ERMENİ İDDİALARI BÖLÜM 3
ERMENİ AYRILIKÇILIĞININ ÖRGÜTLENMESİ:KOMİTELER VE MÜCADELE YÖNTEMLERİ
Müstakil bir Ermenistan kurulabilmesine yönelik gelişmelerden birinci safhası tamamlanmış, Osmanlı Ermeni cemaatinde milliyetçi hisler filizlendirilmişti.
Şimdi sıra amaçların gerçekleştirilmesine gelmişti.Bu nedenle hepsinin amacı Ermenistan bağımsızlığı olmak üzere ilkin Türkiye’de , daha sonra ise yurt dışında çeşitli cemiyetler kurulmaya başladı.Önceleri esas niyetlerini saklayarak hayır dernekleri görünümü veren bu cemiyetlerin en önemlileri
Hınçak ve Ermeni İhtilal Cemiyetleri Birliği’dir ( Taşnaksutyun).
Hınçak Komitesi , Kafkasyalı Ermeniler’den Avadis Nazarbek ile sonradan kendisiyle evlendiği Maro adındaki kadın ve arkadaşları Kafkasyalı öğrenciler tarafından 1871’de İsviçre’de Marksist prensipler doğrultusunda kurulmuştur.Bu örgütün başında ve üyeleri arasında bir çok Rus Ermenisi bulunuyordu.Komite merkezi sonradan Londra’ya aktarılmıştır.Gayesinin “Türkiye Ermenistanı’nı kurtarmak” olduğunu ifade eden Hınçak Komitesi siyasi programının 4.kısmı bunun için hangi yöntemler başvurulacağını bize açıklamaktadır:
“Yakın amaca varmanın tek çaresi, ihtilal yani zor şartlar kullanarak Türkiye Ermenistanı’ndaki şekli alt üst etmek, değiştirmek, halka genel isyan yoluyla , Türk Hükümetine karşı savaş açtırmaktır.
Bu faaliyetlerin vasıtaları:
1. Propoganda:Basın, kitap söz vasıtasıyla millet arasında, bütün çevrelerde ve özellikle en başta halkın işçi kısmı içinde Hınçak ihtilal fikirlerini yaymak, onların arasında ihtilal teşkilatı kurmak, isyan alayları düzenlemektir.
2. Terör:Türk idarecilerine, hafiyelere, gammazlar, hainlere, ihanet edenlere karşı ceza olarak tedhiş ( Terör ) uygulamak. Terör ihtilal örgütünün savunması için bir vasıta ve silah olmalıdır.
3. Akıncı alayları teşkilatı: Hükümet askerlerine karşı koymak için daima hazır savaşçı bir kuvvettir.Genel isyan sıralarında bu alaylar öncü alayları görevini yapabilirler.
4. Genel ihtilal teşkilatı; hepsi birbirleriyle tam bir birlik teşkil edecek surette bağlı olan, düzenli bir bütünlük gösteren , genel ve ortak bir yönde yürüyen ve aynı taktiği takip eden ve bir merkezi heyet tarafından sevk ve idare edilen çok sayıda düzenli gruplardan oluşmuştur.Türkiye Ermenistanı’nda teşkilatın bütün bölümlerinin kuvvet ve yetkileri, Hınçak Komitesi’nin teşkilat ve faaliyetini gösteren özel bir tüzükle tespit edilmiştir.
5. İsyan alayları teşkilatı
6. Herhangi bir devlet tarafından Türkiye’ye karşı savaş açılması, genel isyan, yakın amacın gerçekleşmesi için en elverişli zaman sayılmalıdır.”
Taşnaksutyun Komitesi, Balkanlılar’ı taklit eden Ermeni milliyetçilerinin kurdukları çetelerin 1890’da Kafkasya, Tiflis’te Krisdapor Mikaelyan ve arkadaşlarının gayretiyle birleşmesinden ortaya çıkmıştır. Rusya’nın himayesinde bir Ermenistan fikrini güden Hınçaklar’a nazaran Taşnaklarına asıl amacı hiç olmazsa kuruluş yıllarında- bağımsızlıktı.Bunu Rus taraftarı Ermeniler istemiyorlardı.Osmanlı Ermenistanı’na bağımsızlık, Ruslar’a Akdeniz yolunu kapatmak demek olacaktı. Taşnaksutyun Trabzon, İstanbul ve Van’da merkezler kurarak ilk defa Türkiye’de örgütlenmeye başladı.İlk toplantısını 1892 sonbaharında Tiflis’te yapan Taşnaksutyun’un kabul edilen teşkilat nizamnamesine göre , örgüt faaliyetlerinin kapsadığı alanlar , bölgeler bakımından doğu ve batı olmak üzere iki büroya ayrılmıştı. Faaliyetlerini özellikle propaganda üzerinde yoğunlaştıran Batı bürosu ilkin Paris’te daha sonra Londra, Berlin, Leipzig, Cenevre, Roma ve Milano’da örgütlenerek gerek Avrupa kamuoyu ve gerek karar vericileri üzerinde etkili olmaya başladı.Doğu bürosu ise Osmanlı Devleti’ndeki tedhiş
ve isyan hareketlerini planlamak ve uygulamakla yükümlüydü.Demek ki, amaçları açısından aradaki farka rağmen Hınçaklar da Taşnaklar gibi hareket yöntemi olarak terörü benimsemişlerdir.Bunların dışında Ramgavar, Hınçak İhtilal Komitesi, Silahlılar Cemiyeti (1880), Ermenistan’a Doğru Cemiyeti, Genç Ermenistan Cemiyeti, İttihat ve Halaskar Cemiyeti (1872), Karahaç Cemiyeti v.b.leri de Ermeniler tarafından kurulmuştur.
Komitelerin Osmanlılar’la mücadele yöntemi olarak terörü benimsemeleri tesadüfi bir karar sonucu alınmamıştır.Maddi unsurlardan yoksun bir milliyetçilik akımının emellerini gerçekleştirebilmek için en radikal çözümleri yeğlemesi adeta konjektürel bir zorunluluktu. Ermeniler’in kurtarmayı amaçladıkları Ermenistan’ın Bulgaristan ve Yunanistan gibi tabii hudutlarla çevrili , birleşik bir halk kütlesiyle tarif ve sınırlanmış bir vatan olmadığını tekrarlamakta fayda vardır.Ermeniler, asıl Ermenistan denilen yerlerde genel nüfusun %87’sini oluşturan Müslüman denizinin içinde küçük adacıklar olarak yaşıyorlardı.
Bırakınız Osmanlı Devleti’ni, tüm dünyada yaşayan Ermeniler buraya göç ettirildiği halde bile Ermeniler’in Doğu Anadolu’da nüfus yoğunluğuna sahip olmaları mümkün değildi.İşte bu kuşkudan hareketle Ermeni Komiteleri tedhişi iki açıdan gerekli gördüler.İlkin bireysel tedhiş eylemleri ve toplu
katliamlar, Ermenistan’da ikamet eden Müslümanları kaçırtabilecek en etkili yoldu. Aynı Rumeli’den göçlerde olduğu gibi evlerini, Osmanlı Devleti can
güvenliklerini sağlayamadığı takdirde bırakacaklar; göçe zorlanmayanlar ise giderek komitacılar tarafından soykırıma tabi tutulacak ve yöre bir süre
sonra tamamıyla Ermeniler’e kalacaktı. İkinci olarak ise Ermeni komiteciler , davalarını yalnız başlarına kazanamayacaklarını biliyorlardı. Dış güçlerin
müdahalesi ve onayı olmaksızın uluslar arası siyasal sistemde önemli değişiklikler yapılması mümkün değildi.Komiteler, dünya siyasetine hakim güçlerin bu konuya eğilmelerinin ancak “ Tedhiş ” yoluyla sağlanabileceğini düşünüyorlardı. Şöyle ki, Doğu Anadolu’da isyanlar çıkartılarak, yöre halkı yeterince tahrik edilebilir ve Müslümanlar “ Misilleme ” saiki ile Ermeniler üzerine yürürlerse , bölgede iç harp çıkması işten bile değildir.Hıristiyan ve Müslüman teba arasında çıkan karşılıklı çarpışmaları durdurmaya çalışan Osmanlı güvenlik güçlerinin aldığı her tedbir , komitelerin Batı’daki propaganda bürolarınca “ Katliam ” şeklinde kamuoyuna yansıtılacak ve devletler sözüm ona bu “kan dökümüne” son vermeye davet edilecektir. Konuya eğilme gereğini duyan Büyük Güçler, benzeri hadiselerin ileride tekrar edilmemesi için Osmanlı Devleti’nden Ermeniler lehine bazı yeni düzenlemeler yapmasını isteyeceklerdir.
Islahat yolunda atılan her adım, Ermeniler’i giderek muhtariyete yaklaştıracaktır.Kısaca ifade edilecek olursa, Batı müdahalesi Doğu Anadolu’nun “ Ermenileştirilmesi” için vazgeçilmez bir şart, terör ise o günkü şartlarda bu müdahaleye yol açacak kapının yegane anahtarıydı.
Osmanlı Devleti’nde Ermeni Sorunu’nun ikinci safhasına yol açan isyanlardan ilki 1890’da Erzurum’da patlak verdi.
Bunu yine aynı yıl meydana gelen Kumkapı Gösterisi, 1892-1893’de Kayseri, Yozgat , Çorum ve Merzifon Olayları, 1894’te Sasun İsyanı, 1895’te Bab-ı Ali Gösterisi ve Zeytun İsyanı, 1896’da Van İsyanı ve Osmanlı Bankası’nın İşgali, 1903’te II.Sasun İsyanı, 1905’te Padişah II.Abdülhamit’e Suikast Teşebbüsü, 1909’da Adana İsyanı takip etmiştir.
Osmanlı kaynakları bu ayaklanmalar sırasında Patrikhane’nin komitecilere yataklık ettiğine değinmektedir.Bilhassa seçilmiş genç Papazları komitecilerden ayırmanın güçlüğü de belirtilmektedir.Ayaklanmalar üzerinde İngiliz ve Rus konsoloslarının rolü üzerinde durulmalıdır.Osmanlı güçleri komitecileri yakaladıklarında konsoloslar Bab-ı Ali’ye başvurarak, bu Ermeniler’in kendi vatandaşları olduğu için mahkemelerinin ve müteakip cezalarının suçlu bulundukları takdirde konsolosluklarda yapılmasının kapitülasyonlarca mahfuz yasal hakları olduğunu ifade etmektedirler. Kayıtla bize bu yargılamanın adaletin tecellisine yardımcı olmayarak, komitecilerin, konsolosların himayesinde yurt dışlına kaçırıldığını ve burada hüviyet değiştirerek olay çıkartmak için yeniden Osmanlı Türkiyesi’ne sokulduğunu göstermektedir.
Ermeni Sorunu’nda üçüncü safha Büyük Güçler’in Bab-ı Ali nezdinde müdahalesinin sağlanmasıydı.
Mim Kemal ÖKE:Ermeni Sorunu T.T.K Yayınları
AVRUPA HİMAYESİ
Rusya, Küçük Kaynarca Antlaşması’ndan sonra (1774) Osmanlı İmparatorluğu’nun Hıristiyan tebasının “ Koruyucusu ” rolüne soyunmuştu. Özellikle Ortodokslar konusunda Osmanlı Devleti’nin iç işlerine karışıyor, İstanbul Hükümeti’ne sürekli baskı yapıyordu.Rusya’nın bu politikası yüzünden 1853’te Osmanlı Devleti ile Rusya arasında Kırım Savaşı patlak verdi.İngiltere ve Fransa da bu savaşta Osmanlı Devleti’nin yanında yer aldılar .Kırım Savaşı sonunda , Şubat 1856’da Islahat Fermanı yayınlandı ve Padişah tebası arasında hiçbir din ve ırk ayrımı yapmayacağını ilan etti.
Bu madde Rusya’nın Hıristiyan azınlıklar adına Osmanlı Devleti’nin içişlerine karışmasını önlemek amacıyla Paris Antlaşması’na konmuştu. Hesapça, Rusya artık Osmanlı’nı içişlerine karışmayacaktı.Osmanlı devlet adamlarının beklentisi buydu.
Ama evdeki hesap çarşıya uymadı.Paris Antlaşması’nı imzalayan Avrupa devletleri, özellikle İngiltere tam bir ikiyüzlülükle bu antlaşmayı tam tersine yorumladılar. O güne kadar yalnız Rusya, Osmanlı Hıristiyanlarının koruyuculuğunu üstleniyordu, ondan sonra ise antlaşmayı imzalayan altı Avrupa Devleti bu koruyuculuğu ortaklaşa üstlenmeye başladılar.
İngiltere Dışişleri Bakanı Lord J.Russel bu konuda şunları yazıyordu:
“Paris Antlaşması hükümleri, Osmanlı Hıristiyanları üzerindeki Rusya’nın tekelci koruyuculuğunu , daha geniş kapsamlı bir yükümlülüğe dönüştürmüştür.
Paris Antlaşması Bab-ı Ali’nin Hıristiyan teba üzerinde bir tek devletin koruyuculuğu yerine beş devletin ortak koruyuculuğunu geliştirmeyi öngörmüştür.
” Kısacası İngiliz Bakanı, “ 80 yıldır yalnız Rusya Osmanlı Hıristiyanlarının koruyucusu rolündeydi, şimdi biz de aynı role soyunuyoruz ” diyordu.
Islahat Fermanı döneminde, Müslüman ve Hıristiyan Osmanlı tebası arasındaki denge Hıristiyanlar lehine döndü.Ermeniler, Islahat Fermanından ve yabancı himayesinden faydalanmayı bildiler.
İngiltere’nin Trabzon Konsolosu Palgrave, 1896 yılında Londra’ya şunları rapor ediyor:
“Bu günkü durumda (1868’de), muvazzaf olsun, ihtiyat olsun, bütün askerlik yükü yalnız ve ancak Müslüman halkın omuzlarındadır.Gerçi Hıristiyanlar hazineye küçük ve önemsiz bir askerlik bedeli ödemektedirler. Ama bu onların askere gitmemekle elde ettikleri avantajlara oranla bir hiçtir. Askerli bedeli adamakıllı yüklü olsa bile , yine de Müslüman tebanın zavallı omuzlarındaki yükün altında düştüğü yoksulluğu hiçbir zaman dengeleyemez”
Konsolos Palgrave şöyle devam ediyor:
“Müslüman halk, sorumsuz merkezi İstanbul Hükümeti’nde kesinkes temsil edilmiyor.Padişahın Müslüman tebasının başkentte derdini anlatabileceği hiç kimse yoktur. Buna karşılık Hıristiyanlar, İmparatorluğun her tarafına yayılmış bütün yabancı konsolosluklara, kimi de İstanbul’daki elçiliklere başvurup haklarını arayabiliyorlar.Hıristiyanların dertleri can kulağıyla dinleniyor. Üstelik hiçbir şikayetleri olmadığı zaman da onlar adına hayali şikayetler uyduruluyor.
Osmanlı Hıristiyanları, genellikle Türkler’den daha iyi durumdaydılar.Bir değil altı Avrupa Devleti’nin ve Amerika’nın koruyucu kanadı altındaydılar.
Tanzimat’tan beri Müslümanlar beş yıl mecburi askerlik yapıyorlardı ve savaş zamanında bu süre daha da uzuyordu.Hıristiyan teba ise askerlik yapmıyor, para yapıyordu.“Osmanlı Devleti, kendi ağır yükünün tümünü yalnız Müslüman’ın omzuna yüklemişti.Tek omuza yüklenmektir bu.Yük Müslüman ve Hıristiyan tebanın omuzlarına eşitçe bölüştürülmezse bu İmparatorluk sittin sene belin doğrultamaz”
Osmanlı Ermenisi, köyde ağa, kasabada eşraf, şehirde zengin işadamı olmuştu.Başkentte Paşa olmuştu.artık.
Erzurum’daki İngiliz Konsolosu Taylor, 19 Mart 1869 tarihli raporunda şunları yazıyor.
“Bu yörenin her köşesinde Ermeniler, Türk hükümetinden acı acı yakınıyorlar.Aynı zamanda hiç sakınmadan Rusya’yı övüp göklere çıkarıyorlar.Ermeniler’in bu tutumu kiliselerinin düşmanlık öğretilerinden ileri geliyor. Erzurum’daki varlıklı Ermeniler, Türk tebası oldukları halde Rus pasaportu almışlardı.
Gizli gizli yürütülen Rus pasaport ticareti bu yörede pek yaygındır ” boşuna dememiş atalarımız :
” Hacı sandığımızın haçı koltuğundan çıktı ”. Padişahın “ Sadık tebası ” sanılan Osmanlı Ermenileri meğer cebinde Rus pasaportu taşıyormuş.
El altından yürütülen Rus pasaportu ticareti Doğu Anadolu’da almış yürümüş. Dışı Osmanlı, içi Rus bir yılığın insan türemiş ve bu “ Ruslar ” her kasabamıza sızmış.
OSMANLI RUS SAVAŞI
OSMANLI RUS SAVAŞI
1875’te Bosna-Hersek, arkasından Bulgar ayaklanmaları patlak verdi.Osmanlı Devleti’ne karşı ayaklanan Balkan Hıristiyanları Avrupa’da büyük sempati topladı.
Rus ve Avrupa gazetelerinin zembereği boşandı.Osmanlı yönetimi yerin dibine batırılıyor, ayaklanan Osmanlı Hıristiyanları ise alkışlanıyor, yüceltiliyordu.
Devlete sadık kalan Osmanlı Ermeniler’i Balkan Hıristiyanlarına özenmeye başladılar.
Tersane Konferansı arefesinde İstanbul Ermeni Patriği Nesre, İngiliz Büyükelçisine çıktı.” Cemaatim pek heyecanlıdır ” dedi. ve “ Avrupa Devletlerinin sempatisinin kazanmak için ayaklanma çıkarmak gerekiyorsa (Ermeniler arasında da) böyle bir hareket yaratmak hiç te güç olmayacaktır ” diye ekledi.
1877-78 Türk-Rus Savaşı, Türk Milleti için pek büyük bir felaket , Osmanlı Ermenileri için ise bir fırsat oldu.Anadolu’nun kimi uzak yerlerinde Ermeni
çeteleri eli silah tutan Türkler’in cephelere gitmelerini fırsat bildiler.Gün bu gündür deyip Türk-Müslüman köylerine saldırdılar.
İstanbul Ermenileri’ne gelince , onlar 1877-78 Türk-Rus Savaşı başlayınca Osmanlı Devleti’ne bağlı göründüler. Ama savaşın gidişatı tersine dönünce ,
özellikle Plevne’de Osman Paşa teslim olunca İstanbul Ermeni Patrikhanesi yüzseksen derecelik bir dönüş yaptı.Patrikhane ve Ermeni aydınları
Osmanlı Devleti’ne sırt çevirip Ruslar’a yöneldiler.Ocak 1878’de kılıç artığı onbinlerce Rumeli Türk göçmeni , kar, buz, balçık, çamur içinde bata çıka
Rus kuvvetleri önünde Trakya’da yol almaya, canlarını İstanbul’a Anadolu’ya atmaya çalışıyorlardı.Bozguna uğramış olan Rumeli boşalıyor, perişan Türk kitleleri Avrupa’dan Ön Asya’ya , Anadolu’ya dönüyorlardı. Ermeni Patriği Nerses Efendi, Rus Başkomutan Vekili Grandük Nikola’nın huzuruna çıktı.
Ermeni cemaatinin Rus Çarı’na bağlılığını arzetti.
Patrik Narses Efendi, Grandük tarafından kabul edilir.Rus geleneklerinin aksine, Patrik , Grandük’ün elini “Türkiye’deki Ermeni vatandaşları adına” öper ve der ki;
“Size bir harita ve talep listesi sunuyorum.Türkiye’de Ermeniler’in çoğunlukta olmamalarına rağmen, devlet kuramadıkları, kendi vatanlarının sınırlarını belirleyen bu haritayı inceleyiniz.Hakkımızı veriniz.Burada derhal bir Ermeni Devleti kurunuz.Size İsa ve Ermeni halkı adına teminat veriyorum ki, bu devlet Rusya’nın sadık bir parçası ve kölesi olacaktır.”
Bizimle birlikte yaşadıkları süre içinde , iki kere sadrazamlığa kadar yükselmiş ve devletin bütün mertebelerinde görev alan Ermeni vatandaşlarımız bu müddet içinde hiç köle olmamışlardı da şimdi Ruslar’a köle olmayı teklif ediyorlardı.Aslında Rusya’nın hedefi içinde Ermeni olmayan bir Ermenistan Devleti kurmaktı.
General İgnatieff’in Osmanlı Hariciye Nazırı Saffet Paşa’ya dikte ettiği 3 Mart 1878 tarihli Ayastefanos ( Yeşilköy ) Antlaşması’na Ermeniler’le ilgili şu madde eklendi:
“ Madde 16 -Ermenistan’da (Doğu Anadolu’da) Rus işgalinde bulunan ve Türkiye’ye geri verilecek olan toprakların Rus askerince boşaltılması, oralarda , iki devletin (Türkiye ve Rusya’nın) iyi ilişkilerine zararlı karışıklıklara yol açabileceğinden, Bab-ı Ali (Osmanlı Hükümeti), Ermeniler’in yaşadığı vilayetlerde yerel durumun gerektirdiği iyileştirmeleri ve reformları zaman yitirmeden gerçekleştirmeyi ve Kürtler ile Çerkesler’e karşı Ermeniler’in güvenliğini sağlamayı üzerine alır.”
Ayastefanos Antlaşması, İngiltere’yi telaşlandırdı.Kars, Ardahan ve Batum’ un Rusya’ya katılması , Ermeniler üzerinde Rus nüfuzunun artması ve Rusya’nın Doğu’da prestij kazanması İngiltere’nin “hayati çıkarlarına” ters düştüğü değerlendirildi. İngiltere’nin Hindistan İmparatorluğu’na giden birinci yol Süveyş Kanalı’ndan , ikinci yol Doğu Anadolu’dan geçiyordu. Doğu Anadolu Asya’da İngiliz-Rus rekabetinin bir düğüm noktası olarak görülüyordu.
İngiltere Dışişleri Bakanı Lord Salisbury’a göre Rusya’nın Kars, Ardahan ve Batum’u alması , geri olan halk kitleleri üzerinde öyle derin etkiler yaratacaktı ki , sonunda bu kitleler , özellikle Osmanlı Ermenileri Rusya’nın kucağına düşeceklerdi. Bunun sonucunda Osmanlı Devleti’nin Doğu Anadolu toprakları bir defa daha parçalanıp Rusya tarafından yutulabilecekti.
İngiltere, Ayastefanos Antlaşması’nı değiştirmek için hemen harekete geçti. 4 Haziran 1878 günü İngiltere ile Osmanlı hükümeti arasında ikili bir antlaşma imzalandı.” Kıbrıs Antlaşması ” olarakta bilenen bu antlaşmaya göre , eğer Rusya , ilerde Osmanlı Devleti’nin Asya topraklarından bir bölümünü ele geçirmeye kalkarsa , İngiltere Osmanlı Devleti’nin yardımına koşacaktı. Bu olası yardıma karşılık Osmanlı Devleti Kıbrıs adasının yönetimini İngiltere’ye bırakıyordu.
18 Temmuz 1878 günü imzalanan Berlin Antlaşması’nda Osmanlı Ermenileri ile şu özel madde yer aldı:
“Madde 61: Bab-ı Ali (Osmanlı Devleti) Ermeniler’in yaşadığı eyaletlerde yerel ihtiyaçların gerektirdiği reformları geciktirmeden yapmayı ve Çerkes ve Kürtlere karşı Ermeniler’in huzur ve güvenliğini sağlamayı taahhüt eder.Bu hususta alınacak önlemleri büyük devletlere bildirecektir ve devletler de alınan önlemlerin uygulamasını gözetleyecekler dir ”
Doğu Anadolu’da yapılacak reformlar sonunda Ermeniler, İngiliz veya Avrupa protektorası altında serpilecek , güçlenecek ve siyasi bakımdan hazırlanacaklardı.
Sonra dışarıdan Doğu Anadolu’ya Ermeni nüfusu getirilecekti.Böylece bölgede Ermeni nüfusu artacaktı. Ama ne kadar artarlarsa artsınlar Ermeniler yine azınlıkta kalacaklardır.Onun için ikinci adım olarak , Türk nüfusu Doğu Anadolu’dan peyderpey uzaklaştırılacaktı. Geriye Ermeniler, Kürtler ve Süryaniler kalacaktı. Süryaniler’le Ermeniler mezhep ayrılıkları bir kenara bırakılıp kaynaştırılacaktı. Kürtler ise “ Silah zoruyla hizaya getirilecekler ”, Ermeniler’le birlikte yaşamaya zorlanacaklardı. Bütün bunlar “ Reformların uygulaması ” kisvesi altında yapılacaktı. Zamanı gelip Osmanlı Devleti çökünce de Ermeniler’e bağımsız bir devlet kurdurulacaktı. Ancak bu devlet kendi ayakları üzerinde duramayacağından , bunun üzerinde “ güçlü bir İngiliz protektorası ” kurulacaktı.
Böylece Rus yayılmasına bir set çekilecekti.
Ermeni meselesi gündeme geldiğinde ,Osmanlı tahtında yeni padişah II.Abdülhamit vardı.II.Abdülhamit Ermeni meselesi ve Doğu Anadolu ıslahatı konusunda çok kararlı bir tutum sergilemiş ve Berlin Kongresi’nde öngörülen hususları hiçbir zaman yürürlüğe koymamıştır.Alman elçisine söylemiş olduğu şu sözler, onun tutumu hakkında yeterli bir fikir vermektedir: ” Ölürüm de Ermenilere muhtariyet hakkı tanıyan Berlin Antlaşması’nın 61.maddesini uygulatmam.
İlhan BARDAKÇI:İmparatorluğa Veda s:142-143
Bilal N. ŞİMŞİR:Ermeni Gailesinin Tarihsel Gelişimi Üzerine
Vahdettin ENGİN: Terörün Tahta Uzandığı Gün Tarih ve Medeniyet Dergisi S:10-11 Sayı:5 Temmuz 1994
93 SAVAŞI’NDA ERMENİ SORUNU’NUN ORTAYA ÇIKIŞ SEBEPLERİ
Rus ordusunda bulunan Ermeni asıllı askerler, Osmanlı topraklarında oturan Ermeniler’le ilişki kurmuş ve bunun sonucu olarak da Ermeni subayları isyan ve başkaldırmalarının Rus ordusu tarafından destekleneceği yolunda propaganda yapmaları Balkanlar’da oturan Hıristiyan toplumların bağımsızlık elde etmeleri, Ermenileri de aynı yolda gayrete getirmiştir.
Osmanlı Devleti ile Çarlık Rusyası arasında imzalanan Berlin Antlaşması’nın 16. maddesi, Berlin Antlaşması’nın 61. maddesi ile Ruslar’ın Ermeniler’in hamisi sıfatını kazanmaları.
..
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder