TAŞNAK etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
TAŞNAK etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

19 Mart 2019 Salı

1914 -2014 YÜZYILIN HİKAYESİ - TÜRK KAFKAS İSLAM ORDUSU VE KAFKASLARDA ERMENİ KATLİAMLARI. BÖLÜM 3

1914 -2014 YÜZYILIN HİKAYESİ - TÜRK KAFKAS İSLAM ORDUSU VE KAFKASLARDA ERMENİ KATLİAMLARI. BÖLÜM 3



İkinci Meşrutiyetten Sonra Ayaklanmalar 

İmparatorluğun hızla parçalanmakta olduğunu gören İttihatçılar, II. Meşrutiyet 'in başlarında "ittihad-ı Anâsır" [2] stratejileri doğrultusunda Ermeni komiteleri ile birlikte hareket etme arayışlarına girdiler. 

[2] İttihad-ı Anâsır: Unsurların birliği anlamına gelmektedir. II. Abdülhamid tarafından ortaya atılmıştır. Osmanlıyı oluşturan unsurların güçlenen 
milliyetçilik akımına karşı eşit birer unsur olarak tanımlanarak, bir bütün oluşturmasına çalışılmıştır. 

Bundan Ermeni komitecileri azami ölçüde yararlandı. Ermeni siyasi suçlular, mahkûmlar ve kaçakçılar İstanbul'a doluştular. 

Bunlar, ihtilalci siyasetlerini bir tarafa bırakmış, Meşrutiyet’e yardımcı olma, memleketin iktisadi ve medenî gelişmesi için çalışma görüntüsü vererek İttihatçıları kandırıp, onların desteğini aldılar. Diplomatlık makamları dâhil, Devletin yüksek mevkilerine getirildiler. Bayram ve merasimlerde en önlerde önemli Devlet görevlileri yanında yer alıyor, rağbet görüyorlardı. 

Şişli mezarlığında sözüm ona Meşrutiyet uğruna ölen Ermeni fedaileri adına düzenlenen törene üst düzey Devlet bürokrasisi katılmış; 

Türk ve İslâm düşmanı Patrik Matyos İzmirliyan sürgünde bulunduğu Kudüs'ten İstanbul'a gelirken, Devlet görevlileri tarafından kahraman edasıyla karşılanmış tı. Taşnak, Hınçak ve diğer komiteler yeniden örgütlenmeye, şubeler açmaya başlamış, bunlar adına müsamere ve konserler verilmekteydi. Tüm bunlar olurken İstanbul'daki Ermeni basınında da Türk-İslâm düşmanlığını 
körükleyen yazılar birbirini takip ediyordu. 

İttihatçıların iyi niyetli girişimleri fayda vermemiş, ayrılıkçı isyanlar gün be gün artmış, İmparatorluk kan kaybetmeye devam etmiştir. Bu dönemin isyanlarından Adana Ayaklanması tipiktir. Adana piskoposu Muşeg, dönemin emperyalist devletlerin dikkatini çekmek ve Türkiye'de bir Ermenistan devleti kurabilmek için aylarca hazırlanmış, binlerce Ermeni çeteciyi silahlandırmıştı. 
Piskopos, Osmanlı Devletinin en nazik anında, 31 Mart Vakasını takip eden günlerde (14 Nisan 1909) isyan emrini verdi. Adana, Tarsus, Erzin, Misis, Dörtyol, Bahçecik ve diğer kazalardaki Ermeniler ayaklanarak savunmasız buldukları Türk evlerine girip, ırza, mala ve cana saldırmağa başladılar. Üç günde Adana ve çevresi altüst oldu. Ermeni çeteleri beşikteki Türk çocuklarını bile öldürüyor, hazırlıksız olan asker ve polis bu çetelere karşı koyamıyordu. İsyana bizzat Türk halkı müdahale etti, kendini savundu, Ermeni çetelerini bozguna uğrattı. Piskopos Muşeg Mısır'a kaçtı. Ermeniler durumu Avrupa basınına “Türklerin zulüm ve barbarlığı” şeklinde aksettirip, Avrupa ve Amerikan basınında mazlum olarak ilan edildiler. Ayaklanmanın sonunda harp divanı kuruldu. Uzun tahkikat ve muhakemeler sonucunda 9 Türk, 6 Ermeni idama mahkûm edildi. Dış baskılar sonucunda, dönemin yöneticileri Avrupa'ya şirin görünmek için yeniden harp divanı kurdular. 47 Müslüman Türk 
daha idam edildi. Ermenilerden ise yalnız bir kişi idam oldu. 

Birinci Dünya Savaşında Ermeni Olayları 

Erzurum'da Taşnakların liderliğinde 28 Temmuz - 14 Ağustos 1914 tarihleri arasında bir kongre düzenlenmişti. 

Amaç, Ermenilerin Osmanlı-Rus savaşı çıkması durumunda takınacakları tavrın kararlaştırılmasıydı. İktidardaki İttihat ve Terakki iki önemli üyesini temsilci olarak kongreye yolladı. 

Bu temsilciler Ermenilerden; 

. Savaş çıkması durumunda devlete sadık kalmaları, 
. Ruslara karşı savaşacak orduya asker vermeleri ve 
. Rusya'daki Ermenilerin cephe gerisinde Osmanlılara yardım etmeleri taleplerinde bulundular. 
Ermeniler ise; 
. Osmanlı Devletine sadık olduklarını, ama İttihat ve Terakki hükümetiyle aynı görüşleri paylaşmayıp bağımsız hareket edeceklerini, 
. Kafkaslardaki ayaklanma teklifine karışmayacaklarını, çünkü oralardaki Ermenilerin Rusya’ya sadık olduklarını ilettiler. 


Büyükelçi Ahmet Esat Uras'a göre Taşnaklar Ruslarla işbirliği yapma ve Osmanlıya karşı ayaklanma kararını gizlice almışlardı. 

Askeri tarihçi Erikson'a göre, bu toplantı sonrasında İttihat ve Terakki Partisi, “Osmanlı Ermenilerinin Rusya ile işbirliği içinde oldukları ve bölgeyi Osmanlı İmparatorluğu'ndan ayırmayı amaçladıkları” kanaatine vardı. İttihat ve Terakki yönetimi, Doğu'daki Ermenilerin muhtemel bir Rus istilasından önce ayaklanarak Ruslara destek olacağı endişesini taşıyordu. Nitekim bu kaygılarında haklı çıktılar. 

Osmanlı Hükümeti'nin Almanya yanında Birinci Cihan Harbi'ne girme kararı almasının en önemli nedenlerinden biri, devleti Rusya'ya karşı koruma düşüncesi idi. Bu karar; karşı cephede bulunan Rus, Fransız ve İngiliz “Müttefikler” (İtilaf devletleri) için ayrılıkçı Ermenileri önemli bir koz haline getirdi. Müttefikler, öteden beri siyasi çıkarlarına alet ettikleri ayrılıkçıları, Osmanlı devletine karşı kullanmak üzere harekete geçti. İngiliz ve Fransız Konsolosları bulundukları yerlerde, Çarlık Genel Valisi de Tiflis'te Ermeni komitelerini amaçları doğrultusunda organize etmeye, para ve cephane desteğiyle isyana hazırlamaya başladılar. 

Rus istihbarat raporlarına göre “Van, Bâyezid, Bitlis, Erzurum ve Trabzon vilayetlerdeki Ermenilerin hepsi Rusya tarafındaydılar. Bütün Ermeniler Türkiye'ye karşı düşmanca tavırda bulunuyorlar ve Ermeni toprakları olarak kabul ettiği bölgeyi, Rusya'nın işgal etmesini bekliyorlardı. Ermeni Patriği Rusya'ya Türkiye'deki Ermeni halkını kurtarması için yalvarmakta idı”. 

1914 yılında Ermeni komiteleri Türkiye'deki şubelerine "Bölgelerinde bir Osmanlı-Rus savaşı çıkması halinde, Rus ordusu sınırdan ilerler ve Osmanlı ordusu geri çekilirse, her tarafta birden eldeki vasıtalarla başkaldırılacak” talimatını vermekteydiler. 
Bu durumda “Osmanlı ordusu iki ateş arasında bırakılacak, resmî binalar bombalanacak, iaşe depolarına sabotajlar düzenlenecek”; bunun tersi olur Osmanlı ordusu taarruza geçerse “Ermeni askerleri firar edip Ruslara katılacak ve silah altına alınanlar kıtalarından kaçarak, Türk birliklerinin geri cephelerine zarar vermek ve ülke içinde çeşitli olaylar çıkarmak için çeteler kuracaktı”. 
İstanbul’daki Ayrılıkçı Ermeni komitesi Osmanlı meclisinde Erzurum milletvekili olan Karakin Pastırmacıyan’ı Kafkasya'ya gönderdi. Karakin ve ekibinin organizasyonunda firariler ve diğer ayrılıkçı Ermeni gönüllüleri Rus ordusuna, Türkiye'ye karşı savaşacak çetelere ve intikam alaylarına katılmak üzere Kafkasya'ya, Tiflis'e yönlendiriyordu. Ruslar, Osmanlı’yla savaşın 
olacağı bölgeyi iyi bilen Ermenileri ordularına almaya başlamışlardı. 

I. Dünya Savaşı 28 Temmuz 1914 tarihinde Avrupa'da başladı. Osmanlı Devleti; Almanya, Avusturya-Macaristan ve Bulgaristan ile birlikte, Avrupa ve diğer kıtalarda bulunan yirmi beş devletin bulunduğu İtilâf grubuna karşı savaşacaktı. Osmanlı savaş öncesi 20-45 yaş grubu Ermenileri askere aldı. Ancak, Ermeniler, seferberliğin ilan edildiği 3 Ağustos 1914 tarihinden itibaren ordudan kaçmaya başladılar. Firarilerden bir kısmı ülke içindeki çetelere, diğer bir kısmı da Rus Ordusu'nda kurulan Ermeni Gönüllü Tugaylarına katıldılar. 

Türk Boğazlarını geçerek Karadeniz’e giren iki Alman gemisinin Rus gemilerini ve limanlarını bombalaması, daha sonra da Osmanlıya sığınması üzerine 1 Kasım 1914’de Rus ordusu Kafkasya Cephesi’nde sınırı geçerek Osmanlı topraklarına girdi. Böylece dört yıl sürecek kanlı bir savaş başlamış oldu. Eş zamanlı olarak Osmanlı’nın cephe gerisinde bulunan, Rusya tarafından teşvik edilen ve desteklenen Rum ve Ermeni çeteleri Türk ordusunun ikmal hatlarına ve haberleşme tesislerine saldırılara, Anadolu topraklarında ve Kafkasya’da büyük bir Türk ve Müslüman katliamına başladılar. Seferberlik nedeniyle askere 
alınan Ermeniler, silahları ile topluca firar ediyorlardı. Bunlardan bir kısmı Rus ordularıyla birlikte Osmanlı ordusuna karşı savaşa katılırken, diğerleri Ermeni gönüllü birlikleri ve çetelerine dâhil oldular. 

Doğu Anadolu’da bulunan Osmanlı 3. Ordusu, Rus saldırılarına karşı savaşı Erzurum’un doğusunda kabul edecek şekilde hazırlıklarını yapmıştı. Bir Türk birliği Batum yönünde harekete geçerek Artvin, Ardanuç ve Borçka’yı ele geçirerek Çoruh vadisini düşmandan temizledi. 3. Ordunun 9. ve 10. Kolorduları, Erzurum istikametinde saldırıya geçen Rusları, büyük zayiatlar verdirerek 
Köprüköy önlerinde durdurdular. 

Ruslar, Doğu Avrupa’da Almanlara karşı büyük bir askeri yığınak yapmışlardı. Almanlar, müttefikleri olan Türklerin Kafkas Cephesinde başlatacağı taarruz neticesinde Rusların önemli bir kuvveti Doğu Avrupa’dan Kafkaslara kaydıracağını düşünüyorlardı. Osmanlı Orduları Başkomutanı Enver Paşa’yı, Ruslara karşı bir baskın taarruz planı yapmaya ikna ettiler. Kafkas cephesinde bulunan 3. Orduya planın uygulanması talimatı verildi. 3. Ordu kurmayları bölgedeki çetin kış şartlarını göz önüne alarak taarruzun bahar aylarında yapılmasını teklif ettiler. Ancak, bu teklifi kaale almayan Enver Paşa sevk ve idareyi üzerine alarak askere 22 Aralık 1914’de taarruz emrini verdi. Sarıkamış Harekâtı olarak bilinen bu olayda Allahuekber ve Soğanlı dağlarında kar, 



Ermeni çeteciler tarafından Silvan yakınlarında Şeytankaya mevkiinde miladi 28 Haziran 1331 tarihinde öldürülen, Hamid Efendi kumandasındaki erzak kafilesi jandarma ve subayları. Kaynak: Ermeni Komitelerinin Amal ve Harekât-ı İhtilâliyesi: İlân-ı Meşrutiyetten Evvel ve Sonra. İstanbul 1919 ad ve basın tarihli kitaptan tipi ve soğuktan Mehmetçiğin büyük bir bölümü donarak şehit 
düştü. Sarıkamış’a girebilen az sayıda kuvvet de Rus ordusu tarafından geri atıldı. Böylece 3. Ordu tamamen devreden çıktı. Doğu Anadolu’nun kapıları Rus ordusuna açılmış oldu. 

Bu ortamda Ermeni çeteleri rahatça Türk ve Kürt köylerine saldırabiliyor, cephe gerisinde ikmal yollarını kesip sabotajlar yapıyor, Müslüman halkı katledip bulundukları bölgelerden kaçırmak için birçok vilayette silahlı ayaklanmalar yapıyor, isyanlar çıkartıyorlardı. Tüm bu olaylar üzerine Osmanlı Devleti, Ermeni ıslahatı için 8 Şubat 1914'te imzalamış olduğu Yeniköy Anlaşması'nın geçersiz olduğunu ilan etmiş, 1915 Şubat ayından itibaren Osmanlı ordusundaki Ermenileri silahsızlandırmıştır. 

Bu dönem ayaklanmalarının başlıcaları; Zeytun Olayları, Kayseri Olayları, Bitlis ve Muş Olayları, Erzurum ve Erzincan Olayları, Elazığ (Harput) Olayları, Yozgat Olayları, Sivas Olayları, Adana Olayları, Trabzon ve Samsun Olayları, İzmit ve Adapazarı Olayları, Urfa Olayları ve Van İsyanı’dır. 

Bu Ermeni isyanları arasında en büyüğü Van'dakidir. 1915 Nisanında Osmanlı Ordusu Çanakkale ve Irakta ölüm kalım savaşı vermekte, Van bölgesindeki askerlerimiz ise Rusların Kafkaslardan yaptığı saldırılara karşı koymaya çalışmaktaydı. Bu durumu değerlendiren Ermeniler 15 Nisandan itibaren Van ve çevresinde isyanlar çıkarmaya başladılar. Bu isyanlarda memur ve jandarmalar öldürülmüş, karakollar ve Türklerin evleri saldırıya uğramış, resmî binalar kundaklanmıştı [3]. Van Jandarması ve bazı aşiretler Ermenilere karşı savaşmış, ancak isyanları bastıramamışlardı. 

[3] O dönem Van’da bir Hıristiyan yetimhanesinde hemşire olarak görev yapan Käthe Ehrhold yaşananları şöyle anlatmıştır: “Van’da 20 bin kişi yaşıyordu. Rusların yaklaşması ile birlikte Ermeniler sakladıkları silahları çıkararak savaşa başladılar. Şehirde büyük bir iç savaş, kardeş savaşı başladı. Günlerce sokak çatışmaları oldu. Ruslar kente iyice yaklaşınca, Türkler kenti boşaltma kararı aldılar ve bir gecede sivil ve asker kenti terk etmek zorunda kaldı. Geriye yalnız kadınlar, yaşlılar ve hasta Türkler kaldı. Ertesi gün şehir Ermeni çetelerinin ve Rusların eline geçince, Ermeniler kaçamayan kadın, yaşlı ve hasta Türkleri katlettiler. Dindar bir Hıristiyan olarak önce kendilerine bu günü veren Tanrı’ya şükretmeleri gerekiyordu. Fakat onlar bunu yapmadılar, bağımsız oldukları ilk gün yaptıkları bucinayetleri büyük bir günahkârlık olarak görüyorum. 

Ermeniler, Türklerin geride bıraktıkları mal ve mülke el koydu ve sanki kendilerininmiş gibi kullanmaya başladı. Yetimhaneme, şimdi Ermeni 
köylüleri yerine çevre köylerden Türk kadınlar gelmeye başladı. Rusların bölgede bulup topladığı bu kadınları yetimhanemizde korumaya aldık. 

Yoksa bu zavallılar tutanın elinde kalacaklardı. Bu kadınlara çok fazla yardımcı olamadık. Çünkü çetecilerden çok kötü muamele görmüş, namuslarına tecavüz edilmiş bu kadınlar korkudan tir tir titriyorlardı.” 

Diğer bölgelerden de isyancı Ermenilerin yol kestikleri, Müslüman köylerini basarak halkını katlettikleri haberleri yayılıyordu. Fransız ve İngiliz donanması 1915 Mart ortalarında Çanakkale’deki tüm binaları, sivil ev ve hastaneler dâhil topa tutmuştu. Çıkartma yapacakları belliydi. 

Van'ın Rus ordusu tarafından işgalini kolaylaştırmak için isyan eden Ermenilerin Osmanlı askerlerine karşı siperlerdeki 
fotoğrafı. Kaynak: http://www.kurtulustv.itgo.com/. 

Osmanlı hükümeti, Ermenilerin çıkardığı isyan ve yaptığı katliamlar karşısında Ermeni Patriği, Ermeni milletvekilleri ve Ermeni halkının ileri gelenlerine “Ermenilerin Müslümanları arkadan vurmaya ve katletmeye devam etmeleri halinde gerekli önlemleri alacağını” bildirmişti. Bu ihtar isyancı Ermenilerce “blöf” olarak algılanmıştı. Onlara göre Türkler her yerde kaybediyordu, müttefikler her an Çanakkale’ye çıkartma yapabilir ve İstanbul’u işgal edebilirlerdir. 

Ermeni isyanlarının ve katliamlarının durmak yerine giderek yoğunlaşması üzerine, 24 Nisan 1915 tarihinde Ermeni Komiteleri kapatıldı, isyancılara yardım ettikleri tespit edilen 235 Ermeni İstanbul’da tutuklanıp trenle Ankara, Ayaş ve Çankırı istikametine yollandı. Bazıları hapishanelere, çoğunluğu da Polis nezaretinde evlere dağıtıldı. Bunlardan suçsuz bulunup bağışlanan ve yabancı 
uyruklu olan 31’i serbest bırakılmış, suçları sabit olanlardan 25’i Ayaş’a ve 57’si de Zor’a nakledilmiştir. Zor’a nakledilenlerden iki Ermeni’yi öldüren Osmanlı yurttaşı Çerkez Ahmet’le yandaşı Halil cinayetten suçlu bulunarak Şam’da asılmışlardır. Geri kalan Ermeniler Çankırı’da üç-beş kişilik gruplar halinde evlere yerleştirilmiş, parası olmayanlarına devlet yardımı yapılmış, bunların gün sonunda karakola gidip kaçmadıklarını kanıtlamaları istenmiştir. Türkiye dışındaki Ermenilerin her yıl "Ermeni soykırımının yıldönümü" diye andıkları 24 Nisan, işte bu 235 komitecinin tutuklandığı tarihtir. Bu olayın ertesi gecesi ise yani 25 Nisan’da Çanakkale’de İngiliz-Anzak-Fransız kıtaları muhtelif yerlerde karaya çıktılar ve Kara Savaşları başladı. 

Ermeni çeteleri eşliğindeki Rus orduları Murat suyu vadisi, Malazgirt ve Tortum’u işgal etmişti. İşgalciler 17 Mayısta Van’ı da ele geçirdiler. Ermeni birlikleri Van’da korkunç katliamlara giriştiler. Ağustos ayı içinde Osmanlı Ordusu bir süreliğine Van'ı ele geçirdi ise de, Rus ve Ermeni kuvvetleri şehri tekrar geri aldılar. Van ve çevresinde 250 bin kadar Ermeni toplandı. Ermeniler şehir ve çevre halkından 60 bin Müslüman’ı katlettiler. Osmanlı Ordusunun ikmal yollarını kestiler. Ordu geri çekilmek zorunda kaldı. Saldırıya devam eden Ruslar Erzurum, Bitlis ve Trabzon’u da işgal ettiler. Ruslardan cesaret alan Ermeniler, Müslümanlara karşı tecavüzlerini iyice artırdılar. Pek çok Müslüman aile canlarını kurtarmak için Anadolu’nun iç bölgelerine çekildiler. 


http://www.ermenisorunu.gen.tr/images/fotobu/a1_38_1.jpg

İzmit'e bağlı Bahçecik, Arslanbey ve Yuvacık köylerinde ele geçirilen Ermeni silahları. 
Kaynak: Ermeni Ayaklanmaları ve İhtilal Hareketleri. 

Birinci Dünya Harbi döneminde Ermeni silahlı çeteleri tarafından İran’ın en çok gelişmiş Urmiye, Hoy, Makü, Salmas ve diğer Azerbaycan kentlerinde 150 ila 200 bin Türk ve Müslümanı feci şekilde katledilmişlerdir. Bu acımasız masum Müslüman katliamına, İran İslâm Cumhuriyetinin de aslında sessiz kalmaması gerekirdi. Ama ne yazık ki, günlük siyasetin çıkar hesapları sebebiyle bu büyük insanlık faciasına karşı duyarsız kalınabilmektedir. 


4.CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..

***

10 Mart 2018 Cumartesi

ABD’Lİ MİSYONERLERİN GÖZÜNDE 1830-1917 YILLARI TÜRKLER VE ERMENİLER, BÖLÜM 2

ABD’Lİ MİSYONERLERİN GÖZÜNDE 1830-1917 YILLARI TÜRKLER VE ERMENİLER, BÖLÜM 2


1901 yılı Kasım ayında İngiliz, Fransız, daha sonra Rus, Alman ve İtalyan vatandaşlarına, misyoner kuruluşlarına ve bu kuruluşlara bağlı okullara bazı ek ayrıcalıklar tanındı. Amerikan ortaelçisi Leishman bizzat Başkan John Hay’ın talimatı ile II. Abdülhamit nezdinde girişimde bulunarak aynı ayrıcalıkların Amerikan vatandaş ve misyoner kurumlarına da tanınmasını istedi. Amerikan tarafının diğer talebi Osmanlı makamları tarafından tanınmayan Beyrut Protestan Tıp Koleji’nin tanınması ve bu okuldan alınan diplomaların Osmanlı hükümetince denk kabul edilmesi üzerine yoğunlaşmıştı.42

Beyrut Protestan Tıp Koleji misyonerlerin idaresindeydi ve izin alınmadan
inşa edilmişti. Misyonerler, buradaki çalışmaları ile yerel halkı Osmanlı Devleti’ne karşı kışkırtmaktaydılar. Başkan J. Hay, ortaelçi Leishman’a bizzat Sultan II. Abdülhamit ile görüşerek Amerikan talepleri ile ilgili kişisel mesajını iletmesi talimatını verdi. Leishman 1903 Şubat ayının başından itibaren II. Abdülhamit ile görüşmek için girişimlerde bulunmaya başladı. Hariciye Nazırlığına defalarca yazılı olarak başvurmasına rağmen ancak Nisan ayının başında II. Abdülhamit
ile okul sorunları ile ilgili tartışmaya girmemesi şartı ile görüşebildi.
Görüşmede; Amerikan vatandaşlığına geçen Osmanlı uyruklarının bu ülkeye göçü, arkeolojik kazılar, Amerikan sigorta şirketlerinin Osmanlı topraklarındaki faaliyetlerine izin verilmesi, Amerikan domuz eti üzerindeki ithalat yasağı ve diğer konular ele alınmıştı. Görüşme sonrası domuz eti ithalatı üzerindeki yasak kaldırılmış ve Amerikan vatandaşlığı kazanmış Osmanlı uyruklarının çocuk ve eşlerinin göçüne izin verilmesi konusunda ilerleme sağlanmıştı.43

Amerikalıların özellikle Bağdat havalisindeki arkeolojik kazı talepleri
ve misyoner okulları ile ilgili istekleri Babıali tarafından zamana yayılarak yumuşatılmaya çalışılıyordu. Fakat Amerikalılar bu konudaki isteklerinden vazgeçmek niyetinde değillerdi ve özellikle misyoner okulları üzerindeki taleplerinin karşılanmaması halinde üstü kapalı tehdide başvurmaktan bile çekinmemekteydiler.44 Bu amaçla 1903 yılı ağustos ayında Beyrut Amerikan Konsolos yardımcısının öldürüldüğü45 bahanesi ile Brooklyn, San Francisco ve Portsaid’de bulunan Machias savaş gemileri Beyrut’a gönderildi. Washington’daki Osmanlı ortaelçisine de gemilerin Amerikan talepleri karşılanıncaya kadar Beyrut’ta kalacağı bildirildi.46
ABD’li Misyonerlerin Osmanlı Topraklarında ki Faaliyetleri 155 Konsolos yardımcısı ile ilgili haberin İstanbul’daki elçiliğe gönderilen yanlış kripto kullanımından kaynaklandığı ve asılsız olduğunun anlaşılmasına rağmen gemiler geri döndürülmeyerek, uzun süredir kabul görmeyen isteklerin bu fırsattan istifade güç gösterisi ile elde edilmesi amaçlandı. Babıali savaş gemilerinin Beyrut’a gelişini bir tehdit olarak değil, dostane ziyaret şeklinde değerlendirme eğilimindeydi. Orta elçi Leishman ise Bakanlığına göndermiş olduğu raporunda savaş gemilerinin varlığının, tümünün olmasa bile isteklerinin büyük kısmının karşılanmasını sağlayacağını bildirmişti.47

Amerikalılar, diğer ülkelerin misyoner okullarına tanınan ayrıcalıkların aynılarının kendi okullarına da tanınması isteklerine, misyonerlerin buradaki çalışmalarını zorlaştıran ve Amerikan vatandaşlarının güvenliğini sağlayamadığını düşündükleri Beyrut valisi Reşit Bey’in görevden alınmasını da eklemişler ve vali değişinceye kadar savaş gemilerini Beyrut limanında bekleteceklerini bildirmişlerdi. Amerikan tarafının baskısı ve tehditleri sonucunda Beyrut Valisi Reşit Bey görevden alındı.48

Babıali, Amerikan okullarına uzun süredir her yöntem kullanılarak sağlanmaya çalışılan ayrıcalık ve imtiyazları vermeyi reddetmeye devam etti. Çünkü Osmanlı topraklarında; İstanbul, Beyrut, Kudüs, Kayseri, Tarsus, Selanik, Van, Adana, İzmir, Maraş, Sivas, Halep, Antakya, Erzurum, Muş, Trabzon, Mardin, Manastır, Tripoli, Baalbek, Humus, Hama ve Ramallah gibi önemli kentler başta olmak üzere hemen hemen imparatorluğun her tarafını örümcek ağı gibi sarmış kayıtlı 142 misyoner okulu, misyonerlerin idaresinde hastane, İncil dağıtım kurumları ve kilise yapıları bulunuyordu.49 Kayıt altında olmayan benzer kurumlar listeye eklendiğinde sayı 300’ü aşıyordu. Bu nedenle Babıali artık kontrolünün dışına çıkmış olan misyoner okullarına daha fazla ayrıcalık
tanıyarak elinde kalmış olan son denetim aracını da kaybetmemek için
Amerikan isteklerine karşı direniyordu. Misyoner okulları konusundaki
isteklerinden vazgeçmek niyetinde olmayan Amerikan Hükümeti bu sefer 1904 yılı Ağustos ayında üç savaş gemisinden oluşan bir filoyu İzmir limanına gönderdi. Amerikan Kabinesinde yapılan toplantıda, talepler Babıali tarafından karşılanmazsa Leishman’ın geri çağrılmasına ve diplomatik ilişkilerin tamamen kesilmesine karar verilmişti.50

Artan baskılar neticesinde Babıali Amerikalı misyoner Bayan Lane’e
ait İzmir’deki çiftlik üzerinde tartışma konusu olan 5.000£ tutarındaki
meblağı ödemeyi kabul etti. Ortaelçi Leishman diğer talepleri yazılı
bir nota ile karşılanmazsa İzmir limanına gelen savaş gemilerinden bir
tanesinin İstanbul’a gelmesini isteyeceğini ve bu gemi ile İstanbul’dan
ayrılacağını Babıali’ye bildirmişti.51

Amerikan Dışişleri Bakanlığı misyoner Lane sorununun çözümünü
yeterli buldu ve filonun İzmir limanından ayrılması ve Leishman’ın
da görevinde kalması talimatını vererek zikredilen hadise üzerinde bir
süreliğine daha fazla ileri gitmemeyi çıkarlarına uygun gördü.52 Babıali
sözlü olarak Amerikan misyoner okullarına diğer ülkeler, örneğin Fransa
ile eşit muamelede bulunacağını bildirdi ve konu bir nota ile Amerikan
elçiliğine iletildi. İzinsiz açılan okul ve kurumlar gerekli formaliteleri
tamamladıktan sonra tanınacaktı. Amerikan tarafı sözlü güvenceyi ve
notayı yeterli bularak merkezin de talimatıyla misyoner okulları ile ilgili
taleplerini de bir süreliğine dondurma kararı aldı. Misyonerlerin iftira
ve kara propaganda temelli şikâyetleri iki ülke arasındaki ilişkilerin
savaşın eşiğine gelmesine neden olmuştu.

R. L. Daniel, Türklere iftira atılması uygulamasının Haçlı seferlerine
kadar gittiğini ve ABD’li misyonerlerin Türklerin mevcut kötü Gününden faydalanarak bu imajı hemen sömürmeye başladıklarını hatta Büyükelçi H. Morgenthau’nun Türkler için; “anlayışsız”, “acımasız”, “psikolojik olarak ilkel”, “zorba, korkak”53gibi sıfatları kullanacak kadar ileri gittiğini, ABD’deki gazetelerin 250.000 evsiz küçük Ermeni çocuğun ABD misyonları tarafından barındırıldığını, Türklerin Ermenilere zulüm yaptığı; 13, 14 yaşındaki Ermeni kızların Türk haremlerine alındığı, 54 daha da romantikleşerek mazlum, güzel yüzlü Ermeni soyunun yok edildiği propagandasının yoğun şekilde yapıldığını söylemektedir.55
R. L. Daniel’in de söylediği gibi özellikle misyonerlerin dezenformasyona
dayalı gayretleri ile, ABD kamuoyunda Ermenilere karşı bir minnet
duygusu oluşturulmaya çalışılmış ve bunda başarılı da olunmuştu.
Bu esnada Amerikan vatandaşları Osmanlı topraklarında ticaret dahil
pek çok alanda faaliyet gösteriyordu. 1895 yılı resmi istatistiklerine göre
600’den fazla Amerikalı Osmanlı ülkesinde bulunmaktaydı. Kongre
raporları tam sayıdan emin olmasa da Osmanlı uyruğu olup Amerikan
vatandaşlığı kazanarak tekrar Osmanlı topraklarında yaşamaya başlan
pek çok Amerikalı vardı. Amerikan Elçiliğinin Babıali’ye sunmuş
olduğu listeye göre, tüm Osmanlı topraklarında özellikle Anadolu’da
faaliyet göstermekte olan misyoner okul ve teşkilatlarının resmi sayısı
172 idi.56 Gayri resmi rakam resmi sayının iki katından fazlaydı. Bu
ABD’li Misyonerlerin Osmanlı Topraklarında ki Faaliyetleri 157
esnada Amerikan gazetelerinde sürekli Hıristiyanların ve Ermenilerin
Türkler tarafından katledildiği haberleri yapılıyordu.57
Misyonerlerin şikayet konularından bir tanesi de mektuplarının açılarak
Türk makamları tarafından okunduğu iddiasıydı. Bu şikayet 1892
yılında tekrar yapılmış ve daha sonra sorun çözülmüştü. 1907 yılına
gelindiğinde ABCFM Amerikan Dışişleri Bakanlığı’na başvurarak
mektuplarının yerel Osmanlı makamları tarafından açıldığı ve okunduğu
şikayetinde bulundu. ABCFM başkanı James Barton’a göre bu
duruma müsamaha gösterilmesi halinde Türk idareciler uygulamayı
sıradan hale getirecek ve misyonerlerin Osmanlı Posta teşkilatı vasıtasıyla
haberleşmeleri imkansız hale gelecekti.58

Her ne kadar kişisel yazışma ve haberleşme hakkı dokunulmaz ise de,
misyonerlerin Osmanlı topraklarında göstermekte oldukları faaliyetler
posta yoluyla Boston’daki merkezlerine gönderdikleri rapor ve bilgiler
genellikle yasadışı çalışmalarını ve niyetlerini açığa çıkardığı için mektuplarının
okunması deşifre olmalarına neden oluyordu. 

Boston’daki merkezin olaya müdahale edilmesini isteme nedeni de buydu. Şikayete neden olan hadiseler Erzurum’daki misyoner Doktor Underwood ve
Manastır’daki misyoner Mr. Clarke’nin mektuplarının açıldığı iddiası
ile ortaya çıkmıştı.

Misyonerlerin Balkanlardaki çalışmaları da hız kesmeden devam etmekteydi. İlbasan şehrinde bir misyoner okulu ve hastanesi kurmak için toprak satın almaya çalışan misyoner Telford Erickson buradan Manastır kentine, daha sonra da İstanbul’a sürüldü. Hadise ABD’nin Manastır’daki çıkarlarını korumayı üstlenmiş olan Avusturya Konsolosu tarafından İstanbul’daki ABD elçiliğine bildirildi. Misyoner Erickson daha önce Osmanlı idarecileri tarafından Bulgarlara yapıldığı gibi misyonerlerin Arnavutların da Osmanlı Devleti’ne karşı isyan etmelerini sağlayacak çalışmalar yaptığı için Tiran’dan İlbasan’a gönderilmişti.59
Amerikan elçiliğinin ısrarlı taleplerine ve protestolarına rağmen misyoner
Erickson’un İlbasan’a dönmesine izin verilmedi, Erickson Manastır’a dönerek ailesine katılabilecekti.60 Misyonerler bizzat Ermeni çeteleri tarafından organize edilenler dahil her olayda sorumluluğu Osmanlı hükümetine ve Türklere ihale etmeyi alışkanlık haline getirmişlerdi.61
Örneğin, Robert Koleji Müdürü olan G. Washburn hatıratında; Taşnak mensubu Ermenilerin 1896 Osmanlı Bankası baskınına bilinçli olarak Osmanlı idaresi tarafından izin verildiğini söyleyerek ve kentteki tüm çatışma ve katliamları Türklere yükleyecek kadar ileri gitmektedir.62 

1917 yılında misyonerlerin Osmanlı topraklarındaki yaklaşık bir asırlık çalışmaları o boyuta ulaşmıştı ki kendi deyimleri ile dünyada hatta Osmanlı ülkesinde hiç kimse Osmanlı nüfus yapısını ve arazisini misyonerlerden daha iyi bilmemekte idi. Yine misyonerlerin 1887 tarihli raporlarına göre; “… gelecek 30 yıl içinde Asya ve Avrupa Türkiye’sinin kaderi Amerikalı Protestan misyonerlerin elinde
olacaktı”.63 Misyonerlerin bu kadar iddialı bir söylemde bulunabilmelerinin
temel nedeni Balkan topraklarında ve Bulgaristan’da kazandıkları başarılar ile Asya topraklarındaki Ermenileri ayaklandırabileceklerine olan güvenleriydi.

Misyonerlerin Ermeni Tebaayı Kışkırtma Faaliyetleri ve İki Ülke İlişkilerinde Kriz Dönemi 1894-1895 dönemi kuluçka devresini tamamlayan misyonerlerin
Anadolu topraklarındaki faaliyetlerinin ilk sonuçlarını vermeye başladığı
yıllardır. Zeytun, Maraş, Muş, Antep, Halep, Urfa, Haçin Saimbeyli, Trabzon, Merzifon, Harput, Erzurum, Van, Mersin ve İstanbul’da yaşayan Taşnak ve Hınçak mensubu Ermeni komitacılar bu dönemde geniş çaplı bir başkaldırı denemesine giriştiler.64 Komitacı Ermenilerin birinci kışkırtıcısı Çarlık Rusya iken hemen arkasından Amerikalı misyonerler
geliyordu. Misyonerler sadece bu bölgedeki Ermenileri kışkırtmakla
ilgilenmemiş, daha önce de söylendiği gibi Alevi Osmanlı vatandaşlarını
da kışkırtarak isyanı geniş çaplı bir tabana yaymaya çalışmışlardı.65
İngiltere’nin kışkırtma faaliyetleri Rusya ve Amerika’nın gerisinde
kalmıştı. Ermeni başkaldırıları sırasında Amerika Marblehead isimli
savaş gemisini tehdit amacıyla Mersin Limanı’na gönderdi. Amerikan
ortaelçisi Babıali’yi Haçin’deki misyonerlerin zarar görmesi durumunda
Haçin kaymakamının kellesini isteyeceği şeklinde tehdit edecek kadar
ileri gitti.66
Kongre’de ve kamuoyunda ise masum Ermenilerin ve Hıristiyanların
katledildiği haberleri yayıldı. Amerikan arşiv belgelerine göre 1894-
1895 yıllarında meydana gelen olaylarda hayatını kaybeden Ermenilerin
sayısı 30.000’di. Resmi araştırmalara dayanmayan bu rakamların ve
hadiselerin abartılı olduğunun Amerikalılar da farkındaydı.67
Aslında bu tarihe kadar Ermeniler Osmanlı Devlet katlarında çok
yoğun olarak görev almışlardı ve kendilerine karşı herhangi bir ayrım
ABD’li Misyonerlerin Osmanlı Topraklarında ki Faaliyetleri 159
söz konusu değildi. Amerikan gizli belgelerinde ve dönemin gazetelerinde
Ermeni ulusunun düşmanı olarak gösterilen II. Abdülhamit, 1889
yılında Hazine’yi Hassa’ya ait olduğunu ilan ettiği Musul dahil Basra
Körfezi’ndeki petrol yataklarının bağlı bulunduğu kurumun başına
bir Ermeni olan Agop Ohanes Kazazyan Paşa’yı getirmekte sakınca
görmemişti.68
Yabancı misyonerler, diplomatik görevliler, yazarlar ve gazeteciler
tarafından II. Abdülhamit’e ve Türk milletine karşı bilinçli olarak
tırmandırılan nefrete dayalı önyargılı yaklaşım, ABD’nin İstanbul
Ortaelçisi S. Sullivan Cox’un hatıratında da mesnetsiz ve tarafgir olduğu
için sıklıkla eleştirilir. Cox, “… gerçeklerin Amerika ve Batı’da bilindiğinden
çok farklı olduğuna bizzat kendi gözlerimle şahit oldum...”
demektedir.69 Osmanlı Donanmasının hizmetine girmiş olan diğer bir
Amerikalı, Amiral Buchan Paşa da Washington Post muhabirine vermiş
olduğu röportajda; Abdülhamit hakkında Amerikan kamuoyunda
söylenenlerin doğru olmadığını belirtmişti.70
Kongre ve kamuoyunun katliam iddialarına rağmen 1894-1895
isyanları için gönderilen savaş gemileri de herhangi bir katliam izi bulamadan
geri dönmek zorunda kaldı. İsyanlar iki ülke arasındaki vatandaşlık
sorunlarının tekrar gündeme gelmesine neden oldu. Osmanlı Devleti özellikle Ermenilerin yoğun olarak Amerikan vatandaşlığına geçmesi üzerine 1869 yılında Sultan’ın izni olmaksızın tebaanın başka bir ülkenin vatandaşlığına geçişini yasaklamış, izinsiz geçişleri geçersiz saymaya başlamıştı. Amaç, Taşnak ve Hınçak komitacılarının Amerikan vatandaşlığı kazanarak geri dönüp serbestçe tedhiş eylemlerinde bulunmasını engellemekti. Yasa, komitacılık ile ilgisi olmayan Ermenileri de kapsıyordu.
1869 yılındaki bu kararın da etkisiyle iki ülke arasında sonradan Amerikan vatandaşlığı kazanarak tekrar geri dönmüş olan Ermenilerin durumu ile ilgili anlaşmazlık devam etmekteydi. Amerika’ya giderek bu ülkenin vatandaşlığına geçen Ermeniler daha sonra yaşadıkları yere geri dönüyor ve Amerikan vatandaşlarına tanınan kapitüler ayrıcalıkların kendilerine de tanınmasını talep ediyorlardı. Böylece Taşnak ve Hınçak mensupları işledikleri suçlara karşı Türk mahkemelerinde yargılanamayacak lardı.
Amerikan Hükümeti her ne kadar Ermenilerin taleplerini yersiz bulsa da kapitüler haklardan istifade etmelerini de sağlama politikasını devam ettiriyordu. Amerika’nın aksine Rusya, İngiltere, Avusturya, Fransa, Almanya gibi büyük Avrupa devletleri 1869 yasasını tanıyarak ve Sultan’ın izni olmadan vatandaşlıklarına geçen Osmanlı tebaasına Osmanlı topraklarında kapitüler koruma sağlamayı reddediyorlardı.71
Ermeni olaylarının ve misyoner faaliyetlerinin etkisiyle 1895 yılında
Amerikan Hükümeti fait accompli durumu yaratarak Babıali ile herhangi
bir ön görüşmeye lüzum görmeksizin Erzurum ve Harput’ta konsolosluk
açmaya karar verdi. Bu amaçla Robert S. Chilton Erzurum, William
D. Hunter ise Harput konsolosları olarak atandı. Chilton ve Hunter
Haziran ayında ABD’den yola çıkarak Temmuz’da İstanbul’a ulaştılar.
Babıali her iki konsolosa görevlerini yapabilmeleri için gerekli izni sağlayacak
olan beratları vermeyi reddetti. İki konsolos iki ay beratlarının verilmesi için beklemelerine rağmen Babıali’nin kararının değiştirilmesinin başarılamaması üzerine 11 Eylül tarihinde merkezden gelen talimata uygun olarak berat almaksızın hükümetleri tarafından atanmış oldukları görevlerine başlamak üzere Erzurum ve Harput’a doğru yola çıktılar.72
İki konsolos gemi ile Trabzon’a geldiklerinde buradan hareket ederek
Erzurum ve Harput’a gitmelerine müsaade edilmedi. Trabzon, Erzurum ve Harput’ta komitacı Ermenilerin neden olduğu karışıklıkların da etkisiyle, Chilton Amerika’ya geri çağrılırken, Hunter’a İstanbul’daki Amerikan elçiliğinde başka bir görev verildi. Her ne kadar fait accompli konsolos atamalarında Amerika geri adım atmış gibi görünse de, Harput ve Erzurum’a konsolosluk açma girişiminden
vazgeçilmedi. İstanbul’daki Amerikan ortaelçisinin artan ısrarı üzerine Babıali Erzurum’da Amerikan konsolosluğu açılmasına müsaade edeceğini fakat Harput’a müsaade edilmeyeceğini Amerikan tarafına bildirdi.73
Amerika’nın adı geçen bölgede herhangi bir ticari faaliyeti söz
konusu değildi. Atama, misyonerlerin çalışmalarına yardımcı olmak
ve Osmanlı’ya isyan etmiş olan Taşnak, Hınçak ve kısmen Armenakan
komitacısı Ermenilere daha yakın bulunmak amacıyla yapılmıştı.74
Belirtilen gerekçelerden haberdar olan Babıali bu nedenle konsoloslara
berat vermeyi reddetmiş, Amerikan Hükümeti Babıali’nin izni olmaksızın
konsoloslarını göreve başlatmak için harekete geçmeye karar
vermişti.
ABD’li Misyonerlerin Osmanlı Topraklarında ki Faaliyetleri 161
1830 Tarihli Ticaret ve Seyrüsefayin Antlaşması’nın Dördüncü Maddesinin
Uygulamasından Doğan Sorunlar 1830 tarihinde imzalanarak 1831 tarihinde yürürlüğe giren Ticaret ve Seyrüsefayin Antlaşması’nın dördüncü maddesi ABD’ye kapitüler haklar tanıyordu. İki ülke arasındaki hukuki sorunların en önemlisi 1830 antlaşmasının söz konusu maddesinin yorum farkından doğan anlaşmazlıklar dolayısıyla ortaya çıkmaktaydı. Babıali değişik zamanlarda söz konusu antlaşmanın dördüncü maddesinin tekrar ele alınmasını ve yorum farklarının giderilmesini talep etmesine rağmen Amerikan tarafı oldu bitti durumu yaratarak elde ettiği hukuki ayrıcalık sağlayan kapitüler hakları görüşmeye yanaşmıyordu. Amerikan Dışişleri Bakanlığının iddiasına göre; Antlaşmanın Türkçe orijinali Babıali tarafından değiştirilerek dördüncü madde revize edilmiş, böylece İngilizce tercüme ile Türkçe orijinal arasındaki farklılık ortaya çıkmıştı.75
Oysa Amerikan tarafının sahip olduğunu düşündüğü yargılama ile
ilgili kapitüler haklar belirtilen geniş ölçüde hiçbir ülkeye tanınmamıştı.
Bu nedenle Amerikan tarafının iddiasının doğru olması mümkün
değildir. 1901 yılı Ocak ayı başlarında Babıali Amerikan orta elçiliğine
bir nota vererek söz konusu maddenin görüşülmesini istemiş, fakat
Amerikan tarafı bu notaya cevap vermemeyi tercih etmişti. Babıali’nin
1902 yılı Ağustos’undaki ikinci teşebbüsü de Amerikan Hükümeti
tarafından antlaşmalar ile elde edilen hakların tartışmaya açılamayacağı
gerekçesi ile reddedildi.76 Dördüncü madde üzerindeki anlaşmazlık
kapitülasyonların I. Dünya Savaşı’nın ilk aylarında tek taraflı olarak
kaldırılmasına kadar devam etmiştir. Kapitüler hakların neden olduğu
en önemli sorunlardan bir tanesi çifte vatandaşlık, başka bir deyişle
Amerikan vatandaşlığı kazanmış Osmanlı tebaası gayrimüslimlerin tabi
olacakları hukuk sorunu idi.

Osmanlı Devleti özellikle Ermenilerin yoğun olarak Amerikan
vatandaşlığına geçmesi üzerine 1869 yılında Sultan’ın izni olmaksızın
tebaanın başka bir ülkenin vatandaşlığına geçişini yasaklamış, izinsiz
geçişleri geçersiz saymaya başlamıştı. Özellikle Hınçak mensubu
komitacı Ermenilerin neden olduğu karışıklık ve isyanların artarak
devam ettiği 1895 yılında Amerika ile Osmanlı Devleti arasında 1830
antlaşmasının dördüncü maddesinin farklı yorumlanmasından doğan
yargılama problemlerine Amerika’ya giderek bu ülkenin vatandaşlığını
kazanan ve Osmanlı topraklarına dönüşlerinde Amerikalıların sahip
olduğu hukuki ayrıcalıklardan yararlanmak isteyen Ermenilerin de
dahil olduğu daha önce söylenmişti. Amerikan Hükümeti dördüncü
maddenin yorumunu Osmanlı’ya karşı isyan etseler, ayaklanmaya katılsalar
ve devletin güvenliğine karşı eylemde bulunsalar bile Amerikan
vatandaşlarının ve sonradan Amerikan vatandaşlığı kazanmış olan
Osmanlı uyruklarının yerel makamlar tarafından tutuklanamayacağı ve
yargılanamayacağı boyutuna taşımıştı.77

Amerikan Hükümeti istekleri elde edilemeyince gunboat diplomasisini
uygulamaya koyarak ve savaş gemilerini Türk limanlarına göndererek
gözdağı vermeye başladı. Bu dönemdeki yargılama usullerine örnek
iki olay Arekliyan ve Muradyan vakalarıdır. 1895 yılı Temmuzunda,
Garabet Ağa Koyunciyan isimli Ermeni vatandaşı öldürdükleri gerekçesi
ile 150 kişi Merzifon’da tutuklandı. Tutuklananlar arasında Krekor
Arekliyan isimli sonradan Amerikan vatandaşlığına geçen bir Ermeni
de vardı. Arekliyan, Merzifon’daki Anadolu Kolejinde öğrenciydi.
Amerika’nın Sivas konsolosu ve Ortaelçi Terrell Amerikan vatandaşı
olduğu için Arekliyan’ın serbest bırakılması amacıyla vakit geçirmeksizin
girişimde bulundu.78
Üzerinde şüphe uyandıracak belgeler ele geçirilmiş olmasına rağmen
Arekliyan, hakkında yeteri kadar delil bulunamadığı gerekçesi ile 21
Ağustos’ta serbest bırakıldı. Arekliyan daha sonra Osmanlı topraklarını
terk etti. Aynı yılın Eylül ayında Mardiros Muradyan isimli bir yıl önce
Amerikan vatandaşlığına geçmiş olan Ermeni, Hınçak çetesi lehine
casusluk suçlaması ile Amerika’dan İstanbul’a dönüşünde tutuklandı.
Muradyan’ın üzerinde Ermenice yazılmış 41 mektup ve çeşitli belgeler
bulunmuştu. Birkaç gün sonra Muradyan gözetim altında bulunmak
kaydıyla serbest bırakıldı ve üzerinde bulunan belgeler incelenmek
üzere Amerikan elçisine teslim edildi. Amerikan ortaelçisi, Muradyan’ın
Hınçak çetesi üyeliği dışında suçsuz olduğunu ve özgürlüğüne kavuşması
gerektiğini iddia ediyordu. Muradyan sınır dışı edilmek üzere
Amerikan elçiliğine teslim edildi ve daha sonra Türkiye’den ayrıldı.79
Amerikan doğumlu vatandaşların neden olduğu hukuki problemler
ve yargılama usullerindeki anlaşmazlıkların yanı sıra Arekliyan
ve Muradyan gibi sonradan Amerikan vatandaşlığına alınmış olan
Ermenilerin Osmanlı topraklarında neden oldukları hukuki açmazlar
ve sorunlar ilerleyen yıllarda da iki ülke arasındaki ilişkilerde zaman
zaman bunalım düzeyinde gerginliğe neden olacaktır. Bu durumlarda
ABD’li Misyonerlerin Osmanlı Topraklarında ki Faaliyetleri 163
Osmanlı Hükümeti özellikle Amerikan vatandaşlığı kazanan tebaanın
1830 antlaşmasından yararlanma hakkını reddederek, çoğunlukla ülkeyi
terk etmeleri şartıyla suçluların Amerikan elçilerine teslimi yöntemini
uygulamaya koymayı tercih etti.80

Amerikan vatandaşlığı kazanmış Osmanlı tebaası Ermenilerin iki
ülke arasında neden olduğu sorunlar, Osmanlı hükümetinin Sultan’ın
izni olmaksızın başka ülkenin vatandaşlığına geçen tebaasının bu işlemini
geçersiz sayması ve kendi iç hukuk yargılama usullerinde direnmesi
iki ülke arasındaki tansiyonu diplomatik ilişkilerin kesileceği 1917 yılına
kadar belli dönemlerde yükseltecektir. Örneğin, 1896 yılında Senato’ya
sunularak Dış İlişkiler Komitesi’nde görüşülen bir önergede; Osmanlı
ülkesinde yaşayan Ermenilerin durumu, Amerikan vatandaşlığı kazanan
Ermenilerin pasaportlarının Osmanlı Devleti tarafından tanınıp
tanınmadığı, bu vatandaşların Osmanlı ülkesini ziyaret etmelerine ve
ailelerinin Amerika’ya göç etmesine izin verilip verilmediği sorulmaktaydı.
Önergeye verilen cevapta; Babıali ile Amerika arasında henüz bir
vatandaşlık antlaşması bulunmadığı, bununla birlikte başka bir ülkenin
vatandaşlığına geçen tebaanın da cezalandırılmadığı belirtilmişti.81
Osmanlı Devleti Amerikan vatandaşlığına geçen tebaasının geride
kalan birinci derece akrabaları ve bazen ikinci derece olanlar da dahil
Amerika’ya göç etmesine zorluk çıkartmamaktaydı. Aslında ABD
izin almadan vatandaşlığına geçmiş olan tebaanın haklarını korumaya
çok istekli değildi ve daha önce söylendiği gibi diğer büyük devletler;
İngiltere, Rusya ve Fransa izin almadan vatandaşlıklarına geçen tebaa
üzerinde Osmanlı topraklarında hukuki yargılama usulü ya da vatandaşlık
haklarından doğan herhangi bir talepte bulunmamaktaydı. Senato’ya
sunulan önergeye verilen cevapta Amerikan Hükümetinin de artık bu
yönde bir eğilim takip etmek niyetinde olduğu görülmektedir.82
1901 yılı başlarında Osmanlı Hükümeti biriken vatandaşlık ve
yerleşim sorunlarını çözmek için yeni hükümleri uygulamaya koydu.
Sonradan Amerikan vatandaşlığı kazanmış tebaa ve Filistin’e yerleşerek
koloniler kurmak için her türlü fırsattan yararlanmaya çalışan Yahudilere
karşı tedbirler alındı.83 Başka bir ülkenin vatandaşlığına izinsiz olarak
geçen Osmanlı vatandaşları vatandaşlıktan doğan tüm haklarını kaybedecekler
ve ülkeye geri dönüşlerinde tutuklanacaklardı. Başka bir ülke
vatandaşlığına geçiş izni isteyenler asla bir daha geri dönmeyecekler ve
dönüşlerinde uyruğunda bulundukları devletin kapitüler haklarından
yararlanamayacaklardı.84 Osmanlı vatandaşı olmayan Yahudiler ise Yafa
girişinde pasaportlarını Türk yetkililere teslim edecekler ve Filistin’de
üç aydan fazla kalamayacaklardı. Üç aydan fazla kalanlar ise geldikleri
ülkeye geri gönderilecekti.85

Filistin’de kurulacak Yahudi kolonilerinin daha sonra sebep olacağı
sorunları önceden kestiren II. Abdülhamit, aldığı tedbirlerle bunu
engellemeye çalışmış fakat yerel idarecilerin ihmalleri ve rüşvetle iş görmeleri
nedeniyle alınan tedbirler çok fazla işe yaramamıştır.86
Bu esnada 1894-95 yılları arasındaki isyanlarda Türk sularına gönderilen
Savaş gemileri geri dönmüştü ama Türk Amerikan ilişkilerini uzun
yıllar sürecek yeni bir bunalım beklemekteydi. 1895 yılı Kasımındaki
Ermeni isyanı esnasında Harput’taki misyoner binaları yakılmıştı ve
Amerikalıların iddiasına göre 100.000$’lık zarar meydana gelmişti.
Yine aynı olaylarla bağlantılı olarak Maraş’taki Amerikan Bilim Okulu
da zarar görmüştü ve henüz zararın maddi değeri tespit edilememişti.
Amerikan Hükümeti her iki kurumun görmüş olduğu zararın
Osmanlı Hükümeti tarafından tazmin edilmesini talep etmekte iken,
Babıali olayda sorumluluğu bulunmadığı gerekçesi ile bu isteği kabul
etmiyordu. Misyonerler, sürekli can güvenliklerinin olmadığını söyleyerek
Amerikan Hükümetini Osmanlı Devleti’ni sıkıştırması için
tahrik etmekteydiler. Daha sonra yapılan inceleme misyonerlerin vuku
bulan zarardan %25 daha fazla tazminat talep ettiklerini ortaya çıkardı.
Misyonerlerin ve Ortaelçi Terrell’in gönderdikleri raporlar Kongre’deki
bazı temsilcilerin Amerika’nın Ermenistan’ın bağımsızlığı için Osmanlı
Devleti’ne müdahale etmesini isteyecek aşırılığa kadar varmıştı.87
İki ülke arasında tazminat ve diğer sorunlardan doğan anlaşmazlıkları
güç gösterisi ile çözmeye karar veren Amerikan yönetimi 1900 yılının
sonunda Kentucky savaş gemisini Osmanlı Hükümeti’ne gözdağı vermek
amacıyla İstanbul’a gönderdi. Karar verilmeden önce talimat üzerine,
Ortaelçi Terrell İstanbul ve Çanakkale istihkâmları hakkında topladığı
bilgileri Washington’a iletmişti. Bu durum Amerikan Hükümeti’nin
güç kullanarak İstanbul’a gelmeyi ciddi olarak düşündüğünü göstermesi
açısından önemlidir. Ayrıca İsyan girişimleri başarısız olan Hınçak
mensubu komitacı Ermeniler Amerika’dan yardım talep etmişti.88 Gemi
Kaptanı Amiral Chester idi. Bu ziyaret esnasında Chester ve diğer üst
düzey subaylar II. Abdülhamit tarafından Yıldız Sarayı’nda akşam
yemeğine davet edildi. Amerikan ortaelçisi Lloyd C. Griscom’un raporuna
göre; yemekte Abdülhamit iki ülke arasındaki sorunlara değinmeABD’li
Misyonerlerin Osmanlı Topraklarında ki Faaliyetleri 165
yerek, Amerikan tüfeklerine olan güvenini ve Amerika’dan satın almayı
düşündüğü yeni savaş gemilerini gündeme getirmeyi tercih etmişti.89
Amiral Chester tehdit amaçlı olmasına rağmen dostane biten bu
görev esnasında Osmanlı topraklarında bazı maden imtiyazları elde
ederek bundan kazanç sağlayabileceği düşüncesi ile ziyareti esnasında
sonraki yıllarda iki ülke ilişkilerinde önemli bir yer tutacak
olan “Chester Demiryolu Projesi”nin ilk çalışmalarını yaptı. Chester
Demiryolu Projesi Lozan görüşmelerinde de gündeme gelecek daha
sonra parasal nedenlerle projeden vazgeçilecektir. Chester Projesi ileriki
sayfalarda ayrıntılı olarak ele alınacaktır. ABD’nin talep etmekte olduğu
ve 88.000$ olarak tahmin edilen zarar tazminatı 100.000$ olarak 1901
yılında ödendi.90

3 CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR,

***

24 Mart 2015 Salı

Cumhuriyet’e Karşı Ermeni-Kürt İşbirliğinin İçyüzü


Cumhuriyet’e Karşı Ermeni-Kürt  İşbirliğinin İçyüzü





Yavuz Selim,

20.06.2005/Sayı:84


Taşnak-Hoybun

Biz aynı dava için çalışan iki toplumuz. 
Ermenistan ve Kürdistan'ın, yani ülkemizin kurtuluşu için savaşıyoruz. 
Planlarımız gerek Türk, gerekse Kürt kardeşlerimizle el ele mücadelemize devam etmektir.
Terör Örgütü ASALA’nın Lideri Agop Agopyan



“Zayıf ve saf milletleri siyasi bir silah gibi kullanmak, asırlardan beri kuvvetli hükümetlerin takip ettiği bir usuldür. Bunun en çok ve en parlak misalleri Türkiye’de görülür. Bir vakitler Arnavutlar; Avusturya ve İtalya elinde kör bir balta gibi işledi, fakat o kadar çok işledi, o kadar sert şeylere çarpıldı ki nihayet kırıldı. Sonra Araplar, bunlar da yine iki devletin elinde aynı hizmeti gördüler ve aynı akıbete uğradılar. Şimdi düştükleri uçurumdan ancak iniltilerini duyuyoruz.”

Taşnak-Hoybun: İleri Yayınları’ndan çıkan bu son kitap, emperyalizmin, kirli çıkarlarını gerçekleştirmek için oynadığı oyunları, kurbanlarını nasıl ağına düşürdüğünü, Batı’nın gerçek yüzünü anlatan bir başyapıt.
Bir solukta okunacak bu kitap ile emperyalizmin, tarihte hiçbir zaman var olmayan bir ulusu, emperyalizme hizmet için nasıl yarattığına tanık olacaksınız.

Taşnak-Hoybun’un doğuşu

Siyaset bir fert için bir milleti mahvedecek kadar merhametsizdir. Maksat Türkiye’yi zayıf düşürmek ve Türkiye’den ayırdıkları milletlerin lokmasına ortak olmaktı. Ortak olmak değil, lokmalarını başkalarına da peşkeş çektiler. Fakat Türkiye’yi zayıf düşüremediler, bilakis akideleri bozulmuş unsurlardan sıyrılarak daha kuvvetli bir vaziyet aldı. O halde Türkleri uğraştıracak yeni bir unsur, yeni bir kurban lazımdı. Bu mahiyette üç kuvvet bulabildiler. Ermeniler, Kürtler ve Türk hainleri. Bu üç unsuru birleştirerek kuvvetli bir taciz aleti yapmak için senelerce uğraştılar.
Türkiye’de Türk ile Kürt arasında yalnız bir kelime farkı olup tarih, din, adet ve kardeşlik itibarıyla birini diğerinden ayırmak güç olduğu için muvaffak olamadılar. Türk hainleri ise her yerde ve her vaziyette yine hain kalmış, bazen Ermenileri, bazen ecnebileri ve ekseriye de yekdiğerlerini kandırıp dolandırarak bir işe yaramayacaklarını göstermiş olduklarından, bunlardan sarfınazar edilmiştir. Elde yalnız Ermeniler kalıyordu. Bunlar filhakika Osmanlılığın son devrelerinde keskin bir siyaset baltası olmuşlardı. Makedonyalıları Büyük Bulgaristan, Rumları Büyük Yunanistan oltasıyla avlayanlar, bunları da Büyük Ermenistan ağına düşürmüşlerdi. Büyük harbin darbeleriyle sersemlemiş olan bu unsurun karşısında tekrar aynı lokmayı tutmak, onların iştahını harekete getirebilecekti. Fakat Ermeniler zeki ve tecrübeli adamlardı, zaman ve şeklin değişmiş olduğunu ve eski tasavvurun tahakkukuna imkan kalmadığını görüyorlardı. Esasen “Büyük Ermenistan” gayesini ilk defa ortaya atanlar Taşnak-Sutyunlar olduğu için onlar bu yeni tahriklere derhal bir uyanışla cevap verdiler. Ancak Ramgavar ve Hınçak gibi ağırbaşlı ve doğru düşünen diğer Ermeni fırkaları sergüzeşt siyasetinden ayrıldılar. Onlar Ermenileri ezdirmek değil, çalıştırarak yükseltmek programını kabul ettiler. Bunlar Ermenilerin ekseriyetini teşkil ediyorlardı. Taşnaklar yalnız başına Türkiye üzerinde bir tesir yapacak kuvvette değildir. Ecnebi servisleri için yapacak bir tek çare vardı: Taşnaklarla Türkiye haricindeki Kürtleri birleştirmek ve bunun için de büyük harpte “Wilson Prensipleri” diye ortaya atılmış olan yıkıcı propagandadan istifade etmek. Ve öyle yaptılar: Türkiye’den kaçan ve hangi milletten oldukları belli olmayan birkaç serseriyi Kürt mümessili diye satın alarak “Müstakil Kürdistan” sakızını ağızlarına verdiler.
İngilizler Kürtlerin bir iş göremeyeceğini anlayınca, bunları Ermeni Taşnak komitasıyla birleştirmeyi düşündüler. Ermeniler teşkilat, fen ve propaganda hususlarını temin edecek Kürtler de bunların elinde bir alet kullanılacaktı.
Türklere karşı yapılacak mücadelede Ermeni kanı ve Ermeni parası dökülmedikçe Hınçak ve Ramgavar gibi muhalif fırkalardan da yardım görmek ve Ermeni davasını Kürtlerle kazanmak Taşnak siyasetine pek uygun geliyordu. Alelhusus teşekkül edecek büyük Ermenistan’ın içinde kalacak olan Kürtler şimdiden ne kadar kırılır ve ne kadar zayıflarsa Ermeniler için o kadar faydalı idi. Bir taşla birkaç kuş vuracaklarını anlayan Taşnaklar İngiliz davetini büyük bir heyecanla kabul ettiler.
Teşkil edilecek cemiyetin isminin Kürtçe olması hem Kürtleri okşamak ve hem de asıl maksadı saklamak noktai nazarından muvafık görülmüştü. Halbuki Ermenileri de okşamak ve Ermeni gayesini kaybetmemek lazımdı. Taşnakların ilk teşekkülü zamanından beri aralarında milli bir tabir gibi Hoybun yani “Ermeni yurdu” tabirini aldılar. Kürtçe “istiklal” manasında bir kelime mevcut olmadığından “benlik” manasına gelen “Hoybun”u tevil ederek ve “Hoybon”un imlasını hafifçe değiştirerek kabul ettiler.
Bu suretle temeli ve iskeleti Taşnaklardan, ruhu İngilizlerden ve eti Kürtlerden ibaret olan bu cemiyete “Hoybun” dediler.

Ağrı Dağı'nı şakilere nasıl mezar yaptık

Ağrı Dağı'nı şakilere nasıl mezar yaptık

Kürtler kimdir?

Tarihin ilk devrelerinde Suriye’nin yüksek dağlarında “Gutus” adını taşıyan bir halk otururdu.
Ninva’nın sükutundan sonra bu kabile Midyalılarla karıştı. Bu sıralarda nereden geldikleri belli olmayan bir çok ari kabileler Gutusların mıntıkasına gelip yerleşiyorlardı. Son keşfiyatta bunların İskandinavya’dan geldikleri anlaşılmaktadır.
Kitabın yegane doğru olan kısmı Kürtlerin cesur, misafirperver temiz yürekli oldukları sözlerdir. Kürtlerin Arilerle birleştiğini söyleyen kitap, Kürtleri Türklerden ayırmak isterken bilmeyerek Kürtlerin halis Türk olduğunu ispat etmiştir.
Kürtlerin Türklerden farkı şudur ki; onlar daima dağları sevmiş, dağlarda yaşamış olduklarından cemiyet hayatından uzak kalmışlardır. Dağlar bunlarda iptidai evsafın hala yaşamasına sebep olmuştur. Her söze inanır, silah, itikat, muharebe telkinlerini derhal kabul ederler.
Şimdi biraz da hakiki tarihi ve bitaraf tarihçileri dinleyelim. Ansiklopedi Britanicca’dan:
“Kürtlerin asılları henüz doğru bir surette tayin edilmemiştir. Fakat milattan evvel on binler rücat ederken Van havalisinde Karduçilere tesadüf etmişlerdir. Bu havalide daha evvel Turani Gotolar mevcuttu. Asuriler bunlara Kadro derlerdi.”

Lord Kurzon’un kitabından:

“Nasturi ve Ermenilerden sonra İranlıların ırsi düşmanı olan Kürtlerden bahsetmek tabii ve münasip olur. Seciye, ırk ve din itibariyle tamamen yabancı olan bu üç kavmin yekdiğerine bu kadar yakın olarak yerleşmiş olmaları garip bir tecellidir.
Seyyahların kitap unvanı olarak kullandıkları “Kürdistan” ismi Kürtlerin sakin bulundukları yerler için coğrafi bir tabir olmaktan fazla bir şey değildir. Bu isimde tabii ve siyasi bir hudut yoktur. Kürtlerin büyük bir kısmı İran dahilindedir.
Kürtlerin aslı, geniş ve meşkuk bir meseledir. Kürtlerin İran veya Turan neslinden olup olmadıkları, Midyalıların veya Parsiyanların ahfadından olup olmadıkları, Hititlerle Akadiyanlar o mıntıkalarda hakim oldukları zaman Asuriyye şimalindeki dağlarda bulunan “Minva”lıların sükutundan sonra arilerin muhacereti dolayısıyla bunlarla birleşip arileşerek “Gordo” veya “Goto”ları vücuda getirip getirmedikleri şimdiye kadar halledilememiş bir meseledir.
Moris Wagner’den:
“Erivan’da Ermeni mektebi müdürü olan Ebuvyan, Kürtlerin Helaguhan’e mensup ve Moğol Tatarlarından olduğunu iddia ediyor.
Yarı çoban, yarı haydut olan Kürtler yüksek tepelerde yaşarlar. Kurtlar gibi yolculara ve kervanlara saldırırlar. Sıkıştıkları zaman Ağrı Dağı’ndan diğer hudutlara kaçarlar.
Kürtlerde her şey muhtelif milletlerin kanlarıyla kuvvetli bir surette ihtilal ettiklerini gösterir. Kürtlerin kısmı azami Şafidir. Bunlar Hıristiyanlardan ziyade Şiilere düşmandırlar. Kürtler para mukabilinde de harp ederler.”
Tarihçi “Camciyan” da aynı iddiadadır:
Kürt ismi esasen Türkçe “Kurt” kelimesinden ibaret olup kudretli ve becerikli manasına bu kabileye verilmiş ve o zamanlar ‘Gurt’ şeklinde kabul edilmişti.
Yalnız şimali şarki Kürtleri kendilerine “Gurmançe” unvanını vermişlerdi.
Kürtlerin Atlas Dağları kabileleri gibi karışık bir kütle olduğunu, lisanlarının Arap, Acem ve Türk lisanlarından mürekkep olması da ispat eder.
Kürt lisanı
Kürtlerden yegane kitap yazan Şeref Şemsettin Han, Şerefnamesi’ni Kürtçe yazmak istediği halde kelime bulamadığından ve kendisi İran’da tahsil etmiş olduğundan Farisi lisanıyla kaleme almıştır.
Filhakika Kürt lisanı tetkik edilince şu hakikate varılır.

Kürtçenin;

3.000 halis Türk kelimesi
2.000 Türkçeleşmiş Arapça kelimeler
1.240 Zint
1.030 Türkçeleşmiş Farisi
370 eski Pehlevi
300 Kürtçe
220 Ermenice
108 Gildani
200 Gürci
60 Çerkes
Toplam 8528

İngiliz ansiklopedisi diyor ki: “Kurmança denilen Kürt lisanı şimalde Gildani ve cenupta Turani lisanlarla karışıktır. Dağlılarda hususi lehçelere de tesadüf edilir. Mesela “Zeza” ve “Kurat”ların dilini Kurmançolar anlamaz.”
Lisan bir milletin aslını gösteren en büyük vesikadır. Mesela Kürtçe “gel” manasına olan “vara” Anadolu’nun hemen bütün köylerinde “var” yahut “varıver” diye kullanılan “varmak” mastarından alınmış bir kelimedir. “Here” Kürtçe “git” demektir. Bu da bizim “yürümek” mastarından “yürü”nün dağlıların ağzından çıkan sestir.
Bizim lisan mütehassısları Kürtçe’yi tetkik ederlerse her halde Türklüğe doğru ecnebilerden daha çok hakikatler bulacaklardır.”
Emperyalizmin Türkiye üzerindeki oyunları
11 Teşrinievvel 1930 tarihli Alman gazetesi Glarus Zeitung yazdığı uzun bir makalede şu maddeleri zikrediyor:

1- Kürtler İngiliz memurları tarafından teşvik ve para ile, silah ile, ümitlerle techiz edildiler.

2- İngiliz hariciyesinin direktifleri mucibince hemen bütün İngiliz matbuatı Akvam Cemiyeti’nin müdahalesini istediler.

3- İranlılar harekatın mukaddimesinde çok yardımlar ve kolaylıklar gösterdiler.

4- İngilizlerin Kürt harekatından bekledikleri şu idi:

a) Türkiye ile Rusya arasına bir “Eta tampon” sokarak Bolşevikleri tecrid etmek,

b) Küçük ve devamlı muharebelerle Türkiye’yi iktisaden zayıf tutmak,

c) Türkiye’yi her hususta mukavemetsiz bırakarak harpten evvelki borçların tasviyesi hususunda uysal bir hale getirmek, İngiltere ile uyuşmanın daha ucuza çıkacağına Türk hükümetini inandırmak.

5- İngiltere’nin harici siyasetinde Asya petrolleri birinci derecede bir mevki tutarlar. Bütün şark havalisindeki petrollerin kendi ellerinde bulunması için hiçbir teşebbüs ve faaliyetten geri durmazlar. Nitekim Musul meselesinde de yine Kürtlerin milli ve dini taassuplarını kabartarak istifade ettiler. Firari Türk zabitleri de İngilizlerin bu faaliyetlerinde kolaylık amili oldular.

6- Kürtlere Hoçkiz mitralyozları ve yeni İngiliz tüfekleri verdiler. Zavallı Kürtleri ateşe sürerek kendi hesaplarına Kürt kanı döktürdüler.
21 Teşrinievvel 1930 tarihli Fetelarap’ta “Kürtler ezildiler, onları ateşe sürenler için ister Türkler ezilsin, ister Kürtler netice birdir. Onlar aynı din ve aynı millet efradının birbirini öldürmesini isterler.” Nitekim Kürtlerin Ağrı’da perişan olduğunu en evvel dünyaya müjdeleyen İngiliz ajansı Reuter oldu. Türkler bu muvaffakiyetleri ile iftihar etmezler. Çünkü ezilen yine kendi kardeşleridir. Kürtler iyi bir ders aldılar, gördüler ki ecnebi vaatleri bir yere kadar gelir ve felaket baş gösterince ortada kurbanlardan başka kimse kalmaz.

Bu harekatta Ermenilerin mühim roller oynadıkları meydandadır. Kürtlerin bunları nasıl olup da aralarına aldıkları şaşılacak bir şeydir. Onlar geride durarak saf dağlıları ezdirir ve sonra mezarları üstünde dans ederler. Bize bir kuvvet lazımsa bunu ecnebilerde değil kendi aramızda bulmalıyız. Mesela bir “Şarklılar İtilafı - Şark Akvamı Cemiyeti” yapmalıyız. Ermeniler daima garbın elinde oyuncak olmuştur. Bunları aramıza almamalıyız. Kürtler unutmamalıdır ki şerefli ve mefahirle dolu Türk tarihinden ayrılarak ecnebi boyunduruğuna girmek çok feci bir gaflet olur.

13 Kanunievvel tarihli Ermenice Yeridasart-Hayastan:
“Haricin parmağıyla hareket eden Kürtlere asla yardım edemeyiz. Muhtelif menbaalardan teyit edildiğine göre son Kürt hareketi İngilizlerin parmağı ile hazırlanmıştır.

İngilizler Musul’dan Ararat Dağı’na kadar geniş bir araziyi Kürtlere vaat ederken, Taşnaklar da Akdeniz’den Karadeniz’e kadar büyük bir Ermenistan teşkiline çalışıyorlar. Kürtler bizden yardım görebilmek için evvela ecnebi aleti olmaktan çıkmalıdırlar. Bu günkü şekilde Kürtlerle teşriki mesai edenleri şiddetle tenkit ve itham edeceğiz.”

Bize göre Kürtler

Bizce Kürtler tamamen aridir. Yani ırken bizden oldukları gibi din, yurt, lisan ve adet itibariyle de Türk’türler. Bulundukları mıntıka onların yaşayış tarzını bizden ayırmıştır. Yukarıdaki misaller de gösteriyor ki bu yaşayış tarzından dolayı yine kendilerine Gurd ve bizim şivemizce Kürt denmiştir. Laz gibi, Zeybek gibi, Azeri, Türkmen gibi isimler nasıl halis Türklerin mıntıka ve yaşayış tarzına göre teammüm etmiş unvanlar ise Kürt tabiri de bundan başka bir şey değildir. 2000 seneden beri Türk yurdunda Türk kanıyla büyümüş bir kütlede artık başka bir kan aranır mı!
Kürtlerin bazen diğer Türk vilayetleri gibi yarı müstakil idare olundukları vakidir. Osmanlı sultanlarının bunlardan ayrıca alaylar teşkil ettikleri henüz hatırlardadır. Kürt vakaları onların dağ hayatına alışmış olmalarından ve idare altına girmek istememelerinden ileri gelmektedir. Bu hal başka memleketlerde de ve mesela Yunanistan’da asırlarca devam etmiştir. Klefteler, Palikaryalar, Roma’da Garibaldiler şehirler üzerine mütemadiyen tecavüz etmiş, hükümet kuvvetlerine karşı gelmişlerdir. Bunda milliyet ve idare tesiri aranmaz, buna eşkıyalık derler ve her yerde hâlâ mevcuttur. İzmir mıntıkasında senelerce yaşamış ve mühim vak’alar ihdas etmiş olan Çakırcalı Çetesi de buna bir misaldir.
Ağrı başkaldırmasından sonra emperyalist propagandalar
Ağrı harekatı kat’i bir tediple bitmiştir. Kürtler kendilerini teşvik edenlerin kaçtığını görerek uyanmış, bir kısmı hükümetimize iltica etmiş, diğerleri de eski dostları aleyhine silaha sarılmıştır. İran’da, Irak’ta ve hatta Suriye’de yerli kuvvetlerle her gün çarpışıyorlar. İran’da Simko ve Celaliler meselesi, Irak’ta Kürtlerin kıyamı ve Suriye’de güya bizim taraftan geçen çetelerin tecavüzleri hep Ağrı Dağı dersinin neticeleridir.
Taşnaklar artık ne Ermeniler arasında ve ne de Kürtlere karşı tutunacak vaziyette bulunmadıklarından muhtelif gruplara ayrılmış, intizamsız bir şekil almışlardır.
Akıbetlerinden korkmaya başlamış olan Taşnak ve Kürt bozuntuları bütün kuvvetlerini propagandaya vermişler ve eski teşvikçilerin yardımı ile bugünkü vaziyeti örtmek için yine ötede beride teşkilat yapmaya başlamışlardır.

Espirini isminde Yunan gazetesinden:

“Kürtler Ararat’ı tahkim ediyorlar. Mayısta tekrar harekata başlayacaklar. Şimdiki sükunet oralarda 4-5 metre boyundaki kardan ileri gelmektedir. Buna rağmen Miralay Bret kumandasındaki Kürt müfrezesi Urfa’yı basarak Fırka Kumandanı Suphi Paşa ile maiyetinden 5 zabiti kesmişlerdir. Baskın on gün sonra tekrar edilmiş ve Türkler Urfa’yı terk etmişlerdir. Türklerin zayiatı şimdiye kadar 50.000 kişidir. Buna mukabil Türkler de 500 Kürt köyü yakmışlardır. Yeni harekat için Bedirhan’ın torunları Amerika’da iane topluyorlar.
Son zamanlarda hududa külliyetli silah ve mühimmat gönderilmiştir.
Kürt komitası Taşnak komitasıyla ve civardaki ‘Ari’ ırklarla uzlaşmış olup ‘Ari Milletler Federasyonu’ namı altında toplanacaklardır.”
Şu birkaç satırdan pekala anlaşılıyor ki malum bir ecnebi servisi bu mevzuu birkaç kısma ayırarak propaganda yapmak üzere Yunanistan’daki ajanına vermiş. O da hepsini birden küçük bir fıkraya sıkıştırarak Espirini gazetesine bastırmıştır. Propagandanın esası hakikaten tefrik edilmemesidir. Halbuki burada bir tek kelime bile hakikate yaklaşmaz. Mesela:

1- Ağrı’daki zayiatımız bu rakamların binde biri kadar da değildir.

2- Ağrı tedip hareketi o kadar şedit olmuş ve o kadar kat’i tedbirler alınmıştır ki artık tekerrürüne imkan yoktur.

3- 300 şakinin tekrar taarruz ettiği hakkında bütün Avrupa ve Amerika matbuatına dağıtılan haberin aslı şudur: 50 ve bir rivayete göre 80 kadar İranlı bir çete Ağrı’ya çok uzak bir hudut köyüne gelerek koyun sürüsünü almışlar ve götürürken hudut süvarileri tarafından çevrilmişlerdir. Kürtler bir dere içinde sıkıştırılmış olduğundan hemen hiç biri kurtulmamıştır. Ellerinde bulunan bir ağır makineli tüfek süvarilerimiz tarafından alınmıştır. Yalnız koyunları süren çobanlar daha evvel hududu geçmiş oldukları için bizim tarafta ele geçmiş iseler de öbür tarafta İran hudut kıtası tarafından yakalanmış ve koyunlar istirdat olunmuştur.

4- 500 Kürt köyünün yakılması ve bir çok Kürt’ün Van Gölü’ne atılması masalı da büyük harpten sonra Taşnakların yaptığı propagandanın aynıdır. Onlar da bir buçuk milyon Ermeninin kesildiği ve Fırat Nehri’ne atıldığı hikayesini çıkarmışlardı. Harekatın vuku bulduğu yerlerde ancak Kürt çadırları ve Kürt kulübeleri vardır. Bunlar da Ağrı haydutları tarafından kendilerine iltihak etmedikleri için tahrip edilmiştir.

5- Bret isimde bir miralay, ne Kürtlerde ne de Ermenilerde yoktur.
Suphi Paşa şimdi Ankara’dadır. Bir sene evvel Urfa’da bulunmuşsa da Ağrı harekatından evvel infikak etmiştir.

Sonsöz

Kitap görüleceği üzere çok büyük bir boşluğu dolduruyor. Bu kitabın özellikle son zamanlarda Kürtçe’ye merak sarmış olan milliyetçi politikacılarımız, parti başkanlarımız için birer kaynak kitap olacağına kuşku yoktur. Yalnız onlara değil, emperyalizmle mücadele ettiklerini söyleyerek, emperyalizmin maşası durumundaki Kürtlere yardım eden sol çizgideki insanlara da yararlı bilgiler vereceğine inanıyoruz. Emperyalizmin kucağına nasıl oturduklarını anlamaları için...


..