19 Ocak 2015 Pazartesi

Ermeni Sorununun Tarihsel Boyutu 4



 Ermeni Sorununun  Tarihsel Boyutu  4



Bu tarihten sonra Fransız hükümetinin Ermeni sorunundaki tutumunda da değişiklik olmuştur. O zamana kadar Türkiye’nin bu sözde soykırımı tanımasından bahsedilmezken Başkan Chirac dahil Fransız siyaset adamları Türkiye’nin “Ermenilerle ilgili hafıza çalışması” yapmasından söz etmeye başlamışlardır. Ermeni “soykırımı” konusu Kopenhag kriterleri arasında yer almadığından, ayrıca Türkiye ile yapılacak müzakereleri düzenleyen AB belgelerinde de bu konu bulunmadığından müzakereler sırasında bu konun AB’nin tutumu olarak ortaya atılması beklenmemektedir. Buna karşın Fransa’nın tek taraflı olarak Türkiye’den “soykırımı” tanımasını istemesi mümkündür. Türkiye bunu reddederse Fransa’ya Türkiye’nin adaylığını veto etmekten gibi, büyük sorumluluk gerektiren bir yola başvurmak zorunda kalabilir. 

Bu vesileyle Fransız Hükümetinin. Avrupa Anayasası için yapılacak referandumu tehlikeye atmamak için, 2007’den sonra Avrupa Birliğini girecek ülkelerin adaylığını referanduma sunulması için Fransız Anayasasında değişiklik yaptığını, diğer bir deyimle ileride Türkiye’nin tam üye olması konusunda Fransız halkına veto kullanmak hakkı tanıdığını, ancak , 29 Mayıs 2005 tarihinde yapılan referandumun %55 “hayır” oyları ile reddedildiğini, Fransızlara “hayır” dedirten nedenler arasında beşinci sırada , oyların %14’üyle Türkiye’nin Avrupa Birliğine girişi yer almadığını, diğer bir deyimle Türkiye karşıtlığının referandum sonuçlarını nispeten az etkilediğini de belirtelim. 

İsviçre (2003) 

İsviçre Parlamentosu 16 Aralık 2003 tarihinde aldığı bir kararla sözde Ermeni soykırımını tanımıştır [33].

İsviçre’de, sayıları ile orantılı olmayan bir ölçüde nüfuz sahibi bulunan Ermeni azınlığının devamlı uğraşıları ve bölücü Kürt unsurları ile onları destekleyen bazı siyasetçilerin katkılarıyla bir süreden beri Parlamento’nun Ermeni soykırımı iddialarını benimseyen bir karar kabul etmesine çalışılıyordu. Buna karşın İsviçre Hükümetleri, Türkiye ile ikili ilişkileri göz önünde bulundurarak, böyle bir karara karşı çıkıyordu. 1995 ve 2000 ve 2001 yıllarında yapılan girişimler sonuçsuz kalmış, 13 Mart 2001 tarihinde yapılan bir oylamada bu konudaki bir karar tasarısı ancak üç oy farkla reddedilmişti. 20 Mart 2002 tarihinde 201 sandalyeli Parlamento’nun 115 üyesi tarafından, sözde soykırımın tanınmasını ve bunun Türkiye’ye bildirilmesini öngören bir önerge, Hükümetin aleyhte görüş bildirmesi üzerine oylamaya konmamıştı[34]. Ancak Parlamento’nun yaklaşık yarısının taraftar olması nedeniyle böyle bir kararın er geç kabul edileceği anlaşılıyordu. 

Bu arada Cenevre Kantonu 10 Aralık 2001 tarihinde Ermeni soykırımı iddialarını benimseyen bir karar kabul etmişti. Vaux Kantonu da 23 Eylül 2003’de benzer bir karar almıştı. Bu karar bazı Ermeni basınında, Ermenistan’ı haritadan silen antlaşma bu şehirde imzalandığı için (Lozan şehri bu Kantondadır) kararın sembolik bir yönü olduğu şeklinde[35] yorumlanmıştı. 

İsviçre Dışişleri Bakanı Micheline Calmy-Rey 6 Ekim’de Türkiye’ye resmi bir ziyaret yapacak ve İsviçre basın haberlerine göre Ankara ve İstanbul’dan başka “Kürt Bölgelerine” de gidecekti. Ancak Ankara, Vaux Kantonunun aldığı kararı gerekçe göstererek bu ziyareti iptal etti.

İsviçre Parlamentosu’nun kabul ettiği karar “İsviçre Milli Konseyi (parlamentosu) 1915 Ermeni soykırımını tanır. Federal Konseyden (hükümetten) bu tanımayı not etmesini ve mutat diplomatik yollarla iletmesini ister” şeklindedir. Türkiye Dışişleri Bakanlığı İsviçre Parlamentosu’nun aldığı karar hakkında bir açıklama yaparak bu kararın şiddetle kınandığını ve reddedildiğini, olayların çarpıtılarak tek tarafa bir soykırım olarak takdiminin kabul edilemeyeceğini, kamuoyunun yanıltılmaya teşebbüs edilmesinin hayretle karşılandığını, İsviçre Parlamentosu’nun, iç siyasal mülahazalarla, Türkiye-İsviçre ilişkileri ile ülkesindeki Türklerin duygu ve düşüncelerini göz ardı ederek aldığı bu kararın yol açacağı olumsuz sonuçları bakımından sorumluluk yüklenmiş bulunduğunu bildirmiştir. 

Türkiye Büyük Millet Meclisi de, 22 Aralık 2003 tarihinde, AKP ve CHP grupları tarafından ortaklaşa kabul edilen ve İsviçre Parlamentosu’nun kararını kınayan bir bildiriyi oybirliği ile kabul etmiştir. Bu bildiride şu hususlar yer almıştır: 

“Parlamentolar, uygarlıklar arasında çatışma isteyen çevrelerin emellerine hizmet eder durumlara düşmekten kaçınmalıdır. Uluslararası terörizme karşı dayanışma ve işbirliği içinde olunması gereken hassas dönemde, alınan yanlış kararlar çok sayıda masum insanın hayatına kıymış, İsviçre dahil birçok ülke çıkarlarını hedef almış olan ırkçı Ermeni terörünün ödüllendirilmesi olarak değerlendiriyoruz. Ulusal Meclis, Türk Milleti'ni derinden yaralayan kararıyla son yıllarda birçok alanda olumlu ilerlemeler kaydeden Türkiye-İsviçre ilişkilerinde meydana gelebilecek olumsuz gelişmelerin sorumluluğunu da üstlenmiş olmaktadır. Meclis, İsviçre Ulusal Meclisi'nin tarihi gerçekleri kasıtlı biçimde çarpıtan, hatalı ve tek yanlı kararını kınamakta ve kabul edilemez olarak değerlendirmektedir”[36]. 

İsviçre Parlamentosu’nun ülkesinde 20 bini kendi vatandaşı olan toplam 100 bin Türkü ihmal ederek 5 bin Ermeni’yi tatmin etmeye çalışmasını ilk bakışta anlamak güçtür. İsviçre Parlamentosu’nun hangi cemaatin daha kalabalık olduğunu değil, hangisinin daha etkili olduğunu dikkate alarak hareket ettiği anlaşılmaktadır. 

Türkiye-İsviçre ilişkileri iki yıl kadar bir durgunluk yaşamıştır. İsviçre’den gelen ısrarlı talepler üzerine Bayan Calmy-Rey’in Mart ayında Türkiye’yi ziyaret etmesi kabul edilmiştir. 

Bu ziyaretin kısa süre sonra Türk Tarih Kurumu Başkanı Prof. Dr. Yusuf Halaçoğlu ile Türkiye İşçi Partisi Başkanı Doğu Perinçek’in değişik tarihlerde İsviçre’de Ermenilerin soykırıma uğramadıkları yolunda İsviçre’de yapmış oldukları konuşmalar nedeniyle haklarında adli soruşturma başlatmaları yeni bir krize neden olmuştur. Bu olayın siyasi alanda da etkisi görülmüş, dış ticaretten sorumlu Devlet Bakanı Kürşad Tüzmen, 22-24 Haziran günlerinde yapılacak Türkiye-İsviçre İş Konseyi toplantısının iptal edilmesini istemiş ve ayrıca İsviçre Ekonomi Bakanı Joseph Deiss’in Eylül ayında Türkiye’ye yapacağı ziyaret de iptal edilmiştir. 

Halaçoğlu ve Perinçek bir konuda düşüncelerini açıkladıkları için haklarında soruşturma açılmış olması İsviçre’de ne ölçüde ifade özgürlüğü bulunduğu tartışılmalarını başlatmış ve böylelikle demokrasinin beşliği olmakla övünen bir ülke için hazin bir durum ortaya çıkmıştır. 

Slovakya (2004)

Slovakya Parlamentosu 30 Kasım 2004 tarihinde sözde Ermeni soykırımı konusunda şu kararı almıştır: “ Slovakya Parlamentosu, 1915 yılında, Osmanlı İmparatorluğu zamanında yüz binlerce Ermeninin öldürüldüğü Ermeni soykırımını tanır ve bu olayı insanlığa karşı suç olarak kabul eder” [37]. 

Slovak Parlamentosu’nun bu kararı, hiç beklenmediği için, bir sürpriz etkisi yapmış ve nedenleri de hemen anlaşılamamıştır. Zira Slovakya’da kayda değer Ermeni yoktur ve bu ülkenin Ermenistan ile de yakın ilişkisi mevcut değildir. Sonraları Slovakya’nın tarihin bazı olayları hatırlandığında bu kararın nedeni ortaya çıkmıştır.

Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra Çek ve Slovakların aynı devlet içinde birleştirilmiş, daha kalabalık ve daha zengin olan Çekler bu devlet içinde etkili bir konum kazanınca Slovakya’da aşırı sağcı ve ırkçı akımlar belirmişti. Naziler 15 Mart 1939 tarihinde Çekoslovakya’yı işgal edince Çeklerin oturduğu bölge Bohemya Protektorası adı altında Almanya’ya bağlanırken aynı gün sözde bağımsız bir Slovak Devleti kurulmuştu. Bu devlet Nazi Almanyası ile aynı politikaları izlemiş ve bu çerçevede ülkedeki seksen bini aşkın Yahudi’nin tüm hakları elinden alınmış, daha sonra da, Yahudilerin büyük kısmı, sınırının hemen ötesinde bulunan Auswichz toplama kampına gönderilerek ortadan kaldırılmıştı. Slovakya 1944 sonuna doğru Sovyet orduları tarafından işgal edilmiş ve bu bölge Çeklerle birleştirilerek Çekoslovakya yeniden kurulmuştur. Sovyetler yeni müttefikleri olan Polonya ve Çekoslovakya’dan asıllardan beri bu ülkelerde yaşayan Almanları çıkarmalarını istemişlerdir. Böylece milyonlarca Alman, gayet güç koşullarda Almanya’ya sürülmüştür. Slovaklar da Karpat dağları bölgesinde yaşayan Almanların sürülmesini sağlamışlardır.

Sovyetlerin dağılması aşamasında Slovaklar, Almanya’nın desteğiyle, tekrar bağımsız bir devlet olmuşlardır. Ancak gerek Yahudilere gerek Karpat Almanlarına yaptıkları muamelenin Avrupa’da saygın bir ülke olarak kabul edilmelerini engelleyeceğinin bilinci içinde Slovakya Parlamentosu, 1990 yılı Aralık ayında Yahudilerden, iki ay kadar sonra da Karpat Almanlarından özür dileyen iki karar kabul etmiştir [38]. 

Slovakya’nın bundan sonra da insan haklarına duyarlı bir şekilde davranmaya veya öyle görünmeye özen göstermiştir. Bu çerçevede Slovak Parlamentosu’nun sözde Ermeni soykırımını kabul eden bir karar alması, AB kapısında bekleyen Türkiye’nin fazla bir tepki gösteremeyeceği inancının da yardımıyla, fazla zor olmamıştır. Diğer yandan, Alman Hıristiyan Demokratlarının bazı Slovak partilerine bu yönde telkinde bulunmuş olmaları da olasıdır. 

Hollanda (2004)

Hollanda Parlamentosu 21 Aralık 2004 tarihinde aldığı bir kararla hükümetten “Türkiye ile görüşmelerde Ermeni soykırımı konusunu devamlı olarak ve açıklıkla ele alınmasını” istemiştir [39]. O tarihte AB dönem başkanı olan Hollanda, iki gün önce, Avrupa Zirvesinde Türkiye ile müzakerelerin başlaması kararının alınmasında önemli bir rol oynamıştı. Hollanda’ya teşekkür etmek için de bu ülkenin Büyükelçiliğinin bulunduğu caddeye “Hollanda Caddesi” adı verilmesi kararlaştırılmıştı. O itibarla Parlamento’nun beklenmeyen bu kararı Türkiye’de şaşkınlık yaratmıştır. 

Hollanda Parlamentosu’nun bu kararının nedenleri pek açık değildir. Hollanda’da, fakat gayet aktif ve geniş mali imkanlara sahip bir Ermeni azınlığı bulunmaktadır. Ancak sayıları az olduğundan Hollanda Ermenilerinin Parlamentodan karar çıkartacak bir gücü yoktur ve Hollanda Parlamento’nun tüm üyelerinin de mali yönden etki altına alınması mümkün değildir. Hollandalı milletvekillerinin, Ermeni propagandası nedeniyle, gerçekten Ermenilerin soykırıma uğradığına inandıkları için bu şekilde hareket ettikleri düşünülebilir. Ancak bu durumda neden komşuları Belçika’nın Kongo’da yaptıkları veya Fransızların Cezayir’deki katliamları ile ilgilenmedikleri, neden kendi sömürgecilik geçmişine bu açıdan bakmadıkları buna karşın neredeyse bir asır önce, Hollanda’dan uzak bir ülkede, güvenlik nedenleriyle yapılmış bir göç ettirme olayını, hiçbir araştırma yapmadan, soykırım olarak nitelendirmek için ısrar ettiklerini açıklamak mümkün olamamaktadır. O nedenle Hollanda Parlamentosu’nun bu kararının temelinde başka sebepler aranması gerekecektir.

Orta ve Kuzey Avrupa’nın insanları, Güney Avrupalıların aksine, genelde yabancılara ve o onların kendilerine benzemeyen örf ve adetlere karşı duyarsız ve müsamahasızdır. Hollandalılar gibi sömürgeci geçmişleri olanlar ise genelde kendilerini “Şarklılardan” üstün görmektedir. Ne var ki, büyük sermaye birikimine karşın yeter nüfusları olmaması Hollandalıları, Avrupa’nın diğer ekonomik yönden gelişmiş ülkeleri gibi, hemen tümü “şarklı” yabancı işçilere muhtaç bırakmış bu da söz konusu işçiler ve ailelerinin Hollanda’ya entegrasyonu sorunu doğurmuştur. Halen bu sorunun çözümlendiğini söylemek mümkün değildir ve Hollandalılar ülkelerindeki yabancı işçilerden ve onların ailelerinden rahatsızdır. Oysa asgari on yıl sonra olsa da, Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne üye olması olasıdır; bu da Avrupa Birliği’nde Türklerin sayısını arttıracaktır. Tutucu Hollandalılar böyle bir durumu önlemeye çalışmaktadırlar. Ancak Türkiye olmadan AB’nin Orta-Doğu ve Kafkaslar politikalarını başarı ile yürütmesi mümkün olmadığı da bir gerçektir. Buna göre Hollandalılar bir yandan Türkleri ülkelerinde istemezken diğer yandan Türkiye’ye ihtiyaç duymaktadırlar. Bu çelişkili durum Hollandalıları çelişkili davranmaya götürmüştür. Hollanda hükümeti Türkiye ile müzakerelerin başlaması için çaba sarf ederken, Hollanda milletvekillerinin çoğunluğu müzakereleri zorlaştıracak tertipler peşinde olmuşlardır. Ermeni “soykırımı”nın Türkiye tarafından tanınması da bu çerçevede bir çare olarak görülmüştür.

Polonya (2005) 

Polonya Parlamentosu 19 Nisan 2005 tarihinde oybirliğiyle şu kararı almıştır: “Polonya Cumhuriyeti Parlamentosu Birinci Dünya Savaşı’nda Türkiye’de Ermeni halkına karşı yapılmış olan soykırımın kurbanlarını saygıyla anar. Bu cürümün hatırlanması ve kınanması tüm insanlığın, tüm ülkelerin ve iyi niyetli kişilerin görevidir” [40]. 

Polonya Parlamentosu’nun bu kararı Türkiye’de gerek kamuoyunda gerek Hükümette büyük tepki ile karşılanmıştır. Türkiye’deki bu tepkilerin nedenini kamuoyunda Polonya hakkında mevcut olumlu imajdır. Bu imajın temelinde tarih boyunca iki ülkenin ortak bir düşmanı (Rusya) olması ve Osmanlı İmparatorluğu’nun Polonya’nın Rusya ve Prusya arasında taksim edilmesini kabul etmemesi bulunmaktadır. Bu kadar olumlu duygular beslenen bir ülkenin parlamentosu Türkiye’nin çok duyarlı olduğu bir konuda, Ermeni görüşlerini aynen benimseyen bir kararı oy birliğiyle alması Türk kamuoyu tarafından bir tür ihanet olarak algılanmıştır. 

Polonya Parlamentosu’nun bu kararı Türkiye’de büyük tepki ile karşılanmış ve Dışişleri Bakanlığı ertesi gün (20 Nisan) şu açıklamayı yapmıştır: 

“Polonya Meclisi 19 Nisan 2005 tarihinde, 1915 yılındaki olayları soykırım olarak tanımlamayı da içeren bir karar kabul etmiştir. Bu kararı kınıyor ve reddediyoruz.

Birinci Dünya Savaşı koşullarında cereyan eden ve Türklerle Ermenilerin büyük acılar çekmesine yol açan olayların çarpıtılarak, tek taraflı bir yaklaşımla soykırım olarak nitelendirilmesi sorumsuz bir davranıştır. 

Türkiye, ulusal parlamentoların tarihin tartışmalı dönemleri hakkında hüküm verilecek yerler olmadığını ve parlamentoların halklar arasında kin ve nefret duygularını besleyen girişimlerden kaçınmaları gerektiğini savunmuştur. 

Tarihi olaylar hakkında en sağlıklı kararın tarihçiler tarafından verilebileceğine olan inançla Türkiye, Ermenistan’a, Türk ve Ermeni tarihçilerden bir grup oluşturarak, 1915 yılındaki gelişme ve olayları, sadece Türk ve Ermeni arşivlerinde değil, ilgili diğer bütün ülkelerin arşivlerinde araştırarak, vardıkları sonuçları uluslararası kamuoyuna açıklamalarını önermiştir”

Polonya Meclisi’nin tarihi önerimizi kabul etmesi için Ermenistan Hükümeti’ne tavsiyede bulunmak yerine, 1915 olayları hakkında tahrif edilmiş bilgilere dayalı bir karar alması Türk halkını derinden üzmüştür. Polonya Meclisi’nin bu davranışı, Türk ve Polonya halkları arasında sekiz yüzyıla yakın bir süredir gelişen dostluk duyguları ile de bağdaşmamaktadır. “

Polonya Meclisi’nin bu kararı almasının çeşitli nedenleri vardır.

Önce Türkiye’dekinin aksine Polonya’ya Türkiye’ye karşı özel bir sempati beslenmediğini belirtelim. Osmanlı-Rus savaşları ve Polonya’nın taksimi gibi olaylar çok eskidir, bunlar nedeniyle vaktiyle Polonya’da Türkiye’ye için bir sempati var idiyse bunun Sovyetler Birliği döneminde silinmiş olduğu anlaşılmaktadır. Gerçekten de Sovyetlerin Polonya’da, NATO’nun sadık üyesi Türkiye hakkında, hem de Çarlık Rusyasının ortak düşman olmasından kaynaklanan sempati tezahürlerine izin vermemiş olduğu muhakkaktır.

Polonya’da büyük sayılabilecek bir Ermeni azınlığı olmaması ve bu ülkenin Ermenistan ile de özel denebilecek ilişkilerde bulunmaması söz konusu kararın başka nedenlerle alındığını düşündürmektedir. AB’ne yeni katılan tüm eski Komünist ülkelerde olduğu gibi, Polonya’da da, herhalde kendi eksikliklerini telafi etmek için, insan haklarının savunulmasında aşırı bir çaba gözlemlenmektedir. Diğer yandan Polonya’nın eski düşmanı yeni dostu ve hamisi Almanya’dan gelen bazı telkinlerin de söz konusu kararın alınmasını etkilemiş olması olasıdır. Polonya Parlamentosu’nun Türkiye’den gelen uyarılara rağmen bu kararı almasının başlıca iki nedeni vardır: Birincisi tüm AB üyesi ülkeler gibi Polonya’nın da Türkiye’nin AB’ye katılım süreci içinde bir çok kez veto kullanmak hakkına sahip olmasıdır. Bu durumun Türkiye’yi AB üyeleri ile iyi ilişkiler içinde olmaya zorlayacağı ve mesela bu çerçevede Polonya Parlamentosu’nun aldığı karara fazla tepki gösteremeyeceği düşünülmüş olsa gerektir. İkincisi ise Türkiye’nin itiraz ettikten sonra kısa zamanda olayları unuttuğuna inanılmasıdır. Nitekim Polonya Parlamentosu Başkanı Wlodzimierz Cimoszewicz iki ülke arasındaki bu sorunun birkaç gün içinde ortadan kalkacağını söylemiştir[41]. 

Almanya (2005)

Alman Parlamentosu 16 Haziran 2005 tarihinde “1915 Ermeni Sürgün ve Katlinin Hatırlanması ve Anılması: Almanya Türkler ve Ermenilerin Barışmasına Katkıda bulunmalıdır” başlığını taşıyan bir karar kabul etmiştir. Bu karar, bu konuda şimdiye kadar kabul edilen kararların en uzunudur. Türkiye için Almanya ile olan ilişkilerin önemi ve Almanya’da üç milyon kadar Türkün varlığı dikkate alınarak bu karar aşağıda ayrıntılı bir şekilde incelenmektedir. 

XIX. asrın son yarısında Almanya’da ırkçılık akımları oluşmuş ve bu akımlar, I. Dünya Savaşı’nı kaybetmenin getirdiği düş kırıklığının da yardımıyla, Nazi rejiminin doğmasına neden olmuştu. Nazi rejiminin ırkçılığın doruğuna çıkarak altı milyon kişiyi sırf Yahudi oldukları için öldürdüğü bilinmektedir. Almanya’nın II. Dünya Savaşı’nda büyük bir yenilgiye uğraması, parçalanması, yıllarca galip güçlerin işgali altında kalması bu hazin olaylara neden olan ırkçılığı tamamen ortadan kaldırmasa da çok geriletmiştir. 

Sovyetler Birliği’nin Batı Avrupa ülkeleri için tehlike oluşturması karşısında Almanya’nın yardımına ihtiyaç duyulmuş ve bu ülkenin geçmişi bir yana bir yana bırakılarak Almanya Avrupa’nın hür ülkeleri arasına alınmıştır. Almanya kısa zamanda kalkınmaya başlamış, ancak sermaye olmasına karşın savaş nedeniyle yeterli sayıda iş gücü bulunmaması bir sorun teşkil etmiş, el emeği açığı diğer ülkelerden getirilen “misafir” işçilerle kapatılmış ve Almanya kısa sayılabilecek bir zaman içinde Avrupa’nın en güçlü ekonomisine sahip olmuştur. 

Büyük çoğunluğunu Türklerin oluşturduğu “misafir” işçilerin başka gelenek ve kültürden gelmesi, ırkçı temelleri nedeniyle genelde hoşgörüye sahip olmayan Almanlar için bir sorun yaratmış, bu durumun çözümü için yabancı işçilerin Almanya’da erimesi anlamına gelen “entegrasyon” fikri ortaya atılmış, ancak bundan beklenen sonuç alınamamış, az sayıda yabancı işçi asimile olmuş ve büyük çoğunluk, aradan üç kuşak geçmesine rağmen milli benlikleri ile örf ve adetlerini korumuştur. Almanya’nın birleşmesinden sonra, demokrasi ve insan hakları değerlerini özümsememiş Doğu Almanyalıların Alman toplumuna katılması ırkçı davranışları ve yabancı düşmanlığını arttırmıştır. 

Alman Hıristiyan Demokrat Birliği ile Hıristiyan Sosyal Birliği partilerinden oluşan ve kısaca Hıristiyan Demokratlar olarak adlandırılan siyasi oluşum, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Federal Almanya’nın kurulmasında başlıca rolü oynamıştır. Hıristiyan Demokratlar savaş sonrasında Türkiye ile Almanya arasında her alanda yakın ve dostane ilişkiler kurulmasının da mimarıdır. Hıristiyan Demokrat hükümetler Türkiye’ye mali ve askeri yardım yapmış ve Alman ekonomisinin ihtiyacı olan yabancı işçilerin büyük kısmının Türkiye’den getirilmesi kararını da Hıristiyan Demokrat hükümetler almıştır. 

Bu olumlu tablo Sovyetler Birliğinin dağılması ve Almanya’nın birleşmesinden, diğer bir deyimle Avrupa’nın stratejik alanda Türkiye’ye olan ihtiyacının azalmasından ve ekonomik durgunluk nedeniyle Almanya’da işsizliğin başlamasından sonra, değişmiştir. Hıristiyan Demokratlar, Türk işçilerinin Almanya’ya entegrasyon sorunlarını gündeme getirmeye başlamışlar, ayrıca Türkiye’nin Avrupa Birliğim üyeliğine kabul edilmemesine karşı çıkmışlardır. Ancak Türkiye’nin Avrupa Birliği ile ilişkisinin azalması da sakıncalı gördüklerinden Türkiye’ye “imtiyazlı ortaklık” tanınması fikrini ortaya atmışlar bu fikir gerçekleşmeyince başka bir formül arayışına girmişler ve Türkiye’yi Ermenilerin kıyımı ile suçlamanın gelecek parlamento seçimlerinde Sosyal Demokratlara oy kaybettirebileceği düşüncesiyle bu konuyu işlemeye başlamışlardır.

Bu arada Almanya’da genelde sağ kesime mensup kişilerin Yahudi soykırımı suçlamalarından çok rahatsız olduğunu belirtmek gerekmektedir. Ne var ki bu suçlamaları reddetmek mümkün değildir. Buna karşın soykırım suçu Almanlardan önce başkaları tarafından da işlenmişse bu, Almanların suçunun azalması şeklinde algılanmaktadır. Bu nedenle Almanya’da sağ kesimde başkalarını soykırım yapmakla suçlamak eğilimi vardır. Hıristiyan Demokratlar Türkiye’yi suçlarken bu kesimden de destek alacaklarını düşünmüşlerdir. 

Hıristiyan Demokratlar bu hususları dikkate alarak 23 Şubat 2004 tarihinde Alman Parlamentosuna Ermeni sorunu hakkında bir karar tasarısı sunmuşlardır. Bu tasarı Alman Hükümetinin Ortağı Yeşillerce desteklenmiş ancak Sosyal Demokratlar karşı çıkmıştır. Kuzey Ren-Vestfalya Eyaletinde yapılan seçimleri Sosyal Demokratların kaybetmesi sonuncunda Parlamento seçimlerinin yenilenmesi kararı alınınca Sosyal Demokratlar, kendilerine genel seçimlerde oy kaybettireceği düşüncesiyle Hıristiyan Demokratların tasarısına karşı çıkmaktan vazgeçmişlerdir. 

Söz konusu tasarı, bazı önemsiz değişikliklerden sonra, Alman Parlamentosunda 16 Haziran 2005 tarihinde oylama yapılmadan, diğer bir deyimle oybirliğiyle, kabul edilmiştir.

Alman Parlamentosu’nun bu kararında soykırım sözcüğü yoktur. Buna karşın, “Ermenilerin neredeyse tamamen imha edilmeleri”, “Ermenilerin sürülüp yok edilmeleri” gibi deyimler soykırım kavramını ile aynı anlamı taşımaktadır. Kararda soykırım sözcüğünü kullanılmamasının nedeninin Almanya’da yaşayan Türklerin sert tepki göstermesinden duyulan endişe olduğu yorumu yapılmaktadır.

Karar, tarihin dürüst bir şekilde ele alınmasının gerekli olduğuna ve bunun barışmanın en önemli temelini teşkil ettiğine inanıldığını, bu hususun özellikle Avrupa hatırlama kültürü çerçevesinde geçerli olduğunu ve ulusal tarihin karanlık sayfalarıyla açık bir şekilde yüzlenilmesinin de buna dahil bulunduğunu ifade etmektedir. Almanya, Avrupa kıtasında çeyrek asırlık bir dönemde (1914-1839) iki büyük savaş çıkartmış, milyonlarca sivil ve askerin ölmesine neden olmuş ve ayrıca Yahudilere soykırım uygulamıştır. Sonunda uğradığı yenilgi o kadar büyük olmuştur ki, tekrar bağımsız bir devlet olarak kabul edilebilmesi için, topraklarının büyük kısmından vazgeçmesi, yıllarca yabancı kuvvetlerin işgali altında kalması ve her şeyden önce işlediği tüm suçları kabul etmesi ve tazminat ödemesi gerekmiştir. 

Ancak Almanya’nın bu özel durumunun diğer ülkeler için örnek teşkil etmediği görülmektedir. Özellikle savaşta yenilmemiş ülkelerin sömürgeci geçmişlerini veya tarihlerinin karanlık sayfalarını tanımak gibi bir eğilimleri bulunmamaktadır. Bunun en çarpıcı örneği Fransa’nın Cezayir’de yaptıkları katliam ve mezalimi tanımayı reddetmeleri oluşturmaktadır. 

Kararda Alman Parlamentosu’nun Türkiye’de Osmanlı İmparatorluğu’nda meydana gelen olaylar hakkında kapsamlı bir tartışma sürdürülmesinin hala mümkün olamamasından ve Türk tarihinin bu bölümünü ele alan bilim adamları ve yazarların cezai takibata maruz kalmalarından üzüntü duyduğu bildirilmektedir. Bu kararı kaleme alanların Türkiye’deki durumdan hiç haberdar olmadıkları görülmektedir. Son birkaç yıldır Türkiye’de 1915 tehcirinin soykırım olup olmadığı hakkında yoğun bir tartışma sürmektedir. Soykırım taraftarlarından hiç biri takibata uğramamıştır. Yves Ternon ve Vahank Dadrian gibi soykırım iddiasının şampiyonu yazarların eserleri başta olmak üzere, Ermeni görüşlerini yansıtan pek çok kitap Türkiye’de yayınlanmıştır. Ayrıca Almanya’da pek revaçta olan Franz Werfel’in “Musa Dağında Kırk Gün “adlı romanı da yayınlanmıştır. 

Karar bu gibi haksız ve yanlış ifadelerden sonra, herhalde bir denge kurmak amacıyla, Türkiye’de Avrupa hatırlama kültürü anlamında Ermeni sorunuyla giderek daha fazla ilgilendiği yönünde ilk olumlu işaretlerin de ortaya çıkmaya başladığının görüldüğünü bildirmekte ve örnekler vermektedir. 

Birinci örnek olarak TBMM’in, “Ermenilere karşı gerçekleştirilen suçlar” ve Türk-Ermeni ilişkileri hakkında görüşmeler yapmak üzere Ermeni kökenli Türk vatandaşlarını davet etmesi gösterilmektedir. Bununla TBMM’nin AB uyum ve Dışişleri Komisyonunun 4 Nisan 2005 tarihinde yapmış olduğu ve Türk ve Ermeni asıllı bazı yazarların çağrıldığı toplantı kastedilmektedir. Ancak bu toplantı, Ermeni sorunu hakkında bir görüş alış verişi şeklinde olmuş “Ermenilere karşı işlenen suçları” gibi bir konu görüşülmemiştir. 

İkinci örnek, Viyana’da Türk-Ermeni kadınlar diyalogu gibi kamuoyunda iz bırakmamış bir olay gösterilmiştir. 

Üçüncü örnek Türk ve Ermeni tarihçileri arasında gerçekleştirilen ilk temaslar sonucu belge alış-verişi yapılmış olmasıdır. Bununla Türk ve Ermeni tarihçiler arasında Viyana’da yapılan bazı temaslar kastedilmektedir. Ancak kararda , Ermenilerin çekilmesi sonucunda bu girişimin sona erdiğinden bahsedilmemektedir.

Dördüncü örnek olarak Başbakan Erdoğan’ın Ermeni Patriği Mesrob ile birlikte Türkiye’deki ilk Ermeni müzesini İstanbul’da açmış olması gösterilmektedir. Başbakanın bu jesti tamamen Türkiye Ermenilerine yöneliktir. Türkiye Ermenileri de, kendilerin bir çok kez de ifade ettiği gibi, Ermeni sorunun bir parçası değildir. 

Son örnek olarak Başbakan Erdoğan’ın bir Türk-Ermeni tarihçiler komisyonu kurulmasını önermesi gösterilmiş ancak bunun da hür ve kamuoyuna açık bilimsel tartışmalar temelinde gerçekleştirildiği takdirde başarıya ulaşabileceği belirtilmiştir. 

Kararda Almanya’da Türkiye’den gelen çok sayıda Müslüman’ın yaşıyor olması nedeniyle tarihi anımsamanın ve bu suretle barışmaya da katkıda bulunmanın önemli bir görev olduğu belirtilmektedir. Bu ifadeler, dolaylı bir şekilde, Almanya’da çalışan Türklerin Ermenilerin soykırıma uğramış olduğunu kabul etmelerinin onlar için bir görev olduğunu anlamına gelmektedir. Almanya’daki Türklerin böyle bir görevi yoktur. Almanya’da git gide artmakta olan yabancı düşmanlığının etkisiyle Almanya’daki Türklere Ermeni sorunun bahane ederek baskı yapmaya çalışıldığı görülmektedir. 

Kararda Türkiye ile Ermenistan arasındaki ilişkilerin normalleştirilmesi bölgenin geleceği açısından büyük önem taşıdığı bu bağlamda acilen AGİT ilkeleri temelinde her iki tarafta güven artırıcı önlemler gerektiği, örneğin Türkiye’nin sınırları açmasının Ermenistan’ın tecridine son verebileceği ve diplomatik ilişkilerin başlatılmasını teşvik edebileceği kayıtlıdır. Ayrıca Almanya’nın AB komşuluk inisiyatifi çerçevesinde özel bir yükümlülük altında bulunduğu, hedefin, Ermenistan ile Türkiye arasındaki durumun normalleşmesi ve iyileşmesine yardımcı olma ve böylece Kafkasya bölgesinde istikrarın sağlanmasına katkıda bulunmak olduğu belirtilmektedir. Görüldüğü üzere kararda Güney Kafkasya’da istikrarın neden bozulduğu hususuna hiç değinilmeden bu istikrarın sağlanması için Türkiye’nin sınırlarını açması ve Ermenistan ile diplomatik ilişki kurması istenmektedir. Oysa Kafkasya’da istikrarı bozan ülke, Karadağ ve diğer Azerbaycan topraklarını işgal eden, Türkiye’nin sınırlarını resmen tanımayan ve siyasi çıkar sağlamak amacıyla Türkiye’ye karşı soykırım iddiaları ileri süren Ermenistan’dır. Ermenistan’ın bu hareketlerinden hiç bahsedilmemesi Alman Parlamentosu’nun bu kararının inanırlığını ortadan kaldırmaktadır. 

Kararda Federal Eyaletlerin, eğitim yoluyla, Ermenilerin sürülüp yok edilmeleri konusunun Almanya’da da ele alınmasına katkıda bulunmaları gerektiği kayıtlıdır. Bu ifade Ermenilerin soykırım iddialarının Almanya’da okullarda okutulması anlamına gelmektedir. Böylece Alman öğrencilerde bir Türk düşmanlığı belirecek Türk asıllı öğrenciler ise suçluluk duygusuna kapılacaklardır. Bu duygunun Türk asıllı öğrencilerden bazılarının zamanla milli benliklerini terk etmesi sonucunu vereceği düşünülmüş olsa gerektir.

Alman Parlamentosu kararında Federal Hükümetten bazı taleplerde bulunulmaktadır. Bu talepleri, bazıları hakkında açıklamalar yaparak, aşağıda özetle veriyoruz. 

* Türkler ve Ermeniler arasında barışma ve tarihi suçun affedilmesi/özür dilenmesi suretiyle anlaşmaya varılmasının sağlanması için yardımcı olması.

(Türkler Ermenilere karşı bir suç işlenmiş olduğunu kabul etmediklerinden özür dilemeleri de söz konusu değildir. Diğer yandan Ermeni sorunu psikolojik olmaktan ziyade bazı çıkar hesaplarına dayanan siyasi bir sorundur. Bir tarafın özür dilemesi diğer tarafın af etmesiyle çözümlenemez. ) 

* Türkiye Parlamentosu, Hükümeti ve toplumunun Ermeni halkına karşı tarihte ve günümüzde oynadıkları rolü kayıtsız şartsız sorgulanması için girişimde bulunulması ( Bu ifadeler Türkiye’nin Parlamentosu, Hükümeti ve toplumuyla sözde Ermeni soykırımını tanıması gerektiğinin dolayı bir ifadesidir )

* Türk ve Ermeni bilim adamlarının yanı sıra uluslararası uzmanların da katılacağı bir tarihçiler komisyonu oluşturulması için girişimde bulunulması (Alman Parlamentosu böylelikle Başbakan Erdoğan’ın tarihçiler komisyonu önerisini kabul etmiş olmaktadır. Ancak bu komisyona uluslararası uzmanları da katılması gerektiğini öne sürmektedir. Böylece Türler ve Ermeniler kendi sorunlarını kendileri çözmeleri yerine bu sorunlar uluslararası hale getirmek istenmektedir. )

* Konu hakkında sadece Osmanlı İmparatorluğu belgelerinin değil, aynı zamanda Almanya’nın Türkiye’ye de iletmiş olduğu Federal Dışişleri Bakanlığı arşiv belgelerinin de kamuoyuna açılması için girişimde bulunulması (Alman Arşivleri açık olduğuna göre buradaki belgelerin kamuoyuna açılması sözleri anlamsızdır. Ayrıca bu ifadeler Türkiye’de sadece Osmanlı belgelerinin yayınlanmış olduğu kanısını vermektedir. Oysa Türkiye’de Osmanlı belgeleri yanında İngiliz ve Fransız belgeleri de yayınlanmıştır. Ayrıca Türk Tarih Kurumu Rus belgelerinin yayınlanmasını planlamıştır. Bu arada ilgili Alman belgeleri de yayınlanabilir. Ancak bunlar daha önce incelenmiş olduğundan Alman belgelerinin konunun incelenmesine büyük katkı yapması beklenemez. )

* İstanbul’da yapılması planlanan fakat devlet baskısı nedeniyle ertelenen konferansın gerçekleştirilmesi için girişimde bulunulması ( Ermeni taraftarı bazı Türk bilim adamları ve yazarlarının Boğaziçi Üniversitesinde 2205 yılı Mayıs ayı sonunda düzenlemek istedikleri konferanstan bahsedilmektedir. Bu konferansın yapılması için Alman Hükümetinin neden çaba göstermesi gerektiği anlaşılamamaktadır. Diğer yandan konferansın devlet baskısıyla ertelendiği doğru olmayıp dört ay sonra Türk Hükümetinin yardımıyla yapılabildiği bir gerçektir.)

* Özellikle Ermenilerin kaderi konusunda olmak üzere Türkiye'de düşünce özgürlüğünün teminat altına alınması için girişimde bulunulması (Bu ifadeler, Kararı kaleme alanların Türkiye’deki koşullar hakkında yeterli bilgi sahibi olmadıklarını göstermektedir. Türkiye’de ifade özgürlüğü mevcuttur. Nitekim halen bir çok kişi 1915 Ermeni tehcirinin soykırım olduğunu söylemekte ve yazmaktadır.) 

* Türkiye ile Ermenistan arasındaki ilişkilerin normalleşmesine yardımcı olması.

(Alman Parlamentosu’nun yukarıda saydığımız kararı Ermeni görüşlerini yansıtmaktadır. Diğer bir deyimle bu karar tarafsız ve adil değildir. Alman hükümeti, ilke olarak, bu kararda ifade edilen görüşleri dikkate almak mecburiyetindedir. O nedenle Alman Hükümetinin Türkiye-Ermenistan ilişkilerini normalleşmesine olumlu bir katkı yapması mümkün değildir.) 

Özetlemek gerekirse Federal Almanya Parlamentosu’nda kabul edilen bu karar “Anadolu’daki Ermenilerin neredeyse tamamen imha edildikleri” gibi hiçbir dayanağı olmayan iddialara yer vererek kaleme alanların tarih bilgisinden ne kadar uzak olduklarını göstermekle kalmamakta, Alman Hükümeti’ne, “Ermenilerin sürülüp yok edilmesinin” eyalet eğitim politikalarına dahil edilmesini tavsiye ederek Alman gençliğinde Türk düşmanlığı yaratılması sonucunu verebilecek sorumsuz, son derece tehlikeli ve kışkırtıcı öneriler de içermektedir. Diğer yandan Türkiye Cumhuriyeti belgelere dayanması halinde tarihinin herhangi bir döneminin muhasebesini yapmak için yabancı ülke parlamentolarının kararlarına ihtiyaç duymayacak kadar da devlet geleneğine sahip bir ülkedir. Ancak, Federal Almanya Parlamentosu kararında dile getirildiği gibi kendi geçmişiyle yüzleşmek ihtiyacını duyuyorsa, bunu asılsız iddialar temelinde şekillendirilen tarihi olaylar ve Türkiye’nin üzerinden değil, kendi tarihi sorumlulukları çerçevesinde yapmalıdır.”

Bu vesileyle Alman Parlamentosu’nun bu kararının Türkiye bakımdan hukuki bir sonuç doğurmayacağını belirtelim. Zira, milli egemenlik ilkesi gereği, bir devlet sadece kendi taahhütlerini yerine getirmekle mükelleftir. Başka ülkelerde alınan tek taraflı kararların hukuki yönden bir değeri yoktur. Buna karşın bu kararın, Ermeni diasporasını ve Ermenistan’ın Türkiye’ye karşı olan tutumlarının daha da sertleştirmek gibi olumsuz bazı siyasi sonuçları olabileceğini ve Alman hükümeti bu karar gereğince girişimde bulunmaya kalktığı taktirde iki ülke ilişkilerinde sıkıntılar, hatta bunalımlar yaşanacağını belirtelim. 

Dışişleri Bakanlığı tarafından 16 Haziran’da yayınlanan bir açıklamada Alman Parlamentosu’nun bu kararı kınamış, kararın Almanya iç politikası hesaplarından kaynaklandığı, hiçbir dayanağı olmayan iddialar ve Alman gençliğinde Türk düşmanlığı yaratılması sonucunu verebilecek öneriler içerdiği ve bu kararın iki ülke arasındaki ilişkilere olumsuz etki yapacağının zamanında Alman muhataplara bildirildiği belirtilmiştir. Dışişleri açıklamasının tam metni aşağıdadır:

“Federal Almanya Parlamentosu bugün (16 Haziran), Parlamento’da temsil edilen partilerin ortak sunucu olduğu ve 1915 yılında yaşanan olaylarla ilgili olarak Ermeni iddialarına ilişkin bir kararı kabul etmiştir. Bu kararı esefle karşılıyor ve şiddetle kınıyoruz. 

Yaklaşık üç aydır Almanya Parlamentosu’nun gündeminde bulunan bu karar ile ilgili olarak görüşlerimiz her düzeyde Alman muhataplarımıza iletilmiş, kararın tek yanlı içeriğine, metindeki vahim maddi yanlışlıklara ve bilgi eksikliklerine işaret edilmiş ve böyle bir kararın, özellikle Almanya gibi her zaman dost ve müttefik olarak görülen bir ülke tarafından kabulünün Türk halkını derinden yaralayacağına ve ikili ilişkilerimiz üzerinde yapacağı menfi etkilere dikkat çekilmiştir. 

Ancak gelinen aşamada, tüm bu uyarılarımızın Federal Alman Parlamentosu tarafından dikkate alınmadığı üzüntüyle gözlenmektedir. 

Bu girişimin Alman iç politika hesaplarından kaynaklandığı açıktır. Böyle hassas bir konunun iç politikanın küçük hesaplarına alet edilmesi sorumsuzluk ve dar görüşlülüğün bir kanıtıdır. 

Federal Almanya Parlamentosu’nda kabul edilen karar “Anadolu’daki Ermenilerin neredeyse tamamen imha edildikleri” gibi hiçbir dayanağı olmayan iddialara yer vererek hazırlayıcıların tarih bilgisinden ne kadar uzak olduklarını göstermekle kalmamakta, Alman Hükümeti’ne, “Ermenilerin sürülüp yok edilmesinin” eyalet eğitim politikalarına dahil edilmesini tavsiye ederek Alman gençliğinde Türk düşmanlığı yaratılması sonucunu verebilecek sorumsuz, son derece tehlikeli ve kışkırtıcı öneriler de içermektedir. 

Türkiye Cumhuriyeti tarihiyle barışıktır. Tarihi olayların parlamentolarca değil, ancak tarihçiler ve uzmanlar tarafından değerlendirilebileceği düşüncesinden hareketle arşivlerini Alman ve Ermeniler dahil tüm araştırmacılara açmış, Ermenistan’a, Osmanlı dönemindeki Türk-Ermeni ilişkilerini ortak bir komisyonda incelenmesi önerisini resmen iletmiştir. Türkiye Cumhuriyeti belgelere dayanması halinde tarihinin herhangi bir döneminin muhasebesini yapmak için yabancı ülke parlamentolarının kararlarına ihtiyaç duymayacak kadar da devlet geleneğine sahip bir ülkedir. Ancak, Federal Almanya Parlamentosu kararında dile getirildiği gibi kendi geçmişiyle yüzleşmek ihtiyacını duyuyorsa, bunu asılsız iddialar temelinde şekillendirilen tarihi olaylar ve Türkiye’nin üzerinden değil, kendi tarihi sorumlulukları çerçevesinde yapmalıdır.”

Yukarıda belirttiğimiz gibi Alman Parlamentosu bu kararı oy birliği ile almıştır. Almanların iki ülke arasında çok yakın ilişkilere, Almanya’da üç milyondan fazla Türkün varlığına ve her yıl Türkiye’ye milyonlarca Alman turist gelmesine karşın Alman Parlamentosunda Türk görüşlerini savunan bir kişi dahi çıkmaması kabul edilemez bir durumdur. Yapılan uyarılara rağmen, Alman Parlamentosu’nun ne ülkedeki Türklerin ne de Türk kamuoyunun görüşlerini hiçbir şekilde dikkate almak zahmetine katlanmaması Türkiye-Almanya ilişkilerine olumsuz etkilemiş ve Almanya’ya ve Almanlara olan güveni sarsmıştır.. Bu arada, son seçimleri kazanarak iktidar ortağı olan Hıristiyan demokratların Türkiye’nin AB üyeliği aleyhindeki politikalarını sürdürmeleri de Alman Parlamentosu’nun Ermeni görüşlerini tamamen benimseyen bu karar nedeniyle esasen yıpranmış olan iki ülke ilişkilerini daha da bozması ve yukarıda değindiğimiz bunalımın belki beklenenden kısa bir zamanda çıkması olasılığını güçlendirmiştir. 

Venezuela (2005)

Venezuela Parlamentosu 14 Temmuz 2005 tarihinde Ermeni soykırım iddialarını benimseyen bir kararı oybirliğiyle kabul etmiştir. 

Kararın giriş bölümünde, özetle, insanlık tarihinin ilk bilimsel olarak planlanmış, örgütlenmiş ve icra edilmiş soykırımının doksan yıl önce meydana geldiği, bu soykırımın Genç Türkler ve onların ideolojisi olan Pantürkizm tarafından Ermeni halkına karşı işlendiği ve iki milyon kadar kişinin ortadan kaldırılmasına yol açtığı, bu tür cinayetlerin tekrarlanmaması için açıkça ifade edilmesi ve bu soykırımın Türk halkı ve dünyanın bütün hakları tarafından reddedilmesi gerektiği ve siyasi davalar ve çıkarlar nedeniyle soykırımın inkar edilmesi yoluyla tarihin değiştirilmesine çalışıldığı belirtilmektedir. Karada ayrıca Ermeni halkının ve hükümetinin taleplerinin desteklendiği, Ermeni soykırımını tanıyıncaya kadar Türkiye’nin üyelik başvurusunu ertelemesini Avrupa Birliğinden istendiği gibi hususlar da yer almaktadır.

Görüldüğü gibi bu karar Ermeni soykırım iddiaları hakkında şimdiye kadar çeşitli ülkeler parlamentolarında alınan ,kararların en serti ve en abartılısıdır. Venezuela Parlamentosunu bu kadar cesur kılan husus, şüphesiz, Türkiye’nin uzaklığı ve iki ülke arasında kayda değer ilişki olmamasıdır. Venezuela’da zengin, diğer bir deyimle etki yapabilen bir Ermeni Cemaatinin varlığı, buna karşın kayda değer sayıda Türk olmaması da bu kararın kolaylıkla alınmasın başlıca nedenleridir. Ayrıca Uruguay ve Arjantin’de alınan kararların da Venezuela parlamentosu için emsal teşkil ettiği muhakkaktır. Bir Ermeni kaynağı otoriter idaresi ve popülist davranışları nedeniyle ABD tarafından eleştirilen Venezuela Başkanı Chavez’in bu kararla Batılıları ve özellikle Avrupa ülkelerini vicdani görevlerini yapmaya çağırmak fırsatını kullandığını yazmıştır. 

Litvanya (2005)

Litvanya Parlamentosu 15 Aralık 2005 tarihinde aldığı bir kararla Ermenilerin soykırım iddialarını tanımış ve Türkiye’den de tanımayı yapmasını istemiştir. Türkiye Dışişleri Bakanlığı ertesi gün yaptığı bir açıklamada Parlamentoların tarihin tartışmalı dönemlerine ilişkin hüküm verme görevi olmadığını, tarihin tarihçiler ve bu kararın ne Türkiye ne de Litvanya arasındaki ilişkilere, ne de Türkiye-Ermenistan arasındaki ilişkilerin normalleşme sürecine olumlu yansımaları olmayacağını bildirmiştir.

Türkiye ile hiçbir sorunu olmayan, ayrıca Ermenistan ile ilişkilerinin de bir özelliği bulunmayan Litvanya Parlamentosu’nun bu kararı almasının nedenlerini, Slovakya gibi bu ülkenin vaktiyle Nazilerle işbirliği yapmış olmasında aramak gerekmektedir. İkinci Dünya Savaşı’nın başında bağımsızlığını kaybederek Sovyetler Birliği’ne bağlanan Litvanya savaş içinde Alman orduları tarafından işgal edilmiş, tekrar bağımsızlığını kazanmış ve Nazilerle işbirliğine başlamıştır. Bu çerçevede Litvanya’daki 220-250 bin civarında olduğu tahmin edilen Yahudilerin neredeyse tamamı (%95) ortadan kaldırılmıştır[42]. Savaş sonrasında tekrar Sovyetler Birliği’ne dahil edilen Litvanya Sovyetlerin dağılmasından sonra bağımsızlığını kazanmış, Avrupa Birliği’ne katılma sürecinde vaktiyle Yahudilere yapılanları affettirmek veya unutturmak amacıyla insan hakları savunuculuğu yapmaya başlamıştır. Litvanya Parlamentosu Ermenilerin soykırım iddialarını tanımakla kendi ülkesinde Yahudilere karşı işlenmiş olan soykırım suçunun daha önce başka ülkeler tarafından işlendiğini ileri sürerek, diğer bir deyimle Litvanya’nın bu suçu işlemekte yalnız olmadığını vurgulayarak kendi sorumluluğunu hafifletmeye çalışmıştır.

ABD ve Ermeni Sorunu 

Ermeni soykırım iddialarını kabul etmiş devletler arasında sayılmamasına rağmen ABD’nin bu konuda özel bir yeri vardır. Protestan misyonerlerin Anadolu’daki faaliyeti nedeniyle ABD’nin Ermenilerle ilgisi ve ilişkisi çok eskidir. Amerikan Senatosunun Ermeniler lehindeki ilk kararının tarih 1894’tür. Tehcirden sonra Amerikalıların Ermenilere ilgisi daha da artmıştır. Halen ABD’deki Ermeni azınlığı bir milyon civarında olup Ermenilerin ülkeye iyi uyum sağlamış oldukları görülmektedir. Kaliforniya, Massachusetts ve New Jersey gibi eyaletlerde de ciddi oy potansiyeline sahiptirler.

Ermeni terörizmi başladıktan sonra Ermeniler Amerikan Kongresinden sözde Ermeni soykırımının tanınması için bir karar çıkartmaya uğraşmışlardır. Amerikan Kongresi 1975 ve 1984 yıllarının 24 Nisan gününü “İnsanın insana insanlık dışı davranışlarını anma günü” ilan etmiştir. Bu kararların metinlerinde Ermenilerin 1915 yılında soykırıma uğradığı belirtilmektedir. 1984 kararında ise bu soykırımın Türkiye tarafından yapıldığı öne sürülmektedir. Ne var ki bu kararlar 1975 ve 1984 yıllarıyla sınırlı kaldığı için Ermenileri memnun etmemiştir. 1996 yılında Amerikan Temsilciler Meclisi Ekonomik Yardım Fonundan Türkiye’ye 22 milyon dolar verilmesi hakkındaki bir kararın içine sözde Ermeni soykırımını da sokuşturarak Türkiye’nin bu yardımı alabilmesini “1915-1923 yılları arasında Osmanlı İmparatorluğu tarafından Ermeni halkına yapılan Mezalim”i tanımasına ve “Ermeni soykırımı kurbanlarının anısını onurlandırmak için uygun önlemler” almasına bağlamıştır. Ancak Türkiye bu koşullar altında yardımı istememesi kararı sonuçsuz bırakmıştır. 

Ermenilerin bir diğer propaganda girişimleri de her yıl 24 Nisan münasebetiyle ABD Başkanından bir mesaj yayınlamalarını istemek olmuştur. İlk mesaj, Kaliforniya’da valilik yapmış olması nedeniyle Ermenilerle yakın teması olan Başkan Ronald Reagan tarafından 1981 yılında yayınlanmış ancak bu mesaj Ermenilere temas etmekle beraber temelde Yahudi Holokostunu konu almıştır. Diğer yandan Başkan Reagan 1988’e kadar görevde kalmasına rağmen başka mesaj yayınlanmıştır. Onu izleyen Başkan George Bush ise dört yıllık görev süresinde bir kez, 1990 yılında mesaj yayınlamıştır. Başkan Bill Clinton ise sekiz yıl içinde, 1994’ten itibaren her yıl olmak üzere, altı mesaj yayınlamıştır. Başkan George W. Bush ise artık gelenek haline geldiği görülen bu mesajlara her yıl devam etmiştir [43]. 

2000 yılında, Ermeni iddialarının hemen tümünü içeren bir karar tasarısının Komisyonlardan geçerek Temsilciler Meclisi genel kuruluna gelmesi Türkiye’ye dikkatle izlenen ve itiraz edilen bir olay olmuştur. Tasarının kabulüne kesin gözüyle bakılırken Başkan Bill Clinton Temsilciler Meclisi Başkanı Dennis Hastert’e 19 Ekim 2000 tarihinde bir mektup göndererek ABD’nin bu bölgede önemli çıkarları bulunduğunu, söz konusu tasarının bu sırada ele alınmasının bu çıkarları olumsuz yönde etkileyeceğini, Ermenistan ile Türkiye arasındaki ilişkilerin iyileştirme çabalarını engelleyeceğini bildirmiş ve tasarının ele alınmamasını istemiştir. Temsilciler Meclis Başkanı buna dayanarak tasarıyı gündemden çıkartmıştır. 

11 Eylül 2001’de New York’ta yapılan terörist saldırı ve 2003 yılında da Irak’a bir askeri müdahale yapılması Türkiye’nin, esasen var olan stratejik önemini dolayısıyla ABD’nin çeşitli alanlarda Türkiye’nin işbirliğine olan ihtiyacını arttırmış ve o nispette de Amerikan Kongresinden Ermenilerin istekleri doğrultusunda bir karar çıkması olasılığını azaltmıştır. Nitekim bu tarihten sonra Ermenilerin bir süre doğrudan sözde soykırımını konu alan bir kararı hedeflemedikleri buna karşın Yahudi Holokostunu ile ilgili bir kararda isimlerini geçiremeye çalıştıkları görülmüştür. 

ABD’nin Irak operasyonu için Türkiye’nin geçiş izni vermemesi ile iki ülke arasında bir süre yaşanan soğukluk döneminde Ermenilerin yeniden bir karar tasarısı sunmaları beklenmişse de bu husustaki girişimler sözde soykırımın 90 yılı anma tören ve faaliyetlerinden sonra 2005 yılı yaz aylarında vuku bulmuş ve “soykırım” konusunda Temsilciler Meclisine iki tasarı sunulmuştur.

Bunlardan H. Con. Res. 195 numarasını taşıyan tasarı 2000 yılı tasarısının aynıdır. Giriş bölümünde akla gelen tüm Ermeni iddialarını sıraladıktan sonra işlem bölümünde, özetle, Kongrenin her yıl Ermeni “soykırımını” anması, Başkanın , Amerikan halkı adına her yıl Ermeni “soykırımını” anması, Türk Hükümetinin, Osmanlı İmparatorluğu’nun Ermeni “soykırımı” konusundaki suçunu kabul etmesi, böyle yaptığı taktirde Türkiye’nin AB üyeliğinin desteklenmesi, ayrıca “adil bir çözüm için” Tür hükümetinin Ermenistan ve Ermeni halkıyla bir yakınlaşma başlatması istenmektedir.

H. Res. 316 sayıyı taşıyan diğer bir karar tasarısında ise, yine Ermeni iddiaları olduğu gibi sıralanıp kabul edildikten sonra Amerikan dış siyasetinin Ermeni soykırıma ait sorunları yansıtması ve ABD Başkanın her yıl 24 Nisan’da yayınladığı mesajda soykırımı deyimini kullanması istenmektedir.

Her iki tasarı da komisyonlardan geçtikten sonra Temsilciler Meclisine gönderilmiştir. Genel kanı ABD Başkanın bir müdahalesi olmadığı taktirde bu tasarıların kabul edileceği merkezindedir.

ABD Temsilciler Meclisindeki Ermeni Çıkarlarını Koruma Grubu (Armenian Caucus) tarafından sunulan H.R.3103 sayılı bir diğer tasarıda Türkiye’nin Ermenistan’a uyguladığı ambargoyu kaldırması için ABD tarafından atılan adımlar ve yapılan planlar hakkında ABD dışişleri bakanın her yıl Kongreye bir rapor sunması istenmektedir.

Aynı Grubun H.R.3361 sayı ile Temsilciler Meclisine sunduğu bir başka tasarı, Kars ile Gürcistan’ın Ahalkelek şehri arasında yapılması öngörülen demiryolu hattı için ABD’nin yardım sağlamamasına dairdir.

Görüldüğü üzere, bu tasarılar soykırım iddialarının kabulü, Türkiye’nin Ermenistan sınırını açması ve Kars–Ahalkelek demiryolunun yapılmaması şeklinde özetlenebilecek olan Ermeni taleplerini Amerikan Kongresine kabul ettirmek amacını gütmektedir. 

ABD için değinilmesi gereken bir diğer konu da çok sayıda eyaletin sözde Ermeni soykırımını tanıyan kararlar almış olmasıdır[44]. ABD’de eyalet meclislerinin, valilerin ve belediye başkanlarının seçmenlerinin önem verdikleri konularda beyanlarda bulunmaları veya mesajlar yayınlamaları bir gelenektir. Ermeniler bundan yararlanarak oy potansiyelleri olan eyaletlerde bu tür kararlar alınmasını sağlamış bulunmaktadırlar. ABD’de yaşayan soydaşlarımızın sayıları, dolayısıyla siyasi güçleri, Ermenilere nazaran çok az olduğundan bu gibi eyalet kararlarının önlenmesi pek mümkün olamamıştır. 

Parlamento Kararlarının Hukuki Değeri, Siyasi Etkisi
Söz konusu ülke parlamentolarının aldığı bu kararların etkisi nedir? 

Türkiye’nin (veya herhangi bir başka bağımsız ülkenin) yabancı devletler parlamentolarının kararına uymaları gerekli değildir. O nedenle bu kararların Türkiye bakımından hukuksal bir sonucu bulunmamaktadır. Ancak bu söz konusu kararların Türkiye bakımından sakıncalı yaratmadığı şeklinde anlaşılmamalıdır. 

Türkiye seksenli yılların başından bu yana insan haklarına uymadığı gerekçesiyle çok eleştirilmiştir. Şimdi bunlara Türklerin insanlığa karşı en büyük suç olan soykırımını işlemiş olduğu gibi bir inancını eklenmesi Türkiye’nin imajını daha da zedeleyecek, bu ise Türkiye’ye karşı bir güvensizlik duygusu yaratılmasına yardımcı olacaktır. Böyle bir durumun turizmin gelişmesinden yabancı sermaye yatırımlarına kadar uzanan geniş bir alanda olumsuz etkileri görülecek ve ayrıca Türkiye’nin Avrupa Birliğine katılmasına karşı olan Avrupa’daki bazı çevreler tarafından bir koz olarak kullanılacaktır.

Diğer yandan sadece yukarıda bahsedilen hususlar için değil ve fakat tarihi gerçeklere uymadığı ve ecdadımıza leke sürülmeye çalışıldığı için de soykırım iddialarına karşı çıkmak ve olayların gerçek niteliğini duyurmaya çalışmak gerekmektedir.

Parlamentoların kararlarının önlenmesi için Türkiye’nin başvurduğu usul diplomatik girişimde bulunarak tarihi olayların gerçek niteliğini anlatmak ve ayrıca bu kararların Türkiye’nin toprak bütünlüğünün sorgulanmasına kadar giden bazı siyasi amaçları olduğunu belirtmektir. Türkiye büyükelçiliklerinin bu konuda yapmış oldukları girişimlerden az sayıda ülkede sonuç alınabilmiştir. Bunun nedeni parlamentoların diplomatik ilişkilerden kedilerinin değil hükümetin sorumlu olduğunu düşünmeleridir. Diğer bir deyimle bir kararın önlenmesi ancak ilgili hükümetin parlamentoda yapacağı girişimlerle mümkün olabilir. İlgili hükümetlerin böyle bir girişimde bulunmaları ise Türkiye ile çok iyi ilişkiler içinde olmasına veya Türkiye ile ihtilaflı durum içine girmekten çekinmesine ve aynı zamanda parlamentoda çoğunluğu elinde bulundurmasına bağlıdır. 

Türklerin Ermenilere nazaran daha fazla olduğu ülkelerde böyle karararların önlenebilmesi ise Türk toplumlarının o ülkelerdeki siyasi ağırlığına bağlıdır. Ancak bir ülkede fazla sayıda Türk olması Türklerin siyasi ağırlığa sahip olunduğu anlamına gelmemektedir. Siyasi ağırlık o ülke koşullarına tam uyum sağlamak, ülke dilinin iyi bilmek ve o ülke siyasetine aktif bir şekilde katılmak ile mümkündür. 

b. Avrupa Parlamentosu Kararları 

Günümüzde uluslararası kuruluş sayısı çok fazladır. Bizim inceleme alanımıza giren kuruluşlar devletlerin üye olduğu ve siyasi alanda önem taşıyan kuruluşlardır.

Diaspora Ermenilerin öteden beri sürdürdüğü ve son beş yıllarda Ermenistan’ın da katıldığı gayretlere rağmen şimdiye kadar soykırım iddialarını kabul eden tek uluslararası kuruluş Avrupa Parlamentosudur. Bir çok Ermeni kaynağı soykırım iddialarının Birleşmiş Milletler ve Avrupa Konseyi tarafından da kabul edildiğini yazarsa da bu doğru değildir [45]. 

Avrupa Parlamentosu ilk kez bu konuyu 1987 yılında ele almıştır. Bunda Türkiye’nin tam üyelik için 14 Nisan 1987 tarihinde Avrupa Birliğine başvurması ve Ermeni terörünün de kısa süre önce sona ermiş bulunması etken olmuştur. Ekte İngilizce metni sunulan Avrupa Parlamentosu’nun 16 Temmuz 1987 tarihli kararının (Ek. 5) özellikle önem arz eden hususlar şunlardır:

a. 1915-1917 sevk ve iskânı bir soykırım olarak kabul edilmiştir.
b. Türkiye’nin Ermeni soykırımını tanımamayı sürdürmesinin tam üyeliği için bir engel oluşturacağı belirtilmiştir.
c. Türkiye’nin söz konusu olaylardan sorumlu tutulamayacağı ifade edilmiştir.
d. Türkiye’nin soykırımını tanımasının siyasi, hukuki ve maddi talepler doğurmayacağı vurgulanmıştır.
e. Ermeni terörizmi kınanmıştır.

Görüldüğü üzere yukarıda a ve b maddeleri Ermenilerin istediği buna karşın Türkiye’nin reddettiği; c, d ve e maddeleri ise Türkiye’nin kabul edebileceği ancak Ermenilerin istemediği hususları içermektedir. Böylelikle kararın iki tarafın arasında bir tür denge kurmayı amaçladığı görülmektedir. 

O yıllarda Türkiye’nin Avrupa Birliğine adaylığı konusunda ilerleme olmayınca yukarıda değindiğimiz karar da önemini kaybetmiş ve Ermeni propagandası tarafından zaman zaman kullanılma ötesinde bir işlevi olmamıştır. 

Türkiye’nin adaylığının 1999 Helsinki zirvesi ile beraber tekrar gündeme gelmesi Avrupa Parlamentosu içindeki bazı çevrelere Ermeni soykırımı konusunu tekrar ortaya atmaları fırsatını vermiş ve bu konu, genellikle, Türkiye hakkındaki Avrupa Komisyonu tarafından hazırlanan raporların Parlamento’da incelenmesi sırasında ele alınmıştır. 

Avrupa Komisyonu’nun Türkiye’nin adaylığı hakkındaki 2000 yılı İlerleme Raporunun Avrupa Parlamentosu’nda incelenmesi sonucunda kabul edilen bir çok konuya değinen kararında Ermeni “soykırımının” açıkça tanınması Türk Hükümeti’nden ve Türkiye Büyük Millet Meclisi’nden istenmiş, Ermenistan ile Türkiye arasında normal diplomatik ve ticari ilişkilerin kurulması ve ambargonun kaldırılması için Ermenistan ile bir diyalog başlatması ayrıca Türk Hükümeti’nden talep edilmiştir. 

2001 yılı İlerleme Raporu hakkındaki Avrupa Birliği kararında ise “soykırım” konusundan bahis yoktur. Buna karşın Azerbaycan ve Ermenistan arasındaki diyalogun tekrar tesisi için Türkiye’nin aktif bir rol üstlenmesi ve Ermenistan’a uygulanan ambargonun kaldırılması istenmektedir.

Buna karşın “soykırım” konusu 2002 yılında Avrupa Parlamentosu’nun Güney Kafkasya ülkeleri ile ilişkileri inceleyen bir başka raporunda ortaya çıkmıştır. Bu rapor yukarıda değindiğimiz 1987 tarihli karara “ 1915 Ermeni soykırımını tanıyan 18 Haziran 1987 tarihli karar” olarak atıf yapılmıştır. Diğer taraftan Ermenistan’a uygulanan ambargonun kaldırılması da Türkiye’den istenmiştir. Rapor Türkiye’de tepki ile karşılanmış ve TBMM’de grubu bulunan partiler, bu kararın kabul edildiği gün olan 28 Şubat 2002 tarihinde bir bildiri yayınlayarak, Avrupa Parlamentosu’nun tarihi gerçekleri bilinçli bir şekilde inkar ettiğini bildirmişlerdir . 

2002 yılı İlerleme Raporu hakkındaki Avrupa Parlamentosu kararında ise [46] “Kıbrıs sorununun çözümü ve Ermenistan ile ilişkilerin normalleştirilmesi de elbette Kopenhag kriterlerinin yerine getirilmesini öngördüğü hususlar arasındadır” ibaresini koymak suretiyle “soykırım” konusunu Kopenhag kriterleriyle irtibatlandırmaya çalışmıştır. Ancak bu hususta esas olan katılım görüşmelerini yürüten Avrupa Komisyonu’nun tutumudur. 

Bu raporda ayrıca, 1987 yılı kararına atıf yapılmış, Ermeni dilinin kullanımı, Ermeni ve Süryani kültürel eserlerine saygı gösterilmesi ve bunların değerlendirilmesi, Türk okullarında sözde Ermeni “soykırımı” hakkındaki eğitimin kaldırılması gibi hususlar vardır. Diğer yandan Türkiye’den Ermenistan ile iyi komşuluk ilişkileri geliştirmesi istenmekte ve bunun ilk adımı olarak da sınırların açılması ve diplomatik ilişkilerin kurulması talep edilmektedir. 

Avrupa Parlamentosu’nun Türkiye ile ilgili 2003 yılı İlerleme Raporu hakkında kabul ettiği kararda “soykırım”a doğrudan atıf yoktur. Parlamento’daki Ermeni taraftarlarının ısrarı üzerine, 17 Haziran 1987 tarihli karara atıfta bulunulmakla yetinmiş buna karşın kararda Türkiye’den Ermenistan ile olan sınırını açması ve Ermenistan ile iyi ilişkileri teşvik etmesi ve “tarihi barışma” ya engel olabilecek hareketlerden kaçınması istenmiştir. 

Avrupa Birliği Komisyonu’nun 6 Ekim 2004 tarihli raporunun Türkiye’nin Birliğe katılmasının etkileri bölümünde Türkiye’nin katılmasının Birliğin sınırlarını Ermenistan, Gürcistan ve Azerbaycan’a kadar uzatacağı, Avrupa Birliği’nin Türkiye aracılığıyla Güney Kafkasya’da istikrarı sağlayıcı bir etki yapabileceği, ancak bunun için Türkiye’nin komşularıyla olan sorunlarını Birliğe katılmadan çözmesi gerektiği bildirilmiştir. 

Raporda bu bağlamda, özellikle, diplomatik ilişkilerin kurulması ve kara sınırının açılmasıyla Türkiye’nin Ermenistan ile olan ilişkilerinin geliştirilmesi gerektiğine işaret olunmuştur. 

Rapor, trajik olayların, özellikle de bu bölgede 1915-1916 yıllarında yaşanan insani ızdırapların yorumlanmasının önemli bir konu olduğunu, Türkiye’nin Birliğe katılması beklentisinin Ermenistan ile olan ikili ilişkilerin iyileştirilmesini ve söz konusu olaylar hakkında da bir uzlaşma yapılmasını da içermesi gerektiği ifade olunmuştur. Görüldüğü gibi rapor 1915/1916 tehciri için Ermeniler tarafından kullanılan “soykırım” deyimi yerine “trajik olaylar” demeyi tercih etmiş ve bu nedenle de diaspora tarafından eleştirilmiştir [47]. Diğer yandan bu konu ilk defa bir Komisyon belgesinde yer almıştır. Komisyon bu “trajik olaylar” hakkında Türkiye’nin bir uzlaşma yapmasını istemektedir. Uzlaşmanın kiminle ve ne zaman yapılacağı hakkında bir açıklık yoktur. Ancak, Ermeni diasporaları uluslararası bir kimlik taşımadığına göre uzlaşmanın Ermenistan ile yapılması gerekecektir. Diğer yandan uzlaşmanın Türkiye’nin tam üyeliğinden önce gerçekleşmesinin beklendiği de anlaşılmaktadır. 

Komisyon ayrıca Türkiye’nin Karabağ sorunu sebebiyle Ermenistan ve Azerbaycan arasındaki gerginliğin hafifletilmesine katkıda bulunmasının önemine de işaret etmiştir. Burada dikkati çeken husus Türkiye’den Karabağ sorunun çözümü için değil, bu sorunun yarattığı gerginliğin hafifletilmesi için katkı beklenmesidir. Diğer bir deyimle Türkiye’nin Azerbaycan’ı desteklemesinin mevcut gerginliği arttırabileceği alaylı bir şekilde ifade olunmaktadır. 

Komisyon Raporunun en önemli bölümü Komisyon’un AB ülkeleri Hükümet ve Devlet başkanlarına (Doruk Toplantısına) Türkiye’nin Avrupa Birliğine katılımındaki ilerlemeler hakkında yapmış olduğu tavsiyelerdir. Söz konusu tavsiyelerde Ermeniler veya Ermenistan konuları yer almamıştır. Buna uygun olarak da 17 Aralık Zirve Toplantısı Sonuç Bildirgesinde bu konulara değinilmemiştir. Böylelikle Türkiye ile müzakerelere başlanması için, Ermenilerin ön şart olmasını ısrarla istediği “soykırımın” tanınması ve sınırların açılması hususları gerçekleşmemiştir. 

Avrupa Parlamentosu Avrupa Komisyonu’nun yukarıda değindiğimiz İlerleme Raporunu ve tavsiyelerini inceledikten sonra bu konuda 15 Aralık 2004 tarihinde bir tavsiye kararı kabul etmiştir. Bu kararda, Türkiye ile Ermenistan arasındaki sınırın hala açılmamış olmasının Ermenistan ile iyi ilişkiler kurulması için Türk yöneticileri tarafından kaçırılmış bir fırsat olduğu belirtilmekte ve Türk makamlarının 18 Temmuz 1987 tarihli Avrupa Parlamentosu kararında yer alan Ermeni sorunu hakkındaki diğer hususları da yerine getirmemiş olduğu vurgulanmaktadır. 1987 yılı kararında, özet olarak, Avrupa Parlamentosu’nun sözde Ermeni soykırımını tanıması, Türkiye’den de tanımasını istemesi ve tanımadığı taktirde de bunun Avrupa Birliğine üyelik yolunda aşılamaz bir engel oluşturacağının ifade edildiğini yukarıda bildirmiştik.

Avrupa Parlamentosu bu kararında, ayrıca, Ermenilere karşı uygulanmış olan “soykırımı” tanımak suretiyle Ermeni halkı ile barışma sürecini desteklemesini Türkiye’den istemiştir. Bundan başka kararda, “soykırım” tarihi gerçeğini resmen tanımasını ve Ermenistan ile sınırlarını en kısa zamanda açmasını Türkiye’den talep etmeleri Avrupa Komisyonu ve Avrupa Konseyi’nden (Devlet ve Hükümet başkanlarından) talep edilmiştir. 

Kararda, Ani’deki Ermeni kiliselerinin ziyarete açılmasının, Türk tarihçi Halil Berktay’ın soykırım hakkındaki dikkate değer çalışmasının ve Ermenistan Cumhuriyeti’yle devlet düzeyindeki ilişkilerin yeniden tesisinin ileriye doğru yaşamsal adımlar olduğu ancak bu sürecin Türkiye ve Ermenistan arasındaki sınırların açılması suretiyle mantıki sonucuna ulaşması gerektiği ifade olunmaktadır Bu arada Halil Berktay’ın soykırım konusunda kitabı bulunmadığını, fikirlerini daha ziyade verdiği mülakatlarda da ifade ettiğini, bu nedenle de Halil Berktay’ın olmayan çalışmalarının neden yaşamsal bir adım olarak görüldüğünün anlaşılamadığını belirtelim. Diğer yandan Ermenistan ile devlet düzeyinde yeniden ilişki kurulması hakkındaki ifadeler de anlaşılamamaktadır. Zira, Türkiye Ermenistan devletini 1991 yılında tanımış olup, iki taraf, birbirlerinin ülkesinde diplomatik temsilci bulundurmamakla beraber, gerektiğinde her düzeyde resmi temas yapılmakta ve iki ülke arasında “yeniden” kulmuş herhangi bir ilişki bulunmamaktadır. 

Avrupa Parlamentosu’nun sözünü ettiğimiz kararında Türkiye ve Ermenistan’ın, geçmişin trajik deneyimlerinin açıklıkla üstesinden gelinmesi amacıyla, mümkünse, bağımsız eksperlerden kurulu bir komitenin yardımıyla, barışma sürecini devam ettirmelerine inanıldığı belirtilmekte ve Türkiye’den mümkün olan en kısa zamanda Ermenistan ile olan sınırlarını açması talep olunmaktadır. 

Görüldüğü gibi Avrupa Parlamentosu kararı Avrupa Komisyonu raporlarından çok daha ileri bir şekilde Ermeni görüşlerini yansıtmaktadır. Bu arada Türkiye’nin sözde Ermeni soykırımını tanıması ve Ermenistan ile olan sınırlarını açması için ısrar edilmesi dikkat çekmektedir.

Kararın Ermenilerin hoşuna gitmeyecek tek yönü “geçmişin trajik deneyimlerinin, diğer bir deyimle soykırımı iddialarının, bağımsız, iki taraflı bir eksperler komitesi tarafından incelenmesidir. Ermeniler “soykırımın” yeter derecede kanıtlandığı iddiasında oldukları için bir incelemeye taraftar değildir. Başbakan Erdoğan’ın 13 Nisan 2005 tarihinde Başkan Koçaryan’a bir mektup göndererek iki ülkenin tarihçi ve diğer uzmanlarından oluşan bir grubun 1915 dönemine ait gelişme ve olayları tüm arşivlerde araştırarak, bulgularını uluslararası kamuoyuna açıklamaları hakkındaki önerisi Avrupa Parlamentosu kararındaki bağımsız eksperler komitesi kurulması fikrine uymaktadır. 

Türkiye’nin üyelik müzakerelerine birkaç gün kala, 28 Eylül 2005 tarihinde, Avrupa Parlamentosu, başta Güney Kıbrıs’ın tanınması olmak üzere, Avrupa Birliği ülkelerinin Türkiye’den olan taleplerini ve şikayetlerini dile getiren karar kabul etmiştir. Bu kararda Ermeni soykırım iddiaları da yer almıştır.

Kararın giriş bölümünde J maddesinde “Türk makamlarının, Avrupa Parlamentosu’nun 18 Haziran 1987 tarihli kararında belirtilen Ermeni sorunları hakkındaki talepleri henüz yerine getirmediği” kayıtlıdır. Kararın işlem bölümünün 5. maddesinde ise Türkiye Ermeni soykırımını tanımaya davet edilmekte ve bu tanımanın Avrupa Birliğine katılması için bir ön şart olduğu belirtilmektedir. 

Avrupa Parlamentosu böylelikle Ermeni soykırımı iddialarını kabul eden tutumunu bir kez daha teyit etmiştir. Ne var ki Avrupa Parlamentosu’nun kararları bağlayıcı olmayıp tavsiye niteliğindedir ve Parlamento’nun eğilimlerini gösterir. Kopenhag kriterleri arasında bulunmadığı gibi Türkiye’nin adaylığı ile ilgili diğer belgelerde ve son olarak da Müzakere Çerçeve Belgesinde Türkiye’nin soykırım iddialarını tanıması gerektiği kayıtlı değildir. Buna göre AB, bir teşkilat olarak, müzakerelerde Türkiye’nin soykırım iddialarını tanımasını istemeyecektir. Ancak, müzakereler üye ülkelerle de yapıldığından, üye ülkeler “kişisel” olarak istedikleri konuları masaya getirebileceklerdir. Nitekim Fransa, Hollanda ve Avusturya daha şimdiden Ermeni “soykırımını” müzakerelerde ele alacaklarını söylemişlerdir. Müzakerelerde Türkiye’nin bu konuyu görüşmek istememesi veya soykırımı iddialarını tanımayacağını belirtmesi gibi hallerde bu ülkelerin Türkiye’nin AB üyeliğini “veto” kullanmak dışında yapabilecekleri yoktur. Bu da Avrupa Birliği ülkelerinin birlikte hareket etmeye geleneğine ters düşecektir. Normal koşullarda sadece “soykırım” konusu için Türkiye’nin AB’ye katılım sürecinin durdurulabileceğini düşünmek zordur. Avrupa Parlamentosuna gelince, ilerde, en az on yıl sonra, Türkiye müzakereleri başarı ile tamamlayabildiği ve bir katılım antlaşması hazırlanabildiği taktirde Avrupa Parlamentosu’nun bu antlaşmanın tasdiki sırasında 1987 yılı kararı ile o tarihten sonra aynı konuda aldığı diğer kararları dikkate alması ve Türkiye sözde Ermeni soykırımını tanımadığı sürece katılım antlaşmasını onaylamaması olasılığı vardır.

--------------------------------------------------------------------------------

* Emekli Büyükelçi, ASAM Ermeni Araştırmaları Enstitüsü Başkanı.
[1] Kamuran Gürün, Ermeni Dosyası, s. 298-301
[2] Aynı kaynak. s.323
[3] Sevr Antlaşması’nın Ermenistan’ın kurulması, azınlıkların korunması ve savaş suçlularının cezalandırılmasına ilişkin maddelerinin İngilizce ve Türkçe metinleri Ek:!’dedir.
[4] Kars Antlaşması’nın metni Ek. 2’dedir. 
[5] Lozan’da Ermeni Sorunu hakkında geniş bilgi bu CD’de yer alan, Sayın Gündüz Aktan tarafından kaleme alınan “Lozan Barış Antlaşması ve Ermeni Sorunu” başlıklı makalede mevcuttur.
[6] Bilal N. Şimşir, Amerika’da Ermeni Propagandası ve Büyükelçi Ahmet Rüstem Bey, Ermeni Araştırmaları, Sayı 2, s. 45,46
[7] Baskın Oran (Editör), Türk Dış Politikası, Cilt I, ss.502-509 ve Kamuran Gürün, Savaşan Dünya ve Türkiye (1939-1945) ss. 643-662
[8] Kersam Ahoranian, A Historical Survey of Armenia, Baikar Publications, Massachussetts, 1989, s. 141
[9] Aynı kaynak, s. 140
[10] Gérard Dédéyan, “Histoire des Arméniens”, Toulouse 1982, s. 553
[11] Gaidz Minassian, Guerre et terrorisme arméniens, Paris 2002, s. 18
[12] Katogikos veya Katolikos (Catholicos) Gregoryen Ermenilerin en yüksek dini liderine verilen ünvandır.
[13] Seyfi Taşhan, Ermeni Diasporası ve Batı ülkeleri, www.foreignpolicy.org.tr/makale/stashan_190101. 
[14] Diaspora Ermenilerinin psikolojik durumu için bkz. Erol Göka, Ermeni Sorununun (gözden kaçan) Psikolojik Boyutu, Ermeni Araştırmaları ,Sayı 1 (Mart-Nisan-Mayıs 2001) ss 128-136
[15] Türkiye’de bazı yazarlar bu stratejiye “Üç T Planı” adını vermektedir. Birinci “T” tanıma, ikinci “T” tazminat ve üçüncü “T” toprak anlamınadır. 
[16] Ermeni görüşlerini savunan bazı Türk yazar ve bilim adamları 25-27 Mayıs 2005 tarihinde Boğaziçi Üniversitesi’nde “İmparatorluğun Çöküş Döneminde Osmanlı Ermenileri: Bilimsel Sorumluluk ve Demokrasi Sorunları” başlığı altında bir konferans düzenlemek istemişler, ancak kamuoyundan gelen baskılar üzerine bu toplantıyı ertelemişlerdir. Bu olay bazı AB üyesi ülkelerde ve AB organlarında Türkiye’de ifade özgürlüğü olmadığı şeklinde yorumlanmıştır. Söz konusu konferans, protesto gösteriler ve girişimleri aralıksız sürerken, 24-25 Eylül 2005 tarihinde Bilgi Üniversitesi’nde yapılmıştır.
[17] Mehmet Ali Birand’ın Koçeryan ile mülakatı, Posta, 31 Ocak 2001
[18] Mehmet Ali Birand’ın Koçeryan ile mülakatı, Posta, 31 Ocak 2001
[19] Ermenilerce şehit edilen Türk kamu görevlilerinin listesi Ek.3’tedir.
[20] Yakalanan Ermeni teröristlerin her zaman adil bir şekilde cezalandırıldıklarını söylemek mümkün değildir. Mesela, Türkiye’nin Bern Büyükelçisi Doğan Türkmen’e 6 Şubat 1980 tarihinde ateş eden ve fakat isabet ettiremeyen Hırayır Kilimciyan, Marsilya’da 22-23 Ocak 1982 tarihinde yapılan mahkemesinde, Doğan Türkmen’in koruması Sadi Taşdelen tarafından ateş eden kişi olarak teşhis edilmesine rağmen Jüri Kilimciyan’ı suikastın faili olarak kabul etmemiş ancak bu kişinin suikastla ilişkisi çok açık olduğundan, kendisi suikastın faili veya faillerine yardım etmekten suçlu bulunarak iki yıl hapse mahkum edilmiş ve mahkemenin bitiminde serbest bırakılmıştır. Burada ilginç olan husus mahkeme sırasında Kilimciyan’dan başka suikastın fail veya faillerinden bahsedilmemiş olmasıdır.
Bu dava sırasında, savunma tarafının gösterdiği şahitler sözde Ermeni soykırımının vuku bulduğunu belirtir şekilde ifade vermişler, hakim de cinayet girişimiyle ilgisi olmayan bu ifadeleri dinlenmesine müsaade etmiştir. Dava böylece Ermeni propagandasının yapıldığı bir foruma dönüşmüş ve bu nedenle de zabıtları Ermeniler tarafından bir kitap olarak yayınlanmıştır. “Les Arméniens en Cours d’Assises” 1983, Rocquevaire/ France. ISBN 2-86364-018-6 
[21] Minassian, adıgeçen eser, s.95
[22] Ermeniler tarafından çevrilmiş başlıca belgesel ve konulu filmler için bkz. Sedat Lâçiner, Şenol Kantarcı. Ararat, Sanatsal Ermeni Propagandası, Ankara 2002, s. 25-38
[23] Sam Weems,”Armenia, Secrets of a ‘Christian’ State”, St. John Press 2002, s. 373-374.
[24] ANCA (Armenian National Committee of America) Press Release, 20 Kasım 2002
[25] Bu ülke parlamentolarının aldıkları kararların İngilizce metinleri (Almanya için, İngilizce’den başka Almanca ve Türkçe metinleri) Ek.4’tedir.
[26] Bu kararların Armenian National Institute tarafından yayımlanan İngilizce metinleri Ek: ‘dedir. 
[27] Bu kararın ayrıntıları için Bkz. Ömer E. Lütem, Olaylar ve Yorumlar, Ermeni Araştırmaları Sayı 6, ss 15-16
[28] Aynı kaynak
[29] Reuters, 21 Nisan 2004
[30] 
[31] Ömer E. Lütem, Olaylar ve Yorumlar, Ermeni Araştırmaları Sayı 1, ss. 10-21
[32] Aynı kaynak s.18
[33] Ermeni Araştırmaları, Sayı 18 s. 
[34] Ermeni Araştırmaları, Sayı 3, s.13-17; Sayı 4, s. 19; Sayı 5, s. 17-19
[36] Akşam, 24 Aralık 2003
[37] Agence France Presse, 2 Aralık 2004
[38] Noyan Tapan, 3 Aralık 2004
[39] Press Release, Federatıon of Armenıan Organısatıons ın the Netherlands (FAON), 24 April Committee, 21 Aralık 2004 
[40] European Armenian Federation For Justice and Democracy, Press Release, 21 Nisan 2005
[41] PAP News Wire, 21 Nisan 2005
[42] Anar Somuncuoğlu, Litvanya’nın Türkiye Karşıtı Kararı, Hakimiyet-i Milliye, 3 Ocak 2006)
[43] ABD Başkanlarını yayımladıkları mesajların metni Ek.6’dadır. 
[44] 2005 yılı itibariyle otuz sekiz Amerikan Eyaleti sözde Ermeni soykırımı hakkında kararlar kabul etmiştir. Söz konusu eyaletler şunlardır: Alaska, Arizona, Arkansas, California, Colorado, Connecticut, Delaware, Florida, Georgia, Idaho, Illinois, Kansas, Louisiana, Maine, Maryland, Massachusetts, Michigan, Minnesota, Missouri, Montana, Nebrasaka, Nevada, New Hampshire, New Jersey, New Mexico, New York, Nord Carolina, Oklahoma, Oregon, Pennsylvania, Rhode Island, South Carolina, Tennessee, Utah, Vermont, Virginia, Washington ve Wisconsin 
[45] Birleşmiş Milletlerde Ayırımcılığın Önlenmesi ve Azınlıkların Korunması Alt Komisyonuna 1985 yılında sunulan bir raporda, soykırım olayları arasında Ermeni soykırımı da sayılmaktaydı. Ancak bu rapor Alt Komisyon tarafından sadece not edilmiş ve herhangi bir karara konu teşkil etmemiştir. Normal olarak bu raporun kabul edilip bir üst organ olan İnsan Hakları Komisyonuna gönderilmesi, oradan da Ekonomik ve Sosyal Konseye ve sonunda BM Genel Kuruluna yollanması gerekirdi. Bu konuda Bkz. Türkkaya Ataöv, What Really Happened in Geneva: The Truth About the ‘Whitaker Report’, Ankara, 1986 
Avrupa Konseyine gelince bu kuruluşun hiçbir organında sözde soykırım hakkında alınmış bir karar yoktur. 1978 yılında çeşitli ülkelere mensup 51 parlamenter ve 2001 yılında da 63 parlamenter 24 Nisan münasebetiyle soykırımı iddialarını benimseyen bildiriler yayınlamışlardır. Ancak bunlar Avrupa Konseyini değil, imzalayan kişileri bağlamaktadır. Diğer yandan Avrupa Konseyi Danışma Meclisinde 306 sandalye olduğu dikkate alındığında söz konusu bildirileri imza edilenlerin sayısının çok olmadığı da görülmektedir. 
[46] Raportörüne izafeten “Oostlander Raporu” denen bu rapor ve ekindeki karar 5 Haziran 2003 tarihinde 216’ya karşı 75 olumsuz ve 38 çekimser oyla kabul edilmiştir. Türkiye hakkında pek çok hususa değinen bu raporda, Ermeni konusunda,, yukarıda belirtilenler dışında, Ermeni dilinin kullanımı, Ermeni ve Süryani kültürel eserlerine saygı gösterilmesi ve bunların değerlendirilmesi, Türk okullarında sözde Ermeni “soykırımı” hakkındaki eğitimin kaldırılması gibi hususlar vardır. Ayrıca iki ülke bilim adamlarından ve sivil toplum temsilcilerinden geçmişin trajik deneyimlerinin üstesinden gelinmesi için diyaloga devam etmeleri istenmektedir. 
[47] La Fédération Euro-arménienne ,7 Ekim 2005. Bu federasyon tarafından yayınlanan bildiride Avrupa Komisyonun, doğru olmayan ifadeler kullanılmak suretiyle, “soykırım “ deyimini sansür ettiği ve böylece Türkiye’nin “inkârcılığının ” sürdürülmesini sağladığı belirtilmektedir.

http://www.eraren.org//bilgibankasi/tr/index1_1_3.htm

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder