19 Ocak 2016 Salı

ERMENİ İDDİALARI BÖLÜM 3




ERMENİ İDDİALARI  BÖLÜM 3


ERMENİ  AYRILIKÇILIĞININ  ÖRGÜTLENMESİ:KOMİTELER  VE  MÜCADELE YÖNTEMLERİ

Müstakil  bir  Ermenistan   kurulabilmesine  yönelik   gelişmelerden  birinci safhası   tamamlanmış,  Osmanlı  Ermeni  cemaatinde  milliyetçi  hisler   filizlendirilmişti.

Şimdi  sıra  amaçların  gerçekleştirilmesine  gelmişti.Bu  nedenle  hepsinin amacı Ermenistan  bağımsızlığı  olmak  üzere  ilkin  Türkiye’de ,  daha  sonra ise yurt dışında  çeşitli  cemiyetler  kurulmaya  başladı.Önceleri  esas  niyetlerini   saklayarak  hayır  dernekleri  görünümü  veren  bu  cemiyetlerin  en  önemlileri  
Hınçak  ve Ermeni  İhtilal Cemiyetleri  Birliği’dir ( Taşnaksutyun). 
Hınçak Komitesi , Kafkasyalı Ermeniler’den Avadis  Nazarbek  ile sonradan kendisiyle  evlendiği  Maro  adındaki   kadın  ve  arkadaşları Kafkasyalı öğrenciler  tarafından  1871’de İsviçre’de  Marksist  prensipler   doğrultusunda kurulmuştur.Bu örgütün   başında  ve  üyeleri  arasında   bir çok  Rus  Ermenisi bulunuyordu.Komite  merkezi   sonradan  Londra’ya  aktarılmıştır.Gayesinin “Türkiye Ermenistanı’nı  kurtarmak”  olduğunu ifade  eden   Hınçak  Komitesi siyasi  programının 4.kısmı  bunun  için  hangi  yöntemler   başvurulacağını  bize açıklamaktadır:
“Yakın amaca varmanın tek çaresi,  ihtilal  yani zor  şartlar  kullanarak  Türkiye Ermenistanı’ndaki   şekli  alt  üst  etmek, değiştirmek,  halka  genel  isyan yoluyla , Türk  Hükümetine  karşı   savaş  açtırmaktır.

Bu faaliyetlerin  vasıtaları:

1. Propoganda:Basın,  kitap  söz  vasıtasıyla  millet  arasında,  bütün  çevrelerde ve özellikle  en başta  halkın  işçi  kısmı  içinde Hınçak  ihtilal   fikirlerini yaymak, onların  arasında  ihtilal  teşkilatı   kurmak,  isyan  alayları   düzenlemektir.

2. Terör:Türk  idarecilerine,  hafiyelere,  gammazlar,  hainlere, ihanet  edenlere   karşı  ceza  olarak tedhiş ( Terör )  uygulamak. Terör ihtilal  örgütünün savunması  için  bir  vasıta  ve  silah   olmalıdır.

3. Akıncı  alayları  teşkilatı: Hükümet  askerlerine   karşı  koymak  için  daima hazır  savaşçı  bir  kuvvettir.Genel  isyan  sıralarında   bu  alaylar   öncü  alayları görevini yapabilirler.

4. Genel  ihtilal  teşkilatı;  hepsi  birbirleriyle   tam  bir  birlik   teşkil  edecek surette  bağlı  olan,  düzenli  bir  bütünlük  gösteren ,  genel  ve  ortak  bir yönde yürüyen   ve aynı  taktiği  takip  eden  ve bir  merkezi  heyet  tarafından sevk  ve  idare   edilen   çok  sayıda  düzenli   gruplardan  oluşmuştur.Türkiye Ermenistanı’nda teşkilatın  bütün  bölümlerinin   kuvvet  ve yetkileri,  Hınçak Komitesi’nin  teşkilat  ve  faaliyetini   gösteren  özel  bir  tüzükle  tespit edilmiştir.

5. İsyan  alayları  teşkilatı

6. Herhangi  bir  devlet  tarafından   Türkiye’ye  karşı  savaş açılması,  genel  isyan, yakın  amacın gerçekleşmesi  için  en  elverişli  zaman  sayılmalıdır.”

Taşnaksutyun  Komitesi,  Balkanlılar’ı  taklit  eden  Ermeni  milliyetçilerinin kurdukları  çetelerin 1890’da  Kafkasya,  Tiflis’te  Krisdapor Mikaelyan   ve arkadaşlarının  gayretiyle  birleşmesinden   ortaya  çıkmıştır. Rusya’nın   himayesinde  bir  Ermenistan  fikrini  güden  Hınçaklar’a  nazaran  Taşnaklarına   asıl  amacı hiç  olmazsa kuruluş  yıllarında-  bağımsızlıktı.Bunu  Rus  taraftarı Ermeniler  istemiyorlardı.Osmanlı  Ermenistanı’na  bağımsızlık,  Ruslar’a Akdeniz  yolunu  kapatmak   demek  olacaktı. Taşnaksutyun  Trabzon,  İstanbul ve Van’da  merkezler  kurarak   ilk defa  Türkiye’de örgütlenmeye  başladı.İlk toplantısını  1892  sonbaharında  Tiflis’te  yapan  Taşnaksutyun’un  kabul  edilen teşkilat   nizamnamesine  göre ,  örgüt  faaliyetlerinin  kapsadığı  alanlar , bölgeler  bakımından   doğu  ve batı  olmak  üzere  iki  büroya ayrılmıştı. Faaliyetlerini  özellikle  propaganda  üzerinde  yoğunlaştıran  Batı  bürosu  ilkin Paris’te   daha  sonra Londra,  Berlin, Leipzig,  Cenevre,  Roma  ve Milano’da örgütlenerek gerek Avrupa   kamuoyu  ve gerek  karar  vericileri  üzerinde   etkili  olmaya  başladı.Doğu  bürosu  ise  Osmanlı  Devleti’ndeki  tedhiş  
ve  isyan  hareketlerini   planlamak  ve   uygulamakla  yükümlüydü.Demek ki, amaçları  açısından  aradaki  farka  rağmen  Hınçaklar da   Taşnaklar  gibi   hareket yöntemi  olarak   terörü  benimsemişlerdir.Bunların  dışında  Ramgavar, Hınçak  İhtilal  Komitesi,  Silahlılar  Cemiyeti (1880),  Ermenistan’a  Doğru Cemiyeti, Genç  Ermenistan  Cemiyeti, İttihat  ve  Halaskar  Cemiyeti (1872), Karahaç  Cemiyeti  v.b.leri  de Ermeniler  tarafından  kurulmuştur.

Komitelerin Osmanlılar’la   mücadele  yöntemi  olarak  terörü  benimsemeleri   tesadüfi bir  karar  sonucu  alınmamıştır.Maddi  unsurlardan  yoksun  bir milliyetçilik akımının  emellerini  gerçekleştirebilmek  için en radikal  çözümleri yeğlemesi  adeta  konjektürel  bir zorunluluktu. Ermeniler’in   kurtarmayı amaçladıkları  Ermenistan’ın  Bulgaristan   ve Yunanistan  gibi  tabii  hudutlarla çevrili ,  birleşik  bir  halk  kütlesiyle   tarif  ve  sınırlanmış  bir  vatan  olmadığını tekrarlamakta  fayda vardır.Ermeniler,  asıl  Ermenistan   denilen  yerlerde   genel  nüfusun %87’sini  oluşturan  Müslüman  denizinin  içinde   küçük adacıklar olarak  yaşıyorlardı. 

Bırakınız  Osmanlı  Devleti’ni,  tüm  dünyada yaşayan   Ermeniler  buraya  göç ettirildiği  halde  bile  Ermeniler’in  Doğu  Anadolu’da   nüfus  yoğunluğuna sahip olmaları mümkün değildi.İşte  bu  kuşkudan  hareketle  Ermeni  Komiteleri   tedhişi  iki  açıdan  gerekli  gördüler.İlkin  bireysel  tedhiş  eylemleri   ve toplu  
katliamlar,  Ermenistan’da  ikamet  eden  Müslümanları  kaçırtabilecek  en  etkili yoldu. Aynı Rumeli’den   göçlerde  olduğu  gibi  evlerini, Osmanlı  Devleti   can  
güvenliklerini  sağlayamadığı  takdirde   bırakacaklar;  göçe  zorlanmayanlar  ise giderek  komitacılar  tarafından   soykırıma  tabi  tutulacak  ve  yöre  bir  süre  
sonra tamamıyla   Ermeniler’e  kalacaktı. İkinci  olarak  ise Ermeni  komiteciler , davalarını  yalnız  başlarına   kazanamayacaklarını  biliyorlardı. Dış  güçlerin  
müdahalesi  ve onayı  olmaksızın uluslar arası  siyasal  sistemde önemli değişiklikler  yapılması   mümkün  değildi.Komiteler,  dünya  siyasetine  hakim güçlerin bu konuya  eğilmelerinin  ancak “ Tedhiş ”  yoluyla  sağlanabileceğini düşünüyorlardı. Şöyle ki,  Doğu  Anadolu’da isyanlar   çıkartılarak,  yöre halkı yeterince  tahrik  edilebilir  ve  Müslümanlar   “ Misilleme ”  saiki  ile Ermeniler üzerine  yürürlerse ,  bölgede  iç  harp  çıkması   işten  bile  değildir.Hıristiyan ve Müslüman  teba arasında  çıkan  karşılıklı   çarpışmaları   durdurmaya  çalışan Osmanlı  güvenlik  güçlerinin   aldığı  her  tedbir ,  komitelerin  Batı’daki propaganda  bürolarınca “ Katliam ”  şeklinde  kamuoyuna   yansıtılacak  ve devletler  sözüm ona  bu “kan dökümüne”  son  vermeye  davet   edilecektir. Konuya  eğilme  gereğini  duyan Büyük  Güçler,  benzeri  hadiselerin  ileride   tekrar  edilmemesi  için  Osmanlı  Devleti’nden Ermeniler  lehine  bazı  yeni düzenlemeler   yapmasını  isteyeceklerdir. 

Islahat  yolunda  atılan  her  adım, Ermeniler’i  giderek  muhtariyete   yaklaştıracaktır.Kısaca  ifade  edilecek  olursa,  Batı  müdahalesi Doğu Anadolu’nun  “ Ermenileştirilmesi”  için  vazgeçilmez  bir  şart,  terör  ise o günkü  şartlarda  bu  müdahaleye  yol açacak  kapının  yegane  anahtarıydı.

Osmanlı Devleti’nde Ermeni Sorunu’nun ikinci safhasına yol açan isyanlardan ilki 1890’da Erzurum’da patlak  verdi.  

Bunu yine aynı yıl  meydana  gelen  Kumkapı   Gösterisi, 1892-1893’de Kayseri, Yozgat , Çorum ve Merzifon Olayları,  1894’te  Sasun İsyanı, 1895’te Bab-ı  Ali  Gösterisi  ve Zeytun  İsyanı,  1896’da  Van  İsyanı ve Osmanlı  Bankası’nın İşgali,  1903’te  II.Sasun  İsyanı,  1905’te Padişah II.Abdülhamit’e  Suikast  Teşebbüsü,  1909’da Adana  İsyanı  takip  etmiştir.

Osmanlı  kaynakları  bu  ayaklanmalar  sırasında Patrikhane’nin   komitecilere yataklık ettiğine değinmektedir.Bilhassa  seçilmiş  genç  Papazları komitecilerden ayırmanın  güçlüğü  de  belirtilmektedir.Ayaklanmalar üzerinde İngiliz ve Rus  konsoloslarının  rolü  üzerinde  durulmalıdır.Osmanlı  güçleri   komitecileri yakaladıklarında  konsoloslar  Bab-ı  Ali’ye  başvurarak,  bu Ermeniler’in  kendi  vatandaşları olduğu  için mahkemelerinin  ve müteakip cezalarının suçlu bulundukları  takdirde  konsolosluklarda  yapılmasının kapitülasyonlarca  mahfuz  yasal hakları olduğunu  ifade etmektedirler. Kayıtla bize  bu  yargılamanın  adaletin  tecellisine  yardımcı   olmayarak,  komitecilerin, konsolosların   himayesinde   yurt  dışlına  kaçırıldığını  ve burada  hüviyet   değiştirerek olay   çıkartmak için  yeniden  Osmanlı  Türkiyesi’ne   sokulduğunu göstermektedir.

Ermeni  Sorunu’nda  üçüncü safha Büyük Güçler’in Bab-ı  Ali  nezdinde müdahalesinin  sağlanmasıydı.
Mim  Kemal ÖKE:Ermeni  Sorunu T.T.K  Yayınları

AVRUPA  HİMAYESİ

Rusya, Küçük  Kaynarca Antlaşması’ndan  sonra (1774) Osmanlı İmparatorluğu’nun   Hıristiyan  tebasının  “ Koruyucusu ”  rolüne  soyunmuştu. Özellikle  Ortodokslar konusunda   Osmanlı  Devleti’nin   iç  işlerine  karışıyor, İstanbul  Hükümeti’ne   sürekli  baskı  yapıyordu.Rusya’nın  bu  politikası yüzünden  1853’te  Osmanlı  Devleti  ile  Rusya  arasında  Kırım  Savaşı   patlak verdi.İngiltere  ve  Fransa  da bu  savaşta   Osmanlı  Devleti’nin  yanında  yer aldılar .Kırım  Savaşı  sonunda , Şubat 1856’da Islahat  Fermanı   yayınlandı  ve Padişah  tebası   arasında   hiçbir   din  ve  ırk  ayrımı  yapmayacağını  ilan  etti.
Bu  madde  Rusya’nın  Hıristiyan  azınlıklar   adına  Osmanlı  Devleti’nin içişlerine  karışmasını   önlemek  amacıyla  Paris Antlaşması’na konmuştu. Hesapça,  Rusya  artık  Osmanlı’nı  içişlerine  karışmayacaktı.Osmanlı devlet adamlarının  beklentisi buydu.

Ama  evdeki  hesap  çarşıya  uymadı.Paris  Antlaşması’nı  imzalayan  Avrupa devletleri,  özellikle  İngiltere tam  bir  ikiyüzlülükle  bu  antlaşmayı  tam  tersine yorumladılar. O güne  kadar  yalnız  Rusya,  Osmanlı  Hıristiyanlarının koruyuculuğunu  üstleniyordu,  ondan  sonra  ise antlaşmayı  imzalayan  altı Avrupa  Devleti bu  koruyuculuğu  ortaklaşa  üstlenmeye  başladılar.

İngiltere Dışişleri  Bakanı Lord J.Russel  bu  konuda  şunları  yazıyordu:

“Paris  Antlaşması  hükümleri,  Osmanlı  Hıristiyanları  üzerindeki  Rusya’nın tekelci koruyuculuğunu , daha  geniş  kapsamlı bir yükümlülüğe dönüştürmüştür. 
Paris  Antlaşması Bab-ı  Ali’nin  Hıristiyan  teba  üzerinde  bir  tek  devletin koruyuculuğu  yerine  beş  devletin  ortak  koruyuculuğunu  geliştirmeyi   öngörmüştür.
” Kısacası  İngiliz  Bakanı, “ 80  yıldır yalnız  Rusya  Osmanlı  Hıristiyanlarının   koruyucusu  rolündeydi,  şimdi  biz de aynı  role  soyunuyoruz ”  diyordu.
Islahat Fermanı  döneminde,  Müslüman  ve  Hıristiyan Osmanlı  tebası arasındaki   denge Hıristiyanlar   lehine  döndü.Ermeniler,  Islahat  Fermanından ve  yabancı himayesinden   faydalanmayı  bildiler.

İngiltere’nin  Trabzon  Konsolosu Palgrave, 1896  yılında  Londra’ya şunları  rapor  ediyor:

“Bu  günkü  durumda (1868’de),  muvazzaf  olsun,  ihtiyat  olsun,  bütün askerlik  yükü   yalnız  ve  ancak  Müslüman  halkın  omuzlarındadır.Gerçi Hıristiyanlar  hazineye  küçük ve önemsiz  bir askerlik  bedeli   ödemektedirler. Ama  bu  onların askere  gitmemekle  elde ettikleri  avantajlara  oranla bir hiçtir. Askerli   bedeli  adamakıllı  yüklü  olsa bile ,  yine  de  Müslüman  tebanın zavallı omuzlarındaki  yükün  altında düştüğü yoksulluğu  hiçbir  zaman dengeleyemez”

Konsolos Palgrave  şöyle   devam  ediyor:

“Müslüman  halk,  sorumsuz   merkezi İstanbul  Hükümeti’nde  kesinkes  temsil edilmiyor.Padişahın  Müslüman  tebasının  başkentte derdini  anlatabileceği  hiç kimse  yoktur. Buna  karşılık  Hıristiyanlar,  İmparatorluğun  her tarafına yayılmış bütün  yabancı   konsolosluklara,  kimi de İstanbul’daki  elçiliklere başvurup haklarını  arayabiliyorlar.Hıristiyanların  dertleri   can  kulağıyla   dinleniyor. Üstelik  hiçbir  şikayetleri   olmadığı  zaman da  onlar  adına  hayali şikayetler uyduruluyor.

Osmanlı  Hıristiyanları,  genellikle  Türkler’den  daha  iyi  durumdaydılar.Bir değil altı  Avrupa  Devleti’nin  ve  Amerika’nın  koruyucu  kanadı  altındaydılar. 

Tanzimat’tan  beri  Müslümanlar  beş  yıl  mecburi askerlik  yapıyorlardı  ve savaş  zamanında  bu  süre  daha da uzuyordu.Hıristiyan  teba  ise  askerlik yapmıyor,  para  yapıyordu.“Osmanlı  Devleti,  kendi  ağır  yükünün  tümünü yalnız  Müslüman’ın  omzuna   yüklemişti.Tek  omuza  yüklenmektir  bu.Yük Müslüman  ve  Hıristiyan  tebanın  omuzlarına  eşitçe  bölüştürülmezse  bu İmparatorluk  sittin  sene  belin  doğrultamaz”
Osmanlı  Ermenisi,  köyde  ağa, kasabada  eşraf,  şehirde  zengin  işadamı olmuştu.Başkentte Paşa  olmuştu.artık.
Erzurum’daki  İngiliz  Konsolosu Taylor, 19  Mart 1869  tarihli  raporunda şunları yazıyor.

“Bu  yörenin  her köşesinde  Ermeniler,  Türk  hükümetinden  acı acı yakınıyorlar.Aynı  zamanda hiç  sakınmadan  Rusya’yı  övüp  göklere çıkarıyorlar.Ermeniler’in  bu  tutumu  kiliselerinin  düşmanlık   öğretilerinden ileri geliyor. Erzurum’daki  varlıklı Ermeniler, Türk  tebası  oldukları   halde Rus pasaportu  almışlardı. 
Gizli  gizli  yürütülen Rus  pasaport  ticareti  bu  yörede  pek  yaygındır ” boşuna dememiş  atalarımız : 
” Hacı sandığımızın  haçı   koltuğundan  çıktı ”. Padişahın  “ Sadık tebası ” sanılan  Osmanlı  Ermenileri  meğer  cebinde  Rus  pasaportu  taşıyormuş. 

El  altından  yürütülen Rus  pasaportu  ticareti  Doğu  Anadolu’da   almış yürümüş. Dışı Osmanlı,  içi  Rus bir  yılığın  insan   türemiş ve bu “ Ruslar ”  her kasabamıza  sızmış.

OSMANLI  RUS  SAVAŞI



OSMANLI  RUS  SAVAŞI


1875’te  Bosna-Hersek,  arkasından  Bulgar  ayaklanmaları  patlak verdi.Osmanlı Devleti’ne  karşı   ayaklanan  Balkan  Hıristiyanları Avrupa’da  büyük  sempati topladı. 
Rus  ve Avrupa  gazetelerinin zembereği  boşandı.Osmanlı  yönetimi  yerin dibine  batırılıyor,  ayaklanan  Osmanlı  Hıristiyanları  ise   alkışlanıyor, yüceltiliyordu. 
Devlete  sadık  kalan   Osmanlı  Ermeniler’i Balkan  Hıristiyanlarına   özenmeye başladılar.
Tersane Konferansı  arefesinde  İstanbul  Ermeni  Patriği Nesre, İngiliz Büyükelçisine çıktı.” Cemaatim  pek heyecanlıdır ” dedi. ve “ Avrupa Devletlerinin  sempatisinin  kazanmak  için  ayaklanma  çıkarmak  gerekiyorsa  (Ermeniler  arasında  da)  böyle  bir  hareket  yaratmak  hiç te  güç olmayacaktır ”  diye  ekledi.
1877-78  Türk-Rus  Savaşı,  Türk  Milleti  için  pek  büyük  bir  felaket ,  Osmanlı Ermenileri  için  ise  bir  fırsat  oldu.Anadolu’nun  kimi  uzak yerlerinde  Ermeni  
çeteleri   eli  silah  tutan  Türkler’in  cephelere  gitmelerini  fırsat  bildiler.Gün bu gündür  deyip  Türk-Müslüman  köylerine  saldırdılar.
İstanbul  Ermenileri’ne  gelince ,  onlar 1877-78  Türk-Rus Savaşı  başlayınca   Osmanlı  Devleti’ne  bağlı  göründüler. Ama savaşın  gidişatı tersine  dönünce ,  
özellikle  Plevne’de Osman  Paşa  teslim  olunca  İstanbul  Ermeni  Patrikhanesi yüzseksen  derecelik   bir  dönüş  yaptı.Patrikhane  ve Ermeni  aydınları 
Osmanlı  Devleti’ne  sırt  çevirip Ruslar’a  yöneldiler.Ocak 1878’de  kılıç  artığı onbinlerce  Rumeli  Türk  göçmeni , kar, buz, balçık, çamur içinde bata  çıka   
Rus  kuvvetleri  önünde  Trakya’da   yol  almaya,  canlarını  İstanbul’a Anadolu’ya atmaya  çalışıyorlardı.Bozguna  uğramış  olan  Rumeli  boşalıyor, perişan Türk kitleleri  Avrupa’dan  Ön  Asya’ya ,  Anadolu’ya  dönüyorlardı. Ermeni  Patriği Nerses  Efendi, Rus Başkomutan Vekili Grandük  Nikola’nın   huzuruna  çıktı. 

Ermeni  cemaatinin  Rus  Çarı’na  bağlılığını  arzetti.

Patrik  Narses  Efendi,  Grandük  tarafından  kabul  edilir.Rus  geleneklerinin aksine,  Patrik , Grandük’ün  elini “Türkiye’deki  Ermeni   vatandaşları   adına” öper  ve  der ki;

“Size  bir  harita  ve talep  listesi   sunuyorum.Türkiye’de  Ermeniler’in çoğunlukta  olmamalarına  rağmen,  devlet  kuramadıkları,  kendi  vatanlarının   sınırlarını  belirleyen  bu  haritayı  inceleyiniz.Hakkımızı  veriniz.Burada  derhal bir  Ermeni  Devleti  kurunuz.Size  İsa  ve  Ermeni  halkı  adına   teminat veriyorum  ki,  bu  devlet  Rusya’nın sadık  bir  parçası  ve  kölesi   olacaktır.”
Bizimle  birlikte  yaşadıkları   süre  içinde ,  iki   kere  sadrazamlığa  kadar   yükselmiş  ve  devletin  bütün  mertebelerinde  görev  alan Ermeni vatandaşlarımız bu  müddet  içinde  hiç  köle  olmamışlardı da şimdi  Ruslar’a köle  olmayı  teklif  ediyorlardı.Aslında Rusya’nın  hedefi içinde  Ermeni  olmayan bir  Ermenistan  Devleti  kurmaktı. 

General İgnatieff’in  Osmanlı  Hariciye  Nazırı  Saffet  Paşa’ya  dikte  ettiği  3 Mart 1878  tarihli  Ayastefanos ( Yeşilköy )  Antlaşması’na  Ermeniler’le  ilgili  şu madde eklendi:

Madde  16 -Ermenistan’da (Doğu  Anadolu’da)  Rus  işgalinde  bulunan ve Türkiye’ye geri  verilecek  olan  toprakların  Rus  askerince boşaltılması, oralarda , iki  devletin  (Türkiye  ve  Rusya’nın)  iyi ilişkilerine zararlı   karışıklıklara  yol  açabileceğinden,  Bab-ı Ali (Osmanlı  Hükümeti),  Ermeniler’in yaşadığı   vilayetlerde  yerel durumun  gerektirdiği   iyileştirmeleri  ve reformları   zaman yitirmeden gerçekleştirmeyi  ve Kürtler  ile  Çerkesler’e  karşı Ermeniler’in   güvenliğini sağlamayı üzerine  alır.”

Ayastefanos   Antlaşması,  İngiltere’yi  telaşlandırdı.Kars,  Ardahan  ve Batum’ un Rusya’ya  katılması ,  Ermeniler  üzerinde  Rus  nüfuzunun  artması   ve Rusya’nın  Doğu’da prestij  kazanması  İngiltere’nin  “hayati  çıkarlarına”  ters düştüğü  değerlendirildi. İngiltere’nin  Hindistan  İmparatorluğu’na  giden birinci yol  Süveyş  Kanalı’ndan ,  ikinci  yol Doğu  Anadolu’dan  geçiyordu. Doğu Anadolu  Asya’da İngiliz-Rus  rekabetinin   bir  düğüm  noktası  olarak   görülüyordu. 

İngiltere  Dışişleri  Bakanı  Lord Salisbury’a  göre  Rusya’nın  Kars,  Ardahan  ve Batum’u  alması ,  geri  olan  halk  kitleleri   üzerinde  öyle  derin  etkiler yaratacaktı ki , sonunda bu kitleler , özellikle  Osmanlı  Ermenileri  Rusya’nın kucağına düşeceklerdi. Bunun  sonucunda  Osmanlı  Devleti’nin  Doğu  Anadolu toprakları bir  defa  daha  parçalanıp  Rusya  tarafından   yutulabilecekti.

İngiltere,  Ayastefanos  Antlaşması’nı   değiştirmek  için  hemen  harekete geçti. 4  Haziran 1878  günü  İngiltere  ile  Osmanlı  hükümeti  arasında ikili bir antlaşma  imzalandı.” Kıbrıs  Antlaşması ” olarakta bilenen bu antlaşmaya göre , eğer  Rusya , ilerde  Osmanlı  Devleti’nin  Asya  topraklarından  bir bölümünü ele  geçirmeye  kalkarsa , İngiltere Osmanlı Devleti’nin  yardımına koşacaktı. Bu  olası  yardıma  karşılık Osmanlı  Devleti  Kıbrıs  adasının yönetimini  İngiltere’ye  bırakıyordu.

18  Temmuz 1878  günü imzalanan  Berlin  Antlaşması’nda Osmanlı  Ermenileri ile şu özel madde   yer  aldı:

Madde 61: Bab-ı Ali  (Osmanlı  Devleti) Ermeniler’in  yaşadığı  eyaletlerde  yerel ihtiyaçların  gerektirdiği   reformları  geciktirmeden  yapmayı  ve  Çerkes  ve Kürtlere  karşı  Ermeniler’in   huzur  ve  güvenliğini  sağlamayı  taahhüt  eder.Bu hususta alınacak  önlemleri   büyük  devletlere   bildirecektir  ve devletler  de alınan önlemlerin  uygulamasını   gözetleyecekler dir ”

Doğu  Anadolu’da  yapılacak  reformlar  sonunda Ermeniler,  İngiliz veya Avrupa protektorası  altında  serpilecek ,  güçlenecek ve  siyasi  bakımdan hazırlanacaklardı. 

Sonra  dışarıdan Doğu  Anadolu’ya  Ermeni  nüfusu   getirilecekti.Böylece bölgede Ermeni  nüfusu  artacaktı. Ama  ne  kadar  artarlarsa  artsınlar Ermeniler yine azınlıkta  kalacaklardır.Onun  için  ikinci  adım   olarak ,  Türk nüfusu Doğu Anadolu’dan   peyderpey   uzaklaştırılacaktı. Geriye  Ermeniler, Kürtler  ve Süryaniler kalacaktı.  Süryaniler’le  Ermeniler mezhep  ayrılıkları  bir kenara bırakılıp  kaynaştırılacaktı. Kürtler  ise “ Silah  zoruyla  hizaya getirilecekler ”,  Ermeniler’le  birlikte yaşamaya  zorlanacaklardı. Bütün bunlar “ Reformların uygulaması ”  kisvesi altında  yapılacaktı. Zamanı  gelip Osmanlı  Devleti çökünce  de  Ermeniler’e bağımsız  bir  devlet  kurdurulacaktı. Ancak  bu  devlet kendi  ayakları  üzerinde duramayacağından ,  bunun üzerinde “ güçlü  bir İngiliz protektorası ” kurulacaktı. 

Böylece  Rus  yayılmasına  bir  set  çekilecekti. 

Ermeni meselesi gündeme geldiğinde ,Osmanlı tahtında yeni padişah II.Abdülhamit vardı.II.Abdülhamit Ermeni meselesi ve Doğu Anadolu ıslahatı konusunda çok kararlı bir tutum sergilemiş ve Berlin Kongresi’nde öngörülen hususları hiçbir zaman yürürlüğe koymamıştır.Alman elçisine söylemiş olduğu şu sözler, onun tutumu hakkında yeterli bir fikir vermektedir: ” Ölürüm de Ermenilere muhtariyet hakkı tanıyan Berlin Antlaşması’nın 61.maddesini uygulatmam.


İlhan  BARDAKÇI:İmparatorluğa Veda s:142-143
Bilal N. ŞİMŞİR:Ermeni  Gailesinin  Tarihsel  Gelişimi  Üzerine
Vahdettin ENGİN: Terörün Tahta Uzandığı Gün  Tarih ve Medeniyet Dergisi S:10-11 Sayı:5 Temmuz 1994

93 SAVAŞI’NDA  ERMENİ  SORUNU’NUN  ORTAYA  ÇIKIŞ  SEBEPLERİ

Rus   ordusunda  bulunan Ermeni  asıllı   askerler,  Osmanlı  topraklarında oturan  Ermeniler’le  ilişki  kurmuş  ve  bunun  sonucu  olarak  da   Ermeni subayları isyan  ve başkaldırmalarının  Rus  ordusu  tarafından   destekleneceği   yolunda   propaganda  yapmaları Balkanlar’da  oturan  Hıristiyan  toplumların bağımsızlık  elde  etmeleri,  Ermenileri  de  aynı  yolda  gayrete  getirmiştir.

Osmanlı  Devleti ile Çarlık  Rusyası  arasında  imzalanan  Berlin  Antlaşması’nın 16. maddesi,  Berlin  Antlaşması’nın 61. maddesi  ile  Ruslar’ın  Ermeniler’in hamisi sıfatını  kazanmaları.


..

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder