10 Mart 2018 Cumartesi

ABD’Lİ MİSYONERLERİN GÖZÜNDE 1830-1917 YILLARI TÜRKLER VE ERMENİLER, BÖLÜM 3

ABD’Lİ MİSYONERLERİN GÖZÜNDE 1830-1917 YILLARI TÜRKLER VE ERMENİLER, BÖLÜM 3


Bu esnada 1869 yılından buyana iki ülke arasında devam eden vatandaşlık
sorunun çözme görüşmelerinde sonuca varılarak 1874 yılında imzalanan antlaşma Senato’nun metni değiştirmesi nedeni ile yürürlüğe girmedi. Oysa benzer antlaşma Almanya ile ABD arasında yürürlükteydi.
Senato, Ermeni göçmenlerin yönlendirmesi ile metni değiştirme
gereği duymuştu.91 Amerika’ya giden Ermeni göçmenler ile ilgili en
önemli sorun, göç edenlerin arasında çok sayıda Taşnak ve Hınçak
komitacısı bulunmasıdır. Komitacılar Amerika’da Osmanlı karşıtı çalışmalarını
rahatlıkla devam ettirebiliyorlardı ve kamuoyunu Türkler aleyhine
kışkırtıyor lardı. 92 

Bir türlü engellenemeyen bu durum daha sonraki yıllarda umulmadık büyüklükte sorunlara neden olacaktır.
Amerika ile Osmanlı Devleti arasında sonradan Amerikan vatandaşlığı
kazanmış olan Osmanlı vatandaşlarının, askerlik ve vergi ödeme,
Osmanlı hukukuna tabi olma tartışmaları 1900 yılına kadar devam etti.
Bu konu ile ilgili olarak 1890 yılında yeniden ele alınan 1874 antlaşmasını
II. Abdülhamit onaylamayı reddetmişti. 1899 yılında konu yeniden
ele alındı fakat, II. Abdülhamit daha çok Taşnak, Hınçak başta olmak
üzere diğer komitacı Ermeniler tarafından Osmanlı vatandaşlık yükümlülüklerinden ve hukuki sorumluluklardan kurtulmak için kullanılan
Amerikan vatandaşlığını ya gidenin kesinlikle geri dönmeyeceği sözünü
vermesi ya da vatandaşlığını değiştirmek için kendisine izin verilmesi
şartında diretince, Amerikan Yönetimi geri adım atmak zorunda kaldı
ve 1907 yılında Osmanlı ülkesine geri dönen vatandaşların burada
geçerli mazereti olmaksızın iki yıl kalması durumunda vatandaşlıklarını
kaybedecekleri hükmünü kabul etti.93

Böylece iki ülke arasında çeyrek yüzyıldan fazla sürmüş olan ve on
yıllardır suiistimal edilen vatandaşlık sorunu kısmen çözüme kavuşturulmuş
oldu. Karar özellikle Ermeniler tarafından şiddetle protesto edilmiştir fakat Amerikan Hükümeti bu konudaki kararlılığından vazgeçmemiştir.
Aynı yıllarda Amerika’ya göçmüş olan Hınçak mensubu Ermeni komitacılar, Osmanlı ülkesinde yaşayan Ermenileri isyana teşvik eden çok sayıda gazete ve mecmua yayınlamakta, bu yayınları gemiler ile Osmanlı topraklarında da dağıttırmaktaydı. Washington Elçisi Mavroyani Bey konu ile ilgili olarak ABD Dışişleri Bakanlığını sürekli uyararak, Ermeni gazetelerinden kesmiş olduğu propaganda yayınları protesto notalarının ekine koyuyordu.94 Misyonerler ile ilgili en küçük olumsuzluğu devlet meselesi yapmaktan çekinmeyen Amerikan
Hükümeti, Ermeni yayınları konusunu sürüncemede bırakmayı tercih  etmekteydi. Bu tartışmalar arasında 1897 yılında ABD’nin James B. Angel’i ortaelçi olarak İstanbul’a ataması II. Abdülhamit tarafından kabul edilmedi. Angel, misyoner teşkilatları ile olan yakın bağlantısı ve
Müslüman karşıtlığı ile bilinmekteydi.95

1909 yılında İttihat Terakki’nin iktidara gelmesi ile 1908 yılından
önce yabancı ülkelere göç etmiş olan Babıali’nin iznini alarak ayrılan
Rizaî ve izin almadan ayrılan Firaî Ermenilerin geri dönmesine izin
verilerek Osmanlı topraklarında bıraktıkları gayrimenkullerinin, tapu
kayıtlarını göstermeleri ya da Defter-i Hakani’deki kayıtlarda yer alması
durumunda iade edilmesine karar verildi. Böylece daha önce sayısız
mezalim yapmış komite ve komitacıların da geri dönmesine müsaade
olunmuş oldu.96 İttihat Terakki’nin bu kararı pek çok sorunu ve anlaşmazlığı
beraberinde getirdi. Çünkü, karar Ermeniler tarafından suiistimal
edildi ve göçen Ermenilerden boşalan mülklere yerleşmiş olan
Balkan göçmeni Müslümanlar kullanmakta oldukları mülklerin ellerinden
alınmasına itiraz etti.
1895 yılındaki tazminat krizine benzer olarak iki ülke arasında tazminat
ile ilgili diğer bir sorun Amerikalı misyoner Bayan Elene M. Stone’nun 3 Eylül 1901 tarihinde Bulgar çetecileri tarafından kaçırılması 97 ve Amerikan Hükümetinin Stone’nun kurtulması için gerekli tazminatın Osmanlı Devleti tarafından ödenmesi ısrarı sonucu ortaya çıktı. Amerikan Hükümeti uzun süre tazminatın Osmanlı Hükümeti tarafından ödenmesi için Babıali üzerinde baskı oluşturduktan sonra, Osmanlı Hükümetinin Misyoner Stone’nun kaçırılmasından sorumlu olamayacağı ve tazminatın Kongre kararı ile ABD Hükümeti tarafından
ABD’li Misyonerlerin Osmanlı Topraklarında ki Faaliyetleri 167
ya da Amerikan vatandaşları arasında toplanarak ödenmesine karar
verildi.98

İki ülke arasında krize neden olan Stone’nun daha sonra Bulgarların
Osmanlı karşıtı propagandasına yardımcı olmak amacıyla kendi rızasıyla
Bulgar çeteciler ile kaçarak olaya rehin alındığı süsü verildiği
anlaşılacaktır.

1905 yılına varıldığında Ermeni çetelerinin artan faaliyetleri ve başkaldırı
teşebbüslerine karşı tedbirler alınmaya başlandı. Alınan tedbirler kapsamında Osmanlı topraklarına daktilo makinesi sokulması yasaklandı.

Çünkü Ermeni çetelerinin daktilo makinelerinde çoğalttıkları muzır neşriyatın kaynağının tespit edilmesi mümkün olamamaktaydı.

Bu amaçla aynı yılın Ağustos ayında Amerika’dan gelen 19 daktilo
makinesine el konuldu. Amerikan ve İngiliz elçilikleri el konulan daktiloların
ülkeye girişine izin verilmesi için yoğun bir çaba içerisine girdiler.
Babıali ise ticari amaçlar için kullanılacakları ispatlanıncaya kadar
19 daktilonun geri verilmeyeceğini her iki elçiliğe bildirdi.99 Amerikan
şirketleri daha sonra Arap alfabesi yazmayı mümkün kılan daktilo
makineleri üreterek Osmanlı topraklarına gönderdiler fakat Trabzon
gümrüğünde bu makinelere de el konuldu.100

Bu esnada Ermeni çetelerinin faaliyetleri devam ediyordu. Osmanlı topraklarında huzur ve güven bozucu faaliyette bulunan ve iç güvenliği sarsıcı eylemler yapan Taşnak, Hınçak ve Armenakan mensubu komitacılar yakalandıklarında Amerikan vatandaşlığından kazanmış oldukları pasaportlar ile Amerikan elçiliklerinin korunmasına sığınmakta böylece işledikleri suçlar cezasız kalmaktaydı. Daha önceki yıllarda da sorun teşkil eden bu duruma örnek, Osmanlı uyruğu iken sonradan Amerikan vatandaşlığına geçen Charles Vartaniyan ve Hovanes Afariyan adlı Ermeni’lerin iki ülke arasında yaratmış olduğu gerilimdir.101
1905 yılı Eylül ayında Ermeni çetelerine para yardımında bulunmayı reddettiği için Apik Efendi adlı zengin bir Ermeni’yi öldürdükleri suçlaması ile tutuklanan Vartaniyan ölüm, Afariyan ise 15 yıl kürek cezasına çarptırıldı. Amerikan elçiliği 1830 antlaşmasının dördüncü maddesine göre iki suçlunun hemen kendilerine teslim edilmesini talep etmekte gecikmedi. Ortaelçi Leishman, Dışişleri Bakanlığından da gelen talimatlar doğrultusunda katil iki Ermeni’den ziyade bundan sonraki benzer hadiselerde dördüncü maddeden doğduğuna inandıkları kapitüler haklarının tartışmaya açılacağı korkusu ile suçluların kendilerine iade
edilmesi için ısrarcı olmak kararındaydı.102

Hadise II. Abdülhamit’e Ermeni çeteciler tarafından düzenlenen suikast girişiminin hemen sonrasında gerçekleştiği için farklı bir boyut kazandı. Aslında Amerikan elçisi Leishman da dördüncü madde dolayısıyla elde ettiklerini düşündükleri kapitüler yargılama haklarının pek çok adaletsizliğe yol açtığının farkındaydı. Buna rağmen bir kere elde edilen ayrıcalıktan da vazgeçme niyetinde değillerdi. Amerikan elçiliğine Babıali tarafından verilen cevapta söz konusu kişilerin Osmanlı hükümetinin izni olmadan Amerikan vatandaşlığına geçmeleri dolayısıyla işlemin geçersiz olduğu ayrıca dördüncü maddenin de düşünüldüğü şekilde kapitüler haklar sağlamadığı bildirildi.103 Amerikan elçisinin ısrarı sonucu ölüm cezasına çarptırılan Vartaniyan’ın cezasının infazı
ertelendi. 1906 yılının diğer önemli olayı ABD tarafının uzun süredir istemekte olduğu orta elçiliğin düzeyinin büyükelçiliğe yükseltilmesi talebinin Babıali tarafından kabul edilmesi ve Ortaelçi Leishman’ın görevde iken Büyükelçi olarak atamasının yapılmasıdır.104 Daha önce 1904 yılında Amerikan Hükümeti her iki ülke arasında orta elçi düzeyinde yürüyen diplomatik ilişkileri büyükelçilik düzeyine çıkarma isteğinde idi ve bu istek Osmanlı hükümetine bildirilmişti. II. Abdülhamit, büyükelçiliğin getireceği bütçe yükü gerekçesiyle bu talebi daha sonra gerçekleştirilmek üzere ertelemişti.105

Bu dönemdeki diğer bir sorun da Edirne, Trabzon, Ordu, Nevşehir,
Konya ve Ankara illerinde misyonerlerin İncil satışına çıkartılan zorluklardır.
Amerikan Elçiliği İngiliz Büyükelçiliği’nin de yardımıyla misyonerlerin
İncilleri rahatlıkla satabilmesi ya da dağıtabilmesi için Babıali üzerinde baskı oluşturmuştu.106 1908 yılında İttihat Terakki’nin zorlaması ile anayasanın ilan edilmesi ve Meclis’in toplanmasından sonra, Yeni Hükümet tarafından Abdülhamit döneminde İncil satışları ve daktilo makineleri üzerine konulmuş olan yasak kaldırıldı. Amerika’daki gazeteler 1908’de Anayasa’nın ilan edilmesini olumlu bir gelişme olarak değerlendirmişlerdi.107
1909 yılında gerçekleşen 31 Mart vakası ile ilgili gelişmeler Ortaelçi
Leishman tarafından Washington’a gün gün rapor edilmiştir. Olaylar
esnasında çoğunluğu misyoner olan Amerikan vatandaşlarını korumak
ve Ermenilere yönelik sözde saldırıları engellemek için iki Amerikan
gemisi Mersin ve İskenderiye limanlarına gönderildi.108 31 Mart vakası
dolayısıyla ortaya çıkan belirsizlik ortamında Hınçak çetelerinin de kışkırtması
ile Adana, Sis, Haçin ve diğer bazı şehirlerdeki Hınçak komitacılarının
yönlendirmesindeki ayaklanma teşebbüsünde bulunulmuş ABD’li Misyonerlerin Osmanlı Topraklarında ki Faaliyetleri 169 bu bölgelerde Ermeniler ile kendilerini savunan Türkler arasında çatışmalar çıkmıştı. Ermeni komitacıların çıkartmış olduğu bu karışıklıklar Amerikan kamuoyuna “Ermeniler katlediliyor” şeklinde servis edilmekteydi.109
Amerikalılar; İncil satışı, misyoner faaliyetleri, misyoner müesseseleri,
yabancıların mülk edinmesi, misyoner yayınları, vatandaşlık değiştiren
tebaa, Yahudilerin Filistin’e yerleşimi gibi konularda kendilerine sürekli
zorluk çıkartan II. Abdülhamit’in tahttan indirilmesini memnuniyetle
karşıladı. Amerikan elçisine göre yeni dönemde Türkiye çok daha hızlı
kalkınacaktı.110
1909 yılı Amerikan dış politikasında keskin dönüşlerin ve değişimlerin
yaşandığı bir yıldır. Bu tarihe kadar “Monroe Doktrini” kapsamında
Atlantik ötesi çekişme ve çatışmalara çok fazla bulaşmamaya çalışan
ABD, İspanya savaşındaki galibiyetinin verdiği özgüvenle küresel bir
güç olma yolunda adımlar atmaya başladı. Bu amaçla ilk olarak Dışişleri
Bakanlığı’nda yapısal değişimler yapılarak; Uzakdoğu, Latin Amerika,
Yakındoğu ve Batı Avrupa Bölümleri kuruldu. Belirtilen yapısal değişiklikler
ABD dış politikasını daha profesyonel bir zemine oturttu. Teşkilat
yapısı yeniden organize edilen Dışişleri Bakanlığının Yakındoğu
Bölümü’nün ilgi alanını oluşturan toprakların hemen tamamı Osmanlı
Devleti sınırları içerisinde yer alıyordu.111

II. Abdülhamit Dönemi (1876-1909) Türk-Amerikan ilişkilerinde
bunalımlarla dolu bir dönem olsa da, bu dönemde yoğunlaşmış, siyasi
ve kültürel sahalarda kayda değer ilerlemeler kaydedilmişti. Osmanlı
Devleti 1889 tarihindeki sel ve hemen akabinde 1894 tarihindeki
yangın felaketi ile karşılaşınca Amerika Birleşik Devletlerine yardım
göndermiş buna karşılık da, 1894 İstanbul Depreminde Amerikalılar
Osmanlı halkına yardım göndererek karşılık vermişti.112 Avrupa
Denge siyaseti içerisinde Amerika ile yakınlaşarak yeni bir güç merkezi
ile işbirliğinde bulunmak isteyen Abdülhamit, zaman zaman ABD
Donanmasında görevli olup Türk Karasularında bulunan subaylara ve
Amerikan elçilerinin eşlerine liyakat nişanları vererek temasları sıcak
tutmaya çalışmıştı.113

İki ülke arasındaki ilişkileri ilerletmek amacıyla, 1894 yılında II.
Abdülhamit, Kongre’deki Osmanlı Devleti ile ilgili olumlu sözleri için
ABD Başkanı S. Grover Cleveland’a bir tebrik mesajı göndermişti.114
Mesaj Amerikan Hükümet katlarında memnuniyetle karşılansa da II.
Abdülhamit’in evrensel siyaseti ve Amerika ile yakınlaşma çabaları
Okyanus ötesinde istenilen beklenti ve sıcaklığı hiçbir zaman bulamamıştır.
Amerikan siyaseti pragmatizm üzerinde yürüyordu ve Amerikan
halkı kuruluşta prensip edindiği püriten ahlak ve bu doğrultudaki
Hıristiyan milliyetçisi tutumdan vazgeçmeye niyetli değildi.
Amerika Birleşik Devletleri’nin İstanbul’daki diplomatik görevlilerinin
kendi vatandaşlarının lehine sürekli Osmanlı içişlerine karışmasına
rağmen Osmanlı Devleti’nin Amerika topraklarındaki diplomatik temsilcileri
bu ülkede bulunan az sayıdaki Osmanlı vatandaşı lehine çok nadiren Amerikan makamları nezdinde girişimde bulunmaktaydı. Bahse konu az sayıdaki girişimlerden de çok fazla netice elde edilememiştir.
Etkin katılımda bulunulan ender olaylardan bir tanesi Güney Omaha
anlaşmazlığıdır. 1909 yılının Şubat ayı başlarında Nebraska Eyaleti’nin
Güney Omaha Kasabası’nda Yunanlı işçilerin neden olduğu çatışma
ortamında Avusturyalı ve Yunanlı işçilerin yanında olaylarla ilgileri
olmamasına rağmen Osmanlı vatandaşı işçiler de zarar görmüştü.115
Suçsuz olmalarına rağmen bazı Osmanlı vatandaşlarının polis tarafından
tutuklanarak kefalet talep edilmesi üzerine Washington’daki
Osmanlı Elçiliği olaydan yaklaşık bir buçuk yıl sonra sözlü bir nota ile
Amerika Dışişleri Bakanlığı’na başvurarak Osmanlı vatandaşlarından
Güney Omaha polisi tarafından istenilen 250$ tutarındaki tazminatın
karşılanmasını ya da bu talepten vazgeçilmesini istedi. Bakanlık sözlü
notayı aldığı notunu elçiliğe bildirmekle yetindi.116 Osmanlı Elçiliği
yukarıdaki miktara ek olarak Amerikan makamlarından vatandaşlarının
zararlarının karşılanması için 1.734$ talep etmişti. Amerikan Hükümeti
1916 yılında Güney Omaha’daki olaylarda sorumluluğunu kabul etmeyerek
Osmanlı Devleti’ne toplam 230$ tazminat ödenmesine karar
verdi.117
1911 yılında I. Balkan savaşı patlak vermiş, Türk orduları Balkan Devletleri karşısında hızlı bir şekilde çözülmeye başlamıştı. Gelişmeler üzerine Amerikalılar misyoner okulları ve teşkilatlarının güvenliğini garanti altına almak için çalışma başlattılar. İstanbul’un işgali durumunda Üsküdar’daki misyoner okulları ve Robert Koleji ilk olarak korunacak kurumlardı. Özellikle Robert Koleji’nde Yunan ve Bulgar öğrenciler eğitim görüyordu.118 Amerikan Hükümeti İtalya ve Balkan Savaşları esnasında tarafsız kalan ABD misyoner teşkilat ve mülklerinin güvenliğini garanti altına almak için Osmanlı Karasularına; Türk Karasularında bulunan U.S.S. Scorpion’a ek olarak iki zırhlı savaş gemisinden oluşan bir filo gönderdi.119

ABD’li Misyonerlerin Osmanlı Topraklarında ki Faaliyetleri 171
1913 yılında Alman asıllı bir Yahudi olan Henry Morgenthau
Büyükelçi olarak İstanbul’a atandı.120 Morgenthau’nun atandığı
dönemde Yunanistan ile Osmanlı Devleti arasındaki anlaşmazlıkların
boyutu her geçen gün artan bir devreye girmişti. Osmanlı Hükümeti
Yunanistan’a bırakmak zorunda kaldığı adaları geri almak istediği için
rekabet denize kaymıştı. Osmanlı Devleti’nin donanmasını güçlendirme
çalışmalarına karşı Yunanistan da Amerika’nın Idaho ve Mississippi
savaş gemilerini satın almak için girişimde bulunmuştu. Bu haberin
duyulması üzerine Cemal Paşa bizzat Morgenthau ile, Washington
Büyükelçisi Ahmet Rüstem Bey ise Başkan Wilson ile şahsen görüşerek
gemilerin Yunanistan’a satışını engellemek istedi, fakat bu girişimde
başarılı olunamadı. Morgenthau, günlüğünde savaş gemilerinin satışına,
Almanların da engellemeye çalıştığını fakat Yunanlıların gemileri satın
alarak donanmalarını üstün konuma getirdiklerini kaydetmektedir.121
Gemilerin Yunanistan’a satışı Morgenthau’yu memnun etmişti.
Bu şartlar altında 1914 yılında gelindi ve I. Dünya Savaşı’nın arafesinde
kapitülasyonların kaldırılmasına karar verildi. Enver Paşa kapitülasyonların
kaldırılması kararı yürürlüğe konulmadan önce Amerikan Büyükelçisi Morgenthau ile görüşerek destek istedi. Morgenthau ise, gümrük vergileri üzerindeki ticari kapitülasyonların tartışılabileceği fakat adli kapitülasyonların kaldırılmasının kabul edilemeyeceği cevabını verdi. Morgenthau, Enver Paşa’nın Türk mahkemelerinde Amerikan yargıç görevlendirilmesi teklifini de uygulanamayacağı için kabul etmedi.122 Morgenthau’nun muhalefeti dikkate alınmayarak tüm büyükelçiliklere 1 ekim 1914 tarihinden itibaren kapitülasyonların artık yürürlükte olmayacağı bildirildi. Böylece Türk-Amerikan ilişkilerinde kapitüler haklardan doğan pek çok sorunun yaşandığı 84 yıllık bir
dönem de sona ermiş oldu.

Sonuç

Misyonerler ilk olarak Osmanlı topraklarına geldiklerinde Müslümanları Hıristiyanlaştırmayı denemişler fakat başarılı olamayarak bundan vazgeçmişlerdi. 1913 yılında merkezden gelen bir emirle Müslüman Türklerin Hıristiyanlaş tırılması için çalışmaların yoğunlaştırılması kararlaştırıldı. Resmi tepkiden kaçınılarak Hıristiyanlaş tırma faaliyeti gizlice yürütülecekti. Bu amaçla, anaokulları, çocuk ve gençlik, kadın ve kız kulüpleri kurularak faaliyetler bunların altında yürütülecek, okuma yazma bilmeyenlerin evine gidilerek propaganda yapılacaktı.
Milli Mücadele sonrasındaki gelişmeler bu girişimi sonuçsuz bırakmıştır.
İlk misyonerlerin Osmanlı topraklarına ayak basmasından I. Dünya Savaşı’nın başladığı yıl olan 1914 tarihine kadar geçen sürede artık Osmanlı topraklarındaki örgütlenme ve kurumsallaşma çalışmalarını tamamlayan misyonerlerin resmi olarak iki yüze yakın kilisesi ve on binden fazla kilise üyesi cemaatleri vardı. Misyonerlerin pervasızlıkları ve kanun, kural tanımayan eylemleri o derece ileri gitmiştir ki, I. Dünya Savaşı öncesine kadar geçen 20 yıllık sürede Amerikan Hükümeti, İstanbul’daki Amerikan diplomatik temsilciliği, Osmanlı Devleti’nin
değişik yerlerindeki Amerikan konsoloslukları ve Babıali arasındaki yazışma, görüşme ve raporlamaların büyük kısmı misyoner okulları, misyoner faaliyetleri ve ilgili kurumları, misyoner okullarına ve kurumlarına uygulanan gümrük şikâyetleri, misyonerlerin çalışmaları ilgili ayrıcalıklar, İncil satışları, misyonerlerin kamu güvenliğini tehdit eden yayınları, çalışmaları ve misyonerlerin sebep olduğu sorunlar, Osmanlı topraklarında misyonerlerin faaliyetlerinin kolaylaştırılması gibi konular teşkil etmiştir.

4 CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR,

***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder