10 Mart 2018 Cumartesi

ABD’Lİ MİSYONERLERİN GÖZÜNDE 1830-1917 YILLARI TÜRKLER VE ERMENİLER, BÖLÜM 2

ABD’Lİ MİSYONERLERİN GÖZÜNDE 1830-1917 YILLARI TÜRKLER VE ERMENİLER, BÖLÜM 2


1901 yılı Kasım ayında İngiliz, Fransız, daha sonra Rus, Alman ve İtalyan vatandaşlarına, misyoner kuruluşlarına ve bu kuruluşlara bağlı okullara bazı ek ayrıcalıklar tanındı. Amerikan ortaelçisi Leishman bizzat Başkan John Hay’ın talimatı ile II. Abdülhamit nezdinde girişimde bulunarak aynı ayrıcalıkların Amerikan vatandaş ve misyoner kurumlarına da tanınmasını istedi. Amerikan tarafının diğer talebi Osmanlı makamları tarafından tanınmayan Beyrut Protestan Tıp Koleji’nin tanınması ve bu okuldan alınan diplomaların Osmanlı hükümetince denk kabul edilmesi üzerine yoğunlaşmıştı.42

Beyrut Protestan Tıp Koleji misyonerlerin idaresindeydi ve izin alınmadan
inşa edilmişti. Misyonerler, buradaki çalışmaları ile yerel halkı Osmanlı Devleti’ne karşı kışkırtmaktaydılar. Başkan J. Hay, ortaelçi Leishman’a bizzat Sultan II. Abdülhamit ile görüşerek Amerikan talepleri ile ilgili kişisel mesajını iletmesi talimatını verdi. Leishman 1903 Şubat ayının başından itibaren II. Abdülhamit ile görüşmek için girişimlerde bulunmaya başladı. Hariciye Nazırlığına defalarca yazılı olarak başvurmasına rağmen ancak Nisan ayının başında II. Abdülhamit
ile okul sorunları ile ilgili tartışmaya girmemesi şartı ile görüşebildi.
Görüşmede; Amerikan vatandaşlığına geçen Osmanlı uyruklarının bu ülkeye göçü, arkeolojik kazılar, Amerikan sigorta şirketlerinin Osmanlı topraklarındaki faaliyetlerine izin verilmesi, Amerikan domuz eti üzerindeki ithalat yasağı ve diğer konular ele alınmıştı. Görüşme sonrası domuz eti ithalatı üzerindeki yasak kaldırılmış ve Amerikan vatandaşlığı kazanmış Osmanlı uyruklarının çocuk ve eşlerinin göçüne izin verilmesi konusunda ilerleme sağlanmıştı.43

Amerikalıların özellikle Bağdat havalisindeki arkeolojik kazı talepleri
ve misyoner okulları ile ilgili istekleri Babıali tarafından zamana yayılarak yumuşatılmaya çalışılıyordu. Fakat Amerikalılar bu konudaki isteklerinden vazgeçmek niyetinde değillerdi ve özellikle misyoner okulları üzerindeki taleplerinin karşılanmaması halinde üstü kapalı tehdide başvurmaktan bile çekinmemekteydiler.44 Bu amaçla 1903 yılı ağustos ayında Beyrut Amerikan Konsolos yardımcısının öldürüldüğü45 bahanesi ile Brooklyn, San Francisco ve Portsaid’de bulunan Machias savaş gemileri Beyrut’a gönderildi. Washington’daki Osmanlı ortaelçisine de gemilerin Amerikan talepleri karşılanıncaya kadar Beyrut’ta kalacağı bildirildi.46
ABD’li Misyonerlerin Osmanlı Topraklarında ki Faaliyetleri 155 Konsolos yardımcısı ile ilgili haberin İstanbul’daki elçiliğe gönderilen yanlış kripto kullanımından kaynaklandığı ve asılsız olduğunun anlaşılmasına rağmen gemiler geri döndürülmeyerek, uzun süredir kabul görmeyen isteklerin bu fırsattan istifade güç gösterisi ile elde edilmesi amaçlandı. Babıali savaş gemilerinin Beyrut’a gelişini bir tehdit olarak değil, dostane ziyaret şeklinde değerlendirme eğilimindeydi. Orta elçi Leishman ise Bakanlığına göndermiş olduğu raporunda savaş gemilerinin varlığının, tümünün olmasa bile isteklerinin büyük kısmının karşılanmasını sağlayacağını bildirmişti.47

Amerikalılar, diğer ülkelerin misyoner okullarına tanınan ayrıcalıkların aynılarının kendi okullarına da tanınması isteklerine, misyonerlerin buradaki çalışmalarını zorlaştıran ve Amerikan vatandaşlarının güvenliğini sağlayamadığını düşündükleri Beyrut valisi Reşit Bey’in görevden alınmasını da eklemişler ve vali değişinceye kadar savaş gemilerini Beyrut limanında bekleteceklerini bildirmişlerdi. Amerikan tarafının baskısı ve tehditleri sonucunda Beyrut Valisi Reşit Bey görevden alındı.48

Babıali, Amerikan okullarına uzun süredir her yöntem kullanılarak sağlanmaya çalışılan ayrıcalık ve imtiyazları vermeyi reddetmeye devam etti. Çünkü Osmanlı topraklarında; İstanbul, Beyrut, Kudüs, Kayseri, Tarsus, Selanik, Van, Adana, İzmir, Maraş, Sivas, Halep, Antakya, Erzurum, Muş, Trabzon, Mardin, Manastır, Tripoli, Baalbek, Humus, Hama ve Ramallah gibi önemli kentler başta olmak üzere hemen hemen imparatorluğun her tarafını örümcek ağı gibi sarmış kayıtlı 142 misyoner okulu, misyonerlerin idaresinde hastane, İncil dağıtım kurumları ve kilise yapıları bulunuyordu.49 Kayıt altında olmayan benzer kurumlar listeye eklendiğinde sayı 300’ü aşıyordu. Bu nedenle Babıali artık kontrolünün dışına çıkmış olan misyoner okullarına daha fazla ayrıcalık
tanıyarak elinde kalmış olan son denetim aracını da kaybetmemek için
Amerikan isteklerine karşı direniyordu. Misyoner okulları konusundaki
isteklerinden vazgeçmek niyetinde olmayan Amerikan Hükümeti bu sefer 1904 yılı Ağustos ayında üç savaş gemisinden oluşan bir filoyu İzmir limanına gönderdi. Amerikan Kabinesinde yapılan toplantıda, talepler Babıali tarafından karşılanmazsa Leishman’ın geri çağrılmasına ve diplomatik ilişkilerin tamamen kesilmesine karar verilmişti.50

Artan baskılar neticesinde Babıali Amerikalı misyoner Bayan Lane’e
ait İzmir’deki çiftlik üzerinde tartışma konusu olan 5.000£ tutarındaki
meblağı ödemeyi kabul etti. Ortaelçi Leishman diğer talepleri yazılı
bir nota ile karşılanmazsa İzmir limanına gelen savaş gemilerinden bir
tanesinin İstanbul’a gelmesini isteyeceğini ve bu gemi ile İstanbul’dan
ayrılacağını Babıali’ye bildirmişti.51

Amerikan Dışişleri Bakanlığı misyoner Lane sorununun çözümünü
yeterli buldu ve filonun İzmir limanından ayrılması ve Leishman’ın
da görevinde kalması talimatını vererek zikredilen hadise üzerinde bir
süreliğine daha fazla ileri gitmemeyi çıkarlarına uygun gördü.52 Babıali
sözlü olarak Amerikan misyoner okullarına diğer ülkeler, örneğin Fransa
ile eşit muamelede bulunacağını bildirdi ve konu bir nota ile Amerikan
elçiliğine iletildi. İzinsiz açılan okul ve kurumlar gerekli formaliteleri
tamamladıktan sonra tanınacaktı. Amerikan tarafı sözlü güvenceyi ve
notayı yeterli bularak merkezin de talimatıyla misyoner okulları ile ilgili
taleplerini de bir süreliğine dondurma kararı aldı. Misyonerlerin iftira
ve kara propaganda temelli şikâyetleri iki ülke arasındaki ilişkilerin
savaşın eşiğine gelmesine neden olmuştu.

R. L. Daniel, Türklere iftira atılması uygulamasının Haçlı seferlerine
kadar gittiğini ve ABD’li misyonerlerin Türklerin mevcut kötü Gününden faydalanarak bu imajı hemen sömürmeye başladıklarını hatta Büyükelçi H. Morgenthau’nun Türkler için; “anlayışsız”, “acımasız”, “psikolojik olarak ilkel”, “zorba, korkak”53gibi sıfatları kullanacak kadar ileri gittiğini, ABD’deki gazetelerin 250.000 evsiz küçük Ermeni çocuğun ABD misyonları tarafından barındırıldığını, Türklerin Ermenilere zulüm yaptığı; 13, 14 yaşındaki Ermeni kızların Türk haremlerine alındığı, 54 daha da romantikleşerek mazlum, güzel yüzlü Ermeni soyunun yok edildiği propagandasının yoğun şekilde yapıldığını söylemektedir.55
R. L. Daniel’in de söylediği gibi özellikle misyonerlerin dezenformasyona
dayalı gayretleri ile, ABD kamuoyunda Ermenilere karşı bir minnet
duygusu oluşturulmaya çalışılmış ve bunda başarılı da olunmuştu.
Bu esnada Amerikan vatandaşları Osmanlı topraklarında ticaret dahil
pek çok alanda faaliyet gösteriyordu. 1895 yılı resmi istatistiklerine göre
600’den fazla Amerikalı Osmanlı ülkesinde bulunmaktaydı. Kongre
raporları tam sayıdan emin olmasa da Osmanlı uyruğu olup Amerikan
vatandaşlığı kazanarak tekrar Osmanlı topraklarında yaşamaya başlan
pek çok Amerikalı vardı. Amerikan Elçiliğinin Babıali’ye sunmuş
olduğu listeye göre, tüm Osmanlı topraklarında özellikle Anadolu’da
faaliyet göstermekte olan misyoner okul ve teşkilatlarının resmi sayısı
172 idi.56 Gayri resmi rakam resmi sayının iki katından fazlaydı. Bu
ABD’li Misyonerlerin Osmanlı Topraklarında ki Faaliyetleri 157
esnada Amerikan gazetelerinde sürekli Hıristiyanların ve Ermenilerin
Türkler tarafından katledildiği haberleri yapılıyordu.57
Misyonerlerin şikayet konularından bir tanesi de mektuplarının açılarak
Türk makamları tarafından okunduğu iddiasıydı. Bu şikayet 1892
yılında tekrar yapılmış ve daha sonra sorun çözülmüştü. 1907 yılına
gelindiğinde ABCFM Amerikan Dışişleri Bakanlığı’na başvurarak
mektuplarının yerel Osmanlı makamları tarafından açıldığı ve okunduğu
şikayetinde bulundu. ABCFM başkanı James Barton’a göre bu
duruma müsamaha gösterilmesi halinde Türk idareciler uygulamayı
sıradan hale getirecek ve misyonerlerin Osmanlı Posta teşkilatı vasıtasıyla
haberleşmeleri imkansız hale gelecekti.58

Her ne kadar kişisel yazışma ve haberleşme hakkı dokunulmaz ise de,
misyonerlerin Osmanlı topraklarında göstermekte oldukları faaliyetler
posta yoluyla Boston’daki merkezlerine gönderdikleri rapor ve bilgiler
genellikle yasadışı çalışmalarını ve niyetlerini açığa çıkardığı için mektuplarının
okunması deşifre olmalarına neden oluyordu. 

Boston’daki merkezin olaya müdahale edilmesini isteme nedeni de buydu. Şikayete neden olan hadiseler Erzurum’daki misyoner Doktor Underwood ve
Manastır’daki misyoner Mr. Clarke’nin mektuplarının açıldığı iddiası
ile ortaya çıkmıştı.

Misyonerlerin Balkanlardaki çalışmaları da hız kesmeden devam etmekteydi. İlbasan şehrinde bir misyoner okulu ve hastanesi kurmak için toprak satın almaya çalışan misyoner Telford Erickson buradan Manastır kentine, daha sonra da İstanbul’a sürüldü. Hadise ABD’nin Manastır’daki çıkarlarını korumayı üstlenmiş olan Avusturya Konsolosu tarafından İstanbul’daki ABD elçiliğine bildirildi. Misyoner Erickson daha önce Osmanlı idarecileri tarafından Bulgarlara yapıldığı gibi misyonerlerin Arnavutların da Osmanlı Devleti’ne karşı isyan etmelerini sağlayacak çalışmalar yaptığı için Tiran’dan İlbasan’a gönderilmişti.59
Amerikan elçiliğinin ısrarlı taleplerine ve protestolarına rağmen misyoner
Erickson’un İlbasan’a dönmesine izin verilmedi, Erickson Manastır’a dönerek ailesine katılabilecekti.60 Misyonerler bizzat Ermeni çeteleri tarafından organize edilenler dahil her olayda sorumluluğu Osmanlı hükümetine ve Türklere ihale etmeyi alışkanlık haline getirmişlerdi.61
Örneğin, Robert Koleji Müdürü olan G. Washburn hatıratında; Taşnak mensubu Ermenilerin 1896 Osmanlı Bankası baskınına bilinçli olarak Osmanlı idaresi tarafından izin verildiğini söyleyerek ve kentteki tüm çatışma ve katliamları Türklere yükleyecek kadar ileri gitmektedir.62 

1917 yılında misyonerlerin Osmanlı topraklarındaki yaklaşık bir asırlık çalışmaları o boyuta ulaşmıştı ki kendi deyimleri ile dünyada hatta Osmanlı ülkesinde hiç kimse Osmanlı nüfus yapısını ve arazisini misyonerlerden daha iyi bilmemekte idi. Yine misyonerlerin 1887 tarihli raporlarına göre; “… gelecek 30 yıl içinde Asya ve Avrupa Türkiye’sinin kaderi Amerikalı Protestan misyonerlerin elinde
olacaktı”.63 Misyonerlerin bu kadar iddialı bir söylemde bulunabilmelerinin
temel nedeni Balkan topraklarında ve Bulgaristan’da kazandıkları başarılar ile Asya topraklarındaki Ermenileri ayaklandırabileceklerine olan güvenleriydi.

Misyonerlerin Ermeni Tebaayı Kışkırtma Faaliyetleri ve İki Ülke İlişkilerinde Kriz Dönemi 1894-1895 dönemi kuluçka devresini tamamlayan misyonerlerin
Anadolu topraklarındaki faaliyetlerinin ilk sonuçlarını vermeye başladığı
yıllardır. Zeytun, Maraş, Muş, Antep, Halep, Urfa, Haçin Saimbeyli, Trabzon, Merzifon, Harput, Erzurum, Van, Mersin ve İstanbul’da yaşayan Taşnak ve Hınçak mensubu Ermeni komitacılar bu dönemde geniş çaplı bir başkaldırı denemesine giriştiler.64 Komitacı Ermenilerin birinci kışkırtıcısı Çarlık Rusya iken hemen arkasından Amerikalı misyonerler
geliyordu. Misyonerler sadece bu bölgedeki Ermenileri kışkırtmakla
ilgilenmemiş, daha önce de söylendiği gibi Alevi Osmanlı vatandaşlarını
da kışkırtarak isyanı geniş çaplı bir tabana yaymaya çalışmışlardı.65
İngiltere’nin kışkırtma faaliyetleri Rusya ve Amerika’nın gerisinde
kalmıştı. Ermeni başkaldırıları sırasında Amerika Marblehead isimli
savaş gemisini tehdit amacıyla Mersin Limanı’na gönderdi. Amerikan
ortaelçisi Babıali’yi Haçin’deki misyonerlerin zarar görmesi durumunda
Haçin kaymakamının kellesini isteyeceği şeklinde tehdit edecek kadar
ileri gitti.66
Kongre’de ve kamuoyunda ise masum Ermenilerin ve Hıristiyanların
katledildiği haberleri yayıldı. Amerikan arşiv belgelerine göre 1894-
1895 yıllarında meydana gelen olaylarda hayatını kaybeden Ermenilerin
sayısı 30.000’di. Resmi araştırmalara dayanmayan bu rakamların ve
hadiselerin abartılı olduğunun Amerikalılar da farkındaydı.67
Aslında bu tarihe kadar Ermeniler Osmanlı Devlet katlarında çok
yoğun olarak görev almışlardı ve kendilerine karşı herhangi bir ayrım
ABD’li Misyonerlerin Osmanlı Topraklarında ki Faaliyetleri 159
söz konusu değildi. Amerikan gizli belgelerinde ve dönemin gazetelerinde
Ermeni ulusunun düşmanı olarak gösterilen II. Abdülhamit, 1889
yılında Hazine’yi Hassa’ya ait olduğunu ilan ettiği Musul dahil Basra
Körfezi’ndeki petrol yataklarının bağlı bulunduğu kurumun başına
bir Ermeni olan Agop Ohanes Kazazyan Paşa’yı getirmekte sakınca
görmemişti.68
Yabancı misyonerler, diplomatik görevliler, yazarlar ve gazeteciler
tarafından II. Abdülhamit’e ve Türk milletine karşı bilinçli olarak
tırmandırılan nefrete dayalı önyargılı yaklaşım, ABD’nin İstanbul
Ortaelçisi S. Sullivan Cox’un hatıratında da mesnetsiz ve tarafgir olduğu
için sıklıkla eleştirilir. Cox, “… gerçeklerin Amerika ve Batı’da bilindiğinden
çok farklı olduğuna bizzat kendi gözlerimle şahit oldum...”
demektedir.69 Osmanlı Donanmasının hizmetine girmiş olan diğer bir
Amerikalı, Amiral Buchan Paşa da Washington Post muhabirine vermiş
olduğu röportajda; Abdülhamit hakkında Amerikan kamuoyunda
söylenenlerin doğru olmadığını belirtmişti.70
Kongre ve kamuoyunun katliam iddialarına rağmen 1894-1895
isyanları için gönderilen savaş gemileri de herhangi bir katliam izi bulamadan
geri dönmek zorunda kaldı. İsyanlar iki ülke arasındaki vatandaşlık
sorunlarının tekrar gündeme gelmesine neden oldu. Osmanlı Devleti özellikle Ermenilerin yoğun olarak Amerikan vatandaşlığına geçmesi üzerine 1869 yılında Sultan’ın izni olmaksızın tebaanın başka bir ülkenin vatandaşlığına geçişini yasaklamış, izinsiz geçişleri geçersiz saymaya başlamıştı. Amaç, Taşnak ve Hınçak komitacılarının Amerikan vatandaşlığı kazanarak geri dönüp serbestçe tedhiş eylemlerinde bulunmasını engellemekti. Yasa, komitacılık ile ilgisi olmayan Ermenileri de kapsıyordu.
1869 yılındaki bu kararın da etkisiyle iki ülke arasında sonradan Amerikan vatandaşlığı kazanarak tekrar geri dönmüş olan Ermenilerin durumu ile ilgili anlaşmazlık devam etmekteydi. Amerika’ya giderek bu ülkenin vatandaşlığına geçen Ermeniler daha sonra yaşadıkları yere geri dönüyor ve Amerikan vatandaşlarına tanınan kapitüler ayrıcalıkların kendilerine de tanınmasını talep ediyorlardı. Böylece Taşnak ve Hınçak mensupları işledikleri suçlara karşı Türk mahkemelerinde yargılanamayacak lardı.
Amerikan Hükümeti her ne kadar Ermenilerin taleplerini yersiz bulsa da kapitüler haklardan istifade etmelerini de sağlama politikasını devam ettiriyordu. Amerika’nın aksine Rusya, İngiltere, Avusturya, Fransa, Almanya gibi büyük Avrupa devletleri 1869 yasasını tanıyarak ve Sultan’ın izni olmadan vatandaşlıklarına geçen Osmanlı tebaasına Osmanlı topraklarında kapitüler koruma sağlamayı reddediyorlardı.71
Ermeni olaylarının ve misyoner faaliyetlerinin etkisiyle 1895 yılında
Amerikan Hükümeti fait accompli durumu yaratarak Babıali ile herhangi
bir ön görüşmeye lüzum görmeksizin Erzurum ve Harput’ta konsolosluk
açmaya karar verdi. Bu amaçla Robert S. Chilton Erzurum, William
D. Hunter ise Harput konsolosları olarak atandı. Chilton ve Hunter
Haziran ayında ABD’den yola çıkarak Temmuz’da İstanbul’a ulaştılar.
Babıali her iki konsolosa görevlerini yapabilmeleri için gerekli izni sağlayacak
olan beratları vermeyi reddetti. İki konsolos iki ay beratlarının verilmesi için beklemelerine rağmen Babıali’nin kararının değiştirilmesinin başarılamaması üzerine 11 Eylül tarihinde merkezden gelen talimata uygun olarak berat almaksızın hükümetleri tarafından atanmış oldukları görevlerine başlamak üzere Erzurum ve Harput’a doğru yola çıktılar.72
İki konsolos gemi ile Trabzon’a geldiklerinde buradan hareket ederek
Erzurum ve Harput’a gitmelerine müsaade edilmedi. Trabzon, Erzurum ve Harput’ta komitacı Ermenilerin neden olduğu karışıklıkların da etkisiyle, Chilton Amerika’ya geri çağrılırken, Hunter’a İstanbul’daki Amerikan elçiliğinde başka bir görev verildi. Her ne kadar fait accompli konsolos atamalarında Amerika geri adım atmış gibi görünse de, Harput ve Erzurum’a konsolosluk açma girişiminden
vazgeçilmedi. İstanbul’daki Amerikan ortaelçisinin artan ısrarı üzerine Babıali Erzurum’da Amerikan konsolosluğu açılmasına müsaade edeceğini fakat Harput’a müsaade edilmeyeceğini Amerikan tarafına bildirdi.73
Amerika’nın adı geçen bölgede herhangi bir ticari faaliyeti söz
konusu değildi. Atama, misyonerlerin çalışmalarına yardımcı olmak
ve Osmanlı’ya isyan etmiş olan Taşnak, Hınçak ve kısmen Armenakan
komitacısı Ermenilere daha yakın bulunmak amacıyla yapılmıştı.74
Belirtilen gerekçelerden haberdar olan Babıali bu nedenle konsoloslara
berat vermeyi reddetmiş, Amerikan Hükümeti Babıali’nin izni olmaksızın
konsoloslarını göreve başlatmak için harekete geçmeye karar
vermişti.
ABD’li Misyonerlerin Osmanlı Topraklarında ki Faaliyetleri 161
1830 Tarihli Ticaret ve Seyrüsefayin Antlaşması’nın Dördüncü Maddesinin
Uygulamasından Doğan Sorunlar 1830 tarihinde imzalanarak 1831 tarihinde yürürlüğe giren Ticaret ve Seyrüsefayin Antlaşması’nın dördüncü maddesi ABD’ye kapitüler haklar tanıyordu. İki ülke arasındaki hukuki sorunların en önemlisi 1830 antlaşmasının söz konusu maddesinin yorum farkından doğan anlaşmazlıklar dolayısıyla ortaya çıkmaktaydı. Babıali değişik zamanlarda söz konusu antlaşmanın dördüncü maddesinin tekrar ele alınmasını ve yorum farklarının giderilmesini talep etmesine rağmen Amerikan tarafı oldu bitti durumu yaratarak elde ettiği hukuki ayrıcalık sağlayan kapitüler hakları görüşmeye yanaşmıyordu. Amerikan Dışişleri Bakanlığının iddiasına göre; Antlaşmanın Türkçe orijinali Babıali tarafından değiştirilerek dördüncü madde revize edilmiş, böylece İngilizce tercüme ile Türkçe orijinal arasındaki farklılık ortaya çıkmıştı.75
Oysa Amerikan tarafının sahip olduğunu düşündüğü yargılama ile
ilgili kapitüler haklar belirtilen geniş ölçüde hiçbir ülkeye tanınmamıştı.
Bu nedenle Amerikan tarafının iddiasının doğru olması mümkün
değildir. 1901 yılı Ocak ayı başlarında Babıali Amerikan orta elçiliğine
bir nota vererek söz konusu maddenin görüşülmesini istemiş, fakat
Amerikan tarafı bu notaya cevap vermemeyi tercih etmişti. Babıali’nin
1902 yılı Ağustos’undaki ikinci teşebbüsü de Amerikan Hükümeti
tarafından antlaşmalar ile elde edilen hakların tartışmaya açılamayacağı
gerekçesi ile reddedildi.76 Dördüncü madde üzerindeki anlaşmazlık
kapitülasyonların I. Dünya Savaşı’nın ilk aylarında tek taraflı olarak
kaldırılmasına kadar devam etmiştir. Kapitüler hakların neden olduğu
en önemli sorunlardan bir tanesi çifte vatandaşlık, başka bir deyişle
Amerikan vatandaşlığı kazanmış Osmanlı tebaası gayrimüslimlerin tabi
olacakları hukuk sorunu idi.

Osmanlı Devleti özellikle Ermenilerin yoğun olarak Amerikan
vatandaşlığına geçmesi üzerine 1869 yılında Sultan’ın izni olmaksızın
tebaanın başka bir ülkenin vatandaşlığına geçişini yasaklamış, izinsiz
geçişleri geçersiz saymaya başlamıştı. Özellikle Hınçak mensubu
komitacı Ermenilerin neden olduğu karışıklık ve isyanların artarak
devam ettiği 1895 yılında Amerika ile Osmanlı Devleti arasında 1830
antlaşmasının dördüncü maddesinin farklı yorumlanmasından doğan
yargılama problemlerine Amerika’ya giderek bu ülkenin vatandaşlığını
kazanan ve Osmanlı topraklarına dönüşlerinde Amerikalıların sahip
olduğu hukuki ayrıcalıklardan yararlanmak isteyen Ermenilerin de
dahil olduğu daha önce söylenmişti. Amerikan Hükümeti dördüncü
maddenin yorumunu Osmanlı’ya karşı isyan etseler, ayaklanmaya katılsalar
ve devletin güvenliğine karşı eylemde bulunsalar bile Amerikan
vatandaşlarının ve sonradan Amerikan vatandaşlığı kazanmış olan
Osmanlı uyruklarının yerel makamlar tarafından tutuklanamayacağı ve
yargılanamayacağı boyutuna taşımıştı.77

Amerikan Hükümeti istekleri elde edilemeyince gunboat diplomasisini
uygulamaya koyarak ve savaş gemilerini Türk limanlarına göndererek
gözdağı vermeye başladı. Bu dönemdeki yargılama usullerine örnek
iki olay Arekliyan ve Muradyan vakalarıdır. 1895 yılı Temmuzunda,
Garabet Ağa Koyunciyan isimli Ermeni vatandaşı öldürdükleri gerekçesi
ile 150 kişi Merzifon’da tutuklandı. Tutuklananlar arasında Krekor
Arekliyan isimli sonradan Amerikan vatandaşlığına geçen bir Ermeni
de vardı. Arekliyan, Merzifon’daki Anadolu Kolejinde öğrenciydi.
Amerika’nın Sivas konsolosu ve Ortaelçi Terrell Amerikan vatandaşı
olduğu için Arekliyan’ın serbest bırakılması amacıyla vakit geçirmeksizin
girişimde bulundu.78
Üzerinde şüphe uyandıracak belgeler ele geçirilmiş olmasına rağmen
Arekliyan, hakkında yeteri kadar delil bulunamadığı gerekçesi ile 21
Ağustos’ta serbest bırakıldı. Arekliyan daha sonra Osmanlı topraklarını
terk etti. Aynı yılın Eylül ayında Mardiros Muradyan isimli bir yıl önce
Amerikan vatandaşlığına geçmiş olan Ermeni, Hınçak çetesi lehine
casusluk suçlaması ile Amerika’dan İstanbul’a dönüşünde tutuklandı.
Muradyan’ın üzerinde Ermenice yazılmış 41 mektup ve çeşitli belgeler
bulunmuştu. Birkaç gün sonra Muradyan gözetim altında bulunmak
kaydıyla serbest bırakıldı ve üzerinde bulunan belgeler incelenmek
üzere Amerikan elçisine teslim edildi. Amerikan ortaelçisi, Muradyan’ın
Hınçak çetesi üyeliği dışında suçsuz olduğunu ve özgürlüğüne kavuşması
gerektiğini iddia ediyordu. Muradyan sınır dışı edilmek üzere
Amerikan elçiliğine teslim edildi ve daha sonra Türkiye’den ayrıldı.79
Amerikan doğumlu vatandaşların neden olduğu hukuki problemler
ve yargılama usullerindeki anlaşmazlıkların yanı sıra Arekliyan
ve Muradyan gibi sonradan Amerikan vatandaşlığına alınmış olan
Ermenilerin Osmanlı topraklarında neden oldukları hukuki açmazlar
ve sorunlar ilerleyen yıllarda da iki ülke arasındaki ilişkilerde zaman
zaman bunalım düzeyinde gerginliğe neden olacaktır. Bu durumlarda
ABD’li Misyonerlerin Osmanlı Topraklarında ki Faaliyetleri 163
Osmanlı Hükümeti özellikle Amerikan vatandaşlığı kazanan tebaanın
1830 antlaşmasından yararlanma hakkını reddederek, çoğunlukla ülkeyi
terk etmeleri şartıyla suçluların Amerikan elçilerine teslimi yöntemini
uygulamaya koymayı tercih etti.80

Amerikan vatandaşlığı kazanmış Osmanlı tebaası Ermenilerin iki
ülke arasında neden olduğu sorunlar, Osmanlı hükümetinin Sultan’ın
izni olmaksızın başka ülkenin vatandaşlığına geçen tebaasının bu işlemini
geçersiz sayması ve kendi iç hukuk yargılama usullerinde direnmesi
iki ülke arasındaki tansiyonu diplomatik ilişkilerin kesileceği 1917 yılına
kadar belli dönemlerde yükseltecektir. Örneğin, 1896 yılında Senato’ya
sunularak Dış İlişkiler Komitesi’nde görüşülen bir önergede; Osmanlı
ülkesinde yaşayan Ermenilerin durumu, Amerikan vatandaşlığı kazanan
Ermenilerin pasaportlarının Osmanlı Devleti tarafından tanınıp
tanınmadığı, bu vatandaşların Osmanlı ülkesini ziyaret etmelerine ve
ailelerinin Amerika’ya göç etmesine izin verilip verilmediği sorulmaktaydı.
Önergeye verilen cevapta; Babıali ile Amerika arasında henüz bir
vatandaşlık antlaşması bulunmadığı, bununla birlikte başka bir ülkenin
vatandaşlığına geçen tebaanın da cezalandırılmadığı belirtilmişti.81
Osmanlı Devleti Amerikan vatandaşlığına geçen tebaasının geride
kalan birinci derece akrabaları ve bazen ikinci derece olanlar da dahil
Amerika’ya göç etmesine zorluk çıkartmamaktaydı. Aslında ABD
izin almadan vatandaşlığına geçmiş olan tebaanın haklarını korumaya
çok istekli değildi ve daha önce söylendiği gibi diğer büyük devletler;
İngiltere, Rusya ve Fransa izin almadan vatandaşlıklarına geçen tebaa
üzerinde Osmanlı topraklarında hukuki yargılama usulü ya da vatandaşlık
haklarından doğan herhangi bir talepte bulunmamaktaydı. Senato’ya
sunulan önergeye verilen cevapta Amerikan Hükümetinin de artık bu
yönde bir eğilim takip etmek niyetinde olduğu görülmektedir.82
1901 yılı başlarında Osmanlı Hükümeti biriken vatandaşlık ve
yerleşim sorunlarını çözmek için yeni hükümleri uygulamaya koydu.
Sonradan Amerikan vatandaşlığı kazanmış tebaa ve Filistin’e yerleşerek
koloniler kurmak için her türlü fırsattan yararlanmaya çalışan Yahudilere
karşı tedbirler alındı.83 Başka bir ülkenin vatandaşlığına izinsiz olarak
geçen Osmanlı vatandaşları vatandaşlıktan doğan tüm haklarını kaybedecekler
ve ülkeye geri dönüşlerinde tutuklanacaklardı. Başka bir ülke
vatandaşlığına geçiş izni isteyenler asla bir daha geri dönmeyecekler ve
dönüşlerinde uyruğunda bulundukları devletin kapitüler haklarından
yararlanamayacaklardı.84 Osmanlı vatandaşı olmayan Yahudiler ise Yafa
girişinde pasaportlarını Türk yetkililere teslim edecekler ve Filistin’de
üç aydan fazla kalamayacaklardı. Üç aydan fazla kalanlar ise geldikleri
ülkeye geri gönderilecekti.85

Filistin’de kurulacak Yahudi kolonilerinin daha sonra sebep olacağı
sorunları önceden kestiren II. Abdülhamit, aldığı tedbirlerle bunu
engellemeye çalışmış fakat yerel idarecilerin ihmalleri ve rüşvetle iş görmeleri
nedeniyle alınan tedbirler çok fazla işe yaramamıştır.86
Bu esnada 1894-95 yılları arasındaki isyanlarda Türk sularına gönderilen
Savaş gemileri geri dönmüştü ama Türk Amerikan ilişkilerini uzun
yıllar sürecek yeni bir bunalım beklemekteydi. 1895 yılı Kasımındaki
Ermeni isyanı esnasında Harput’taki misyoner binaları yakılmıştı ve
Amerikalıların iddiasına göre 100.000$’lık zarar meydana gelmişti.
Yine aynı olaylarla bağlantılı olarak Maraş’taki Amerikan Bilim Okulu
da zarar görmüştü ve henüz zararın maddi değeri tespit edilememişti.
Amerikan Hükümeti her iki kurumun görmüş olduğu zararın
Osmanlı Hükümeti tarafından tazmin edilmesini talep etmekte iken,
Babıali olayda sorumluluğu bulunmadığı gerekçesi ile bu isteği kabul
etmiyordu. Misyonerler, sürekli can güvenliklerinin olmadığını söyleyerek
Amerikan Hükümetini Osmanlı Devleti’ni sıkıştırması için
tahrik etmekteydiler. Daha sonra yapılan inceleme misyonerlerin vuku
bulan zarardan %25 daha fazla tazminat talep ettiklerini ortaya çıkardı.
Misyonerlerin ve Ortaelçi Terrell’in gönderdikleri raporlar Kongre’deki
bazı temsilcilerin Amerika’nın Ermenistan’ın bağımsızlığı için Osmanlı
Devleti’ne müdahale etmesini isteyecek aşırılığa kadar varmıştı.87
İki ülke arasında tazminat ve diğer sorunlardan doğan anlaşmazlıkları
güç gösterisi ile çözmeye karar veren Amerikan yönetimi 1900 yılının
sonunda Kentucky savaş gemisini Osmanlı Hükümeti’ne gözdağı vermek
amacıyla İstanbul’a gönderdi. Karar verilmeden önce talimat üzerine,
Ortaelçi Terrell İstanbul ve Çanakkale istihkâmları hakkında topladığı
bilgileri Washington’a iletmişti. Bu durum Amerikan Hükümeti’nin
güç kullanarak İstanbul’a gelmeyi ciddi olarak düşündüğünü göstermesi
açısından önemlidir. Ayrıca İsyan girişimleri başarısız olan Hınçak
mensubu komitacı Ermeniler Amerika’dan yardım talep etmişti.88 Gemi
Kaptanı Amiral Chester idi. Bu ziyaret esnasında Chester ve diğer üst
düzey subaylar II. Abdülhamit tarafından Yıldız Sarayı’nda akşam
yemeğine davet edildi. Amerikan ortaelçisi Lloyd C. Griscom’un raporuna
göre; yemekte Abdülhamit iki ülke arasındaki sorunlara değinmeABD’li
Misyonerlerin Osmanlı Topraklarında ki Faaliyetleri 165
yerek, Amerikan tüfeklerine olan güvenini ve Amerika’dan satın almayı
düşündüğü yeni savaş gemilerini gündeme getirmeyi tercih etmişti.89
Amiral Chester tehdit amaçlı olmasına rağmen dostane biten bu
görev esnasında Osmanlı topraklarında bazı maden imtiyazları elde
ederek bundan kazanç sağlayabileceği düşüncesi ile ziyareti esnasında
sonraki yıllarda iki ülke ilişkilerinde önemli bir yer tutacak
olan “Chester Demiryolu Projesi”nin ilk çalışmalarını yaptı. Chester
Demiryolu Projesi Lozan görüşmelerinde de gündeme gelecek daha
sonra parasal nedenlerle projeden vazgeçilecektir. Chester Projesi ileriki
sayfalarda ayrıntılı olarak ele alınacaktır. ABD’nin talep etmekte olduğu
ve 88.000$ olarak tahmin edilen zarar tazminatı 100.000$ olarak 1901
yılında ödendi.90

3 CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR,

***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder