16 Ocak 2015 Cuma

1909 ADANA-ERMENİ OLAYLARINA BİR TANIK 3





1909 ADANA-ERMENİ OLAYLARINA BİR TANIK 3


İsmail Görkem’in, değerlendirdiği beş varyantla birlikte yaptığı muhteva ve mekân tespiti şöyle: 

“Metinler, İslahiye (A[li] Y[ıldız]), Kadirli (A[hmet] Ko[caman]) ve Osmaniye’den (A [= İsmail Görkem derlemesi]) derlenmiştir. Diğerlerinden ise 
(M[ehmet] Boz[doğan], F[atma] Ü[nal], A[hmet] Ş[ükrü] E[sen] 1[= Anadolu Ağıtları]), derlendikleri yerler ile derleme bilgileri mevcut değildir. 

Ağıdın hikâyesi kaynaklarda farklı şekillerdedir: H. 1311 (M. 1893)’de, Bahçe’de Ermeniler ayaklanınca, yerli ahali, Müftü Efendi’nin önderliğinde bunlara karşı çıkar. Osmanlı Hükümeti, bu çatışmalara katılanları astırır. Asılan Müftü için anası ağıt yakar (M[ehmet] Boz[doğan]). Sultan Reşad tahta çıktığı sıralarda, Çukurova’da Ermeniler devlete karşı ayaklanırlar. Bahçe Müftüsü: “Ermeniler’in kanı da, malı da helaldir” şeklinde fetva verdiği için, hükümet tarafından 
Dörtyol’da astırılır. Anası, bunlar için ağıt yakar (A[hmet] Ko[caman]). Müftü, aynı hadise sebebiyle, Erzin (=Yeşilkent)’de asılır (F[atma] Ü[nal], A 
[= İsmail Görkem derlemesi]). İki kardeş, Osmanlı Hükümeti tarafından Adana’da astırılır; henüz bunlar darağacında sallanırlarken, İstanbul’dan affedildiklerine dair emir gelir. Anaları bunlara ağıt söyler (A[li] Y[ıldız]). Diğer kaynaklarda (M[ehmet] Boz[doğan], A[hmet] Ş[ükrü] E[sen] 1[= Anadolu Ağıtları]) ağıtın hikâyesi verilmemiştir. 

Her ne kadar 1892-1893 yıllarında da Ermeni olayları (Kars, Merzifon, Kayseri, Yozgat vd.) söz konusuysa da (bkz. Belgelerle Ermeni Sorunu, 1983: 90, 99), 
bir müftünün idam edildiği olaylar, Sultan Reşat değil, Sultan II. Abdülhamit zamanına tekabül etmektedir. Bahriye 

Nazırı ve 4. Ordu Kumandanı Cemal Paşa, Hatırat (1996: 363)’ında 1909 tarihli Adana Ermeni olaylarından söz ederken “İdam olunan Müslümanlar arasında Adana’nın en eski ve en zengin ailelerine mensup gençler bulunduğu gibi, Bahçe kazası müftüsü de vardı. 
Bu müftünün o havali Türkleri nezdinde pek büyük bir nüfuzu vardı”demektedir. 

Kaynaklarda ağıtın adı, “Müftü’ye Ağıt” ((M[ehmet] Boz[doğan], A[li] Y[ıldız]), “Kibaroğullarının Ağıdı” (A[hmet] Ş[ükrü] E[sen] 1[: Anadolu Ağıtları]) ve “Müftü’nün Ağıdı” (yakar (A[hmet] Ko[caman], A [= İsmail Görkem derlemesi]) başlıklarıyla verilmiştir. 
Bir kaynakta ise (F[atma] Ü[nal]), ağıtın adı kaydedilmemiştir.” (Görkem 1990: 478) 

2. YENİ METİNLER 

Burada adı geçen Kibaroğulları’ndan olduğunu belirten Adanalı bir öğrencimizden (Celalettin Savaş), annesi Bahar Savaş’ın (53) kaydettiği üç ağıt-destan metni elde edilmiştir. Henüz yayınlanmadığını düşündüğümüz ve “Kibarlar’ın Destanı” başlığını taşıyan iki, başlıksız bir adet ağıt-destan metnini aşağıda veriyoruz: 


2.1. Kibarların Destanı [I]** 

(Kaynak kişi: Adana’nın Yemişli köyünden Petrolcü Nadim (Uğurlu) Ağanın annesi. Şimdi hayatta olmayabilir. 
Yaklaşık 25 sene evvel söylendi ve değiştirilmeden yazıldı.) 

1. 
Neydi Kibar’ın suçu 
Yandı Adana’nın içi 
Beşini birden astılar 
Sallanıyor eli kıçı 
2. 
Musluğa camız düzdürür 
Sarrafa lira bozdu[rur] 
Kibar beyim avdan geldi 
Çiftçibaşı at gezdirir 
3. 
Odamızda altın tabak 
Beşiğe beledim bebek 
Adana’ya üç kız geldi 
Üçünün de başı kabak 
4. 
Beş tanesin getirdiler 
Yan yanına yatırdılar 
Kör olasıca hükümet 
Gavur keyfi yetirdiler 
5. 
Abdülkadirim ağlıyor 
Anası kara bağlıyor 
Kör olasıca hükümet 
Kendirlerini yağlıyor 
6. 
Oğlum oğlunu getirdi 
Oğlum aklını yitirdi 
Kör olasıca hükümet 
Gavur keyfini yetirdi 
7. 
Konağın yeşil boyalı 
Gömlek giyerdi oyalı 
Beyim ekmek yemez oldu 
Asılma lafın duyalı 
8. 
Başucunda dut ağacı 
Kul olayım dallarına 
Gadan alayım babam 
Bak oğluyun hallarına 
9. 
Abdioğlu yazıları 
Ceylan kovar tazıları 
Nasıl kıydın astın bunu 
Daha küçük kuzuları 


2.2. Kibarların Destanı [II] 


1. 
Gömlek diktirdim oyalı 
Konakları hep boyalı 
Bizim beyler ekmek yemez 
Asılacağın duyalı 
2. 
Adana’dan aldım fener 
Ağamın köşkünde yanar 
Abdioğlu yazısında 
Oniki sabanı döner 
3. 
Adana’dan aldım şeker 
Ağacığım beni yakar 
Abdioğlu yazısında 
Üç yüz yerli beş yüz bekar (Üç yüz yerli, beş yüz bekar, ırgat oluyor.) 

Kaynak kişi: Adana’nın İncirlik Köyü’nden Hüsnü Karslı’nın annesi (85 _ 90 yaşlarında). 


2.3. Başlıksız [III] 

1. 
Evimizde nar ağacı 
Biri tatlı biri acı 
Kınamayın komşularım 
Yenilmiyor iki bacı 
2. 
Bacısının adı emiş 
Saçına takmamış gümüş 
Gavurumuş gavur vali 
İp takında asın demiş 
3. 
Evlerin önü dutlu 
Çardağın üstü otlu 
Kınamayın komşularım 
Memedimden Halil datlı. 


Kaynak kişi: Adana’nın İncirlik Köyü’nden Hüsnü Karslı’nın annesi (85 _90 yaşlarında). 
Kaynak kişi, bu ağıtın Adana’nın Buruk Köyü’nden biri için söylendiğini söylemiştir. 
Derleyici Bahar Savaş, bu ağıt için “Kibarlarla ilgili olup olmadığı şüpheli” ihtiyat kaydını koymuştur. 

3. KİBAROĞULLARININ AĞITI HANGİ TARİHİ OLAYA DAYANIYOR? 


Bahar Savaş’ın tarafımıza bizzat ulaştırdığı “popüler” bir yayında (Büyük Türkiye Ansiklopedisi) Yılmaz Öztuna, bu ağıtın konusunu teşkil eden olaylarla ilgili olarak “Ermeniler’in Adana Patırdısı (14 Nisan 1909)” başlığı altında şu bilgileri verir: 

“Adana bölgesinin Ermeni piskoposu Muşeg, Büyük Devletler’in dikkatini çekmek ve Türkiye’den bir Ermenistan devleti koparabilmek için, aylarca hazırlanmış, binlerce Ermeni’yi silahlandırmıştı. Piskopos, isyan emrini, Türk imparatorluğunun en nazik anında, İstanbul’da 31 ihtilalinin koptuğunun ertesi günü, 14 nisan 1909’da verdi. 

Adana, Tarsus ve çevresindeki bütün Ermeniler ayaklanarak, zayıf buldukları Türk evlerine dalıp, ırza, mala ve cana saldırmaya başladılar. 
16-19 ve 25 nisan günlerinde 4 gün 4 gece, Adana ve çevresi altüst oldu. Ermeniler, beşikteki Türk çocuklarını bile öldürüyor, hazırlıksız olan asker ve polis, karşı koymuyordu. İsyana, bizzat Türk halkı karşı koydu. Nefsini savundu ve Ermeniler’e, yıllarca bir daha baş kaldırmak için cesaretlerini kıran bir ders verdi. 4 ihtilal gününde Ermeniler 1.850 Türk’ü, fakat Türkler, tam 17.000 Ermeni’yi öldürdüler. Piskopos Muşeg, Mısır’a kaçtı. 

Ermeniler durumu Avrupa basınına Türkler’in artık Avrupa’da nakarat haline gelmiş zulüm ve barbarlığı şeklinde aksettirdiler. […] Ermeniler, Avrupa ve Amerika basınında mazlum olarak ilan edildi. Sultan Hamid’i devirdikleri için Avrupa basınında alkışlanan İttihadçılar, telaşa düştüler. 

Avrupa’ya şirin görünmek için, meşru müdafaa halinde olan Türkler’i rastgele asıp kestiler. Bu sırada Adana valisi olan zat, İttihadçılar’ın en tecrübeli ve akıllılarından biri bulunan meşhur Cemal Paşa idi. O zaman Kurmay Albay Cemal Bey olan bu zat, hatıralarında […] hayrete şayan sözleri söylemektedir.” (Öztuna 1978: 227) 

Burada anlatılan olaylar, ana hatlarıyla Cemal Paşa’nın anılarına uygunluk göstermektedir (bkz. ayrıca Belgelerle Ermeni Sorunu 1883: 128 vd.). Ayrıca o, şayet Ermenilerin sayıca üstün olmaları halinde, durumun Türkler aleyhine döneceğinden, tarafların gösterdiği temayüllerin yekdiğerinden farklı olmadığından söz etmektedir. 

Öztuna yukarıda Cemal Paşa hak kında kısmen eksik ve yanlış bilgi vermektedir, çünkü 1909 olayları esnasında Adana valisi (kendi ifadesiyle) Cevat Bey’dir (başka bir kaynak ise ismi Cevdet Bey olarak verir; Belgelerle Ermeni Sorunu 1983: 132). Cemal Paşa’nın, Öztuna tarafından hayrete şayan diye nitelenen sözleri ise, yabancı yazarların Türkiye aleyhine yayınları üzerine söylendiği anlaşılmaktadır. Öztuna’nın belirtilen yerde alıntıladığı Cemal Paşa sözlerinin tamamı şöyledir: 

“Mandelstamm kitabının 205. Sayfasında Adana katliamından mesul olan Müslümanlar’ın en ehemmiyetsizlerinden yalnız dokuz kişinin idam olunduğunu, Türkler hakkındaki garezkar neşriyatıyla meşhur olan Adosidis ismindeki bir Rum’un eserine atfen iddia ediyorsa da, gerek Adosidis ve gerek Mandelstamm yalan söylüyorlar. Adana’ya gelişimden dört ay sonra yalnız Adana şehrinde Divan-ı Harb-i Örfi mahkumlarından otuz Müslümanı idam ettirdiğim gibi ondan iki ay sonra da Erzin kasabasında on yedi Müslümanı idam ettirdim. Bunlarla 
beraber yalnız bir Ermeni idam olunmuştur. İdam olunan Müslümanlar arasında Adana’nın en eski ve en zengin ailelerine mensup gençler bulunduğu gibi, Bahçe kazası müftüsü de vardı. Bu müftünün o havali Türkleri nezdinde pek büyük bir nüfuzu vardı” (Cemal Paşa 1996: 363) 

Bahar Savaş, yukarıda metni verilen ağıtların işte burada zikredilen “Adana’nın en eski ve zengin ailelerine mensup gençler” üzerine, keza “Müftü’ye Ağıd”ın da Bahçe müftüsüyle ilgili yakıldığını, belirtmektedir (adı geçen ağıt ve ilgili diğer örnekler için bkz. Başgöz 2005) 



4. ANILARDA 1909 ADANA ERMENİ OLAYLARI*** 

1909 yılında gerçekleşen bu olaylara bir başka açıdan yaklaşmayı mümkün kılan bir anı kitabından söz etmek istiyoruz. 
Kitap, 1915 yılı Ermeni Tehciri’nde Afyon/ Aziziye’den yola çıkarılıp, Sultandağı, Akşehir, Konya, Adana üzerinden Suriye topraklarında bulunan Zor yakınlarındaki Gatma’ya gönderilen bir Ermeni tüccar ailesi ile kızının anılarını içermektedir. Veron Dumehjian adındaki bu kızın anılarını, 1924’de yaptığı evliliğinin 7. yılında doğan oğlu David Kherdian yayıma hazırlamış. 1909 Adana olayları sırasında 2 yaşında olduğunu belirten Veron, 1915’te 8 yaşında iken yaşadıklarını, yolculuk sırasında duyduklarını anlatıyor. 

Veron Dumehjian, anılarının başında şimdiye dek birlikte yaşadıkları Türklerle ilgili şu görüşlere yer verir: 

“Dost olduğumuz Türkler olmasına karşın, genel olarak Türklerin dostumuz olmadığını hep biliyordum. Şimdi ise birden bire bize düşman yüzlerini  göstermeye başlıyorlardı. Biz Hıristiyan, onlarsa Müslümandı. Fakat bizi ayıran sadece din değildi; dilimiz, ırkımız ve geleneklerimiz de farklıydı. 
Aynı topraklar üzerinde yaşıyorduk, ama toprağa sahip olma hakkını yeni fark ediyordum. Toprağın şimdiki sahibi, vatan toprağı dediğimiz yerin sahibi Türkiye idi. (Kherdian 1986: 32)* 

Kherdian daha sonra, büyükannesinin Ermenilerle Türkler arasında sürtüşmeler olduğunu daha önceden sadece ima ettiğini, ama artık açıkça sadece büyükannesinin değil, mahalledeki herkesin ayrıca yeni sürtüşmelerin olacağından bahsettiğini anlatıyor. Burada aslında üstü kapalı biçimde 1915 ve genel olarak Türk-Ermeni ilişkileri hakkında yorum yapılırken, 1909 olaylarıyla ilgili olarak dikkati çeken bir husus var. 
“Katliam” denilen olayların, ne zaman olacağını bir öngörüyle bilebiliyor 

Ermeniler. Bu, sözde “katliam” öngörüsünün, yapılacak Ermeni isyanlarıyla bağlantılı olduğu bilgisini mi ele veriyor acaba (bkz. Kherdian 1986: 40)? Nitekim 

Cemal Paşa, Hatırat’ında, “1909 senesi başlarında Adana’da herkesin ağzında dolaşan şayialar, yakında Ermeniler’in ihtilal ederek Türkler’i mahvedeceklerine […] dairdi. Türkler bu şayialara o kadar inanmışlardı ki, hatta eşraftan bazılarının ailelerini emin yerlere göndermeğe kalktıkları bile olmuştu” (Cemal Paşa: 360) diyor. Dolayısıyla, söylentiler her iki tarafta da aynı yöne işaret etmekte ve Ermenilerce planlanan birtakım kalkışmalar hakkında ipucu vermektedir. 

M. Kemal Öke, Anadolu’yu gezip, gördüklerini kağıda döken İngiliz subay Mark Sykes’in, konumuzu oluşturan 1909 Adana olaylarından çok önce, 1904 tarihli Dar-ül İslam (A Record of Journey Through the Ten of the Asiatic Provinces of Turkey, Londra) adlı kitabında, Ermeni komitecilerinin sürgit faaliyetlerine temas ederek, Ermeni patırtılarının ‘utanç verici serserilik’ olarak nitelediğini belirtir (bkz. Öke 1991: 93): 

“Avrupa güçlerinin bu ajan provokatörleri koruduğundan şikâyet eden Sykes, ‘halbuki bunlar hak ettikleri gibi asılsalardı olaylar bir an önce kapanırdı’ diyerek ermeni Sorunu üzerindeki görüşünü özetlemektedir. Ayrıca Sykes, Türklerin bu konuda haksız olmadıklarına da işaretle, ülke dört bir yanından düşmanla tehdit edilirken, Osmanlı Hükümeti’nin içte bir ihtilali hoş karşılamayacaklarını 
kaydetmektedir. Kaldı ki, Ermeni komitecileri her isyana kalkıştıklarında mezalim yapmaktadırlar.” (Öke 1991: 93) 

Aynı tespit yeni kaynaklarda da vardır. Almanya’da Fischer Verlag gibi saygın bir yayınevi tarafından çıkarılan bir dünya tarihi ansiklopedisinde o dönemin genelde azınlık, özelde Ermeni sorunu üzerine şu değerlendirmeler yapılır: 

“Balkanlarda bağımsızlığını kazanan milletlerin yanında henüz imparatorluk içinde bulunan Hıristiyan azınlıklar kendi paylarını terör hareketleriyle istemek yolunu seçtiler. Bunlardan Bulgar, Yunan, Sırp ve Ermeni gizli örgütleri başta geliyordu. Amaçları ve yöntemleri hep aynıydı: Osmanlıyı yeni haklar için zorlamak, hükümeti engellemek ve zayıflatmak, Avrupa’nın müdahalesini gerekli kılacak baskıcı tedbirler alması için kışkırtmak. 
Siyaset adamları ve vergi tahsildarları öldürüldü, açık meydanlara bombalar yerleştirildi, masum Müslümanlar katledildi, köyler yakılıp yıkıldı. Huzur içinde yaşamak isteyen çaresiz Hıristiyan köyler de terörden nasibini aldı; yardım ve yataklığa zorlandı. 
1896’da bir Ermeni komitesi, şayet istekleri kabul edilmezse, Osmanlı Bankası’nı havaya uçurmakla tehdit ediyordu. 1905’te başka bir Ermeni 
grup, cuma namazından sonra camiden ayrılan Abdül Hamid’e bombalı suikast gerçekleştirdi. Bu tür eylemler sebebiyle 
çeşitli azınlıklar arasındaki gerilimler gittikçe arttı, öyle ki her terör hareketini kanlı çatışmalar izledi, birçok insan hayatından oldu. 
Fakat Osmanlı hükümeti, düzeni yeniden sağlamak ve terörün önüne geçmek için herhangi bir girişimde bulununca, Avrupa’da ‘polis zorbalığı’, 
‘katliam’ sesleri yükselir, bütün suç Müslümanlara yıkılır, Hıristiyanlar ise her halükarda masum gösterilirdi. Gerilimlerin asıl sebebi görmezlikten gelinir, Müslümanlara uygulanan soykırım dikkate alınmazdı; Hıristiyan azınlığın uğradığı kayıplar abartılır, Türkler ise her bir şey için sorumlu ilan edilirdi.” (Weltgeschichte...1990: 136)* 

Bu alıntı, Ermenilerin önceden beri süregelen yöntemleri hakkında bilgi sunarken, bize 1909 tarihli olayları anlamamız için de önemli ipuçları  vermektedir. 

Sözü tekrar Adana olaylarına getirmek için, Veron Dumehjian’ın öncelikle 1915 tehciri kapsamındaki anılarına dönelim. Tehcir edilen Ermenilerin oluşturduğu konvoy Adana’ya girmeden önce, geçtiği köylerde ‘hain köpekler’ hakaretine uğrar. ‘Hainlik, kahpelik’ suçlaması kitapta önemli bir yer tutar (bkz. ayrıca Kherdian 1986: 139). Bununla ilgili arka plan bilgilere de yer verilir. Veron’un babası, Ermenilerin herhangi bir sebeple değil de, özellikle siyasi açıdan istenmedikleri için yok edilmek istendiğini anlatır; çünkü 1914 yılının Kasım’ında Osmanlı İmparatorluğu, İttifak devletleriyle birlikte 1. Dünya Savaşı’na girmiş, bu da Ermenilerin ittifak ettikleriyle düşman olduğu anlamına gelmektedir. Ermeni müttefiki devletler, bir yandan İngiltere ve Fransa, diğer yandan Ruslardır. Babanın sözleri şöyle devam eder: 

“Bizim düşmana sempati duyduğumuzu Türk anladı, aynı şekilde aramızdaki gizli ihtilalcı komiteleri de biliyor. 
Bununla ilgili 1909 Adana katliamı üzerine bazı bilgiler aldım. (...) bir kahvede kanımı beynime sıçratan bir şey gördüm: 
Kartpostal büyüklüğünde bir Klikya haritası. Harita karalanmış ve üzerine çaprazlama kabaca ‘Hangi Ermenistan ulan, hain köpek?’ 
diye yazılmıştı. Kartın arkasını çevirip okudum. Ermenice ‘Müstakbel Klikya Ermenistan Krallığı’ yazıyordu.” (Kherdian 1986: 61) 

Baba, olayların nedenini öğrenmek için kahvede molla diye isimlendirdiği biriyle dostluk kurar, birlikte kahve içerler. Molla, söz konusu haritayı çizenlerin Türklerden öfkelenenler olduğunu belirtir ve olayları kendi perspektifinden, ‘ama Ermenileri yine de masum gösterebilecek biçimde’ anlatır: 

“Bu harita 1909 çatışmalardan kaldı. (...) Sultan Hamid 1905’te [gerçekte Abdülhamit 1909’da tahttan indirilmiştir] Jön Türklerce tahttan indirilince, hükümet, bildiğiniz gibi, Ermeni ve diğer azınlık gruplara belli özgürlükler söz verdi. Ermeniler her açıdan yanlış olan o sevinç gösterileri esnasında, dernek ve toplantılarında büyük laflar etmekten ve övünecekleri özgürlükle hava 
basmaktan başka yapacak bir şey bilemediler. 

O günlerde posta ile bu talihsiz haritaları gönderip, caddelerde ‘Küçük Ermenistan’ pankartları taşıdılar. Hatta dağlarda hazır bekleyen bir krallık 
ordusundan söz etmeye başladılar; bu blöften başka bir şey değildi. Bunun yerli halk arasında öfkeyi nasıl körüklediğini tahmin edebilirsiniz.” 
(Kherdian 1986: 61 vd.) 

Bu alıntıda, olayların her iki tarafın da yararına olmadığını, Batı basınının yaklaşımını, Ermenilerin Osmanlı İmparatorluğu’nun zor döneminde 
dostane olmayan tutumunu nesnel olarak bulabiliriz. Molla, iki tarafı da anlayabilecek bir olgunlukla Veron Dumehjian’ın babasına durumu açıklar: 

“Tehcir olayı çok üzücü, Hıristiyanlarla Müslümanlar, her zaman dost değilseler de, hep komşu oldular. 
Türklerin, Ermenileri dinî nedenlerle kovuşturdukları iddiası, Batı basınının bir uydurmasıdır. Şimdiye kadar hiçbir Ermeni Kilisesi kapatılmamıştır, fakat şimdi ne diyebiliriz ki efendi, bu yüz kızartıcı bir durum. (...) Ben problemi analiz ettim. 

Ermeniler Batıyla birlikte hareket etmeye başladılar  ülkemiz İttifak devletleriyle aynı safta savaşa girince, Ermeniler günah keçisi oldular. Ama sadece Ermeniler değil, bizler de hükümetin güttüğü siyasetin kurbanı olduk.” (Kherdian 1986: 62) 

Gerçekten de Öztuna’nın satırlarından da anlaşılacağı gibi, Adana olayları örneğinde, hükümetin uygulamalarından Türkler de zarar görmüş, bu da ağıtlara yansımıştır. Veron Dumehjian’ın anılarında da Adana olaylarında malum 
nedenlerle daha çok Türkleri cezalandıran Cemal Paşa’yı övücü sözler buluyoruz.. İstanbul’daki paşalar güya Ermenilerin yok olmasını planlamışken, “... Suriye’nin Türk kumandanı ve valisi Cemal Paşa, İstanbul’dakiler gibi gaddar değil” (Kherdian 1986: 70) imiş. 

5. SONUÇ 

Bizim, bu yazıda üç yeni varyant nedeniyle tekrar gündeme getirdiğimiz ağıt metinlerinde, tıpkı tarihi anı ve bilgilerde olduğu gibi, öncelikle valinin acımasızca (Gavurumuş gavur vali) kendi hemcinslerini astırması ve Ermenilere bu bağlamda taviz vermesi ve dolayısıyla sevinç bahşetmesi eleştirilmektedir (Kör olasıca hükümet/ Gavur keyfi yetirdiler). 

Artık vali de düşman olarak nitelenmektedir (Gavur muydun gavur düşman/ Birin astın birin asma). Burada olaylar esnasında valilik yapan değil, 
daha sonra idam cezalarını uygulatan vali (Cemal Paşa) söz konusudur. 

İsmail Görkem’in yayımladığı metinde, hem Sultan Abdül Hamid’e övgü, hem ondan sonra gelenlerin hesabi siyasetine eleştiri ve hem de bu siyasetten çıkar umanlara kargış açıkça dile gelmektedir: “Osmanlılar iki dinli (...) Bir günceğiz gördük idi/ O da Hamid’in gününden (...) Biri Yusuf biri Müftü/ Böyle Osmanlı’nın ahdı/ Yusuf’umu öldürenin/ Yıkılsın sarayı tahtı”. Ağıt metinlerinde yansıyan derin üzüntünün kaynağı, herhalde Ermenilerin kalkışmalarının farkında olduğu halde, kendi insanını gözden çıkaran ve idam hükmü veren hükümetin tutumudur. İlginçtir, idamlar Ermeni kalkışmasıyla ilgili olduğu halde, gerek eski gerekse yeni metinlerde “öteki” olması gereken Ermeni değil, “vali ve hükümet” hedef olarak belirmektedir. 
Türk insanını adeta Pir Sultan Abdal’ın diliyle “düşmanın attığı taş değil, dostun attığı gül yaralamakta”dır. Komşu oldukları Ermenilerin yaptıkları ile hükümetin tutumu, sanılabileceği gibi, paralellikten ziyade biri birine karşıtlık (kontrast) oluşturmaktadır: Ermeninin (ötekinin) yaptığı anlaşılabilir ama kendi vali ve hükümetimin (özün) yaptığı asla kabul edilemezdir. Türk halkının iki “ihanet” arasında tercih yapmak zorunluluğu varsa, kendi yönetiminin vefasızlığına tolerans göstermesi bu anlamda beklenemez. 

Ermenilere gelince, gerek Veron Dumehjian’ın satır aralarında belirttiklerine, gerekse yukarıda andığımız Alman kaynağına göre onların tutumu 
elbette yadırganmıştır. Batılılara göre, Jön Türklerin, azınlıkların özgürlük isteklerini, imparatorluk içinde eşitlik ilkesiyle tatmin edememeleri ile 
Birinci Dünya Savaşı olayları, özellikle Arap ve Ermeni azınlıkların ve Balkan yarımadasındaki milletlerin ihaneti Türklerde milli duyguları körüklemiştir. Özellikle ihanete uğramış olmak gerçeğinin muazzam pekiştirici ve kimliği tayin edici bir rol oynadığını göz ardı etmiyorlar. Türklerin karakterini ortaya koymaya çalışan araştırıcılar bu hususun altını çiziyorlar: 

“Dostluğuna çok sadık olan Türk, kendisine ihanet edenlere ya da aldatanlara karşı saplantı ölçüsünde değişmez duygular edinir. 
Yunanlılara ya da Ermenilere karşı olan düşmanca duyguları bu bir özür olmasa bile- ancak böyle açıklanabilir. Çok uzun süre saltanatın işbirliği içindeki ve sadık kulları olan Ermeniler, imparatorluğun son saati çalarken düşmanla anlaşmışlardı. Bu noktada, iyiden iyiye köşeye sıkışan Türk askeri ve önderi, acımasız olmuştur (...) Ülkesini bağnazca seven, Tanrıya bütün kalbiyle inanan, kökleri ve geçmişiyle büyük bir gurur duyan Türk insanının, azınlıklara, özellikle de Hıristiyanlara büyük bir hoşgörüyle yaklaşmış olması...” (Cagnat ve Jan 1992: 373) bilinen bir şeydir. 

NOTLAR 

* Not: David Kherdian’dan ve Fischer Weltgeschichte’den alınan pasajlar, Almanca baskılarından tarafımızdan Türkçeleştirilmiştir. 

** Derleyici Bahar Savaş, bu ağıtların Kıbrıs çıkarmasının yapıldığı 1974 yılında Petrolcü Nadim Uğurlu’nun annesinden duyup kaydettiğini belirtmektedir. 

*** Konumuzla ilgili olarak Mustafa Onar’ın Saimbeyli (Ekin Yayıncılık, 1990: 210-214) ve Mehmet Asaf’ın 1909 Adana Ermeni Olayları ve Anılarım (Türk Tarih Kurumu, 1986) adlı kitaplarına bakılmalıdır. 

KAYNAKLAR 

(Bahriye Nazırı ve 4. Ordu Kumandanı) Cemal Paşa: Hatırat, Yay. Haz. Metin Martı, Arma Yayınları: 17, Tarih-Anı: 6, 5. Baskı, İstanbul 1996. 

Başgöz, İlhan: “Tek taraflı bakan yanılır”, Radikal Gazetesi, 22 Mayıs 2005. 

http://www.radikal.com.tr/haber.php?haberno=153497 

(20.12.2008) 

Belgelerle Ermeni Sorunu, T.C. Genelkurmay Askeri Tarih ve Stratejik Etüt Başkanlığı Askeri Tarih Yayınları, Ankara 1983. 

Bozdoğan, Mehmet: “Müftüye Ağıt”. Türk Folklor Araştırmaları, Sayı: 100, Kasım 1957, s. 1600. 

Cagnat, Rene ve Michel Jan: İmparatorluklar Beşiği. SSCB, Çin ve İslam’ın Arasında Orta Asya’nın Yazgısı. Çev.: Erden Akbulut ve T. Ahmet Şensılay. Alan Yayıncılık, İstanbul 1992. 

Esen, Ahmet Şükrü: Anadolu Ağıtları (Yay. Haz.: Pertev Naili Boratav ve Remy Dor), Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, Ankara 1982. 

Fischer Weltgeschichte. Der Islam II: Die islamischen Reiche nach dem Fall von Konstantinopel, Bd. 15, hrsg. von Gustave Edmund von Grunebaum, Frankfurt a.M. 1990. 

Görkem, İsmail: “Yukarıova “Çukurova” Ağıtları Üzerine Mukayeseli Bir Araştırma” (İnceleme-Metinler), Yayınlanmamış Doktora Tezi, Fırat Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Elazığ 1990. 

Kherdian, David: Der Schatten des Halbmonds [Hilalin Gölgesi], dtv pocket, Nr. 7856, München 1986. 

Kocaman, Ahmet: “Çukurova’da Hikayeler ve Hikayeli Ağıtlar”, Mezuniyet Tezi, Atatürk Üniversitesi Kazım Karabekir Eğitim Fakültesi, Erzurum 1977, s. 21-22. (Görkem 1990’dan) 

Öztuna, Yılmaz: Büyük Türkiye Ansiklopedisi, Cilt 7, Ötüken Yayınevi, İstanbul 1978, s. 226-227. 

Ünal, Fatma: “Çukurova Aşiretlerinden Derlemeler”, Mezuniyet Tezi, Ankara Üniversitesi, Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi, Ankara 1973, s. 140


141. (Görkem 1990’dan) Yıldız, Ali: “Çerçili Köyü “Islahiye-Gaziantep” Halk Edebiyatı Ürünleri”, Mezuniyet Tezi, Fırat 
Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi, Elazığ 1979. (Görkem 1990’dan) 

http://www.millifolklor.com 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder