17 Ocak 2016 Pazar

ERMENİ İDDİALARI BÖLÜM 2



ERMENİ  İDDİALARI  BÖLÜM 2



ERMENİSTAN’IN İSTİKLALİ  İÇİN  YAPILAN  İLK  TEŞEBBÜSLER

Ermeni  Devleti’nin   yeniden  kurulması   ve  istiklaline  kavuşması  için  yapılan  ilk  teşebbüsün  İsrel  Ori  adındaki  Karabağlı   bir  Ermeni  din  adamı  tarafından   yapıldığını  görmekteyiz.Türkler’in,  1683  yılında  Viyana  önlerinde   bozguna  uğraması   bütün  Hıristiyan  aleminde  olduğu  gibi,  Omsalı  idaresinde  yaşayan   bazı  Hıristiyan  ileri  gelenlerde  de  çeşitli  ümit  ve   düşünceler   uyandırmıştı.Bu  gelişmeden   etkilenen  kişilerden  biri  de İsrel  Ori    idi.1698-1711  yılları  arasında Fransa,  İngiltere,  Almanya,  ve  Rusya’yı  dolaşan   ve Ermenistan’ı   kurtarmak  için   bir  Haçlı  seferi  düzenlemeye  çalışan  İsrel  Ori ,  bu  teşebbüsünde   bütün  gayretlerine  rağmen muvaffak  olamamıştı.Fakat, İsrel  Ori’nin   Rus  Çar’ı  Petro’ya (1683-1725)   Kafkaslar  ve  bilhassa  iki  Hıristiyan  topluluk  olan  Ermeniler  ve  Gürcüler  hakkında  verdiği  bilgiler,  Ruslar’ın  dikkatini   bu  bölgeye  çekmeye  yetmişti.



Mehmet SARAY:Ermenistan  Yol  Ayrımında Kafkas  Araştırmaları  Dergisi S.7 Sayı:II  İstanbul  1996.


ŞARK  MESELESİ

“Şark Meselesi” , son iki yüz yıl dünyanın büyük devletlerini meşgul etmiş, “güç dengesi”nin tesisinde en mühim amillerden biri olmuş , entrikalara , kıskançlıklara ve pazarlıklara sebebiyet vermiştir.
Her Batılı devlet, “güç dengesi “politikasına titizlikle riayet ettiği gibi “Şark Meselesi”ni kendi menfaatine en uygun şekilde halletme yollarını aradı. Bütün Avrupa devletleri , özellikle Çarlık Rusyası , “Şark Meselesi” ile uğraşmayı dış politikasının esas unsuru haline getirmiştir.
“Şark Meselesi” belirgin hatlarıyla iki önemli safha geçirmiştir.
Bunlardan birincisi “1071-1683 yılları arasındaki “Şark Meselesi”dir. Bu tarihler arasında Avrupa savunmada ,Türkler taarruz halindedir. Bu birinci safhada Batı için “Şark Meselesi”;

*Türkleri Anadolu’ya sokmamak
*Türkleri Anadolu’da durdurmak.
*Türklerin Rumeli’ye geçişini önlemek.
*İstanbul’un Türkler tarafından fethini engellemek
*Türkler’in Balkanlar üzerinden Avrupa içlerine doğru ilerleyişine mani olmak  v.b. politikalar uygulamaktı.

“Şark Meselesi”nin Batılılarca bu hedeflerine rağmen ,Türkler Anadolu’ya girmiş ,Balkanlar’ı tamamen zaptetmiş ve Viyana kapılarına kadar dayanmıştı. Ancak 1683 tarihinde Türklerin Viyana önlerindeki yenilgisi “Şark Meselesi”nin birinci safhasını da sona erdirmiştir. Gene bu tarihte “Şark Meselesi”nin ikinci safhası başlamıştır. Bu safhada ,Türkler savunmada ,Avrupa ise taarruz halindedir.
“Şark Meselesi”ne ikinci aşamada , özellikle  19.y.y.ın ikinci yarısından itibaren emperyalist zihniyet ilave edilmiştir. Ancak,Hıristiyan Batı, hem Haçlı zihniyetini hem de emperyalist zihniyetini gölgeleyebilmek için kendisinin daima hümanist zihniyetle hareket ettiğini propaganda yoluyla dünya kamu oyuna telkin etmeye çalışmıştır.
1920 yıllarına kadar devam eden bu safhada “Şark Meselesi”nin gelişmesi şu şekilde gerçekleşecektir.

*Balkanlar’daki Hıristiyan milletlerin Osmanlı hakimiyetinden kurtarılmaları .Bunun için Hıristiyan toplumları isyan teşvik ederek evvela onların muhtariyetini , sonra istiklallerini temin etmek.

Birinci maddede belirtilen hususlar gerçekleşmezse;

Hıristiyanlar için reform istemek ve onların lehine Bab-ı Ali nezdinde müdahalelerde bulunmak.
*Türkleri Balkanlar’dan tamamen atmak.
*İstanbul’u Türkler’in elinden geri almak.
*Osmanlı Devleti’nin Asya toprakları üzerinde yaşayan Hıristiyan azınlıklar lehine reformlar yaptırmak,muhtariyet elde etmek veya mümkün olursa istiklallerine kavuşturmak.
*Osmanlı hakimiyetinde bulunan Kuzey Afrika’yı koloniyalist maksatlarla işgal ve ilhak etmek. Bunun için koloniyalist ve emperyalist devletlerin kendi aralarında anlaşmaları yeterli görülüyordu.
*Türk olmayan Müslüman toplumları , özellikle Araplar’ı Osmanlı Devleti aleyhine kışkırtmak ve onları devletten koparmak. Bu hedefe varmak için ,Arap milliyetçiliğinin tahrik edilerek canlandırılması kafi görülmüştür .Bu hususta emperyalist gayeler ön planda tutulmuştur.
*Anadolu’yu paylaşmak ,Türkleri Anadolu’dan çıkarmak.


Büyük devletler daha 1878 Berlin Antlaşması ile Balkanlar’dan Türkler’i attıklarına veya atmak üzere olduklarına inandıkları için “Şark Meselesi”ni Osmanlı  Devleti’nin Asya topraklarına kaydırmayı başardılar. Nitekim; Berlin Antlaşması’na koydukları 61. Madde ile Anadolu’da Ermeniler lehinde reformlar yapılmasını Bab-ı Ali’ye kabul ettirmişlerdir. Bu durum, Doğu Anadolu’da bir Ermenistan Devleti kurmak anlamına geliyordu.

Bayram KODOMAN:Şark Meselesi Işığı Altında Sultan II.Abdülhamit’in Doğu Anadolu Politikası  s:7 Orkun Yayınevi  İstanbul 1983
Doğuştan Günümüze Büyük İslam Tarihi  cilt:12 s.21-22 Çağ Yayınları  İstanbul 1989



RUS  POLİTİKASI

Bulgarlar’ı  himayesine  alıp  Ege  Denizi’ne   açılmak  isteyen  Çar,  Doğu  Anadolu’yu   “Anadolu”  ismini  kullanmadan  Kuzey  Ermenistan  diye   niteleyerek   bu  bölgede  de tarihi   emellerinin  hangi   noktaya   vardığını   ortaya  koymaktadır.Aslında  Irak’a  ve Basra  Körfezi’ne  kadar  inebilmek  için kendisine  gerekli  olan tampon  devlet  Ermeniler’den  oluşacaktı.Bu  devlet  Rusya’nın  himayesine    girdikten  sonra,  kendisini   aynen İngiltere’nin Yunanistan’ı  paravan  ve   maşa  yapması  gibi Ermeniler’i  kullanarak  Anadolu’yu  Türkler’den  temizleyecek,  aynı  zamanda  da petrol  bölgelerine  İngilizler’den  evvel  varacaktı.

İlhan  BARDAKÇI:İmparatorluğa Veda s:108-109



MİSYONERLİK

Osmanlı’da misyon faaliyetleri münferit kiliseler, hastaneler ve halkın içine herhangi bir yolla girmiş  Müslüman kılıklı papazlar vasıtasıyla yapılamakta idı.

İngilizler,  Müslüman memleketlerde Hıristiyan kültürünü yaymak için hususi suretle yetiştirilmiş elemanlar hazırlamaya başlamıştır.Bu müesseselerde yetişmiş bir İngiliz misyonerinin anlattıklarını takip etmekle oldukça vazıh bir fikir elde edebiliriz.”Misyonerler çocuk iken hizmete alınır, yapacakları vazifeye göre ilmen, ahlaken ve fikren yetiştirilirler. şöyle ki, İngiliz misyoner cemiyeti her sene bütün orta mektep talebesinin zekilerinden otuz kırkını seçerek himayesine alır, onları kabiliyetlerine göre üçer-beşer ayırarak muhtelif memleketlerde yetiştirir.Bu çocuklar o memlekette sefaret veya konsolosluklara  tevdi edilir.Bu şekilde bir arkadaşı ile beraber İstanbul’ da ki İngiliz sefaretine verilen  misyoner namzedi, sefir vasıtasıyla bir Müslüman ismi altında  bir Müslüman ailesine evlatlık olarak yerleştirilir ve mahalle mektebinden başlayarak medrese tahsiline kadar tam bir Müslüman çocuğu halinde yetişmiştir. Sonraları bir Ermeni’den Fransızca dersi alarak Bab-ı Ali Terceme Kalemi’ne girmiş ve  orada baş halifeliğe kadar yükselmiştir.Nihayet Protestan cemiyetinden program ve talimat hazırlamak vasıtasıyla İngiltere’ye çagırılır ve başındaki sarığı atıp  bir Şapka geçirerek memleketi terk eder.”


Hıristiyan kültürünün yayılmasında en çok üzerinde durulan müesseselerden biri de hastanelerdir.Bilhassa büyük harpte, harbin getirdiği sefalet ve hastalıklara duçar kalan  halk üzerinde bu hastanelerin büyük tesiri olmuştur.Türk Misyonlarına Yardım Cemiyeti’ nin neşrettiği elli senelik kitapta hastanelerin rolü şu tarzda belirtilmektedir.

“Tıbbi misyonlar İncil öğretiminin öncüleridir.Bunlar başka bir envanjelin ağacı dikilmesi imkansız olan yerlerde fidan yetiştirebilirler. Doktor, diğer misyonerlerle ne bir münasebeti olan , ne de bu münasebeti isteyen  bir çok insanı doğrudan doğruya kabul edebilir.Bir hekim nerede olursa olsun bir dispanser açtığı zaman , şifa verici mahareti yüzünden kendisine başvuranlarla kuşatılır. Bu yobaz bir İslam mollası veya bir fakir onun elini öpecek ; kör –topal , mefluç insanların , can çekişen ana babaların İsa’ya hazin yakarışlarını andıran bir sesle ona yalvaracaklardır.”

Bütün bunların yanı başında laik kültür müesseseleri olan kolejlerdeki tedrisat ve idarede aynı propaganda faaliyeti görülmektedir.Bunun en bariz misalini Bursa Amerikan Koleji vermektedir.Talebe arasında bilhassa fakir olanların ücretlerinde indirim yapılarak  veya kendilerine mektep dahilinde ücretli bir iş verilerek müesseseye minnettar bırakılmakta, daha sonra yapılan yardımın  Hz.İsa’ nın lutfu olduğu  söylenerek dini ve ahlaki telkin yapılmaktadır.

Bu çocukların çoğu da henüz rüştünü etmemiş olanlardı. 

18.y.y’ın  sonlarına  doğru bağımsızlığını   kazanan  Amerika Devleti’nin  istikbali  ticarette idi. Amerikan  ticareti  Batlık,  Lovant  (Orta Doğu)  ve Uzakdoğu  olmak  üzere  üç  yönde  gelişebilirdi.Ancak  bu  gelişme  yollarının  üzerinde   bazı  engeller,  denizcilerin  diliyle  mayınlar  bulunmaktaydı. Bu  mayınlardan  kurtulmak  için Amerika’ nın  donanmaya  ihtiyacı  vardı. Aslında  donanma iþin “ yüzü  sert  ve  soğuk ”  yanıydı. Bir de  ” yüzü sıcak ”  sempatik   ve  insancıl  olan   bir  mekanizmaya  ihtiyaç  vardı. Zira Akdeniz’de  dolaştırılacak   bir  firkateynin   yıllık  masrafı 80.000  dolarken   bir  misyoner  ailenin   yıllık  gideri 1000  doları  dahi  bulmuyordu.
1797’de,  1804’te , 1811’de Amerika  Osmanlı  Devleti’ni  ticari  potansiyel  olarak  görürken ,  1819’dan  itibaren Amerika’ nın  Türkiye’ye  bakış  açısı   değişmiş, ticaretle  girdikleri  Osmanlı  Türkiye sindeki  durumun  müsaitligini  kavrayıp  misyoner  faaliyetlerini   yürütebilecekleri   bir  dönemi  başlatmışlardır.
Amerika’nın   dışa  yönelik  misyoner  örgütü  “American  Board” adlş  misyoner  örgütünün  1810  yılında  Boston’da kurulması ve  bu örgütün  1819  yılında  Türkiye’yi  programına  almasý, 1820’lerden  itibaren  de  ilk  misyonerlerini  Anadolu’ya  göndermesi,  bunun  yanında Amerikan  Protestan  Kilisesi’nin   hedef  kitle  olarak  Türkiye  Ermenileri’ni  seçmesi  ve  bu  yönde  Anadolu’da Ermeniler  üzerinde  faaliyet  göstermesi  ve  Amerika’da  siyasi  Ermeni   hareketinin  de  filizlenmesini  gerçekleştirmiştir.
American Misyoner  Örgütü’nün  sekreteri  Judson  Smith ,  yukarıdaki rakamların  bir  bölümünü  sıraladıktan  sonra:” Bütün  bu  asil   hizmetlerimiz,  Ermeni  milletini  bize  karşı   sonsuz  sevgi  ve  Şükran  duygularına   gark  etti  ve Ermeniler’in  yüreklerini   çelik  bir  çengelle  misyonerlere  bağladı. Artık  Ermeni  milleti ,  bu  koruyucularının ve velinimetlerinin  elinde  bir  balmumu  parçası  gibidir.” 

Amerika’nın en güçlü misyoner örgütü American Board  1819’da  Hıristiyanlığın çıkış noktası olan Orta Doğu’yu programına aldı. Çünkü onlarca Protestan misyoner örgütün ortak noktalarında Orta Doğu- özellikle de Anadolu ve Rumeli- Amerika’nın en büyük misyoner örgütü olan American Board’da ihale edilmişti ve örgütün yirmisini yeni tamamlamýþ,  belki de bıyıkları bile terlememiş iki genç temsilci Pliny Fisk ve Levi Parsons, Şubat 1819’da Amerikalý gemici Yankeler’in alkışları arasında İzmir rıhtımından Osmanlı topraklarına ayak basıyorlardı. Andover Misyonerlik Koleji’nde bu vazife için yıllarca eğitilen bu iki öncü misyonerin yapacakları ilk iş ellerine verilen talimatta da açıkça belirtildiği gibi misyonerlik için yeni alanlar, yeni tarlalar tespit etmek, bir ön çalışma ile bölgedeki halkın dini, siyasi, sosyal , ekonomik ve ahlaki durumlarının bu faaliyete müsait olup olmadığını Boston’a American Board’ın  merkezine rapor etmekti.Onlara iki hedef gösterilmişti: Müslümanlar ve Yahudiler!.Ancak bu hedefin arkasında görünmeyen bir büyük hedef daha vardı. Levi Parsons, şubat 1819’da İzmir rıhtımından karaya ayak basar basmaz Boston’daki merkezine yazdığı ilk raporunda bunu gayet açık ifade ediyordu:” İzmir’e geldikten sonra içimde güçlü günah İmparatorluğu’nu  ( Osmanlı’yı) yıkmak için var olan duygular bir kat daha arttı”.

Kolay çalışma açısında Anadolu  çeşitli misyonlara bölünmüştü: Bunlar Ermeni misyonu (Özellikle Doğu Anadolu başta olmak üzere Ermeniler’in yaşadığı her yer), Bulgar misyonu ( Bulgaristan’da), Asur misyonu (Diyarbakır ve çevresinde Kürtlere yönelik olarak), Nasturi misyonu (Doğu Anadolu Hakkari çevresinde), Suriye misyonu( Şam ve çevresinde ) şeklinde örgütlenmişlerdir.

Anadolu’ya gelen misyonerlerin ilk tespiti şu olmuştur: Dinlerinin batıl olduğuna inandıkları Yahudileri de, “ dinsiz ve heretik ( sapık )”  olarak suçladıkları Müslümanları da Hıristiyanlaştırmak mümkün değildi.Çünkü Yahudiler, adil Osmanlı devlet düzeninde  bütün ibadet ve geleneklerini korumuşlar, dahası  azınlık psikolojisi ile günden güne daha çok birbirlerine kenetlenmişlerdi. Müslümanlara gelince onları Hıristiyanlaştırma nın önündeki engel daha da güçlü idi.Onun için yeni hedefler, yeni kitleler, yeni politikalar bulmak gerekiyordu.Bunda da fazla gecikmeyeceklerdi. Çünkü eski Doğu kiliselerine mensup milyonlarca Hıristiyan , Rum, Ermeni, Arap, Nesturi, Bulgar v.b. onları bekliyordu.Bu misyonerlik tarihinin belki en önemli fırsatlarından biri idi. Her bir topluluk Orta Doğu’nun kapısını misyonerlere açacak birer anahtar rolü oynayabilirdi.Hemen çalışmalar bu yöne kaydırıldı. Bu çalışmalarda Ermeniler’e özel bir önemin verildiği görülmektedir.

Amerikalı misyonerler Osmanlı ülkesinde ilk kalıcı merkezi 1831’de İstanbul’da Ermeniler’e yönelik faaliyette bulunmak üzere açarken , ilk Amerikan Misyoner Okulu da 1834’te İstanbul Beyoğlu’nda Ermeni çocuklar için açıldı.Bu sebeple de misyonerlere ilk tepki İstanbul’daki Ermeni Patrikhanesi’nden geldi.İngilizlerin de desteği ile misyonerler İstanbul’dan sonra Ýzmir, Antep, Merzifon ve Maraş ’ta  Ermeni le re yönelik eğitim müesseseleri kuracaklar, hatta Harput’ta kurdukları koleje “ Ermeni Koleji ” adını vermekten bile çekinmeyeceklerdir. Ancak Müslüman Türk halkının tepkisi ve II. Abdülhamit’in basireti sebebi ile bu ad “Fýrat Koleji” olarak değiştirmek zorunda kalacaklardır. 

American Misyoner  Örgütü  Boston  Merkez  sekreteri Judson  Smith,  1893  yılında, “Hamdolsun,  Çanakkale  ve Akdeniz  kıyılarından  Rus  sınırına  ve Karadeniz’den  Suriye  sýnýrýna  kadar ,  Türkiye’nin  hemen  hemen    bütün  kent  ve  köylerine  erişebildik”  diyordu.Gerçekten  erişmişler,  her Ermeni  köyüne  ulaşmışlar,  hatta  her Ermeni  evinin  içine  girmişlerdi.

Gerçekten  de American  Board  Misyoner Örgütü , “Türkiye’de  o  kadar  muazzam  çalışmıştı  ki, 1893  yılına  kadar   Türkiye’de 1317  misyoner  görev  yapmaktaydı  ve 1893  yılına  kadar  Türkiye’de 3  milyon  İncil  ve  yaklaşık  4  milyon  da  değişik  kitaplar  dağıtılmıştı. 
Osmanlı  İmparatorluğu’na gelen Protestan misyonerlerin  gayretlerine hedef olan Ermeniler’in dini, kültürel ve sağlık konularına eğilmişler, bu toplumu kendi kiliselerine çekebilmek için  görkemli tapınaklar , okullar vb hastaneler açmışlardır. Misyonerlerin Ermeni komitecilerine maaş da bağladıkları kaydedilmektedir. Protelizasyon faaliyetlerinde başarılı olabilmek  gerekli maddi yardımları da ana vatandan temin edebilmeye bağlıydı. İngiltere, dış politika amaçları doğrultusunda davrandıkları sürece misyonerlerin bu çabalarına katkıda bulunacaktır.İlginç olan Amerikan misyonerlerinin de – Protestan mahmiler yarattığı ölçüde - adeta İngiltere’nin  hesabına çalışmalarıdır. Misyonerler uğraşlarının zor  ve kutsallığı derecesinde ödüllendirilebileceklerini bildikleri için Osmanlı İmparatorluğu idarecilerini canavarlaştırıp , gayr-ı Müslim azınlıkları mazlumlaştırmak tan kaçınmadılar.

Düzmece hikayelerle batı kamuoyunun merhamet  hislerine hitap ederek Batı’dan önce maddi yardım , daha sonra ise diplomatik destek elde ettiler. Fakat bu arada Batı efkarı misyonerlerin ifadelerini tereddütsüz kabullendiği için kilisenin himayesi altında Türk düşmanlığı doğdu. Bab-ı  Ali, Ermeniler arasında zararlı propaganda yapan misyonerleri Türkiye’den ihraç etmeye kalkınca Büyük Güçlerin protestosu ile  karşılaşıyor ve sonuçta bu faaliyetlere engel olamıyordu.Gerek Patrikhaneye bağlı cemaat okullarında ve gerek misyonerlerin açmış olduğu kolejlerde Ermeni gençleri Fransız  Devrimi’ nin milliyet ilkeleri ile tanıştılar.Aynı sınıflarda kendilerine Ermenistan coğrafyası, yüceleştirilmiş edebiyatı ve efsaneleştirilmiş tarihleri öğretildi. Kısaca gençler milli bilinçlerini bu kurumlarda kazandılar.Yine bu okullarda okutulan ders kitaplarının içeriği bize Ermeni gençlerinin nasıl Türk düşmanlığı ile doldurulduğunu göstermektedir.Öğrencilere verilen defterlerde mutlaka Ermenistan haritası, Ermenistan timsali ve arması bulunuyordu.Ders dışında ise onlara Şiirler okutularak, piyesler verdirilerek Ermenistan için ayaklanmaktan başka çarenin kalmadığı teması işleniyordu.

Mekteplerdeki eğitim ve öğretimin yanı başında beden terbiyesi ve izcilik gibi faaliyetler de gençleri bu kültür dairesine almakta birer vasıta olarak kullanılıyordu.
Kısıtlı siyasal fakat giderek yoğunlaşan iktisadi ilişkilerin ötesinde A.B.D.’nin Orta Doğu’ya  ve özellikle Osmanlı Devleti’ne bağlayan en önemli etken , Amerikan Misyoner teşkilatının bu ülkedeki 19. y yılın ilk yarısından beri okul,hastane ve dinsel kurumlar ağırdı. American Board, Orta Doğu’da inançlarını yayma çabalarına araç olarak kiliseyi değil de okulları kullanmayı yeğlemişti. 

Osmanlı İmparatorluğu’nun sınırları  içindeki en etkin iki Amerikan kurumu Robert Koleji ( İstanbul ) ve Suriye Protestan Koleji ( Beyrut ) idi. Robert Kolej, Roths childs ailesinin Fransa branşına mensup New York lu tüccar Christipher Rinlender Robert’in maddi katkısıyla 1863’te  kurulmuştur. Robert, Sultan Mehmet İstanbul’u nasýl Rumeli Hisarını yaptırarak fethetti ise, kendisinin de oradan aynı şehri  - bu kez kültürel açıdan - olacağını  düşünerek okulun Bebek sırtlarında yapılmasında ısrar etmişti. 1866’da kurulan Suriye Protestan Koleji’nin  tüzüğünde ise “Bu kolejin misyonerlik değeri üzerinde olması ve her profesörün de Hıristiyan bir misyoner olmasında ısrar ediyoruz”deniyordu. Misyonerlerin Orta Doğu Kiliselerini ıslah etmeleri mümkün değildi. Bunun için mevcut Hıristiyan mezheplerinden taraftar bulmak yoluna giderek Türkiye’ye Amerikan Protestanlığını yerleştirmeye çalıştılar.Çabaların ilk etabındaki hedefleri Gregoryan Ermenileri olmuştur.


Erol GÜNGÖR: Türkiye’de Yabancı Kültürler.Sosyal Meseleler ve Aydınlar Ötüken Yayınları İstanbul 1996
şenol KANTARCI: ” Ararat ”  Filmi  Senaryosundaki  Tarihsel  Olayların  İncelenmesi
Emrah Tekin:Ecnebi Kolejlerin Tarihi Misyonu Tarih ve Medeniyet Dergisi. Sayı: 36 Mart 1997 sayfa:48
Ahmet UÇAR: Amerika’dan Anadolu’ya Misyoner Akını Tarih ve Medeniyet Dergisi sayı:33 aralık 1996  Sayfa:46-47
şenol  KANTARCI: Ermeni  Lobisi:ABD’de Ermeni  Diasporasının  Oluşması  ve Lobi  Faaliyetleri
Erol GÜNGÖR: a.g.e.
Mim Kemal Öke: Ermeni Sorunu (1914-1923)


3 CÜ BÖLÜMLE DEVAM EDECEK


.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder