlara karşı teşekkül eden silahlı sağ örgütlerin yıllarca devam eden çatışmaları toplumda derin yaralar açmışlardır. İşte bu dönemde Ermeni cinayet örgütleri de teşkilatlanmış ve münferit terörist eylemlere başlamışlardır.
1965 yılında Lübnan’da yaşayan Ermeniler 1915 zorunlu göç olayını anma amacı ile Beyrut’ta bir gösteri düzenlediler. (6) Lübnan Ermenileri “24 Nisan” gününü “Anma günü” olarak kabul ettiler. Ermenilere göre o gün birkaçyüz siyasi ve entellektüel Ermeni temsilcileri toplanmış, hapsedilmiş ve daha sonra da katledilmişlerdir. 1965’in aynı günü Sovyet Ermenistanı’nın başşehri Erivan’da Ermeniler, binlerce insanın katıldığı bir izinsiz gösteri düzenlediler. Gösteri sırasında taşlar atıldı ve sükunet güçlükle sağlandı. O tarihten itibaren 24 Nisan Erivan’da kutlama günü olarak kabul edilmiş ve sakin gösterilere izin verilmeye başlanmıştır. (7)
1972 yılında Jean-Marie Cazoni adında bir Fransız-Ermeni ressamın oğlu, Marsilya’da yaptığı bir konuşma sırasında Türkiye’ye karşı koordineli bir hareketin başlatılması zamanının geldiğini söyledi. Bir yıl kadar sonra 27 Ocak 1973 günü koordineli değilsede bireysel bir intikam amaçlı cinayet işlendi. Yetmiş sekiz yaşındaki Kalifornialı bir Ermeni Gourgen Yanıkyan, Türkiye’nin Los Angeles Başkonsolosu Mehmet Baydar ve yardımcısı Bahadır Demir’i (Osmanlılara ait) değerli iki tabloyu kendilerine vermek bahanesiyle, yakınlık göstererek davet ettiği bir otel odasında öldürdü. [İki Türk görevlisinin bu davete neden gittiği bazı kimselerce anlaşılmayabilir. Naçiz tecrübelerimize dayanarak söylemek isteriz ki, yurt dışında aynı kültürün insanları olarak Türkler –Yunanlılar – Ermeniler çok iyi anlaşabiliyorlar. Akıl, mantık gitmemenizi, insani sıcak duygular gitmenizi emreder. Belki de rahmetli Baydar Demir böyle bir tereddüt geçirmiş, insani yolu seçmiştir.] Bu çifte cinayetin Ermenistan’ın Kurtuluşu için Ermeni Gizli Ordusu / Armenian Secret Army for the Liberation of Armenia (ASALA) ve Ermeni Soykırımı Adalet Komandoları / Justice Commandos of The Armenian Genocide (JCAG) örgütlerinin yaptığı bir terör olayı olduğu genel bir kanı idi. (8)
Bu örgütlerin kendi itiraflarına göre ilk koordineli terörist hareketi Ağustos 1975 tarihinde, Ermenilerin Amerika’ya göç ettirilmesiyle ilgili olarak çalışan “Dünya Kiliseler Konseyi Temsilcisi”nin Beyrut’taki ofisinde öldürülmesiyle başlatıldı. Öldürülme nedeni olarak bu kişinin “mümkün olduğu kadar çok Ermeni’yi Amerika’ya göç ettirmesi” gösterildi. (12) Kayıtlara göre Lübnan’daki iç savaş döneminde Lübnan’dan 300.000 ila 350.000 Ermeni ülkeyi terk etmiştir. (9)
Bu tarihten sonra 1982 yılına kadar Ermeni örgütleri tarafından 17 ayrı ülke ve 28 şehirde 138 saldırı gerçekleştirilmiş ve bu korkunç saldırılar sırasında 33 Türk diplomat ve görevlisi ile 4 başka ülke mensubu öldürülmüş, 81 kişi de yaralanmıştır. (10) Bu vesileyle şehitlerimizi rahmet ve yaşayan gazilerimizi saygı ile anıyoruz.
DİPNOTLAR:
(1) Ermeni Sorunu, S.59 ( Genkur.Hizmete Özel –1981)
(2) Osmanlı’dan Günümüze Ermeni Sorunu, S.293, Gürbüz Evren, Fransız Ulusal Meclisinde Ermeni Soykırımı İddiaları ve Çözüm Önerileri (Ed. Hasan Celâl Güzel, Yeni Türkiye Yayınları, Ankara –2001)
(3) Aynı Eser, S.293
(4) A. Alper Gazigiray, Osmanlılardan Günümüze Kadar Vesikalarla Ermeni Tetörünün Kaynakları, S. 604 (Gözen Kitabevi, İstanbul – 1982)
(5) Aynı Eser, S.604-605
(6) İnternational Terrorısm And The Drug Connection S.110, Michael M. Gunter: Contemparary Aspects of Armenian Terrorism, (Symposium on İnternational Terrorism, Ankara – 1984)
(7) Aynı Eser, S.110
(8) Aynı Eser, S.111
(9) Aynı Eser, S.111
(10) Aynı Eser, S.31, Turan İtil: Terrorism İn Turkey With Special Consideration of Armenian Terrorism. Tarık Somer, Chairman of the Symposium The Opening Statement: S.99. Dikran Kevorkyan: Armenian Terorrorism Within The Fromework of İnternational Terrorism

Dr. M. Galip Baysan

..

1 Mayıs 2015 Cuma

Ermeni Diasporası Atatürke’ de iftira atmıştı,





Ermeni Diasporası Atatürke’ de iftira atmıştı,


Dr. M. Galip Baysan ,
Cumartesi, Ocak 03, 2015


Artık tarihi yüzüncü yıllar ve seçim dönemine girmiş bulunuyoruz. Bundan sonra kalemimizi bu üç konu; yani Çanakkale Muharebelinin ve Ermeni Zorunlu Göç (Tehcir) olaylarının 100ncü yıl dönümleri ve Cumhuriyet Tarihimizin dönüm noktası olabilecek Genel Seçim konuları hakkında kullanmak adeta bir mecburiyet halini aldı. Bu gün sizlerin dikkatini toplamak istediğiniz ve kamuoyunca pek az bilinen bir başka gerçeği gündeme getirmek istiyoruz. 
Ermeni davasını savunanların gerçeklerin anlaşılmaması ve kafaların karışması için, tıpkı günümüzün yobaz çevrelerinin yaptığı gibi, büyük oyunların içinde olduklarını ve gerçek bir belge bulabilmek için büyük fedakârlıklara hazır olduklarının bilinmesi gerekir. Belge bulamayınca da; kendi belgelerini kendilerinin yarattığını ve Türkleri kötülemekle kendilerini temize çıkardıkları inancında olduklarını ve bu amaç için yalan söyleme dâhil her şeyi yapabileceklerinin anlaşılmasını sağlamaktır. 
Her konuda sahte haber, sahte belge düzenleyebilirler cümlesine bir örnekle açıklık getirmek istiyoruz. Konu Türkler için en önemli değerlerden biri olan Mustafa Kemal Atatürk’le ilgilidir. Sözde Atatürk “divan-ı harpte ifade vermiş ve İttihat ve Terakki mensuplarını Ermenilere karşı soykırım ve zulüm yapmakla.” itham etmiştir. Bu konudaki gelişmeleri Azmi Süslü’nün kaleminden izliyoruz. (1) 
“Bu konudaki ilk hata ve kasıt, Fransız yazarı Paul du Veon’nun LE D’esastire d’Alexandrette 1934- 1938 adıyla yayınladığı kitabının bir dip notuna koyduğu şu ifadeden kaynaklanmıştır. (2) 
“Mustafa Kemal’in 27 Ocak 1920’de İstanbul’daki divan-ı harbe şahitlikte bulunduğu üzere unutulmayacak ve tasvip edilmeyecek cinayetlerle şahsi menfaatlerini tatmin etmek için memleketi içinde bulunduğu duruma iten paşalar, hâlâ karışıklıklar çıkarmaktadır. Her türlü baskıyla birlikte sürgünler, katliamlar yaptılar: emzikli çocukların üzerine petrol dökerek yaktılar, ailelerinin önünde kadınların ve kızların ırzlarına geçtiler, genç kızları anne ve babalarından ayırdılar. Menkul ve gayrimenkullerini müsadere ettiler ve her türlü vahşeti uygulayarak onları perişan bir halde Musul’a kadar sürdüler. 
Kayıklara bindirdikleri binlerce masumu denize attılar. Osmanlı Hükümetine sadık gayr-i Müslimlerin dinlerini bırakıp İslamiyet’i kabul etmelerini bildirerek onları din değiştirmeye zorladılar. Yaşlıları aç, susuz aylarca yürüttüler..” 
Paul de Veou’nun muhtemelen işgal yıllarında İstanbul’da 1919-1920 ‘de İtilaf devletlerinin gözetiminde Ermenilerce Fransızca olarak çıkartılan Le Basphore ve La Renaissance gazetelerinde ‘Declaration de Mustafa Kemal’ adıyla yayınlanmış olan gerçek dışı haberden etkilenerek ve tahkik etmeden yazdığı dipnottaki ifade, daha sonra bir Ermeni papazı Jean Neslihan tarafından da kullanılmıştır. ‘Hiçbir zaman ellerini kana bulamamakla iftihar eden Mustafa Kemal, suçu birkaç kişiye yükleyerek 28 Ocak’ta divan-ı harp’de aşağıdaki itirafta bulunmuştur” diyen Naslihan, Mustafa Kemal’i daha sonra kurulacak mahkeme üyesi olan ve gaddarlığından dolayı “Nemrut Mustafa” ismiyle anılan “Süleymaniyeli Mustafa Paşa”yla karıştırmıştır. Adı geçen papaz’ın kitabı basılmadan önce durumu öğrenip söz konusu ifade’nin bir hata olduğu kendisine yine bir Ermeni yazarı, Guerguerian, tarafından ihtar edilmiş ve kitaptan çıkarılması gerektiği bildirilmişse de, bu yapılmamıştır. 
Benzer hatalar bir yıl farkla yani 27 Şubat 1919 veya 28 Ocak 1920 tarihli olarak daha birçok Ermeni yazarları tarafından tekrarlanmıştır.” 
Bu beyanın uydurma olduğu Ermenilerce de gayet iyi bilinmektedir. Boston’da yayınlanan “The Armenian Review” adlı bir Ermeni dergisi 1982 yılının Sonbahar nüshasında, James Tashjiyan imzalı bir yazı ile onun böyle bir açıklamada bulunmadığını kabul etmiştir. Hatta yazının başlığı “Atatürk’e Yanlışlıkla Atfedilen Beyan” dır. (3) 
Ermeni propagandacıları tarafından sık sık kullanılan bir başka sahtekârlık Hitler’e atfedilen bir sözle ilgilidir. Bunda temel amaç 2. Dünya Savaşı sırasında Almanlar’ın yaptığı soykırım’ın 1. Dünya Savaşında Türkler’in Ermenilere yaptığı (iddia edilen) soykırım’dan etkilendiğini ima ve iddia ederek Türklerle Alman Soykırım’ı arasında bir paralellik kurmaktır. Görüldüğü gibi ünlü “Bizans entrikaları” deyimi “Ermeni entrikaları” yanında zayıf kalıyordu. Bu konuyu bir sonraki yazımızda ele almak istiyoruz.

DİPNOTLAR:

(1) Azmi Süslü, Ermeniler ve 1915 Tehcir Olayı Van 100 ncü Yıl Üniversitesii –1990; s.154-155.
(2) Paul du Ve’ou, Le De’sastre d’Alexandrette, 1934-1938, S.121-122 (Paris-1938). 
(3) Orly Saldırısı Davası, s.47.

Dr. M. Galip Baysan



http://haberguncel.blogspot.com.tr/2015/01/ermeni-diasporasi-ataturke-de-iftira-atmisti.html

..

Van İsyanı - 1 Nisan/ Mayıs–1915




Van İsyanı - 1  Nisan/ Mayıs–1915


Dr. M. Galip Baysan , 
Salı, Mayıs 07, 2013


Birinci Cihan Savaşı’nın ilk aylarında Osmanlı cephelerinde iki büyük saldırı harekâtı planlanmıştı. Birisi o dönemin ünlü görüşü “Pan Turanizm” ideali için yapılan “Sarıkamış Harekâtı” diğeri ise “Pan İslam” ideali için yapılan “Kanal Harekâtı”dır. Her ikisi de ustaca ve büyük düşünülerek hazırlanmış planlar olmasına rağmen, uygulama safhasında hazırlık ve kapasite yetmezliği nedenleriyle başarısızlığa uğramıştır. Sarıkamış harekâtı 23 Aralık 1914 ile 2 Ocak 1915 arasına cereyan etmiş 60.000 ‘e yakın zayiata sebep olmuş, bir askeri felâket halini almış ve Ordu’nun taarruz gücü’nün eksilmesi bir yana, savunma gücünü de etkilemiştir. 
Bu olay sırasında Türk Bölgesi’nde yaşayan Ermenilerin, her türlü imkânı kullanarak Rus birliklerine istihbarat topladıklarını inkâr etmenin bir faydası yoktur. Bu muharebeler süresinde bölgede yaşayan Ermeniler düşmanla tam bir işbirliği içinde, kendi anavatanlarına ihanet suçu işlemekteydiler. Bu konuda, Van şehrinde geçen olaylar, insanlık adına ibret alınacak ve Türk-Ermeni sorunu tartışılırken asla hatırdan çıkarılmaması gereken olaylar olarak dikkatle incelenmelidir. 
1915 yılının ilk aylarında Van’daki Ermenilerin, Rus taarruzunun arifesinde başlattıkları isyan hareketi, aynı zamanda isyanın en güçlü olduğu Nisan ve Mayıs aylarında Ermenilerle ilgili radikal kararların alınmasının en önemli nedenlerinden biri olacak ve “Tehcir Olayı”nın, “Ermeni İsyanı nedeniyle Devlet tarafından bir tedbir olarak mı ortaya çıktı? Yoksa tam tersi “Ermeni isyanları” mı “Tehcir” nedeniyle başladı şeklindeki tartışmalarına açıklık getirecektir. Bu arada okurlarımızın dikkatini, günümüzdeki PKK olayları ile benzerlikler üzerine çekmek isteriz.

1915 VAN İSYANI

Meşrutiyetin ilânından sonra, Ermeni komitecileri, hem Ermenilerin sırtından geçiniyorlar hem de kendilerine birer mevki hazırlamayı ihmal etmiyorlardı. Ermeniler üzerinde büyük etkinliği olan çoğu dışarıdan gelmiş bu grubun, tıpkı günümüzün PKK militanları gibi bazıları milletvekili, bazıları da komisyoncu, ihtilâl kışkırtıcısı ve silah kaçakçısı oldular ve büyük paralar kazandılar (1) İngiliz, Rus ve Fransız konsolosları, Van’daki komitecilerin akıl hocalığını yapıyorlardı. (2) En önemli konulardaki görüşmeler ve plânlamalar Rus konsolosluğunda yapılmaktaydı. Seferberliğin ilanına kadar meydana gelen olaylar, komitecilerin tertipleriyle çıkarılmış “siyasi cinayetler” den başka bir şey değildi. 
Osmanlı Devleti’nin 1330 (1914) yılı nüfus istatistiğine göre Van nüfusu 259.141’di ve bu nüfus içinde Ermenilerin sayısı 67.792 olarak belirtilmiştir. (3) Bu rakam, Toplam nüfusun %26’ya yakın bir kısmının Ermeni olduğunu, yani bu ilde Ermenilerin oldukça yoğun bulunduklarını ifade etmektedir. Rus ve İran hududuna yakın olması nedeniyle de isyancı ve anarşist faaliyetler için oldukça cazip bir bölgedir. 1896 Haziran’ında patlak veren birinci Van isyanından beri de hareketli bir ihtilâl merkezidir. (4) Bölgeyi yakından inceleyen İngiliz Yüzbaşı Norman’ın raporunda (5) ve İngiliz Konsolosu Williams’ın daha sonra ünlü Mavi Kitapta da yayınlanan raporunda Ermeni isyanı ile ilgili şu görüşler yer almaktadır: (6) 
“Gazetelerde yayınlanan Ermeni sorunu konusundaki yazılar doğru değildir. Bunlara ait yazılanların hepsi yalandır...” 
Osmanlı İmparatorluğu’ndaki bazı yabancı görevliler ve bazı batılı gazetecilerin Ermeni Meselesi hakkına doğru bilgi vermelerine rağmen, özellikle İstanbul’daki yabancı ülke elçilerinin ve bu elçilerin ait olduğu ülkelerin dış politikası ve Osmanlı topraklarında yoğunlaşan çıkarları nedeniyle gerçekleri ters yüzü ederek, kendi kamuoylarına böyle yansıtmalarına sebebiyet vermiştir. Durumun bu şekli almasında, tabii ki Misyonerlerin de büyük rolü olmuştur.(7) Van’da 1890’larda başlayan bu hareketlenme ve örgütlenme; Cihan Savaşı’nın başlaması ile birlikte silahlı isyan hareketlerine dönüşmeye başlamıştı. 
Hınçak ve Taşnak örgütlerinin talimatıyla bölgede köylere kadar muntazam teşkilatlar kurmuş olan (8) Ermeniler; Savaşla birlikte önce silahsız ve daha sonra silahlarıyla birliklerinden kaçarak Rusya ve İran’a geçtiler. Ünlü komiteciler Antranik, Muşlu Simpat, Rusya’da yerleşmiş olan Vanlı Hamazosp gibi liderlerinin yanında üçer, dörder yüz kişilik taburlar teşkil etmeye ve Hoy ve Dimon bölgesinde Rus Subayları’nın nezaretinde savaş eğitimi görmeğe başladılar. Hatta savaş ilanından önce bile bu çetelerle sınır muhafızları arasında çeşitli çarpışmalar başlamışdı.(9) 
29 Kasım 1914’de Van isyanına ilişkin ilk işaretleri belirten haber Jandarma Tümen Komutanı Kazım (Özalp) Bey’den geldi.(10)  Kazım Bey mesajında: “yakalanan iki casusun ifadesine göre bu günlerde Van Vilâyetinde bir isyan çıkarılacağı anlaşılıyor. Düşman ele geçirdiği bölgelerdeki Müslümanların silahlarını toplayıp Ermenilere veriyor, onlardan kıtalar kuruyor, Tümende silahları alınan Ermenilerin tamamı kaçmıştır” diyordu. 
Bir gün sonra 30 Kasım’da Van Valisi Cevdet Bey, telgrafında, “Ermenilerin bir olay çıkarmamalarına çalışıyorum. Rus kuvvetleri Kotur’dan ilerlemektedir. Jandarma Tümeninin bu kuvvet karşısında uzun süre direneceğini sanmıyorum. Aileleri Bitlis’e göndermeye başlayacağım” diyordu.(11) 
Van vilayetinden 2 Aralık 1914’te İçişleri Bakanlığına gönderilen telgrafta “Selmas bölgesindeki bütün Ermeniler Ruslarla birlikte çalışıyorlar. Sınır boyundaki çetelere kumanda eden, vaktiyle Taluri (İkinci Sasun) isyanını yapan meşhur Antranik ve arkadaşlarıdır.”(12) deniyordu. 
Erzurum Valisi Tahsin Bey’in 20 Aralık’ta Başkumandanlığa yolladığı rapor da şu bilgiler vardı:
“Van’ın Karçıkan ve Gevaş kazalarında yaşayan Ermenilerde isyan emareleri vardır. Bölgedeki telgraf telleri kesilmiştir... Bitlis’ten bu bölgeye jandarma ve Milis gönderilmiş ve çarpışmalar başlamıştır. Kuvvetlerimiz az ve Milislerin silahları yetersiz olduğundan takviye kuvvetlerine ihtiyaç vardır.” (13) 
Ermeni komiteleri Van ve diğer il temsilcilerine şu tebligatı gönderdiler: “Ruslar Başkale ve Saray istikametlerinde ilerleyecekler, arkadaşlarımız beraberdir. Yaklaştıkları mahallelerde bütün taraftarlarımız silahlı olarak onlara katılacaklardır. Rusların tam olarak galip gelmesi halinde istediğimizi yapabiliriz. Merkezde kuvvet toplandı, şimdiden başlarsak fazla kan dökülecek ve yolların karla kaplı olması nedeniyle seri müdahalelere yapamayacak ve dâhildeki taraftarlarımızı da tehlikeye düşürebileceğiz. Bu nedenle Rusların yaklaşmasını beklemeliyiz.”(14) 
Bu tebligatı vaktinde alamayan ve daha önceki talimatı vaktinden önce uygulayan bazı köyler hemen harekete geçerek Havosar nahiyesindeki birkaç jandarmayı, Gevaş Kadısı İsmail Hakkı Efendiyi şehit ettiler. Gevaş ve Bitlis sınırındaki Karçkan’da jandarma karakollarına taarruz edip, telgraf tellerini kestiler. Önemli yol ve yerleri işgale kalkıştılar. Bu şekilde komitecilerin vaktini bekledikleri olaylar kararlaştırılan zamandan önce başlamış oldu.(15) 
25 yıla yakın bir süreden beri çok iyi bir şekilde hazırlanan ve teçhiz edilen çetelerin ve Doğu Anadolu’da yaşayan Ermenilerin büyük çoğunluğunun bu günlerde sabırsız davranmalarının en büyük nedeni Türk Ordusu’nun Ruslar karşısında Sarıkamış’ta aldığı ağır yenilgidir. 60.000 den fazla insan gücü, silah ve malzemeyi soğuk kış şartlarına ve Ruslara terk eden Türk Ordusu, 3’ncü Ordu; ancak 20.000 kişilik bir kuvvete inmişti. Bu ordunun yeniden teşkilatlanması için Hafız Hakkı Paşa görevlendirildi. O da 1915 Mart’ında Erzurum’da Tifüs’ten öldü. 1915 Şubatında uygulanan Bölgesel Seferberlik nedeniyle; askerlik çağındaki bütün erkek nüfusun askere alınması kararlaştırılmış ve bu nedenle Doğu’daki Türk Köyleri erkeksiz ve savunmasız kalmıştı. 


DİPNOTLAR:

 (1) Faiz Demiroğlu, Van’da Ermeni Mezalimi (1895–1920) s.57 (Ankara – 1985); Ermenilerin Yaptıkları Katliamlar, Rus Generali Mayevski, s.26 (Azmi Süslü), Ankara Üniversitesi –1986). 
(2) F. Demiroğlu, a.g.e., s.57, Mayevski, s.32.
(3) E.Uras, s.142–144, Osmanlı Ülkelerinin 1330 yılı Nüfus İstatistiki, Dahiliye Nezareti Sicil Genel İdaresi Müdürlüğü, İstanbul Hilal Matbaası, 1336. 
(4) Ergünöz Akçora, Van ve Çevresinde Ermeni İsyanları (1896- 1916), s.XVI, (İstanbul – 1994). 
(5) C.B. Norman: Ermenilerin Maskesi Düşüyor, s.12-13 ( Ankara Üniversitesi-1993)
(6) Aynı Eser, s.14.
(7) Aynı Eser, s.14–15.
(8) Ergünöz Akçora a.g.e, s.6–10; Hulki Saral Ermeni Meselesi, s.180 (Ankara –1970).
(9) Em.Alb. Faiz Demiroğlu, Van’da Ermeni Mezalimi (1895–1920) s.57–58 (Ankara – 1985).
(10) Genelkurmay, Arşiv No: 4/3671, KLS 2818, Dosya 59, F–2–54 ve 2–55.
(11) Genelkurmay, Arşiv No. ½, KLS.4, Dosya 23, A.F-4, Gürün a.g.e., s.203.
(12) Kamuran Gürün : Ermeni Dosyası, s.203 ( TTK, Ankara- 1983)
(13) Genelkurmay Arşiv No.1/1, KLS. 4, Dosya 23A, F.5.
(14) Ermeni Komitelerinin Amâl ve Herakât-ı İhtilaliyesi, s.260–261.
(15) Faiz Demiroğlu, a.g.e., s.58-59.


Dr. M. Galip Baysan


http://haberguncel.blogspot.com.tr/2013/05/nisan-mayis1915-van-isyani-1-galip-baysan.html

..

16 Nisan 2015 Perşembe

Lozanda Ermeni Meselesi Nasıl Ele Alındı - 2





Lozanda Ermeni Meselesi Nasıl Ele Alındı - 2


Dr. M. Galip Baysan ,
Çarşamba, Temmuz 31, 2013


Lozan’da, Ermeniler konusuna ilk teşebbüslerdeki başarısız hamlelerden sonra, Azınlıklar Alt Komitesinin 15 Aralık toplantısında temas edilmiştir. Komisyon Başkanı İtalyan Montagna, alt komisyonun Ermeni yurdu sorununu ele alabileceğini söylemiş, fakat Türk temsilcisi Rıza Nur Bey böyle bir sorunu görüşmeyi reddettiğini bildirmiştir. Bu komitenin 22 Aralık toplantısında M.Montagna azınlıklar temsilci heyetlerinin dinlenmesi konusunu ortaya atmış, Rıza Nur böyle heyetlerin dinleneceği oturumların alt komitelerin resmi oturumları sayılmayacağını ve Türk Delegasyonunun bu toplantılara katılamayacağını söylemiştir. (8) 
Bu gelişmelere rağmen alt komite 26 Aralık 1922 günü dinlemeyi gündeme aldı, Türk temsilciliği bir saat önce haberdar edildi. Rıza Nur alt komite başkanlığına bir memorandum yazarken, İsmet Paşa da komisyon başkanına bir memorandum vererek, Ermeni delegesinin Ermeni Hükümetini temsil etmediğini ve eğer bu delegeler Türkiye’deki Ermenileri temsil ediyorlarsa durumu protesto ettiklerini belirttiler. Ayrıca bu delegelerin ancak Romanya, Sırbistan ve Yunanistan’daki azınlıklar, bütün Müslüman ülkeler ve İrlanda temsilcileri ile birlikte dinlenebileceği belirtildi. (9) O gün yapılan toplantıda Ermeni temsilcileri, o güne kadar, Ermenilerin Anavatanlarına ihanetini ve düşmanla nasıl işbirliğinin adeta bir itirafı kabul edilecek bir konuşma ile Ermeni isteklerini sıraladılar. Delegeler İtilaf Devletlerinin kendilerini bağımsızlık vaad ederek nasıl kışkırttıklarını, Ermenilerin Fransız Doğu Ordusunun önemli bir bölümünü oluşturduklarını, bu askerlerin General Allenby’nin kuvvetlerinin ön saflarında Türklere karşı savaştığını beyan ederek konuşmasını kendilerine söz verildiği gibi bir Ermeni Yurdu isteğiyle tamamlamıştır. (10) 
Ermenilerle ilgili Lozan’da görüşmeler yapılırken, Türkiye dışında yaşayan Ermeniler mümkün olan her şeyi kullanarak propaganda yapmaya ağırlık vermişlerdi. 10 Aralık günü Norodunkyan Efendi, yanında Ermeni ihtilalcilerinden birisi ile birlikte İsmet Paşa’yı ziyaret ederek, Türkiye’nin herhangi bir kesiminde bir Ermeni Vatanı ayrılmasını talep ettiler. (11) 8 Aralık’ta bir İsviçre temsilci ve 27 Aralık günü de “Ermeni sempatizanları” adı ile Amerikalı, Fransız ve İsviçrelilerden oluşmuş bir grubun temsilcileri gelerek bir Ermeni vatanı oluşturulması ile ilgili arzularını ilettiler. İngiliz ve Amerikan gazeteleri bir Ermeni anavatanı için kampanya başlattılar. 16 Aralık tarihinde önemli Fransız isimlerinin yer aldığı imzalı bir istek Türklerin kaldığı otel’e bırakıldı. ABD’de Ermeni isteklerini desteklemek için beş milyon’dan fazla imza toplandı. (12) 
Rıza Nur anılarında Ermenilerin Türk heyetini tehdit edecek kadar ileri gittiklerini şu sözlerle anlatır:
“Hûlasa Ermenilere Kilikya’da yer vermeliymiş. Dedim ki bu olmaz bir şeydir. Türk milleti buna izin vermez deyince Amerikalı adam kızdı, terbiyeyi bir tarafa bırakarak sertçe ‘Siz eğer Ermenilere yurt vermezseniz sizi vuracaklar’ dedi. Ben sakin sakin ‘bizim kabahatimiz mi vermeyen Türk Hükümeti, biz olmasak başkasını memur ederler’ deyince de ’Hayır sizinde kabahatiniz vardır, sizi vurunca başka şahıs yurt vermemeğe cesaret edemez’ diye cevap verdi. Söylediği sözler çok vahimdi. Bizi Ermeniler namına ölümle tehdit ediyordu.” (13) 
İkinci bölüm görüşmeler sırasında Ermeniler Delegasyonu başkanı A.Aharonian; Lord Curzon’a bir mektup göndererek yapılacak ikinci tur görüşmelerde Ermeni isteklerinin dikkate alınmasını talep etti. Lord Curzon, 4 Nisan tarihinde verdiği cevapta: “görüşmeler sırasında Ermeni isteklerinin görüşülme şansı olmadığını ancak fırsatlardan yararlanmaya çalışabileceklerini” belirtti. 25 Nisan tarihinde yapılan yeni teşebbüsler de olumlu sonuç vermedi. (14) Ermeniler iyice sertleşmeye başladılar. 10 Mayıs 1923 günü Rus delegesi Verevski bir suikastle öldürüldü. (15) Türk Heyeti’de tehdit altındaydı, Yunan ve Fransızlar tarafından bazı Ermeni teröristlerin yıkıcı faaliyetlerde bulunmak üzere teşvik edilerek Türkiye’ye gönderildiği bilgilerinin alınması üzerine; Lozan’daki Türk Delegasyonu Konferans Sekreterliğine, 12 Mayıs’ta bir not gönderdi. Birkaç gün sonra Almanya’da teşkilatlanmış Hınçak ve Taşnak örgütlerinin Türk Delegasyonunu öldürmek için Almanya’ya iki grup gönderdiği öğrenildi. 16 Mayıs’da İsmet Paşa Lozan’daki İngiliz, Fransız ve İtalyan Delegasyonuna durum hakkında bilgi veren ve protesto eden birer mesaj gönderdi. İstanbul’daki Ermeni Patriği de kaderlerinin Türklerle birlikte olacağı anlamına gelen bir telgraf gönderdi. (16) 
Lozan’dan sonra Ermeni meselesinin ağırlık merkezi ABD’ye kaydı. Orada Ermeni Lobisi tamamen “tek kale”ye oynuyordu. Ermeni görüşleri dışında bir tek ses, bir tek yazı bulmak hemen hemen imkânsızdı. Türkiye ile ilgili olumlu gelişmeler havada buhar edilip uçuruluyor, Türkler aleyhindeki düşünceler, görüşler, yakıştırmalar, yazılar büyük teşvik ve destek görüyordu. Meselâ Lozan’da Türkiye ile ABD arasında 6 Ağustos 1923’te bir Dostluk ve Ticaret anlaşması imza edilmişti. Bu anlaşmanın Kongre’de tasdik edilmemesi için Ermeniler büyük bir Lobi faaliyetine giriştiler. Demokrat Parti bu konuyu seçim kampanyasına bile dâhil etti. Neticede anlaşma ABD Senatosunda 19 Ocak 1927’de yapılan oylamada 2/3 ekseriyetten 6 oy eksiği ile reddedildi. (17) 
Barış antlaşması bütün zorluklara rağmen 24 Temmuz 1923 günü imzalandı, böylece Ermenileri son 50 yıl içinde en fazla harekete geçiren “Büyük Ermenistan” hayali tarihin sayfalarına gömülmüş oldu. Ancak Türk heyeti Lozan’da çok büyük sıkıntılarla karşılaştı, hemen hemen tüm batı dünyası ile mücadele etme mecburiyetinde kaldılar. Tarafsız bir yazar G.L. Ellison, orada da olayları yakından izlemişti. Anılarından kısa bir bölüm sunarak Lozan konusunu kapamak istiyoruz. 
“Kuşkusuz ilk elden bilgi edinmenin güçlüğünden dolayı, pek çok insan Türklerin aleyhinde olmuştur. Meselâ Rıza Nur, ‘Ermenilerin ulusal yurdu’ saçmasını saatlerce sabırla dinledikten sonra, gerçeği söylemesine izin verilmeden büyük bir ruh kırıklığı içinde konferans odasını terk etmişti. Gerçek, önemli konular üzerinde bilgi veremedikleri zaman gazeteler ‘nefret alevlerini’ Türkler aleyhine körüklemek ya da suçlama parmağını onlara çevirmek için hesaplı ve birkaç gereksiz ayrıntıyı büyütmeye hazırdırlar. Gazeteler belki de hiç yapılmamış küçük hatalar için sütunlar doldururken, hayati önemdeki sorular basında hemen hemen bütünüyle ihmal edilmektedir ve atak Asyalıların içi acı bir nefretle dolmaktadır.” (18) 
“Milletler Cemiyeti’nin kendi basının şerefli ve tarafsız başkanı şunu bildirmektedir. ‘Biz Yunan ve Ermeni propagandasının gerçek değerini yakaladık, sonuçta Türklere sempati duyduk’ Böyle bir pişmanlık çok geç ama belki yine de akıllı bir politika güdülmesine yol açabilir.” (19) 
Bayan Ellison İsmet Paşa’nın şikâyetlerini de şu sözlerle naklediyor: 
“Biz barış için elimizden geleni yapıyoruz. Fakat bir ulusun, diğer bütün devletlere karşı koyması çok zordur. İsteyerek ya da istemeyerek bizim ulusal amaçlarımızın, bizim için ne anlama geldiğini göremiyorlar. Onların Yunanlılara ve Bulgarlara teklif etmeyi akıllarından geçiremeyecekleri şartları, gururlu bir ulus olarak bize nasıl kabul ettirebilirler.” (20) 

DİPNOTLAR:
(8) Ermeni Sorunu, S.56 (Hizmete Özel, Önsöz Kâmuran Gürün, 29 Nisan 1981). 
(9) Dr. Rıza Nur, Hayat ve Hatıratım, İstanbul –1968; Dr. Rıza Nur’un Lozan Hatıraları, S.115-116 (Boğaziçi Yayınları, İstanbul-1992); Ömer Turan, The Armenian Question At The Lousanne Peace Talks, s.222 (The Armenians in The Late Ottoman Period, Edited BY Türkkaya Ataöv, Ankara –2001). 
(10) Ömer Turan, a.g.e., S.222.
(11) Bilâl Şimşir, Lozan Telgrafları Vol. 1.p.192 (Türk Tarih Kurumu, Ankara – 1998). 
(12) Aynı Eser, Vol. 1. S.229-230.
(13) Dr. Rıza Nur’un, Lozan Hatiraları, s.102-106, İstanbul, 1991. 
(14) Ömer Turan, a.g.e. S.234.
(15) A.N. Karacan a.g.e., S.285.
(16) Aynı Eser, S.234-235.
(17) Ermeni Sorunu, S.59-49.
(18) G.M. Ellison, An English Women S.302.
(19) Aynı Eser, S.322.
(20) Aynı Eser, S.315.


Dr. M. Galip Baysan


http://haberguncel.blogspot.com.tr/2013/07/lozanda-ermeni-meselesi-nasil-ele-alndi-2-galip-baysan.html

..

Lozanda Ermeni Meselesi Nasıl Ele Alındı - 1





Lozanda Ermeni Meselesi Nasıl ele alındı -1



Dr. M. Galip Baysan , 
Cumartesi, Temmuz 27, 2013


90 ncı yıldönümünde Lozan Konferansının değişik bir yönünü ele almak ve İsmet Paşa ve ekibinin ne zorluklarla karşılaştığını, bu saygın insanların uluslar arası ne büyük engelleri, nasıl aşmayı başardıklarını göstermek istedik. Okurları sıkmamak için iki bölüm halinde yayınlayacağımız bu yazıda uluslar arası politik manevralar açısından alınacak çok büyük dersler vardır.
Ermeni meselesi, konferansta öncelikli konular arasında değildi, fakat “Türkiye’deki azınlıklar” sorunu içine dâhil edilerek getirilmek istendi. Ermeni Delegasyonu dört kişiden müteşekkildi. Aharonyan ve Hadisyan Ermenistan Sosyalist Cumhuriyetini, Norodunkyan ve Leon Paşalıyan da Türk Ermenilerini temsil ediyorlardı. Hadisyan 18 Kasım 1922’de konferansa katılan ülkelere bir mektup göndererek Sevre’e sunulan taleplerinin benzerlerini sıralamıştı. Hadisyan “Ermeniler için bir toprak ayrılmasını, Ermenistan Cumhuriyeti’nin hudutlarının Ermeniler lehine genişletilmesini ve Sevr’e göre ayrılan Kilikya’nın bir bölümünün de Ermenilere verilmesini talep etmişti. Ayrıca; 2.250.000 kişilik Türkiye Ermenilerinin 1.250.000 inin soykırımla yok edildiğini, 700.000 ‘inin İran, Yunanistan, Suriye ve Balkan devletlerine göç ettiğini ve halen Türkiye’de köylerde 13.000, İstanbul’da 150.000 kadar Ermeni’nin kaldığını” belirterek soykırım iddialarını tekrarlamışlardı. (1) 
Lord Curzon 12 Aralık 1922 tarihli oturum sırasında bütün ağırlığını Hıristiyanlar ve Ermeniler tarafına koyarak Ermeni sorununu gündeme getirmiş ve İsmet Paşa ile aralarında sert tartışmalar geçmiş, ancak İsmet Paşa Ermeniler için bir toprak ayrılması konusunda yine taviz vermemiştir. Lord Curzon’un konuşması şöyledir. 
“Türkiye’de azınlık meselesiyle bütün dünya ilgileniyor. Onun için bütün dünya’nın gözleri bu meselede verilecek kararın merakı içinde Lozan Konferansına çevrilmiştir. Müttefikler Türkiye ile harbe giriştikleri zaman gayelerinden biri de Anadolu’daki Hıristiyan azınlıkları himaye etmek ve mümkün ise kurtarmaktı. Hele Ermeniler Berlin Antlaşmasından beri temin edilmişlerdir.” (2) 
Lord Curzon bilhassa Ermenilerin korunması konusunda ısrar ediyor ve Türk gazete Muhabiri Ali Naci Karacan’a göre: “Hıristiyan azınlıklar” dediği zaman öyle bir heyecan gösteriyordu ki, İngiltere Dışişleri Bakanı mı konuşuyor, yoksa Papa’nın vekili mi vaaz veriyor anlamak oldukça zordu. (3) 
Lord Curzon kimlerin himaye görmesi gerektiğini de Rumlar, Yahudiler, Asuriler, Gıldaniler ve Nasturiler olarak saydı ve üç esas’ın temin edilmesini istedi. 

1. Çok geniş bir genel af
2. Askerlikten makul bir bedel karşılığı kurtulma imkânı, 
3. Serbest gidip gelme. 

Bunlardan daha önemlisi Milletler Cemiyeti’nin daimi bir denetiminin olması ve bunun için de bir temsilcinin devamlı Türkiye’de bulunması. (152) 
İsmet Paşa yaptığı üç saatlik uzun konuşması sırasında Tarihi bilgilerle Osmanlı Devletindeki azınlıklara verilen haklardan bahseder. Ertesi günkü toplantıda İsmet Paşa yeniden söz alır ve azınlıklar konusundaki genel Türk görüşünü açıklar: 
“Sekiz senedir Türkiye’de yalnız şu veya bu azınlık değil, bütün halk ızdırap çekmiştir. Son dört sene zarfında silahı elinden alınan Türkler her taraftan tecavüze uğramışlardır. Türk ahali kendi vatandaşları aleyhine ve bütün kara kuvvetler, münevverler aleyhine tahrik edilmiştir. Yunanlıların Anadolu’da 27 Şehir, 1400 köy, 98.000 ev yıktıkları sabit olmuştur. Harbin uzamasıdır ki bu ıstıraplara sebep olmuştur. Sulhu yapınız bu ızdıraplar diner.
Türk milleti azınlıklara medeni âlemin kabul ettiği hakları tanır. Fakat kendi istiklâlini kayıt altına alacak hiçbir yeni teklifi kabul edemez. Azınlıkları kurtarmanın en iyi yolu onları hariçte lekeleyecek münasebetlere tahrik etmemek, bu münasebetlerden korumaktır. Bunlar hariçten gelecek bir şefkate dayanmamalıdır! O zaman hepsi sulhtan sonra Türk vatandaşları arasında yaşarlar. 
Ermeni meselesini maişet vasıtası (geçim aracı) veya silah diye alarak hariçte çalışan komiteler ortadan kalkarsa iki taraf da yaralarını sararlar. Türkiye’de kalmak isteyen Ermeniler Türk vatandaşlarıyla kardeşçe yaşayabilirler. Ancak Türk toprakları herhangi bir Ermeni yurdu için parçalanamaz. Ne şark vilayetlerinde, ne Kilikya’da anavatandan ayrılması mümkün yer yoktur. Zaten Türkiye bugün mevcut müstakil Ermeni Cumhuriyetiyle muahedeler akdetmiştir. Diğer bir Ermenistan’ın vücut bulabileceğini Türkiye hayalinden bile geçirmez. 
Azınlıkların gidip gelmeleri ve malları meselesi ise Türk kanunlarının halledeceği bir iştir. Azınlıklar için kontrol ve mümessil gönderilmesi, Türkiye’nin dâhili işlerine müdahale teşkil edeceği için asla kabul edilemez. Azınlıkların himayesini Türk bütünlüğüne ve istiklâline halel verici bir bahane diye kullandırtamayız.” (5) 
İsmet Paşa’dan sonra söz alan Lord Curzon sert bir konuşma yaptı ve Ermenilerle ilgili şu sözleri söyledi: 
“....İsmet Paşa Ermenilerin eskiden Türk idaresinden memnun olduklarını, iki millet arasında daima kardeşlik duygularının mevcut olduğunu, Ermenilerin son zamanlarda uğradıkları felaketlerin sebeplerinin yine kendileri, kendi delice hareketleri ve dışarının tahrikleri olduğunu söylüyorlar. Sanırım bu iddia doğru mudur? Üç milyon Ermeni’den 130.000 kişi kaldı. Ötekiler nerede? Kilikya boşaltıldığı zaman 300.000 Ermeni niçin kaçtı? Niçin yüz binlerce Ermeni dünyanın her tarafına yayıldı? Niçin Ermeni meselesi dünya için bir skandal oldu? Türklerin Ermeniler hakkında dostluk hisleri göstermelerinden memnunum. Bütün dünyanın gözleri Türklere ve Ermenilere çevrilmiştir. Zannetmem ki efkârı umumiye, bu zavallı insanlara, Türk hükümetinin istediği şekilde muamele edilmesine razı olsun...
Bu koca memlekette Ermeniler için bir parça yer yok mu? Türkler Cemiyet-i Akvam’ın kendi dâhili işlerine müdahalesinden korkuyorlar. Mösyö Barere ve ben burada iki milleti temsil ediyoruz ki bu milletlerin tabası arasında milyonlarca azınlıklar vardır. Biz Cemiyet-i Akvam’ın müdahalesinden korkmuyoruz. Çünkü ellerimiz temizdir!” (6) 
Curzon’un ithamlarına ertesi gün İsmet Paşa’nın verdiği cevap, konferansın o zamana kadar dinlediği nutukların en kuvvetlisi oldu. Özellikle Curzon’un “Biz Cemiyet-i Akvam’a girmekten korkmuyoruz. Çünkü ellerimiz temizdir” sözüne “Bizim ellerimiz bilhassa temizdir” şeklindeki karşılığı büyük etki yarattı. “Cemiyeti Akvam’a girmeyi hiç bir zaman reddetmedik, barış yapıldıktan sonra gireriz” diyordu. Ermenilere gelince İsmet Paşa şu sözleri söylüyordu.: 
“Lord Cenapları Türkiye gibi büyük bir memlekette Ermeniler için bir parça yer yok mu? Diye sordular. Memleketleri Türkiye’den çok büyük olan devletler vardır. Hem de bizden yeni ayrılan bölgelerde çok geniş yerler vardır. Türk olarak geriye kalan ülke hiçbir parçalanma kabul edemez. Şark vilayetlerinde ahali toprakları kimseye veremezler. Lord Curzon mühim azınlıkların yaşadığı birçok memleketleri bulunduğundan, Milletler Cemiyetinden korkmadığından ve ellerinin temiz olduğundan bahsetti. Burada bir yanlış anlama olduğunu kaydetmek isterim. Türkiye’nin Milletler Cemiyeti’nden korkusu olduğu ileri sürülemez. Ecnebi istilası yüzünden yakılıp yıkılan memleketlerinde çalışan Türk elleri bilhassa temizdir. Bu eller hiçbir memlekete ne tecavüz, ne onu istila, ne de tahrip etmemişlerdir. Korkmaksınız, diğer herhangi ellerle mukayese olunmaya layıktırlar ve bu iddiada bulunmaya da haklıdırlar!” (7) 

DİPNOTLAR:
(1) Kamuran Gürün, Ermeni Dosyası, S.298-299.
(2) A.N. Karacan, a.g.e., S.127.
(3) Aynı Eser, S.127.
(4) M. Cemil Bilsel, Lozan, İkinci Cilt, S.272-273 (Sosyal Yayınlar, İstanbul) 
(5) Aynı Eser, S.276; A.N. Karacan, a.g.e., S.130.
(6) A.N.  Karacan, a.g.e, S. 131; M.C. Bilsel a.g.e., S.277; Harold Nicolson, Curzon; The Last Phase, 1919-1925 P. 315 Constable & Co Ltd. London –1934). 
(7) A.N.Karacan a.g.e., S.131-134; M.C.Bilsel a.g.e., S.277-280 

2.Cİ BÖLÜMÜ OKUMAK İÇİN TIKLAYINIZ

Dr. M. Galip Baysan



http://haberguncel.blogspot.com.tr/2013/07/lozanda-ermeni-meselesi-nasil-ele-alndi-1-galip-baysan.html




Batı Dünyasında Ermeni Soykırım İddialarına Karşı Çıkan Bilim Adamları



Batı Dünyasında Ermeni Soykırım İddialarına Karşı Çıkan Bilim Adamları





Dr. M. Galip Baysan,
Çarşamba, Mart 27, 2013

Son günlerde basında çıkan haberlerden, Amerikalı bir yönetmenin Türk, İngiliz ve Amerikalı bilim adamları ve arşivlerinden elde edilen bilgilerle hazırladığı “Ermeni İsyanı 1894-1920” adlı belgeselin Ermeni Lobisinin baskısıyla Amerika’daki Televizyonlarda yayınlatılmadığını ve belgesele Türk Tarih Kurumunun sahip çıktığını okuyunca hafızam beni geçmiş yıllara götürdü ve Hıristiyan Batı Dünyasında tarihi gerçekleri açıklamaya çalışan bilim adamlarının karşılaştıkları zorlukları sizlere duyurmak istedim.











19 Aralık 2006 günü gazetelerin çok azında “ Türk dostu tarihçi Prof. Dr. Standford Jay Shaw’ın, başbakan yardımcısı ve Dış İşleri Bakanı Abdullah Gülün de katıldığı bir törenle son yolculuğuna uğurlandığı” şeklinde bir haber vardı. Ne yazık ki bu haber, o günkü diğer haberlerin öne çıkması ile gölgede kalmış gibi oldu. Oysa Standford Shaw Türk ve Osmanlı Tarihi konusunda yaptığı çalışmalarla sivrilen bir Amerikalı tarihçi olup, Türkiye Bilimler Akademisi şeref üyeliğine seçilmiş, Türk ve Türkiye tarihine katkılarından dolayı Türk Tarih Kurumu tarafından “ Hizmet Madalyası ve beratı ile”onurlandırılmış dünya çapında bir bilim adamıydı.
Türk tarihine ilgisi, üniversitede okuduğu yıllarda zamanın en ünlü İngiliz tarihçilerinden Prof. Arnold Toynbee’nin bir özel notu ile başlamıştı. Toynbee yazısında “ Birinci Dünya Savaşı sırasında Türklere yaptıklarından çok pişmanlık duyduğunu” belirtiyordu.( Prof. Arnold Toynbee savaş yıllarında İngiliz Propaganda Servisinde çalışıyordu, Vikont James Brice ile birlikte “Ermenilere Soykırım Yapıldığını Belgeleyen bir propaganda kitabı yazmakla görevlendirildi” ve bu ikili Ermeni taraftarlarının desteği ile gerçekleri saptırarak ve bazen de günümüzdeki tarikatçılar gibi sahte belgeler üreterek ünlü “Mavi Kitabı” hazırladılar. Bu kitap özellikle Amerikalılar ve onların savaşa katılmaları konusunda çok etkili olmuştu. (Toynbee ve James Brice hakkında okurlarımıza “Soykırım İddialarını Yaratan Portreler” seri yazımız içinde detaylı bilgi verilecektir.)
Bizler Prof. Shaw’ı, eşi Prof Dr. Ezel Kural Shaw ile birlikte 1985 yılında yazdığı, History of the Ottoman Empire And Modern Turkey Vol.I,II (Osmanlı İmparatorluğu ve Modern Türkiye Tarihi, Cilt I,II ) Cambridge University Press-1985 ve ayrıca 2000 yılında, Türk Tarih Kurumu tarafından yayınlanan: From Empire to Republic, The Turkish War of National Liberation (İmparatorluktan Cumhuriyete Türk Kurtuluş Savaşı) 1918-1923 Vol.III adlı eserleri ile tanıdık. Ama tecrübeli tarihçilerimiz onun 1950 yılları başlarında, daha bizim Osmanlı arşivlerine çok az Türk arşivci girerken, gelen ilk Amerikalı olduğunu belirtmektedirler. Bilkent Üniversitesi öğretim üyesi iken vefat eden Prof. Shaw’ın üzerinde çalıştığı son eseri “Birinci Dünya Savaşında Türkler” konulu ve yine Türk tarihi ile ilgili bir çalışma idi.
Ermeni Diaspora’sının Soykırım iddialarını nerelere kadar getirdiğini, Başta Fransa olmak üzere pek çok AB ülkesinin soykırım iddiaları ile ilgili yasalar çıkardığını, gerçekleri tamamen bir tarafa koyarak yalan ve sahte iddialara, kendilerine özgü nedenlerle iltifat ettiklerini, Türkiye ve Türkler aleyhinde her yerde aşırı olumsuz faaliyetler içinde bulunduklarını hatırlıyoruz. Amerika ve Fransa’da son yapılan seçimlerden sonra Ermeni Diaspora’sının nasıl harekete geçerek en büyük kaleleri fethetme hazırlığı başlattığını ve yeni yasa tekliflerinin hazırlandığını da biliyoruz.



















İşte bütün bir Hıristiyan Dünyasının Türklerin üzerine gelmek için yarıştığı bu ortamın 1980’lerdeki hazırlık safhasında, bir bilim adamı, Prof Standford Shaw: yaptığı tarafsız incelemeler sonunda 1915 Olaylarının soykırımla bir ilgisinin olmadığını, ama bir “İç Savaş ve Zorunlu Göç olayı” olduğunu tespit etmiş ve Yazdığı kitap ve yazılarla bu görüşünü Ermenilerin yoğun faaliyet gösterdikleri ABD’de açıklama yürekliliğini göstermiştir. Yürekliliğini diyoruz çünkü ABD ve AB ülkelerinde bir Türk veya bir yabancının Ermeni iddiaları aleyhinde beyanda bulunması çok belalar getiren, korkutucu bir iştir.
Mesela Prof. Shaw gibi Osmanlı ve Türk tarihi ile hatta Ortadoğu tarihiyle ilgili çalışmaları ile Dünyaca ün sahibi olmuş bir başka Amerikalı bilim adamı 

Prof. Bernard Lewis; 16 Kasım 1993 ve 1 Ocak 1994 tarihinde Fransa’nın “Le Monde” gazetesinde 1915 Olayları bir “Soykırım değildir” şeklinde iddialı bir demeç verdiği için hakkında Ermeni Diyaspora’sı tarafından bir dava açılmış ve önce suçsuz bulunan Bernard Lewis, Diyaspora’nın devamlı baskısı sonucu yenilenen dava sonucunda, yine bir Fransız Mahkemesi tarafından; “Profesörün demeci Ermeni toplumunu rahatsız etmiştir” gibi uydurma bir gerekçeyle, küçük bir tazminat ödemeye mahkum edilmiştir. Ama ne olursa olsun Ermeniler için beklenen amaç sağlanmıştır.
O günden sonra Diaspora Ermenileri bunu koz olarak kullanacak ve bütün dünyaya “ Ermeni Soykırımını reddeden Profesör Bernard Lewis mahkeme tarafından mahkûm edildi” şeklinde geniş bir propaganda kampanyası başlatacaklardır. Fransız Hukuk sisteminin içine sokulduğu bu adaletsiz ve tek yanlı tutum, 10 yıl sonra Fransız Meclisini bildiğimiz yanlış kararlar almaya doğru iteleyecektir.
Bağlı bulunduğu Üniversitenin Prof.Shaw ve Bn.Shaw’ın birlikte yazdıkları “Osmanlı İmparatorluğu ve Modern Türkiye” adlı kitabı bastırıp bütün dünya kütüphanelerine dağıtması, Ermeniler arasında büyük rahatsızlık yaratmıştır. Bunun üzerine faaliyete geçen Amerikalı Ermeniler, Fransa’dakiler gibi dava ile meşgul olmamış, doğrudan baskı ve şiddet uygulamayı tercih etmişlerdir. Terör örgütleri ve Amerikalı Ermeniler, Shaw ailesine tehdit üzerine tehdit gönderdiler. Ders verdikleri sınıfın defalarca altını üstüne getirdiler. Yolu kesildi, kendisi ve ailesi tehdit edildi, dövüldü, hırpalandı, çantası, şahsi eşyaları ve evrakları çalındı. Nihayet tehdidi bırakıp harekete geçtiler ve oturduğu evini bombaladılar. Bu ağır baskılar karşısında emniyet teşkilatı da bir şey yapamıyordu.
Prof. Shaw yılmadı, büyük bir cesaret gösterdi, bulgularından ve bilim adamı kimliğinden asla taviz vermedi. Bu yüzden Üniversite camiasının takdir ve desteğini kazandı, ancak dayanılmaz baskılar karşısında ailesini koruyamayacağını anlayınca, ailesiyle birlikte ABD’yi terk etmek zorunda kaldı.
1985 yılında Ermeni Soykırım İddiaları ABD Temsilciler Meclisinin gündemindeydi ve hazırlanan bir yasa kabul aşamasına getirilmişti. İşte bu günlerde Shaw ailesinin önderliği ve Bernard Lewis’,Halil İnalcık,Justin Mc Carty, Dankward Rustow, Heath W. Lowry, J.J. Hurewitz gibi saygın isimlerinde aralarında bulunduğu ABD Üniversitelerinden 69 bilim adamı topluca bir bildiri hazırlamış ve imzaladıkları bu bildiriyi Temsilciler Heyeti Başkanlığına göndermişlerdir. Bilim adamlarının bu onurlu çıkışı, ABD Meclis üyelerinin tıpkı Avrupalı meslektaşları gibi tek yanlı olarak Ermenilere vermeyi planladıkları desteği frenlemiştir. 
Prof. Shaw ve Bernard Lewis gibi bilim adamlarını saygı ile anıyoruz. Tarafsız ve politikanın çirkin yönüne bulaşmamış özgür bilim adamlarının bildirisi; yalan, hile ve ucuz politik oyunların baskısı altında bunalan “ Gerçeklerin” çığlık çığlığa haykırışı gibi kabul edilmelidir. Bu ilginç bildiri bir sonraki yazımızın konusu olacaktır. 

Dr. M. Galip Baysan

http://haberguncel.blogspot.com.tr/2013/03/bati-dunyasinda-ermeni-soykirim-iddialarina-karsi-cikan-bilim-adamlari.html

..