1915 Ermeni Tehcir Kanunu ve Almanya’nın Etkisi 1
1915 Armenian Tehcir Law And The Impact Of Germany
M. Nail Alkan*
Özet
1915 yılında çıkarılan Sevk ve İskan Kanunu (Tehcir Kanunu) ile bazı Ermenilerin nakledilmesi
sırasında insani kayıplar yaşanmıştır. Yaşanan olaylar Türkler ve Ermeniler arasında cereyan etmiş bir
hadise olarak görülse de bu sürece giden yolda başka devletlerin etkisi de söz konusudur. Bu makalede
1915 yılına kadar Osmanlı İmparatorluğu ile Ermeniler arasındaki ilişkilere değinildikten sonra,
Almanya’nın Tehcir Kanunu kararı alınması sürecinde ve daha sonrasındaki tutumu ve politikaları
incelenecektir.
Anahtar Kelimeler: Tehcir Kanunu, Ermeniler, Osmanlı İmparatorluğu, Almanya, I. Dünya Savaşı
Abstract
During the transportation of Armenians according to the Dispatchment and Settlement Law (Tehcir
Law) passed in 1915, lots of people lost their life. While it has seen as an issue between the Turks and
Armenians, other states have effects on this process also. In this article firstly the relations between the
Ottoman Empire and Armenians will be summarized then Germany’s policies and attitudes will be
analysed before and after the process of Tehcir Law.
Key Words: Tehcir Law, Armenians, Ottoman Empire, Germany, World War I.
Giriş
Ermenilerin, M.Ö. 8. yüzyılda Anadolu’ya geldikleri ve Urartu Devleti’nin yıkılmasının ardından M.Ö. 6. yüzyılın başlarında, Van Gölü ve civarındaki topraklara,
Pers Kralı’nın egemenliğini kabul etmek ve vergi ödemek şartıyla yerleştikleri ifade edilmektedir.
1 Ermeniler çok uzun yıllar, Anadolu’da yıkılan ve yerine yenisi kurulan İmparatorlukların himayesinde vergi ödeyerek yaşamaya devam
etmişlerdir. Türklerle Ermenilerin ilk münasebetleri Selçuklular döneminde olmuştur. Ancak kimi kaynaklarda ilişkilerin başlangıcı daha da gerilere götürülerek,
Türklerin İslamiyet’e giriş tarihine kadarki sürece işaret etmektedir.
Buna göre Türklerin bir kısmı o dönemde Ermenilerin mensup olduğu mezheplere girmişlerdir.
2 Bazı kaynaklar Selçuk oğullarından Çağrı Bey’in 1015–1021 yılları arasında Doğu Anadolu Bölgesi’ne gerçekleştirdiği keşif amaçlı seferler
ile Anadolu’yu yurt edinen Türklerin, Ermenilerle ilk münasebetlerinin başladığını ifade etmektedir.
3 Ermeniler Selçuklu döneminde itibaren Türklerle yakın ilişkiler geliştirmişler ve daha önce kendilerine kötü muamele eden Bizanslıların
aksine Türklerden her zaman hoşgörü görmüşlerdir. Öyle ki Bizans İmparatorluğu’nun yıkılması sonrasında kurulan Osmanlı İmparatorluğu’nda
Ermenilerin Anadolu’da oldukları süre içerisinde en rahat dönemlerini geçirdikleri rahatlıkla söylenebilir. Osmanlı İmparatorluğu’nda Ermeniler yönetimin
en üst kademelerinde görev almışlardır. Hatta Ermeniler, “millet-i sâdıka” (sadık topululuk) sıfatıyla Osmanlı İmparatorluğu’nda zimmî tabir edilen statüde
-yani Müslüman bir ülkenin Gayr-i Müslim vatandaşı sıfatıyla- yaşamışlar ve diğer vatandaşlara tanınan bütün hak ve hürriyetlere de sahip olmuşlardır.
Ancak Ermeniler sahip oldukları bu haklara rağmen isyan yolunu seçmişlerdir.
*
Doç. Dr., Gazi Üniversitesi, İ.İ.B.F., Uluslararası İlişkiler Bölüm Başkan Yardımcısı
1 Ekrem Memiş, “Ermenilerin Kökeni Ve Geçmişten Günümüze Türk-Ermeni İlişkileri (The Origin
of Armenians and Turk-Armenian Relations From Past Until Today)”, Afyon Kocatepe Üniversitesi
Sosyal Bilimler Dergisi, C.7, Sayı 1, Haziran 2005, s. 4.
2 Şenol Kantarcı, 30 Ağustos 2007, “Tarih Boyunca Türk Ermeni İlişkileri Ve Ermeni Sorunu’nun
Ortaya Çıkışı”,
http://www.turksam.org/tr/makale-detay/761-tarih-boyunca-turk-ermeniiliskileri-ve-ermeni-sorunu-nun-ortaya-cikisi, Erişim Tarihi 23.09.2014.
19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren dünyada, İmparatorlukların kaderini etkileyen olaylar meydana gelmiştir. Örneğin; sanayi devriminin getirdiği hammadde
ihtiyacı ve üretilen mallara pazar bulma çabası hızla saniyeleşen devletleri sömürgeci politikalar izlemeye itmiştir. Öte yandan Fransız İhtilali’nin
etkisiyle ortaya çıkan milliyetçilik akımı özellikle İmparatorlukların dağılma sürecinde rol oynamıştır. Azınlıkların milliyetçilik akımı ile isyan etmeye başlamaları
Osmanlı İmparatorluğu gibi çok uluslu İmparatorlukları zor bir sürece sokmuştur. Bu iki unsur yanında Osmanlı İmparatorluğu içerisinde aktif bir
şekilde sürdürülen misyonerlik faaliyetlerinin de Ermenilerin isyan etmesinde rolü olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır.
Osmanlı İmparatorluğu’nun 17. yüzyıldan itibaren eski gücünü kaybetmeye başlaması, tabiri caizse dünya siyasetini etkileyen değil, bu siyasetten
etkilenen bir konuma gelmeye başlamasıyla Fransa, İngiltere, ABD, Almanya, Rusya gibi ülkeler Osmanlı İmparatorluğu’nun iç işlerine müdahil olmaya başlamışlardır.
Ermeniler, 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı sonunda, Rusya’dan “işgal ettiği Doğu Anadolu topraklarından çekilmemesini, bölgeye özerklik
verilmesini veya Ermeniler lehine ıslahat yapılmasını” talep etmişlerdir. Bu isteklerle birlikte Ermeni sorununun ilk kez ortaya çıkmaya ve uluslararası
bir şekil almaya başladığı söylenebilir. 1878 yılında imzalanan Ayastefanos Anlaşması’nın 16. Maddesi ve daha sonra da aynı yıl toplanan Berlin Kongresi
sonucunda imzalanan Berlin Antlaşması’nın 61. maddesi ile Ermeni sorunu tamamen uluslararası bir boyut kazanmıştır. İngilizlerin desteğini alan Ermeniler
yurt içinde ve dışında birçok parti ve dernek kurup Osmanlı İmparatorluğu içerisinde bir Ermeni Devleti kurmak için terör olayları ve isyanlar başlatmışlardır.
Ancak Ermeniler bu terör olayları ve isyanlar ile Türklere yapmış oldukları zulmü, dünyaya Türklerin Ermenilere zulmü olarak lanse ettirmişlerdir. Ermeni
dernekleri ve çeteleri özellikle Osmanlı İmparatorluğu’nun savaş halinde olduğu dönemlerde -1912-1913 Balkan Savaşları gibi- siyasi faaliyetlerini daha
da artırarak katliamlarına devam etmişlerdir. Ermenilerin isyan ve katliamları
Özgür Yıldız ve Gökçe Akbulut, “1915’ten Günümüze Tehcir (Since The Deportation 1915)”, The Journal Of Academic Social Sciences Studies, Volume:5, Issue:2, 2012, s.380.
Osmanlı İmparatorluğu’nun I. Dünya Savaşı’na dahil olması ertesinde de devam etmiş, söz konusu isyan ve katliamlara ilişkin alınan bölgesel tedbirlerin
yetersiz kaldığı görülmüştür. Bu durum karşısında Osmanlı İmparatorluğu 27 Mayıs 1915 tarihinde “Sevk ve İskan Kanunu” nu uygulamaya koymuştur. Osmanlı
İmparatorluğu sevk edilen Ermenilerin can güvenliğinin sağlanması için güvenli güzergahlar üzerinden gönderilmeleri, sağlık durumu iyi olmayan Ermenilerin
sevk edilmemesi, sevk edilen Ermenilere gelir kaynağı sağlanması gibi insani tedbirler almıştır. Ancak bu tedbirlere rağmen istenmeyen birtakım
olaylar meydana gelmiştir. Ermeni çetelerinin, göç eden Ermenileri kolluk kuvvetlerinden zorla almaya çalışması sonucu çıkan çatışmalarda insanlar hayatlarını
kaybetmiştir. Bunun yanında savaş döneminin zor şartları, gıda, ilaç ve diğer imkânların yetersizliği, iklim koşulları ve salgın hastalıklar yüzünden
ölen insanlar da olmuştur.4 Burada üzerinde durulması gereken önemli bir nokta sadece Ermenilerin değil, iki tarafın da can kayıpları yaşamış olmasıdır.
Bu nedenle Ermenilerin yaşadıkları can kayıplarını Türkler tarafından yapılan sistemli bir kıyım olarak nitelendirmeleri mantık dışıdır. Ermenilerin yalnızca
1915 yılında yaşanan olaylara dikkat çekerek bu sürecin öncesi ve sonrasında yaşanılanları dile getirmemeleri de oldukça ilginç bir durumdur. Zira bu olayların
yaşanmasına sebep olan temel faktör Ermenilerin 1880’li yıllardan itibaren Türklere yönelik yapmış oldukları katliamlardır. Fakat Ermeniler yaşanan olaylar
sonucu dünyaya kendilerini zulme ve katliama uğramış olarak göstererek hiçbir siyasi gerçekliği olmayan bu durumdan pay çıkartmaya çalışmaktadırlar.
Almanya’nın Ermenilere Yönelik Politikası
Sevk ve İskan Kanunu (Tehcir Kanunu) ile Ermenilerin nakledilmesi sırasında yaşanan olaylar Osmanlı İmparatorluğu ile Ermeniler arasında cereyan etmiş
olsa da perde arkasında çeşitli unsurların da bu süreçte etkin rol oynadığını söylemek yanlış olmayacaktır. Osmanlı İmparatorluğu’nu Tehcir Kanunu’nu
hayata geçirmeye iten güvenlik ihtiyacı yanında I. Dünya Savaşı’nda müttefik Almanya ile sahip olunan askeri ilişkilerin Kanunun çıkarılmasına giden süreçte
incelenmesi gerekmektedir. Osmanlı İmparatorluğu ile Almanya arasındaki askeri ilişkilere geçmeden önce Almanya’nın Osmanlı İmparatorluğu’ndaki
Ermenilere yönelik politikasına kısaca değinmek yerinde olacaktır. Osmanlı İmparatorluğu ile Almanya ilişkileri köklü bir geçmişe sahiptir. Tarihsel olarak
incelediğimizde taraflar arasındaki ilişkilerin dostluk esasına dayalı olarak geliştiği görülmektedir. Otto von Bismarck, 1871’de Alman milli birliğinin
kurulması ardından yeniden bir savaş ortamının oluşmaması için Rusya ve Fransa’nın aksine o dönemin en önemli meselesi olan Şark Meselesi ile ilgilenmemiş,
Alman menfaatleri için Osmanlı İmparatorluğu’nun egemenliğinin ve bütünlüğünün korunması gerektiğini düşünmüştür. Bu görüşün temelinde
Osmanlı İmparatorluğu parçalandığı takdirde kendisine herhangi bir pay düşmeyeceği endişesi olduğu söylenebilir.5
Ancak 1878 yılında gerçekleştirilen ve Ermeni meselesine uluslararası bir boyut kazandıran Berlin Kongresi’ne ev sahipliği yapan Bismarck’ın bir süre sonra yavaş yavaş bu politikasından sıyrıldığı
görülmektedir.
4 Türkan Erbengi ve Emin Kutluğ, Ermenilerin Türklere Yaptıkları Katliamlar Ve Tehcir Uygulamaları
Belgeseli, Kastaş Yayınevi, İstanbul 2006, s.49.
19. yüzyılın sonuna doğru sanayi alanında yaşanan gelişmeler Bismarck’ı daha aktif bir dış politika izlemeye itmiştir. Rusya’ya karşı Osmanlı
İmparatorluğu ile askeri ilişkiler geliştirilmiştir. Osmanlı İmparatorluğu da gerileme döneminde izlemiş olduğu denge politikası kapsamında Almanya
ile menfaatleri gereği yakınlaşmıştır. Alver’in Feiger’den aktardığı şekliyle Bismarck’ın Ermeni politikasının Osmanlı ve Rusya politikasına göre belirlendiği
ifade edilmektedir. Buna göre Bismarck, Osmanlı İmparatorluğu’nda yaşayan Ermenilere yardım edilip edilemeyeceği konusunda bu kişilerin Hıristiyan
olması dolayısıyla ilgi gösterilebileceğini ancak bundan kaçınılması gerektiğini düşünmüştür. Ayrıca Bismarck, Osmanlı padişahının otoritesini zayıflatmaktan
ziyade Ermeni probleminin ertelenerek çözülmesine daha sıcak bakmıştır ve Ermeni sorununun daha çok Avrupa’nın büyük devletleri tarafından çözülmesini
istemiştir.6 Bismarck, sadece Ermeniler lehine reform yapmaktan ziyade, Osmanlı tebaasının tamamının yaşam koşullarının düzeltmesine yönelik
önerilerde bulunmuştur.7 Bismarck o dönemde Osmanlı İmparatorluğu ile ilişkilerinin bozulmaması için Ermeniler konusunda sessiz kalması nedeniyle bazı
eleştirilere maruz kalmıştır.
Bismarck’tan sonra başa gelen II. Wilhelm’e göre Almanya, dikkatini Avrupa üzerinde toplayan statükocu politikasından vazgeçip “Dünya Politikası”na
(Weltpolitik) yönelmeli ve sömürgeciliğe girişmeliydi. Bu nedenle II. Wilhelm Bismarck’ın risk almayı reddeden politikası yerine daha etkin bir dış politikayı
tercih etmiştir. Bu dönemde II. Wilhelm Osmanlı İmparatorluğu ile ilişkilerini geliştirme yoluna gitmiştir. Tepekaya’nın Rathmann’dan aktardığı şekliyle II.
Wilhelm’in Osmanlı ile ilişkileri geliştirme nedenleri; Almanya’nın fabrikaları için hammadde ve mamulleri için pazar bulma ihtiyacı, Osmanlı topraklarının
petrol, bakır, krom ve kurşun gibi maden yatakları bakımından zengin olması, kurulacak olan Berlin-Bağdat demiryolu hattı ile Basra Körfezi’nde etkin olarak
İngiltere’ye karşı avantaj elde etme ve Osmanlı’nın dağılması durumunda gerekli payı alma düşünceleridir.8 II. Wilhelm döneminde Osmanlı İmparatorluğu
ile Almanya arasındaki siyasi, ticari, askeri ilişkiler iyice gelişmiş ve I. Dünya savaşı öncesi Alman nüfuzu Osmanlı İmparatorluğu’nda doruk noktasına ulaşmıştır.
II. Wilhelm’in eşiyle birlikte ilk resmî ziyaretini 1889 yılında Osmanlı İmparatorluğu’na yapması üzerine II. Abdülhamid, bu ziyaretten oldukça etkilenmiş
ve bu tarihten sonra Almanya’nın Osmanlı İmparatorluğu’ndaki siyasî ve ticarî etkisi günden güne artmıştır. Ermeni meselesi açısından incelediğimizde
II. Wilhelm’in Osmanlı İmparatorluğu ile yakın ilişkiler kurması bir yandan İngiltere, Fransa ve Rusya’nın yakınlaşmasına yol açarken diğer yandan
bu ülkelerin Ermeniler üzerinde ortak politikalar üretmesine neden olmuştur.
5 Karl Helfferich, “Die Deutsche Türkenpolitik”, Im neuen Deutschland, Grundfragen deutscher Politik in
Einzelschriften, Hrgb. Hermann Jordan, Berlin 1921, s. 8.
6 Fusün Alver, “Ulus Ötesi Tasarlanmış Cemaat Olarak Ermeni Diasporasının Almanya’da
Politik Halkla İlişkiler Çalışmaları Ve Geleneksel Ve Yeni Medyayı Politik Mücadelede
Araçsallaştırması”, Uluslararası Kafkasya Kongresi Bildiriler Kitabı, Kocaeli 2012, s. 705.
7 Mustafa Gencer, “Mehmet Cebeci; Die Deutsch-Türkischen Beziehungen in der Epoche
Abdülhamids II. (1876-1908). Die Rolle Deutschlands in der Türkischen Außenpolitik unter
Besonderer Berücksichtigung der Bulgarischen, Ägyptischen und Armenischen Frage”, History
Studies, Volume 3/2, 2011, s. 411.
8 Muzaffer Tepekaya, “Osmanlı-Alman İlişkileri (1870-1914)”, Türkler, c.13, Yeni Türkiye Yayınları,
Ankara 2002, s.40.
I. Dünya Savaşı’na doğru İngiltere ve Rusya, Ermeniler lehine ıslahat gerçekleştirmek için Osmanlı İmparatorluğu üzerindeki baskılarını artırmıştır.
İki ülkenin asıl amaçlarının Ermenilerden ziyade, Avrupa’da çıkabilecek bir savaşta Almanya ile yakınlaşan Osmanlı’yı içten çökertmek ya da zayıflatmak
olduğu ifade edilmektedir.9 Almanya, İngiltere ve Fransa tarafından Osmanlı İmparatorluğu’na dayatılan ıslahatları tehlikeli bulduğu için benimsememiştir.
Bu nedenle özellikle İngilizlere karşı Osmanlı’nın Ermeni politikasını desteklemiştir. 1897 yılında İstanbul’a Alman Büyükelçisi olarak gönderilen Marschall
von Bieberstein; “Kim reformlarla meşgul olursa, o İmparatorluğu reform ettirmek istemiyor, bilakis mahvetmek istiyordur” diyerek İngilizlerin Ermenilerle ilgili
reformlarının amacının, Ermenileri alet ederek Osmanlı İmparatorluğu’nun parçalanması olduğunu belirtmiştir.10 Almanya’nın Osmanlı İmparatorluğu ile
ilişkileri gelişirken Anadolu’da birçok Ermeni isyanı arka arkaya patlak vermeye başlamıştır. Bu isyanların birden hızlı bir şekilde artmasında, Osmanlı’daki
Alman nüfuzundan rahatsız olan İngiltere, Fransa ve Rusya gibi devletlerin önemli rolü olduğu söylenebilir. Bu devletler, Anadolu’daki Ermeni isyanlarını
destekleyerek ve kışkırtarak Almanların Osmanlı İmparatorluğu’ndaki demiryolu inşası gibi faaliyetlerini engellemeye çalışmışlardır.11 Almanya, Ermeni
politikası hususunda Osmanlı İmparatorluğu’nun yanında yer alırken özellikle 1895 yılındaki Zeytun İsyanı sonrasında Ermenilerin masum olduğu ve zulüm
gördüğü iddiasını ortaya atan yayın ve haberlerden etkilenmeye başlamıştır.
Burada değinilmesi gereken önemli nokta Almanların Ermeniler konusundaki görüşlerinin yine bir Alman nedeniyle değişmesidir.
Bu Alman, rahip Johannes Lepsius’tur. Lepsius, daha 1890’larda Ermeni meselesinin hararetli bir savunucusu olmuş, 1897 yılında “Armenien Und
Europe” (Ermenistan ve Avrupa) adlı kitabında görüşlerini belirtmiştir.
Ayrıca Lepsius, Ermenilere yönelik yardım kuruluşları arasında ilk sırayı alan, Alman Doğu Misyonu (Deutsche Orient-Mission) ile Alman Ermeni
Cemiyeti’nin (Deutsch-Armenische Gesells chaft) yöneticisi olarak görev yapmıştır.12
9 Veysel Ayhan, “Ermeni Kimliğinden Ermeni Sorununa Geçiş Sürecinde Rol Oynayan İçsel Ve Dışsal
Faktörler”, Uludağ Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, Cilt 24, Sayı 1, 2005, s. 73.
10 Ramazan Çalık, Alman Kaynaklarına Göre II. Abdülhamid Döneminde Ermeni Olayları, T.C. Kültür
Bakanlığı Yayınları, Ankara 2000, s. 63.
11 Yahya Bağçeci, “XIX. Yüzyılın Sonlarında Anadolu’da Çıkan Ermeni İsyanlarına Karşı Osmanlı Devleti’nin Aldığı Askeri Tedbirler”, Erciyes Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Sayı:24,
2008, s. 320.
Lepsius, hayatı boyunca çalışmalarını Ermeniler üzerine yoğunlaştırmış, Ermenilerin en büyük savunucularından
biri olmuş ve Avrupa’da Ermenilerin koruyucu meleği olarak adlandırılmıştır. Lepsius’un Avrupa kamuoyunu etkilemek için Ermeni meselesini bir Hıristiyan
meselesi olarak lanse etmeye çalıştığı ifade edilmektedir.13
Sosyal yardım çalışmaları yetimhaneler ve klinikler kurulması gibi- yanında bir yandan misyonerlik faaliyetleri yürüten Lepsius’un yazdığı yazılar asılsız ve tamamen kendi duygu ve düşüncelerinden ibaret olmasına rağmen, bugün maalesef halen birçok
Batı ülkesi tarafından kullanılarak, asılsız Ermeni iddialarının en temel kaynağını oluşturmaktadır. İlginç olan şey bugün birçok Alman yazarın Lepsius’un
görüşleri ve raporlarının yalan ve sahte bilgiler üzerine inşa edildiğini söylemesidir.14
Birçok kaynak II. Wilhelm’in Lepsius’un propagandalarından oldukça etkilendiğini belirtmektedir. Öyle ki II. Wilhelm’ın 1895 Ermeni isyanı ile ilgili
okuduğu bir rapor üzerine; “Bu artık fazla oluyor. Zira onlar da Hıristiyan” diyerek tepki gösterdiği belirtilmektedir. Bazı kaynaklarda da II. Wilhelm’in konuyla
ilgili olarak annesi Prenses Victoria’dan etkilendiği söylenmektedir. İmparatorun annesinin; “Türkiye’deki Hıristiyan katliamı çok iğrenç. Bütün Hıristiyan
ülkelerinin görevi, bu katliamda akan Hıristiyan kanının intikamını Türkiye’den almak olmalıdır” sözleriyle İmparatoru etkilediği belirtilmektedir.15
Ancak I. Dünya Savaşı’na doğru ilişkiler yeniden rayına oturmuştur. II. Wilhelm 1898 yılında İstanbul-Kudüs ziyaretine çıkmıştır. Bu gezi Alman basınında bazı tar-
tışmalara neden olmuştur. Ortaylı’nın aktardığı şekliyle, milliyetçi-liberal bir Alman gazetesi olan Badische Landeszeitung Sultan Abdülhamit’i kastederek;
“Elleri Ermeni kanına bulanmış bir adamın elini imparator nasıl sıkacak? Bu gezide yatın kömür masraflarını haşmetmeab kendi tahsisatından mı, yoksa
devlet kasasından mı ödüyor?” diye sert bir eleştiride bulunmuştur.16
Bir başka liberal gazete aynı yazıya; “Ermeniler kendileri suçlu, Abdülhamit olmasa Türkiye ayakta duramaz. Akıllı bir diplomattır. Gerçekte başbakan da kendisidir.
Sınırları dışında bile Halife olarak hürmet görür. İmparatorun böyle bir Sultana misafir olması önemli olaydır” diyerek cevap vermiştir.17
1898 yılında Alman gazeteci yazar Hans Barth tarafından kaleme alınan Türke Wehre Dich (Türk Savun Kendini) adlı kitapta Batı’nın, Anadolu’daki Ermenileri kendi menfaatleri
için bir araç olarak kullandığı ifade edilmekte ve hatta bu durum “Sekizinci Haçlı Seferi” olarak tanımlanmaktadır.18
12 Ayrıntılı bilgi için bkz: Selami Kılıç, “Ermeni Dostu Olarak Tanınan Bir Alman Din Adamı Dr.
Johannes Lepsius”, T.C. Başbakanlık Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu,
http://www.atam.gov.tr/dergi/sayi-51/Ermeni-dostu-olarak-taninan-bir-alman-din-adami-dr-johannes lepsius,
Erişim Tarihi 15.05.2014.
13 Hans Barth, Türk Savun Kendin, (çev. Selçuk Ünlü), Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı, İstanbul 1988, s. 16.
14 Christian Johannes Henrich,, “Die Armenische Minderheit im Untergehenden Osmanischen Reiht”, Christian Johannes Henrich, Wolfgang Gieler, ed., Türkisches Europa- Europäische Türkei,
Bonn 2008, s. 201.
15 Çalık, a.g.e., s. 64.
16 İlber Ortaylı, “İkinci Abdülhamid Döneminde Osmanlı İmparatorluğunda Alman Nüfuzu”, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Yayınları, No: 479, 100. Doğum Yılında Atatürk’e Armağan Dizisi: 24, Ankara 1981, s. 55.
17 Ibid.
18 Osmanlı Ordusunda Alman Etkisi
Osmanlı İmparatorluğu-Almanya ilişkileri 20.yüzyılın başına kadar derinleşerek devam etmiştir. Bu dönemde Osmanlı İmparatorluğu’nun gerilemesinin
nedenini iyi yönetilmemesi olarak gören İttihat ve Terakki Cemiyeti çatısı altında ortak hareket eden muhalifler, 1908’de II. Abdülhamit’e İkinci Meşrutiyet’i
ilan ettirmiş, 1909’da ise 31 Mart Vakası’nda rolü olduğu gerekçesiyle II. Abdülhamit’i tahtından indirmişlerdir. II. Abdülhamit’in tahttan indirilmesiyle
Almanya İstanbul’daki en önemli müttefikini kaybetmiştir. 1908 yılında Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun Bosna-Hersek’i ve 1911 yılında
İtalya’nın Trablusgarp’ı işgal etmesi olaylarında Almanya’nın Osmanlı İmparatorluğu karşısında yer alması ilişkilerin gerilmesine neden olmuştur. İki taraf
arasında ilişkilere zarar veren bir diğer gelişme de Balkan Savaşları nedeniyle 1912 yılında toplanan Londra Konferansı’nda Almanların ilk defa Osmanlı
İmparatorluğu’nun topraklarında kendilerine bir nüfuz alanı oluşturulması için İngiltere’nin rızasını alma çabasıdır.19 Fakat önüne çıkan fırsatları iyi değerlendiren
Alman diplomasisi özellikle Ermeni konusunda Osmanlı’dan yana tavrını devam ettirince ve Osmanlı ordusunun reformu için Alman subayların
İstanbul’a gelmesiyle ilişkiler düzelmeye başlamıştır. Bu arada İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin kurucuları arasında bulunan Enver Paşa’nın Almanya’ya duyduğu
yakınlığın da Almanya-Osmanlı ilişkilerinin olumlu seyretmesine katkısı olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır.
19. yüzyıldan itibaren Osmanlı ordusunda görev alan Alman heyetleri gerek ordunun modernleşmesi gerekse Osmanlı-Almanya ilişkileri açısından
önemli rol oynamışlardır. Helmut von Moltke, Johannes Kaehler, Colmar von der Goltz liderliğindeki askeri heyetler Osmanlı İmparatorluğu’nda reformlara
katkıda bulunmuş ve söz konusu komutanlar orduda yüksek rütbelere sahip olmuşlardır. Örneğin; 1913 yılında Limon von Sanders’in başkanlığındaki Al-
man askeri uzmanları İstanbul’a gelmiş ve Sanders, Boğazların ve İstanbul’un savunmasını da üstlenen Osmanlı Birinci Ordusu’nun başına kumandan olarak
atanmıştır. Bu durum Almanya karşıtı devletlerin tepkisine neden olmuş ve kriz yaşanmıştır. Daha sonra Sanders’in ordu genel müfettişliği görevine
getirilmesi ile kriz sona ermiştir.20 Makalenin konusu açısından Golç Paşa olarak bilinen Colmar von der Goltz üzerinde durmak yerinde olacaktır. Goltz’un
Doğu Anadolu bölgesindeki Ermenilerin yerlerinden iskan edilmesi gerektiğini stratejik bir plan olarak ilk defa ortaya atan kişi olduğu iddia edilmektedir.
18 Mustafa Çolak, “Müttefik Almanya İle İhtilaf: Ermeni Meselesi”, History Studies, Special Issue on
Balkan Wars (Balkan Savaşları Özel Sayısı), Cilt:5, Sayı:6, Ankara 2013, s. 150.
19 Enver Ziya Karal, Osmanlı Tarihi, Cilt No:8, Türk Tarih Kurumu, Ankara 2011, s. 352.
20 Ibid.
Şöyle ki, Deutsche Rundschau dergisinde yer alan bir yazısında Goltz Paşa, Osmanlı devletinin jeopolitik yapısının korunması için, anılan devletin sadece
İslami ve Asyalı unsurlardan oluşması gerektiğini ve bu sebepten Hıristiyan Ermeni öğelere Osmanlı devleti toprakları içinde yer olmadığını savunmaktadır.
21 Wolfgang Gust’un “Der Völkermord an den Armeniern 1915/16” (Ermenilere Uygulanan Soykırım 1915/16) adlı kitabında von Vahakne N. Dadrian
tarafından kaleme alınan giriş kısmında Goltz Paşa’nın Ermenileri Osmanlı için stratejik bir tehdit olarak ifade ettiği ve etnik unsur olarak tanımladığı Anadolu
Ermenilerinin Rusların doğal yandaşları olduklarından, Türklerin savaşa girmeleri halinde, Rusya’ya sınır Doğu Anadolu’dan Mezopotamya çöllerine
sürülmelerinin Rusya’ya karşı etkili bir savunma yapılabilmesi için kaçınılmaz olduğunu savunduğu ifade edilmektedir.22 I. Dünya Savaşı’nın ilk yıllarında Osmanlı
ordusunda görevli bir deniz subayı olan Amiral Guido von Usedom’un günlüğünde, Ermenilerin Almanların başarısı için bir engel teşkil ettiği bu nedenle
Ermenilerin uzaklaştırılması gerektiği belirtilmektedir.23
Buchmann’a göre Ermeniler Osmanlı İmparatorluğu’nda çok rahat bir şekilde yaşadıkları için ayaklanmaya gerek duymamalarına rağmen Rusya’nın
kışkırtmaları sonucu ayaklanmaya başlamışlardır. Osmanlı topraklarında yüzyıllar boyunca süren Ermeniler, Araplar ve Türklerin barış ortamının I. Dünya
Savaşı çıkarları uğruna bozulduğu ifade edilmektedir.24 Rusların o dönemde bir Ermenistan devleti kurulmasını istemediği ancak Akdeniz’e iniş için tek yol
olarak Doğu Anadolu toprakları görüldüğünden Ermenilerle işbirliğine girişildiği belirtilmektedir. I. Dünya Savaşı sırasında Osmanlı ordusunun en üst mevkilerinde
danışman ya da kumandan olarak Alman subaylar yer almaktaydı.
Savaş ortamında Alman subayların Ermenilerin Ruslarla olan işbirliğinden rahatsız oldukları için Tehcir Kanunu’nun çıkarılmasına ön ayak oldukları belirtilmektedir.
Osmanlı İmparatorluğu’nun cephe gerisinde askeri açıdan sakıncalı bulduğu bölgelerdeki Ermenilerin, ülke toprakları içinde, çatışmanın olmadığı
daha emniyetli bölgelere gönderilmesi kararının, komuta kademesinde ve karagahlarda çalışan Alman subayların teklif ve önerileriyle verildiği ifade edilmektedir.
25 Hatta bu kararın uygulanması sürecinde birçok Alman konsolosun da yönetici ve teşvikçi olarak bu sürece katıldığı ileri sürülmektedir.26
Sevk ve İskan Kanunu’nun uygulamaya konulması kararının alındığı dönemde Almanya’nın iki yönlü bir politika izlediğini söylemek yanlış olmayacaktır.
Bu çerçevede Almanya’nın bir yandan Osmanlı İmparatorluğu ile müttefik olarak, savaştaki durum çerçevesinde ilişkilerini iyi tutmaya çalışırken bir yandan
da Ermeniler hakkında alınan karar doğrultusunda İtilaf Devletleri’ne karşı kendisini savunmak durumunda olduğu ifade edilmektedir.27
21 Collmar Freiherr von der Goltz, “Stärke und Schwäche des türkischen Reiches”, Deutsche
Rundschau, Cilt No: LXXXXIII, Ekim-Kasım-Aralık 1897, s. 95-119.
22 Ibid.
23 Ibid.
24 Bertrand Michael Buchmann, Österreich und das Osmanische Reich. Eine bilaterale Geschichte, Viyana 1999, s. 261.
25 İlber Ortaylı, Osmanlı İmparatorluğu’nda Alman Nüfusu, 9. Baskı, Alkım Yayınları, İstanbul, 2006, s. 154.
26 Ibid.
DEVAM EDECEK..
2 Cİ BÖLÜM OKUMAK İÇİN ( MAUSLA )TIKLAYINIZ
..
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder