19 Ocak 2015 Pazartesi

Türkiye ve Azerbaycan’ın Ermenistan ile Sorunları 2




  Türkiye ve Azerbaycan’ın Ermenistan ile Sorunları  2



Karabağ Sorunu


Ömer Engin LÜTEM 
E. Büyükelçi, ASAM Ermeni Araştırmaları Enstitüsü Başkanı.

Bu yazıda Güney Kafkaslarda en önemli anlaşmazlığı oluşturan Karabağ sorununun kısa tarihçesi, Azerbaycan’a ait bu bölgenin Ermeni güçleri tarafından işgal edilmesi, sorunun çözümü için uluslararası çabalar, bu konuda uluslararası kuruluşlarda alınmış başlıca kararlar ve sorunun çözümlenmesinin bu bölge ülkelerine sağlayacağı yararlar incelenmektedir. 

Karabağ ve Dağlık Karabağ coğrafya bakımından iki ayrı terimi ifade etmektedir. Karabağ, Azerbaycan’ın Kür ve Aras ırmakları ile Ermenistan’ın Sevan Gölü (Çökçe Gölü) arasında bulunan, yaklaşık 18.000 km2 büyüklüğündeki bölgedir. Bu bölgenin dağlık olup, stratejik değeri de bulunan 4300 km2 büyüklüğündeki kısmına Ruslar, Dağlık Karabağ adını vermişlerdir. Günümüzde Ermenistan ile Azerbaycan arasında anlaşmazlık konusu olan bu bölgedir ve artık, kolaylık olmak üzere, sadece “Karabağ” olarak adlandırılmaktadır. 

Karabağ sorunu yaklaşık iki asır kadar önce Rus İmparatorluğu tarafından jeostratejik nedenlerle yaratılmıştır. 19. yüz yıl başlarında günümüz Ermenistan’ı ve Karabağ bölgesine tekabül eden topraklarda başta Azeriler olmak üzere Türk unsurlar çoğunlukta, Ermeniler ise azınlıktaydı. Ermenilerin çoğu Osmanlı İmparatorluğu ve Iran topraklarında yaşamaktaydı. Karabağ ise çoğunluğunu Azerilerin oluşturduğu bir Hanlıktı. 

Rus İmparatorluğu, Kafkasya’yı ele geçirdikten sonra bu bölgenin idaresini kolaylaştıracağı düşüncesiyle Ermeni nüfusunun arttırılması politikasını benimsemiştir [1].

Bu amaçla özellikle İran’da ve Osmanlı İmparatorluğu’nun doğu bölgelerinde yaşayan Ermenilerin Kafkasya’ya yerleştirilmesine çalışılmıştır. Ermenilerin bölgeye yerleşmesine paralel olarak özellikle Karabağ’da Müslüman halkın bir kısmı Azerbaycan’ın diğer bölgelerine ve Osmanlı topraklarına göç etmiştir. Böylelikle Rusya’nın Kafkaslara Ermeni iskânı siyaseti bölgede ve özellikle Karabağ’da etnik yapıyı değiştirmiştir. Ermenilerin Güney Kafkasya’ya iskânı XIX. asır boyunca devam etmiş olmakla beraber Ermeniler, bazı bölgeler hariç, çoğunluğa sahip olamamıştır. Ancak Balkan Savaşları’ndan sonra Doğu Anadolu’dan Kafkasya’ya yapılan Ermeni göçleri ve özellikle Birinci Dünya Savaşı içinde ve sonrasında Doğu Anadolu Ermenilerinden yaklaşık 420.000 kişinin [2] Kafkasya’ya gitmesi günümüz Ermenistan’ına tekabül eden bir bölgede Ermenilerin çoğunluğu oluşturmasına yol açmıştır.

Rusların Ermenileri Kafkasya’ya yerleştirmesi siyasetinin şu sonuçları verdiği görülmektedir: Kafkaslarda Ermenilerin sayısının artması bu bölgedeki Müslüman halklarının istilacı Rusya’ya karşı birleşmelerini ve bölgenin Müslüman güçleri olan Osmanlı İmparatorluğu ve İran ile de Rusya’ya karşı işbirliği yapmalarını önlemiştir. Rusya hakimiyetindeki Ermeniler Osmanlı Ermenilerinin devlete karşı isyan etmelerinde ve bağımsız Ermenistan fikrinin yayılmasında önemli rol oynamışlardır. Osmanlı Ermenileri ise bu etkiler altında Birinci Dünya Savaşı’nda Rus Orduları yanında yer almışlardır. Diğer yandan Karabağ’a Ermenilerin iskân edilmesi XX. yüzyılın başından günümüze kadar, Ermenistan ve Azerbaycan arasında zaman zaman silahlı çatışmaya kadar varan derin bir anlaşmazlık yaratmıştır.

Rus İmparatorluğunun yıkılması sonucunda 1918’de Kafkasya’da bir Ermeni devleti kurulmuştur. Osmanlı İmparatorluğunu tasfiye eden Sevr Antlaşması Doğu Anadolu’dan Ermenistan’a büyük topraklar vermiştir. Ermeniler bu toprakları ele geçirmek için başlattıkları savaşta Türk kuvvetlerine yenilmişler ve günümüz sınırlarını kabul etmişlerdir. Hemen sonra Ermenistan bağımsız bir devlet olmaktan çıkarak Sovyetler Birliği’ne katılmıştır.

Kafkasların tamamı Sovyet hakimiyetine geçtikten sonra Dağlık Karabağ Otonom Oblast’ı (özerk Bölgesi) kurulmuş ve Azerbaycan’a bağlanmıştır. Ermeni kaynaklarına göre [3] o sıralarda nüfusunun büyük çoğunluğu Ermeni olan Dağlık Karabağ’ın Azerbaycan’a bağlanmasının esas nedeninin Sovyetlerin “böl ve yönet” politikası olduğu görülmektedir. Gürcü kökenli olması nedeniyle Kafkaslardaki koşulları çok iyi bilen Stalin’in çizdiği harita şudur: Nahcivan, bir Ermeni koridoruyla Azerbaycan’dan ayrılmıştır. Böylelikle Azerbaycan’ın önemli bir eyaleti ile doğrudan bağlantısı kesilmiştir. Ayrıca Türkiye’nin Azerbaycan’a komşu olması önlenmiştir. Karabağ, özerk de olsa, Azerbaycan’a bağlanmak suretiyle Azerbaycan ve Ermenistan arasında devamlı bir anlaşmazlık kaynağı yaratılmış ve Moskova’nın hakemliğine başvurmaları sağlanmıştır.

Karabağ’ın Ermenistan’a bağlanmasına ilişkin olarak ortaya atılan talepler Stalin döneminde Moskova’nın şiddetli tepkisiyle karşılanmıştır. Örneğin Ermenistan Komünist Partisi Birinci Sekreteri Hancıyan’ın 1936 yılında öldürülmesi nedenlerinden birinin Karabağ sorunu olduğu iddia edilmiştir [4]. İkinci Dünya Savaşından sonra Sovyetler Birliği’nin Boğazların kontrolü yanında Türkiye’den Kars ve Ardahan illerini talep etmesi, diğer yandan diaspora Ermenileri’ni Ermenistan’a yerleşmeye çağırması Ermenistan’da esasen mevcut milliyetçiliğin daha da güçlenmesine neden olmuştur. Ancak Sovyetler bu milliyetçiliğin dışa dönük işlev yapmasına, diğer bir deyimle Türkiye’ye karşı olmasına buna mukabil Karabağ gibi ülke içi sorunları etkilememesine çalışmışlardır. 

Karabağ sorunu ancak Stalin’in ölümünden sonra beliren göreceli özgürlük havası içinde yeniden ortaya atılabilmiştir. Karabağlılar bölgenin Azerbaycan’a bağlanması için birçok kez Moskova’ya başvurmuşlardır. 1968 yılında artık Stepanakert adını taşıyan bölgenin başkenti Hankenti’nde Azeriler ve Ermeniler arasında çatışmalar çıkmıştır. Bu olaylar Karabağ’da Ermenistan’a bağlanmak için ciddi bir eğilim olduğunu göstermiştir. Bu eğilimin Ermenistan tarafından el altından desteklendiği de anlaşılmaktadır. Büyük Ermenistan hayalleri peşinde koşan Ermeni diasporası da daima Karabağ’ın Ermenistan’a bağlanmasını istemiştir. Moskova ise mevcut düzeni bozan bu talepleri dikkate almamıştır. 1973 yılında Karabağ Komünist Partisi’nin başına getirilen Boris Kevorkov bu görevde 15 yıl kalarak Moskova’nın istediği gibi statükoyu korumuştur. Bu dönemde Ermenistan’a bağlanmak isteyenler Taşnak propagandası yapmakla suçlanmışlardır.

1985 yılı ayında Sovyetler Birliği Komünist Partisi Genel Sekreteri olan Mihail Gorbaçev, ülkenin o sırada çok ihtiyaç duyduğu ancak tutucu parti kadrolarının önlediği reformları gerçekleştirmeye çalışmıştır . Bu reformların Pereskroyka (yeniden yapılanma), Glasnost (açıklık saydamlık), Demokratizatsiia (demokratlaşma) ve Novoe Mysshlenia (yeni düşünce) gibi bazı temel ilkelere dayanmasını istemiştir. Böylelikle Sovyetler Birliği’nde göreceli bir liberalleşme başlamış, bu da o zamana kadar dile getirilemeyen talep ve şikayetlerin ortaya atılmasına neden olmuş ve bu arada ayrıca milliyetçilik akımlar da güçlenmiştir. Ermenistan ve Karabağ’da kısa zamanda milliyetçi akımlar ortaya çıkmış, Karabağ bölgesinin Ermenistan’a bağlanması talepleri artmış ve sokak gösterileri yapılmıştır. 

Ermenistan’ın Karabağlıların taleplerini desteklemesi Azerbaycan ve Ermenistan arasında ciddi bir bunalım başlatmıştır. Sovyetler Birliği dağılma sürecine girdiğinden bu bunalımın aşılması için yeter derecede kararlı davranamamıştır. Bir süre sonra ise daha ziyade bölgede varlığını muhafaza etmek kaygısına düşmüş ve bu amaçla çok kere Ermenistan’ı bazen de Azerbaycan’ı destekleyen bir politika izlemiştir. ABD ve Avrupa’nın büyük ülkeleri o sırada bölgede kayda değer bir etkileri bulunmadığından, barış girişimlerini desteklemekle beraber, genelde karışmazlık siyasetini benimsemişlerdir. Devletlerin bu tutumu Ermenistan için gayet müsait bir konjonktür yaratmıştır. 

1988 yılı Şubat ayında Karabağ’da ve özellikle Ermenistan’da gösterilerin sürdüğü bir sırada, 140 üyesinden 110’u Ermeni olan Karabağ Meclisi 18 Şubat 1988 tarihinde bölgenin Ermenistan’a bağlanması kararını almıştır. Ancak, Sovyetler Birliği Komünist Partisi Merkez Komitesi, ülkedeki milletlerin birbirleriyle olan ilişkilere zarar verdiğini ve aşırı milliyetçilerin tahriki olduğunu belirterek kararı kabul etmemiştir. Bu arada gösteriler büyümüş ve 22 Şubatta Erivan’da 100.000 kişi Opera Meydanı’nda toplanmıştır. Gösteriler Gorbaçev’in 26 Şubat’ta yaptığı yatıştırıcı bir konuşma ve Erivan’da seçilen bir “Karabağ Komitesi” temsilcilerini kabul etmesi sonucunda durmuştur. Ne var ki Ermenistan’da yaşayan Azerbaycanlıların kendilerine yapılan saldırılar sonucunda kaçmaya başlaması Bakü’de ve Sumgayt’ta Ermeni ve Azeriler arasında çatışmalara neden olmuştur. Sumgayt’ta 28-29 Şubat’taki çatışmalarda altı Azeri, 26 Ermeni olmak üzere 32 kişi ölmüş ve 197 kişi yaralanmıştır [5]. 

Yasaklara rağmen gösteriler sürmüş ayrıca Karabağ Meclisi 12 Mart 1988 tarihinde Ermenistan’a bağlanma isteğini yenileyen bir karar daha almıştır. 21 Mayıs 1988’de Moskova Azerbaycan Komünist Partisi Birinci Sekreteri Bagirov ile Ermenistan Komünist Partisi Birinci Sekreteri Demirciyan görevlerinden sağlık nedenleriyle almış, yerlerine Ermenistan’da Suren Harutunyan, Azerbaycan’da Abdülrahman Vezirov atanmıştır [6]. 

Ermenistan Meclisi 15 Haziran’da Karabağ’ın Ermenistan’a bağlanmasını Azerbaycan Meclisi’nden ve Sovyetler Birliği Yüksek Meclisi’nden istenmesine dair bir karar almıştır. Bu karar Sovyetler Birliği Anayasasının, Birliğin halkların kendi kaderlerini özgürce tayini ve aralarında eşit olan Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri’nin gönüllü katılımıyla oluşmuş çok uluslu, federal bütün bir devlet olduğunu belirten 70. maddesine dayandırılmıştır. Azerbaycan Meclisi ise bu konuda 17 Haziran’da bir karar alarak, Sovyetler Birliği Anayasası’nın 78. maddesinin bir Birlik cumhuriyetinin toprağının kendi rızası olmadan değiştirilemeyeceğine dair hükmü gereğince Ermeni Meclisi kararının geçersiz olduğunu belirtmiştir. Konuya tamamen hukuki açıdan bakıldığında bir Sovyet Cumhuriyeti olmayan Karabağ bölgesinin Sovyet Anayasasının 70. maddesi hükmünden yararlanamayacağı görülmektedir.

Ermenistan Meclisi’nden sonra Karabağ Meclisi de, 12 Temmuz 1988 tarihinde, derhal Azerbaycan’dan ayrılarak Artsah adı altında Ermenistan’a bağlanmayı istemiştir [7]. Bu konu 18 Temmuz’da Sovyet Parlamentosu Yüksek Kurulunda görüşülerek Karabağ’ın talebi reddedilmiştir Bu karar Ermenistan ve Karabağ’da büyük gösteriler ve grevler yapılmasına neden olmuştur. 

Moskova, Ermenistan ve Azerbaycan yerel idarecilerinin Karabağ konusunu çözümlemekteki yetersizliklerini veya isteksizliklerini dikkate alarak Temmuz ayı sonlarında , “Karabağ’ın idaresi için Özel Komite” kurmuş ve başına Sovyetler Birliği Komünist Partisi Merkez Komitesinden Arkady Volsky’i getirmiştir. 

Azerbaycan’ın o dönemde adı Kirovabad olan Gence şehrinde ve Nahcivan’da 24 Kasım 1988’de örfi idare ilân edilmiş ve üç gün sonra bu şehir ve bölgenin parti başkanları görevden alınmıştır. Askeri birlikler Ermenileri bu bölgelerden tahliye etmeye başlamışlardır. Bu olayı izleyen haftalarda on binlerce Azeri ve Ermeni Azerbaycan’dan ve Ermenistan’dan kaçmıştır. Moskova’da yapılan açıklamada olaylarda 87 kişinin öldüğü 1500 kişinin de yaralandığı, 158.000 Ermeni’nin Azerbaycan’dan ve 141.000 Azeri’nin de Ermenistan’dan ayrıldığı bildirilmiş ayrıca 15.855 silah yakalanmış olduğu açıklanmıştır[8]. 

7 Aralık 1988 tarihinde Ermenistan’da yaklaşık 25.000 kişinin öldüğü bir deprem olmuştur. Bu trajik olay dahi Ermenistan’da gösterileri azaltmamıştır. Gorbaçev 11 Aralıkta televizyonda yaptığı bir konuşmada depremden siyasi amaçlar için yararlanmak isteyenleri kınamıştır. O sıralarda kişilerin deprem bölgesinden çıkarılmasının aslında Ermenileri dağıtmak amacıyla yapıldığına dair söylentiler yayılmıştır. 

Moskova durmak bilmeyen karışıklıklar karşısında 1989 yılı başında tutumunu sertleştirmiştir. Ermenistan’da gösterileri düzenleyen Karabağ Komitesi mensupları tevkif edilmiş ve gece sokağa çıkma yasağı konmuştur. Ayrıca Ermenistan ve Azerbaycan komünist partilerinde ve yerel hükümetlerde bir çok değişiklik yapılmıştır. 28 Ocak 1989 tarihinde Azerbaycan Başbakanı Hasan Seyitov “sağlık nedeniyle” görevinden alınmış yerine Ayaz Mutalibov atanmıştır. Karabağ’da ise Komünist Partisi Birinci Sekreteri Genrik Pogosyan da “sağlık nedeniyle” görevinden çekilmiştir. Ayrıca Karabağ, 12 Ocak 1989 tarihinde, doğrudan Moskova’nın idaresine alınmıştır [9]. Ancak Karabağ’ın Azerbaycan’a bağlı olmaya devam ettiği belirtilmiştir. 

Moskova’nın aldığı bu sert önlemler bir süre için göreceli bir sükunet sağlamıştır. Ancak birkaç ay sonra, tevkif edilmiş bulunan üyelerinin serbest bırakılması için, Ermenistan’da gösteriler başlamıştır. Artık doğrudan Moskova tarafından idare edilen Karabağ’da ise Mayıs ayında Ermeniler ve Azeriler arasında çıkan çatışmalar Sovyet birliklerince önlenmiştir. Bu arada, 16 Ağustos 1989 tarihinde Karabağ’da sadece Ermenilerin katıldığı bir Milli Konsey kurulmuştur. 

Sovyet Parlamentosu Yüksek Kurulu 28 Kasım 1989 tarihinde Karabağ’ın doğrudan Moskova tarafından yönetilmesi sistemine son vermiştir. Karabağ’ın idaresi için Özel Komite de lağvedilmiştir. Ancak Sovyet askerleri Karabağ’da kalmaya devam etmişlerdir. Böylece Karabağ, kuramsal olarak Azerbaycan idaresine geri dönmüştür. Ancak Sovyet Yüksek Meclisi Azerbaycan’dan iki ay içinde Karabağ’a tam ve gerçek özerklik veren kanunları çıkarmasını istemiştir. Karabağ’ın Azerbaycan idaresine geri dönmesine tepki olarak Ermenistan Meclisi, yukarıda değindiğimiz Karabağ Milli Konseyi ile birlikte, Karabağ’ın Birleşmiş Ermenistan Cumhuriyeti’nin bir parçası olduğunu belirten bir bildirgeyi 1 Aralık 1989 tarihinde kabul etmiştir. Buna göre Ermenistan kanunları Karabağ’da da geçerli olacaktı. Ayrıca Karabağ Milli Konseyi Karabağ’ın meşru hükümeti olarak kabul ediliyordu. Bu karar Baku’de gitgide güçlenen Halk Cephesinin düzenlediği ve yaklaşık 500.000 kişinin katıldığı bir gösteride protesto edilmiş ve Ermenistan’a giden demiryolu bir hafta süreyle kapatılmıştır.

1990 yılı Ocak ayında Ermenistan Meclisi tarafından kabul edilen Ermenistan bütçesinde Karabağ’da yer almış ve Ermenistan seçim kanunlarının Karabağ’da da geçerli olması kararlaştırılmıştır. Ermenistan Parlamentosu’nun yukarıda değindiğimiz “Birleşmiş Ermenistan” hakkındaki kararı Moskova’da Sovyet Yüksek Meclisi tarafından Anayasaya aykırı bulununca Ermeni Parlamentosu Moskova’da kabul edilen kanunların Ermenistan Meclisince veto edilebileceğine dair bir karar almıştır [10]. Bu kararlar Ermenistan’ın bağımsızlık yoluna girdiğini ayrıca Karabağ’ı da ilhak etmek istediğini açıkça göstermiştir. 

Azerbaycan’da ise Karabağ ve Ermenistan’dan kaçan kişilerin çoğunluğu oluşturduğu Halk Cephesi tarafından düzenlenen büyük gösterilerde Azerbaycan hükümetinden Karabağ üzerinde egemenliğini kurması veya istifa etmesi istenmiştir. Karabağ 10 ay Moskova’nın idaresi altında kaldıktan sonra 28 Kasım’da tekrar Azerbaycan’ın idaresine geri verilmiş ancak burada asayiş sağlanamamıştı.

13 Ocak 1990 tarihinde Bakü’de Ermeniler ile Azeriler arasında çatışmalar başladı. Birkaç gün içinde çoğunluğu Ermeni 60 kişi öldü. 15 Ocak’ta Moskova’da Sovyet Yüksek Meclisi şiddet hareketlerini önlemek üzere Azerbaycan’a askeri kuvvet göndermeye karar verdi. Bu kuvvetlere ateş etmek yetkisi verildi. Yüksek Meclis ayrıca Karabağ’da ve Karabağ’ın Azerbaycan’a yakın bölgelerinde ve sonra da Bakü’de olağanüstü hal ilân etti. Bu arada Bakü’de hükümetin istifasını isteyen gösteriler devam ediyor, şehir dışında barikatlar kuruluyordu. Sovyetler Birliği Azerbaycan’a 11.600 asker gönderdi. Önceden mevcut 6000 kişi ile birlikte asker sayısı 17.000 kişiyi geçti. Bu birlikler 19 Ocak’ta karadan ve denizden Bakü’ye karşı saldırıya geçtiler. Sokak savaşlarında resmi kaynaklara göre 82, Halk Cephesi’ne göre 600’den fazla kişi öldü. 20 Ocak’ta Azerbaycan Komünist Partisi Birinci Sekreteri Abdülrahman Vezirov istifa etti, yerine Başbakan Ayaz Mutalibov atandı. Hasan Hasanov da başbakan oldu [11].

22 Ocak’ta ölenlerin cenaze merasimi için 750.000 kişi toplanması Sovyetlere karşı direnmenin büyük halk desteğine sahip olduğunu gösterdi. Ancak Sovyet kuvvetleri şiddet kullanmaya devam ettiler. Halk Cephesi ileri gelenlerinden 43 kişi 24 Ocakta tevkif edildi. Grev ve gösteriler yasaklandı. Kişilerin mahkemeye çıkarılmadan 30 gün süre ile tutuklanacağı bildirildi. Bakü göreceli bir sükunete kavuştu. Bu arada Bakü’deki Ermeniler ve Ruslardan oluşan 30.000 kişi tahliye edilmişti. Tahliyeler Halk Cephesi’nin güvenlik garantisi vermesinden sonra durdu. Resmi rakamlara göre 1990 yılı Ocak ayı içinde Azerbaycan’daki ve Ermenistan-Azerbaycan sınır bölgelerindeki çatışmalarda ölenlerin sayısı iki yüzü aştı. 24 Ocak’ta Azerbaycan Halk Cephesi’yle Ermenistan Milli Hareketi temsilcileri Letonya’nın Riga şehrinde buluştular 15 Şubat’ta ateşkes yapılması ve rehinelerin serbest bırakılması hususunda anlaştılar. Ancak taraflar arasında, düşük düzeyde de olsa, çatışmalar devam etti. Bu arada 13 Şubat’ta Ermenistan’a giden demiryolu açıldı. Moskova’da Sovyet Yüksek Meclisi, Kafkasya’da durumun normalleşmesi çabalarının olumlu sonuçlar vermediğine işaretle, Ermenistan ve Azerbaycan makamlarının derhal görüşmelere başlamasını ve güven sağlayacak bir anlaşma yapmalarını istedi. Bunun üzerine Azerbaycan ve Ermenistan başbakanları 30 Mart’ta Tiflis’te bir toplantı yaptılarsa da bir sonuç alamadılar.

Bu arada Moskova Hükümeti Sovyetler Birliği’nde yasal olmayan tüm silahlı kuruluşların kapatılması ve silahlarını teslim etmeleri, aksi halde güvenlik güçleri ve hatta ordu tarafından ezileceklerine dair bir kararname yayınladı. Bu karar sadece Kafkasya’daki silahlı grupları değil, Orta Asya cumhuriyetlerini de ilgilendiriyor ve karışıklıkların başladığı Baltık ülkeleri için bir ihtar niteliği taşıyordu. Yeni seçilen Ermenistan Meclisi bu kararnamenin Ermenistan’da uygulanmasını durdurdu. 

Ermenistan’da yapılan seçimlerden sonra yeni meclis 20 Temmuz’da açıldı. Levon Der-Bedrosyan[12] 4 Ağustos 1990 tarihinde Ermenistan Meclisi Başkanlığı’na seçildi. Bu makam devlet başkanlığına tekabül etmekteydi. Der-Bedrosyan’ın 140 oyuna karşılık Komünist Partisi adayı olan Vladimir Movsisyan 80 oy alabildi. Başbakanlığa da Vazgen Manukyan atandı [13]. Der-Bedrosyan ve Vazgen Manukyan yukarıda değindiğimiz Karabağ Komitesinin üyesiydi. Bu kişilerin Ermenistan’ın en yüksek iki makamına seçilmesi Ermenistan’da komünist rejimin fiilen sona erdiğini gösteriyordu. 

Ermenistan Meclis’i 23 Ağustos 1990 tarihinde bir Bağımsızlık Bildirgesi kabul etti. Buna göre Ermenistan Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti’nin adı Ermenistan Cumhuriyeti oldu. Ermenistan Cumhuriyeti’nin kendi kendini idare eden, devlet otoritesine sahip, bağımsız, egemen bir devlet olduğu, Ermenistan’da sadece Ermenistan Anayasası ile kanunlarının geçerli olduğu belirtildi. Bildirgeye göre Ermenistan kendi ordusunu ve güvenlik güçlerini kuracak, başka ülkelerin Ermenistan toprakları üzerinde askeri birlikler bulundurması ve askeri üstler kurması sadece Ermenistan Devleti’nin kararıyla mümkün olabilecekti. Ermenistan Cumhuriyeti bağımsız bir dış politika güdecek, yabancı ülkelerle ve Sovyetler Birliği’nin diğer cumhuriyetleriyle doğrudan ilişki kurabilecekti. Ermenistan’ın kendi parası, milli bankası, vergi ve gümrük daireleri ve eğitim sistemi olacaktı. Görüldüğü üzere Ermenistan tam bağımsız bir devlet oluyordu. Ancak Bildirge’de Ermenistan’ın Sovyetler Birliği’nden ayrıldığı ilân edilmiyordu. Anlaşılan Ermenistan bir yandan bağımsız olurken diğer yandan da Sovyetler Birliği himayesinden yararlanmak istiyordu. 

Ermenistan Bağımsızlık Bildirgesi’nde Ermenistan ve Karabağ’ın birleşmiş olduğuna dair sadece atıf yapmakla yetinilmesi bu birleşmenin gerçekleşmiş olduğunun var sayılmasından ileri gelmektedir. Oysa bu birleşme, ne Karabağ’ın bağlı olduğu Azerbaycan ne de bu “özerk bölge”nin statüsü hakkında söz sahibi Sovyetler Birliği tarafından kabul edilmemiş olduğundan, yasal değildi. 

Bu arada Ermenistan Bağımsızlık Bildirgesi’nin Türkiye hakkında da bir madde içerdiğini belirtmemiz gerekmektedir. Bildirgenin 11. maddesi şöyledir:” Ermenistan Cumhuriyeti, Türkiye’de ve Batı Ermenistan’da vuku bulmuş olan 1915 soykırımının uluslararasında tanınmasını sağlamak görevini destekler.” Sözkonusu madde, Türkiye’nin kesinlikle karşı çıktığı soykırım iddiasını benimsedikten başka, bu iddianın uluslararasında kabul görmesi için çalışılacağını belirtmekte, diğer yandan da Doğu Anadolu’yu Batı Ermenistan olarak adlandırarak Türkiye’nin toprak bütünlüğünün tanınmadığını dolaylı bir şekilde dile getirmektedir. Nitekim Ermenistan, Türkiye ile Ermenistan arasındaki sınırı tespit eden ve Ermenistan Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti tarafından da imzalanmış olan 13 Ekim 1921 tarihli Kars antlaşmasını tanıdığını hâlâ ilân etmemiştir. 

Kısaca Ermenistan’ın Bağımsızlık Bildirgesi Ermenistan için, Karabağ nedeniyle Azerbaycan’la, soykırım iddiaları ve toprak bütünlüğü nedeniyle de Türkiye ile, halen de süren, ciddi anlaşmazlıklar yaratmış bulunmaktadır. 

Ermenistan ve Azerbaycan’ın sınır bölgelerindeki çatışmalar birkaç ay sonra yoğunluk kazanınca Moskova’nın yukarıda değindiğimiz kararnamesi gereğince, Sovyet Birlikleri Azerbaycan güçlerine yardım ettiler. Bu ise Ermenistan’ın itirazına neden oldu. Der-Bedrosyan Sovyet liderlerini Azerbaycan ile işbirliği yaparak, Ermeni milliyetçi hükümetini cezalandırmak ve Azerbaycan’daki komünist rejimi desteklemekle itham etti. Gorbaçev, yıkılmakta olan Sovyetler Birliği’ni kurtarabilmek amacıyla, 23 Nisan 1991 tarihinde yeni bir Birlik Antlaşması hazırlamıştı. Azerbaycan, diğer sekiz Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti’yle Antlaşmayı imzaladı, buna karşın Ermenistan bu Birliğe dahil olmayı reddetti [14].

Çarpışmaların devam ettiği bir sırada, Rusya Federasyonu Başkanı Boris Yeltsin ile Kazakistan Başkanı Nur Sultan Nazarbayev Ermenistan, Azerbaycan ve Karabağ’ arasında 24 Eylül 1991 tarihinde bir ateşkes anlaşması yapılmasını sağladılar. Buna göre yıl sonuna kadar tüm silahlı gruplar silahlarını bırakacak ve Karabağ’dan çekilecek, Karabağ’da sadece Sovyet Birlikleri kalacaktı. Rehineler serbest bırakılacak ve kaçan kişiler yerlerine dönecekti. Karabağ için çatışmalarda, 1988 yılından beri iki taraftan da yaklaşık 800 kişi ölmüştü. Bu nedenle yapılan ateşkes anlaşması iyi karşılandı. Ne var ki iki gün sonra tekrar başlayan çatışmalarda 15 kişi öldü. Ermenistan’ın olduğu kadar Azerbaycan’ın da silahlı gruplara tam olarak hakim olduğu söylenemezdi. 20 Kasım’da bir Azerbaycan helikopteri içindeki yüksek rütbeli subay ve siviller olduğu halde düşürüldü. Ermenistan Azerbaycan’ın bu konudaki suçlamalarını kabul etmedi. Daha önce Azerbaycan Ermenistan’a giden gaz boru hattını kesmiş bulunuyordu. 

Azerbaycan Parlamentosu, 26 Kasım 1991 tarihinde aldığı bir kararla, Karabağ bölgesinin özerk statüsünü kaldırdı ve bu bölgenin bir Milli Birlik Konseyi tarafından idare edileceğini bildirdi [15]. Ancak Sovyetler Birliği ertesi gün Ermenistan ve Azerbaycan’dan Karabağ’ın hukuki statüsünde değişiklik yapacak her hareketten kaçınmalarını istedi. İki ülke de bu kararı kabul ettiler. Bu karar, Karabağ hukuken kendisine bağlı olduğu için, Azerbaycan’ın lehineydi. 

Ermenistan’ın Sovyetler Birliği’nden bağımsızlığı için 21 Eylül 1991’de yapılan referanduma katılım % 95 gibi çok yüksek bir orana ulaştı. Katılanların %94’i bağımsızlık lehinde oy kullandılar [16]. Ermenistan’ın bağımsızlığı 23 Eylül’de ilân edildi. Bağımsız Ermeni Devleti 29.800 km2 alanı kapsıyordu. Nüfus 3.283.000 kişiydi. Ermenistan, Cumhurbaşkanı Der-Bedrosyan’ın da dahil olduğu Milliyetçi Parti tarafından idare ediliyordu. Ermenistan Komünist Partisi Ağustos ayında faaliyetini durdurdu. 

Azerbaycan’da 9 Eylül 1991 tarihinde yapılan başkanlık seçimlerine sadece Ayaz Mutalibov katıldı. Ülkenin yükselen siyasi gücü olan Halk Cephesi iç sorunlarıyla uğraşıyordu. Azerbaycan Meclisi 18 Ekim’de bağımsızlık kararını aldı. 29 Aralık’ta düzenlenen referandum bağımsızlığı onayladı [17]. Yeni Kurulan Azerbaycan Cumhuriyeti 86.600 km2 idi. Nüfusu 7.023.000 kişi idi. Ülke, Ayaz Mutalibov’un başkanlığını yaptığı Komünist Partisi tarafından idare ediliyordu. 

Karabağ’da Ermenileri, 10 Aralık 1991 tarihinde bölgenin hakim oldukları kısımlarında düzenlenen bir referandumla bağımsızlıklarını ilân ettiler [18]. 28 Aralıkta Karabağ Ermenileri aralarında parlamento seçimleri yaptılar. Yeni Meclisteki 81 sandalyenin on biri Azeri milletvekillerine ayrıldı. Ancak Azeriler seçimlere katılmadıklarından ve esasen bu seçimleri meşru da görmediklerinden bu sandalyeler boş kaldı. 3 Ocak 1992 tarihinde Ermenistan Meclisi Karabağ’ın bağımsızlığını tanıdı. 8 Ocak’ta ise Artur Mıgırdıçyan devlet başkanı oldu[19]. Bu arada Karabağ Bağımsız Devletler Topluluğuna üye olmak için başvurdu, ancak bir sonuç alamadı. 

Sovyetler Birliği’nin 1979 nüfus sayımına göre Karabağ’ın nüfusu, 160.000 kadar olup bunun % 75’i Ermeni, gerisi Azeri’ydi [20]. Savaş nedeniyle Azeriler bu bölgeden kaçtıklarından veya terke zorlandıklarından, bağımsızlığını ilân ettiği sıralarda Karabağ’da yaklaşık 120.000 Ermeni yaşıyordu. 

Azerbaycan, Karabağ’ın bağımsızlığını ilân etmesine karşılık olmak üzere bu bölgeyi 2 Ocak 1992 tarihinde doğrudan Azerbaycan Başkanlığı makamının idaresine aldı. Karabağ idaresinin başına Salam Mehmetov getirildi. Ancak Azerbaycan Karabağ’ın büyük kısmına hakim olmadığından bu tayin bir yarar sağlamadı. 

Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri Birliği ise 21 Aralık 1991 tarihinde son buldu. Bu cumhuriyetlerden, Ermenistan ve Azerbaycan dahil on biri, aralarında bazı alanlarda gevşek işbirliği bağları oluşturan Bağımsız Devletler Topluluğunu kurdular. Baltık ülkeleri ve Gürcistan Birliğe katılmadılar. 

Türkiye, Ermenistan’ın bağımsızlığını, ABD’den iki gün önce, 24 Aralık 1991 tarihinde tanıdı. Başbakan Demirel Ermenistan Devlet Başkanı Der-Bedrosyan’a gönderdiği bir mesajda toprak bütünlüğü ve sınırların değişmezliği ilkesine saygı gösterilmesini istedi [21]. Demirel’in bu mesajı Ermenistan Anayasa Bildirgesi’ndeki Türk toprakları üzerinde dolaylı hak iddialarına karşı bir cevap niteliği taşıyordu.. Diğer yandan Türkiye, Ermenistan Anayasa Bildirgesi’ndeki soykırım iddialarından da rahatsızdı. Ermenistan bu konularda bir değişiklik yapmayınca Türkiye de bu ülke ile diplomatik ilişki kurmadı.

Buna karşın Süleyman Demirel Hükümeti Ermenistan ile iyi ilişkiler kurmaya çalıştı. Ermenistan enerjisini Sovyetler Birliğinden aldığı doğal gaz ile bir nükleer santralden, sağlıyordu. Gürcistan’daki iç durum nedeniyle doğal gaz sevkıyatı bazen kesiliyor bazen demiryolu da işlemiyordu. Diğer yandan eski teknoloji ile çalışan Metsamor nükleer santrali sık sık kapatılıyordu. Ekonomik yönden ciddi güçlükler içinde bulunduğu bu dönemde Türkiye Ermenistan’a elektrik verdi. Ayrıca 100.000 ton da buğday hibe etti. Diğer yandan Karabağ anlaşmazlığının barışçı yollarla çözümlenmesi için büyük gayret sarf etti. Başbakan Demirel Türkiye’nin politikasını şu şekilde özetliyordu: “ Çatışmadan uzak kalmak ve çatışmanın durması için diplomatik yolları işletmek” [22]. Ne var ki Türkiye’nin bu ılımlı ve yapıcı politikası Ermenistan’ın Karabağ konusundaki tutumunda ve Türkiye’ ye yönelttiği taleplerinde bir değişiklik yapmadı.

Ermeni kuvvetleri Karabağ’ı işgale başlayınca Türkiye, Ermenistan ile mevcut iyi ilişkilerini bozmadan Azerbaycan’a yardım etmeye çalıştı. Ermeni diasporasının etkisi altında ABD ve Avrupa ülkelerinde Ermenistan lehine bir tutum belirmişti. Demirel Hükümeti yaptığı temaslarda Ermenistan-Azerbaycan çatışmasında taraf tutulmamasını, Kafkasya’da yeni bir İsrail yaratılmamasını ve Batı ülkeleri Ermenistan’ı desteklerlerse Ermenistan’ın uzlaşmaz bir tutum alabileceğini ısrarla belirtti [23]. Buna karşın Batı ülkelerinden Ermenistan’a “insani” olduğu belirtilerek çok miktarda yardım yapılıyordu. Türkiye, bu yardımların kendi karayollarından veya hava sahasından geçmesine izin verdi. Ancak silah içerebileceği endişesiyle bunları sıkı bir denetime tabi tuttu.

Demirel Hükümetinin Ermenistan’a karşı izlediği bu ılımlı politika Türkiye’de çok tenkit edildi. Muhalefet partileri liderleri Mesut Yılmaz ve Bülent Ecevit Hükümeti bir çok kez pasif bir politika izlemekle suçladılar. Aşağıda göreceğimiz gibi Cumhurbaşkanı Turgut Özal da benzer bir tutum içindeydi. Diğer yandan Türkiye’nin bir çok şehrinde Ermenistan’ı yeren gösteriler yapıldı.

Türkiye Azerbaycan’a da yardım etmeye başlayınca Ermenistan idarecileri arasında da Türkiye’ye karşı izlenecek politika hakkında fikir ayrılıkları ortaya çıktı. Ermenistan’ın Amerikan uyruğunda olan Dışişleri Bakanı Raffi Hovannisyan gözlemci olarak katıldığı Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’nin İstanbul toplantısında 10 Eylül 1992 tarihinde yaptığı bir konuşmada soykırım iddialarını dile getirdi ve ayrıca Türkiye’nin Karabağ sorununda başlangıçta takındığı tarafsız tutumu yitirdiğini ifadeyle Türkiye’nin Ermenistan ile olan ilişkilerini normalleştirmek için, Karabağ sorununun çözümünü ön koşul olarak ileri sürmemesini istedi [24]. Hovannisyan ABD Başkanı Bush’u da Karabağ sorununda tarafsız bir politika izlediği için tenkit ediyordu. Hovannisyan 16 Ekim 1992 tarihinde Başkan Der-Bedrosyan’ın isteği üzerine istifa etti. 

Sovyetler Birliği’nin dağılması Karabağ sorunu üzerinde olumsuz etki yaptı. Sovyetler Birliği hukuken bu bölgenin nasıl ve kimler tarafından idare edilebileceğini tayin edebiliyordu. Nitekim bir süre bu idareyi kendisi üstlenmiş ve olaylar azalmıştı. Diğer yandan Sovyetler Birliği bu bölgeye askeri güç de gönderme yetkisine sahipti. Ancak Sovyetlerin dağılacağı kesinlik kazanınca Karabağ ve çevresindeki Sovyet Birlikleri geri çekilmeye başladı. Bu ise Ermeniler ve Azeriler arasındaki çatışmaları hızlandırdı. Aşağıda göreceğimiz Hocalı katliamından sonra, Bağımsız Devletler Topluluğu Başkomutan Mareşal Yevgeni Şapoşnikov 28 Şubat 1992’de Karabağ’daki ve Ermenistan-Azerbaycan sınırındaki askeri kuvvetlere geri çekilmeleri ve beraberinde getiremeyecekleri silahları imha etmeleri emrini verdi. Ancak Sovyet kuvvetlerinin tümüyle çekilmesi zaman aldı ve fiilen o yılın Haziran ayında başladı. Sovyet kuvvetlerinin bir kısmı Ermenistan’da kalmaya devam etti. Sonraları Rusya Ermenistan’da askeri üstler kurdu. 

Karabağ’da çatışmalar 1992 Şubat ayında arttı. Azerbaycan Dışişleri Bakanı Hüseyin Sadıkov ile Ermenistan Dışişleri Bakanı Raffi Hovannisyan 20 Şubat’ta Moskova’da buluştular. Ateşkes ve insani yardım konularında anlaştılar. Bu arada Azerbaycan Başkanı Ayaz Mutalibov’un Karabağ’ın Azerbaycan içinde kalarak bu bölgeye kültürel özerklik sağlanmasını esas alan bir barış planı Azerbaycan Meclisi’nde reddedildi. 

Ermeni güçleri 25 Şubat 1992 tarihinde Stepanakert’in (Hankendi) kuzeyindeki Hocalı kasabasını ele geçirdiler. Bir kaynak çarpışmalarda 600’den fazla sivilin öldüğünü, 127 kişinin yaralandığını ve 487 kişinin Ermenilerce rehin alındığını bildirmektedir [25]. Hocalı saldırısında o sırada henüz Karabağ’dan ayrılmamış bulunan Sovyetlerin 366 alayının katıldığına dair gözlemler mevcuttur [26]. Ancak Moskova’nın bu konuda emir vermiş olduğuna dair bir bulgu yoktur. O sıralarda Sovyetler Birliği kıtalarında disiplin kalmadığı, eratın çoğunluğunun kaçtığı, silahlarını sattığı ve para mukabilinde bir veya öteki tarafı top ateşine tuttuğuna [27] dair duyumlar vardır.

Hocalı katliamı Azerbaycan kamu oyunda büyük infial uyandırdı. Moskova’nın istekleri doğrultusunda Karabağ sorununa bir çözüm bulmaya çalışan Ayaz Mutalibov katliamdan iki hafta kadar sonra, 6 Mart 1992 tarihinde, aleyhindeki büyük gösterilerin etkisi ve Karabağlı Azerilerin hayatını kurtaramadığı ithamları altında istifa etti. Yerine geçici bir sure için Yakup Mehmetov atandı.

Hocalı katliamı Türkiye’de de büyük duyarlılık yarattı. İstanbul’da protesto gösterileri yapıldı. Cumhurbaşkanı Turgut Özal İngiliz Financial Times gazetesine verdiği bir demeçte Azerbaycan’ın desteklenmesi için Ermenistan’a abluka uygulanması fikrini ortaya attı [28]. Ancak Demirel hükümeti ihtiyatlı idi. Gıda ve ilaç yardımı dışında Ermenistan’a gidecek uçaklara izin verilmezken ateşkesin sağlanması için Rusya Federasyonu, ABD ve Fransa’nın desteği sağlanmaya çalışıldı. Dışişleri Bakanı Hikmet Çetin, Brüksel'de ilgili tüm taraflara, uluslararası kuruluşlara ve BM Güvenlik Konseyi üyelerine, Dağlık Karabağ sorununa çözüm önerilerini içeren 6 maddelik bir barış planı sundu. Ancak Ermenistan Türkiye’yi Karabağ anlaşmazlığında tarafsız davranmamakla itham ederek bu planı incelemeyi reddetti.

Buna karşın İran, Ermenistan ve Azerbaycan temsilcilerini Tahran’da bir araya getirmeyi başararak 15 Mart 1992 tarihinde ateşkes yapılmasını ve ekonomik yaptırımların kaldırılmasını öngören bir anlaşma imzalanmasını sağladı. Taraflar arasında zaman zaman bazı bölgelerde çarpışmalar olduysa da ilke olarak bu anlaşmaya riayet edildi.

AGİK’in 1992 Mart ayında Helsinki’de yapılan Dışişleri Bakanları toplantısında Karabağ sorununu bir çözüme kavuşturabilmek üzere Minsk’te bir konferans düzenlenmesi kararlaştırıldı. Konferansa ilgili ülkeler olan Ermenistan ve Azerbaycan’ın yanında Karabağ’dan bir heyet gözlemci olarak kabul edilecekti. Ayrıca ABD, Rusya Federasyonu, Almanya, Fransa, İtalya, Çekoslovakya ve Türkiye konferansa katılacaktı. Bu konferansın hazırlıkları için Roma’da toplantılar yapıldı. Ancak Karabağ Ermeni idaresinin gözlemci statüsünü kabul etmemesi konferansın toplanmasını engelledi. Konferansa katılacak ülkeler bundan sonra Minsk Grubu adı altında Karabağ sorununun çözümü için faaliyet gösterdiler. Başarı sağlayamamasına karşılık Minsk Grubu günümüze kadar bu konuda başlıca yetkili kuruluş olmayı sürdürdü.

8 Mayıs 1992 tarihinde Ermeni güçlerinin Şuşa şehrini ele geçirmesiyle çatışmalar tekrar başladı. Azerbaycan’ın tarihi bakımdan önemli bir merkezi olan Şuşa’nın kaybıyla Karabağ bölgesinin neredeyse tamamı Ermenilerin eline geçmiş oldu. Ermeni güçleri bundan sonra Karabağ dışındaki hedeflere yöneldiler ve Karabağ’ın, Ermenistan’a en yakın bölgesindeki Laçin şehrini 17 Mayıs’ta aldılar. Böylelikle Ermenistan ile Karabağ karadan bir koridor ile birleşti. 

Tarihi Şuşa şehrinin düşmesi Azerbaycan’da karışıklıklara neden oldu. Azerbaycan Meclisi 14 Mayıs’ta geçici Başkan Yakup Mehmetov’u durumdan sorunlu tutarak Ayaz Mutalibov’u tekrar başkanlığa getirdi. Mutalibov 7 Haziran’da yapılacak olan başkanlık seçimlerini iptal etti ve Bakü’de olağanüstü hal ilân etti. Ancak ertesi gün Halk Cephesi taraftarı 20.000 kişi parlamento binasını ve başkanlık sarayını işgal etti. Mutalibov kaçtı. İsa Kamber seçimlere kadar başkan seçildi.

Şuşa’nın düşmesinden bir gün sonra Ermeni kuvvetleri Nahcivan’ın Türk sınırına yaklaşık 10 kilometre mesafedeki Sederek kasabasına hücum ettiler. Nahcivan, Karabağ gibi, Azerbaycan’a bağlı bir özerk bölgeydi. Ermeni milliyetçileri “tarihi Ermeni toprakları” içinde bulunduğu iddiasıyla Nahcivan üzerinde hak iddia ede gelmişlerdir. Karabağ gibi Nahcivan’ın adının da Ermenice olmaması bu iddialar için yeterli bir cevap olabilir. Diğer yandan Karabağ’ın aksine Nahcivan’ın nüfusu Azeridir.

Türkiye, hem ortak sınırı bulunması hem de 1921 Kars Antlaşması ile Sovyetler Birliği, Azerbaycan ve Ermenistan ile birlikte bu bölgenin statüsünü saptayan ülkelerden biri olması nedeniyle Nahcivan ile yakından ilgilidir. Sederek’e yapılan saldırı Ankara’da endişe uyandırdı. Zira Karabağ’ın kolayca Ermeniler tarafından işgal edilmiş olması Nahcivan’da da aynı senaryonun tekrarlanacağını düşündürüyordu. Bakanlar Kurulu toplanarak Türkiye’nin Nahcivan’ın işgaline izin vermeyeceğinin ve sınırların değiştirilmesini kabul etmeyeceğinin Ermenistan’a bildirilmesine karar verdi [29]. Azerbaycan’ın geçici Başkanı İsa Kamber 1921 Kars Antlaşmasının Türkiye’ye, Nahcivan’a askeri müdahalede bulunmak hakkını verdiğini ileri sürdü; Nahcivan bölgesi Başkanı Haydar Aliev Türkiye’den askeri yardım istedi. Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Muhittin Füsünoğlu da ordunun muhtemel bir harekat için hazır olduğunu bildirdi [30].

Muhalefet liderlerinden Bülent Ecevit’in Türkiye’nin bir an önce Nahcivan’a müdahale etmesi gerektiği, Ermenistan Nahcivan’ı işgal ettikten sonra Türkiye’den de toprak isteyeceği şeklindeki uyarılarına [31] karşılık Başbakan Demirel hemen askeri müdahalenin sözkonusu olmadığını ifade ediyordu [32]. Cumhurbaşkanı Özal ise Ermenilerin Karabağ ve Nahcivan’da ele geçirdiği yerlerin geri alınması gerektiğini ve bu hususta Türkiye’ye görev düştüğünü söylüyordu [33]. 

Bu arada Bağımsız Devletler Topluluğu komutanı Yevgeni Şapoşnikov Nahcivan’daki çatışmalara diğer bir ülkenin katılmasının Üçüncü Dünya Savaşı’na götürebileceğini ifade ediyordu [34]. Sederak saldırısından üç gün önce, 15 Mayıs 1992 tarihinde Taşkent’te Rusya Federasyonu ile Ermenistan dahil, ancak Azerbaycan hariç, beş Bağımsız Devletler Topluluğu üyesi arasında bir karşılıklı savunma antlaşması imzalanmıştı. Buna göre devletler güvenlikleri tehlikeye düştüğünde birbirlerine yardım edeceklerdi. Bu durumda Nahcivan nedeniyle Ermenistan güvenliği tehlikeye girerse Rusya Federasyonu’nun Ermenistan’a yardım etmesi gerekiyordu. 

Türk Hükümeti bu bunalımı diplomatik yollarla aşmaya kararlı görünüyordu. Bu amaçla ilgili tüm ülkeler ve uluslararası kuruluşlarla temas kuruldu ve Başbakan Demirel’in deyimiyle Ermenistan diplomatik kıskaca alındı [35]. Sonuçta ABD, İngiltere, İran, Gürcistan, Avrupa Birliği ve NATO sınırların kuvvet kullanarak değiştirilemeyece-ğine dair beyanlarda bulundular. Rusya Federasyonu’nun da yasa dışı eylemleri desteklemeyeceğini bildirerek Ermenistan’ı kınaması Nahcivan bunalımını sona erdirdi. 

Nahcivan konusunda aydınlatılmasında yarar olan bir husus 1921 yılında imzalanan Moskova ve Kars Antlaşmaları’nın, gerektiğinde Türkiye’ye, Nahcivan’a askeri müdahalede bulunmak hakkı verip vermediğidir. Moskova Antlaşması ile Türkiye ve Sovyetler Birliği; Kars Antlaşması ile de Türkiye, Ermenistan ve Azerbaycan, Nahcivan’ın Azerbaycan’ın himayesinde özerk bir bölge olması konusunda anlaşmışlardır. Bu anlaşmaya riayet edilmediği taktirde tarafların nasıl davranacaklarına ve çerçevede askeri müdahale hakları olup olmadığına dair antlaşmalarda bir kayıt yoktur. Bu durumda Nahcivan’ın özerk statüsü bozulduğunda nasıl hareket edileceğini her devletin kendisinin tayin etmesi gerekecektir. 

Karabağ ile ilgili olaylara dönersek 7 Haziran 1992’de yapılan başkanlık seçimlerini Halk Cephesi Lideri Ebülfeyz Elçibey kazandı. 12 Haziran’da karşı taarruza geçen Azerbaycan güçleri Karabağ bölgesinin kuzey doğusundaki Mardakert ve civarındaki 15 köyü ele geçirdiler. Azerbaycan kuvvetlerinin bu başarısında Sovyetler Birliği silahlarından payına düşenleri almış olmasının da payı vardı [36]. 

Mardakert’in geri alınması Karabağ’da bir bunalıma yol açtı. Hükümet istifa etti ve olağanüstü hal ilân edildi. Savaş sonuna kadar hükümet yetkilerine sahip olacak bir Savunma Komitesi kuruldu. Bu komitenin başkanlığına Robert Koçaryan getirildi. Koçaryan Ermenistan Başkanı Der-Bedrosyan’ın yakın işbirliği içindeydi. 

Azeri güçlerinin Karabağ’daki başarıları Ermenistan’ı Karabağ konusundaki ilkesel tutumunu gözden geçirmeye sevk etti. Ermenistan Parlamentosu 8 Temmuz’da aldığı bir kararla, Karabağ’a ve halkına verdiği devamlı desteği belirttikten sonra Karabağ Cumhuriyeti’ni Azerbaycan’ın bir parçası olarak gösteren herhangi bir belgenin kabul edilmeyeceğini vurguladı [37]. Böylece Ermenistan, Karabağ sorununa Azerbaycan’a sınırları içinde kalması koşuluyla çözüm bulunmasını peşinen reddetmiş oldu. 

Çarpışmalar daha sonra Laçin bölgesinde Ermenistan ile Karabağ arasında kurulmuş olan koridor etrafında cereyan etti. 28 Ağustos’ta Kazakistan’ın aracılığı ile sağlanan bir ateşkes kısa sürede bozuldu. 25 Eylül’de Rusya tarafından sağlanan diğer bir ateşkes de ihlâl edildi. Azerbaycan güçlerinin Laçin Koridorunu ele geçirmek için 4 Ekimde başlattıkları saldırı püskürtüldü. Ermeni güçleri Aralık ayında başlattıkları bir saldırıyla kaybettikleri yerlerin çoğunu geri aldılar. 

Yukarıda değindiğimiz gibi, Azerbaycan Bağımsız Devletler Topluluğu’na katılmak için, bir anlaşma imzalamıştı. Ancak Azerbaycan Meclisi 7 Ekim 1992 tarihinde bu antlaşmayı onaylamadı. Buna karşın birkaç gün sonra , 12 Ekim’de, Elçibey Moskova’da Boris Yeltsin ile “Azerbaycan ile Rusya Arasında Dostuk, İşbirliği ve Karşılıklı Güvenlik Antlaşması”nı imzaladı [38]. Bu Antlaşmaya göre taraflar, özetle, birbirlerinin bağımsızlığına, toprak bütünlüğüne, sınırların değişmezliğine saygı göstermek, iç işlerine müdahale etmemek, güç kullanmamak, güç kullanma tehdidinde bulunmamak, insan haklarına riayet etmek gibi ilkeler çerçevesinde ilişkilerini yürütmek taahhüdünde bulunuyorlardı. Toprak bütünlüğü ve sınırların değişmezliği gibi ilkeler Karabağ konusunda Azerbaycan’ın elini güçlendiriyordu. Buna karşın Ermenistan, Karabağ’ın hiçbir zaman bağımsız Azerbaycan’ın bir parçası olmamış olduğunu iddia ettiğinden, kendini bu ilkeleri ihlâl etmiş saymıyordu. 

DEVAM EDECEK


..



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder