18 Ocak 2015 Pazar

TUNCELİ DE NELER OLDU 2



TUNCELİ DE  NELER OLDU  2



       Şeyh Sait İsyanı, (Şubat 1925-15 Nisan 1925)

Bunu Şubat 1925’de çıkan Şeyh Sait isyanı izlemiştir.[42] Kendisi Sünni Zaza olan Şeyh Sait, Dersim’in Alevi  Zazaları ile irtibat kurarak isyanda 
destek istemiştir. Girvan Aşireti Reisi Halit Bey isyanı desteklemiş, fakat birçok aşiret beyi Ankara’ya bağlı olduklarını bir telgraf ile bildirmişlerdir. 
Seyit Rıza ise sessiz kalmayı tercih etmiştir. Bu sırada Seyit Rıza’nın desteklediği Hasan Hayri, Şeyh Sait’in yanında yer almıştır.[43]

Şeyh Sait güçlerinin Dersim/Pertek’e nüfuz etme girişimleri üzerine Dersim Aşiretlerinden Hıran Aşireti, İzol Alevileri ve Ohi bucağından Necip Ağa, 
Pertek bölgesinde Şeyh Sait güçlerini püskürtmüşlerdir. Ayrıca isyana katılmadıkları için Kürtçü Baytar Nuri (M. Nuri Dersimi) tarafından 
gafil olarak nitelendirilen Dersimliler Şeyh Sait’in Elazığ’daki karargahını tehdit etmişlerdir. Türk Ordusu, isyanı bastırma harekatına 
24 Mart 1925’de başlamış, 15 Nisan 1925’de Şeyh Sait isyanını bastırmıştır.[44] Şeyh Sait isyanının bastırılmasından sonra ordu müfettişi 
orgeneral Dersim’in merkezine gelmiş ve Dersim ağaları, orgeneralin elini öpmek, bağlılık bildirmek üzere toplanmışlardır. 
Seyit Rıza’nın bu grup içinde olmadığı görülmüştür.[45]



   Koçuşağı Aşireti İsyanı, (Eylül 1926)

Hükümet, Şeyh Sait isyanından hemen sonra İçişleri Bakanlığı Müfettişi Hamdi Bey’e ve Elazığ Valisi Cemal Bardakçı’ya 1925 sonlarında 
Dersim ile ilgili bir rapor hazırlaması görevi vermiştir. Hamdi Bey raporunda derhal ve kat’i bir şekilde Dersim’de genel bir tedip harekatı 
yapılması gerektiğini bildirmiştir.[46]Ancak Hamdi Bey de raporunda askeri harekatın kalıcı ve başarılı olması için alınması gereken 
kapsamlı ekonomik, sosyal ve idari önlemleri ortaya koymuştur.[47] Cemal Bardakçı, Türkçe bilmeyene rastlamadığını söylediği 
Dersim’de korkunç bir fakirliğin olduğunu,[48]  meselenin kökünde mezhep sorunu bulunduğunu, yumuşak yaklaşılması gerektiğini 
sadece adam olmayacağı belli olan Koçuşağı Aşiretinin ezilmesi gerektiğini bildirmiştir.[49][50]

Şeyh Sait isyanının bastırılmasından bir süre sonra, Şeyh Sait isyanı sırasında Çemişgezek’e saldıran Koçuşağı (Koçan veya Koç aşireti) 
Aşireti ile Şeyh Sait isyanından sonra yakalanamayıp dağa çıkan isyancı unsurlar tekrar tehdit oluşturmaya başlamışlardır. Bu aşiret her 
zaman soyguncu talancı olmuş bir aşirettir. Bunun üzerine 19 Eylül 1926’da Elazığ ve havalisi Komutanı Albay Mustafa Muğlalı, Koçuşağı 
Aşireti’ni tedip etmekle görevlendirilmiştir.[51] Harekat bazı aşiretlerin Koçuşaklı asilere yardım etmesine rağmen hızla ilerlemiş ve son olarak 
Kılabuz Deresine sığınan Koçuşağı Aşireti mensubu asiler 28 Kasım 1926’de temizlenmişler ve harekat sona ermiştir.[52]

Öte yandan Cumhuriyet rejiminin kurulmasından sonra da Osmanlı döneminde olduğu gibi Dersim aşiretleri, vergi ve asker vermeyi reddetmişlerdir.[53] 
Dersim çevresine yönelik sistematik eşkıyalık eylemleri ise sürdürülmeye devam edilmiştir.



       Birinci Umum Müfettişlik Dönemi, (Sonbahar 1927-)

Güneydoğu Anadolu’da genel bir ıslahat yapmak ve devlet otoritesini tesis etmek amacı ile hükümet 1927 sonunda Diyarbakır’da Birinci Umum 
Müfettişliği kurmuş ve başına İbrahim Tali Öngören’i atamıştır.[54] 1927 yılında Birinci Umum Müfettişlik İstihbarat Dairesi Dersim Aşiretlerinden 
Demenan ve devlet memurlarına karşı olumsuz davranan Haydaranlılar arasında yabancı casus hareketlerini tespit etmiştir. Ayrıca bölge dışı 
unsurların sürdürdüğü siyasi Kürtçülük faaliyetleri de yoğun bir şekilde devam etmektedir.[55] 1928 Temmuzunda Ovacık’a gelen 
İbrahim Tali Bey, inceleme ve temaslarından sonra Dersim’de bürokratik yapının güçlendirilmesi gerektiğini; fakat şimdilik bir askeri harekata 
gerek olmadığı kararını vermiştir.[56]

Ağrı İsyanı’nın başlaması üzerine Dersim’in Pülümür ilçesindeki Aşiretler tekrar faaliyetlere başlamış, civar bölgelere saldırılarda bulunmuşlardır. 
Pülümür Aşiretlerinin saldırılarına kendisi de Dersim’de pasif direnişe geçen Seyit Rıza’nın desteği ile bazı diğer Aşiretler de destek vermişlerdir.[57]     



      Pülümür Tedip Harekatı, (Ekim-Kasım 1930)

Ağrı İsyanı sırasındaki tavırları ve isyandan sonra Pülümür Kaymakamının evinin gece kurşunlanması üzerine İsmet Paşa Hükümeti 8 Ekim 1930’da 
Pülümür’de tedip harekatının yapılması kararını almıştır. Harekat Pülümür’den Nazımiye ve Ovacık’a genişletilmiştir. 
Bu harekata Seyit Rıza’nın tepkisi, bir yandan Balan, Lolan ve Karsan aşiretlerini Erzincan ve Erzurum’a saldırtmak öte yandan Briman, 
Haydaran, Demenan Aşiretleri ile Pülümür aşiretlerine yardım etmek olmuştur.[58]     

M. Nuri Dersimi, “Kürdistan Tarihinde Dersim” adlı kitabında o günleri şöyle anlatmıştır: “Kürt kahramanların faaliyetinin 1930 yılı başlarında 
alevlendiğini ve bütün Kürdistan’ı içine alacak şekilde yayıldığını Dersimli Seyit Rıza’ya haber vererek bu hareketi desteklememizin zorunlu 
olduğunu bildirmiştim. Bunun üzerine, Seyid Rıza ve Keçalan aşiretleri 1930 yılı ilkbaharında ayaklanarak, Erzurum ve Erzincan mıntıkalarında 
bulunan Türk kuvvetlerine şiddetli saldırıya başladılar. Seyid Rıza’nın başlattığı bu ayaklanma mıntıkası günden güne yayılıyor ve bu, 
Türkler için korkunç gelişmeler oluşturuyordu.”[59] Buna rağmen Türk birlikleri 15 Kasım 1930’da isyanı kesin şekilde bastırmışlardır.[60]



     Dersim’de Islahatın Teorik Alt Yapısı

Pülümür tedip harekatından sonra Ankara, hızla Dersim’de reform girişimlerine başlamıştır. Çünkü Cumhuriyetin kurulmasının üzerinden 
7 yıl geçmiş olmasına rağmen Dersim hala Anadolu içinde bağımsız konumunu muhafaza ettiği gibi, sosyal, ekonomik, kültürel dokusu ile 
yüzyılların gerisindedir. 1930’ların başında Dersim’i ziyaret eden bir gazeteci, N. H. Uluğ’un incelemesinde şehirde ticaretin hala olmadığını, 
Dersim aşiretlerinin çevre illere yaptıkları baskınlar ile talan ekonomisi çerçevesinde varlıklarını sürdürdüklerini kaydetmektedir.[61]

Reform öncesinde siyasetçiler ve bürokratlar Dersim ile ilgili bir dizi rapor hazırlamışlardır. Pülümür harekatının ikinci aşamasını yürüten 
3. Fırka Komutanı Halis Paşa Dersim ıslahatı ile ilgili bir rapor hazırlamıştır. Onun raporunu bölgeye bir ziyaret yapan İçişleri Bakanı Şükrü Kaya’nın 
18 Kasım 1931 tarihli raporu izlemiştir.[62] 21 Aralık 1931’de Birinci Umum Müfettişi İbrahim Tali Bey kapsamlı bir Dersim raporu hazırlamıştır.[63]
1932’de ise Jandarma Genel Komutanlığı “Dersim” başlıklı bir rapor hazırlamıştır. 21 Ocak 1933’de Hüsrev Gerede doğu bölgelerinin ıslahı ile ilgili 
kapsamlı bir raporu Genelkurmay Başkanlığı ve Dışişleri Bakanlığına vermiştir.[64]

Bütün bu raporların gösterdiği husus, Cumhuriyetin Dersim’de kaba kuvvete dayanan bir tasfiyeyi değil, çok boyutlu bir programı hazırladığıdır. 
Bu programın ekonomik, sosyal, kültürel ve imar/inşa faaliyetlerini kapsadığı görülmektedir. Bu raporların ışığında 1934’de “İskan Kanunu”, 
1935’de Başbakan İsmet İnönü’nün Doğu gezisi sonrasında Atatürk için hazırladığı rapor sonrasında “Tunceli Kanunu” çıkarılacaktır.



      İskan Kanunu ve İnönü’nün Doğu Raporu

TBMM 2733 sayılı “İskan Kanunu” 14 Haziran 1934’de kabul etmiştir. İçişleri Bakanı Şükrü Kaya, yasanın bir dil, medeniyete girme, göç, iskan ve 
topraklandırma yasası olduğunun altını çizmiştir. Kanunun Dersim ile ilgili hükümleri de bulunmaktadır.  “İskan Kanunu” “Aşirete hükmi şahsiyet 
tanınmaz” diyerek, Dersim’deki temel sosyal örgütlenme biçimi olan aşiretin hukuki altyapısını tasfiye etmiştir. Ayrıca kanun, gerektiği zaman 
Dersim’e nüfus iskan etme ve Dersimlilerin Dersim dışına iskanı yetkisini İçişleri Bakanlığına vermiştir.[65]      

İskan Kanununun çıkmasından kısa bir süre sonra İnönü, 29 Haziran 1935’dan 7 Ağustos 1935’e kadar süren Doğu illerine bir seyahate çıkmıştır. 
Bu gezi sonrasında İnönü, Atatürk ile 9 ve 11 Ağustos tarihlerinde iki toplantı yapmıştır.[66]11 Eylül 1935’de Tarım Bakanı Muhlis Erkmen 
Doğu bölgesine ziyarete çıkmıştır.[67]



      Tunceli Yasası, (Aralık 1935)

Atatürk 1 Kasım 1935’de TBMM’nin açılış konuşmasında “Dersim bölgesinde esaslı bir ıslahat programının tatbiki de düşünülmüştür” diyerek, 
Cumhuriyetin uzun bir fikri hazırlıktan sonra Dersim ile ilgili yeniden yapılandırma programını son aşamaya taşıma kararlılığı içinde olduğunu 
göstermiştir. Nitekim TBMM, 25 Aralık 1935’de “Tunceli Vilayeti’nin İdaresi Hakkında” 2884 sayılı kanunu kabul etmiştir.[68]

Tunceli Kanunu, Cumhuriyet rejiminin yüz yıllardan bu yana süren devlet içinde devlet veya “vahşi batı” konumunu sona erdirecek, siyasi, 
hukuki, ekonomik, sosyal, askeri ve polisiye önlemler bütününün alt yapısını hazırlamıştır. Yasa ile amaçlanan tarihin derinliklerinde kalmış, 
feodalitenin dini istismarı üzerine kurulu bir sistemin tasfiye edilerek, Tunceli’nin ve halkının modern bir toplum olma yolunda hızla ilerleyen 
Türkiye’nin geri kalan kısmı ile bütünleştirilmesidir.    

Yasa ile Dersim adı değiştirilmiş, Tunceli adlı, 9000 kilometrekarelik bir alana yayılan bir il tesis edilmiştir.[69] Pülümür, Nazimiye, Mazgirt, 
Pertek, Hozat, Ovacık, Çemişgezek ilçeleri Tunceli’ye bağlanmıştır.

Tunceli Kanunu ile yeni vilayetin valisi aynı zamanda korgeneraldir ve kurulan Dördüncü Umumi Müfettişliğin umumi müfettişidir.(md.1) 
Kaymakamlıklara muvazzaf subayların atanabileceği karara bağlanmıştır.(md.3) İdam cezalarının infazı için vali-komutana yetki verilmiştir.(md.33) 
Tunceli’de devlet otoritesinin tesis edilmesine yardımcı olacak adli mekanizma güçlendirilmiştir.

Hükümet Tunceli’de yapılacak ıslahat çalışmalarına gelebilecek herhangi bir tepkinin Tunceli’ye komşu olan Bingöl ve Elazığ’ı doğrudan 
etkileyeceğini düşünürek, eşgüdümü sağlamak amacı ile 16 Ocak 1936’da Tunceli, Bingöl ve Elazığ’ı kapsayan Dördüncü Umumi Müfettişliğin 
oluşturulmasına karar vermiştir. Koçgiri isyanının bastırılmasına da katılan ve Koçgiri ayaklanmasını bastıran Sakallı Nurettin Paşa’nın damadıdır.[70] 
General Abdullah Alpdoğan Dördüncü Umumi Müfettişliğe atanmıştır.[71]

General Abdullah Alpdoğan, derhal Bingöl, Elazığ ve Tunceli’de sıkıyönetim ilan etmiştir. Çemişgezek, Ovacık, Hozat ve Mazgirt’te bir askeri kışla 
ve karakol inşaatlarına başlanmıştır. Ayrıca, yol, köprü, hükümet konağı, dispanser ve okulların yapımına başlanmıştır.[72] General A. Alpdoğan, 
Tunceli’yi adım adım gezerek halkla temas kurmuş, tavsiyelerde bulunmuş ve özellikle hayvancılığın geliştirilmesi için halka yardımda bulunulmuştır.[73]

Tunceli’de devlet binalarının açılmaya başlaması, binaların inşaatında Tuncelililerin çalıştırılması ve halkın aşiret reislerinin denetimi dışında para 
kazanmaya başlaması, yayılan okullar yavaş yavaş aşiret reislerinin otoritesini tahrip ettiği için aşiret reislerinin tepkisi doğmaya başlamıştır. 
Tuncelilerin iyi işçiler oldukları devlet raporlarından diplomatik belgelere geçmeye başlamıştır.[74]

Tunceli’de dışarından gelen tüccarların ticaret yapmasına izin vermeyen, halkı topraklarını ağaların üzerine yapmaya zorlayan aşiret ağaları için 
damlayı taşıran devlet önlemlerinden birisi de tapu kadastronun halka ait olan ve ağaların el koyduğu toprakları incelemeye başlaması olmuştur.[75] 
1936 senesinde dahi Erzurum yöresinde yol kesen ve soygun akınları düzenleyen aşiretler, Tunceli’de devlet otoritesinin kurulmasının bütün 
bunlara son vereceğini anlamışlardır.[76]

Bu sırada Suriye’den Tunceli’ye gelen Hoybun örgütü bağlantılı bazı Ermeni tahrikçiler ve Koçgirili Alişar, halk arasında bazı aşiretlerde etkili 
olmaya başlamıştır.[77] 
Seyit Rıza önderliğinde Yukarı Abbas Uşağı, Ferhat Uşağı, Karaballı Aşireti, Bahtiyar aşireti, Yusufan Aşireti, Demenan Aşireti, 
Haydaran Aşireti ve kısmen Kalan Aşireti devlete karşı koyma konusunda anlaşırken, 91 aşiretin çok büyük bir bölümü isyana katılmama kararı 
almıştır.[78]

General A. Alpdoğan, tahrikleri ve gerginliği hissettiği için aşiretlerden silahlarını teslim etmelerini istemiştir. Ancak bu sırada Demenan ve 
Nazımiye aşiretlerinin karakollara ve devlet binalarına saldırıları başlar. Seyit Rıza ise General Alpdoğan’dan Tunceli kanununun kaldırılmasını ve 
Tunceli için özel ve etnik haklar tanıyan yeni bir yasanın çıkarılmasını istemiştir.[79]

Bu sırada Seyit Rıza, devlet aleyhinde kapsamlı bir propagandaya başlamıştır. Bu propaganda ile 1)aşiret kadınları gündüzleri kocalarının geceleri 
askerlerin malı olacaktır. 2)Yapılan karakollar sürülecek olan aşiretlere posta mevkii olarak yapılmaktadır. 3)Köy halkı bir eve tıkılacak kapısında 
polis bekleyecektir. 4)Ekmek ve odun vesika ile verilecektir. 5)Keçiler için meşe yaprağı vesika ile verilecektir. 6)Halkın bütün kazandığı elinden 
alınacaktır.”[80] Görüldüğü gibi Seyit Rıza’nın propagandası “Kürtçülük üzerine kurulu” değildir.      



      1937 İsyanı, (21 Mart 1937-10 Eylül 1937)

İsyan için ilk toplantı Seyit Rıza ve Demenan Aşireti reisi Cebrail’in önderliğinde Haydaran Aşireti bölgesinde Kürpik’te yapılmıştır. 

Toplantıya Abbasuşağı, 
Yusufan, Demenan, Haydaran, Kureyşan ve Bahtiyar Aşireti reisleri katılmıştır. Toplantıda Cebrail’in “Mektep, nahiye bizim nemize? 
Bunları ortadan kaldırmalıyız. Hepsini yakmalıyız” derken, isyanın gerçek motifini ortaya koymaktadır.[81] Toplantıya katılan aşiretler 
hükümete bir ültimatom vererek, 1)Karakol yapılmamasını, 2)Köprü inşa edilmemesini, 3)Yeni nahiye ve kaza merkezleri ihdas edilmemesini, 4)
silahların toplanmamasını ve 5)pazarlık usulü vergi alınmasını istemişlerdir.[82]

Asi aşiretlerin sayıları az olmakla beraber bu aşiretler büyük aşiretlerdir. Bundan dolayı isyana destek veren aşiretlerin nüfusu 25-30 bin 
arasındadır.[83] Bu da Tunceli nüfusunun %30’unu oluşturmaktadır. E. Pamukçu’da ayaklanmanın hemen öncesinde Tunceli aşiretleri arasında 
büyük anlaşmazlıklar olduğu için birleşemediklerini ve yenilginin en önemli iki nedeninden birisinin bu olduğunu söylemiştir.[84]

İsyancı aşiretler bu ültimatomdan sonra 21 Mart 1937 Nevruz gecesinde basma kararı almışlardır. Anılan gece Demenan ve Haydaranlılar 
aşiretlerinden bir grup asi Demenan Aşireti reisi Cebrail’in oğlu Keko’nun önderliğinde Pah bucağı ve Kahmut’u birbirine bağlayan harç Deresi 
üzerindeki tahta köprüyü kaymış ve Pah Karakolunu basmışlardır.[85] Artık 1937 isyanı başlamıştır.

İsyancılar 25 Mart’ta Kahmut-Pah telefon hattını kesmiş ve Seyit Rıza’nın aşireti ise Hozat’ın Sin Köyündeki karakolu basarak cephaneliği 
yağmalamıştır. Bu baskınlardan sonra Seyit Rıza yönetiminde 2 Nisan ve 4 Nisan’da toplantı yapan asilerin saldırıları bu toplantılardan sonra 
artmıştır.[86] Ankara ise olayları yakından izlemekte, istihbarat toplamakta ve askeri hazırlıklarını yapmaktadır. İsyancı aşiretler ise diğer 
aşiretleri yanlarına çekmek için başarısız çalışmalar yapmışlardır. Nisan ayı böyle geçmiştir.

1 Mayıs’ta Genelkurmay Başkanlığı, savunmada olan birliklerin saldırıya geçerek isyanı bastırmasını istemiştir. 3 Mayıs 1937’de 
Türk hava kuvvetlerinin Keçiseken Köyünde toplantı halinde bulunan isyancı aşiretlerin reislerini bombalaması ile Türk Ordusu’nun isyan bastırma 
harekatı başlamıştır.[87] Böylece 1860’dan bu yana Tunceli bölgesine yapılan 12. askeri harekat başlamıştır.[88] İsmet İnönü, TBMM’de yaptığı 
konuşmada bundan önceki askeri harekatları gelip geçen “sel harekatı” olarak nitelendirmiş, “Biz muhalefet edenlerin mukavemetlerini bertaraf 
ettikten sonra kendi programımızın hiçbir şey olmamış gibi takip olunmasını esaslı vazifemizden saydık” diye devam etmiştir.[89]

4 Mayıs’ta Hükümet Atatürk ve Çakmak’ın katılımı ile isyanın bastırılması ile ilgili bir toplantı yapmıştır. Aralarında Muhafız Alayı komutanı 
Albay İsmail Hakkı Tekçe komutasındaki Cumhurbaşkanlığı Muhafız Alayı’nın usta erlerinin de bulunduğu[90] 25 bin askerin oluşturduğu birliklerin 
harekata başlamasından kısa bir süre sonra isyancı aşiretler arasında hızla bir çözülme başlamıştır. Cebrail, kendi aşireti olan Demenan’dan 
yüzlerce asinin ordu güçlerine teslim olmaya hazır olduğunu Seyit Rıza’ya bildirmiştir. Bunun üzerine isyancı reisler Munzur Nehri kıyısında 
Halvori’de Seyit Rıza’nın son kozu olan bir toplantı düzenlemişlerdir. Seyit Rıza ve Cebrail sonuna kadar direnme kararı almışlardır.[91]

Ordu yetkilileri ise Demenanlı ve Haydaranlı aşiretlerinin üzerine gitmek yerine Seyit Rıza’nın yalnızlaştırılması ve yakalanmasını hedeflemişlerdir. 
Bu amaçla yapılan çalışmaların sonunda Yusufanlıların reisi Kamer Ağa ve aşiretin büyük kısmı, Yukarı Haydaranlılar ve Demenanlılardan bir 
kısım asi teslim olmuşlardır.[92] İsyanı bastırmak için operasyonlar sürerken, halka uçaklardan atılan bildirilerde “Cumhuriyet hükümeti sizi 
şefkat ve merhamet kucağına almak, sizi mesut etmek istiyor. İçinizde bunu anlamayanlar çoktur ki, hürmetsizlik ediyor, veyahut içinizde bazıları 
şahsi menfaatleri için sizi kurban vermek istiyor” denilmektedir.[93]

Gerileyen isyancılara yönelik büyük etkisi olan bir askeri operasyon 6 Haziran 1937’de Sabiha Gökçen’in Seyyid Rıza’nın evini uçakla yaptığı 
saldırı sonunda bombalamasıdır.[94] Haziran 1937 içinde asilerin gücü büyük ölçüde kırılmış, Kutu deresi, Kırmızı dere Sultan baba Dağına 
sığınan asiler etrafında çember atılmıştır. Kutu deresinde direnişi sürdüren Seyit Rıza, Haziran 1937’de hükümete bir mektup yazıp, bazı şartlar 
ileri sürüp ve şartlarının yerine getirildiği takdirde teslim olmak istediğini bildirmiştir.[95]     

Ancak hükümet Seyit Rıza’nın taleplerini tartışmadığı gibi Başbakan İnönü, 19 Haziran’da incelemeler yapmak üzere Tunceli’ye gelir. 

Bu sırada Elazığ’da kurulan mahkemede yakalanan ve teslim olan asilerin yargılanmasına başlanmıştır. Seyit Rıza bir mektup daha yazarak teslim 
olmak istediğini bildirmiştir.[96]

Seyit Rıza, değişik girişimlerle isyanı tekrar ayağa kaldırmak için çalıştıktan sonra başarılı olamayınca üçüncü kez teslim olacağını, kendisine bir 
başka ülkeye sığınmak için yol verilmesini isteyen mektubunu Haziran 1937’de yazmıştır.[97] Temmuz 1937’de devlet güçleri Tunceli’de imar 
ve halka yönelik eğitim/öğüt faaliyetlerine başlamışlardır. Suriye’den gelen ve aralarında Şeyh Sait’in kardeşi Şeyh Abdurrahman’ın da bulunduğu 
bir grup, Tunceli isyanını tekrar canlandırmak istemiş ise de çatışmada öldürülmüşlerdir. Ağustos ayı içinde güvenlik güçleri çatışmalarda 

Seyit Rıza’nın büyük oğlu Hasan ve üç torununu öldürürler. Seyit Rıza ve Bahtiyar Aşireti reisi Şahin dışında isyana katılan altı aşiretin reisi 
yakalanmıştır. 26 Ağustos’da Şahin’de öldürülmüştür. 10 Eylül’de Seyit Rıza yanında iki adamı ile Erzincan jandarmasına teslim olmuştur.[98] 
Böylece isyan sona ermiştir.

Seyit Rıza tutuklanarak yargılanmak üzere götürüldüğü Elazığ’da mahkeme önünde toplanan halka “Ben Türk’üm. Türk milletine isyan etmedim” 
diye bağırmıştır.[99] 
15 Kasım 1937’e kadar süren mahkemelerin sonunda 11 kişi idama, 33 kişi ise ağır hapis cezalarına mahkum olmuştur. 14 kişi beraat ederken, 
yaşlı oldukları için dört kişini cezası idamdan ağır hapis cezasına çevrilmiştir. İdama mahkum olanlar, Seyit Rıza, oğlu Resik Hüseyin,Seyhanlı 
aşireti reisi Hasso Seydo, Yusufanlı Aşireti reisi Kamer oğlu Fındık, Demenanlı Aşireti reisi Cebrail oğlu Hasan,  Kureyşanlı Ulukiye oğlu Hasan ve 
Mirza oğlu Ali’dir. İnfazlar aynı gün gerçekleşmiştir.[100]

Birinci isyanın bastırılmasından sonra hazırlanan bir İngiliz raporuna göre “Asilerin zayiatı ise şöyledir: 265 ölü, 20 yaralı, 27 yakalanan ve 849 
teslim olan… Hükümet, asilere karşı nispeten yumuşak ve merhametli davrandı.”[101] İsyanın bastırılmasından hemen sonra Tunceli’yi ikinci 
İsviçre yapma iddiasında olan Ankara, şehirde 3 milyon liralık bir yatırım programını uygulamak için harekete geçmiştir.[102]

DEVAM EDECEK

http://www.21yyte.org/tr/arastirma/milli-guvenlik-ve-dis-politika-arastirmalari-merkezi/2014/11/15/7861/tuncelide-ne-ve-neden-oldu

..

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder