22 Ocak 2016 Cuma

ERMENİ ZULMÜNÜ YAŞAYAN - TANIKLAR ve ANILARI





ERMENİ  ZULMÜNÜ YAŞAYAN - TANIKLAR ve ANILARI


ANLATAN: HAKKI GÖZÜTOK
DOĞUM TARİHÎ: 1896
ERDOŞMUŞ KÖYÜ/OLTU/ERZURUM

1918 yılının Nisanında milli mücadeleye Penek'te iştirak ettim. Erzurum'lu yüzbaşı Cemal Dadaş’ın (22) bölüğünde topçu eriydim. Halit Paşa gelip topları kontrol ettikten sonra Gosor'a hareket ettik. Burada birkaç gün talim yaptıktan sonra topları birbirine bağlayıp öküzlere çektirerek, Karıncadüzü'ne indik. Oradan da Avindere (Göle) ye çıktık. Yüzbaşı, düşmanın Kaymak dağından aşarak Peneğin köprüyü kesmiş bulunduğunu ve bizim oradaki kuvvetlerimizin bozulduğunu söyledi. Öküzleri arabalardan açtık, tekrar Gosor'a döndük. Ordu bozulmuş ve çevrenin halkı hep oraya toplanmıştı. O gece birbirimize tutunarak Gosor suyunu geçtik. Bardız gediğine indiğimizde sabah oldu. Halit Paşa ile birleştik. Halit Paşa, topların bırakılmasına çok kızdı. Bizi tekrar düzene soktular. Ben 29. alay 3. tabura düştüm. 29. alayın I. taburu Bardız'ın Köroğlu köyünü, 2. taburu Bardız'ı, 3. tabur da Bardız gediğini, 8. alay Tuzla'yı tuttu. Böylece yeniden cephe kurmuş olduk. Halit Paşa 2. taburun tekrar Bardız gediğine, 3. tabur da Pasgot dağının üstündeki düşmana karşı şevketti. Taarruz ederek buralardaki Ermenileri bozduk, Gosor boğazına kadar sürdük. Bir hafta sonra, Halit Paşa bize taarruz emrini verdi. Yine Ermeniler bozuldular, Korkuluk köyüne kadar sürdük. Burada pusu kurduk. Ormanlık bir yer olduğu için, düşman geri çekildiğimizi sanarak mevzimize girince çember içine aldık. Binbeşyüz Ermeni öldürüldü. Kurtulanlar ise Ersine yaylasına doğru kaçtılar. Peşlerini takip ederek sabaha karşı Ersine yaylasında önlerini kestik. Ama düşman çemberden kurtuldu ve Allahüekber dağlarına doğru kaçmaya başladılar. Dağların bir gediğinde düşmana yetiştik. Sicim gibi yağmurun altında düşmanla çarpıştık. Gece karanlığından faydalanan düşman kaçtı. Biz o geceyi orada geçirdik. Sabah olunca Başköy, Verişan ve Kâfirhanlı köylerini kurtardık.

Bir sabah, Halit Paşa gelip tabur komutanına Kekeş köyünü keşfettirmesini emretti. Tabur komutanı bu iş için Osman, Feyyaz ve beni görevlendirdi. Tüfeklerin kayışlarını boynumuza takıp sürünerek köye yaklaştık. Fakat birşey göremedik. Feyyaz sağdan, ben soldan ilerlerken Osman da bizi kollayacaktı. Meğer Halit Paşa da bizi gözetliyormuş. Ben bu şekilde ilerleyerek bir evin kapısını açtım ki, içerisi cesetlerle dolu idi. Geri dönüp Halit Paşa'ya haber verdim. Halit Paşa, «Gördüklerini arkadaşlarına anlat» dedi. Ben de yüksek bir yere çıkıp anlattım. Halit Paşa : «Görüyorsunuz ki düşman dindaşlarınızı, kardeşlerinizi kırmış. Eğer onlar gibi boşuna ölmek istemiyorsanız, namusunuzu, vatanınızı korumak istiyorsanız, düşmanın önünden kaçmayınız!» dedi. Bu konuşma hepimize dokundu. Sonra Kars'ın bir köyüne taarruz ettik. Bu köyde süngü muharebesi yaptık. Süngü şakırtıları, haykırmalar ve feryatlar göklere yükseliyordu. Ermeniler daha fazla tutunamayıp kaçtılar. Beştepeler mıntıkasına gelince, düşman bizim taburu topa tuttu. Siperlere sığındık, gece olunca geri çekildik. Burada birkaç şehit verdik. Sabah olunca Bezirgan geçidini tuttuk. Halit Paşa'nın emri ile Zellece köyünde bulunan ikinci tabura yardıma gittik. Orada da düşman tutunamadı. Geri çekilip Baykara köyünde iki gün istirahat ettik. İki gün sonra tekrar harekete geçtik. Kırk süvari ile gündüz pusu kurup gece yol aldık. Hareketimizin dördüncü günü Küçükyahni tabyasının dibine geldik. Halit Paşa 3. tabur kumandanına tabyayı muhakkak ele geçirmesini emretti. 1. tabur Küçükyahni'nin sağından, 2. tabur solundan, biz de (3. tabur) merkezden ikişer adım araIıklarla süngü takıp dağa doğru tırmanmaya başladık. Üç saatte tabyayı elimize geçirdik. Tabyayı aldık ama, sekizyüz mevcutlu bizim tabur altmış kişiye düştü. Yüzlerce arkadaşımız şehit düştü. 1. tabur tren hattının raylarını söktü. Böylece düşmanın trenle asker naklini önlemiş olduk.

Sabah olunca, alayımız tekrar silâh kuşandı. Artık hedefimiz Kars'tı, iki kol halinde tekrar süngü hücumuna geçtik. Şimdiye kadar yaptığımız en çetin muharebe burada başladı. «Allah Allah» sesleri ile düşmana saldırdık. Ortalık ölü ve yaralılarla doldu. Ermeniler neye uğradıklarını şaşırdılar. Heyecanla, hırsla binlerce masum insanın aşkına vuruyorduk. Bu muharebede sekizyüz esir aldık, çok sayıda da vahşetten gözleri kararmış Ermeniyi öldürdük.

Esirleri Sarıkamış'a gönderdiler. Ele geçen silâh ve giyecekler askerlere dağıtıldı. İki gün Kars'ta dinlendik. Sonra Gümrü'ye hareket emrini verdiler. Bir saatte Kızılçakçak'ı ele geçirdik. Gümrü'ye yaklaştığımızda Halit Paşa haber gönderip teslim olmalarını istedi. Bu teklife olumlu cevap verdiler. Bu şehri harpsiz olarak teslim aldık.

Ben de dahil seksen kişi keşif için ayırdılar. Bir Ermeni köyüne yaklaştığımızda teslim bayrağını çektiler ve barış yemeği olarak ekmek ile tuz getirdiler. Biz de köye girmeyip kenarından geçtik. Toparlı köyü de kendiliğinden teslim oldu. Ermeniler, Derbend'de bizim keşif kolundaki askerlerimizi pusuya düşürüp öldürmüşler. Akkilise'nin düzünde Ermenilere yetiştik. Amansız bir mücadele başladı. Çok sayıda ölü vererek kaçtılar. Artık Ermenilerin savaşacak gücü kalmamıştı. Antlaşma yapılınca biz de geri çekildik.

ANLATAN: İBRAHİM EFENDİ 
DOĞUM TARİHİ: 1888 
ÇİĞDEMLİ KÖYÜ/ERZURUM

Dördüncü orduda askerdim. Doğubeyazıt'tan yaya yürüyüşle Erzurum'a yedi günde geldik. Erzurum'da on gün yürüyüşle de Trabzon'a gittik. Burada üç dört gün dinlendikten sonra, bizi gemilere bindirdiler, istanbul'a çıktık. Halk kan ağlıyordu. Bizi büyük bir törenle karşıladılar; başımıza kurdeleler ve mendiller atıyorlardı. İstanbul'dan Çatalca'ya kadar yürüdük. Oradan da Romanya'nın başkentine geçtik. Romanya'da bir müddet savaştıktan sonra tekrar binbir zorluklar içerisinde Hakkâri'ye döndük. Buradan da yine Doğubeyazıt'a gittik, Mevcudumuz 7 bin kişi kadardı.

Bu cephede Ruslarla savaştık. Ruslar yedi kolordu ile bize saldırdılar. Topumuz yok, makineli tüfeğimiz az ve cephanemiz yetmiyordu. Beni Erdiz'e gönderdiler ve oradan top getirdim. Topçu kumandanımız Bağdatlı Hasan Bey idi. Onüç sandık mermimiz kalmıştı. Tükenecek diye mermi atamıyorduk. Halbuki, Ruslar hesapsız mermi yağdırıyorlardı. Komutanımız Hasan Bey ise «Eğer mermilerimizi bitirirsek topların namlularını bir dereye atarız. Başka çaremiz yok» diyordu. Bu şartlar altında bozulduk ve geri çekilmeye başladık. Günlerce yemek yüzü görmemiştik. Bir ikindi vakti kazanlarla yemek pişirdiler. Fakat yemeye vaktimiz olmadı. Yemekleri yere dökerek silâhbaşı ettik. Doğudan top ve tüfek sesleri geliyordu. Meğer, birinci Kuva-yı Seferiye (23) bize imdada gelmiş. Biz de gece yürüyüp gündüz pusu kurarak, gelen orduya yetiştik. Düşman çok kalabalıktı, üstün silâhla bize saldırdı. Çok şehit verdik. Bizim ordu bozuldu. Yirmi sekiz gün dağlarda aç kaldık. Karasu'ya yakın bir Ermeni köyüne girdik. Ermeniler kaçmışlardı. Köyde ne bulduysak yedik. Van'a kadar çekildik. Van gölünün kuzeyini Ruslar almışlardı. 36. fırka da Tatvan'a gelmişti. Buralarda günlerce hatta haftalarca aç kaldık. Üstümüz başımız bit, kir içinde idi. Orada bize sıcak yemek verdiler, adetâ bayram ettik.

Kumandan Muş'u Ermenilerin yakıp yıktığını ve halkını öldürdüğünü söyleyerek bizi cebri yürüyüşle Muş'a götürdü. Bağlık bir yerde Ruslarla süngü süngüye geldik. Kıyamet koptu, «ay, of, yandım» sesleri birbirine karıştı. Her iki taraftan da çok sayıda adam öldü. Bu muharebe akşama kadar devam etti. Her taraf cesetlerle doldu. Yerler kıpkırmızı kan oldu. Deşilen bağırsaklardan ve akan kanlardan yerler vıcık vıcık olmuştu. Ayaklarımızı basacak yer yoktu. Şehitleri toplayıp gömmeye başlamıştık ki, posta gelip geri çekilme emrini getirdi. Şehitleri öylece bıraktık. Bu muharebede sadece ondörtbin yaralımız vardı. Onların iniltileri yüreklerimizi yakıyordu. Seyyar hastahaneler kuruldu. Yaralıları hastahanelere (Çadır) taşıdık.

Sonra tekrar Ruslarla muharebeye tutuştuk. Biz Rusların önlerini kestiğimizi zannediyorduk. Meğerse çok sayıda Ermeni (aklımda yanlış kalmadıysa altmış bin kişi) bizi arkadan kuşatmış. Böylece iki düşman arasında kaldık. Bizim taburdan başka bütün kuvvetlerimiz de gitmiş. Çeteli Ali Han adlı biri bize yetişti. «Sizi kurbanlık koyun mu verdiler? Ruslar karınca gibi kaynıyor. Durmayıp çabuk çekilin» dedi. Bizim de dörder bağ mermimiz ve bir tek topumuz vardı. Silâh başı ettik, onyedi - onsekiz saat hiç durmadan yürüyerek Muş'a indik. Buradaki kuvvetlerimize yetiştik. Bizi arkadan kuşatan Ermenileri yendik. 9. kolordunun Karaköse'de harbettiğini haber alıp, yola koyulduk. Yolda posta bize yetişip 9. kolordunun muharebeden kurtulduğunu ve bizim Bitlis'e gitmemiz gerektiğini haber verdi. Bitlis'e hareket ettik. Nemrut dağının dibinde keşif için gelmiş olan altmışbeş Rus süvarisini esir aldık. Rehvan düzüne çıktık. Burada Şam fırkası (24) nın tümü şehit düşmüştü. Ruslar ve Ermeniler kuşatarak hepsini öldürmüşlerdi. Burada üç gün savaştık. Ben esir düştüm. Bir kısmımızı makineli tüfeklerle öldürdüler. Kalanları da açık kamplara koydular. Harp bitene kadar yol yapımında çalıştırdılar. Harp bitince mamleketime döndüm.

ANLATAN: BİLAL ÇİLEKÇİ
DOĞUM TARİHİ: 1900
KOZÖREN KÖYÜ/REFAHİYE/ERZINCAN

Birinci Cihan Savaşı sırasında ordumuz dağılmıştı. Büyüklerimiz ağlıyorlardı. Biz çocuk olduğumuz için bunun sebeplerini bilmiyorduk. Birkaç gün sonra, Rusların Erzurum'a girdiklerini ve Ermenilerin halkı camilere doldurup yaktıklarını haber aldık. Köyümüzde kadın, ihtiyar ve benim gibi çocuklardan başka bizi koruyacak kimse yoktu. Tarihini hatırlamıyorum birkaç gün sonra herkes yükte hafif pahada ağır ne varsa arabalarına yükleyip göç yolunu tuttu. Herkes ağlaşıyorlardı. Suşehri'ne kadar gittik. O kışı orada geçirdik. Ne yatıp kalkacak yerimiz, ne de yiyecek bir şeyimiz vardı. Ayaklarımızdaki çarıkları dahi yedik. Açlık ve yoksulluk bizlere neler yaptırmadı ki? Uzun zaman köyümüzden hiçbir haber alamadık. Rusların çekildiklerini haber alınca köyümüze döndük. Döndük ama ne götürdüklerimiz, ne de köyde bıraktıklarımız kalmıştı. Bir kısmını yemiştik, kalanlar ise kayıp olmuştu. Açlıktan, bitkinlikten ölen dedeler, nineler, yavrularının ızdırabına dayanamayıp kendilerini diri diri suya atan analar, anlatmaya dayanamadığını daha birçok olaylar vardı. Kendimi tutamadığım için anlatamıyorum.

Köyümüze işte bu çilelerle döndük. Ordumuz Ermenilerle savaşıyordu. Elimizdekileri de askerlere verdik. Kadınlar, ihtiyarlar ve çocuklar askerlere erzak taşıdık. Biz, Ruslardan ve Ermenilerden zarar görmedik. Çünkü buralara kadar gelemediler. Bizi açlık ve yoksulluk mahvetti. Savaşa giden babalarımızdan dönen olmadı. Rus ve Ermeni savaşları bitti. Bu seferde Yunan savaşı başladı. Köyün yeni yetişen gençlerini de bu savaş için topladılar. İşte bizim köyde vahşet bu zaman başladı. Bunu fırsat bulan Dersim (Bingöl)'ün Kürt çeteleri köyümüzü bastılar. Onlara karşı koyacak hiç kuvvetimiz yoktu. Köyün ileri gelenlerinden sekiz kişiyi kurşuna dizdiler. Evlerimizi talan edip neyimiz varsa alıp götürdüler. İşte, vatanımız bu şartlar altında kurtarılmıştır.

ANLATAN: NAZMİYE ÇELİK 
DOĞUM TARİHİ: 1895 ERZURUM

Birinci Dünya Harbinde Rusların Erzurum'a doğru ilerlediği haberi gelince, halk batıya doğru göçmeye başladı. Biz bu göçlere katılmadık. Ruslar birkaç gün sonra Erzurum ve çevresini işgal ettiler . Artık bizim için, Türk milleti için kara günler başlamıştı. Rus ve Ermeniler köyde kol geziyorlardı. Her an korku ve dehşet içinde idik. Hür olarak gezdiğimiz köyümüzde korkumuzdan gezemez olduk. Hainler, kız, kadın, ihtiyar ve çocuk demeden canlarına kıyıyorlardı. Korkumuzdan dağlara kaçtık. Muhtardan kadın ve kız istediler. Vermeyince işkence ettiler. Dağlarda aç ye perişan olduk. Tekrar köye döndük. Temiz elbise giymiyor, yüzümüze is, üzerimize de pislik sürüyorduk. Gün geçtikçe yaşamak bizler için ölüm oluyordu. Ruslar çekilip gittiler, bu sefer de Ermenilerin elinde kaldık. Bunlar ev ev dolaşıyor işlerine yarıyan ne varsa alıyorlardı. İhtiyar, kadın ve çocuk kaldığımız için bizi koruyacak kimsemiz yoktu.

Ermeniler bizi bir eve topladılar. Köylülerin bir kısmı kaçtı fakat biz kaçamadık. Evi yaktılar. Ben ve birkaç kişi, yangından canımızı kurtarabildik. Diğerleri hep yandılar. Türk ordusu gelip bizleri kurtardı (26). O günleri yaşamayanlar bilemezler. Türk ordusunu görünce sevincimizden çılgına döndük. Kendimizi onların ayaklarının altına atıyorduk. Çok kara günler yaşadık. Ama çok şükür o günler geride kaldı. Göçenlerin bir kısmı geri dönmediler. Savaşa katılan erkeklerimizden de çoğu şehit olup geri dönmediler.

ANLATAN: MELİHA TOPÇU 
DOĞUM TARİHİ: 1905 TÜRKGÖZÜ KÖYÜ/POSOF/KARS

Köyün zenginlerinden sayılıyorduk. Babam köyün imamı idi. Dokuz yaşında idim. Benden başka altı erkek kardeşim ve bir de ablam vardı. Erkek kardeşlerim benden büyüktüler.Bir gün babam eve üzgün geldi. Sebebini sorduğumuzda «Hacı Ağaların İlyas kazadan geldi. Ruslarla aramız açılmış, bugün yarın harp başlar» dedi. Evde herkesi üzüntü aldı. Ablam sofrayı koydu ama hiç kimse birşey yemedi. Beşinci ağabeyim bizden çok üzülüyordu. Yeni evlendirmiştik, karısını bir ay önce getirmiştik. Ahmet ağabeyim ise bekârdı.

Bir öğle zamanı köy bekçisi : <Herkes caminin önünde toplansın» diye bağırdı. Çocukluk, ben herkesten önce caminin önüne gittim. Köyün erkekleri caminin önünde toplandılar. Köye biri çavuş olmak üzere üç asker gelmişti. Çavuş masanın üzerine çıkarak konuşmaya başladı : «Bakın kardeşlerim, vatandaşlarım, düşmanın sınırlarımıza yaklaştığını duymuşsunuzdur. Bu vatanı kurtarmak bizlerin vazifesidir. Ben buraya eli silâh tutan kardeşlerimi cepheye götürmeye geldim. Şimdi herkes hazırlığını yapsın, iki saat sonra hareket edeceğiz.»

Çavuşun sözlerini duyar duymaz, hemen eve koşup anneme haber verdim. Annem hüngür hüngür ağlamaya başladı. Bir taraftan ağlıyor, bir taraftan da hazırlık yapıyordu. Üç gün önce Yusuf ağabeyimin ayağı kırıldığı için onu ve küçük kardeşimi askere almadılar. Diğerleri vedalaşıp gittiler.

İki gün sonra, düşmanın yakın köye geldiğini ve köy halkını kırdığını duyduk. Köyde göç başladı. Ahmet ağabeyim düşmanın eline geçmesin diye bir çömlek altını ahırın duvarının dibine gömdü. Bize lâzım olan eşyaları yükledik ve Posof'un yolunu tuttuk. Posof'un Evin köyündeki akrabalarımızın yanına gittik. Bizi ilk günler iyi karşıladılar. Götürdüğümüz yiyecekler bitince de yüz çevirdiler. Birkaç gün aldırmadık. Zaten başka çaremiz de yoktu. Bu arada Ahıska'daki Köprü'de savaşan ağabeyimlerden haberler aldık. Sağ oluşları bizi sevindirdi. Artık bu hayat çekilmez olmuştu. Akrabalarımız açıkça gidin demeye başladılar. Babam bu hayata dayanamadı. Başka akrabalarımızın yanına gitmeye karar verdik. Fakat beş paramız kalmamıştı. Babam sakladığımız altınları getirmeleri için yanımızda kalan ağabeyimleri köye gönderdi. Üç gün sonra Ahmet ağabeyim köye yalnız döndü. Yusuf ağabeyimi sorduğumuzda, Ahmet ağabeyim : «Baba, yalvarırım kızma. Köye gittiğimiz zaman köy işgal edilmişti. Kör Kasan da düşmanın önüne düşmüş köyü aratıyordu. Bizim evin köşesine gizlenerek onları seyrettik. Fariz amcanın annesi hasta imiş, kendisinin de bacağını köpek ısırdığı için göçememişler. Düşman onları harmana topladı. Kurşuna dizecekleri sırada Yusuf ağabeyim dayanamadı. Silâhını düşmana ve Kör Hasan'a boşalttı. Bu kahramanlığı fazla sürmedi. Onu da diğerleri gibi cansız yere serdiler. Benim de olduğum yerde ağlamaktan başka elimden birşey gelmedi. Yalvarırım baba beni affet» dedi.

Felâketler birbirini takip ediyordu. Annem hassas bir kadın olduğu için, ağabeyimin ölümünü ondan gizledik. Ancak haberi akşama kadar saklıyabildik. Akşam bu acı haberi duyar duymaz annem yere yığıldı. Önce hiçbir şey anlamadık. Ablam, annemi bayılmış sanarak ellerini ovuşturuyordu. Babam eve gelince öldüğünü söyledi. Bundan üç gün sonra Romanya'da savaşan ağabeyimin ölüm haberi geldi. Böylece bu acılara bir yesini daha eklenmiş oldu. Ahıska cephesinde çarpışan Yunus ağabeyimin de omuzundan yaralanarak hastahaneye kaldırıldığını duyduk.

Bundan sonra sevindirici haberler gelmeye başladı ama acımız dinmiyordu. Onbeş gün sonra Halit Paşa'nın ordu ile Ahıska'ya geldiğini duyduk. Birkaç gün sonra da ordumuz Posof'a geldi.Posof'ta kanlı sokak muharebeleri oldu. Düşman yenildi, sınır Türkgözü köyü oldu. Bizim köy Ruslara bırakıldı. Babam imam olduğu için Türkgözü köyüne yerleşmemiz kolay oldu. 

ANLATAN : ZELİHA AYDIN 
DOĞUM TARİHİ: 1901 
TUTMAÇ KÖYÜ/OLTU/ERZURUM

Savaş başladığı zaman, ondört-onbeş yaşlarında bir kızdım. Bir gün annem ve babam evde Rusların Sarıkamış'ı işgal ettiklerini anlatıyorlardı. Merakla onları dinliyordum. Rus işgalleri ile ilgili çok hâdiseler duyduğum için de son derece korkuyordum. Aradan az bir zaman geçmişti ki, Rusların Oltu'ya geldiklerini duyduk. Oltu ile bizim köyün arası yaya altı saattir. Ruslar yaklaştıkça bizim korkumuz da o nisbette artıyordu. Üç gün sonra da Ruslar Oltu'nun kaleboğaz köyüne gelince buranın halkı evlerini yarı yarıya boşaltarak yola koyulmuşlardı.

Kızkardeşimle patates çıkarmaya gidiyorduk. Bir kafileye rastladık. Bize : «Ruslar bizim köyü işgal ettiler, yarın sizin köye gelirler. Gidin haber verin. Patates toplamanın zamanı mı?» dediler. Dönüp köye haber verdik ama hiçbir tedbir alınmadı. Az bir zaman geçmişti ki, Ruslar geldiler, fakat köye girmediler. Köyün yakınındaki bir yerde konakladılar. Bazan köye gelir, para vermeden tavuk, koyun, ekmek ve yağ alır giderlerdi. Köyümüzün yakınında bir kışla vardı. Burada sekiz-on askerimiz duruyordu. Ruslar kışlayı basıp askerleri öldürdüler. Birkaç gün sonra da köyümüzü işgal ettiler.

Ruslar köyümüzde iken, Ermeniler pek birşey yapamadılar. Bir gece fırsatını bulup köyden kaçtık. Tortum'un Çınarçor (yeni ismi Çardaklı) köyüne gittik. Mevsim sonbahardı. Köy halkından bir kısmı göçmüştü. Burada bir müddet kaldık. Ruslar burayı da işgal ettiler. Bu köyde Ermenilerin saldırılarına uğradık. Her şeyimizi elimizden aldılar. Birçoklarını öldürdüler. Bizim askerler yetişmeseydi hepimizi öldüreceklerdi. Göç ettiğimiz köyün bir tarafında bizim ordu, diğer tarafında Rus ve Ermeni orduları mevzilendiler. Çok çetin muharebeler oldu. İki taraftan da birçok asker öldü. Askerler arasında açlık başgösterdi. Köyde bir koyun ölmüştü. Cesedini dereye attık. Bizim askerler koyunu pişirerek yediler. Biz her ne kadar pis olduğunu söyledikse de dinlemediler. Çarpışma çok sürdü. Sonunda bizim ordu bozulup kaçmaya başladı. Biz de bozulan askerlerin peşine kaçmaya başladı. Yollarda mahşerî bir kalabalık vardı. Herkes can derdindeydi ve kaçan kaçanaydı. Bu kalabalıkta anamla babamı kaybettim. Hem ağlıyor ve hem de gidiyordum. Bir asker beni atına bindirdi. Annem ile babama yetiştim. Herkes canını kurtarmaya bakıyordu. Yollar ölü, yaralı ve çocuklarla dolu idi.

Erzincan'a kadar bu şekilde yol aldık. Burada birkaç gün kalmıştık ki, Rusların Erzurum'u işgal ettiklerini ve Erzincan'a doğru gelmekte olduklarını haber aldık. Mevsim ilkbahardı. Babani Yozgat'a gideceğimizi söyledi. Erzincan'da bize bir vesika verdiler: «Bunu gösterirseniz, size kalacak yer verirler» dediler.

Tekrar yolculuk başladı. Gittiğimiz yerlerde vesikayı gösteriyorduk, bize geçici olarak yer veriyorlardı. Bu şekilde Yozgat'a kadar gittik. Yozgat'ta yedi sene kaldık. Yedi yıl sonra köyümüze döndük.

ASALA

Ermenistan’ın kurtuluşu için gizli Ermeni ordusu  yada kısa adıyla  Asala,20 Ocak 1975’te Lübnan’da muhtemelen  Bekaa’da kurulmuştur.

 Örgüt ilk hedef olarak Doğu Anadolu’yu Türkiye’den koparmak,”bağımsız ve  kurtarılmış” kabul ettiği  Sovyet Ermenistanı’na bağlamak ve Ermeni soykırımından sorumlu tuttuğu  Türkiye’yi cezalandırmak istiyordu.Yöntem olarak da  Sovyetler Birliği paralelinde   bir ”ideolojik şiddet” kullanacaktı.Aslında hedef sadece Türkiye değildi.Lideri Agopyan’ın ağzından Asala ayrımsız  bir şiddet içeren ;”Biz Türkiye’ye askeri ve ekonomik yardımda bulunan  tüm diğer ülkeleri de  düşmanımız addederiz” cümlesinde ifadesini bulan  bir politik temel üzerine kurulmuştur.Örgütün arkasındaki güç Sovyet Rusya idi.Bu güç sadece örgüt söylemlerinde , örgütün Marksist-Leninist ideolojisinde değil , ortaya çıkışından büyümesine , eylemlerinden işbirliğine  her sahada  açıkça görülmüştür.

 Terörizm; uluslar arası  ölçüde  kabul edilen savaş normları dışında , siyasal amaçla  korku salmak için  şiddeti kullanmaktır.

 Eylemlerinin  büyük bir bölümünü  elçilik, konsolosluk baskını gibi kaba davranışlar değil, belirlenmiş kişilerin vurularak öldürülmesidir.Bu öldürme olayları sırasında  Yugoslavya  dışında  olay yerinde  yada  sonrasında yakalanan  hiçbir Asala militanı yoktur.

Asala’nın en dikkat çekici yönlerinden biri de Amerika’dan Avustralya’ya, Kanada’dan Portekiz’e kadar  dünyanın ( özellikle de Avrupa’nın) hemen her ülkesinde çok kısa aralıklarla  hatta aynı zamanda eylem yapma yeteneğine sahip olmasıdır.Asala gerçekleştirdiği eylem sayısı açısından hala dünyada İra’dan sonra ikinci sıradadır.Bu kadar geniş bir alanda  arka arkaya eylemler  yapabilen bir  örgütü, heyecanlı amatör gençlerin  oluşturduğunu  söylemek mümkün değildir.


WASHİNGTON BÜYÜK ELÇİSİ  AHMET RÜSTEM BEYİN
 ERMENİ İDDALARI İLGİLİ SÖYLEDİKLERİ 

Washington Büyük elçisi  Ahmet Rüstem Beyin Ermeni iddaları ilgili söyledikleri  Osmanlının Washington Büyükelçisi  Ahmet Rüstem Bey'in 24.06.1914 te görevine başlar başlamaz göz attığı Amerikan gazeteleri Müslüman Türklerin Hırıstiyan Ermenileri kılıçtan geçirdiklerini iddia ediyor.Türklere ağır yergiler yağdırıyıor Amerika Başkanından Türk karasularına Amerikan savaş gemileri göndermesini istiyorlardı. 

Büyükelçi Ahmet Rüstem Bey 08.09.1914 günü Evening Star Gazetesi'nde  yayınlanan demecinde Ermenilerin Hırıstıyan oldukları için degil isyan ettikleri için Fransa, İngiltere ve Rusya'nın desteği ile ayaklanarak Osmanlı Devleti'ni zayıflatmak istedikleri için cezalandırıldığını belirtiyor ve böylesi bir silahlı ayaklanma karşısında kalsalardı Fransa, İngiltere ve Rusya acaba ne yapardı. Ülkesinin özgürlüğü için dövüşen Cezayirlileri mağaralara tıkıp sonra onları dumanla boğmuş olan Fransa, Sipahi İsyanında yakaladığı Hintileri  top namlularının ağzına bağlayıp sonra o topları ateşleyen İngiltere  aynı tertipler karşısında kalsalardı acaba ne yaparlardı?Amerikalıların Filipinleri işgal ederken yerli halka uyguladıkları “ Water Cure” denen “Su işkenceleri” ile Amerika’da hergün işlenen zenci linç etme suçlarını hatırlatıyor ve varsayalım ki , Amerika’daki  zencilerin, ABD’nin işgal edilmesini kolaylaştırmak için Japonlar ile gizlice anlaşmış oldukları ortaya çıkarıldı. Acaba o zencilerin kaçı hayatta bırakılırdı?" diye soruyor. 

Ahmet Rüstem Bey’in bu demeçlerine öfkelenen Amerikan Başkanı Wilson, 10.09.1914 günü Dışişleri Bakanı’na gönderdiği yazıda Türk Büyükelçisi sınırı aşmıştır, diyor sözlerini geri alıp özür dilememesi durumunda, Amerika’dan çıkartılması gerektiğini bildiriyordu. 

Dışişleri Bakanı  Bryn, 11.09.1914 günü Rüstem Bey’den Evening Star’da yayımlanan sözlerini geri almasını istiyor; buna karşılık Ahmet Rüstem  Bey, ABD Dışişleri Bakanı’na gönderdiği 12.09.1914 günü cevap yazısında sözlerini geri almayacağını belirterek şöyle diyordu: “Türkiye yıllardan beri Amerikan basınının düzenlediği saldırılara hedef olmaktadır. Bu saldırılar, sık sık en ağır dille Türkiye’nin bütün duygularını incitmektedir. Türklerin dinine, milliyetine, geleneklerine, gelmişine geçmişine sövülmüş, bütün kötülüklerin bataklığı Türkiye imiş gibi gösterilmiştir. Diplomatik kuralları aşmış olabilirim ; fakat insanlığın çıkan şekli feda edilemez”

     Ben Türkiye’ye ABD  ve bütün insanlığa karşı erdemsel görevimi yerine getirmiş olduğuma  inanıyorum . 

     Bu cevabından sonra Amerikan yönetimince “İstenmeyen adam” diye damgalanan  Büyükelçi  Ahmet Rüstem Bey , 9 Ekim’de  Sait Halim Paşa’ya çektiği telgrafta aynı gün İtalyan vapuru ile New York’tan yola çıkacağını 18 Ekim’de Napoli’de , 25 Ekim’de de İstanbul’da olacağını bildiriyor ve ekliyordu: “25.10.1914 tarihine dek benden haber alamayacak olursanız  akibetim hakkında araştırma yapınız” 

  Amerika'dan ayrılan Osmanlı’nın Washıngton   Büyükelçisi Ahmet Rüstem Bey ilk adı Alfred de Blinsky  olan bir Polonyalı idi. Kurtuluş Savaşı’nda M. Kemalin yanında yer alan ve 1. Mecliste milletvekili olan Ahmet Rüstem Bey, Ermeni soykırımı suçlamalarına karşı 1918’de Bern’de Fransızca olarak yayımladığı “Cihan Harbi ve Türk Ermeni Meselesi” adlı kitabının ön sözünde şöyle diyordu: “Ermeni meselesinde, dünya kamuoyuna karşı Türkiye’yi savunmayı amaçlayan bu kitabı yazarken , her şeyden  önce ,doğduğum , pek çok iyiliğini ve nimetleri gördüğüm bu ülkeye bağlılık  duygularımı sürdürmeyi düşündüm .Bu ülkenin ve  Türk halkının onurunu korumak için iki kez düelloda bile dövüştüm ve Türk-Yunan  Savaşı’na gönüllü olarak katıldım. Bu kitabı yazarken  beni harekete  geçiren itici gücün , yalnız ve yalnız ülkeme olan sevgim ve saygım olduğunu  söylemek  istiyorum.” 

     CENGİZ ÖZAKINCI: Dolmakalem Savaşları 

..

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder