8 Ocak 2015 Perşembe

ERMENİLERİN YAPTIĞI VAN VE ERCİŞ KATLİAMLARI


 ERMENİLERİN YAPTIĞI VAN  VE  ERCİŞ KATLİAMLARI


ERMENİLERİN YAPTIĞI KATLİAMLAR

Van - Erciş - Çavuşoğlu Katliamı

Bölgede incelemeler yapmış olan Prof Dr. Metin Özbek, olayı şöyle anlatmaktadır:
"Çavuşoğlu Samanlığı denilen mevkide bir evin temel hafriyatı yapılırken büyük bir tesadüf eseri bulunan insan iskeletlerini antropolojik açıdan incelemek üzere teslim alıp Hacettepe Üniversitesi'ndeki laboratuvarımıza götürdüm. Bilindiği gibi, Antropoloji bilim dalı geliştirdiği bir takım teknik ve yöntemlerle insan iskeletlerinde ölüm yaşını, cinsiyeti, ölüm nedenlerini, hastalıkları ve daha birçok bilgileri elde etme imkânı vermektedir. Ayrıca kafataslarından hareketle ırk tayini de yapılmaktadır.
İncelemeye aldığım iskelet kalıntılarında baş ve gövde kemikleri arasında eşleştirmeye gitmek mümkün olmadı. Bu nedenle, birey sayısını sadece kafataslarına göre yaptık ve her kafatasına ayrı bir numara verdik. Daha doğrusu her bireyin ayrı bir antropolojik kimliği oldu.
Buluntular arasında 5 kadın ve 4 erkek tesbit ettik. Bireylerin öldükleri esnada kaç yaşında olduklarını gösteren en önemli kriter kalça kemiğindeki "symohysis pubis" adlı kısımdır. 7 kişide bu bölge korunmuştur. Çavuşoğlu Samanlığı'nda bulunan iskeletlerin yaş dağılımını aşağıdaki şekilde tesbit ettik:
Kadın

(P6)...............17-18 yaş Erkek

(P7)...............17-18 yaş Kadın

(P4)...............18-19 yaş Kadın

(P3)...............27-30 yaş Erkek

(P2)...............35-40 yaş Kadın 

(P1)...............39-44 yaş Erkek

(P5)...............50 yaş (aşağı yukarı)

Çocuk
(D1).............. 15 yaş (aşağı yukarı)
Yaş ve cinslerini belirttiğimiz bu iskeletlerin asıl ilginç olan ortak bir yönleri vardı. O da, hepsinin kafataslarında kesici aletlerin bıraktığı darbe izlerinin bulunmasıdır. Daha açıkçası işkence ile öldürülmüş olmalarıdır."

I. Kafataslarındaki kesme izleri:
No.1) 
Kadın: Kafatasında kesici bir cismin yol açtığı iki yarık bulunmaktadır. Bunlardan birisi sağ parietalde bulunur. Uzunluğu 42 mm'dir. İkincisi yine sağ parietal üzerinde, başın biraz arkasında olup 36 mm uzunluğundadır. Beyin hedef alınarak indirilen bu darbeler sonucu olay yerinde öldüğü anlaşılmaktadır.

No.2) 
Kadın: Başında dört kesme izi tesbit ettik. Birincisi sol parietal üzerinde olup 95 mm uzunluğundadır. Kesici alet kafatasını yarıp beyne kadar girmiştir. İkinci yarık her iki parietal üzerinde yer alır. Başın tepesine indirilen kesici bir cisim (bir balta olabilir) kafatasını parçalamış, büyük bir olasılıkla beyni de dağıtmıştır. Böyle bir saldırı bireyin o anda ölmesi için yeterlidir. Üçüncü darbe yine sol tarafta, parietale isabet etmiş. Bu yarık birincinin yaklaşık 12 mm arkasındadır. Açılan yarığın uzunluğu 48 mm, genişliği ise 19 mm'dir. Kesilen kısım bir mekiği andırmaktadır. Başa indirilen dördüncü darbe ise üçüncüyle aynı doğrultuda ve onun hemen arkasındadır. Yarığın yarısı oksipital kemik üzerindedir.

No.3) 
Erkek: Başında en çok kesme izi tesbit ettiğimiz kişilerden biridir. Birinci darbe sol kulağa isabet etmiş; kesici alet mastoid çıkıntıyı kökünden koparmış, oksipitali de hafifçe sıyırmıştır. İkinci darbe sol göze rastlamış ve proc.frontalis üzerinde derin bir kesme izi bırakmıştır. 75 mm uzunluğundaki üçüncü darbe ise sol parietalde görülür. Beyne giren kesici alet sol tuber parietal'den sutura lambdoidalis'e kadar uzanan bir yarığa yol açmıştır (Resim 2b). Darbenin şiddetinden kafatasında çatlaklar oluşmuştur. Başın tepesine indirilen dördüncü darbe sagital dikişi kesmiştir. Kesme izi 48 mm uzunluğundadır. Kesici aletin yol açtığı besinci darbe ise yatay planda olup sağ parietal'i sagital dikişe yakın kısımdan sıyırıp götürmüştür. Kesici alet, ayrıca sol zygomatike de isabet etmiş, bu bölgede zygomatikle beraber üst çene kemiğinin bir kısmını da kesmiştir. Birey aynı zamanda ateşe atılıp yakılmıştır.

No.4) 
Erkek: Beyne bir kesici cisimle üç ayrı darbe indirilmiş. İlki sağ parietale dikey yönde isabet etmiş, uzunluğu 37 mm olan kesme izi, ikincisi sol parietal ve frontal üzerinde yatay yönde bir yarıktır. Kesme izi 92 mm. uzunluğundadır. Üçüncü darbe yine sol parietale isabet etmiş, uzunluğu 49 mm, genişliği ise 21 mm olan bir yarık meydana getirmiştir. Kesici alet tabula externa'yı sıyırıp götürmüştür. Başa yönelik bu darbeler bireyin derhal ölmesine yol açmıştır. Bir önceki birey gibi, bu da öldürüldükten sonra yakılmıştır.

No.5) 
Kadın: Başında dört kesme izi tesbit ettik. Birincisi frontal bölgede ve 28 mm uzunluğunda, fazla derin olmayan bir yarık. İkincisi başın tepesinde, her iki parietal üzerinde ve 77 mm uzunluğunda, oldukça derin bir yarıktır. Kadının o anda ölmesi için yeterli darbe. Üçüncü darbe de ölümcül nitelikte, sağ kulağa isabet etmiş, mastoid kısmı kökünden kesip götürdüğü gibi alt çene kondilini de kısmen kesmiş. Dördüncü kesme izi sağ üst çenenin ön alveoler kısmını ilgilendirmektedir. Kesici cisim burada kemiği kesmekle kalmamış, üst ikinci küçük azı dişinin tacında tahribata yol açmıştır.

No.6) 
Erkek: Başında dört yarık olan erişkin. Birincisi 57 mm uzunluğunda, 14 mm genişliğinde oldukça derin olup sol parietal üzerindedir. Bu bölgede kesici alet beyne kadar girmiştir. Yarığın ön kısmında sagital dikiş tarafından 23 mm uzunluğunda bir kesme izi vardır. İkinci darbe izi sağ parietal üzerinde ve sagital dikişin ortasındadır. 29 mm uzunluğunda ve 28 mm genişliğindeki bu kesme izi yatay ve oblik yönlerde iki ayrı yarık tarafından kesilmiştir. Bunlardan biri 43 mm, diğeri 42 mm uzunluğundadır. Üçüncü darbe ise sağ parietale isabet etmiş olup, parietal deliğin birkaç mm önünde, oblik bir yönde uzanır. Dördüncü darbe bir kesici aletten ziyade, sagital dikişe yakın kısımda bu erkeğin başına sivri bir cisimle vurulmuş, belki de böyle bir aletle işkence yapılmıştır.

No.7) 
Erkek: Kesici bir cisimle tam 5 ayrı darbe almış. İlki sol kulak bölgesine isabet etmiş; saldırı aleti mastoid çıkıntıyı tümüyle kesip götürmüş. Hatta zygomatik kemerin kökü de kesilmiş. Sol kulak köküne kesici aletle arka arkaya iki darbe indirilmiştir. Bu darbeler sonucu kişi anında ölmüştür. İkinci kesme izi sağ parietalin lambda dikişine yakın kısımdadır. Kısmen yatay planda olan yarık 41 mm uzunluğundadır. Bu üçüncü kesme izi iki lambda dikişi arasında, oksipital üzerinde ve 44 mm uzunluğundadır. Beşinci kesme izi de başın arkasındadır ve 53 mm uzunluğundadır.

No.8) 
Kadın: 15 yaşlarında ölen bu kız çocuğunun başında üç kesme izi vardır. İlki sağ parietal üzerinde, 50 mm uzunluğunda ve beyne kadar giren derin bir yarıktır. İkinci kesme izi ise birinciye dikey konumda ve 20 mm uzunluğundadır. Üçüncü yarık başın arkasındadır. Bu kız çocuğu öldürüldükten sonra ayrıca yakılmıştır.

No.9) 
Kadın: 17-19 yaşlarında ölmüş. Kafatasında korunan kemikler üzerinde herhangi bir darbe izi yok. Oksipitalin önemli bir kısmı kopmuş ve kaybolmuş. Ölüm nedeni hakkında bir şey söyleyemiyoruz

II. İskeletlerde ırk teşhisi:

Kafatasında ölçü, endis ve morfolojik gözlem yoluyla ırk belirlenebilir. Ancak, her ırk grubu içinde bazı varyasyon durumlarının olduğunu da unutmamalıyız. Antropometri tekniğinin bize sunduğu bilgilerin ışığında Çavuşoğlu Samanlığı'ndan çıkarılan iskeletleri inceledik.

Buna göre önemli bir ırksal ölçüt olan kafatası endisini 8 kafatasında hesapladık. Bulduğumuz değerler 76 ile 89 arasında değişir. O halde, 4 birey mezosefal, diğerleri ise brakisefal gruba girer. Dolikosefal yapıya hiçbir kafatasında rastlamadık. Anadolu'da Alpin ırk tipi oldukça yaygın olup bu ırka brakisefal tipler girdiği gibi, mezosefaller de girmektedir.

Elimizdeki iskeletlerin biri hariç hepsi de Alpin ırkına girer. Anadolu Türklerinin çoğunlukla bu ırk içinde yer aldığını hatırlatmak gerekir. 17-19 yaşlarındaki genç bir kadın ise bu gruba girmez; Dinarik ırkın Armenoid adı verilen doğu varyetesine girer.

Boyları hesaplarken Trotter ve Gleser'e ait regresyon denklemlerini kullandık. 3 kadında 152,9 cm, 159,2 cm ve 168,2 cm değerlerini bulurken; 3 erkekte de sırasıyla 170,1; 172,4 ve 173,5 cm değerlerini bulduk.

Çavuşoğlu Samanlığı'nda iskeletlerle birlikte ayrıca 1 gömlek düğmesi, kesici bir yapıya sahip demir parçası ve bir üst çene parçası bulundu. Gülhane Tıp Akademisi Dişhekimliği Fakültesi'nden Prof.Dr.İlter Uzel'in verdiği bilgiye göre üst total protez fragmanı sağ arka tarafa aittir. Protez kauçuktan, dişler ise porselendir. Protez, 1900'lü yılların başında maddi durumu iyi olan kimselerce kullanılırdı. Protez üzerindeki nikotin lekeleri bir erkeğe ait olduğunu akla getirmektedir. Bu tip porselen, 1915-1925 yılları arasında kullanılmış olup SSN (ABD) firmasının ürünleridir. İskeletlerin ait olduğu devir de böylece belirlenmiş olmaktadır.

III. Uzun kemiklerdeki yaralanma izleri:

Kafataslarında bu kadar çok kesme izine rastlanmış olmasına rağmen, kol, bacak ya da gövdenin diğer kısımlarında yok denecek kadar az darbe izi bulunmaktadır. Tabii ki bir kişi öldürülmek isteniyorsa, ilk saldırı noktası baş, dolayısıyla beyindir.

Bir erişkinin sol humerus'unda gövde ortasında ve dış tarafta 3 kesme izi vardır. Kemik yanma izi gösterir.
Bir kadına ait sağ tibia kemiğinde gövde üzerinde, ön yüzde derin bir kesme izi yer alır.

Bir erkeğe ait sağ tibia'da alt kısma yakın yerde iç tarafta yine oldukça derin bir kesme izi saptadık.

IV. Genel sonuç ve değerlendirme:

Çavuşoğlu Samanlığı'nda (Erciş ilçesi) tesadüfen ortaya çıkan ve üzerinde ayrıntılı antropolojik inceleme yapılan iskeletlerin ait olduğu ve çoğunluğu genç olan insanlar, bilinçli olarak katledilmiş, bir kısmı da yakılmıştır.

Alpin ırk tipine, özellikle Anadolu söz konusu edildiğine göre, Türklere ait olması güçlü bir olasılık olan bu bireylerin karşılaştığı bu tüyler ürpertici saldırı ve işkenceler yörede yaşayan canlı şâhitlerin anlattıklarını da bir bakıma destekler niteliktedir. Tarih şimdi tersine dönmekte; katledilenlerin Ermeniler değil Türkler olduğu açıkça ortaya konmuş 
olmaktadır...






http://www.kultur.gov.tr/portal/yazdir_tr.asp?belgeno=1607

BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞINDA TÜRKİYE'DE OLAN 
ALMANLAR KONUŞUYOR
ALMAN MİSYONERİ ANLATIYOR

20 NİSAN 1915 
VAN ERMENİ AYAKLANMASININ İÇYÜZÜ

Dr. Mete Soytürk
Kaiserslautern-Almanya
18 Mart 2006

Aşağıda Alman protestan misyoneri Bayan Käthe Ehrhold'un Van Ermeni isyanın üzerinden 22 yıl sonra 1937'de kaleme aldığı, çektiği vicdan azabı yüzünden, olayların gerçek yüzünü anlatma ihtiyacı göstererek kaleme aldığı bir kitaptan bölümleri bulacaksınız. Savaşın ilk iki yılını Van'da yaşayan ve kentteki yetimler yurdunda kalanları protestan Hristiyan yapmak için uğraşan bu misyoner-Protestan tarikatçı  hemşire, aşağıda kısa başlıklar eklediğim şekilde Ermeni isyanı sırasında gördüklerini  Hristiyan Ermeni çetelerinin, Van'da uyguladığı vahşeti Hristiyanlığından utanarak anlatıyor.  İlginçtir, kitabın giriş ve ve sonuç bölümünde italik olarak belirttiğim kısımlar başka kitaplardan alıntı olarak alınmış ve yanlız bu bölümlerde Türklere atıfta bulunularak, söylentilere göre Ermenilerin uğradığı kötü muamelerden bahsediliyor. Fakat bu misyonerin kendi gördükleri ve yaşadıkları ise, hem Ermeni çetelerinin vahşeti hem de işgale gelen  Rusların Ermenilere karşı yaptıkları vicdansızlıklar ve kötü muameleler, Türk askerlerinin yardımseverliği. 

"Geçte olsa, Van'da gördüklerimi, yaşadıkları kendime Tanrı katında kendime saklama hakkını görmüyorum

Van'da 20.000 kişi yaşıyordu.Rusların yaklaşması ile birlikte(20.Nisan 1915) Ermeniler sakladıkları silahları çıkararak savaşa başladılar. Şehirde büyük bir iç savaş, kardeş savaşı başladı. Günlerce sokak çatışmaları oldu.

Ruslar kente iyice yaklaşınca, Türkler kenti boşaltma kararı aldılar ve bir gecede sivil ve asker kenti terk etmek zorunda kaldı. Geriye yanlızca kadınlar, yaşlılar ve hasta Türkler kaldı.

Ertesi gün Şehir Ermeni çetelerinin ve Rusların eline geçince, Ermeniler kaçamayan, kadın, yaşlı ve hasta Türkleri katlettiler. Dindar bir Hristiyan olarak önce kendilerine bu günü veren Tanrıya şükretmeleri gerekiyordu. Fakat onlar bunu yapmadılar, bağımsız oldukları ilk gün yaptıkları bu cinayetleri büyük bir günahkarlık olarak görüyorum.

Rusların gelmesinden sonra savaş muhabirlerinin yazdıkları yalanları görünce, bu gazetecilerin yazdıklarına güvenim kalmadı.

Ermeniler Türklerin geride bıraktıkları mal ve mülke el koydu ve sanki kendilerininmiş gibi kullanmaya başladı. Yetimhaneme, şimdi Ermeni köylüleri yerine çevre köylerden Türk kadınlar gelmeye başladı. Rusların bölgede bulup topladığı bu kadınları yetimhanemizde korumaya aldık. Yoksa bu zavallılar tutanın elinde kalacaklardı. Bu kadınlara çok fazla yardımcı olamadık. Çünkü çetecilerden  çok kötü muamele görmüş, namuslarına tecavüz edilmiş bu kadınlar korkudan tir tir titriyorlardı.
Yenilmiş Türk milletinin geride kalan bu çaresiz kadınlarına çeteciler tarafından bilinçli ve istemli olarak yapılmış bu tecavüzler ve kötülükler  Van'da kaldığım süre içinde yaşadığım en karanlık ve en üzüntülü olaylardır.

Türk birliklerinin  Van kentine yaklaştığını gören Rus generali 3 Ağustos 1915'de savaşmadan şehri terk etme kararı aldı. Şehir boşatıldıktan sonra yakılması kararı verildi. Hayal kırıklığına uğramış Ermeni halkı geri çekilen Rus ordusu ile birlikte en az 10.000 kişi olarak şehri terk etmeye ve Rusya'ya doğru göç etmeye başladı.

Bu göçmenlerin küçük bir bölümü Rusya'ya ulaşabildi. Günlerce yollarda yaya olarak yürüyen bu mülteciler, yorgunluk, hastalıklar ve salgınlar nedeniyle öldüler. Sınıra ulaşanları ise Ruslar ülke içine almayıp, sınırdaki mülteci kamplarında beklettiler. Güya kurtarıcı olarak gelen Ruslar geri çekilirken birlikte gelen bu halkı bizde yeterince fakir halk var diye sınırdan içeri koymadı. Bu zavallılar perişanlık içinde açlık ve susuzluktan öldüler.

Ruslar  şehri yaktıktan sonra kenti terkederlerken yetimhanedeki çocukların kendileriyle birlikte gelemeyeceğini, çocukların bu yanmış kentte bırakılmasını istediler. Anladığım kadarıyla onlar bu Ermeni çocuklarını istemiyorlar, onların burada kalıp açlık ve susuzluktan ölmelerini istiyorlardı.

Şehri terkeden Ermeniler ve Ruslar kenti tamamen yaktılar. Giderken yetimhanenin başkanı İsviçreli Misyoner S. bana bir miktar para verdi.

Rus askerleri bana ve yetimhanenin çocuklarına kılavuzluk yaparak bizi sınıra kadar götüreceklerine söz vererek, kayığa bindirdiler. Van gölüne açıldık. Rus askerleri daha sınıra yaklaşmadan bizi Türk sahillerinde kıyıya çıkarttılar ve bizi ortada yüz üstü bırakarak kaçtılar. Savaş bölgesinin ortasında kalmıştık ve Van'a geri dönmekten başka çaremiz yoktu. Açlık ve susuzluk içinde  günlerce yürüyerek Van kentine geri dönmek zorunda kaldık.

Daha sonra küçük bir birlik olarak Türk askerleri kente girdiler. Yanmış bomboş bir kent buldular. Birlikte geri getirdiğim perişan haldeki Ermeni yetim çocuklara yardım ettiler, binamızı onardılar. Sanki Tanrı Türk askerlerini bize yardım etsin diye yollamıştı. 
Sonra Rusların yaklaştığı haberi gelince Van'a girmiş bu küçük  Türk birliği kenti terk etti. Ardından Ruslar tekrar şehre girdiler.

Bir süre sonra Türklerin büyük bir birlikle geri gelmekte olduğu haberi gelince, Ruslar kenti yine boşaltma kararı aldılar. Ermeni yetim çocukları birlikte götürmeme Ruslar yine izin vermediler.

Bu sırada zengin bir Ermeni tüccarının Van'daki gizli deposunda sakladığı kumaşları almak için büyük rüşvetler ödeyerek Van'a geldiğini ve kumaşları alıp Tiflis'e gideceğini duydum. Bu tüccara yalvardım, yakardım, lütfen sadece kumaşlarınızı değil, şu zavallı kendinizden olan Ermeni yetim çocukları da birlikte Tiflis'e götürünüz dedim. Adam sonunda evet dedi. Duyduğuma göre sözünde durmuş çocukları Tiflis'e götürmüş.

Daha sonra Rusya'ya doğru yola çıktık, yolda başıma gelmeyen kalmadı, tacize uğradım. Rusya'da hapishaneye girdim. Sonra Hastaneye çıktım. Boydan boya Rusyayı geçmek zorunda kaldım. Japonya sonra Çin,  San Fransisco, Newyork, İngiltere, İsveç ve Danimarka üzerinden, okyanusları, denizleri aşarak  oradanda sonunda memleketime, varabildim."

Yorum yapmaya gerek bırakmayacak kadar açık, en düşük zekalının bile anlayabileceği kadar seçik. İlginç olan ise Alman tarihçilerin topunun bu konuda toptan bellek kaybına uğramış olmaları ve her konuda kılı kırk yararken bu konuda birden bire genel bir tembellik içine girmeleri. Türk tarihçilerine konunun bu önemli püf noktasını bir kez daha hatırlatıyorum.

Yazıda Hemşire Ehrhold, adlarının baş harflerini verdikleri kişileri şöyle açıklayabiliriz. Van'daki Yetimhanenin başkanı İsviçreli misyoner Rahip Johannes Spörri ve Karısı İrene Spörri, burada çalışan Alman misyoneri hemşireler Küthe Ehrhold, Anna Greiner ve Marta Kleis. Van isyanı sırasında Marta Kleis Bitlis'teki Türk askeri Sahra hastanesinde yaralıların tedavisi için çalıştığı için, burada bulunmuyordu. Daha sonra da geri dönmemiş ve Türk askerlerinin yanında kalmış sonra da Tifus hastalığına yakalanarak ölmüştür.

Can AKIN
ERCİŞ'İN TARİHİ
          Erciş'in de içinde bulunduğu Van Gölü havzasının geçmişi tarih öncesi dönemlere kadar inmektedir. Bölgede Neolitik yerleşmeler konusunda bilgi olmamasına rağmen Tilkitepe Höyüğü, Edremit, Kalecik, Dilkaya ve Ernis mezarlarındaki buluntularda Kalkolitik yerleşim izleri görülmektedir. Dilkaya Höyüğü buluntularında Erken Hurri kültürünün (M.Ö 3000) bölgede etkili olduğu bilinmektedir. 

          Erciş'in bilinen ilk resmi tarihi Urartularla (MÖ900-600) başlar. Arap kaynaklarında geçen Arciş adının Urartu Kralı Argişti'den geldiği ve dolayısı ile Erciş'in Urartular tarafından kurulduğu belirtilmektedir. Urartu Krallığı'nın batı yolu olan ve Erciş'ten başlayıp Muş-Bingöl üzerinden Malatya'ya uzanan yol Erciş'in Urartu tarihinde önemini artırmıştır. Hatta bu yolu kontrol altında tutmak, güvenliğini sağlamak için yol boyunca birçok güvenlik ve konaklama istasyonları yapılmıştır. Erciş'in çeşitli yerlerinde bulunan çivi yazılı kitabelerden anlaşıldığı kadarıyla Urartu Kralları Argişti ve Menua döneminde Erciş'in imar edildiği, Tetuma adında bir şehir kurulduğu ve imar edilen bu şehirde tarıma büyük önem verilerek sulama kanallarının yapıldığı bilinmektedir. 

          Urartulardan sonra sırasıyla Med, Pers, Roma ve Bizans egemenliğine giren bölge 640 yılında Hz.Ömer'in komutanlarından İyaz Bin Gonem tarafından İslam topraklarına katılır. Daha sonra tekrar Bizans İmparatorluğunun eline geçen Erciş, bir müddet Emevi ve Abbasilerin hâkimiyetinde kalır. IX. yüzyıldan itibaren Vasburakan ve Bağretlı gibi mahalli krallıkların hâkimiyetine girer. Yöreye ilk Türk akınları 1054 yılında bizzat Tuğrul Bey 'in kumanda ettiği büyük ordu ile başlar ve Muradiye ( Bargiri ) ile Erciş feth edilir. Daha sonra Erciş, 1071 Malazgirt Zaferi ile Selçuklu topraklarına katılır. 

          Selçuklu Sultanı Muhammed Tapar, 1100 yılında Diyarbakır Mervanileri Emirlerinin elinde bulunan Ahlat ve yöresini Selçuklu emirlerinden Sökmen'e vermiş ve 1100 yılından itibaren tarihte Sökmenler veya Ahlatşahlar adıyla anılacak bir beylik Erciş'inde içinde bulunduğu geniş bir alanda kurulmuştur. Uzun bir süre Ahlatşahlar elinde bulunan Erciş bu dönemde önemini artırır. Şehir, gerek coğrafi konumundan, gerekse ününden dolayı sürekli akınlara maruz kalır. Bu akınlar sırasında Erciş, tamamen yakılıp yıkılır. 1208 de bu saldırılardan birisi olan Gürcü saldırısı gerçekleşir ve şehir yağmalanarak halk kılıçtan geçirilir. 

          Daha sonra İlhanlılar ve Celayırlıların hâkimiyetine giren Erciş, özellikle İlhanlıların hâkimiyeti sırasında büyük ün kazanmıştır. Ayrıca Tebriz'den Erzurum'a giden ticaret yolunun buradan geçmesi, şehrin isminin yayılması ve şehrin gelişmesine neden olur. 
Erciş asıl önemine XIV. Yüzyılda Karakoyunlularla (1365-1469) kavuşur. Erciş merkez olmak üzere kurulan devletin kurucusu Bayram Hoca'dır. 

          Koyunlular (1351–1469); İlhanlılar (İran Moğolları)'ın yıkılmasından sonra Türkmen boy ve oymaklarının bir araya gelerek teşkil ettikleri siyasî birliğin ve bunların XIV. yüzyılın ikinci yarısında Doğu Anadolu ve Azerbaycan'da kurdukları devletin adıdır, Karakoyunlular'ın Moğol istilâsı ve İlhanlılar devrinden önceki durumları hakkında hiçbir bilgi mevcut değildir. Kaynakların rivayetinden, Koyunlular devletini teşkil eden boy ve oymakların Moğol istilâsı (1220–1221 ve takip eden yıllar) neticesinde Türkistan'dan İran'a ve sonra Doğu Anadolu'ya geldikleri, Musul-Van Gölü çevresi ile Erzurum bölgelerinde geleneksel yaylak-kışlak hayatlarına devam ettikleri anlaşılmaktadır. 

          Karakoyunlu Türkmenleri Reisi Bayram Hoca, İlhanlı Devleti'nin yıkılmasından (1336) sonra Azerbaycan ve Doğu Anadolu'daki siyasî otorite boşluğundan faydalanarak faaliyetlerini artırır.(778/1376). Musul'dan başka, Sürmeli-Çukuru (bugünkü Iğdır vilâyeti arazisi) ve Nahçıvan havalisini ele geçirir. Erzurum, Avnik, Hasan-Kalesi de, Sutaylılar'ın ortadan kalkması ve Erzurum'a kadar hâkim bulunan Orta Anadolu Beyliği Eratnalılar'ın zayıf düşmesi üzerine, buraları da hâkimiyeti altına alır. Bütün bu gelişmeler yaşanırken Karakoyunluların merkezi Erciş'tir.

          Bayram Hoca'nın ölümü (1380) üzerine yeğeni Kara Mehmet, Beyliğin başına geçer. XIV. yüzyılın son çeyreğinde Doğu Anadolu, Azerbaycan ve Kuzey Irak'a hâkim olan Karakoyunlular, 789/1387 yılında Timur tehdidi ile karşılaşırlar. Kara Mehmed'in ölümüyle yerine oğlu Kara Yusuf geçer (1389–1420). Batı İran'ı zapt etmiş olan Timur, Doğu Anadolu'nun istilâsına hazırlanır. Karabağ'dan hareket ederek Doğu Anadolu'ya girer. Sonra Muş ovasına gelen Timur, buradaki Türkmen obalarını yağmalar. Oradan Erciş ve Malazgirt'e girer. Timur'un bölgeden çekilmesiyle Karakoyunlu Beyi Kara Yusuf, atalarının yurdu olan Van Gölü çevresine dönerek, Erciş'i tekrar geri alır. Bunu öğrenen Van hâkimi İzzeddin Şir, bölgedeki Timurlu askerlerinin bir kısmıyla beraber Kara Yusuf üzerine yürür. Giriştiği küçük çaplı bir çarpışmada başarılı olamaz ve barış yapılır. Kara Yusuf, Karakoyunlular üzerine sefere çıkan Timurlu hükümdarı Şahruh'la savaşa hazırlandığı sırada Tebriz'in güney doğusundaki Saidabad'da hastalanarak ölür (7 Zilkade 823/13 Kasım 1420). Kara Yusuf'un naaşı, iki gün sonra Erciş'e götürülerek, ata ve dedesinin mezarları yanına gömülür. Ancak, bugün türbesinin yeri dahi bilinmemektedir. Kara Yusuf'un ölümünden sonra Karakoyunlu Beyliğinin başına oğullarından İskender geçer. Karakoyunluların yeni hükümdarı İskender Bey (1420–1438), Akkoyunlu beyi Kara Yülük Osman'ı Kuzey Suriye'de Sincar yakınlarında mağlup eder. Timurlu hükümdarı Şahruh, tekrar bu bölgeye gelerek Van Gölü çevresindeki Ahlat, Adilcevaz ve Erciş kalelerini birer birer teslim alır. İskender Bey'in ölümü (1438) üzerine, Karakoyunlu hükümdarlığını kardeşi Cihan-Şah ele geçirir. Otuz yıla yakın bir süre hükümdarlık yapan Cihan-Şah zamanı (1438–1467), Karakoyunlular'ın en geniş, en güçlü devridir. Cihan-Şah zamanında, Akkoyunlu Beyi Uzun Hasan ve kuvvetleri iki defa Ahlat, Adilcevaz ve Erciş'i basıp yağmalamışlardır. 

          Akkoyunlular'ın büyüyüp kuvvetlenmeleri ve Uzun Hasan'ın düşmanca davranışları karşısında Cihan-Şah; onlar üzerine sefere hazırlanır. Uzun Hasan, gece vakti düzenlediği âni bir baskınla Cihan-Şah'ı öldürür (11 Kasım 1467-69). Cihan-Şah'ın yerine, oğullarından Hasan Ali, Karakoyunlu tahtına geçer. Ancak Akkoyunlular karşısında tutunamaz ve bir yıl kadar sonra bir çarpışmada öldürülür. (1468). Böylece Karakoyunlular Devleti yıkılır ve bütün toprakları Akkoyunluların hâkimiyetine geçer. Bu münasebetle Van Gölü çevresi de Akkoyunlu ülkesine katılmış olur ve Erciş'in başkentliği sona erer. (1468–1469) 

          Bütün Doğu Anadolu, Irak, Azerbaycan ve İran'a hâkim olan Karakoyunlulardan günümüze çok az tarihî eser kalabilmiştir. 

          Van Gölü'nün kuzeyinde yer alan Erciş, Karakoyunluların merkezi idi. Erciş'in merkez olma süresi beyliğin dağılmasına kadar devam eder. (1365-1469) Bu da yaklaşık olarak 100 yıl gibi bir süredir. Ancak bugün Erciş'te iki kümbetten başka Karakoyunlulara ait herhangi bir eser görülmemektedir. Menşei Urartulara kadar giden Erciş kalesi, Karakoyunlular tarafından da kullanılmıştır. Kale, 1841 yılında meydana gelen depremden sonra yükselen Van Gölü sularının altında kalmıştır . Bölgedeki şehir ve kalelere hâkim olan Karakoyunlular, buraların surlarını tamir ve tahkim ederek kullanmışlardır. Fakat buralarda Karakoyunlu hâkimiyeti ve kullanımıyla ilgili kitabelere ve diğer yazılı bilgilere sahip değiliz. Sadece Erciş civarında bulunan iki kümbetin Karakoyunlulara ait olduğu kesinleşmiştir.

          Eski Erciş'i anlatan Evliya Çelebi, "Evvelâ mâtakaddem Yûsuf Şâh câmi'in Süleymân Şâh imâr edüp Süleymân Hân câmi'i derler" ifadesiyle, burada Karakoyunlu hükümdarı Kara Yusuf tarafından inşa ettirilen ve Osmanlı hâkimiyetine kadar ayakta kalıp Kanunî Sultan Süleyman tarafından tamir ettirilen bir camiin varlığından bahsetmektedir. Söz konusu camii bu gün Kale ile birlikte Van Gölü suları altında kalmıştır.

          Bir müddet Akkoyunlu hâkimiyetin de kalan Erciş, daha sonra 1503 de Şah İsmail'in Akkoyunlu devletini yıkması ile bu defa da Sefavilerin eline geçer.

          1514 Çaldıran Zaferi ile Osmanlı Hâkimiyetine giren bölge, Osmanlıların geri çekilmesi ile tekrar Sefavilerin eline geçer. 1534 de Kanunu Sultan Süleyman'ın Irakeyn Seferi ile tekrar Osmanlı toprağına katılır. Bu sefer esnasında Kanunu Sultan Süleyman'ın Eylül 1534 de Erciş Kalesine gelerek bir müddet kaldığı ve kaleyi onardığı bilgiler arasındadır.

          1632'de Van, Erciş, Adilcevaz ve Muş'un Osmanlı Ümerası tarafından yönetildiği bilinmektedir. Daha sonra 1653 de Van Beylerbeyliğine bağlı Erciş sancak konumuna getirilir. 1840 daki deprem ve 1841 de göl sularının yükselmesi ile halk kaleyi terk eder. Erciş; Örene, Çelebibağı, Kasımbağı, Gölağzı ve Yukarı Çınarlı gibi yerleşim yerlerine taşınarak burada yeni yerleşim birimi oluşturulur. 1899 tarihli Van Vilayet salnamesinde "Erciş'te 500 hane çok sayıda iş yeri, iki han, iki camii bir ortaokul ve hükümet konağı yer almaktadır" ibaresi geçmektedir. Osmanlı devletinde 1864'de Meslis-i Vala'dan çıkarılan Vilayet nizamnâmesi taşra örgütlenmesini yeni baştan düzenlemiştir. Bu gelişmeler ışığında Erciş 1910 yılında kaza ( ilçe) olmuştur.

          1914 de I. Dünya savaşının başlamasından sonra, 1915 tarihinde Ermenilerin yardımı ile Erciş ve çevresi Ruslar tarafından işgal edilir. Rusların işgali sırasında Ermenilerin yerli halka karşı isyanı başlar ve bu isyan kısa sürede çevreye yayılır. İsyan karşısında zamanın kolluk kuvvetleri yetersiz kalarak halkın güvenliğini sağlayamaz. Bu durum karşısında halk bölgeden göç etmeye başlar. Ancak göç oldukça zordur. Yoksul ve hasta olan halkın bir kısmı yolda ölür. Bir kısmı da yollarda Ermeni çeteleri tarafından öldürülür. Göç edemeyen halk (bu göç edemeyenlerin büyük bir kısmı hasta ve yaşlılardır) da yıllardır birlikte yaşadıkları ekmeklerini paylaştıkları Ermeniler tarafından katliama maruz kalır. Halkın evleri iş yerleri yağmalanır, insanlar bir araya toplanıp yakılır, bazen köprüden atılır, hamile bayanların karnı delinir ve vahşi bir şekilde katledilir.

          Bunu en iyi şekilde 17.06.1988 yılında Erçiş-Cavuşoğlu Samanlığında yapılan kazıda bulunan katledilen Türklere ait iskeletler açıklamaktadır. Bölgede incelemeler yapmış olan Prof Dr. Metin Özbek olayı şöyle anlatmaktadır: "Çavuşoğlu Samanlığı denilen mevkide bir evin temel hafriyatı yapılırken büyük bir tesadüf eseri bulunan insan iskeletlerini antropolojik açıdan incelemek üzere teslim alıp, Hacettepe Üniversitesi'ndeki laboratuarımıza götürdüm. İncelemeye aldığım iskelet kalıntılarında baş ve gövde kemikleri arasında eşleştirmeye gitmek mümkün olmadı. Bu nedenle birey sayısını sadece kafataslarına göre yaptık ve her kafatasına ayrı bir numara verdik. Daha doğrusu her bireyin ayrı bir antropolojik kimliği oldu. Buluntular arasında 5 kadın ve 4 erkek tespit ettik. Yaş ve cinslerini belirttiğimiz bu iskeletlerin asıl ilginç olan ortak bir yönleri vardı. O da hepsinin kafataslarında kesici aletlerin bıraktığı darbe izlerinin bulunmasıdır. Daha açıkçası işkence ile öldürülmüş olmalarıdır. Kafataslarında bu kadar çok kesme izine rastlanmıştır. Bir erişkinin sol humerus'unda gövde ortasında ve dış tarafta 3 kesme izi vardır. Kemik yanma izi göstermektedir. Bir kadına ait sağ tibia kemiğinde gövde üzerinde ön yüzde derin bir kesme izi yer almaktadır. Bir erkeğe ait sağ tibia'da alt kısma yakın yerde iç tarafta yine oldukça derin bir kesme izi saptadık. Çavuşoğlu Samanlığı'nda (Erciş ilçesi) tesadüfen ortaya çıkan ve üzerinde ayrıntılı antropolojik inceleme yaptığımız iskeletlerin Türklere ait olduğu ve çoğunluğu genç olan insanların bir kısmının yakılmış, bir kısmının da işkenceyle öldürülmüş olduğunu tespit ettik." Bu iskeletler şuan Van Arkeoloji Müzesinde teşhir edilmektedir.

          1917 de Rusya'nın I. Dünya Savaşından çekilmesiyle birlikte silahlarının bir kısmını Ermenilere bırakır. Ermeniler de katliamlarına devam ederler. Katliamların zirveye çıktığı noktada silahlı kuvvetlerimiz doğu illerini düşman işgalinden kurtarmak için harekete geçer. Ali İhsan Paşa komutasındaki 4. Kolordu birlikleri 1 Nisan 1918'de Erciş, Ermeni işgalinden kurtarılır . İlçede sayıca az kalan perişan haldeki Ercişlilerin yaraları sarılır ve göç edenler de yavaş yavaş memleketlerine dönerler. 29 Ekim 1923'te Cumhuriyetin ilen edilmesiyle derin bir nefes alan Erciş'te imar faaliyetlerine başlanır. 1923 de Belediye kurulur. Eğitim sorunlarını çözmek için 1925 de bu günkü Atatürk İlköğretim Okulunun Tarihi binası Atatürk İlkokulu olarak açılır.

          Bu gün ise Erciş; sevginin, barışın ve kardeşliğin egemen olduğu, tarihi dokusuyla modern kent özelliklerinin bir arada yaşandığı, bölgenin tarım, ticaret, eğitim ve sağlık merkezi konumunda olan nüfusuyla da bölgenin en büyük ilçesi olma özelliğine sahiptir.

http://www.turklider.org/TR/EditModule.aspx?tabid=1038&mid=8373&ItemID=3265&ItemIndex=82


.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder