Türk Tarih Kurumu etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Türk Tarih Kurumu etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

26 Mart 2021 Cuma

TEHCİRİN 100. YILINDA OSMANLI’NIN SON DÖNEMİNDEKİ İSYANLAR.

 TEHCİRİN 100. YILINDA OSMANLI’NIN SON DÖNEMİNDEKİ İSYANLAR. 





Çüngüş Ermeni Mektebi, Taşnaksütyun Ermeni Mektebi , Mardin Protestan Mektebi,Tehcirin 100. Yılı, İsyanlar,Türk Tarih Kurumu,Ermeni diasporası, Diaspora nedir,Tehcir Uygulanan İller,

ÖNSÖZ 




Müslim-Gayrimüslim münasebetlerinin tarihi Hz. Peygamber dönemine kadar dayanmaktadır. Bu ilişkilerden kasıt, İslam devletleri ve bu devletlerin 
Müslüman halkıile ehl-i kitap olan Yahudi, Hıristiyan ve daha sonraki dönemlerde zimmet ehli olarak kabul edilen grupların gündelik hayattaki münasebetleridir. 
Bu kapsamda Müslim-Gayrimüslim ilişkilerinin İslam tarihindeki ilk örneği “Medine Vesikası” veya “Medine Anayasası” olarak bilinen antlaşmadır. 

Söz konusu antlaşma ile şehirdeki Müslümanlarla Yahudilerin bir arada yaşama koşulları düzenlenmiştir. Medine Antlaşmasının 25. maddesinde “Yahudilerin dini kendine, Müslümanların dini de kendilerinedir” denilmek suretiyle gayrimüslimler için din ve vicdan hürriyeti açık bir şekilde ortaya konulmuştur.

Daha sonraki yıllarda müşrik Evs ve Hazrec kabilelerinin tamamen Müslüman olması ve sözleşme hükümlerini çiğneyen Yahudi kabilelerinin de sürgüne gönderilmesi üzerine Medine’de yalnız Müslümanlar kalmakla birlikte; Hz. Peygamber’in Eyle, Ezruh, Dûmetülcendel ve Necran Hıristiyanları, 
Maknâ ve Teymâ Yahudileri, ayrıca kısmen Mecûsîler’in de bulunduğu Hecer ve Bahreyn halkı ile yaptığı antlaşmalarla gayrimüslimler, dinî ve hukukî temele dayalı kültürel kimliklerini muhafaza ederekİslam toplumunun içinde yaşama imkânına kavuşmuşlardır.

Hz. Peygamber’in, Necran ahalisine gönderdiği ve onlara eman verdiği mektupda zimmet akdinin ilk örneğidir. Mektuptaki özellikle şu ifadeler akdin niteliğini ortaya koymaktadır: “Necran ahalisi ile onlara tabi olanların canları, malları, arazileri, aşiretleri,hazır bulunanlar ve bulunmayanları, ibadetleri, ibadethaneleri, gerek az olsun, gerek çok olsun ellerinde bulunan her türlü eşyaları Allah-u Azimü’ş-Şan’ın yanında ve Peygamberi Muhammed Resulullah’ın zimmetindedir. 

Ayin ve mezhepleri her ne olursa olsun,metropolit ve rahipleri tarafından icra olunur. Hiçbir kimse tarafından değiştirilemez ve engel olunamaz… 

Bu ahidname de yazılmış bulunan şartlar İslam’a ihanet etmedikçe ve zulmederek üzerlerine vacip olan ıslahtan ayrılmadıkları müddetçe, Allah’ın takdiri gelinceye kadar bu ahid name mer’idir. Allah ve Resul’ünün zimmet ve riayetindedir”. 
İslam’ın, dolayısıyla İslam hukukunun esasını oluşturan Kur’an-ı Kerim’in“İnsanları Rabbinin yoluna hikmetle, güzel öğütle davet et. Onlarla mücadeleni en güzel tarz hangisi ise onunla yap”, “Dinde zorlama yoktur”, ve “Rabbin isteseydi yer yüzündekilerin hepsi mutlaka inanırdı. O halde sen mi insanları inanmaları için zorlayacaksın” ayetleri, İslam’ın ve Müslümanların başka din, sistem ve anlayışlara sahip olan insanlara karşı tutumlarının nasıl olması gerektiğini göstermektedir.




Hz. Peygamber’in “Zimmîye zulüm ve haksızlık yapan, ona gücünün üstünde sorumluluk yükleyen ve ondan arzusu dışında bir şey alan kimseye kıyamet günü bizzat kendisinin hasım olacağını”, ve “Anlaşmasını bozan hiçbir kavim yoktur ki aralarında katl meydana gelmesin”, yine “Emânı olmayan kişinin imanı yoktur. Ve ahdi olmayan kişinin dini yoktur” sözleri bu konudaki hassasiyetini göstermektedir.
İslam hukukuna göre, gayrimüslimlerin İslam devletinin tâbiiyetine girmeleri zimmet akdiyle gerçekleşir. Zimmet kelime anlamı olarak; himaye, sahip çıkma, koruma mecburiyeti, birinin emniyetini taahhüt etmek gibi manalara gelir. Terim olarak ise İslam hâkimiyetini tanımak şartı ile Müslüman toplumun, diğer 
semavî din mensuplarına konukseverlik ve koruma sağladığı süresiz olarak yürürlükte kalan bir tür sözleşmeyi ifade eder. İnançla ilgisi bulunan bazı istisnalar dışında genel kural, Müslümanlarla zimmîlerin aynı hak ve görevlere sahip olmalarıdır. 

Zimmet anlaşması ile zimmîler, can, mal ve namus dokunulmazlığı, vicdan ve ibadet hürriyeti ve İslam ülkesinde oturma hakkı kazanıp bu sayede evlenme, 
boşanma, miras ve vasiyet gibi aile hukukuyla ilgili meselelerine de müdahale edilmemiştir. İslam devleti onları düşmana ve her tür tehlikeye karşı koruyacaktır.
Gerekirse onların güvenliği için savaşa dahi gidecektir.

Gayrimüslimlerin, bu haklardan faydalanabilmeleri hiç şüphesiz devletin hâkimiyeti ni kabul edip kanunlarına uymalarına, Müslümanların inanç ve örflerine 
saygı göstermelerine, kamu düzenine ve genel ahlâka aykırı davranışlardan kaçınmalarına, devlete karşı malî yükümlülükleri de başlıca şahıs vergisi olan 
cizye, arazi vergisi olan haraç ve ticaret vergisini ödemelerine bağlıdır. Zimmet akdinin zorunlu şartı kabul edilen, cizye sadece ergin ve malî gücü yerinde 
olan erkeklerden alınmıştır. Savaşma gücüne sahip olmayan kadın, çocuk, yaşlı ve özürlü kimselerden tahsil edilmeyen bu vergiden askerlik hizmetinde  
bulunanlar da muaf tutulmuştur. Bunun yanında devletçe uygun görülen bazı görevler, yararlılık ve hizmetler sebebiyle de zimmîler den cizye alınmadığı 
görülmektedir.

Müslüman hukukçularının çoğunluğu, İslam toplumunun varlık ve güvenliğini tehlikeye düşürmemek şartıyla İslam devletinin gayrimüslimlerden gelen 
zimmet akdi teklifini kabul etmesinin zorunlu olduğu görüşündedir.
Bunun içindir ki, İslam tarihinde zorla İslamlaştırma gibi bir harekete rastlanmaz.
İslam, Müslümanların fethettiği topraklarda yaşayan hiç kimsenin zorla dine girmesine müsaade etmez. O, herkesi inanç ve fikrinde serbest bırakır. 

Hak ile batıla işaret ederek, inançlar arasındaki doğru yolun hangisi olduğunu belirtmekle yetinir. Zorlama sonunda Müslüman olma keyfiyetinin İslamî bir hareket olmadığını beyan etmekten de çekinmez.
Müslüman devletlerin idaresi altındaki gayrimüslimlerin, asırlarca müreffeh birhayat yaşamaları ve inançlarına göre serbestçe ibadet etmeleri ancak böyle 
bir anlayışla mümkün olmuştur. 
Ancak Osmanlı’ nın son asrında diğer birçok sebebin yanında, İslam’ın 
gayrimüslimlere tanıdığı hakların uygulanmasındaki bir takım aksaklıklar ile gayrimüslimlerin, özellikle sömürgeci devletlerin kışkırtmaları neticesinde, 
kendilerine tanınan haklarla yetinmeyip isyan hareketlerine girişmeleri, hem Osmanlı Devleti’nin sonunu hazırlamada etkili olmuş, hem de etkileri bugüne 
kadar devam eden bir çok problemin ortaya çıkmasına sebep olmuştur.
Bu sempozyumda; geçmişi yargılamadan anlamayı, bugüne uyarlamayı, gelecekle ilgili tavsiyelerde bulunmayı amaç edinen tarihçiler, Osmanlı Devleti’nin son döneminde özellikle gayrimüslimlerin çıkardığı isyanların sebep ve sonuçlarını irdelemiş ve önemli dersler çıkarmaya çalışmışlardır.
Sempozyum, “Ermeni Meselesine Yaklaşım Hatalarımız; Tehcir ve Soykırım Kavramları Işığında 1915 Tarihli Kararnâme” başlıklı bir açılış konferansı ve altı oturum halinde gerçekleşmiştir. 
Birinci oturumda; Osmanlı Devleti’nin son asrında gayrimüslimlerin çıkardığı isyanlarda Fransız İhtilâlı neticesinde ortaya çıkan milliyetçilik akımının etkisi 
irdelenmiştir.
İkinci oturumda; gayrimüslimlerin çıkardığı isyanlarda Yabancı ve Azınlık Okullarının etkisi ve Osmanlı Devletinin bu isyanlara karşı izlediği politikanın 
esasları üzerinde durulmuştur. 
Üçüncü oturumda; bu dönemde Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesindeki Ermenilerin faaliyetleri ve çıkardıkları isyanlarda özellikle Protestan misyonerlerin etkisi irdelenmiştir. 
Dördüncü oturumda; tarihçilerden çok, siyasilerin üzerinde konuştuğu “Tehcir”konusu çeşitli yönleriyle incelenmiştir.
Beşinci oturumda; Sırp ve Karadağ isyanlarının sebep ve sonuçları irdelenip günümüze yansımaları üzerinde durulmuştur.
Altıncı oturumda ise; Balkanlarda meydana gelen isyanlarda Avrupa devletlerinin rolü belirtilmiştir. 
Açılış konferansında ve bu oturumlarda tebliğ sunan kıymetli bilim insanlarının tebliğlerinin tam metinleri, oturumların sırası ve konusu dikkate alınarak, ayrı ayrı ana başlılar halinde bu sempozyum kitabında yer almıştır.

“Tehcirin 100. Yılında Osmanlı’nın Son Dönemindeki İsyanlar” konulu bu uluslararası sempozyumun düzenlenmesine katkı sunan Diyarbakır Valiliğimize, 
Türk Tarih Kurumuna ve etkinliğin gerçekleşmesi için bizleri teşvik eden, motive eden ve her türlü desteği sunan Dicle Üniversitesi Rektörü Sayın Prof. Dr. Ayşegül Jale SARAÇ’a, Düzenleme ve Bilim Kuruluna, sekretarya görevini yürüten değerli genç meslektaşlarıma ve özellikle de yurt içinden ve yurt dışından gelerek kıymetli tebliğleriyle bizleri aydınlatmış olan ve bu sempozyum kitabının vücuda gelmesine katkıda bulunan değerli hocalarıma en kalbi teşekkürlerimi sunar, bu kitabın ilim camiasına ve tüm insanlara fayda getirmesini dilerim.
Saygılarımla… 

Doç. Dr. Mehmet KARATAŞ
Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürü 

***

28 Şubat 2018 Çarşamba

Türk Tarih Kurumu XV. Türk Tarih Kongresi 11-15 Eylül 2006 Konferansı,

 Türk Tarih Kurumu XV. Türk Tarih Kongresi 11-15 Eylül 2006 Konferansı,

Ermeni Araştırmaları Enstitüsü

Konferans: Türk Tarih Kurumu XV. Türk Tarih Kongresi 11-15 Eylül 2006
ASAM
Oya EREN*

Türk Tarih Kurumu’nun XV. Kongresi 11 Eylül 2006 tarihinde Ankara’da gerçekleştirildi.
Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet SEZER’in himayesinde yapılan kongreye toplam 310 bilim adamı katıldı.

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan yaptığı açılış konuşmasında sözde Ermeni soykırımı iddialarına da değinerek, 'Bu konuyla yakından, uzaktan alakası olmayan ülkelerin Türkiye'yi Ermeni soykırımı ile suçlamaları yenilir yutulur bir şey değildir' ifadesini kullandı. Ayrıca Ermenistan Devlet Başkanı Robert Koçaryan’a ortak bir tarih komisyonu kurulması için bir mektup gönderdiğini ve hala olumlu bir cevap alamadığını da hatırlattı.

XV. Türk Tarih Kongresi’nde, Enstitümüzün çalışma konuları içerisinde yer alan başlıca bildiriler, sunanların adları, bildirilerin konuları ve kısa özetleri aşağıdadır; Prof Dr. Bige SÜKAN, “Fransız Dışişleri Bakanlığı Arşiv Belgelerinin Işığında Doğu Lejyonu’nun (Ermeni İntikam Alayı’nın) Kuruluşu ve İşlevi” başlıklı bildirisinde “Ermeni Sorunu”nun, büyük devletlerin Osmanlı İmparatorluğu’nu bölme amacıyla ortaya çıkarmış olduğu bir proje olduğunu dile getirdi. Bu sorunun çıkarılmasında büyük rol oynayan Fransa’nın, Ermenileri I. Dünya Savaşı esnasında nasıl kullandığını vurgulayarak, Fransız Dışişleri Bakanlığı arşiv belgelerine dayanarak Fransızların Anadolu’yu işgalleri sırasında getirdikleri Ermeni alayının kuruluş aşamalarından ve bu birliğin Fransız subaylarının idaresinde Magosa’daki eğitimlerinden bahsetti.

Prof Dr. Aygün ATTAR, “Ermeni Baskısına Karşı Kurulmuş Bir Teşkilat: Difai Fırkası” başlığıyla sunduğu bildirisinde, 19. yüzyıl sonlarında başlayan Ermenilerin komitacılık faaliyetlerini, örgütlenmelerini, 1905 yılında Bakü’de ortaya çıkan Ermeni-Azeri çatışmaları ve Azerilerin tabi tutuldukları katliamların durdurulamaması sonucunda Ahmet Ağaoğlu’nun Azeri Türkleri’nin savunulması için kurmuş olduğu “Difai Fırkası”nı ve bu fırkanın Azerbaycan için önemini vurguladı.

Doç. Dr. Taha Niyazi KARACA, “William Ewart Gladstone’un Ermeni Sorunu Politikası ve Sultan II. Abdülhamit’in Gladstone’u İkna Girişimleri” başlığıyla sunduğu bildirisinde, İngiltere’de Kraliçe Victoria dönemi siyasetçilerinden biri olan Gladstone’u tanıtan bir girişin ardından, Gladstone’un Türk düşmanlığı ve Hristiyan birliğini sağlamaya yönelik düşüncelerine değinerek, başbakanlığı döneminde Ermeni sorununu Osmanlı Devletini sıkıştırmak için bir araç olarak kullandığından, Ermenilere bağımsızlık kazandırmak için yürüttüğü çalışmalardan ve Sultan II. Abdülhamit’in Gladstone’u Osmanlı Devleti aleyhine yürüttüğü politikasından vazgeçirmeye yönelik çabalarından bahsetti.

Doç Dr. Ahmet Halaçoğlu, “II. Abdülhamid Döneminde Yapılan Genel Aflar ve Afların Ermeni Suçlulara Uygulanışı” başlıklı bir bildiri sundu. Bildirisinde, Fransız İhtilalinin ardından Balkan ülkelerinin bağımsızlığını kazanmasıyla Anadolu’da yaşayan Ermenilerin de bunun etkisi altına girdiklerini, 1877-78 Osmanlı Rus Savaşı’nın ardından Ermeni meselesinin uluslararası alana taşındığını, Ermenilerin bu sürecin ardından meselenin çözümünü hızlandırmak adına katliamlara ve isyanlara başvurduğunu, bu eylemlerin ardından yakalananların Divan-ı Harbe sevk edildiğini, sevk edilenlerin içinde cinayete karışmış Müslümanların da çeşitli cezalara çarptırıldığını ve bunun devlet tarafından Ermeni-Müslüman ayrımının yapılmayışına bir kanıt olduğunu dile getirdi.
Aynı zamanda, arşiv belgeleri ışığında II. Abdülhamid zamanında çıkarılan afların
kimleri kapsadığına ve uygulanış şekline değindi.

Prof. Dr. Yusuf OĞUZOĞLU, 

“Bursa Yöresindeki Osmanlı Ermenilerinin Düşmanlaştırılarak Anarşi ve İsyana Sürüklenmeleri (1878-1922)” başlıklı bir bildiri sundu. 

Öncelikle 1878-1922 yılları arasında Bursa yöresindeki Ermenilerin varlığına ilişkin bilgi verdi.

19. yüzyıl öncesinde Bursa yöresinde Ermenilerin varlığına tanık olunmadığını, Osmanlı arşiv belgelerinden edinilen bilgiye göre bölgede kitlesel bir Ermeni yerleşimin olmadığını, 19. yüzyıl ortalarına doğru Osmanlı’nın modernleşme sürecinde Bursa yöresinde çoğu Fransız sermayeli fabrikaların kurulmasıyla Ermeni nüfusun arttığını belirtti. Ermenilerin, modernleşme hareketinden fazlasıyla yararlandığını, sonrasında ise Ermenilerin temsilcisi kabul edilen Katagigos’un kiliseyi siyasetin içine soktuğunu, açılan yabancı okullarının da azınlıkların devlet düzenine karşı bir tutum içine girmesine katkıda bulunduğunu, kilisenin de katkılarıyla Ermenilerin düşmanca tavırlarını anarşi ve katliama dönüştürdüklerini, yayınlanmış belgelerle, Osmanlı arşivindeki kayıtlara
dayanarak açıkladı.

Doç Dr. Saime YÜCEER, “Bursa’da Ermeni Olayları, Göç Ettirilmeleri ve Geri
Dönüşlerinde Yaşananlar” başlıklı bir bildiri sundu. Bildiride Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküş sürecinde Ermenilerin emperyalist güçlerce kullanılan bir etnik grup oluşuna, Ermenilerin yaşadığı birçok bölgede olduğu gibi Bursa’da da Ermeni olaylarının etkisini gösterdiğine değindi

Prof. Dr. Kemal ÇİÇEK, “Tehcir Uygulaması ve Amerikan Vatandaşı Osmanlı
Ermenilerinin Durumları” başlıklı bildirisinde Amerikan vatandaşı olan veya olduğu iddia edilen, Amerika’da akrabası olan Ermeniler hakkında yapılan konsolosluk araştırmalarına ve bu araştırmalar sonucunda elde edilen mektupları da değerlendirerek tehcir uygulaması hakkında bazı çıkarımlarda bulundu.

Yrd. Doç. Dr. Mithat AYDIN, “Amerikan Misyonerlerinin Ermeniler Arasındaki Faaliyetleri ve Bunun Osmanlı-Amerikan İlişkilerine Etkisi” başlığıyla sunduğu bildirisinde, Osmanlı arşiv belgelerinde Amerikan misyonerlerinin Ermeni ayaklanmalarında oynadıkları hazırlayıcı ve koruyucu rolü analiz etti. Osmanlı Devleti’nin de bu zararlı faaliyetlere karşı önlem alma çabalarından ve bu çerçevede Amerika ile diplomatik işbirliği arayışlarından bahsetti.

Doç. Dr. Kaya Tuncer ÇAĞLAYAN, “İngiliz Erivan Temsilciliği’nin Raporlarına Göre Ermenistan Cumhuriyeti’nin Askeri, Siyasal, Ekonomik ve Sosyal Durumu (1919-1920)” başlıklı bir bildiri sundu. Bildirinin başında İngiltere’nin I. Dünya Savaşı sonrası Kafkasya’ya olan ilgisinin daha ziyade Ermenileri Osmanlı Devleti’ne karşı kışkırtma çabasına yönelik olduğunu belirtti. Ermenistan Cumhuriyeti’ne 1919’da atanan Yüzbaşı George Gracey’nin raporlarına dayanarak Ermenistan tarihi ve o dönemki Azerbaycan, Gürcistan ve Türkiye’yle ilgili değerlendirmelere yer verdi.

Dr. Hilmar KAISER, “The German Red Cross Mission to the Otoman Third Army” (Osmanlı III. Ordusu’nda Alman Kızıl Haç Örgütü’nün Görevi) başlıklı bir bildiri sundu.
Birinci Dünya Savaşı sırasında Osmanlı Üçüncü Ordusunda görev yapan Alman sağlık ekiplerinin anıları doğrultusunda Osmanlı askeri sağlık sistemi ve Osmanlı askerlerinin yaşadığı sağlık sorunlarını ele alan bildirisinde, aynı zamanda, Osmanlı askeri hekimlerinin Ermeniler üzerinde bazı ölümcül sonuçlar doğuran deneyler yaptıklarını iddia etti.

Yrd. Doç. Dr. Ahmet ALTINTAŞ, “Marsilya Kenti’nin Ermeni Olaylarındaki Rolü ve Önemi” başlıklı bildirisinde Marsilya kentinde kurulan Ermeni komitelerine ve bu komitelerin bu kenti üs olarak kullanmalarına yer verdi. Marsilya’nın aynı zamanda Ermenilerin diğer Avrupa ülkeleriyle bağlantı kurduğu bir örgütlenme merkezi olduğunu belirtti.

Prof. Dr. Zeki ARSLANTÜRK, “Doğu Karadeniz’in Toplumsal Yapısı, Etnik Grup İddiaları ve Misyonerlik Faaliyetleri” adlı bir bildiri sundu. Küreselleşmenin mikro etnik kültürler üzerindeki etkisine değinen Arslantürk, Türk toplumunun etnik gruplar bakımından zengin bir toplum olduğunun altını çizdi. Gürcistan’ın Acar Türklerini tahrik etmesi, Yunanistan’ın Pontus Politikası ve Ermenistan’ın büyük Ermenistan hayaline de değinen Arslantürk, bu grupların bölgede nüfus yoğunluğu oluşturma çabalarına da yer verdi.

Prof. Dr. Reşat GENÇ, “Gregoryan Kıpçaklar ve Töre Bitigi (Kanun Kitabı)” başlıklı bildirisinde bugüne kadar üzerinde pek durulmamış bir konuya değindi. Gregoryan Kıpçakların bir kısmının XII. Yüzyıldan başlayarak Gürcü-Ortodoks kilisesine diğerlerinin ise Ermeni-Gregoryan kilisesine bağlandığını vurguladı. Bu yolla Gregoryan Kıpçakların büyük bir kısmının zaman içinde Gregoryan Ermeni inanışına mensup olduğunun ve Ermeni alfabesi ile bir çok dil ve kültür eserleri bıraktıklarının altını çizdi.

Dr. Dilşen İNCE-ERDOĞAN, “1897-1900 Yıllarında Van’da Amerikalı Misyonerlerin Faaliyetleri” başlıklı bildirisinde, genel olarak Osmanlı İmparatorluğu döneminde gerçekleşen Ermeni isyanları üzerinde durdu. Bu isyanlardan en büyüğü olan 1896 Van isyanını detaylı olarak ele alan tarihçi bu isyanın ortaya çıktığı sırada Van’da bulunan konsolosların ve misyonerlerin faaliyetlerine geniş yer verdi. Van isyanının gerçekleştirilmesinde Rusya, İran ve Batılı devletlerin desteklerinin de Ermenilerin ayaklanmasında önemli bir etkisi olduğuna değindi.

Doç. Dr. Bülent ÖZDEMİR, “Savaş, Yardım ve Yolsuzluk: I. Dünya Savaşı’nda Amerikan İnsani Yardım Kuruluşu Near East Relief’in Paralarıyla Kurulan Süryani Birlikleri” başlıklı bir bildiri sundu. 1914’te Rusya’nın Osmanlı İmparatorluğu’na savaş ilan etmesi ile Nesturilerin taraf olarak Rusya’nın yanında savaşa dahil olduğunu belirten Özdemir, günümüzde bu konunun pek gündeme getirilmediğini belirtti. Bölgede misyonerler aracılığı ile toplanan yardım paralarıyla Ermeni ve Süryani birliklerinin kurulduğunu ve söz konusu birliklerin Osmanlıya karşı kullanıldığını vurguladı.
Kongrenin iyi organize edilmiş olması, ayrıca bildirilerin hem tarihsel bir sıra izlemesi hem de konularına göre tasnif edilmesi kongrenin sistematik bir biçimde takip edilmesini kolaylaştırarak katılımcıların kongreden azami derecede faydalanmalarını sağlamıştır.

* ERAREN Uzman - oeren@eraren.org
- ERMENİ ARAŞTIRMALARI, Sayı Sayı 22, Yaz 2006
www.eraren.org

©2008 ERAREN, Tüm hakları Telif Hakları yasasınca korunmaktadır.
ERAREN - Ermeni Araştırmaları Enstitüsü


http://www.eraren.org/index.php?Lisan=tr&Page=Print&DergiIcerikNo=417&Yer=DergiIcerik


***

Yirmi Altıncı Yılında Uluslararası Hocalı Sempozyumu Başladı,

Yirmi Altıncı Yılında Uluslararası Hocalı Sempozyumu Başladı,


Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu bünyesindeki Türk Tarih Kurumu’nun Ankara Yıldırım Beyazıt Üniversitesi, TİKA, Azerbaycan Cumhuriyeti Büyükelçiliği, Pursaklar Belediyesi ve Tarihdaş Milletler ve Topluluklar Derneği ile birlikte düzenlediği “Tarih, Siyaset ve Uluslararası Hukuk Bağlamında 26. Yılında Uluslararası Hocalı Sempozyumu” Ankara Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Etlik Yerleşkesinde bulunan Milli İrade Binası Konferans Salonu’nda düzenlenen açılış töreni ile başladı.
Azerbaycan Cumhurbaşkanı Başdanışman Yardımcısı Bahruz Hasanov, Türkiye-Azerbaycan Parlamentolar Arası Dostluk Grubu Başkanı-Adana Milletvekili Necdet Ünüvar, Amasya Milletvekili Haluk İpek, Ankara Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Metin Doğan, Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Başkanı Prof. Dr. Derya Örs, Türk Tarih Kurumu Başkanı Prof. Dr. Refik Turan, Pursaklar Belediye Başkanı Selçuk Çetin ve Tarihdaş Milletler ve Topluluklar Derneği Başkanı Ahmet Baba tarafından gerçekleştirilen açış konuşmalarında, 26 yıl önce gerçekleştirilen katliam ve bu katliam karşısında dünyanın gösterdiği kayıtsızlık kınandı.


Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Başkanı Prof. Dr. Derya Örs, 20. yüzyılın Türk ve Müslüman coğrafyası için pek çok acıya sahne olduğunu belirttiği konuşmasında, sömürgeci güçlerin hırslarının neden olduğu acıların tekrar yaşanmaması için birlik ve beraberliği sağlayarak hareket etmenin önemine değindi. Prof. Dr. Örs, bu tür anma törenlerinde konuya duygusal yaklaşmaktan ziyade sömürgecilerin önünün kesilmesi için aklı öne çıkararak somut ve akılcı tedbirlerin alınmasının gerektiğini ifade etti.




Türk Tarih Kurumu Başkanı Prof. Dr. Refik Turan konuşmasında, Selçuklu ve Osmanlı idaresinde iken barış ve nizamın hüküm sürdüğü bölgede yakın dönemde yaşanan sorunların ortaya çıkışında Avrupalı devletlerin rolüne değindi. Avrupalı devletler tarafından dünyaya servis edilen mikro milliyetçilik sonucunda yaygınlaşan terör fikirlerinin yakın dönemde bölgede pek çok soruna yol açtığını dile getiren Turan, geçmişte ASALA’nın, bugün ise PKK ve PYD’nin Türkiye’ye karşı bilinçli bir kuşatmanın aracı olarak kullanıldıklarını dile getirdi.  Prof. Dr. Turan, Hocalı’dan önce Anadolu ve Kafkasya topraklarında gerçekleştirilen diğer katliamlara sessiz kalan dünya kamuoyunun 26 yıl önce Hocalı ’da yaşanan katliam karşısında da sessizliğini korumasının utanç verici olduğunu ifade etti.
26 yıl önce yaşanan katliamın yerli ve yabancı kamuoyuna anlatılması için tarihçi, hukukçu, siyaset bilimcilerin konuya dair çalışmalarını sunacağı sempozyuma yurt içinden ve yurt dışından bilim insanları katılıyor.



5 Şubat 2016 Cuma

Talat Paşa’nın evrak-ı metrûkesi...




Talat Paşa’nın evrak-ı metrûkesi...

 



Tehcir bölgelerine ulaşan (veya hayatta kalan) Ermeni sayısının 1 milyonu geçtiği belgeler ve konsolos raporlarına göre sabittir. Yayımlanan belgeler tehcirin resmini elde etmeye olanak vermemekte, Bardakçı’nın pek çok kez iddia ettiği gibi Talat Paşa’nın ‘metruk evrakı’ da tehcir hakkındaki tartışmaları bitirmeyecek Murat Bardakçı’nın Talat Paşa’nın özel arşivinde bulunan belgelerden seçerek hazırladığı eser, sonunda New York Times gazetesine de konu oldu. Sabrina Tavernisa adlı muhabir haberinde kitabın akademik çevreleri sessizliğe boğduğunu iddia etti. Halbuki bu eser, içerdiği belgeler ve yazarın önsözünde değindiği bazı noktalar sebebiyle basınımızda ve akademik çevrelerde çok büyük bir yankı uyandırmıştı. Ancak yazmış olduğumuz tenkit, akademik prosedür gereği henüz yayımlanmadığı için biz de sessiz kalanlar arasında suçlandık.

New York Times’ın haberi karşısında bu özetin yayımlanması farz oldu.
Önsöz hariç beş bölümden oluşan bu eser, her ne kadar Ermeni tehciri ile ilgili bilinenleri tersyüz edecek bir eser olarak sunulsa da, aslında eserin tamamı Balkan savaşları sonrasında Anadolu’daki mülteci hareketlerini sayılar ve grafiklerle ortaya koymaktadır.
Kanaatimizce yazarın vurguladığının tam tersine eserdeki belgeler arasında en orijinal ve önemli olanlar Balkan Savaşı öncesi ve sonrasında Anadolu’ya gelen muhacirlerle ilgilidir. Bu belgeler bu konudaki literatüre kesinlikle önemli bir katkı yapacaktır. Ancak biz burada ilgi alanımız gereği ve elbette Murat Bardakçı’nın Ermeni tehciri ile yeni ve çok önemli belgeler yayımladığı şeklindeki vurgusu sebebiyle sadece tehcirle ilgili belgeler hakkında kısa bir değerlendirme ile yetineceğiz.

Talat Paşa konuştu tarihçiler sustu mu? Öncelikle eserde yayımlanan belgeler arasında az sayıda da olsa Ermeni nüfusu ve tehcir sonrasında sevk olunan Ermenilerin sayısı, tahliye ve iskân bölgelerini gösteren çok önemli belgeler ile haritalar bulunduğunu vurgulamak gerekir. Ancak bu eserin Ermeni tehcirinin aydınlığa kavuşmasını sağlayacak nihai bir belgeler demeti içerdiği iddiası pek de isabetli değildir. Buradaki belgeler sadece Muhacir İdaresi’nin bütün faaliyetleri hakkında genel bir fikir edinmesi için Talat Paşa’ya takdim edilen belgelerden oluşmaktadır ve mesela Oral Çalışlar’ın anladığı şekilde “Resmi hesaplara göre Tehcir’den sonra Osmanlı İmparatorluğu’ndaki Ermenilerin sayısı 972 bin azalmıştır” şeklinde bir değerlendirmeye olanak vermemektedir.

Bu yanlış değerlendirmelerin sebebi aslında Sayın Bardakçı’nın önsözünde yazdıkları olsa gerektir.

Sayın Bardakçı eserin önsöz kısmında (s.12) Ermeni tehciri ile ilgili yayımladığıbelgelerin Hürriyet gazetesinde yayımlandığı zaman çok büyük ses getirdiğini belirttikten sonra o dönemde kendisine yöneltilen eleştirilere üstü kapalı yanıt vermekte ve ‘tehcirin mimarının’ ilk kez konuştuğunu iddia etmektedir. Sayın Bardakçı’nın Hürriyet’teki ‘Talat Paşa’nın Kara Kaplı Defteri’ başlığı ile yaptığı yayına o dönemde yapılan en önemli itiraz, defterin ve özellikle tehcir edilen Ermenilerle ilgili belgedeki el yazısının Talat Paşa’ya ait olmadığı idi. Sayın Bardakçı bu itirazı kabul etmiş görünmekte, ancak Talat Paşa’nın ilk defa konuştuğu şeklindeki tespitinde ısrar etmektedir. Halbuki Enver Bolayır’ın 1946 yılında yayınladığı hatıratta da Talat Paşa hem tehcir hem de döneme ait diğer havadise dair ne düşündüğünü zaten söylemiştir. Hatta Stanford J. Shaw ‘From Empire to Republic’ adıyla yayınlanan beş ciltlik eserinin 1. cildinde Rauf Orbay’a dayanarak yine Talat Paşa’nın tehcir hakkındaki görüşlerine yer vermiştir.

Arşiv ve arşiv sahibi

Sayın Bardakçı, elbette Paşa’nın özel arşivindeki evrakın ilk defa basılmasıyla, Talat Paşa’nın ilk defa konuştuğunu iddia etmenin başka bir şey olduğunu bilmektedir, ama o bu şekilde araştırmasını daha çekici kılmayı tercih etmektedir. Bardakçı’ya katılmadığımız diğer bir nokta da şudur: Elbette bu tür belgeler maiyet mensupları tarafından hazırlanmış olsa da ilgili devlet adamlarına takdim edildiği andan itibaren o belgeler artık o devlet adamının arşivine aittir. Ancak, arşivde bulunan her malzemeye o arşiv sahibi katılıyor diye bir iddia çok doğru olmaz. Her türlü malzeme arşivde bulunabilir. Orada yazan her şeye Talat Paşa’nın katıldığını söylemek doğru değildir.

Sayın Bardakçı’nın önsözünde yazdıkları Türkiye’de 1915 olayları ile ilgili özellikle son yıllarda çıkan literatürü haksız olarak küçümsemekte, Türk yazarların özel arşivlerin önemini göremediklerini belirtmektedir (s. 16). Hâlbuki pek çok tarihçi bilinen özel arşivleri kullanarak dönem ve aktörleri hakkında yüzlerce çalışma ortaya koymuştur. 1915 tehciri ile ilgili eldeki veriler ışığında toplam sayılara dayalı araştırma yapılmadığını iddia etmek de doğru değildir. Pek çok yerli ve yabancı araştırmacı bu konuda onlarca eser vermiştir.

Ancak paylaşılmayan ve kişiye özel arşivlerde tutulan belgelere ulaşılamaması bilimsel açıdan bir eksiklik olarak değer-lendirilemez. Yazarın Ermeni sorunu ile Türk tarihçilerinin yetersizliğini ortaya koymak için yaptığı alıntılar (Bkz. s. 14) ilgili literatüre gazete başlıklarından ibaret bir aşinalık içinde olduğunu göstermektedir. Bu arada soykırım tasarılarının 17 ülke parlamentosunda kabul edildiği şeklindeki tespiti (s. 15) yanlıştır, doğrusu 19 ülke olmalıdır.

Rakamlar sürpriz değil, şaşırtıcı da

Bu eserde bir kısmı ilk kez yayımlanan Ermeni tehciriyle ilgili belgelerin önemi ve literatüre yapacağı muhtemel katkıları hakkındaki tespitlerimize gelince; eserde yer alan ve Bardakçı’nın da üzerinde önemle durduğu, hatta tehcir edilen Ermeniler hakkında tek doğru belge gibi sunduğu belge 1. bölümde 77. sayfada yer almaktadır. Bu belgede sevk olunan Ermeni miktarı 924?bin 158 olarak vilayetler bazında verilmektedir.
Bu belgenin, yazarın iddia ettiği gibi tehcir araştırmalarında bilgileri değiştirecek bir etki yaratmadığı aynı yazıyla benzer bir belgenin ATASE tarafından yaklaşık üç yıl önce yayımlanması sonrasında görülmüştür. Şu var ki Bardakçı tarafından yayımlanan istatistik aynı kalemden çıkmakla birlikte daha geç tarihli olmalıdır. Çünkü ATASE belgesinde sevk olunmamış görünenler 413 bin 067 olmakla birlikte, Bardakçı’nın yayımladığı belgede sevk olunmuş görünenler ilave olunduğunda 810.729 olmaktadır.
Kısacası, Bardakçı’nın iddiasının aksine sevk olunan Ermenilerin sayısının yüksek olması ‘Türk okuyucuya tahmin ettikleri miktardan daha yüksek’ (s.13) gelmemiştir. Yazarın da belirttiği gibi tehcir ‘geniş çaplı bir yer değiştirmedir’ ve bu rakamın içinde Anadolu içerisinde bir ilden bir ile yapılan sevkiyat dahildir. Başka bir deyişle bu rakam örneğin Van’dan İzmit’e, İzmit’ten Kütahya’ya veya Kütahya’dan Afyon’a yapılan tehciri de içinde barındırmaktadır. Dolayısıyla Bardakçı’nın yayımladığı bu belge, örneğin bizim eserimizde verdiğimiz 700 bin civarında sevk olunan Ermeni olduğu şeklindeki bilgileri değiştirmemektedir.

Maalesef yazarın belge hakkında yaptığı ilk değerlendirmeler (Hürriyet 25-27 Nisan 2005), diasporanın bazı Ermeni tarihçilerinin söz konusu rakamı Suriye ve civarına yapılan Ermeni tehciri şeklinde anlamalarına sebep olmuştur. Halbuki Bardakçı tarafından yayımlanan belgede çok sayıda tutarsızlık vardır. Bir örnek vermek gerekirse; Ankara Ermeni nüfusunun tamamı (47 bin 224) sevk olunmuş görülmektedir ki bu yanlış olmalıdır. Ankara Katolik ve Protestan Ermenilerinin yerinde bırakıldıkları konusunda şüphe yoktur. Yine Bardakçı’nın yayımladığı belgede birçok vilayetin Ermeni nüfusu ile sevk olunan nüfus aynıdır. Bu vilayetlerden yine Canik, Halep, Adana gibi vilayetlerde kısmi sevk yaşandığı bilinmektedir. Bunun açıklaması şudur: Yayımlanan liste sadece Gregoryen Ermeni nüfusuna aittir.

Bu tespiti yaptıktan sonra 77. sayfada yayımlanan belgenin tehcir ile ilgili bilgilerimize önemli bazı katkılar yaptığını da belirtmek yerinde olacaktır. Örneğin ATASE tarafından yayımlanan belgede (C.I. s. 444) Konya vilayeti eksiktir. Burada ise rakam 4 bin 381 olarak verilmektedir. Buna karşılık eserdeki belgede de Van vilayeti eksik iken, ATASE belgesinde vardır. İki belge arasında sevk olunan sayılar birbirinden çok az da olsa Erzurum, İzmit, Trabzon gibi bazı yerlerde farklıdır.

Metrûk yetimler ve metrûk Ermeni malları meselesi... Eserde yayımlanan ve tehcirin farklı yanlarını ortaya koyan belgelerde de pek çok yoruma muhtaç rakam vardır. Örneğin eserin 89. sayfasında yer alan ‘Ermeni Eytamı’ (Ermeni Yetimleri) ile ilgili belgedeki yetim çocuk sayısı çok azdır. Muhtemelen bu sayılar; devletin yardımıyla devletin kurumlarında, devletten aldıkları yardım karşılığında yabancı okul ve bakım evlerinde bakılan veya para karşılığı Müslüman hanelerine dağıtılan Ermeni yetimleri kapsamaktadır.

Yine örneğin 91. ve 93. sayfalarda verilen ‘Ermenilerden Metrûk Boş Haneler Mikdarı’ ile ilgili sayılar da çok düşüktür ve büyük bir olasılıkla belgenin hazırlanış tarihi itibarıyla muhacirler, askerler veya devlet memurları tarafından resmen teslim alınmamış olan boş Ermeni evlerinin sayılarını göstermektedir. Bu istatistiklerin tehcir edilen Ermenilerle ilgili veriler yerine, muhacirlerin iskânı ile ilgili veriler arasında yer alması bu tahminimizi güçlendirmektedir. Bardakçı’nın yayımladığı ve yanlış değerlendirmelere yol açabilecek belgelerden birisi de ‘istimlâk olunan arazi ve çiftlik?’ hakkındadır. Önemle vurgulanmalıdır ki 97-99. sayfalarda yer alan belgeler Osmanlı ile savaş halinde olan ülkelerin vatandaşları olan Rum, Ermeni ve ecnebilere ait olup, devlet tarafından el konulan arazi ve çiftlikleri göstermektedir. Bu istatistikler kesinlikle tehcir edilen Ermenilerin geride bıraktıkları mallar (emlak-ı metrûke) listesi değildir. Buna mukabil 101. sayfadaki istatistikler Ermeni ve Rumların tehcir edilmesi sonrası boş kalan ve kayıt altına alınan mülklerdir. Bunlar emlak-ı metrûke olarak kaydedilmiş olup, devletin el koyduğu mallar değildir.
Ancak bu listenin eksik olduğu açıktır. Örneğin Adana çiftlikleri burada kayıtlı değildir. Kayda geçirilen diğer vilayetlerin listesinin tam olduğunu ispatlayan bir kayıt da yoktur. Bu nedenle listedeki çiftliklerin henüz üretim için kimseye dağıtılmamış ya da iskâna açılmamış çiftliklerin listesi olma olasılığı yüksektir. 103. sayfadaki Ermenilerin üzerindeki maden işleme imtiyazları hakkındaki belge tarihsiz olduğu için yorumlanması zordur. Bu listenin tehcir edilen Ermenilere ait maden imtiyazlarını göstermesi olasılığı daha yüksektir.
Doğru okunan yanlış anlaşılan tablolar... Eserin 2. bölümünde yer alan ve Ermeni tehcirinin vilayetlere ve livalara göre dağılımını gösteren cetveller yukarıda da değinildiği gibi ATASE tarafından yayımlanan belgeden (C. I., s. 445) çok az da olsa farklıdır. Listedeki bazı sayıların sonradan güncellendiği anlaşılmaktadır. Bu listede 1915 itibariyle nüfus (s.109) verilerinin tehcir öncesi kesin nüfus sayımını gösterdiğini düşünmek mümkün değildir. Bununla birlikte listeleri hazırlayan idarecilerin yerli ve yabancı Ermeniler ayrımı yapması da ilginç bir detay olarak belgelerde dikkat çekmektedir. Sayın Bardakçı ‘Yabancı Ermeniler’ kategorisini ‘başka yerlerden buraya sevk edilenler’ şeklinde değerlendirmektedir ancak bu yorum çok tartışılabilir. Çünkü Osmanlı nüfus dairesi bir kişi (burada Ermeniler söz konusu da olsa) 30 yıl dahi bir kazada yaşasa, nüfus kaydını oturduğu yere nakletmediği sürece kendisini yabancı ahali olarak kaydetmektedir. Bu yüzden yabancı kategorisini dışarıdan buraya tehcir edilen Ermeni şeklinde yorumlamak her zaman gerçeği yansıtmayabilir. 

Diğer taraftan ‘ahir mahallerde’ kategorisi mevcut iskân yeri kesin olarak belirlenen Ermenileri göstermektedir. Önemli bir nokta da bu listelerde ihtida eden Ermenilerin veya ihtida başvurusu sonuçlandırılmamış olanların belirtilmemesidir. Halbuki elimizde bazı kazalar için bu kişilerle ilgili listeler vardır. Örneğin Amasya ve Merzifon’da Ermeni nüfusun yüzde 17’si ihtida etmiş ve resmi yetkililere başvurmuştur. Yine misyonerler tarafından Müslümanlaştırmak amacıyla Müslümanların yanına yerleştirildiği iddia edilen ve sayıları bazı kaynaklarda 90 bin olarak verilen Ermenilere ait bir veri de Talat Paşa’ya teslim edilen listelerde yer bulmamıştır.
Öte taraftan örneğin Zor’a tehcir edilen (Resulayn dahil) Ermeni sayısının (s. 131) belgenin hazırlandığı (Bardakçı’ya göre 1916 sonları ya da 1917 başları) tarihte sadece 6 bin 979 olarak verilmesi çok sayıda ölüm meydana geldiği şeklinde yorumlanabilir. Bu yorumu yapmak için başka bir sebep de Amerika’nın Halep konsolosunun 1916 yılı şubat ayında hazırladığı listede Zor Mutasarrıflığı ve civarında 300 bin Ermeni sürgün görünmektedir. Bu kadar insanın yıl sonunda yok olması farklı anlamlar yüklenmeye müsaittir. Bu tür karşılaştırmaları diğer yerler içinde yapmak ne yazık ki mümkündür.
Her ne kadar Bardakçı’nın da doğru bir şekilde işaret ettiği gibi, yayımlanan belgelere bakarak tehcir öncesi ile sonrasında tespit edilen nüfus arasındaki farkı, doğrudan kayıplar olarak çıkarsamak yanlış olsa da, pek çok tarihçi ve amatör tarihçiliğe soyunan köşe yazarı kolaycı bir yaklaşımla veya kasıtlı olarak bu çıkarımı yapmaktadır. Halbuki Trabzon, Erzurum, Bitlis ve Van’dan Rusya’ya veya başka ülkelere kaçanlar ‘sevkolunan Ermeniler’ için hazırlanan listeye girmemişlerdir. Bunların sayısı ise Ermeni kaynaklarına göre bile 350 binden az değildir. Dolayısıyla başta Van olmak üzere tehcir edilmiştir hanesinde ‘0’ yazan pek çok il bu gözle okunmalıdır. 
Diğer taraftan Van ve Sasun isyanları sırasında ölenler de listede yoktur.  Kaldı ki s. 109’daki listede muaf ermeni sayısı 284.157 gözüküyor. Aynı belgenin notlarında yüzde 30 artırımın makul olduğu belirtiliyor ve 350-400 bin muafın normal sayı olduğu belirtiliyor ki bu rakam
misyoner raporlarıyla uyumludur.

900 bin Ermeni yok mu oldu?

Toplamda ise tehcir bölgelerine ulaşan Ermeni sayısının bir milyonun üzerinde olduğu resmi Osmanlı belgeleri ve konsolos raporlarına göre sabittir. Bu itibarla, kısaca ifade edersek, burada yayımlanan belgeler tehcirin tam bir resmini elde etmeye olanak vermemekte, Bardakçı’nın pek çok kez iddia ettiği gibi Talat Paşa’nın ‘metrûk evrakı’ da tehcir hakkındaki tartışmaları bitirmeyecektir.

Bununla birlikte belgelerin herhangi bir şekilde değerlendirilmeden okuyuculara sunulduğu bu eserden sonra, tehcir öncesi Ermeni nüfus (1 milyon 500) bin) ile 972.246 kişi olan tehcir sonrasındaki nüfus (Bkz. s. 109) arasındaki fark (Lepsius’un 1 milyon 845 bin rakamını kabul eden) kolayca yaklaşık 900 bin kişinin öldüğü şeklinde Türk kamuoyuna, akademik araştırmaların hâlâ devam ettiği bir konu hakkında doğru olmayan bir tablo sunacaktır.

Prof. Dr. Kemal Çiçek : Türk Tarih Kurumu Ermeni Masası


..