İSYANLAR etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
İSYANLAR etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

26 Mart 2021 Cuma

TEHCİRİN 100. YILINDA OSMANLI’NIN SON DÖNEMİNDEKİ İSYANLAR.

 TEHCİRİN 100. YILINDA OSMANLI’NIN SON DÖNEMİNDEKİ İSYANLAR. 





Çüngüş Ermeni Mektebi, Taşnaksütyun Ermeni Mektebi , Mardin Protestan Mektebi,Tehcirin 100. Yılı, İsyanlar,Türk Tarih Kurumu,Ermeni diasporası, Diaspora nedir,Tehcir Uygulanan İller,

ÖNSÖZ 




Müslim-Gayrimüslim münasebetlerinin tarihi Hz. Peygamber dönemine kadar dayanmaktadır. Bu ilişkilerden kasıt, İslam devletleri ve bu devletlerin 
Müslüman halkıile ehl-i kitap olan Yahudi, Hıristiyan ve daha sonraki dönemlerde zimmet ehli olarak kabul edilen grupların gündelik hayattaki münasebetleridir. 
Bu kapsamda Müslim-Gayrimüslim ilişkilerinin İslam tarihindeki ilk örneği “Medine Vesikası” veya “Medine Anayasası” olarak bilinen antlaşmadır. 

Söz konusu antlaşma ile şehirdeki Müslümanlarla Yahudilerin bir arada yaşama koşulları düzenlenmiştir. Medine Antlaşmasının 25. maddesinde “Yahudilerin dini kendine, Müslümanların dini de kendilerinedir” denilmek suretiyle gayrimüslimler için din ve vicdan hürriyeti açık bir şekilde ortaya konulmuştur.

Daha sonraki yıllarda müşrik Evs ve Hazrec kabilelerinin tamamen Müslüman olması ve sözleşme hükümlerini çiğneyen Yahudi kabilelerinin de sürgüne gönderilmesi üzerine Medine’de yalnız Müslümanlar kalmakla birlikte; Hz. Peygamber’in Eyle, Ezruh, Dûmetülcendel ve Necran Hıristiyanları, 
Maknâ ve Teymâ Yahudileri, ayrıca kısmen Mecûsîler’in de bulunduğu Hecer ve Bahreyn halkı ile yaptığı antlaşmalarla gayrimüslimler, dinî ve hukukî temele dayalı kültürel kimliklerini muhafaza ederekİslam toplumunun içinde yaşama imkânına kavuşmuşlardır.

Hz. Peygamber’in, Necran ahalisine gönderdiği ve onlara eman verdiği mektupda zimmet akdinin ilk örneğidir. Mektuptaki özellikle şu ifadeler akdin niteliğini ortaya koymaktadır: “Necran ahalisi ile onlara tabi olanların canları, malları, arazileri, aşiretleri,hazır bulunanlar ve bulunmayanları, ibadetleri, ibadethaneleri, gerek az olsun, gerek çok olsun ellerinde bulunan her türlü eşyaları Allah-u Azimü’ş-Şan’ın yanında ve Peygamberi Muhammed Resulullah’ın zimmetindedir. 

Ayin ve mezhepleri her ne olursa olsun,metropolit ve rahipleri tarafından icra olunur. Hiçbir kimse tarafından değiştirilemez ve engel olunamaz… 

Bu ahidname de yazılmış bulunan şartlar İslam’a ihanet etmedikçe ve zulmederek üzerlerine vacip olan ıslahtan ayrılmadıkları müddetçe, Allah’ın takdiri gelinceye kadar bu ahid name mer’idir. Allah ve Resul’ünün zimmet ve riayetindedir”. 
İslam’ın, dolayısıyla İslam hukukunun esasını oluşturan Kur’an-ı Kerim’in“İnsanları Rabbinin yoluna hikmetle, güzel öğütle davet et. Onlarla mücadeleni en güzel tarz hangisi ise onunla yap”, “Dinde zorlama yoktur”, ve “Rabbin isteseydi yer yüzündekilerin hepsi mutlaka inanırdı. O halde sen mi insanları inanmaları için zorlayacaksın” ayetleri, İslam’ın ve Müslümanların başka din, sistem ve anlayışlara sahip olan insanlara karşı tutumlarının nasıl olması gerektiğini göstermektedir.




Hz. Peygamber’in “Zimmîye zulüm ve haksızlık yapan, ona gücünün üstünde sorumluluk yükleyen ve ondan arzusu dışında bir şey alan kimseye kıyamet günü bizzat kendisinin hasım olacağını”, ve “Anlaşmasını bozan hiçbir kavim yoktur ki aralarında katl meydana gelmesin”, yine “Emânı olmayan kişinin imanı yoktur. Ve ahdi olmayan kişinin dini yoktur” sözleri bu konudaki hassasiyetini göstermektedir.
İslam hukukuna göre, gayrimüslimlerin İslam devletinin tâbiiyetine girmeleri zimmet akdiyle gerçekleşir. Zimmet kelime anlamı olarak; himaye, sahip çıkma, koruma mecburiyeti, birinin emniyetini taahhüt etmek gibi manalara gelir. Terim olarak ise İslam hâkimiyetini tanımak şartı ile Müslüman toplumun, diğer 
semavî din mensuplarına konukseverlik ve koruma sağladığı süresiz olarak yürürlükte kalan bir tür sözleşmeyi ifade eder. İnançla ilgisi bulunan bazı istisnalar dışında genel kural, Müslümanlarla zimmîlerin aynı hak ve görevlere sahip olmalarıdır. 

Zimmet anlaşması ile zimmîler, can, mal ve namus dokunulmazlığı, vicdan ve ibadet hürriyeti ve İslam ülkesinde oturma hakkı kazanıp bu sayede evlenme, 
boşanma, miras ve vasiyet gibi aile hukukuyla ilgili meselelerine de müdahale edilmemiştir. İslam devleti onları düşmana ve her tür tehlikeye karşı koruyacaktır.
Gerekirse onların güvenliği için savaşa dahi gidecektir.

Gayrimüslimlerin, bu haklardan faydalanabilmeleri hiç şüphesiz devletin hâkimiyeti ni kabul edip kanunlarına uymalarına, Müslümanların inanç ve örflerine 
saygı göstermelerine, kamu düzenine ve genel ahlâka aykırı davranışlardan kaçınmalarına, devlete karşı malî yükümlülükleri de başlıca şahıs vergisi olan 
cizye, arazi vergisi olan haraç ve ticaret vergisini ödemelerine bağlıdır. Zimmet akdinin zorunlu şartı kabul edilen, cizye sadece ergin ve malî gücü yerinde 
olan erkeklerden alınmıştır. Savaşma gücüne sahip olmayan kadın, çocuk, yaşlı ve özürlü kimselerden tahsil edilmeyen bu vergiden askerlik hizmetinde  
bulunanlar da muaf tutulmuştur. Bunun yanında devletçe uygun görülen bazı görevler, yararlılık ve hizmetler sebebiyle de zimmîler den cizye alınmadığı 
görülmektedir.

Müslüman hukukçularının çoğunluğu, İslam toplumunun varlık ve güvenliğini tehlikeye düşürmemek şartıyla İslam devletinin gayrimüslimlerden gelen 
zimmet akdi teklifini kabul etmesinin zorunlu olduğu görüşündedir.
Bunun içindir ki, İslam tarihinde zorla İslamlaştırma gibi bir harekete rastlanmaz.
İslam, Müslümanların fethettiği topraklarda yaşayan hiç kimsenin zorla dine girmesine müsaade etmez. O, herkesi inanç ve fikrinde serbest bırakır. 

Hak ile batıla işaret ederek, inançlar arasındaki doğru yolun hangisi olduğunu belirtmekle yetinir. Zorlama sonunda Müslüman olma keyfiyetinin İslamî bir hareket olmadığını beyan etmekten de çekinmez.
Müslüman devletlerin idaresi altındaki gayrimüslimlerin, asırlarca müreffeh birhayat yaşamaları ve inançlarına göre serbestçe ibadet etmeleri ancak böyle 
bir anlayışla mümkün olmuştur. 
Ancak Osmanlı’ nın son asrında diğer birçok sebebin yanında, İslam’ın 
gayrimüslimlere tanıdığı hakların uygulanmasındaki bir takım aksaklıklar ile gayrimüslimlerin, özellikle sömürgeci devletlerin kışkırtmaları neticesinde, 
kendilerine tanınan haklarla yetinmeyip isyan hareketlerine girişmeleri, hem Osmanlı Devleti’nin sonunu hazırlamada etkili olmuş, hem de etkileri bugüne 
kadar devam eden bir çok problemin ortaya çıkmasına sebep olmuştur.
Bu sempozyumda; geçmişi yargılamadan anlamayı, bugüne uyarlamayı, gelecekle ilgili tavsiyelerde bulunmayı amaç edinen tarihçiler, Osmanlı Devleti’nin son döneminde özellikle gayrimüslimlerin çıkardığı isyanların sebep ve sonuçlarını irdelemiş ve önemli dersler çıkarmaya çalışmışlardır.
Sempozyum, “Ermeni Meselesine Yaklaşım Hatalarımız; Tehcir ve Soykırım Kavramları Işığında 1915 Tarihli Kararnâme” başlıklı bir açılış konferansı ve altı oturum halinde gerçekleşmiştir. 
Birinci oturumda; Osmanlı Devleti’nin son asrında gayrimüslimlerin çıkardığı isyanlarda Fransız İhtilâlı neticesinde ortaya çıkan milliyetçilik akımının etkisi 
irdelenmiştir.
İkinci oturumda; gayrimüslimlerin çıkardığı isyanlarda Yabancı ve Azınlık Okullarının etkisi ve Osmanlı Devletinin bu isyanlara karşı izlediği politikanın 
esasları üzerinde durulmuştur. 
Üçüncü oturumda; bu dönemde Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesindeki Ermenilerin faaliyetleri ve çıkardıkları isyanlarda özellikle Protestan misyonerlerin etkisi irdelenmiştir. 
Dördüncü oturumda; tarihçilerden çok, siyasilerin üzerinde konuştuğu “Tehcir”konusu çeşitli yönleriyle incelenmiştir.
Beşinci oturumda; Sırp ve Karadağ isyanlarının sebep ve sonuçları irdelenip günümüze yansımaları üzerinde durulmuştur.
Altıncı oturumda ise; Balkanlarda meydana gelen isyanlarda Avrupa devletlerinin rolü belirtilmiştir. 
Açılış konferansında ve bu oturumlarda tebliğ sunan kıymetli bilim insanlarının tebliğlerinin tam metinleri, oturumların sırası ve konusu dikkate alınarak, ayrı ayrı ana başlılar halinde bu sempozyum kitabında yer almıştır.

“Tehcirin 100. Yılında Osmanlı’nın Son Dönemindeki İsyanlar” konulu bu uluslararası sempozyumun düzenlenmesine katkı sunan Diyarbakır Valiliğimize, 
Türk Tarih Kurumuna ve etkinliğin gerçekleşmesi için bizleri teşvik eden, motive eden ve her türlü desteği sunan Dicle Üniversitesi Rektörü Sayın Prof. Dr. Ayşegül Jale SARAÇ’a, Düzenleme ve Bilim Kuruluna, sekretarya görevini yürüten değerli genç meslektaşlarıma ve özellikle de yurt içinden ve yurt dışından gelerek kıymetli tebliğleriyle bizleri aydınlatmış olan ve bu sempozyum kitabının vücuda gelmesine katkıda bulunan değerli hocalarıma en kalbi teşekkürlerimi sunar, bu kitabın ilim camiasına ve tüm insanlara fayda getirmesini dilerim.
Saygılarımla… 

Doç. Dr. Mehmet KARATAŞ
Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürü 

***

25 Ocak 2015 Pazar

SAVAŞ ÖNCESİ OLAYLAR ve İSYANLAR



SAVAŞ ÖNCESİ OLAYLAR ve İSYANLAR

Rus Harbi, Ermeni meselesinde tarihi kırılma noktasıdır ve bu savaşın ardından gelişen olaylardan sonra artık Ermeniler Osmanlı’nın gözünde Millet-i sadıka olarak görülmekten çıkmaya başlamışlardır.

Yazımızda Ermeni olaylarını çok yönlü olarak ele alacak ve konuya farklı pencerelerden bakmaya çalışacağız. Çünkü Ermeni meselesi, sadece 1915 tehcir faciası değildir. Bir soykırım olmasa da büyük acıların, trajedilerin yaşandığı bir dönemdir.  Etnik farklılıkların ve çatışmaların, dinsel, kültürel farklılık ve çatışmalarla iç içe geçtiği olaylar bütünüdür. Bağımsızlık mücadelesi verenlerle dinci, milliyetçi şovenlerin ve olayların dışında kalmak isteyen Ermeni sakinlerinin birbirine karıştığı-karıştırıldığı bir toplumsal olaydır. Yani, at izi it izine karışmıştır.  Meseleyi sadece 1915-1919 arasında yaşananlar, ya da son dönemde kasıtlı olarak 1919-1923 arası yaşananlar olarak göstermeye çalışmak; siyasidir, tek yanlıdır ve konuyu sadece azınlık Ermenilerin yok edilmesi projesi olarak sunma gayesi ve gayretidir. Bunun yanında konuya kendi milliyetçi penceresinden yaklaşarak kişileri, olayları, yaşananları çarpıtanlar ve kendi şoven anlayışlarına pay çıkarmak isteyenler de vardır. İslamcısı ayrı, yeni Osmanlıcısı ayrı, Türk milliyetçisi ayrı, Kürt milliyetçisi ayrı, Kemalisti ayrı, antiKemalisti ayrı, Ermenisi ayrı, Diasporacısı ayrı pencereden değerlendirir ve yeterince objektif değerlendirmede bulunamazlar.

Örneğin bir Musa Bey olayı vardır ki; günümüz milliyetçi ve İslamcı Kürtlerinin bakışıyla bir kahramandır, Türklerin kıydığı bir Kürt önderidir, yiğit bir insandır, soylu bir direnişin abidesidir. Sırrı Süreyya Önder’den dinleyelim:


Videoda Sırrı Süreyya önder’in anlattığı hikaye doğru değildir. Hacı Musa ve oğlu-yeğeni vs. devlet tarafından öldürülmemiştir. Kendisinin hastalanarak yolda öldüğü, yeğeni ve torununun oğlu Medeni bey tarafından  öldürüldüğü, kardeşi Nuh Bey’i ise Barzani’nin öldürdüğü bilinir. Daha sonra Medeni Bey de Haydaran aşireti tarafından öldürülür. Kürtler arasındaki iç hesaplaşma ve kan davası görülmenin yanında, devletin Medeni Bey’i satın aldığı da ileri sürülür.

Şimdi bu Musa Bey olayının ne olduğunu görelim:

MUSA BEY OLAYI ve Ermeni güzeli Gülizar Davası:

Musa Bey, Mirza Bey’in oğlu, Muş’un Mutki aşiretinin reisi, günümüzde İBDA-C lideri olarak bilinen Salih Mirzabeyoğlu’nun büyük dedesi olan Muş ve Bitlis çevresinde etkili bir Kürt derebeyidir. Musa Bey’i daha sonra Hamidiye Alaylarının başında, Ermeni katliamlarında, Erzurum Kongresinde Heyet-i Temsiliye’de ve daha sonra da Kürd Azadi Cemiyetinde ve Nasturi İsyanında görürüz.

Musa Bey olayını anlatanlar genelde 2 misyonere saldırı olayı nedeniyle mahkemeye verilmiş olmasını ve beraatini anlatırlar ama Gülizar olayına değinmezler. Ne var ki, Ermeniler arasında en çok propagandası yapılan ve Ermenileri milliyetçi duygularını ateşleyen olay, Gülizar Olayı’dır.

Musa Bey, Res Miro’nun kızı Manuşak’ın düğününde gördüğü güzel Gülizar’ı’gözüne kestirince bir at ve ağırlığınca altın karşılığında kızı ailesinden ister. Reddedilince de Gülizar’ı kaçırır. Musa Bey’in zaten dört karısı olduğu için şeyhler nikaha karşı çıkar. Bunun üzerine Gülizar’la nikâhlanmak Musa Bey’in erkek kardeşi Cezahir’e düşer. İddiaya göre Musa Bey, Gülizar’a tecavüz etmiştir.

Gülizar’a Müslüman olması için baskılar başlar. Gülizar uzun süre direnir ama sonunda razı olur. Ve Müslüman olmuş gibi görünür. Ama gizli gizli kendi dinine göre dualarını sürdürür.

Birgün, buğday başaklarından yaptığı haçla dua ederken Musa Bey’in kızkardeşine yakalanır. Takunyayla dayak yer ve darbelerden biri gözüne gelir ve bir gözünü kaybeder.  Gülizar’ın ailesi Musa Bey’i şikayet eder ve İstanbul’a mahkemeye çağrılırlar.

Yabancı siyasi temsilcilerin ve gazetecilerin de hazır bulunduğu büyük bir dinleyici kitlesi önünde görülen mahkeme sırasında altmış kadar şikayetçi ve tanık dinlenir. Gülizar mahkemede Müslüman olup olmadığı sorulunca “Kaçırıldığım gün neysem oyum, aileme dönmek istiyorum” diye yanıt verir. Bunun üzerine mahkeme Gülizar’ı ailesine teslim eder ama Musa Bey’i suçsuz bulur.

Böylece Gülizar, Kürtler tarafından kaçırılarak zorla Müslüman yapılmış yüzlerce kızdan mahkeme kararıyla kurtulan tek kız olur. Kaçırılma olayının ve davanın ayrıntıları, Saint-Petersburg’da yayımlanan Araks ve Londra’da yayımlanan Hayasdan dergilerinde aylarca konu edilir. İlk aşamada tüm iddialardan aklanarak çıkan Musa Bey, davanın tekrarı talebi üzerine yeniden yargılanır. Mekke’ye sürülür; burada bir yıl kaldıktan sonra geri döner ve Sultan Abdülhamit tarafından bir Hamidiye Alayı’nın başına getirilir.

Gülizar ise Muş Ermenilerinin liderlerinden, ‘Mışo Keğam’ lakaplı Keğam Der Garabedyan ile evlenir. Keğam Der Garabedyan, daha sonra, İkinci Meşrutiyet’in ilan edildiği yıl Muş mebusu seçilerek, Osmanlı Meclis-i Mebusan’ına girer.

ERZURUM OLAYI – 1890

Önceki yazımızda Kırımyan’ın silahlanma çağrısına değinmiştik. Ermeni örgütlerinin de teşvikiyle Ermeni milliyetçileri silahlanmaya başlar. Erzurum valiliği, Rusya’dan temin edilen silahların Ermeni okul ve kilisesinde saklandığı ihbarını alır. Zaptiye ve polisler kiliseyi aramak istemiş, ancak komiteci Ermenilerce karşı konulmuştur.  Askerler üzerine ateş edilmiş, 1 subay, iki er ve 1 polis şehit olmuştu. Yapılan aramada kilisede silah bulunamamış ancak Taşnaksutyun örgütünün kışkırtmasıyla yeniden askerlere saldırı düzenlenmişti. Birkaç askerin daha şehit olması üzerine Valilik, Ermenilere silahlarını teslim etme çağrısı yapmış ama kimse silahını teslim etmemişti. Silahlı Ermeni komitacılarıyla çıkan çatışmada her iki taraftan yüzden fazla ölü, 200-300 civarında yaralı zayiat verilmişti.

Olayı bizzat gören bir Ermeni, Amerika’da çıkan ve Ermenice yayınlanan Hayrenik gazetesinde 1927 yılında Erzurum olayının yıldönümü dolayısıyla yazılan bir yazıda şunları anlatmaktadır:

“Sanasaryan okulu kurucusu, 1890’da öldü. Kendisinin ruhunun istirahatı için ayin yapıldı, yas tutuldu. Hükümete, okulda bir silah atölyesi olduğu haber verilmiştir. Haber verenlerin Ermeni Katolik papazları olduğu sanılıyordu. Aramadan önce, “müdafi vatandaşlar” teşkilatın mensup Köpek Bogos adında biri, iki saate kadar okulun aranacağını haber verdi. Derhal; milli tarih kitapları, defterler, ilk bakışta ilgi çekecek şeyler ortadan kaldırıldı. Arama sonun ele bir şey geçmedi. Ermeniler, “Türklerin kiliseye girmesi, pislik, murdarlıktır” diye bağrıştılar. Daha sonra, Taşnaksutyun komitesi Erzurum merkezi kararıyla öldürülen ve müdafi vatandaşlar cemiyetinin kurucularından olan Gergesyan’ın adamları, halk arasında kışkırtmalara başladılar. Dükkanlar kapandı. Kiliselerde ayinler yasaklandı, çanlar çaldırılmadı. Duruma Ermeniler hakim bulunuyorlardı. Bu fırsattan istifade ederek isyancılar, “Ermeniler üç gündür hürdürler, bu hürriyetlerini silahla koruyacağız” diye bağırıyorlar ve hükümetin vergileri hafifletmesini, askeri bedelin kalkmasını, kutsallığı bozulmuş olan kilisenin yakılıp tekrar yapılmasını, 61. Maddenin uygulanmasını istiyorlardı.

Üç-dört gün, mezarlıkta, kilisede, okul avlusunda kaldılar. Ermenilerin dağılmaları için çalışan Ermeni iler gelenlerine dayak atıldı. Hükümetin, herkesin işi gücü ile meşgul olması hakkındaki emri dinlenmedi. Komite mensupları yer yer dolaşarak halka cesaret veriyorlardı. Bu sırada Gergesyan’ın kardeşi ateş ederek iki eri öldürdü. İki taraf arasında, iki saatlik bir çarpışma oldu. Ertesi günü konsoloslar şehri gezdiler. İki taraftan 100’den fazla ölü, 200 -300 kadar da yaralı vardı. Konsoloslara Ermeniler adına rapor vermiş olan doktor Aslanyan, hükümetçe takip olunduğu için şehirden kaçtı.

Bu olaylar içinde bir yabancı rüzgarı, kuzeyin soğuk yelleri esiyordu. Ermenilerin gösterileri dolayısıyla Rus konsolsu Tevet’in, Valiyi ziyaret ederek, “Böyle asi bir halkı, Rusya’da olsa mutlaka kırarlar, deyişi ve aynı zamanda Ermeni marhasasına da, Türkiye gibi vahşi bir hükümetin idaresi altında yaşamak değmez” demiştir.”

KUMKAPI EYLEMİ – 1890

Eylem Hınçak Partisi tarafından Musa Bey olayını protesto amacıyla hazırlanır.
Haç yortusu için toplanan Ermeniler provake edilecektir. Eylem planı ve olaylar bizzat partinin ileri gelenlerinden ve eylemin etkin ismi Harutyun Cangülyan’ın ağzından 1963’de Louise Nalbantyan tarafından yayınlanan “Ermeni Devrimci Hareketleri” adlı kitapta anlatılmaktadır.
Nümayiş Kumkapı’daki Ermeni Kilisesinde başladı. O gün Patrik Horen Asikyan, Haç yortusu için toplanmış büyük bir topluluğa hitap ediyordu. Parti üyelerinden Harutyun Cangülyan, Kilisede, Ermeni ıslahatını savunan, Padisaha muhatap bir Hınçak protestosunu okudu. Bilahare Patrikhaneye giderek oradaki Türk armasını parçaladı. Ermeni Patriğinin protesto etmesine rağmen, Hınçaklar onu birlikte saraya doğru yürüyüşe katılmaya mecbur ettiler. Yıldız Sarayına doğru “Yaşasın Hınçak! Yaşasın Ermeniler!” diye sloganlarla yürüyüşe geçtiler. Askerler yolu kesip engellemek isteyince silaha sarılıp ateş açtılar. Çıkan çatışmada her iki taraftan da ölenler ve yaralananlar oldu. Hınçak gösterisinin elebaşısı olan Cangülyan tutuklandı ve müebbet hapse mahkum edildi.
Cangülyan’ın ağzından aktarılan olayda 6-7 askerin ağır, 10 civarında askerin de hafif yaralandığı belirtiliyor ama ağır yaralılardan 1 binbaşı ve 1 er ölüyor.

MERZİFON, KAYSERİ ve YOZGAT OLAYLARI – 1893

Boğazlıyan’ın İğdeli Köyü Ermenilerinin birkaç gün içerisinde silahlandıkları haber alınınca köyde arama yapılmış ve çok sayıda silah ele geçirilmişti. Osmanlı Hükümeti Kayseri ve çevresinde hareketin başı olan Andon Rüşdini’yi tutukladı. Bu kişinin üzerinde bulunan belgelerden hareketin başının Merzifon Okulu Müdürü Tomayan ve sekreteri Kayayan olduğu anlaşıldı. Bunlar Merzifon’da tutuklandı. Yozgat ve çevresinde dağıtılan belgelerin okulun matbaasında basıldığı anlaşıldı.

Tomayan ve Kayayan’ın tutuklanmaları üzerine Merzifon, Kayseri ve Yozgat çevresinde olaylar çıktı. Mart ayında başlayan karışıklıklar Osmanlı askeri güçleri tarafından ancak Ağustos ayında bastırılabildi.

Bu olaylarla ilgili olarak Yozgat Ermeni ileri gelenlerinden Papazyan Hamparsum ile Arslan Ebzem tutuklandı. Bu tutuklular daha önce tutuklanmış olan Ermeni liderleri ile birlikte Ankara Ceza Mahkemesi’nde yargılandılar, Tomayan ve Kayayan ile birlikte 15  Ermeni idama mahkum edildi. Fakat  İngiltere’nin baskısıyla Kayayan ve Tomayan serbest bırakıldı, yurt dışına çıkmalarına müsaade edildi. Tomayan bir İngiliz gemisiyle Londra’ya gitti  ve burada kahraman gibi karşılandı. Avrupa  gazeteleri Kayseri ve Yozgat’ta meydana gelen olayları Türklerin Ermenileri katli şeklinde halklarına duyurdular. Tomayan Avrupa  kamuoyuna “suçsuz, zulüm görmüş bir Ermeni” olarak tanıtıldı. Gazeteler bu olayları “Yozgat, Kayseri ve Merzifon’da çıkan olaylarda üç kilise soyuldu ve yakıldı, 500 kişi tutuklanarak asıldı” şeklinde verdi. Halbuki olaylarda hiçbir kilise yakılmadığı gibi tutuklanan 332 kişiden ancak 49’u hapsedilerek diğerleri serbest bırakılmıştı.

Akdağmadeni’nde 25 Ekim 1893’te muhbir oldukları iddia edilen bir Katolik Ermeni ile bir Rum komiteciler tarafından öldürülmüş, Gürcü kıyafetindeki katil yakalanarak Yozgat’a sevkedilirken on beş kişilik bir Ermeni çetesi tarafından kurtarılmış, fakat bu çeteler de yakalanarak tutuklanmışlardı. Bütün bu gelişmeler Yozgat’ta çıkacak olan yeni olayların habercisi idi. Olaylar Aralık 1893’te başladı. Yozgat’ta evine giden bir Türkü suikast maksadıyla evlerine götürmeye çalışan üç Ermeni, olay yerine gelen inzibatlar tarafından yakalanmak isteyince, Ermeniler askerlere ateş etti. Aynı gün saat beşte Ermeniler kiliselerinin çanını çalarak dükkanlarını kapatıp kiliseye girdiler. Ermenilerin bir ikisinin silah atması üzerine heyecanlanan Müslümanlar kilise kapısına birikmişlerdi. Ermeniler, çıkan olayları yatıştırmak isteyen tabur komutanını protesto için kilisede toplandıklarını ileri sürmüşlerdi. Yozgat’ta meydana gelen olaylar, diğer Ermeni olaylarında olduğu gibi, dış basında Ermenilerin katliamı olarak ele alındı.

İngiliz Konsolosunun verdiği bilgilerde bir kişinin öldüğü belirtiliyordu, bu daha olayın başladığı anda hayatını kaybeden  kişi idi. Daha sonraki olaylarda 25 kişinin hayatını kaybettiği ve binden fazla kişinin yaralandığı ortaya çıkmıştı.

1. SASUN İSYANI

Olayın nasıl gerçekleştiği konusunda, taraftarlıkla suçlanamayacak olan New York Herald Amerikan gazetesinde yayınlanan yazıyı aktarmak yeterli olacaktır:

“Avrupa incelemesi, Ermenilerin, yabancı ülkelerden gelen tahrikçilerle birlikte isyan etmiş olduklarını göstermiştir. Asiler İngiltere’den gelmiş modern silahlarla her şeyi yapmışlar, yangın, adam öldürme, yağmadan sonra düzenli askere de karşı durmuşlar, kafa tutmuşlar, dağlara çekilmişlerdir. Soruşturma heyeti, Osmanlı hükümetinin asilere karşı asker göndermekle en kanuni hakkını kullandığını saptamıştır. Bu askerler, kanlı çarpışmalardan sonra asileri yenebilmişlerdir. Hemen geçilmez dağlara sığınmış olan yaklaşık 3 bin kadar tamamen silahlı asinin, inandırıcı sözlerle, gazete yazılarıyla hakkında gelinemez.

Ermeniler 3 bin kişi olarak Anduk Dağında toplandılar. Aralarında beş-altı yüzü, Muş kasabasını sarmak istediler. Bu amaçla Muş güneyinden Delican aşiretine hücum ettiler. Bunlardan bir kısımını öldürdüler, mallarını aldılar. Ellerine düşen bütün müslümanların dini inançları aşağılandı ve kendileri korkunç şekillerde öldürüldü. Bu asiler Muş yakınındaki düzenli askere karşıda saldırıda bulundular, fakat oradaki askeri kuvvetin çokluğu yüzünden Muş kasabasını işgal edemediler.

Asiler, Anduk dağındakilerle birlikte çeteler teşkil ettiler. Bu çeteler de yakınındaki aşiretlerde korkunç cinayetler işlediler ve yağmalar yaptılar. Ömer Ağa’nın yeğenini diri diri yaktılar. Gülli Güzat köyünden üç dört saat ötede İslam kadınlarının ırzına geçtiler, bunları boğazladılar.

Birçok müslümanlar, gözleri oyularak, kulakları kesilerek, en müthiş ve alçakçasına hakarete uğratılarak, Hıristiyanlığı kabule ve Haçı öpmeye zorlandılar.

Ağustos sonuna doğru Ermeniler, Muş yakınında Kürtlere hücum ederek Gülli-Güzat ile beraber iki-üç köyü yaktılar. Talori’deki 3000 Ermeni asisine gelince, bunlar, müslümanlarla diğer Hıristiyanlar arasında yas ve dehşet saçtıktan sonra silahlarını bırakmayı reddederek yağma ve adam öldürmeye devam ettiler. O zaman, yola getirmek için buralara ordu askeri gönderildi.

Asi Hamparsum, on bir suç ortağıyla yüksek bir dağa kaçtı. Diri olarak yakalandı. Fakat iki eri öldürdü, altısını da yaraladı. Ağustos sonunda bütün asi çeteler dağılmıştı.

Türkler tarafından kadınlara, çocuklara, ihtiyarlara, sakatlara, İslami ve insani hükümlere uygun davranışta bulunulmuştur. Ölen asiler, teslim olmayı kabul etmeyen ve ülkenin kanuni hakimiyetine karşı savaşmayı tercih edenlerdi.”

ZEYTUN İSYANI – 1895

Maraş ili Zeytun Ermenileri ilk isyanlarını 1780’de çıkarmışlardı. 1V. Murat tarafından vergiden muaf tutulduklarını iddia ederek vergi vermek istememişlerdi.
Vergi memurlarını ve uzlaşmaya gelen bölge valisini öldürdükleri o günden sonra Osmanlı hakimiyeti altında 30’a yakın isyan çıkartmışlardır.

16 Eylül 1895'de 100 kişilik bir Ermeni heyeti Karanlık Dere’de toplanarak yeni bir isyan kararı almışlardır.

Kararın duyurulmasıyla her tarafta birden isyanlar başlamış, telgraf telleri kesilmiş, iki bini silahsız, dört bini silahlı Zeytunlu saldırılara başlamıştır. Kışla ve hükümet konağını saran isyancılar, Kaymakam, 50 subay, 600 er ve kumandanları esir etmişlerdir. Esirler sonradan Zeytun kadınları tarafından öldürülmüşlerdir. Kumandan Remzi Paşa hücum için kuvvet istemiş, yerine Ethem Paşa gelmiş, ancak o da yeni kuvvet istemek zorunda kalmıştır.

Asiler, modern silahlar kuşanmışlardır. Göksün’de bulunan askerler sonradan hücuma geçmişler ve asileri Zeytun’a sığınmaya zorlamışlardır. Zeytun askerler tarafından kuşatılmış, ancak tam sonuç alınacağı sırada İstanbul’daki elçiler, Zeytun Ermenileri hakkında hükümete arabuluculuk teklifinde bulunmuşlardır. Saray, bu teklifi kabul etmiş ve harekat durdurulmuştur. Elçiler, Halep’teki konsoloslarını müzakereye memur etmişlerdir. Altı devlet konsolosu 1 Ocak 1896’da Zeytun’a girmiş ve 28 Ocak’ta Zeytun asileriyle barış yapılmıştır.

Barış şartları, savaştıkları silahların teslimi, genel af, beş komitecinin yurt dışına çıkarılması, geçmiş vergilerin affı, miri verginin azaltılması şartları ile asiler teslim olmuşlar ve isyan sona ermiştir. İhtilali çıkaran Hınçak komitacıları, İngiliz Konsolosluğu himayesinde 13 Şubat’ta Zeytun’dan ayrılıp, Mersin’den 12 Mart’ta Marsilya’ya hareket etmişlerdir.

BABIALİ OLAYI – 1895

30 Eylül 1895’te Hınçak örgütünce büyük bir yürüyüş tertiplenir. Kumkapı Ermeni kilisesinde toplanan 4000’e yakın sayıda Ermeni Babıali’ye doğru yürüyüşe geçer. Yürüyüş askerler tarafından durdurulur. Taleplerini yazılı olarak sadrazama bildirmelerini ve yürüyüşe son vermelerini isteyen subayı şehit ederler. Yabancı konsolosların askeri güçle müdahale edilmesini engellemeleri üzerine Müslümanlar galeyana gelir ve iki grup 3 gün süren bir çatışmaya girerler. Yüzlerce insan ölür ve yaralanır.

1. VAN İSYANI – 1896

Van’da hazırlanan Ermeni isyanında kullanılmak üzere biraraya getirilen silâhlar özellikle hükümet kontrolünden uzak bulunan kiliselerde, manastırlarda saklanıyor ve asîlere silâh talimleri yaptırılıyordu. Bu işlerde önemli rolü olan eski patrik Mıgırdıç Hırimyan, Van’dan uzaklaştırıldı. Bunun üzerine komiteciler, hükümete sadık olan ve Ermeniler’in hareketlerini engellemeye çalışan Van’daki rûhânî reis Bogos’u Ermeniler’in büyük bayramında, 6 Ocak 1896’da kiliseye giderken öldürdüler. 3 Haziran 1896 gecesi, Van bağlarının arkasında devriye gezen müfrezeye Ermeni çetecileri tarafından ateş açıldı. Nizamiye Yüzbaşısı Receb Efendi ile bir asker ağır şekilde yaralandı. Aynı gün akşamı bu bağlar civarında bulunan Ermeni evlerinden müslüman ahaliye ateş açıldı. Güvenlik güçleri müdahale edince, Ermeniler ateşle karşılık verdiler.
6 Haziran günü, İngiliz, Fransız, Rus ve İran konsolosları Ermeniler’e gönderilerek, silâh bırakılması teklif edildi. Ermeniler, bu teklifi kabul etmediler.
8 Haziran’da ise, çatışma başladı. Haziran’ın 10. günü 780 kişilik grup, Hamidi kazasından geçip, İran’a doğru firar ederlerken bertaraf edildi.  Bunlardan 286 kişi Van’dan kaçarak Cermeliye kazasındaki Salhane köyüne saldırmışlardı.
Van’da bu olaylar cereyan ederken, civar kazalarda da Ermeniler, müslümanlara saldırmaya başlamışlardı. Gevaş, Erciş, Adilcevaz kazaları ile Olgüllü, Gürzat, Angüzak köylerinden katliam haberleri geliyordu.
15-24 Haziran arasındaki  Ermeni isyanında 418 müslüman 1715 Ermeni asî ölmüş, 363 müslüman ile 71 Ermeni de yaralanmıştı.

OSMANLI BANKASI İŞGALİ – 1896

Taşnaksutyun örgütünce organize edilen olay 26 Ağustos sabahı gerçekleştirilir. El bombaları, dinamit ve silahlarıyla Ermeni teröristleri bankayı basar. Eylemin amacı Avrupa ülkelerinin ve özellikle Rusya’nın dikkatini çekerek Osmanlı Devleti’ne karşı müdahele etmelerine yol açmaktır. Güvenlik güçleriyle çatışmaya giren Ermeni işgalcilerden Papken Siuni dahil 9’u hemen öldü. Bunun üzerine eylemin planlamacısı olan Karekin Pastırmacıyan işgalcilerin başına geçti. İşgal İstanbul’da Ermeniler ve Müslümanlar arasında çatışmalara yol açtı. Bankanın müdürü olan Sir Edgar Vincent işgalin başlangıcında banka binasından kaçarak Rus Elçiliğinden işgalcilerle arabuluculuk yapmasını istedi. Rus Elçiliğinden gönderilen Ermeni asıllı tercüman Maksimov işgalciler ve saray arasında bir anlaşma sağladı. Bu anlaşmaya göre işgale son vermeleri karşılığında işgalcilere ülkeyi serbestçe terketmeleri güvencesi verildi. İşgalciler Sir Edgar Vincent’in yatıyla rıhtımdan ayrıldılar.

Banka baskını böylece bitmiş, ancak Ermenilerin o gün asker, polis ve halk üzerine boşalttıkları bomba ve kurşunlar, İstanbul Müslüman ahalisini ayağa kaldırmıştır. İstanbul’da Ermenilere yönelik saldırılar meydana gelmiş, karşılıklı çatışmalar olmuştur.
Bu olayda ölen Ermenilerin sayısı, Batılı kaynaklarda abartılı şekilde 4.000-6.000 olarak zikredilmiştir. Bu kadar yüksek sayıda olmasa bile yüzlerce Ermeni’nin öldürüldüğü söylenebilir. Ancak ne ölen Ermenilerin ne de müslümanların kesin sayısı bilinmemektedir.

Karekin Pastırmacıyan daha sonra 1908 yılında tekrar İstanbul’a geri dönerek 1908-1912 döneminde Meclis-i Mebusan’a seçilmiştir. 1915 Van isyanına katılanlar arasında yer almıştır.

2. SASUN İSYANI – 1904

Osmanlı Bankası eyleminden sonra faaliyetlerini arttıran Taşnak örgütü, 1898 yılında Sasun ve çevresinde yeni bir isyan kararı alır.
Bu amaçla bölgedeki Ermeni milliyetçileri silahlandırılmaya başlanır. Bölgeye 1500 tüfek ve önemli sayıda mühimmat ile 300.000 ruble gönderilir.

Taşnak çeteleri Türkiye’ye genellikle İran üzerinden Van yoluyla girmektedirler. Ancak yolların üstünde bulunan Mazrik aşireti onları rahatsız etmektedir.
Bu aşireti kökünden kazımak üzere komiteciler, 1897 Temmuzunda gün ağarırken 250 kişilik bir çete ile aşiretin Honasor’daki çadırlarına saldırırlar.
Ancak istedikleri neticeyi elde edemeyip, sarılmak tehlikesiyle karşılaşınca geri çekilirler.

1904’de Muş ve çevresinde ayaklanma başlatılır.
Kasaba ve köylerdeki müslüman yerleşimlerine saldırılır. Bazı Ermeni kaynaklarına göre 932, bazılarına göre 1132 müslüman öldürülür. Ölen Ermeni sayısı ise 19’dur.

YILDIZ SUİKASTİ

21 Temmuz 1905 tarihinde Sultan Abdülhamit’e cuma namazı çıkışında bombalı suikast girişiminde bulunulur. Yıldız camisi önüne çekilmiş bir at arabasına yerleştirilen saatli bombanın zamanlaması,  padişahın her cuma namazdan çıkış saati takip edilerek ayarlanmıştı. Ancak padişahın ayaküstü bir konuşma için duraksaması neticesinde bomba 1-2 dakika önce patlamış oldu ve padişah sağ kurtuldu. Tevfik Fikret’in şiirindeki gibi, avcı atmış ama vuramamıştı. Tabi Tevfik Fikret dahil hiç kimse suikastin kimler tarafından yapıldığını bilmiyordu. Soruşturmaların sonucunda suikasti bir Ermeni sempatizanı olan Belçikalı Edward Joris’in planladığı ortaya çıktı.

İstanbul’un her yanından duyulan korkunç patlama sonucunda etraftaki insanlardan 26 kişi öldü ve 58 kişi yaralandı. Olaydan sonra yapılan araştırma sonucu şüpheli 40 kişinim kimlikleri belirlendi. Bunlardan 15 kişi yakalanarak tutuklandı. Yakalananlar arasında elebaşıları Edward Joris ve bir ABD’li terörist de vardı.

Suikastte  şüpheler ilk etapta Abdülhamit karşıtı Jön Türkler üzerindeydi. Ancak yapılan soruşturmalar ve itiraflar sonucunda eylemin Taşnak örgütüne ait olduğu anlaşıldı. Eğer suikast başarılı olsaydı, ardından bir dizi bombalı eylemlerin İstanbul ve İzmir’de yapılmasının planlandığı da  ortaya çıktı.

ADANA KATLİAMI – 1909

31 Mart’ın ertesi günü başlayan Adana Olayları’nın başlangıcına ilişkin görüşler, Ermenilerle Müslümanlar arasındaki adli birkaç olaydan kaynaklandığında birleşmektedirler. Bu görüşlere göre; 1909 Nisan ayının ilk haftası içinde iki Müslüman’ın bir Ermeni tarafından öldürülmesi üzerine katilin yakalanamaması, buna karşılık olarak daha önce bir Ermeni’yi öldüren Müslüman’ın da yine aynı biçimde adalete teslim edilmemesi ve benzeri adli vakalar, gerginliğin görünen yüzeysel sebepleridir. 14 Nisan 1909 sabahında dükkanlarını açmaya başlayan Ermeni esnafın, kiliseden geldiği savlanan haberler üzerine dükkanlarını kapatmaya başlamasıyla tedirgin olan Müslüman esnafta hızla dükkanlarını kapatmaya başlamıştır. Gelişmeleri öğrenen yerel yönetim, Müslüman ve Ermeni cemaatlerin seçkinlerini vilayet merkezine çağırarak, durumun normalleştirilmesi için her kesimin üzerine düşen sorumluluğu yerine getirmesini istemiştir. Olayların gelişimine bakıldığında bu uyarıların işe yaramadığı anlaşılmakta, gelişmelerin hızla bir çatışmaya doğru gittiği görünmektedir.

Aynı gün öğleden sonra sokaklarda silahlı olarak dolaşan Müslüman topluluklar gerginliğin biraz daha tırmanmasına neden olurken, İmamzâde Nuri adında önde gelen bir din adamının, bir Ermeni tarafından öldürülmesiyle olaylar kitlesel çatışmalara dönüşmeye başlamıştır.

Olaylar Bâb-ı Âli tarafından duyulduğunda ölü sayısı yüzleri çoktan aşmıştı. Yerel yöneticilerin yetersizliği ve basiretsizliği ise ortamın daha da gerginleşmesine yol açmıştır. Olayların yakın bölgelerden ve Rumeli’den getirtilen askeri birliklerin Adana’ya ulaşmalarıyla durulduğu bir dönemde, Hareket Ordusu’nun İstanbul’a girişinin ardından, Adana’da olaylar yeniden alevlenmiştir. Kent yangınlar içinde kalmış, silahlı çatışmalar sonucunda yüzlerce insan yaşamını kaybederken, ölenler arasında iki yüz kadar Rumun da bulunduğu bildirilmişti.

Olayların sonunda 1850 müslümana karşın 17.000 Hristiyanın öldüğü belirtiliyordu. Patrikhaneye göre öldürülen Hristiyan sayısı 21.000 idi.

13 Mayıs 1909’da Sadrazam Adana Olaylarını soruşturmak üzere bir komisyon kurulduğunu açıkladı, Meclis-i Mebusân da bu hükümet komisyonuna katılması için iki temsilci seçti. Divan-ı Harp ve Soruşturma Heyeti’nin Adana’ya ulaşmalarından sonra İstanbul’a olay ve soruşturma-yargılamalarla ilgili ilk bilgiler ulaşmaya başlamıştır. Gelen ilk bilgilerde, 23 Mayıs 1909 tarihi itibariyle yüz otuzu Müslüman doksan beşi Hıristiyan olmak üzere toplam iki yüz yirmi beş kişinin tutuklandığı bildiriliyordu.

2 Haziran 1909 tarihinde, Adana Olayları’na karıştıkları belirlenen 9’u Müslüman 6’sı gayrimüslim on beş kişi idam, altı kişide on beş yıl süreyle kürek cezasına Adana’da kurulu bulunan Divan-ı Harbi Örfi tarafından çarptırıldılar. Bu cezalar seri biçimde 10 Haziran 1909 tarihinde yerine getirilmiş,  idam cezaları şehrin çeşitli yerlerinde ifa edilmiştir, asılanların cesetleri bir süre idamların gerçekleştirildiği mahallerde kalmıştır. Adana Olayları’nın sona ermesinden sonra merkez ve çevresinde tutuklamalar devam etmiş, dört yüz kırk beş Müslüman, yüz on yedi gayrimüslim tutuklanmıştır.

30 Haziran 1909 tarihinde Adana’da soruşturmalar devam ederken, şehirde bulunan, aralarında Gregoryenler, Protestanlar, Katolikler, Süryaniler, Rum Katolikleri vb, gayrimüslim topluluğun önderleri, anayasa ve devlete olan bağlılıklarını gösteren ve asla bir isyan çıkarmak ereğinde olmadıklarını içeren bir belgeyi hazırlayarak, çeşitli hükümet dairelerine dağıtıyorlardı.

Yargılama ve soruşturma süreci sonlanırken, Hükümet tarafından Adana’ya gönderilen Araştırma Heyetinin raporlarında bir uzlaşma sağlanamamıştır. Olayların sebebinin Ermenilerin tahrikinden kaynaklandığı tezi Ermeni çevresinde ve batı dünyasında kabul görmemiş, olaylar bir asimilasyon girişimi ve katliam olarak nitelendirilmiştir. Fatura da İttihat ve Terakki hükümetine çıkarılmış, Abdülhamit dönemi istibdatın sürdürüldüğü şeklinde yorumlanmıştır.

https://panteidar.wordpress.com/2012/01/08/ermeni-meselesi-2/


..