10 Mart 2018 Cumartesi

ABD nin Türkiye Cumhuriyeti Dönemindeki Ermeni Politikaları, BÖLÜM 3

ABD nin Türkiye Cumhuriyeti Dönemindeki Ermeni Politikaları, BÖLÜM 3


Şikâyet etmeye mecbur olduklarını sandıkları olayların bütün sorumluluğu söz konusu ihtilal hareketlerini kendileri tertip ve idare ettikleri için daha çok üçlü itilâf hükümetlerine aittir”[70].

ABD kararında; Savaş Bakanı[71] Enver Paşa[72], İçişleri Bakanı Talat Paşa[73] ve Denizcilik Bakanı[74] Cemal Paşa’nın[75], Ermeni Soykırımı’nın baş düzenleyicileri oldukları ve suçlarından dolayı idam cezasına mahkûm edildikleri, ancak bu kararların infaz edilmediği iddia edilmekte ve Osmanlı Devleti’nin bakanlarından bahsedilirken unvanları kullanılmadan sadece isimleri verilerek aşağılamada bulunulmaktadır.

Oysa bu üç kişi, “Ermeni halkına karşı katliamlar organize etmek ve uygulamaktan” değil, ülkeyi yenilgiyle sonuçlanan bir savaşa sokmak gibi siyasi bir suçtan dolayı gıyaplarında yargılanarak mahkûm edilmişlerdir.

Enver Paşa, 4 Ağustos 1922’de Tacikistan’da, Belçivan yakınlarında Ermeni kökenli Rus Agop Melkovian komutasındaki Ruslarla çarpışırken üzerine düşen havan topuyla şehit olmuş ve Çeğen köyüne gömülmüş, cenazesi Türkiye’ye getirilerek 4 Ağustos 1996’da Şişli’deki Abide–i Hürriyet Şehitliğine defnedilmiştir.

Talat Paşa 15 Mart 1921 tarihinde, Almanya’da bir Ermeni komiteci olan Soghomon Tehlirian tarafından suikasta uğrayarak şehit edilmiş, cenazesi 1943 yılında alınan Bakanlar Kurulu Kararı ile Türkiye’ye geri getirilmiş ve Abide-i Hürriyet şehitliğine gömülmüştür.

Cemal Paşa ise 21 Temmuz 1922’de, Tiflis’te Karakin Lalayan ve Sergo Vartanyan adlı iki Ermeni komiteci tarafından şehit edilmiş, cenazesi Doğu Cephesi Komutanı Kâzım Karabekir Paşa tarafından Erzurum’a getirilerek Kars Kapı Şehitliğine defnedilmiştir.

TBMM, 27 Haziran 1926’da yürürlüğe giren bir kanunla, Ermeniler tarafından şehit edilen Talat Paşa, Cemal Paşa, Bahattin Şakir, Sait Halim Paşa ve Boğazlıyan Kaymakamı Kemal Bey’in ailelerine yardım yapılmasını kararlaştırmıştır. Yani Osmanlı Devleti işgal altındayken işgal kuvvetlerince kurulan özel mahkemelerde yalancı şahitlerin tanıklıklarıyla yargılanarak haklarında idam kararı verilen Osmanlı Devlet adamlarının tamamının naaşları Türkiye Cumhuriyeti döneminde şehitliklere nakledilmiş ve ailelerine şehit maaşı bağlanmıştır. Dolayısıyla ABD Temsilciler Meclisi kararında söz konusu devlet adamlarının Ermenilere soykırım uyguladıkları için idama mahkûm edildiklerinin iddia edilmesi gerçekleri yansıtmamaktadır.

Kararda; “Ermeni Soykırımının ve ülke içindeki hukuki noksanlıkların, Avusturya, Fransa, Almanya, Büyük Britanya, Rusya, Birleşik Devletler(ABD) , Vatikan ve daha birçok ülkenin ulusal arşivlerinde kuşkuya yer bırakmayacak kanıtlarla belgelendiği ve bu geniş kanıt birikimindeki olguların, olayların ve sonuçların birbirinin aynısı olduğunun görüldüğü” iddia edilmektedir.

Oysa İstanbul’un işgalini müteakip İttihat ve Terakki’nin ileri gelenlerini Malta’ya süren itilaf devletleri İstanbul ve taşradaki büyükelçilik ve konsolosluklarında görev yapan Ermeni tercümanlar ile İngiliz, Fransız ve Amerikalı tarihçi ve hukukçularını seferber ederek Ermeni iddialarını kanıtlayacak delil arayışı içine girmişler, ancak ne kendi denetimlerindeki Osmanlı arşivlerinde ne de Paris, Londra ve Washington’daki arşivlerinde buna dair en küçük bir belge bile bulamamışlardır[76]. Nitekim bu husus Washington’daki İngiliz büyükelçiliğinden İngiliz Dışişleri Bakanlığı’na 13 Temmuz 1921’de gönderilen belgede de özet olarak şu şekilde bildirilmiştir:

 “….Bu durum karşısında ve Amerikan Dışişleri Bakanlığı’nda mevcut raporlarda Türkler aleyhinde majesteleri Hükümetinin elinde esasen bulunmakta olan bilgiyi teyit etmek amacıyla dahi kullanılabilecek nitelikte hiçbir delile rastlanmadığından korkarım ki, bu konuda yeni bir soruşturma yapmak için Amerikan Hükümeti’ne müracaat edilmesinden herhangi bir şey elde etme umudu yoktur. Amerikan Dışişleri Bakanlığı’nın yakın bir tarihte durumu açıklığa kavuşturmak çaresini görememesinden üzüntü duyuyorum. Büyükelçi R. C. Craigie”[77]

Bu rapor üzerine İngiliz Dışişleri Bakanlığı, Kraliyet Başsavcılığı’ndan Malta’daki Türkler aleyhine “hukuki bir dava açılamıyorsa siyasi bir dava açılmasını” istemiş, ancak Başsavcılığı ikna edememiştir. İngiliz Kraliyet Başsavcılığı, 21 Temmuz 1921 tarihli bir yazıyla, “eldeki kanıtlarla” Malta’daki Türklerden hiçbirinin Ermeni katliamı gerekçesiyle cezalandırılamayacağını İngiliz Hükümeti’ne kesin bir dille bildirmiş, bunun üzerine İngiliz Hükümeti, Malta’daki tutuklu Türkleri serbest bırakmak zorunda kalmıştır[78].

Nitekim Türk Hükümeti tarafından Ermenistan Cumhuriyetine önerilen zorunlu göç olaylarının araştırılması için ortak bir tarih komisyonu kurulması ve çalışma sonuçlarının her iki tarafça kabul edilmesi teklifi Ermenistan tarafından reddedilmiştir. Ermenistan’ın teklifi reddetmesinin sebebi Osmanlı Devleti’ni suçlamaya imkân verecek hiçbir belge bulunmamasından kaynaklanmaktadır[79].

Kararda ABD’nin Osmanlı İmparatorluğu’ndaki Sefiri Morgenthau’ın ABD Dışişleri Bakanlığı’na gönderdiği raporda “Osmanlı İmparatorluğu hükümetinin politikasını “bir ırkı yok etme kampanyası” olarak tanımladığı” belirtilmektedir.

Hâlbuki ABD’nin Mersin konsolosu Edward Natan’ın büyükelçi Morgenthau’a gönderdiği 30 Ağustos 1915 tarihli raporda; “Osmanlı devletinin zorunlu göçü son derece intizamlı şekilde sevk ve idare ettiği ve muhtaç Ermenilere yardım yaptığı” bildirilmiştir. Ancak büyükelçi Morgenthau gerçekler yerine, yanında kâtip olarak çalışan Agop S. Andonian ile hukuk müşaviri ve tercüman olarak çalışan Arshag K. Schmavonian adlı Osmanlı Ermeni’si iki kişinin kaleme aldığı raporları ülkesine göndermeyi tercih etmiş ve bu belgeler daha sonra James Bryce, Alman Lepsius ve tarihçi Arnold Toynbee tarafından Türkiye aleyhinde propaganda aracı olarak kullanılmıştır[80].

Morganthau’ın anılarını konu eden kitap esasen kendisi tarafından değil, 15.000 Dolar karşılığında Burton J. Hendrick tarafından kaleme alınmıştır[81]. Kitapta yazılanlar ile Morgenthau’ın kendi tuttuğu “Günlük Hatıra Defteri” karşılaştırılınca kitapta yer alan saptırmalar açıkça ortaya çıkmaktadır. Heath Lowry kitapta yer alan bilgilerin gerçekleri nasıl saptırdığını “The Story Behind Ambassador Morgenthau’s Story” (Büyükelçi Morgenthau’ın Hikâyesinin Perde Arkası) adlı kitabında detaylı olarak anlatmaktadır[82].

Morgenthau’dan sonra İstanbul’da görev yapan Amiral Bristol de raporlarında Morgenthau’ı taraf olmakla ve katliam haberlerini abartılı olarak bildirmekle suçlamıştır. Diğer yandan Morgenthau’ın eserinin 1918 yılında Paris Barış Konferansında Ermenistan delegasyonunun devlet kurma taleplerini desteklemek üzere yazılmış bir propaganda eseri olduğu kanaati bilim çevrelerinde hâkimdir[83].

Kararda; ABD Senatosu’nun 11 Mayıs 1920 tarihli 359 numaralı kararının, General Harbord’ın Raporu’nda yer alan “kesme, şiddet, işkence ve ölüm olaylarının 100 güzel Ermeni vadisi üzerindeki etkisi sürüyor” ifadelerinin ardından alındığı bildirilmiştir.

Oysa General Harbord’ın Anadolu’da yaptığı incelemelerin sonucunda sunduğu raporunda “Ermeni soykırımı diye bir olayın meydana gelmediği ve Ermenilerin çok sayıda Türk’ü katlettiği” belirtilmiştir[84]. Ancak raporda yer alan bilgilere rağmen ABD Senatosu, 11 Mayıs 1920 tarihinde Ermenilere mezalim yapıldığına ilişkin 359 numaralı Kongre kararını çıkarmıştır[85].

ABD’nin ACRNE (American Committee for Relief in the Near East-ABD Yakın Doğu’ya Yardım Komitesi) adlı kuruluşu ise Doğu Anadolu’daki insan kayıplarını araştırmak amacıyla 1919’da Yüzbaşı Emory H. Niles ve Arthur E. Sutherland Jr.’ı bölgeye göndermiş, bu ikili Bitlis’ten Trabzon’a kadar geçtikleri tüm noktalarda Ermenilerin Müslümanlara çok büyük saldırı ve zulümlerde bulunduklarını, köylerde ve kasabalarda meydana gelen yıkımlardan büyük oranda Ermenilerin sorumlu olduğunu, Ermeni saldırıları sonucunda, ülke halkından geriye eski nüfusunun sadece dörtte birinin kaldığını ve ülkede bulunan binaların sekizde yedisinin Ermeniler tarafından talan edildiğini tespit etmiştir[86].

Amiral Mark L. Bristol’ün, Türkiye’de görev yaptığı sırada 12 Mart 1926 tarihinde yazdığı aşağıda yer alan hususlar da Ermeni iddialarının hayal mahsulü olduğunu ve “katliama maruz kalanın Türkler olduğunu” göstermektedir[87]:

“…Ermeni ve Süryanilerin kuvvetlerini Rusya ordusu ile birleştirdikleri güneye doğru olan bölgede, Amerikalılardan aldığım raporlara göre, Hıristiyanlar Müslüman nüfusu tamamen imha etmişler, o kadar ki, yörede “yaşayan tek bir canlı hatta köpek, kedi, tavuklar bile kalmamıştır”. Ne var ki raporların bu kısımları Ermeni yazarlar tarafından özenle gizlenmektedir[88] .

Kararda; “Ermeni nüfusunun yarısından fazlasına tekabül etmesi muhtemel en az 1.000.000 Ermeni’nin öldürüldüğü veya sürüldüğü ve bu durumun, Amerikan, Alman ve İngiliz arşivlerinde yer alan belgelerle ve o dönemde görev yapan diplomatların raporlarıyla da desteklendiği” öne sürülmüştür.

Bu madde; kararın 1. maddesinde geçen “1.500.000 Ermeni’nin öldürüldüğü” ifadesi ile ayrıca ABD’nin Mersin konsolosu Edward Natan’ın büyükelçi Morgenthau’a gönderdiği 30 Ağustos 1915 tarihli raporunda yer alan “ Osmanlı devletinin Ermeni göçünü son derece intizamlı şekilde sevk ve idare ettiği ve muhtaç Ermenilere yardım yaptığı” ifadesiyle ve Almanya’nın Trabzon konsolosu Bergfeld’in 25 Temmuz 1915 tarihli raporunda yer alan “Ermenilere karşı yapıldığı iddia edilen gaddarlıklar hakkındaki iddiaları mesnetsiz buluyorum ve yolda ölen Ermenilerin intihar veya hastalıktan olabileceğini kabul ediyorum” ifadesi ile de çelişmektedir[89].

Kararda Adolf Hitler’in Polonya’ya saldırısına karşı çıkanlara cevaben Hitler’in “Tüm yaşananlara rağmen bugün kim Ermenilerin yok edilmesinden bahsediyor ki?” dediği iddia edilmektedir.

 Böyle bir ifadenin Hitler tarafından hiçbir zaman kullanılmadığını ve bu sözün bir sahte alıntı olduğunu, Ermeni bilim adamı Dr. Robert John, Amerikalı bilim adamı Heath Lowry ve Türk bilim adamı Türkkaya Ataöv ispatlamışlardır[90]. Ermeniler Hitler’in 2. Dünya Harbi’ni başlatan 1 Eylül 1939’daki Polonya saldırısından bir hafta önce Obersalzberg’te Alman generallerine Alman dilinde yaptığı konuşmadaki sözlerinin İngilizce çevirisine konuşma metninde bulunmayan “Ermenilerle ilgili” ekleme yapmıştır. Hitler konuşmasında “ölüm kıtalarıma Polonyalıları çoluk-çocuk, genç-ihtiyar ortadan kaldırma emri verdim” demiş ve Ermenilerin iddiasına göre sözlerine devamla “zaten Ermenileri kim hatırlıyor ki” ifadesini kullanmıştır. Oysa Hitler’in yaptığı konuşmanın orijinal metninde Ermenilerle ilgili böyle bir ifade yoktur[91]. Nitekim savaştan sonra savaş suçlularının yargılandığı Nüremberg Mahkemesi Hitler’in bu konuşma metnini USA-29/786 PS ve USA-30/1014 PS biçiminde numaralayarak onaylamıştır. Ancak bu metinlerde Hitler’in sarf ettiği iddia edilen Ermenilere ait cümle yer almamakta ve her iki belgede de Ermenilerden söz edilmemektedir. Maalesef pek çok bilim adamı, benzeri saptırmaları tespit etmelerine rağmen dile getirememekte, eleştirememektedirler[92]. Çünkü Ermeni Diasporasının fanatikleri Atatürk’e atfedilen bir yalan röportajı ortaya çıkardığı ve eleştirdiği için, The Armenian Review dergisinin editörünü işten attırmıştır[93] .

Kararda; “Soykırımla ilgili ilk karar BM tarafından Lemkin’in önerisi üzerine 11 Aralık 1946’da benimsendi. BM Genel Kurul kararı (96) ve BM Soykırımı Önleme ve Cezalandırma Sözleşmesi, BM’nin mevcut hükümlerini yasalaştırarak benzer suçları önleme ve cezalandırma amacıyla Ermeni soykırımını bir suç olarak tanımladı” ifadesi yer almaktadır.

Ermenilerin hemen her tasarıda yer verdiği bu iddia etkileyici olmakla birlikte asılsızdır. “Ermeni soykırımı” BM tarafından asla kabul edilmediği gibi 1948 sözleşmesinin geriye işlemediği hem sözleşmede hem de Ermeni yanlısı olarak hazırlanıp BM’ye sunulan raporlara karşı yapılan eleştirilerde dile getirilmiştir. 1985’te toplanan Alt Komite, soykırım iddialarına karşı ortaya konulan deliller ışığında raporu kabul etmeyi reddetmiş ve “not” etmekle[94] yetinmiştir

Kararda; “1985 yılının ağustos ayında, ABD Ayrımcılığı Önleme ve Azınlıkları Koruma Alt Komisyonu’nun 14/1 oyla, “Soykırım Suçunun Önlenmesi ve cezalandırılması Sorunu” adlı bir çalışma raporunu kabul ettiği ve bu raporda “Nazi sapkınlığı 20. yüzyıldaki tek soykırım olayı değildir. Diğer örnekler arasında 1915-1916’da Osmanlı İmparatorluğu’nun Ermenileri katliamı gösterilebilecek örnekler arasına girebilir” ifadesinin yer aldığı” iddia edilmektedir.

Kararda geçen en tutarsız iddia; BM İnsan Hakları Komitesinin bir raporunun 1915-1916 yılında Ermenilerin Osmanlılar tarafından katledilmesini kabul ettiğine dair bir raporu kabul ettiğidir. Mr. Whitaker raporu olarak hazırlayanın adıyla anılan bu rapor alt komitede kabul edilmemiştir. Tam tersine komite raporu teslim almayı, “alındı” sözcüğünü taslaktan silerek reddetmiş (Dosya E/CN.4/1986/5-E/CN.4/Sub. 2/1985/57; Para.57), bunun yerine “not alındı” şeklinde özel rapora not düşmüştür (E/CN.4/1986/5 E/CN.4/Sub.2/1985/57 sayfa 99. para 1).

Ayrıca taslak 10 lehte, 6 karşı ve 6 çekimser oy ile İnsan Hakları Komitesine sunulmamıştır. Diplomatik ve hukuki açıdan bakıldığında Mr. Whitaker raporu kabul edilmemiş “not” edilmiş ve daha yüksek karar organına transferi reddedilmiştir[95] .

ABD Kongresi’nin kararı çıkmadan kısa süre önce Ankara ABD’ye adeta bir son dakika heyeti göndermiş ve yapılmaya çalışılanlar son dakikaya sıkıştırılmaya çalışılmıştır90. ABD yönetimi ise Kongre kararının önlenmesinde isteksiz davranmış ve güçlü bir müdahalede bulunmamıştır. Obama belki başkan seçilmeden önce Ermenilere verdiği sözün ağırlığı altında,[96] belki de samimi olarak Ermeni iddialarına destek verdiği için Temsilciler Meclis Dış İlişkiler Komitesi’ni kendi haline bırakmıştır [97].

Ermenistan ise Türkiye’yi açıkça suçlayan ve hakarete varan ifadelerin kullanıldığı ABD Kongresi’nin kararının kabulü için büyük bir çaba harcamış ve oylamadan hemen sonra Ermenistan Dışişleri Bakanı Edvard Nalbantyan, “kararı büyük bir memnuniyetle karşıladıklarını” açıklamıştır.

Son dönemde ABD, Ermeniler açısından Türkiye aleyhine siyasi kararlar çıkartılan bir merkez olmanın ötesine geçmiş ve Ermeni terör örgütlerinin teşkilatlandığı ve eğitildiği bir ülke haline de gelmiştir. Eylül 2011’de, ABD’deki Diaspora Ermenilerinin, terör örgütü ASALA’nın bir benzerini canlandırmak için ABD’de “Amerikan Ermeni Lejyonu” adlı bir örgüt kurdukları ve örgüt üyelerine askeri eğitimi verdiklerine ilişkin bir haber basında yer almıştır[98].

Militanlarının fotoğraflarını “www.americanarmenianmilitia.com” adlı internet sitesinde ve Facebook gibi popüler sosyal medya sitelerinde yayınlayan “Amerikan Ermeni Lejyonu” adlı örgüt, internet sitesinde “örgütün amacının; Ermenistan’ın düşmanı addedilen ülke ve gruplara karşı mücadele etmek ve ABD’yi de iç ve dış düşmanlara karşı korumak” olduğunu belirtmektedir. Haberde PKK’ya alternatif olarak kurgulanan örgüt tarafından; komando eğitiminden, bombalı suikast ve keskin nişancılığa kadar pek çok konuda eğitim verildiği, Kaliforniya’nın kırsal bölgelerinde tabanca, tüfek, sniper (keskin nişancı) tüfeği ve ağır silahlarla atış talimi yaptırıldığı ve örgüt içinde suikast benzeri özel operasyonlarda kullanılacak 2 ila 5 kişiden oluşan ateş timleri oluşturulduğu, Milli İstihbarat Teşkilatı’nın (MİT), örgütün çalışmaları hakkında bilgi topladığı, Türk Dışişleri Bakanlığı’nın ABD makamlarını, yasadışı faaliyet gösteren silahlı grup konusunda uyardığı bildirilmektedir.

NEO-ASALA yanlısı grupların, ABD’nin yanı sıra Rusya ve Lübnan’da da örgütlendiği, özellikle Lübnan’da çocukların ve gençlerin “İzci” ve “Yaz Kampları” vesilesiyle Türkiye’den intikam almak için Taşnak Partisi’nin ilgili birimleri tarafından Anjar bölgesinde eğitildiği, keskin nişancılık, asfalt altına bomba yerleştirme, uzaktan patlatma ve yakın koruma konularında eğitim verilen Ermeni kamplarının Bourj Hamoud, Fanar, Baabda, Roumieh, Anjar, Beka ve Zghorta’da bulunduğu, ayrıca Mavi Marmara krizinden ötürü son dönemde Türkiye ile ilişkileri bozulan İsrail’in de Neo ASALA projesini perde arkasından desteklediği, örgütün uluslararası aktörlerce (ABD ve AB), PKK’nın bitirilmesi durumunda “B” planı olarak tezgâha sürülecek yeni bir terör örgütü olarak kurgulandığı belirtilmektedir[99].

Konu, 6 Ekim 2011’de Asılsız Soykırım İddialarıyla Mücadele Derneği (ASİMED) Başkanı Yrd. Doç. Dr. Savaş Eğilmez tarafından da gündeme taşınmıştır. Eğilmez; “Amerika’da faaliyet gösteren “American Armenian Militia” isimli örgütün “Ermeni, Kürt, Süryani Özgürlük Savaşçıları” adı altında bir şube oluşturarak üyelerine silahlı eğitim verdiğini, zamanı geldiğinde gerçekleştirecekleri silahlı mücadeleyle, Türk topraklarını bölüp kendi aralarında paylaşmayı amaç edinen örgütün sistematik bir şekilde çalışmalarına devam ederek militan sayısını çoğaltmaya çalıştığını, söz konusu çalışmaların internet üzerinden gerçekleştirildiğini, sanal ortamda kendilerine katılanları, çok geçmeden kamplara alıp başta askeri eğitim olmak üzere bir dizi eğitime tabi tuttuğunu ve uygulanan eğitimin zamanla unutulmaması için sistematik bir şekilde devam ettirildiğini, organizasyonun başında ise Amerika’daki Ermeni Diasporasının bulunduğunu, örgütün bütün masraflarının Diaspora Ermenileri tarafından finanse edildiğini” açıklamıştır.

ASALA ve PKK’nın simgelerini taşıyan bu örgütün ambleminin ve Amerikan topraklarındaki silahlı eğitim görüntülerinin ASİMED derneğine ait sitede kamuoyunun bilgisine sunulduğunu belirten Savaş Eğilmez; örgütle ilgili bilgileri bir dosya halinde ABD Dışişleri Bakanlığı’na gönderdiklerini, Amerikan federal kaynaklarının bu konuyla ilgili mutlaka detaylı bilgileri bulunduğunu, dosyanın gönderilmesindeki amacın, bu tür teröre hazırlık faaliyetlerinden Türk kamuoyunun da haberdar olduğunu hatırlatmak olduğunu ve Türk kamuoyunun beklentisinin, her fırsatta dost ve müttefik bir ülke olduğunu belirten Amerika Birleşik Devletleri’nin en kısa zamanda bu faaliyetlerin önüne geçmesi olduğunu belirtmiştir[100].

Diğer yandan ABD başkanları her yılın 24 Nisan tarihini Ermeni seçmen kitlelerine mesaj aktarmak ve Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti’nden Türkiye’nin ulusal çıkarları ile örtüşmeyen tavizler almak için bir araç olarak kullanmaktadır. Bu nedenle her yıl 24 Nisan tarihi yaklaşırken Türk kamuoyu ABD başkanının sözde soykırım için ne diyeceğinin ve muhtemel söyleminin nasıl yumuşatılabileceğinin beklentisi içine girmekte ve ABD başkanlarının Türk milletini suçlarken soykırım yerine başka bir terim kullanmaları adeta bir teselli vesilesi yapılmaktadır. Bu yaklaşım biçimi, değil soykırım, tarihinin hiçbir döneminde en küçük bir katliam bile yapmamış bulunan Türkler için son derece rencide edicidir.

Bundan daha vahimi ABD Başkanı Obama’nın Türkiye’yi ziyareti sırasında 6 Nisan 2009’da TBMM’nde yaptığı konuşmada Türkiye’yi dolaylı olarak soykırım yapmakla suçlayan ve Ermenistan hududunu açmasını isteyen konuşmasının TBMM’nin milletvekilleri tarafından ayakta alkışlanması olmuştur. Kendi ulusuna hakaret eden bir yabancı devlet başkanının ayakta alkışlanması herhalde dünya diplomasi tarihinde başka örneği bulunmayan bir ibret vesikasıdır.

ABD 1918 yılında o dönemdeki başkanı Woodrow Wilson’ın açıkladığı haritayı Türkiye’nin NATO’ya girmesinden sonra uzun yıllar dillendirmemiş, ancak 2. Körfez savaşı yıllarında ABD’li E. Yb. Ralph Peters’a çizdirilen BOP (Büyük Ortadoğu Projesi) haritası ile yeniden gündeme taşımıştır[101]. Söz konusu haritada Türkiye Cumhuriyeti topraklarının bir bölümü Kürdistan, diğer bir bölümü ise Ermenistan olarak gösterilmiştir. Dolayısıyla ABD’nin Türk toprakları üzerinde Ermenistan’a bağlı bir Batı Ermenistan oluşturma projesi yeni bir şey değildir. Ancak bunun son yıllarda artık açıkça telaffuz edildiği görülmektedir.

Bu kapsamda son yıllarda ABD düşünce kuruluşlarının ve fikir adamlarının Ortadoğu bölgesindeki gelişmeler kapsamında ABD’nin dış politika seçeneklerini değerlendirirken Ermenistan’ın Türkiye üzerindeki taleplerine de gönderme yaptıkları ve bunları destekleyen kitap ve makaleler kaleme aldıkları gözlemlenmektedir. Bunlardan biri olan ve Amerikan Silahlı Kuvvetlerine bağlı çeşitli akademik birimlerde öğretim üyeliğinin yanı sıra Senato’da da konferanslar veren “Thomas P.M. Barnett” adlı strateji uzmanının; Amerikan ulusal çıkarlarına ilişkin değerlendirmelerini içeren “Pentagon’un Yeni Yol Haritası” adlı kitabında yer alan Türkiye’ye ilişkin tespitleri son derece dikkat çekicidir.

Thomas P.M. Barnett’ın, Pentagon tarafından verilen sipariş[102] üzerine yazdığı kitabında yer alan bilgileri[103] konuya ilişkin makalesinde değerlendiren Ergun Özgen; kitapta yer alan bilgilerin ABD’nin Ortadoğu bölgesini yeniden şekillendirme konusundaki niyetlerini açığa çıkardığını, bu kapsamda ABD yönetiminin kurulacak yapay bir Kürt Devletinin yanında Türkiye’den koparılması düşünülen bölgenin bir bölümünün de Ermenistan’a verilmesi suretiyle güçlenen Türkiye ile Türkistan Türk Devletleri arasındaki coğrafi bağlantıyı koparacak şekilde bir tampon bölge oluşturmak istediğini ve Türkiye ile bu devletlerarasındaki ekonomik, politik ve kültürel dayanışmanın önüne geçmeye çalıştığını belirtmektedir[104].

ABD yönetiminin büyük bölümü Karabağ’da kullanılmak üzere 2017 yılı için Ermenistan’a 22.412 Dolar daha yardım yapmasının bu kapsamda değerlendirilmesi uygun olacaktır[105].

ABD yönetiminin Türkiye üzerindeki hedeflerini açığa çıkaran bir diğer kitap ise CIA Türkiye Masası eski şefi Graham E. Fuller tarafından kaleme alınan “Yeni Türkiye Cumhuriyeti” adlı kitaptır[106].

Kitapta Türk-Ermeni ilişkileri konusundaki ABD politikalarına da vurgu yapan Graham E. Fuller, Türkiye’nin Ermenistan’a karşı uyguladığı ambargoyu kaldırması ve Ermenistan’la yeniden diplomatik ilişki kurması için ABD’nin ve AB’nin Türkiye’ye baskı yaptığını, esasen Türkiye’nin Ermenistan’a ambargo uyguluyormuş görüntüsü altında hava yoluyla iki ülke arasındaki ticaretin sürdürüldüğünü belirtmektedir[107]1.

Son dönemde ABD ile Ermenistan arasındaki ilişkilerin arttığı ve özellikle ABD’li senatörlerin Ermenistan’ı sıkça ziyaret ettikleri ve Ermeni tezlerine destek veren açıklamalar yaptıkları görülmektedir. Bu kapsamda Ermeni asıllı Kongre üyesi bayan Jackie Speier Kanchelian’ ın inisiyatifiyle ABD Konre üyelerinden oluşan özel bir heyet 17-22 Eylül 2017 tarihleri arasında Ermenistan’ı ziyaret etmiştir. ABD Kongresine sunulan Ermeni tasarılarını hazırlamak ve desteklemekle ün yapan kongre üyeleri Frank Pallone, Ermeni asıllı Anna Eshoo, David Valadao ile Havai Kongre üyesi Tulsi Gabbard ve Visconsin Kongre üyesi Jim Sensenbrenner de aralarında bulunduğu ve ABD’nin Erivan Büyükelçisi ile Ermenistan’ın Washington Büyükelçisinin de refakat ettiği heyetin ziyaretini değerlendiren Jackie Speier-Kanchelian; “ziyaretin Kongre üyelerinden oluşan en büyük heyetin Ermenistan Cumhuriyetini ziyareti olduğunu açıklamış ve ziyaretin amacının "iki ülke arasındaki dostluğu pekiştirmek, Ermenistan’ın içinde bulunduğu yolsuzluk batağından kurtulmasına yardımcı olmak ve Ermenistan’a yapılacak ABD yardımı için yeni olanaklar yaratmak" olduğunu belirtmiştir[108].

Takip eden günlerde ABD’nin Kaliforniya eyaletinin Meclis ve Senato temsilcilerinden oluşan bir grup uluslararası hukuka aykırı olarak işgal altında tutulan ve bağımsızlığını ilan ederek Artsakh adını aldığını açıklayan Karabağ yönetimine destek olmak için 8 Ekim 2017’de Karabağ’ı ziyaret etmiştir[109].

Ermenistan Diasporası ABD’li parlamento üyelerinin Ermenistan’a ve soykırım iddialarına desteğini karşılıksız bırakmamış ve 8 Ekim 2017’de Amerikan Ulusal Ermeni Komitesi – Batı Bölgesi (ANCA – WR)’ nin “Yılın Meclis Üyesi – 2017” ödülü Ermeni tezleri ve soykırım tasarılarına desteği ile tanınan ABD’nin Kaliforniya senatörü Anthony J. Portantino’ ya verilmiştir[110].

Sonuç

Kapitülasyonları kabul etmemesi ve Ermeni soykırımını tanımaması nedenleriyle ABD’nin Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş senedi olan Lozan Antlaşmasına paralel imzaladığı ikili antlaşmayı onaylamaması ile ortaya çıkan Ermeni yanlısı politikaları Kore harbini müteakip Türkiye’nin NATO’ya kabul edilmesi döneminde bir süre için kesintiye uğramış, ancak Ermeni zorunlu göçünün ellinci yılı olan 1965 yılından başlayarak ABD yönetiminin Ermeni tezlerine yeniden destek vermeye başladığı gözlenmiştir. Özellikle ABD’ye göç ederek yerleşen Ermenilerin üniversitelerde, düşünce kuruluşlarında ve medyada önemli yerlere gelmeleri Ermenilerin tezlerini ABD yönetimine kabul ettirmelerini kolaylaştırıcı bir rol oynamıştır.

Bu kapsamda özellikle California eyaletine bağlı Pasadena, Burbank ve “Küçük Ermenistan” olarak adlandırılan Glendale bölgelerindeki Ermeni oylarını alacak kişilerin Temsilciler Meclisi’ne girmeyi garantilemiş olmaları ve üç bölgenin California eyaletinin seçimdeki kaderini belirlemesi 1980’lerden başlayarak günümüze kadar ABD’li milletvekilleri ve senatörlerin yanı sıra tüm başkan adaylarının da başkanlık seçimleri öncesinde ABD’de yaşayan Ermenilere yönelik özel politikalar geliştirmelerine neden olmaktadır. Söz konusu politikalar Ermenilerin ABD Temsilciler Meclisi ve Senatosu’nda görüşülen karar tasarılarını Ermeni talepleri doğrultusunda yönlendirmelerine de imkân sağlamaktadır. Bu kapsamda ABD Temsilciler Meclisi ve Senatosu’nda görüşülen Ermenilerle ilgili tüm tasarıların Ermeni görüşlerini yansıttıkları ve tasarıların Türkleri suçlayıcı ifadeler taşıdıkları görülmektedir.

ABD Başkanları ise göreve gelmeden önce seçim sürecinde Ermeni seçmenlere verdikleri soykırımı tanıma sözünün gereğini yapma konusunda Başkanlık koltuğuna oturduktan sonra zora düşmekte ve ABD ulusal çıkarları ile Ermeni seçmenlerinin istekleri arasında sıkışmaktadır. Söz konusu sıkışıklığı Ermenileri tatmin ederken Türkiye’yi de incitmeyecek bir ortak yol bularak aşmayı deneyen ABD başkanları ve yönetimi yaptıkları bazı açıklamalarla ve Kongre’den geçen bazı kararlardan sonra Türkiye ile karşı karşıya gelmektedir.

Bu kapsamda ABD Kongresinden çıkan kararlar Ermeni zorunlu göçü konusunda yeterli derinliğe ve bilgi düzeyine sahip olmayan sadece Ermeni iddialarını yansıtan belgeler izlenimini vermektedir.

4 CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR,

***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder