19 Ocak 2015 Pazartesi

Ermeni İsyanları ve Osmanlılar




Ermeni İsyanları ve Osmanlılar

Prof. Dr. Justin McCARTHY 
Tarih profesörü, Louisville Üniversitesi.

Osmanlı Vilayetleri 

Türklerle Ermeniler arasında çatışma kaçınılmaz değildi. Bu iki halkın birbiriyle dost olması gerekirdi. Birinci Dünya Savaşı başlamadan önce Ermenilerle Türkler 800 yıl birarada yaşamıştı. Anadolu ve Rumeli Ermenileri yaklaşık 400 yıldan beri Osmanlı tebasıydılar. Bu yüzyıllar içinde bazı sorunlar oldu. Bu sorunları yaratanlar esas itibariyle Osmanlı İmparatorluğu’na saldıran ve neticede onu yıkanlardı. Ermeniler Osmanlı yönetimi altında her türlü ekonomik ve sosyal kıstasa göre iyi durumda yaşadılar. Ondokuzuncu Yüzyıl sonlarına gelindiğinde Osmanlı vilayetlerinin hangisinde olurlarsa olsunlar Ermeniler Müslümanlardan daha iyi eğitimli ve daha varlıklıydı. Ermenilerin çok fazla çalışmış oldukları doğrudur, ancak, daha varlıklı olmalarının ana nedeni Avrupa’nin ve Amerika’nın etkisi ve Osmanlıların gösterdiği hoşgörüydü. Avrupalı tüccarlar Osmanlı Hıristiyanlarını mümessilleri olarak kullandılar. Avrupalı tüccarlar onlara işlerini verdi. Avrupa ülkelerinin konsolosları onların lehine müdahalelerde bulundu. Ermeniler Amerikalı misyonerlerin Türkler yerine kendilerine verdiği eğitimden yararlandılar.

Bir grup olarak Ermenilerin hayatları iyileşirken Müslümanlar modern çağ tarihinin en büyük açılarından birini yaşadılar: Ondokuzuncu Yüzyılda ve Yirminci Yüzyıl başlarında Boşnaklar Sırp katliamına maruz kaldı; Çerkesler, Abazalar ve Lazlar Ruslarca öldürüldüler ve yurtlarından sürüldüler; ve Türkler Ruslar, Bulgarlar, Yunanlılar ve Sırplar tarafından öldürüldüler ve yurtlarından çıkarıldılar. Yine de, Müslümanların çektiği bütün bu açıların ortasında Osmanlı Ermenilerinin siyasal konumu sürekli iyileşmeye devam etti. Önce Hıristiyanlar ve Yahudiler için eşit haklar yasayla teminat altına alındı. Eşit haklar giderek bir gerçek olarak hayata da geçirildi. Hıristiyanlar devlette yüksek kademelerde görev aldılar. Aralarından büyükelçiler, hazine yetkilileri, hatta dışişleri bakanları çıktı. Aslında güçlü Avrupa devletleri onların lehine müdahalelerde bulundukları için birçok yönden Hıristiyanlar Müslümanlardan daha geniş haklara sahip oldu. Avrupalılar Hıristiyanlar için özel muamele istediler ve istediklerini aldılar. Müslümanların ise bu gibi avantajları yoktu. 

İşte Ermeniler Osmanlı İmparatorluğu’na böyle bir ortamda isyan ettiler: yüzyıllarca süren bir barış, ekonomik üstünlük ve sürekli iyiye giden bir siyasal konum. Böyle bir ortamın isyan nedeni olması beklenemez. Yine de, Ondokuzuncu Yüzyıl sonu iki taraf için de felaketle sonuçlanacak olan bir Ermeni isyanının başlangıcı gördü. Ermenilerle Türklerin arasını ne açmıştı?

Rus yayılması

Ruslar 

Bunun nedeni herşeyden önce Ruslardı. Hıristiyanların ve Müslümanların nisbi bir barış içinde yaşayageldiği bölgeler Rusların Kafkasyali Müslümanların topraklarını istila etmesiyle parçalandı. Ermenilerin çoğu muhtemelen tarafsız kaldı, ancak, kayda değer sayıda Ermeni de Rusların yanında yer aldı. Ermeniler casusluk yaptılar hatta Ruslara silahlı askerlerden oluşan birlikler verdiler. Ermenilerin bundan sağladıkları önemli çıkarlar vardı: Ruslar 1828 yılında günümüzde Ermenistan Cumhuriyeti’nin başkenti olan Erivan ilini aldı, Türkleri oradan çıkardı ve Türk topraklarını vergi bile almadan Ermenilere verdi. Ruslar biliyorlardı ki Türkler orada kalsalardı daima topraklarını fethedenlere karşı düşmanlık besleyeceklerdi. O yüzden Türkleri oradan çıkarıp yerine dost bir halkı yanı Ermenileri yerleştirdiler.

Müslümanların zorunlu sürgüne tabi tutulmaları Birinci Dünya Savaşı’nin ilk günlerine kadar devam etti: 300,000 Kırım Tatarı, 1,200,000 Çerkes ve Abaza, 40,000 Laz ve 70,000 Türk. Ruslar 1877-78 savaşı sırasında Anadolu’yu istila ettiler ve bir kez daha Ermenilerin birçoğu Rusların tarafını tutup onlara rehberlik ve casusluk yaptı. Ermeniler işgal edilmiş topraklarda “polis gücü” görevini üstlendiler ve Türk halka eziyet ettiler. 1878 barış antlaşması sonucunda Kuzeydoğu Anadolu’nun büyük bir kısmı Osmanlılara geri verildi. Ruslara yardım etmiş olan Ermeniler kendilerinden intikam alınacağından korkarak kaçtılar. Halbuki Türkler hiç de intikam almak yoluna gitmedi. 

Hem Müslümanlar hem de Ermeniler Rus istilaları sırasındaki olayları unutmamışlardı. Ermeniler Ruslar kazanırsa daha kolay zenginleşeceklerini gördüler. Bedava toprak edinme umudu –bu toprak Müslümanlardan çalınmış olsa bile—Ermeni çiftçileri harekete geçiren güçlü bir dürtüydü. Ayaklanan Osmanlı Ermenileri Rusya’nin şahsında kendilerine güçlü bir hami bulmuşlardı. Rusya ayrıca isyancıların ayaklanmayı örgütlemelerini ve Osmanlı imparatorluğuna gizlice insan ve silah sokmalarını sağlayan bir üs durumundaydı. Müslümanlar biliyorlardı ki eğer Ruslar Ermenilerin koruyucu meleği ise Müslümanların da iblisiydi. Ne zaman Ruslar zafer kazansa topraklarını ve canlarını kaybettiklerini görmüşlerdi. Ruslar yeniden gelecek olurlarsa neler olacağını biliyorlardı. Ermenilerin Rusların safında olduğunu da görebiliyorlardı. Böylece 800 yıllık barış içinde birlikte yaşamın sonu geldi. 

Ermeni İhtilalciler

Rus Ermenileri milliyetçi ideolojilerini Doğu Anadolu’ya getirinceye dek Ermeni isyanı Osmanlı Devleti için gerçek bir tehlike teşkil etmemişti. Başka partiler var olsa da Ermeni isyanına iki parti önderlik etti. Bunların birincisi olan Hıncak İhtilalcı Partisi –ki kendilerine Hıncaklar denir— Rusya’dan gelen Ermeniler tarafından 1877’de İsviçre’nin Cenevre kentinde kuruldu. Bu partilerin ikincisi olan Ermeni İhtilalcı Federasyonu –yanı Taşnaklar—1890’da Rus İmparatorluğunun Tiflis kentinde kuruldu. İki parti de Marksistti. İkisi de şiddete dayanan yöntemler kullanıyordu. Hıncak ve Taşnak parti bildirgelerinde Osmanlı İmparatorluğuna karşı silahlı ihtilal çağrısı yer almıştı. Hem Osmanlı yetkililerinin hem de bu iki partiye karşı çıkan Ermenilerin öldürülmesi dahil terörizm bu partilerin temel amaçlarından biriydi. Marksist olsalar da her iki grup da milliyetçiliği ihtilal felsefelerinin en önemli kısmı haline getirmişti. Bu bakımdan Bulgaristan, Makedonya ve Yunanistan’daki milliyetçi ihtilalcilere çok benziyorlardı. 

Nüfus 

Öte yandan Yunanlı ve Bulgar ihtilalcilerin aksine nüfus yapısı Ermeniler için sorundu. Yunanistan’da nüfusun çoğunluğu Yunanlı Bulgaristan’da ise Bulgardı. Ermenilerin üzerinde hak iddia ettikleri topraklarda ise Ermeniler oldukça küçük bir azınlıktı. “Osmanlı Ermenistan’i” olarak adlandırılan “Altı Vilayet” in (Sıvas, Mamüretülaziz, Diyarbakır, Bitlis, Van ve Erzurum) nüfusunun sadece yüzde 17’si Ermenilerden oluşuyordu. Bu bölgede nüfusun yüzde 78’i Müslümandı. Bu durum Ermeni ihtilalciler açısından önemli sonuçlar doğuracaktı çünkü ihtilalcilerin istediği “Ermenistan” in yaratılabilmesi için tek yol orada yaşayan Müslümanların bölgeden çıkarılmasıydı. 

Bu ihtilalcilerin niyetlerinden şüphesi olanların onların yaptıklarına bakması yeterli olur: Bir Van valisinin öldürülmesi, ikinci bir Van valisini öldürmeye teşebbüs, polis şeflerinin ve başka görevlilerin öldürülmesi, Padişah İkinci Abdülhamid’i öldürmeye teşebbüs. Bu kişiler Osmanlı Devleti ile savaşmakta olan radikal milliyetçilerdi. 

Kaçakçılık yolları 

Esas itibariyle 1890’lardan itibaren Ermeni asıllı Rus ihtilalciler Osmanlı İmparatorluğu’na sızmaya başladılar. Haritada görülen yolları izleyerek Van, Erzurum ve Bitlis vilayetlerinin iyi korunamayan sınırlarından içeri kaçak olarak tüfek, mermi, dinamit ve savaşçi sökülüyordu. Osmanlıların durumu bu ihtilalcilerle savaşmaya pek uygun değildi. Bunun nedeni mali sorunlardı. Osmanlılar hala Rusya’yla yapılan 1877-78 savaşının yolaçtığı müthiş kayıplardan dolayı sıkıntı içindeydi. Kapitülasyonlar, borçlar ve av peşindeki Avrupalı bankacılar yüzünden hala sıkıntı çekiyorlardı. Ayrıca, kabul etmek gerekir ki Osmanlılar ekonomi yönetimini iyi bilmiyorlardı. Bunun sonucunda, bu ihtilalcilerle savaşmak ve Kürt aşiretlerini dizginlemek için gerekli yeni polis ve askeri birlikleri destekleyecek para yoktu. Doğu’daki asker ve jandarma sayısı hiçbir zaman yeterli olmamıştı ve bu insanlar çoğu kez maaşlarını aylarca alamamaktaydı. Bu kadar az para ile asileri yenmek imkansızdı.

En başarılı ihtilalciler kesinlikle Taşnaklardı. Rusya’dan gelen Taşnaklar isyancılara liderlik ediyordu. Ayaklanmayı örgütleyen ve Anadolu Ermenilerini isyancı askerlere dönüştüren “infazcı” onlardı. Bu kolay bir iş değildi çünkü başlangıçta Osmanlı Ermenilerinin büyük kısmının isyan etmek gibi bir isteği yoktu. Barışı ve güvenliği yeğliyorlar ve dinsiz sosyalist ihtilalcileri onaylamıyorlardı. Ayrılıkçılık ve hatta üstünlük duygusu ihtilalcilere bir miktar yardımcı olduysa da Osmanlı’nin doğusundaki Ermenileri asilere dönüştüren başlıca silah terörizm oldu. Ermenileri kendi devletlerine karşı birleştiren ana neden korkuydu.

Ermenileri isyancıya dönüştürebilmek için önce bu insanların geleneksel olarak kendi kiliselerine ve kendi cemaat liderlerine karşı duydukları bağlılığın yokedilmesi gerekiyordu. İsyancılar Ermenilerin en büyük sevgi ve saygıyı ihtilale karşı değil kiliseye karşı duyduklarını gördüler. Bu yüzden Taşnak Partisi kiliseyi etkin bir biçimde kendi kontrolü almaya azmetti. Ancak din adamlarının büyük kısmı dinsiz Taşnaklara destek vermiyordu. Kilise ancak şiddet kullanarak ele geçirilebilirdi.

Taşnaklara karşı çıkan kilise görevlilerine ne oldu? Köylerde ve kentlerde rahipler öldürüldü. Suçları neydi? Suçları Osmanlı devletinin sadık tebaası olmalarıydı. Van Ermeni Piskoposu Bogos noel arifesinde kendi katedralinde öldürüldü. Suçu sadık bir Osmanlı vatandaşı olmaktı. Taşnaklar İstanbul’daki Ermeni Patriği Malakya Ormanyan’i da öldürmeye teşebbüs ettiler. Suçu ihtilalcilere karşı olmaktı. Osmanlıda Doğu Ermenilerinin dini merkezi olarak büyük önem taşıyan Van’daki Akdamar Kilisesi’nden sorumlu rahip Arsen Van’daki Taşnakların liderlerinden İskan tarafından öldürüldü. Suçu Taşnaklara karşı çıkmaktı. Ancak önün öldürülmesi için ikinci bir neden daha vardı: Taşnaklar merkezi Akdamar’da olan Ermeni eğitim sistemine hakim olmak istiyorlardı. Peder Arsen öldürüldükten sonra Taşnaklardan biri olan Aram Manukyan (ki kendisinin bilinen herhangi bir dini inancı yoktu) Ermeni okullarının başına getirildi. Manukyan dini eğitimi “kapattı” ve ihtilalcı eğitimi başlattı. Sözde “dın öğretmenleri” Van vilayetine yayılarak din yerine İhtilalcılık dersleri verdiler. 

İsyancıların sadakatı sadece ihtilallerineydi. Kendi kiliseleri bile onların saldırılarından kurtulamıyordu. 

İsyancıların gücünü en fazla tehdit eden diğer bir grup da Ermeni tacir sınıfiydi. Bir grup olarak hükümetten yana idiler. İş yapabilmek için barış ve düzen istiyorlardı. Onlar eskiden beri Ermeni toplumunun laik önderleriydi; ama isyancılar kendileri Ermeni toplumun lideri olmak istiyorlardı ve bu durumda tacirlerin susturulması gerekmekteydi. Açıktan açığa ve kuvvetle hükümeti destekleyenler, örneğin Van belediye başkanı Bedros Kapamacıyan ve Gevaş kaymakamı Armarak, suikaste kurban gittiler. Ayrıca pek çok Ermeni polis memuru, en aşağı bir Ermeni polis şefi ve hükümetin Ermeni danışmanları öldürüldüler. Ermeniler için hükümetten yana olmak büyük cesaret gerektiriyordu. 

Taşnaklar tacirleri para kaynağı olarak gördüler. Tacirler ihtilal için asla kendi istekleriyle bağış yapmazlardı. Bunu yapmaya zorlanmaları gerekiyordu. Tacirlerden haraç alınmasına ilişkin bilinen ilk olay 1895’te yani Taşnak Partisi’nin Osmanlı topraklarında faaliyete geçmesinden hemen sonra Erzurum’da meydana geldi. Bu kampanya 1901’de tam olarak başlatıldı. O yıl tehdit ve suikastler yoluyla para toplamak Taşnak Partisi’nin resmi politikası haline geldi. Bu kampanya sadece Osmanlı İmporatorluğunda değil Rusya ve Balkanlarda da yürütüldü. İshak Zamharyan adlı tanınmış bir Ermeni tacir ödeme yapmayı reddetti ve Taşnakları polise ihbar etti. Zamharyan bir Ermeni kilisesinin avlusunda katledildi. Para ödemeyen başkaları da öldürüldü. Bunun üzerine geriye kalan tacirler istenen parayı ödedi. 

1902-1904 dönemindeki bu “ana” haraç alma kampanyası sırasında bugünün parasıyla sekiz milyon dolardan fazla eden bir miktar toplandı. Bu rakam sadece kısa bir sürede merkezi Taşnak komitesi tarafından ve hemen hemen sadece Osmanlı İmparatorluğu dışındaki Ermenilerden toplanan haracı gösteriyor. 1895-1914 döneminde Osmanlı İmparatorluğu’nun çeşitli bölgelerinden toplanan haraçlar bu rakama dahil değildir. Kısa sürede tacirler vergilerini hükümet yerine ihtilalcilere öder hale geldiler. Van’daki hükümet görevlileri tacirlerden vergi istediğinde tacirler vergilerini ödemiş olduklarını ancak ödemeyi ihtilalcilere yaptıklarını arzettiler. Ancak hükümet kendilerini ihtilalcilerden koruyacak olursa ödemeyi hükümete yapacaklarını söylediler. Doğu Anadolunun her yerinde, İzmir’de ve Kılıkya’da (Adana bölgesi) da durum aynıydı. 

Sıradan Ermeniler de haraç isteyen isyancılardan kurtulamadı. Bu insanlar isyancılara yiyecek ve yatacak yer vermeye zorlandı.İngiliz Konsolosu Eliot raporunda şunları bildirdi: “Onlar [Taşnaklar] Hıristiyan köylerine yerleşiyorlar, bulunabilecek en iyi şeyleri yiyorlar, kendi fonları için zorla katkı topluyorlar ve genç kadınlar ve kızları kendi isteklerine boyun eğmek zorunda bırakıyorlar. Onların hoşnutsuzluğunu üzerlerine çekenler soğukkanlılıkla katlediliyor.” 

Köylüler için en masraflı olan ise almak zorunda bırakıldıkları ateşli silahlardı. Köylüler isteseler de istemeseler de isyancı “askerlere” dönüştürüldüler. Eğer Türklerle savaşacak iseler onlara silah gerekecekti. İhtilalciler Rusya’dan kaçak olarak silah getiriyor ve Ermeni köylüleri bu silahları satın almaya zorluyorlardı. İngiliz Konsolos Seele’in bildirdiği gibi köylüleri zorlamak için çok etkili yöntemler kullanılıyordu: “Bir köye gelen bir ajan köylülerden birine Mauser marka bir silah satın alması gerektiğini bildirdi. Yoksul koylu hiç parası olmadığını söyledi. Ajan şu karşılığı verdi: ‘O zaman öküzlerini satman lazım.’ Zavalli koylu ekim zamanının yakın olduğunu anlatmaya çalışarak Mauser’le nasıl tarlalarımı ekebilirim ki diye sordu. Ajan buna cevap olarak silahıyla adamın öküzlerini oldurdu ve oradan ayrıldı.” 

İsyancılar köylüleri silah almaya sadece örgütlenme amacıyla zorlamıyorlardı. Köylülerden silahın normal fiyatının iki katı alınıyordu. Beş paund değerindeki bir tüfek ön paunda satılıyordu. Hem isyancıların örgütü hem de isyancıların kendileri bu satışlardan çok kazançlı çıktı. 

En fazla zarar gören ise köylüler oldu. İhtilalcilerin en temel politikası Ermenilerin yaşamlarının büyük bir duyarsızlıkla sömürülmesiydi: İsyancılar Kürt aşiretlerinin masum Ermeni köylülerinden intikam alacaklarını bildikleri halde Kürt aşiretleri ve köylerine saldırdılar ve daha sonra kaçarak Ermeni soydaşlarını ölüme terkettiler. 

Avrupalılar bile Ermenilerin dostu oldukları halde Doğu Anadolu’nın üzerine çöken lanetin nedeninin isyancılar olduğunu görebiliyorlardı. Konsolos Steele 1911’de şunları yazdı: 

“Ülkenin ziyaret ettiğim yerlerinde gördüklerim yüzünden Ermenilerin ve genelde Türkiye’nin bu bölgesinin esenliğine Taşnak Komitesi’nin çok zararlı bir etki yaptığına eskisinden de daha fazla emin öldüm. Şu gerçeği gözden kaçırmak mümkün değil: Ermeni siyasal örgütlerinin bulunmadığı ya da bu örgütlerin yeterince gelişmemiş olduğu her yerde Ermeniler Türkler ve Kürtlerle nisbi bir barış içerisinde yaşıyorlar.” 

Sözkonusu İngiliz Doğu’daki karışıklığın nedeninin Ermeni ihtilalciler olduğunu görmüştü ve bu doğru bir tespitti. Taşnaklar olmasaydı Türkler ve Ermeniler barış içinde birarada yaşayacaklardı. Osmanlı Hükümeti bunu biliyordu. O halde hükümet neden isyancıların bu kadar ileri gitmesine katlandı? Hükümet neden isyancıları ezip ortadan kaldırmadı? 

Osmanlının isyancılara etkili bir şekilde karşı koymamış olmasını anlamak gerçekten kolay değil. Düşünün ki bir ülkede çoğu yabancı bir ülkeden gelmiş radikal ihtilalciler bir isyan örgütlüyorlar. Yabancı ülkeden bu ülkeye gizlice savaşçi ve silah sokuyor ve hükümete ve halka karşı saldırılara öncülük ediyorlar. Bu radikal görüşlü insanlar halkın çoğunlunun iktidardan uzak tutulacağı bir devlet kurmak istediklerini açıklıyorlar. Kendi davalarını desteklemeye zorlamak için kendi soydaşlarına karşı teröre başvuruyorlar. Bunun için kendi soydaşlarının bir kısmını katlediyorlar. Hükümet görevlilerini öldürüyorlar. Misillemelerin yabancı ülkelerin istilasına yolaçağı umuduyla kasten çoğunluktaki grubun üyelerini öldürüyorlar. İsyana hazırlık olarak binlerce silah depoluyorlar. İsyan ediyorlar, yenilgiye uğruyorlar, sonra tekrar tekrar yeni ayaklanmalar düzenliyorlar. İsyancıların faaliyetlerinden en fazlan çıkar sağlayan Rusya yanı isyancıların geldikleri yer, ana üslerinin bulunduğu ülke oluyor. 

Hangi hükümet buna katlanır? Bu gibi isyancıları hapse atmayan ve muhtemelen aşmayan bir ülke olmuş müdür? Bu gibi isyancıların açıktan açığa faaliyetlerini sürdürmelerine izim veren bir ülke bulunabilir mi? Evet. O ülke Osmanlı İmparatorluğu’dür. Osmanlı İmparatorluğu’nda Ermeni isyancılar açıktan açığa faaliyette bulundular, binlerce silah depoladılar, hem Müslümanları hem de Ermenileri katlettiler, valileri ve başka görevlileri öldürdüler, ve yeniden ve yeniden ayaklandılar. Onların faaliyetlerinden gerçekten çıkar sağlayan sadece Rusya idi. Yani içerisinde örgütlendikleri ve liderlerinin geldiği yer. 

Bu nasıl olabildi? Osmanlılar korkak değildiler. Aptal da değildiler. İsyancıların ve yaptığını biliyorlardı. Osmanlılar Ermeni ihtilalcilere katlandılar çünkü başka çareleri yoktu. 

Unutmamak gerekir ki Osmanlı İmparatorlunun varlığı tehlikedeydi. Sırbistan, Boşna, Yunanistan ve Bulgaristan Avrupa’nin müdahalesi yüzünden zaten kaybedilmişti. Avrupalılar 1978’de Osmanlı İmparatorluğunu neredeyse parçalamışlardı ve 1890larda da bunu gerçekleştirmeyi tasarlamışlardı. Onları durduran tek şey Rusya’nin çok fazla güçleneceği korkusuydu. İngiltere ve Fransa’daki kamuoyu bu durumu kolayca değiştirebilirdi. Aslında Ermeni ihtilalcilerin istediği tam da buydu. Onlar Osmanlıların Ermeni isyancıları hapse atmasını ve idam etmesini istiyorlardı. Avrupa gazeteleri bunu Osmanlı hükümetinin masum Ermenilere yaptığı zulüm olarak yansıtacaktı. Ermeni ihtilalciler Osmanlı hükümetinin ihtilalcı Ermeni partilerine karşı dava açmasını istiyorlardı. Avrupa gazeteleri bunu Ermenilere siyasal özgürlük tanınmadığı şeklinde yansıtacaklardı. Ermeni ihtilalciler Ermeni kışkırtmalarına ve saldırılarına tepki olarak Müslümanların Ermenileri öldürmesini istiyorlardı. Avrupa gazeleri sadece Ermenilerin öldürüldüğünü haber yapacak öldürülen Müslümanlardan ise hiç söz edilmeyecekti. Kamuoyu baskısı İngilizlerle Fransızları Ruslarla işbirliği yapıp Osmanlı İmparatorluğunu parçalara ayırmaya mecbur edecekti.

Avrupa’daki birçok siyaset adamı –ki Gladstone bunlardan biriydi—tıpkı başın ve kamuoyu gibi Türklere karşı önyargılıydı. Onlar sadece Osmanlı İmparatorluğu’nu ortadan kaldırmak için uygun bir fırsat bekliyorlardı. 

Sonuçta Osmanlıların isyancıları gereken şekilde cezalandırması neredeyse imkansız hale geldi. Avrupalılar Osmanlıların Ermeni ihtilalcilerinin faaliyetlerini kabul etmesini istediler. Ama bu faaliyetler Avrupalıların kendi ülkelerinde olmasına asla katlanamayacakları türdendi. Taşnaklar Osmanlı Bankası’nı işgal ettikleri zaman Avrupalılar onların serbest bırakılmasını sağladı. Avrupa ülkelerinin büyükelçileri Osmanlıları Zeytun’daki isyancıları affetmeye mecbur etti. Sultan İkinci Abdülhamid’i öldürmeye teşebbüs edenler için af çıkarılmasını onlar sağladı. Rus konsolosu Rus vatandaşı oldukları için Taşnak isyancıların Osmanlü mahkemelerinde yargılanmasına izin vermedi. Osmanlıların yargılanıp hüküm giymelerini sağladığı birçok isyancı daha sonra serbest bırakıldı çünkü Avrupalılar bu isyancı ve katillerin affedilmesini istediler ve padişahı tehdit etme anlamına gelecek sözlerle bu isteklerini kabul ettirdiler. Hatta Rusya’nin Van konsolosu açıktan açığa Ermeni isyancıları eğiterek silah kullanımını onlara bizzat öğretti. Osmanlıların tek yapabildiği mümkün olduğu kadar olan bitenin duyulmamasını sağlamaya çalışmaktı. Bu, isyancıların hakettikleri şekilde cezalandırılmaması anlamına geliyordu. İnsan Osmanlılara karşı bu konuda ancak acıma hissi duyabilir. Eğer gereken şekilde hükümet edecek olurlarsa sonucun Osmanlı devletinin ölümü olacağını biliyorlardı. 

Birinci Dünya Savaşı 

Osmanlıların Birinci Dünya Savaşı sırasında Doğu’da uğradığı kayıplar iki etkenden kaynaklandı. Bunların ilki Enver Pasa’nin felaketle sonuçlanan Sarıkamış taarruzuydu. Enver’in Aralık 1914’teki Rusya taarruzu her bakımdan felaket oldu. Rusya’ya saldıran 95,000 Türk askerinden 75,000’i oldu. İkinci etken ise Ermeni İsyanı idi ki burada bizi ilgilendiren bu etkendir.

Askerlikten kaçma bölgesi

Birinci Dünya Savaşı tehlikesi karşısında Osmanlı Ordusu seferberlik durumuna geçerken Ermenilerin kendi ülkelerine hizmet etmeleri gerekirdi. Bunun yerine Rusların tarafını tuttular. Osmanlı Ordusunun bildirdiğine göre: “Askerlik yapma mecburiyeti olan Ermenilerden Hopa-Erzurum-Hınıs-Van hattinin doğusundaki kent ve köylerde yaşayanlar askere yazılma çağrısına cevap vermeyip Rusya’daki örgüte katılmak üzere Doğu sınırına gitmiştir.” Bunun etkileri açıktır: Eğer “askerlikten kaçma bölgesi”ndeki genç Ermeni erkekleri orduda görev yapsalardı orduya 50,000’den fazla asker katılmış olacaktı. Eğer askerlik görevini yapsalardı belki de Sarıkamış yenilgisi yaşanmayacaktı. 

Asker kaçağı olanlar sadece Hopa’dan Erzurum, Hınıs ve Van’a uzanan bölgedeki Ermeniler değildi. Ne Zeytun’daki ve Kılıkya’nin başka kesimlerindeki isyancılar ne de çeteler kurmuş olan onbinlerce Sivasli Ermeni askerlik görevini yerine getirdi. Bazı Ermeniler de Yunan adalarına, Mısır’a ya da Kıbrıs’a kaçarak askere yazılmamış oldu. Daha doğrusu bu Ermeni gençlerinin büyük bir kısmı asker olarak görev yaptı ama katıldıkları ordular Osmanlı devletinin düşmanlarının ordularıydı. Onlar kendi vatanlarını korumadılar. Aksine, kendi vatanlarına saldırdılar. 

Doğu Anadolu’da Ermeniler kendi hükümetlerine karşı gerilla savaşı yapmak üzere çeteler kurdular. Bazı Ermeniler ise kaçtılar ama Rus ordusuyla geri döndüler. Rus işgal güçlerine rehberlik yaptılar ve Rus ordusunun öncü birliklerini oluşturdular. Osmanlıların savaştaki çabalarına ve Doğu Anadolu Müslümanlarının hayatlarına yönelik en büyük tehdidi ise geride, yanı yerlerinde kalan Ermeniler oluşturdu.

Ermeni milliyetçiler çoğu kez şu iddiayı ileri sürmüşlerdir: Osmanlıların tehcir emri vermelerine sebep Ermeni isyanı değildi. Kanıt olarak da tehcir emrinin Mayıs 1915’te yanı aşağı yukarı Van’in Ermenilerce ele geçirildiği tarihte yayınlanmış olduğunu hatırlatırlar. Bu iddianın ardındaki mantığa göre Osmanlılar tehciri o tarihten bir süre önce tasarlamış olmalıydılar; dolayısıyla isyan tehcirin nedeni olamazdı. Osmanlıların tehcir olasılığını düşünmeye Mayıs 1915’ten birkaç ay önce başlamış oldukları doğrudur. Mayıs 1915’in Ermeni isyanının başlangıcı olduğu ise doğru değildir. İsyan bundan çok önce başlamıştı. 

Avrupalı gözlemciler savaş çıkarsa Ermenilerin Rusya’nin safında yer alacağını 1914’ten çok önce biliyorlardı. Daha 1908’de İngiliz Konsolosu Dickson şunları bildirmişti: 

“Van’daki ve Salmas’daki [İran] Ermeni ihtilalcilere Tiflis’teki komiteleri tarafından savaş çıkması halinde Türkiye’ye karşı Rusya’nın yanında yer almaları bildirildi. Rusların yardımı olmadan sınır bölgesindeki Türklere ve onların iletişim hatlarına tacizde bulunmak üzere 3,500 silahlı keskin nişancı seferber edebilirler.”

İngiliz diplomatik kaynaklarının bildirmiş olduğuna göre savaşa hazırlık yapan Ermeni ihtilalcı grupları 1913’te toplantılar ve Osmanlılara karşı sürdürdükleri faaliyetler arasında eşgüdüm sağlamayı kararlaştırdılar. İngilizler raporlarında bu ittifakın “Rus makamlarıyla” yapılan toplantıların sonucu olduğunu bildirdiler. Taşnak lider (ve Osmanlı Parlamentosu üyesi) Vramyan Tiflis’e giderek Rus makamlarıyla görüşmüştü. İngilizler aynı zamanda şu gelişmeyi rapor ettiler:”[Ermeniler] bir zamanlar vermiş olabilecekleri sadakat görüntüsünü tümüyle bir kenara atmış bulunmaktadır. Rusların Ermeni Vilayetleri’n Rus işgal etmesi olasılığından çok memnun olduklarını açıkça belli ediyorlar.”

Taşnak liderleri bile Taşnakların Rusların müttefiki olduğunu açıkça kabul ediyorlardı. Hovhannes Katcaznuni, yanı Ermenistan Cumhuriyeti’nin kendisi de Taşnak olan cumhurbaşkanı, savaşın başındaki planlarının Rusya ile ittifak olduğunu söylemiştir.1910’dan beri ihtilalciler Doğu Anadolu’nin her yerinde broşürler dağıttılar. Birbirinin aynı olan bu broşürlerde Ermeni köylerinin nasıl bölgesel komutanlıklar meydana getirmek üzere örgütlenecekleri ve Müslümanların köylerine nasıl saldırılacağı anlatılıyor ve gerilla savaşının incelikleri hakkında bilgi veriliyordu.

Savaştan önce Osmanlı ordusunun istihbarat birimleri Taşnakların planları hakkında raporlar gönderdiler: Taşnaklar bir yandan Osmanlı devletine bağlı olduklarını ilan ederken bir yandan da kendilerini destekleyenlerin silahlandırılması işine hız vereceklerdi. Savaş ilan edilirse Ermeni askerler Osmanlı ordusundan firar edip silahlarıyla birlikte Rus ordusuna katılacaklardı. Eğer Osmalılar Ruslara galip gelmeye başlarsa Ermeniler hiç birşey yapmayacaklardı. Ama bunun aksi olur da Osmanlılar geri çekilmeye başlarlarsa Ermeniler silahlı gerilla çeteleri oluşturup plana göre saldırılarda bulunacaklardı. Osmanlı istihbaratı yanılmamıştı. Çünkü bütün bunlar aynen oldu. 

Savaş

Ruslar Osmanlı Ermenilerini silahlandırmak için Taşnaklara 2.4 milyon ruble verdiler. Onlar da Eylül 1914’te Kafkasya ve İran’daki Ermenilere silah dağıtmaya başladılar. Sözü geçen ay içerisinde yanı Tehcir emrinin verilmesinden yedi ay önce Ermenilerin Osmanlı askerlerine ve sivil yetkililerine saldırıları başladı. Osmanlı ordusundan firar edenler önce yetkililerin “eşkıya çeteleri” dedikleri çeteleri kurdular. Askere alma işlemlerini yürüten subaylara, vergi tahsildarlarına, jandarma karakollarına ve yollardaki Müslümanlara saldırdılar. Aralık ayı geldiğinde Van vilayetinde genel bir isyan patlak verdi. Karayolları ve telgraf telleri kesildi, jandarma karakolları saldırıya uğradı ve Müslüman köyleri yakılarak köylüler öldürüldü. İsyan kısa zamanda genişledi. Aralık ayı sona ermeden Kotun Geçidi yakınında (ki Osmanlıların İran yonundan gelecek olan Rus istilasına karşı ülkeyi savunmak için bu geçidi ellerinde tutmaları gerekiyordu) kalabalık bir Ermeni muharip grubu Osmanlı ordusunun birliklerini yenilgiye uğratarak 400 Osmanlı askerini oldurdu ve orduyu Saray’a çekilmek zorunda bırakti. Saldırılar sadece Van’da olmuyordu: Erzurum Valisi Tahsin gönderdiği telgrafta vilayette patlak veren Ermeni saldırılarını püskürtemediğini bildirerek cepheden buraya takviye birlikler gönderilmesini istedi.

Şubat ayı geldiğinde Doğu’nun her yerinden saldırı haberleri gelmeye başlamıştı. Muş yakınında iki saat süren bir meydan savaşı oldu. Abaak’taki savaş ise sekiz saat sürdü. Timar yakınında 1,000 Ermeni bir saldırı düzenledi. Ermeni çeteler Sıvas, Erzurum, Adana, Diyarbakır, Bitlis ve Van vilayetlerinde baskınlar düzenlediler. Hem cepheyi geriye hem de doğudaki Osmanlı kentlerini ülkenin batısındaki kentlere bağlayan telgraf hatları tekrar tekrar kesildi, tamir edildi ve yeniden kesildi. Sadece ordunun ikmal katarları değil yaralı Osmanlı askerlerinden oluşan gruplar da saldırıya uğradı. Telgraf hatlarını onarmak ya da ikmal katarlarını korumak için gönderilen jandarma birliklerinin kendileri saldırıya uğradılar. Sorunun vahametini anlatabilmek için söyle bir örnek verilebilir: Nisan ayı ortalarında bir jandarma tümenine Çatak’ta patlak veren büyük çaptaki bir ayaklanmayı baştırmak için Hakkari’den Çatak’a gitmesi emredildi ancak tümen Ermeni savunma hatlarını savaşarak yarıp geçemediği için Çatak’a ulaşamadı. Bu yüzden Osmanlılar bir kısım askeri cepheden çekip Çatak’a göndermek zorunda kaldılar. 

Ermeniler önceden ıtınayla hazırlıklar yaptıktan sonra Van kentinde ayaklandılar. Birçoğu askeri üniforma giyen iyice silahlanmış Ermeni askerinden oluşan birlikler kenti ele geçirdiler ve Osmanlı kuvvetlerini kendin kalesine sıkıştırdılar. İsyancılar kentteki binaların çoğunluğunu ateşe verdi. Bazı binalar ise Osmanlı askerleri kaledeki iki havan topuyla ateş açtıkları için tahrip oldu. Erzurum ve İran cephesinden Van’a bir kısım Osmanlı askeri gönderildiyse de bu birlikler kenti kurtaramadılar. Ruslar ve Ermeniler kuzeyden ve güneybatıdan ilerlemekteydiler. 17 Mayıs günü Osmanlılar kaleyi boşalttı. Osmanlı askerleri ve siviller savaşarak Van Gölü’nin çevresini dolaşıp güneybatıya yöneldiler. Bir kısmı Van Gölü’nu teknelerle geçmeyi denedi ancak bunların yarıdan fazlası kıyıdaki isyancıların açtığı ateş ya da teklerinin karaya oturması sonucunda hayatlarını kaybettiler. Vanlı Müslümanların bir kısmı en azından bir süre daha hayatta kalmayı başarabildi. Amerikalı misyonerler bunların bakımını üstlenmişti. Kaçmayanların büyük kısmı öldürüldü. Köylüler ya evlerinde öldürüldüler ya da gittikleri çevre alanlardan toplanarak Zeve’deki büyük katliama gönderildiler.

Bu olayların sonucunda Müslümanların ve Ermenilerin çektikleri açılar malumdur Bü, halklar arasındaki kanlı bir savaşın hikayesidir ve bu savaş sırasında ilgili tarafların hepsi büyük kayıplar vermiştir. Osmanlılar Doğu’nun büyük bir bölümünü geri aldıklarında Ermeni halk Rusya’ya kaçtı. Orada açlık ve hastalıklar yüzünden öldüler. Ruslar Van ve Bitlis vilayetlerini geri aldıkları zaman Ermenilerin buraya dönmesine izin vermediler. Onları Kuzey’de açlığa terkettiler. Ruslar bu toprakları kendileri için istiyorlardı. Ayrıca şu çok iyi bilinmektedir: Osmanlı topraklarında kalmayı seçen Ermeniler, yanı Erzurum vilayetindekiler, savaşın sonunda büyük sayıda Müslümanı topluca öldürdüler.

Burada benim amacım tarihin bu dönemini yeniden anlatmak değildir. Göstermek istediğim –eğer daha fazla kanıt gerekiyorsa—Osmanlıların Ermenileri düşman olarak görmekte haklı olduklarıdir. Verdiğim haritada Ermeni isyancılarının gerçekte Rusya’nın ajanları olduğunun kanıtları bulunmaktadır. 

Osmanlı İmparatorluğu’nun doğu bölgesindeki Ermeniler tam tamına Rusya için en büyük önem taşıyan yerlerde isyan çıkarmışlardır. Osmanlı’nin Güneydoğu’daki idarı merkezi olan Van kentindeki isyandan Rusların sağladıkları yarar açıkça görülebilir. Aslında isyana sahne olan diğer yerlerin önemi daha da büyüktü: Erzurum’daki isyan yüzünden Osmanlı ordusunun ikmal ve haberleşme hatları kesildi. Bu isyan doğrudan doğruya Rusların kuzeyden ilerledikleri hat üzerinde Ruslar bölgeye ulaşmadan önce çıkmıştı. Ermeniler Saray ve Başkale bölgelerinde de ayaklandılar ki bu iki bölgede İran üzerinden gelen Rus birliklerinin Osmanlı topraklarını istila edebilmek için geçmek zorunda oldukları iki önemli geçit bulunmaktaydı. Ermeniler Çatak yakınındaki bir bölgede de ayaklandılar ki bu bölgede Osmanlıların İran sınırına asker gönderebilmek için kullanmak zorunda oldukları dağ geçitleri bulunmaktaydı. Bu geçitler gerektiğinde Osmanlı askerlerinin geri çekilmesi için de kullanılacaktı. Çok sayıda Ermeni Sivas vilayetinde ve Şebinkarahisar’da da ayaklandı. Bu bölgede bir Ermeni isyanı olması garip bir olay olarak görülebilir çünkü bölgede Müslüman nüfus Ermeni nüfusun ön katiydi. Ancak Sivas taktik açıdan önemli bir yerdi. 
Cepheye ikmal malzemesi ve asker sevki esas itibariyle bir tek yoldan yapılıyordu ve Sivas sevkiyatın yapıldığı demiryolunun başlangıç noktasıydı. Sıvas, Osmanlı ikmal yollarına taciz saldırılarında bulunmak üzere gerilla eylemleri yapmak isteyenler için bulunabilecek en mükemmel yerdi. Ermeniler Kılıkya’da da ayaklandılar. Kilikya, İngilizlerin Osmanlıların güneye giden tren yollarını kesmek amacıyla istila etmeyi tasarladıkları yerdi. İngilizler sonunda Kılıkya’ya saldırmak –ki bu mutlaka çok daha başarılı olurdu-- yerine Gelibolu’daki çılgınlığı yapmayı tercih ettiler. Tabii Ermeniler böyle bir değişikliği tahmin edemezlerdi. 

Bütün bu bölgeler tam da askeri bir planlama uzmanının Osmanlının savaştaki çabalarına en büyük zararı verebilmek için özenle seçeceği yerlerdi. İsyanların Osmanlı ordusu için bir felaket olduğunu herkes görebilir. İsyancıların Osmanlı ordusunun mücadelesine verdiği zarar bundan ibaret de değildi. Osmanlılar ayrıca isyancılarla savaşmak üzere cepheden bazı tümenlerini topluca çekip isyan bölgelerine göndermek zorunda kaldılar. Bu tümenler isyancılar yerine Ruslarla savaşabilselerdi savaşın sonucu çok farklı olabilirdi. Feldmareşal Pomiankowski Ermeni isyanının Doğu’da Osmanlı yenilgisinin tek nedeni olduğunu söylemişti. Birinci Dünya Savaşı sırasında Osmanlı İmparatorluğu’nda bulunan yegane Avrupalı gerçek tarihçi olan Pomiankowski’nin görüşüne katılıyorum. 

Osmanlılar ancak Ermeni isyanının başlangıcından yedi ay sonra (26-30 Mayıs, 1915) Ermeniler için tehcir emrini verdiler. 

Osmanlı Kayıtları 

Peki, bu analizin doğru olduğunu nereden bileceğiz? Sonuçta, genelde Ermenilerin tarihi denen şeyden çok farklı benim burada anlattığım şeyler. Bu analiz doğrudur çünkü bu sonuca herhangi bir ideolojiyi izleyerek değil tarihi akıl yoluyla çözümleyerek ulaşılmıştır. 

Bunu anlamak için tarih ile ideoloji arasındaki farka bakmamız lazım. Bilimsel analiz ile milliyetçi inanis, ve gerçek tarihçi ile ideolog arasındaki farklara bakmamız lazım. Tarihçi için önemli olan nesnel gerçeği ortaya çıkarmaya çalışmaktır. Milliyetçi bir ideolog içinse önemli olan davasının başarıya ulaşmasıdır. Doğru dürüst bir tarihçi önce kanıt arar sonra kararını verir. İdeolog ise önce kararını verir sonra bunu destekleyecek kanıt arar.

Tarihçi tarihi öncelikle olayların hangi tarihsel bağlamda meydana geldiğine bakar. Özellikle de tanıkların ne derece güvenilir oldukları konusunda bir yargıya varır. Bu konuda konuşmuş ya da yazmış olanların yalan söylemeleri için bir neden olup olmadığı konusunda bir hüküm verir. İdeolog ise nereden gelirse gelsin her kanıtı kabul eder ve kanıt bulamadığı zaman kanıtı kendisi uydurma yoluna gidebilir. Belki de bulacağı şeylerden korktuğu için kanıtları çok yakından incelemez. Örneğin, ideologlar Birinci Dünya Savaşı’nın ardından Osmanlı liderlerinin yargılanmasını Türklerin soykırım suçu işlediklerinin bir kanıtı olarak öne sürerler. Bu sözde mahkemelerin bu hükümleri İngiliz hakimiyetindeki İstanbul’da verdiklerini söylemeye gerek görmezler. Bu mahkemelerin işgalcilerle işbirliği yapan Damat Ferid Paşa hükümetinin kontrolunda olduğuna da değinmezler – ki sözü geçen hükümet düşmanı olan İttihad ve Terakkı Komitesi hakkında daha önce pek çok yalan söylemişti. Damad Ferid’in İngilizleri memnun etmek ve işini kaybetmemek için herşeyi yapabileceğinden bahsetmezler. İngilizlerin uşaklarından daha dürüst davranıp herhangi bir “soykırım” kanıtı bulamadıklarını kabul ettiklerini aktarmazlar. Sanıkların kendi avukatları tarafından temsil edilmemiş olduklarını bildirmezler. Sanıkların sözde suçlarının çok uzun bir liste oluşrurduğunu –görünüşe göre yargıçlar akıllarına gelen her suçu listeye doldurmuşlardır-- ve Ermenilere karşı suç işledikleri ithamının bu listenin sadece küçük bir bölümünü oluşturduğunu belirtmezler. İdeologlar bu mahkemelerin ancak Jozef Stalin tarafından oluşturulan mahkemelerle kıyaslanabileceğini belirtmezler. 

Tarihçi önce gerçekte ne olduğunu keşfeder sonra olanların nedenlerini izaha çalışır. İdeolog bu keşif sürecini unutur ve inandığı şeylerin doğru olduğunu farzedip bunu izah için bir kuram geliştirir. Dr. Taner Akçam’in çalışması buna örnektir. Önce Ermeni Milliyetçilerinin inançlarını tam olarak doğru kabul ediyor. Sonra karmaşık bir sosyolojik kuram inşa ederek soykırımın Türk tarihinin ve Türklerin kişiliğinin bir sonucu olduğunu iddia ediyor. Bu çeşit bir analiz yapmak kumdan bir temel üzerine bir ev inşa etmek gibidir. Ev sağlaml görünür ama ilk şiddetli rüzgarda devrilir. Bizim üzerinde konuştuğumuz konuda ise kuramı yıkan şiddetli rüzgar gerçeğin gücüdür.

Tarihçi olayların nedenlerini bulmak için tarihe –bazan tarihin derinliklerine-- bakmak gerektiğini bilir. İdeolog ise bu zahmete katlanmaz. Yukarıda söylediğimiz gibi istemediği şeyler bulacağından korkuyor olabilir. İnsan Ermeni Milliyetçilerinin yazılarını okuduğu zaman Ermeni Sorunu’nun 1894’te başladığını zannedebilir. Ermenilerin Türklere karşı Ruslarla ta 18. Yüzyıldan beri ittifak yapmış olduklarına bu yazılarda değinildiği çok nadirdir. Bu yazılardan yazaların Türklerle Ermeniler arasındaki 700 yıllık barışı yıkma işini başlatanların Ruslar ve Ermenilerin kendileri olduğunun bilincine hiç bir şekilde varmamış oldukları anlaşılır. Tarihçiler için bu gibi şeyler önemlidir, ideoğun ise davasına zarar verir. 

Tarihçi inceler. İdeolog ise siyasi bir mücadele yürütür. Ermeni Sorunu baştan beri siyasal bir kampanya olmuştur. Ermeni Sorunu’nun uydurma olmasına rağmen uzun zamandan beri kabul edilmiş olan tarihi, siyasal belgeler olarak yazılmıştır. Bunlar siyasal bir etki yaratmak üzere yazılmış metinlerdi. İster Taşnakların gazetesinde yayınlanan makaleler olsun ister İngiliz Propaganda Dairesi’nin imal ettiği sahte belgeler olsun hepsi de güvenilir tarihi kaynaklar değil propaganda malzemesiydi. Tarihçiler bu sözde “tarihi belgeleri” incelemiş ve hepsini reddetmişlerdir. Buna rağmen aynı uydurma belgeler bir Ermeni soykırımı yapılmış olmasının kanıtı olarak hala sürekli öne sürülmektedir. Bu yalanlar o kadar uzun bir süreden beri devam etmiş ve o kadar çok tekrarlanmıştır ki gerçek tarihi bilmeyenler bu yalanları doğru olarak kabul etmektedir.

Kandirilmiş olan sadece Amerikalılar ve Avrupalılar değildir. Kısa bir süre önce bir Türk akademisyenin yazdığı iki ciltlik bir kitabı okudum. Sözkonusu kitabın Ermenilerle ilgili kısımlarının çoğu kesinlikle saçmalıktan öteye gitmiyor. Örneğin, 1908’de Osmanlı devlet görevlileri Van kentinde bir Taşnak cephaneliğini ortaya çıkardılar. Burada Ermeni ayaklanmasına hazırlık olarak depolanmış 2.000 silah, yüzbinlerce kutu mermi ve 5.000 bomba ele geçirildi. Ermeni isyancılar Osmanlı askerleriyle kısa bir süre çatıştıktan sonra kaçtılar. Bu olay konuyla ilgili tüm diplomatik literatürde ve Van’a ilişkin kitaplarda anlatılmıştır. Buna rağmen sözü geçen kitabın yazarı olayı 1.000 Türkün (!) hükümete karşı ayaklanması olarak anlatmakta ve isyancıların silahlarından hiç sözetmemektedir. Böyle bir hatayı nasıl yapmış olabilir? Çünkü yazar bütün bilgileri Taşnak Partisi’nin gazetesinden almıştır!

Temel bir ilkeyi vurgulamamız gerekiyor: Kaynak olarak propaganda malzemesini alanlar tarih yazmak yerine kendileri de propaganda malzemesi yazmış olurlar.

Birçok yazar –ki bunların arasında Türkler de vardır— Osmanlıların kendi “ıç” kayıtlarına hiç bakmadan Taşnak Partisi gibi grupların söylediği yalanları doğru olarak kabul etmiştir. Akademisyenlerin de bazan hata yapmaya hakkı vardır. Ancak, akademisyenlerin bir de görevi vardır: eserlerini yazmadan önce konuya ilişkin bütün bilgi kaynaklarını incelemek. Siyasi propaganda malzemesi olarak hazırlanmış metinlere dayanan yazılar yazmak ve Osmanlıların dürüstçe tuttukları kayıtları gözönüna almamak yanlıştır. Osmanlı tarihini araştirirken ilk bakılması gereken yer Osmanlıların kendi kayıtlarıdir. 

Tarih yazarken neden Osmanlı arşivlerindeki belgelere dayanmak neden gerekli olsun? Çünkü bu çeşit belgeler tarih konusunda sağlıklı bir eser yazmak için gerekli olan somut verilerdir. Osmanlılar bugünün medyasına yönelik propaganda yazmamıştır. Osmanlı askerlerinin ve yetkililerinin raporları siyasal belgeler ya da halkla ilişkiler girişimleri değildi. Bunlar sorumluluk duygusu taşıyan insanların kendi hükümetlerine doğru olduğuna inandıkları şeyleri bildirmek üzere yazdıkları gizli iç hizmet raporlarıydı. Bu raporları yazanlar zaman zaman yanılmış olabilirler ancak bu insanlar asla yalan yazmıyorlardı. Osmanlı arşivlerinde bilerek kandırmaca yapıldığına dair hiç bir ize raslanmamıştır. Bunu Ermeni Milliyetçilerin yalan söyleme konusundaki kötü siciliyle kıyaslayın: nüfusla ilgili uydurma istatistiki bilgiler, söylemediği halde Mustafa Kemal’e atfedilen sözler, Talat Pasa’ya atfedilen sahte telgraflar, “Mavi Kitap” taki sahte raporlar, mahkeme kayıtlarının kötüye kullanılması ve, hepsinden de kötüşü, Ermenilerce öldürülen Türklerden hiç bahsedilmemesi.

Türkler bu yanlış tarihi düzeltmek için neler yapabilir sorusuyla birçok kez karşılaştim. Bu konuda öneride bulunmaya çekiniyorum çünkü Türkler ne yapılması gerektiğini zaten biliyorlar. Yapılması gereken ataları hakkında söylenen yalanlara karşı çıkmaktır ki bunu da zaten yapıyorsunuz. Bu zorlu bir mücadeledir: Türkler hakkındaki önyargılar sizi engellıyor ve size karşı çıkanlar siyasal açıdan güçlü konumdadır. Ancak, gerçek sizden yanadir. Türklerin ve Türk Parlamentosunun Türkler hakkında söylenen yalanlara karşı koymak üzere birleşmeleri beni çok sevindirdi. Başbakan Erdoğan ile meclisteki azınlık lideri Baykal’in bir süre önce bu konuda aralarında anlaşmaları Türklerin harekete geçmekte olduklarının kanıtıdır. Tarih Kurumu’nun Ermeni bilim adamlarıyla görüşme ve tartışmalar yapma girişimi de Türklerin harekete geçmekte olduklarının kanıtıdır. Türk akademisyenler tarafından artık bu konuda birçok kitap yayınlanmakta oluşu da Türklerin harekete geçmekte olduklarının kanıtıdır. Şükrü Elekdağ gibi insanlar gerçek uğruna mücalede vermektedir. Ben ve benim gibi uzun zamandan beri yalanlara karşı çıkmış olanlar yalnız olmadığımızı gördüğümüz için memnunuz. 

Geçmişte bazı akademisyenler --ki bunlardan biri de bendim—Türk ve Ermeni tarihçilerinin bu konuyu çalışan diğer araştırmacılarla birlikte toplanarak Türklerle Ermenilerin tarihini araştırmalarını ve tartışmalarını önerdi. Başbakan Erdoğan ve Dr. Baykal bütün arşivlerin Ermeni Sorunu konusunda kurulacak bir ortak komisyona açılması önerisinde bulundular. Yapılması gereken iste tam olarak budur. En önemlisi, Başbakan Erdoğan ve Dr. Baykal bu sorunu tarihçilerin çözmesi gerektiğini ilan ettiler. Böylece Türklerin gerçeğin ortaya çıkmasından korkmaları için bir neden olmadığını gösterdiler. 

Akademik dürüstlüğün siyasete galip geleceğini ve Ermeni Milliyetçilerinin de tartışmaya katılacaklarını ümidedelim. Ancak ben bunu yapacaklarını ummuyorum. Bir süre önce Minnesota Üniversitesi’nde “Ermeni Soykırım Araştırmaları Merkezi” denilen bir yerde bir konferans verdim. Dr. Akçam orada ders vermektedir. Davetli olduğu halde kendisi konferanslarıma gelmedi. Ermenilerin hiçbiri konferanslarıma gelmedi. Bunun yerine başkalarının konuşacağımdan haberleri olmasın diye konferans ilanlarının tümü aşıldıkları yerlerden yırtılıp atıldı. 

Bu akademisyenlere yakışır bir yaklaşım değildir. Bu siyasal bir yaklaşımdır. Ermeni Milliyetçileri kendi ideolojilerine akademisyenlerden bir itiraz gelmezse bu siyasal mücadeleyi kazanmış olacaklarına hükmetmişler. Bu yüzden sadece Türklerin soykırım yapmış olduğunu söyleyen Türklerle görüşüyorlar. Bu gibi Türkler Amerikan ve Avrupa basınında “Türk akademisyenleri” olarak tanımlanıyor. Yani okuyucularda Türk akademisyenlerinin soykırım iddialarına inanmakta oldukları izlenimini yaratmak için özenle çaba harcanıyor. Okuyuculara Türk hükümetinden başka kimsenin soykırım olduğunu inkar etmediği izlenimi veriliyor.

Bunun doğru olmadığını biliyoruz. Her yıl Türkiye’de sadece “Ermeni soykırımı”nı reddetmekle kalmayıp Ermenilerin Türklere yaptığı zulmü de belgeleyen birçok kitap ve makale yayınlanıyor. Konferanslar düzenleniyor. Ermeniler tarafından katledilmiş masum Türklerin toplu mezarları ortaya çıkarılıyor. Ölen Türklerin anısına müzeler açılıyor ve anıtlar dikiliyor. Osmanlı arşivlerindeki belgeleri görmüş ya da Ermeni Sorununa ilişkin Türkler tarafından yazılmış kitapları okumuş olan tarihçiler soykırım iddiasını kabul etmiyor. Savaş sırasında birçok Ermeninin Türkler tarafından ve bir o kadar da Türkün Ermeniler tarafından öldürüldüğünü biliyorlar. Bunun soykırımdeğil savaş olduğunu biliyorlar.

Benim ülkemde ve Avrupa’da neden onca insan Ermeni Milliyetçilerinin görüşlerini benimseyen küçük bir Türk grubunun Türk bilim dünyasını temsil ettiğine inanıyor? Neden sözkonusu Türklerin Türk profosörlerinin gerçek inançlarını dile getirdiklerine inanılıyor? Bunun sebebi kısmen önyargılardır. Türklere karşı önyargılar o kadar uzun zamandan beri varolmuştur ki insanların kolayca Türklerin suçlu olduklarına inanabilmektedir. Ancak, başka bir neden daha var: Avrupa ve Amerika’da pek az insan bu konuda gerçek Türk akademisyenlerinin eserlerinin varolduğunu bilmiyor. 

Günümüzde Türkiye’de Ermeni Sorunu konusunda mükemmel kitaplar yazılmaktadır. Bildiğiniz gibi Türkler çok uzun (fazla uzun) bir süre Türk-Ermeni ilişkilerinin tarihini incelemediler. Artık bu durum değişti. Modern Türkiye’de Ermeni Sorunu konusunda yapılan çalışmaları görenlerin etkilenmemeleri mümkün değil. Tarih Kurumu’nun bu konuda başı çekmesi gerekirdi ve bunu da yapıyor. Tabii Türk tarihinin sadece Türk tarihçilerince yazılması gerektiğini söylüyor değilim. Ama Türkiye tarihi konusunda çalışan başlıca tarihçiler Türk olmalıdır. Bu sizin ülkeniz ve sizin tarihiniz. Sorun artık Türkiye’de tarih konusunda yazılmakta olan mükemmel eserleri ve Türk tarihine ilişkin belgeleri diğer ülkelerin akademisyenlerine, siyaset adamlarına ve kamuoyuna ulaştırabilmektir. Sorun sürda: Türk tarihçileri doğal olarak kitaplarını Türkçe yazıyorlar ve Avrupalılarla Amerikalılar Türkçe bilmiyor.

Türkiye’nın tarihini yazanlar Türkçe yazıları okuyabilmeli midir? Evet, tabii ki Türkçe yazılmış yazıları okuyabilmelidirler. Bu kişiler Türk tarihi konusunda Türkçe yazılmış pek çok kitabı okuyabilmeli midir? Tabii ki evet. Kendileri bu konuda bir şey yazmaya başlamadan önce ilgili bütün tarafların ve bu arada Türklerin görüşlerini anlayabilmeli midirler? Evet, çünkü bu bir bilim adamının görevidir. Her zaman böyle mı davranıyorlar? Hayır. Özellikle sözde “Ermeni Soykırımı”nı anlatan kitapların büyük kısmı bu konudaki modern Türk eserlerine değinmemektedir. Bunun yanlış olduğunu söylemenin faydası yok. Akademisyenlere Türkçe öğrenin demenin de faydası yok. Öğrenmek istemiyorlar ya da öğrenemiyorlar. Haksızlık etmemek için sunu belirtmem lazım: Benim ülkemde Türk dilinin öğretildiği çok az sayıda yer var. Tek çözüm Türkçe kitapların yabancı dillere özellikle bütün dünyada anlaşılabilmesi için İngilizceye çevrilmesidir. İlk adım atılmış, aslı Türkçe olan birçok değerli kitap tercüme edilmiştir. Bunlar arasında Esat Uras’in artık eskimiş olsa da mükemmel yazılmış tarihi, Türk Parlamentosu’nun bir süre önce Ermeni Sorunu konusunda yayınladığı kitap, Türk Dışişleri Bakanlığınınca yazılan tarih, müteveffa Kamuran Gürün’un yazdığı “Armenian” File, Orel ve Yuca’nın yazdığı “Talat Pasha Telegrams” ve birçok başka eser bulunmaktadır. Bunların arasında muhtemlen en değerlisi Genelkurmay, Osmanlı Arşivleri, Tarih Kurumu ve Dışişleri Bakanlığınca tercüme edilerek başılan Ermeni Sorunu’na ilişkin Osmanlı belgeleri dizisidir. Ancak bunlardan daha pek çoğuna ihtiyaç var. Bunlar o kadar çok ki burada saymak mümkün değil. Ancak Kazım Karabekir’in ve Ahmet Refik’in anılarının bile daha tercüme edilmemiş olduğunu kaydetmeden geçemeyeceğim. Bütün bu kitapların mümkün olduğunca geniş bir okuyucu kitlesine ulaştırılması gerekir. Bu kitaplar tercüme edilmelidir. 

Ayrıca, tercüme edilecek kitaplar arasında Ermeni Sorunu ile ilgili değilmiş gibi görünen bazı konulardaki kitaplar da bulunmalıdır. Örneğin, Osmanlı İmparatorlu’nda Birinci Dünya Savaşı’nın askeri tarihini anlatan doğru, ayrıntılı ve Avrupa dillerinden birine çevrilmiş bir kitap bulunmamaktadır. Varolan kitaplarda bazı yanlışlar vardır ve bu yanlışlar sadece Ermenilerle ilgili değildir. Örneğin Birinci Dünya Savaşı’ni ana hatlarıyla anlatan kitaplar generallerin isimlerini yanlış veriyor, birlikleri yanlış yerlere intikal ettiriyor, üstelik de Osmanlı stratejını hiç anlamamış gibidir. Savaştaki en önemli etkenden nadiren sözederler: Türk askerlerinin inanılmaz gücü ve dayanıklılığı. Bu neden Ermeni Sorunu açısından önemlidir? Bu etken önemlidir çünkü askeri durum anlaşılmadan Ermeni isyanının yarattığı tehlike ve Ermeni tehcirinin nedenleri anlaşılamaz. Osmanlı kaynakları Ermeni isyanının Rusya’nın askeri planının temel ögelerinden biri olduğunu kanıtlıyor. Osmanlı kaynakları Ermeni isyanının Rus zaferininin önemli bir parçası olduğunu kanıtlıyor. Osmanlı kaynakları Ermeni isyancıların aslınde Rus ordusunun neferleri olduğunu kanıtlıyor. Türkiye’de Genelkurmay’in yayınladığı bir dizi tarih kitabı var. Bu kitaplar Osmanlıların savaşlarına ve Türk Bağımsızlık Savaşına ilişkin olayları doğru olarak anlatıyor. Bu kitaplar ciltler dolusu ince ayrıntı ve pek çok harita içeriyor ve Osmanlıların planları ve eylemlerini anlatıyor. Bu kitaplar Osmanlı askerlerinin kendilerinin verdikleri bilgiler esas alınarak yazılmıştır, sadece Osmanlıların düşmanlarının verdikleri bilgiler esas alınarak değil. Birinci Dünya Savaşı’nı inceleyen her tarihçinin bu kitapları okuması gerekir. Ancak bu kitaplar Türkçedir. Eğer Amerika ve Avrupa’da kullanılacaklarsa İngilizceye çevrilmeleri gerekir. 

Ayrıca, Amerika ve Avrupa’da öğretmenler ve öğrenciler için Türkiye konusunda daha doğru ve dürüstçe yazılmış daha fazla kitap olması gerekir. Türkiye’ye ilişkin önyargılar ancak gençlere doğrular söylenerek en sonunda kırılabilir. Bir başlangıç yaptık. İstanbul Ticaret Odası Amerikalı öğretmenler için ilk ayrıntılı Türkiye kitabını finanse etti. Daha birçok kitaba ihtiyaç var.

Ve nihayet günümüzdeki politikalara ilişkin yorumlar yapmak istiyorum. Bunu yapmamam gerektiğini düşünenler olabilir. Ben Türk değilim ve bu kesinlikle Türkleri ilgilendiren bir sorun. Ben siyasal bilimci ya da siyaset adamı da değilim. Ben tarihçiyim. Bu temelde tarihi bir konu olduğu için bu sorundan bahsediyorum. Bir tarihçi olarak da herhangi bir grup ya da ülkeye kendi tarihi hakkında yalan söylemesi emredildiğinde öfkeleniyorum. Sözünü ettiğim siyasi sorun Avrupa’dan yükselen sestir. Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne girebilmek için “Ermeni Soykırımı”nı kabul etmesi gerektiğini söylüyorlar. Türk tarihine ilişkin bir yalanın doğru olarak kabul edilmesinin Avrupa Birliği’ne ya da Türkiye’ye bir yarar sağlayacağına inanabilen birilerinin çıkması beni kızdırıyor. Ben biliyorum –ve inanıyorum ki sizler de biliyorsunuz— ki böyle bir şey durumu çok daha kötüleştirir. 

Bugün Ermeni Milliyetçileri Avrupa parliamentolarında ve ABD Kongresinde sunu ilan ediyorlar: Sadece Türkiye’nin soykırımın vuku bulmuş olduğunu kabul etmesini istiyoruz, ondan sonra herşey iyi olacak. Bir süre önce görüştüğüm bir Amerikalı yetkili bana söyle demişti:Türkler “Evet, yaptık, afedersiniz,” demeli ve sonra bu konuyu unutmalılar. Ona Türklerin soykırım yapmış olduklarına inanıp inanmadığını sordum. Bunu bilmediğini ve umursamadığını söyledi. Ona Türklerin bu şekilde babaları ve büyükbabaları hakkında asla yalan söylemeyeceklerini söyledim. O da bana çok saf olduğumu söyledi. Bence saf olan kendisiydi çünkü Ermeni Milliyetçilerinin bir özürle yetineceklerine inanıyordu. 

Ermeni İddiaları 

Yüzyılı aşkın bir süreden beri Ermeni Milliyetçilerinin planı değişmemiştir. Bü, buralarda yaşayan halklar bunu istesin ya da istemesin Doğu Anadolu ve Güney Kafkasya’da bir Ermenistan yaratma planıdır. Ermeni Milliyetçileri planlarını açıkça anlatmaktadırlar. Birinci adımda Türkiye Cumhuriyeti “Ermeni soykırımının” gerçekleşmiş olduğunu kabul edecek ve özür dileyecek. İkincisi, Türkler tazminat ödeyecekler. Üçüncüsü, bir Ermeni devleti kurulacak. Ermeni Milliyetçileri bu devletin sınırlarını kesin ve ayrıntılı bir biçimde çiziyorlar. Gördüğünüz harita Taşnak Partisi’nin ve Ermenistan Cumhuriyeti’nin programına dayanarak çizilmiştir ve Ermeni Milliyetçilerinin üzerinde hak iddia ettikleri yerleri göstermektedir. Bu Harita ayrıca Türkiye’den istenen toprakları ve dünyadaki Ermeni nüfusu göstermektedir. Eğer Ermenilere istedikleri verilecek olsa ve dünyadaki bütün Ermeniler Doğu Anadolu’ya gelecek olsalar yine de Doğu Anadolu’daki Ermeni nüfus bugün Doğu Anadolu’da yaşayan Türk vatandaşlarının sayısının ancak yarısı kadar olacaktir. Doğal olarak California, Massachusetts ve Fransa’da yaşayan Ermeniler arasından Doğu’ya gelmek isteyen çok sayıda insan asla çıkmayacaktir. Bu yeni :”Ermenistan”in nüfusunun en iyi ihtimalle ancak dörtte biri Ermeni olacaktir. Böyle bir devlet uzun süre varlığını sürdürebilir mi? Evet, sürdürebilir, ama bu ancak Türkler sınırdışı edilirse mümkün olabilir. Ermeni Milliyetçilerinin 1915’teki politikası buydu. Gelecekteki politikaları da bu olacaktir. 

Ermenilerin iddialarını çok iyi anlamamız lazım. Bu iddialar tarihi temel almıyor çünkü 900 yıldan beri Doğu Anadolu’da hüküm süren Ermeniler değil. Bu iddialar kültür esasına dayalı da değil çünkü Ruslar gelip de barışı tümüyle yoketmeden önce Ermenilerle Türkler aynı kültürü paylaşıyorlardı. Ermeniler Osmanlı sistemine kaynaşmışlardı ve çoğunluğu Türkçe konuşuyordu. Türklerle aynı yemekleri yiyor, aynı müziği paylaşıyor ve benzer evlerde oturuyorlardı. Ermeni iddiaları kesinlikle demokrasi inancına da dayanmıyor çünkü Ermeniler yüzyıllardan beri Doğu Anadolu’da çoğunlukta değil ve bugün oraya gitseler yine ancak küçük bir azınlık oluşturabilecekler. Onların iddiaları milliyetçi ideolojiye dayanıyor. Bu ideoloji ise hiç değişmiyor. 2005’te ne ise 1895’te ve 1915’te de oydu. Tarihi ve orada yaşamakta olan insanların haklarını bir kenara bırakarak Türkiye’nin doğu bölgesinde bir “Ermenistan” olması gerektiğine inanıyorlar.

Tarih sunu öğretiyor: Türkler gerçeği unutup Ermeni soykırımının gerçekleştiğini söylerlerse Ermeni Milliyetçileri iddialarından vazgeçmeyecekler.Türkler işlemedikleri bir suç için özür dilediler diye Erzurum ve Van üzerinde hak iddia etmekten vazgeçmeyecekler. Hayır. Cabalarını daha da artıracaklar. “Türkler soykırım yaptıklarını kabul ettiler. Şimdi suçlarının bedelini ödemeleri lazım,” diyecekler. Şimdi Türkiye’yi eleştirerek Türkiye’nin soykırımı kabul etmesi gerekir diyenler o zaman da Türklerin tazminat ödemesi gerektiğini söyleyecekler. Ondan sonra da Türklerin Erzirum, Van, Elazığ, Sivas,Bitlis ve Trabzon’u Ermenilere vermesi gerektiğini söylecekler.

Türklerin bu baskıya boyun eğmeyeceklerini biliyorum. Türkler bunu yapmayacaklar çünkü bunun yanlış olacağını biliyorlar. Giriş ücreti olarak sizden yalan söylemenizi isteyen bir örgüte üye olmak nasıl doğru olabilir? Hangi dürüst insan kendisine “Ancak babanın katil olduğu yalanını söylersen bize katılabilirsin,” diyen bir örgüte girer? 

Avrupa Birliği’nin Ermeni Milliyetçilerinin isteklerini reddedeceğini umuyor ve buna güveniyorum. Ümit ederim ki, Ermeni Milliyetçilerinin Avrupa’nın iyiliğini düşünmediklerini anlayacaklar. Zaten Avrupa Birliği’nin istekleri ne olursa olsun Türk’lerin onuruna inanıyorum. Türkleri tanıdığım kadarıyla gerçekte olmadığı halde Ermeni Soykırımı’nın vuku bulmuş olduğunu asla söylemeyeceklerdir. Biliyorum ki Türkler işlemedikleri bir suçu itiraf etmeleri yolundaki taleplere direnecekler – dürüstlüğün bedeli ne olursa olsun. Türklerin dürüstlüğüne inanıyorum. Türklerin tarih konusunda yalan söylemeyeceklerini biliyorum. Biliyorum ki Türkler asla babalarının katil olduğunu söylemeyecekler. Türklere güveniyorum.


http://www.eraren.org//bilgibankasi/tr/index5_1_3.htm


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder