Tarihsel Boyutu etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Tarihsel Boyutu etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

24 Nisan 2015 Cuma

Ermeni Sorunun Tarihsel Boyutu 2







             Ermeni Sorunun Tarihsel Boyutu  2



“(Ermeni) Halkın(ın) duygularını harekete geçirmek için tahrik ve teröre ihtiyaç vardır. Halk, düşmanlarına karşı kışkırtılacak ve aynı düşmanın misilleme faaliyetinden yararlanılacaktı. Terör, halkı korumak ve Hınçak programına güven duymasını sağlamak için bir yöntem olarak kullanılacaktı. Parti (komite), Osmanlı Hükümetini terörize etmeyi amaçlamıştı. Bu suretle rejimin prestiji azaltılacak ve tam anlamıyla dağılması için çaba harcanacaktı. Terörist taktiklerin tek odak noktası hükümet olmayacaktı. Hınçaklar, o sırada hükümet hesabına çalışan en tehlikeli Ermeni ve Türkleri öldürmek istiyor ve bütün casus ve muhbirleri yok etmeye çalışıyorlardı. Parti (komite), bütün bu terörist faaliyetlerde bulunabilmek üzere kendisine özgü bir kuruluş mey dana getirecekti.”

Taşnak Partisi Hınçak Partisinde pek de farklı sayılmazdı. Nitekim K. S. Papazyan Taşnak Partisi ile ilgili şunları yazmaktadır[26]:

“Komitenin programı isyan yoluyla Türkiye Ermenistan’ına siyasi ve ekonomik özgürlük sağlamaktı... Komitenin 1892 yılında yapılan Genel Kurulunda kararlaştırılan programın 8. metodu Hükümet yöneticilerini ve hainleri terörize etmek, 11. metodu ise Hükümet kuruluşlarını tahrip etmek ve yağmalamaktı.”

Bu iki etkili siyasi örgütün kurulmasının ardından Ermeni ayaklanmaları başlamaktadır. 1889 ile 1909 yılları arasındaki yirmi yılda yaklaşık kırk adet Ermeni isyanı ve terörist faaliyeti ortaya çıkmıştır. Aşağıda bu isyanlar tarih sırasına göre listelenmektedir:

· Musa Bey Vakası (Ağustos 1889),

· Erzurum Ayaklanması (20 Haziran 1890),

· Kumkapı Gösterileri (15 Temmuz 1890),

· Merzifon, Kayseri, Yozgat Gösterileri (1892- 1893),

· First Sasun Ayaklanması (Ağustos 1894),

· Zeytun (Süleymanlı) Ayaklanması (1–6 Eylül 1895),

· Divriği (Sivas) Ayaklanması (29 Eylül 1895),

· Babıâli Baskını (30 Eylül 1895),

· Trabzon Ayaklanması (2 Ekim 1895),

· Eğin (Mamuratü’l Aziz) Ayaklanması (6 Ekim 1895),

· Develi (Kayseri) Ayaklanması (9 Ekim 1895)

· Akhisar (İzmit) Ayaklanması (9 Ekim 1895),

· Erzincan (Erzurum) Ayaklanması (21 Ekim 1895),

· Gümüşhane (Trabzon) Ayaklanması (25 Ekim 1895), 

· Bitlis Ayaklanması (25 Ekim 1895),

· Bayburt (Erzurum) Ayaklanması (26 Ekim 1895),

· Maraş (Halep) Ayaklanması (27 Ekim 1895),

· Urfa (Halep) Ayaklanması (29 Ekim 1895),

· Erzurum Ayaklanması (30 Ekim 1895),

· Diyarbakır Ayaklanması (2 Kasım 1895),

· Siverek (Diyarbakır) Ayaklanması (2 Kasım 1895),

· Malatya (Mamuratü’l- Aziz) Ayaklanması (4 Kasım 1895),

· Harput (Mamuratü’l- Aziz) Ayaklanması (7 Kasım 1895),

· Arapkir (Mamuratü’l- Aziz) Ayaklanması (9 Kasım 1895),

· Sivas İsyanı (15 Kasım 1895),

· Merzifon (Sivas) Ayaklanması (15 Kasım 1895)

· Ayintab (Halep) Ayaklanması (16 Kasım 1895),

· Maraş (Halep) Ayaklanması (18 Kasım 1895),

· Muş (Bitlis) Ayaklanması (22 Kasım 1895),

· Kayseri (Ankara) Ayaklanması (3 Aralık 1895),

· Yozgat (Ankara) Ayaklanması (3 Aralık 1895),

· Zeytun Ayaklanması (1895–1896),

· Birinci Van Ayaklanması (2 Haziran 1896),

· Osmanlı Bankası Baskını (14 Haziran 1896),

· İkinci Sasun Ayaklanması (July 1897),

· II. Abdülhamid’e Suikast Girişimi (21 Temmuz 1905),

· Adana Ayaklanması (14 Nisan 1909)

Sonuç olarak, tüm bu isyanlar ve ayaklanmalar, Ermeni Devrimci örgütleri tarafından Avrupa ve Amerika’da Ermenilerin Türkler tarafından öldürülmesi olarak yansıtılmış ve bu propaganda Avrupa kamuoyunda ciddi tepkilere yol açmıştır. 

Bu yanıltma haberler sonucunda Büyük Güçler hâlihazırda kabul edilen reformların uygulanması ve yeni reformların tasarlanması için Osmanlı İmparatorluğu üzerindeki baskılarını arttırmaya karar verdiler. İngiltere Ermenilerin durumu ile ilgili olarak 11 Mayıs 1895 tarihinde bir memorandum göndererek hükümetten bütün Ermeni isyancıların salıverilmesi; reformların uygulanıp uygulanmadığının kontrol edilmesi için bir Yüksek Komiser atanması; Sasun, Zeytun ve diğer bölgelerde zarara uğrayan Ermenilere tazminat ödenmesi gibi kabul edildiği takdirde Doğu Anadolu’yu fiilen otonom yapacak düzenlemeler talep etti. Osmanlı İmparatorluğu bu talepleri kabul ettiyse de, gerek Doğu Anadolu’nun elden çıkmasını önlemek, gerekse de Ermeni isyanlarının bu reformların uygulanmasını imkânsız hale getirmesi nedeniyle uygulayamadılar[27]. Bununla ilgili olarak, Bitlis’te görev yapan Rus konsolosu General Mayewski 1912 yılında şunları kaydediyordu[28]:

“1895 ve 1896 yıllarında Ermeni komiteleri Ermenilerle yerel halk arasında öyle bir kuşku yaydılar ki, bu bölgelerde herhangi bir reformun yürütülmesi imkânsız hale gelmişti. Ermeni din adamları hemen hemen hiçbir dini eğitim gayreti içinde değillerdi. Buna karşılık, milliyetçilik fikirlerini yaymak için çok çalıştılar. Bu tür düşünceler esrarengiz manastırların duvarları içinde gelişti ve dini görevlerin yerini Hıristiyanların Müslümanlara olan düşmanlığı aldı. 1895 ve 1896 yıllarında Asya Türkiyesi’nin pek çok vilayetinde çıkan ayaklanmaların sebebi ne Ermeni köylülerin büyük sefaleti, ne de maruz bulundukları baskı idi. Zira bu köylüler komşularından çok daha zengin ve müreffehtiler. Ermenilerin ayaklanması şu üç sebepten ileri geliyordu: 1. Bunların siyasi konularda bilinen tekâmülleri, 2. Ermeni kamuoyunda milliyetçilik, kurtuluş ve bağımsızlık fikirlerinin gelişmesi, 3. Bu fikirlerin Batı hükümetlerince desteklenmesi ve Ermeni din adamlarının telkin ve çabalarıyla yayılması.”

1908 yılında, hemen hemen kansız bir darbe ile İttihat ve Terakki Partisi iktidarı ele geçirdi. Bir yıl sonra da Sultan Abdülhamid tahttan indirilerek yerine Mehmed Reşad geçirildi. İttihat ve Terakki bu değişikliğin ardından Alman yanlısı bir politika izlemeye başladı. Bunun sonucunda Osmanlı İmparatorluğu Birinci Dünya Savaşına Almanya’nın yanında katıldı. Böylelikle Osmanlı- Ermeni ilişkilerinde yeni bir safha başlıyordu.

5. Birinci Dünya Savaşı (1914–1918) ve Ermeni Tehciri (1915–1916) 

Osmanlı İmparatorluğunun Birinci Dünya Savaşına Almanya ve Avusturya-Macaristan’ın yanında katılması Ermeni milliyetçileri tarafından büyük bir fırsat olarak kabul edildi. Aslında savaşa katılmadan önce Ağustos 1914’te, İttihat ve Terakki yetkilileri Erzurum’da Ermenilerle bir araya gelerek onların desteğini almaya çalıştı. Taşnaklar da Osmanlı İmparatorluğu savaşa girdiği takdirde sadık vatandaşlar olarak devletlerini destekleyeceklerini bildirdiler. Ancak bu sözlerini tutmayacaklardı, zira bu toplantıdan iki ay önce, Haziran 1914’te gizlice düzenlenen Taşnak Kongresi’nde yaklaşan savaşı Osmanlı Devletinden bağımsızlık kazanabilmek için kullanma kararı alınmıştı.

Rusya Osmanlı İmparatorluğuna karşı savaş ilan eder etmez Rus Ermenileri Rusya ordusuna katılarak Osmanlılara saldırı hazırlıklarına girişmeye başladılar. Eçmiyadzin Katogikosu Rusya’nın Kafkasya genel valisi Vranzof-Dashkof’a Rusya’nın Osmanlı İmparatorluğuna Ermeniler konusunda reform yapmak üzere bakıda bulunması halinde bütün Rus Ermenilerinin Rusya’yı koşulsuz olarak destekleyeceğini bildirdi[29]. Savaş başlar başlamaz da Taşnak Cemiyeti hücre örgütlerine bir talimatname yollayarak Osmanlı İmparatorluğu içerisinde isyanlar çıkarmalarını emretti[30]: “Ruslar sınırı geçtiklerinde ve Osmanlı orduları geri çekilmeye başladıklarında her yerde isyanlar çıkarılmalı, Osmanlı orduları bu suretle iki ateş arasına alınmalıdır. Osmanlı ordularının ilerlemesi halinde ise Ermeni askerler silahlarıyla birlikte kıtalarını terk edecek ve çeteler teşkil edip Ruslarla birleşeceklerdir.”

Hınçak Komitesi de örgütüne gönderdiği talimatta, “komitenin bütün gücüyle mücadeleye katılarak itilaf Devletlerinin ve özellikle Rusya'nın müttefiki sıfatıyla Ermenistan, Kilikya, Kafkasya ve Azerbaycan'da zaferi temin için her türlü vasıta ile İtilaf Devletlerine yardım edeceğini” bildirmiştir[31].

Bu saldırgan açıklamalar yalnızca Ermeni siyasi organizasyonlarına has değildi. Meclis-i Mebusan’da görev yapan Papazyan, Pastırmacıyan ve Boyacıyan gibi Ermeni milletvekilleri de kısa süre içerisinde gerilla liderlerine dönüştüler. Ermeni toplumuna hitaben yazdığı bir bildiride Papazyan şunları söylüyordu[32]: “Kafkasya'da gönüllü Ermeni alaylarının hazır bulundurulmalı, bunlar Rus ordularının öncüleri olarak Ermenilerin yaşadıkları bölgelerdeki kilit noktaları ele geçirmeli ve Anadolu topraklarında ilerleyecek Ermeni alayları ile hemen birleşmelidirler”

Rus orduları Doğu Anadolu içlerine doğru ilerledikçe gönüllü Osmanlı ve Rus Ermenileri tarafından oluşturulmuş birlikler tarafından karşılanıyor ve yönlendiriliyordu. Osmanlı ordusunda görev yapan Ermenilerin büyük bir kısmı da orduyu terk ederek silah ve cephaneleri ile Rus ordusuna katılıyorlardı. Ayrıca yıllardır Amerikan misyoner okullarında depolanan silah ve mühimmat bu gönüllü ordusunu silahlandırmak için kullanılıyordu. Savaş başladıktan bir kaç ay sonra, Rus ordusu tarafından desteklenen Ermeni gerilla birlikleri Doğu Anadolu’daki şehir ve kasabalara saldırmaya başladılar. İşgal ettikleri kentlerdeki Müslüman halka büyük zulümlerde bulundular, pek çoklarını vahşice öldürdüler. Aynı zamanda yolları ve köprüleri tahrip ederek Osmanlı ordularının ilerlemesini engellemeye başladılar. Ermenilerin gerçekleştirdikleri zulümler o derece ileri boyutlardaydı ki, bölgede görev yapan Rus komutanların raporları bile bu vahşeti anlatmakta yetersiz kalıyordu.

1915 Martında Rus orduları Van’a doğru ilerlemeye başladılar. Bunu fırsat bilen Ermeniler 11 Nisan 1915’te Van’da büyük bir ayaklanma başlattılar, Türk mahallelerine girerek büyük katliamlara giriştiler ve şehrin kolayca teslim olmasını sağlamaya çalıştılar. O dönemde Amerika’da yayınlanmakta olan Ermeni gazetesi Goçnak 24 Mayıs 1915 tarihli sayısında “Van'da yalnızca 1.500 Türk'ün kaldığını"” iftiharla bildirmekteydi[33].

Van’daki bu ayaklanma ve katliamdan sonra bile Osmanlı Hükümeti Ermenilerin ayaklanmalarına ve Rus ordularına verdikleri desteğe son vermek amacıyla son bir şans vermeye karar verdi. Patrik ve Ermeni kökenli milletvekillerinin de aralarında bulunduğu Ermeni kanaat önderleri ile bir toplantı düzenledi ve bu saldırılar önlenemezse ciddi önlemler alınacağını bildirdi. Toplantıdan sonra da saldırıların azalma yerine artma eğiliminde olması üzerine hükümet sonunda harekete geçti. 24 Nisan 1915’te Ermeni devrimci komiteleri kapatıldı ve bu komitelerin ileri gelen 235 üyesi devlete karşı suç işlemekten tutuklandı. İşte her yıl Ermenilerin soykırım günü olarak andıkları bu tarihte değil bir soykırım, bir idam dahi yaşanmamış olup, tutuklamaların tehcir ile bir bağlantısı da yoktur. 

Bu tutuklamaların ardından 27 Mayıs 1915 tarihinde hükümet savaş bölgelerinde yaşayan Ermeni nüfusun tehcirine ilişkin bir kanun kabul etti. Ermeniler bu kanunu soykırım kanunu olarak algılamaktadırlar. Oysa kanun maddeleri incelendiğinde tehcirin İmparatorluğun devamının sağlanması için geçici bir önlem olduğu ve Ermenilere zarar verilmeden uygulanması konusunda düzenlemeler yapıldığı görülmektedir. Kanunun bazı maddeleri aşağıda gösterilmektedir[34]:

Bahsi geçen kasaba ve köylerde yerleşik ve nakli gereken Ermenilerin yeni yerleşme bölgelerine hareket ettirilmeleri ve yolculukları sırasında rahatları sağlanmalı, canları ve malları korunmalıdır. 

Varışlarından yeni yurtlarına tamamıyla yerleşmelerine kadar iaşeleri mülteci tahsisatlardan karşılanmalıdır; bunlara daha önceki mali durumları ve hali hazır ihtiyaçlarına göre mal ve toprak dağıtılmalıdır; ihtiyaç sahipleri için Hükümet evler yapmalı, çiftçi sahibi zanaatkârlara tohum, alet, teçhizat temin etmelidir. 

Bu emrin tamamıyla Ermeni isyancı komitelerinin genişlemesine karşı bir önlem olması nedeniyle, Müslüman ve Ermeni gruplarının karşılıklı katliama girişimlerine yol açacak şekilde yerine getirilmesinden kaçınılmalıdır. 
Yeniden yerleştirilen Ermeni gruplarına refakat etmek üzere özel görevliler temini için düzenlemeler yapılacak, bunların yiyecek ve diğer ihtiyaçları sağlanacak, bu amaçla gerekecek harcamalar göçmenlere ayrılan hükümet tahsisatından karşılanacaktır. 

Göçmenlerin yolculukları sırasında varış yerlerine kadar gerekli iaşeleri sağlanmalıdır. Yoksul göçmenlere yerleşebilmeleri için kredi verilmelidir. Yolculuk halindeki kişiler için kurulan kamplar muntazaman denetlenmelidir; bu kişilerin refahı için gerekli önlemler alınmalı, ayrıca asayiş ve güvenlikleri sağlanmalıdır. 
Yoksul göçmenlere yeterli yiyecek verilmeli ve sağlık durumları her gün doktor tarafından denetlenmesidir... Hasta, kadın ve çocuklar trenle, diğerleri ise dayanıklılıklarına göre katırla, araba içinde veya yaya olarak gönderilmelidir. 

Her konvoya bir müfreze muhafız refakat etmeli, her konvoyun yiyecek malzemeleri varış yerine kadar korunmalıdır... Kamplarda veya yolculuk sırasında göçmenlere karşı bir saldırı vuku bulursa, bu saldırılar derhal püskürtülmelidir. 

Sonuç itibariyle tehcir edilen Ermenilerin güvenliği ve rahatı için devlet elinden geldiği kadar tedbir almaya çalışmıştır. Ancak savaş koşulları altında yeterli yiyecek, temiz su, ulaşım araçları ve hijyen koşulları olmadığı için büyük sorunlar yaşanmıştır. Bunun yanı sıra ordu savaşta olduğundan iç güvenlik yeterince sağlanamamış ve çeteler tehcir konvoylarına saldırılarda bulunmuşlardır. Açlık ve salgın hastalıklar gibi Müslüman nüfusun da muzdarip olduğu felaketler Ermenileri de vurmuş ve tehcir sırasında binlerce Ermeni ölmüş veya öldürülmüştür.

Ermeni ölümlerinin sayısı günümüzde bile ciddi bir tartışma konusudur. Bu sayı 250.000 ila 3.000.000 arasında değişmektedir. Özellikle Ermeni propagandacılar devletin organize olarak düzenlediği katliamlar sonucunda yaklaşık 1,5 milyon Ermeninin öldüğünü dile getirmektedir. Ancak bu rakamlar başında Ermeni veya diğer gayrimüslim tebaadan yetkililerin bulunduğu Osmanlı nüfus idaresinin istatistikleriyle çelişmektedir. Fransız din adamı Monseigneur Touchet 1916 Şubatında Oeuvre d'Orient kurumunda verdiği bir konferansta 500 bin Ermeninin öldüğünün sanıldığını, ancak bunun abartılmış olabileceğini ifade etmiştir. Toynbee Ermeni kaybını 600 bin olarak göstermektedir. Encyciopedia Britanica'nın 1918 baskısında da aynı rakam vardır. Ermeniler de önce bu rakamı ileri sürmüşlerdir. Paris Barış Konferansına katılan Ermeni Heyeti Başkanı Bogos Nubar o sırada Türkiye'de hala 280 bin Ermeni bulunduğunu, 700 bin Ermeninin ise başka ülkelere göç ettiğini söylemiştir. Bogos Nubar'ın bu hesabı doğru ise, toplam Ermeni nüfusu 1.300.000 olduğuna göre, Ermeni kaybı yine 300 bin dolaylarındadır[35].

Rusya’daki 1917 Ekim Devriminin ardından Rusya Brest-Litowsk antlaşmasını imzalayarak savaştan çekilmiş ve Doğu Anadolu’yu boşaltmaya başlamıştır. Çekilirken bölgeyi Ermeni gerilla liderlerinin insafına terk etmiş, onlara silah ve mühimmat da sağlamıştır. Ermeni çeteleri bu güç boşluğundan yararlanarak pek çok şehir ve kasabayı işgal ederek büyük zulümlerde bulunmuşlardır. Arşiv belgelerine göre 1914 ila 1921 arasında Ermeniler tarafından katledilen Müslüman nüfusun sayısı 518.000’i bulmuştur.

Savaşın sonlarına doğru toparlanan Osmanlı ordusu Ermenileri geri püskürtmeyi başarmış ve Erivan ve Eçmiyadzin dışında kalan topraklarda ilerleyerek Bakû’ye kadar olan bölgeyi kontrollerine almışlardır. Ancak Mondros mütarekesinden sonra bir kez daha geri çekilmek zorunda kalmışlardır. Artık Ermeni meselesi savaş alanında değil diplomatik konferanslarda, masada çözümlenecektir.

6. Ermenilerin ‘Büyük Ermenistan’ Hayali (1918–1922) 

Birinci Dünya Savaşı sona erdiğinde savaşın tüm tarafları Paris’te Avrupa’nın ve Osmanlı Devletinin savaş sonrası durumunu tartışmak üzere bir araya geldiler. 1919 yılında düzenlenen Paris Barış Konferansına Ermeniler de Bogos Nubar Paşa’nın başkanlık ettiği bir heyetle katıldılar. Konferansta Bogos Nubar Paşa neredeyse Doğu Anadolu’nun tümünü talep etti. Talep ettiği bölge Artvin, Kars, Rize, Trabzon, Giresun, Tokat, Sivas, İçel, Adan, Kahramanmaraş, Adıyaman, Malatya, Elazığ, Tunceli, Gümüşhane, Erzincan, Bayburt, Erzurum, Ağrı, Van, Diyarbakır, Batman, Siirt ve Muş’tan müteşekkil bir bölgeydi. Bu illerin kapladığı alan da yaklaşık 390.000 km2’ye ulaşmaktaydı ki bu neredeyse Anadolu’nun yarısı demekti. Osmanlı İmparatorluğunun azılı düşmanlarından İngiliz Başbakanı Lloyd George bile Bogos Nubar’ın bu taleplerine Bogos’un peri masalları diyerek dalga geçecekti.

1920 yılında Osmanlı İmparatorluğu Sevr antlaşmasını kabul etmek zorunda kaldı; ancak bu anlaşma asla uygulanamadı. Antlaşmanın altıncı bölümü Ermenistan’la ilgili düzenlemelere ayrılmıştı. Antlaşmanın 89. maddesinde şunlar yazmaktadır: “Öteki Bağıtlı Yüksek Taraflar gibi, Türkiye ile Ermenistan da, Erzurum, Trabzon, Van ve Bitlis İllerinde, Türkiye ile Ermenistan arasındaki sınırın saptanması işini Amerika Birleşik Devletleri Başkanın hakemliğine sunmayı ve bu konudaki kararını olduğu kadar, Ermenistan’ın denize çıkışı ile sözü geçen sınıra bitişik bütün Osmanlı topraklarının askersizleştirilmesine ilişkin ileri sürebileceği bütün hükümleri kabul etmeyi kararlaştırmışlardır. ABD Başkanı Woodrow Wilson kendisine verilen hakemlik görev sırasında hazırladığı raporda Ermenilere Doğu Anadolu’dan yaklaşık 120.000 km2’lik alan verilemesini istedi. Bu da şu illeri kapsıyordu: Van, Ağrı, Kars, Artvin, Erzurum, Bingöl, Muş, Bitlis, Siirt, Erzincan, Gümüşhane, Bayburt, Trabzon, Rize ve Sivas’ın bir bölümü.

Sevr antlaşmasının ardından Ermeniler bir kez daha kendilerine vaat edilen toprakları işgal etmek üzere Doğu Anadolu’ya girdiler. Ancak Aralık 1920’de Türk orduları Ermenileri geri püskürttü ve Gümrü Antlaşması imzalanarak bugünkü Türk-Ermeni sınırı çizildi. Ermenistan o günlerde Sovyetler Birliği’ne katıldığı için bu antlaşma uygulanamadı. Ancak daha sonra 1921 yılında Rusya ile yapılan Moskova ve Azerbaycan, Gürcistan ve Ermenistan ile yapılan Kars antlaşmalarıyla Gümrü Antlaşmasındaki hususlar kabul edildi.

Kurtuluş Savaşındaki Türk zaferinin ardından Ermeni meselesi ile ilgili yeni bir sayfa açılıyordu. Bu sorun Lozan Antlaşması ile hukuken çözülecekti. Lozan Konferansı sırasında Ermeni meselesinin nasıl ele alındığı ise E. Büyükelçi Gündüz Aktan tarafında yazılan ve bu CD’de de mevcut olan bir diğer makalenin konusu olacaktır.

Dipnotlar

[1] Uzman, ASAM, Ermeni Araştırmaları Enstitüsü, mspalabiyik@eraren.org
[2] Genelkurmay Askeri Tarih ve Stratejik Etüt Başkanlığı, Belgelerle Ermeni Sorunu, (Ankara: Başbakanlık Basımevi, 1992), s. 3
[3] Pars Tuğlacı, Tarih Boyunca Batı Ermenileri: Cilt I (287-1851), (İstanbul: Pars Yayın, 2004), s. 1
[4] A.y.
[5] A.y., s. 9
[6] A.y., s. 17
[7] A.y., s. 24
[8] Selçuklu-Ermeni ilişkileri ile ilgili detaylı bilgi için bkz., Ali Sevim, ‘Selçuklu ve Ermeni İlişkileri’, (Yeni Türkiye, Cilt 7, No. 38, Ermeni Sorunu Özel Sayısı, ss. 595-601)
[9] Moğol-Ermeni ilişkileri ile ilgili detaylı bilgi için bkz., Mehmet Ersan, ‘Selçuklular Döneminde Türk Ermeni İlişkileri’, (Yeni Türkiye, Cilt 7, No. 38, Ermeni Sorunu Özel Sayısı, ss. 603-615), özellikle 611 ve devamı.
[10] Tuğlacı, a.g.e, s. 143
[11] İlber Ortaylı, ‘Osmanlı Ermenileri’, (Yeni Türkiye, Cilt 7, No. 38, Ermeni Sorunu Özel Sayısı, ss. 630-632), s. 631
[12] Bu göçlerden en önemli ikisi 1486 ve 1487 yıllarında gerçekleşmiştir. Tuğlacı, a.g.e, s. 164
[13] A.y., s. 178
[14] A.y. s. 187
[15] Tülay Reyhanlı, İngiliz Gezginlerine göre XVI. Yüzyılda İstanbul’da Hayat (1582-1599), (Ankara: Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları, 1983), aktaran, Tuğlacı, s. 191
[16] Ercüment Kuran, ‘Tarihte Türkler ve Ermeniler’, (Yeni Türkiye, Cilt 7, No. 38, Ermeni Sorunu Özel Sayısı, ss. 616-620), s. 617
[17] Enver Konukçu, ‘Osmanlılar ve Millet-i Sadıkadan Ermeniler’, (Yeni Türkiye, Cilt 7, No. 38, Ermeni Sorunu Özel Sayısı, ss. 621-629), s. 623
[18] Genelkurmay Askeri Tarih ve Stratejik Etüt Başkanlığı, a.g.e, s. 26
[19] Justin McCarthy ve Caroline McCarthy, Turks and Armenians: A Manual on the Armenian Question, (Washington D.C.: Committee on Education, Assembly of Turkish American Associations, 1989), s. 31
[20] Genelkurmay Askeri Tarih ve Stratejik Etüt Başkanlığı, a.g.e, s. 26
[21] Antlaşmanın tam metni için bkz. www.polisci.ucla.edu/faculty/wilkinson/ps123/treaty_paris_1856.htm
[22] Islahat Fermanının tam metni için bkz. Enver Ziya Karal, Osmanlı Tarihi, (Ankara
[23] Turgay Uzun, ‘Osmanlı Devlet’inde Milliyetçilik Hareketleri İçinde Ermeniler’ in Hasan Celal Güzel (ed.), Osmanlıdan Günümüze Ermeni Sorunu, (Ankara: Yeni Türkiye Yayınları, 2001), s. 167
[24] Bu bölümdeki bilgiler derlenirken Dış İşleri Bakanlığının web sitesinin ilgili bölümleri kullanılmıştır.
[25] http://www.mfa.gov.tr/MFA_tr/DisPolitika/AnaKonular/ErmeniSoykirimIddiaları/OnSoruOnCevap.htm
[26] http://www.mfa.gov.tr/MFA_tr/DisPolitika/AnaKonular/ErmeniSoykirimIddiaları/OnSoruOnCevap.htm
[27] Musa Şaşmaz, ‘Ermeniler Hakkındaki Reformların Uygulanması’, in Hasan Celal Güzel (ed.), Osmanlı’dan Günümüze Ermeni Sorunu, (Ankara: Yeni Türkiye Yayınları, 2001), s. 173
[28] http://www.mfa.gov.tr/MFA_tr/DisPolitika/AnaKonular/ErmeniSoykirimIddiaları/OnSoruOnCevap.htm
[29] http://www.mfa.gov.tr/MFA_tr/DisPolitika/AnaKonular/ErmeniSoykirimIddiaları/OnSoruOnCevap.htm
[30] Ay. y.
[31] Ay. y. 
[32] Ay. y. 
[33] Ay. y.
[34] Ay. y.
[35] Ay. y.

http://www.eraren.org//bilgibankasi/tr/index1_1_1.htm

..

Ermeni Sorunun Tarihsel Boyutu 1




Ermeni Sorunun Tarihsel Boyutu  1

Ermeni Sorununa Giriş: 
Başlangıçtan Lozan Antlaşmasına kadar
M. Serdar PALABIYIK[1]

‘Ermeni sorunu’ olarak tabir edilen konu yalnızca Türk tarihi açısından değil, özellikle ‘Doğu Sorunu’ ile yakın ilişkisinden dolayı, Yakın Doğu tarihi açısından da son derece önemli bir konudur. Bu nedenle günümüzde yaşanan gelişmeleri daha iyi anlayabilmek için bu sorunun tarihsel kökenlerini incelemek zorunludur. Bu makalede başlangıcından –en azından hukuki olarak sona erdiği– Lozan Antlaşması’na kadar Ermeni sorununun tarihsel arka planı incelenecektir. Bu yapılırken, önce Ermeni tarihinin ana hatları değerlendirilecek, daha sonra da Ermenilerin Osmanlı İmparatorluğundaki durumları gözden geçirilecektir. Bu genel değerlendirmeyi ‘Ermeni sorunu’ olarak tabir edilen meselenin ortaya çıkışı ve bu meselenin bölgesel ve uluslararası boyutlarının incelenmesi takip edecektir. Son olarak da Ermeni tehciri ve Birinci Dünya Savaşı’ndan Lozan Antlaşması’na kadar geçen dönemde Ermeni sorunu analiz edilecektir.

1.Antik Çağlardan Osmanlı İmparatorluğuna: Ermeni halkının İki Bin Yılı (M.Ö 13. yüzyıl, M.S. 15. yüzyıl): 

Anadolu ve Kafkasların eski halklarından biri olan Ermeni halkının tarihi yaklaşık üç bin yıllık bir zamanı kapsar. Ermenilerin Doğu Anadolu ve Kafkaslara Trakya bölgesinden yaklaşık M.Ö 1200’lerde geldiği rivayet edilir. Her ne kadar varlığı Ermeniler tarafından iddia edilse de, M.Ö dokuz ila altıncı yüzyıllar arasında bu bölgeye hâkim olan Urartu medeniyeti ile Ermeni toplumu arasında tarihsel bir bağ olduğu kanıtlanamamıştır.

Ermeni efsanelerine göre, Ermeniler kendilerini Nuh Peygamberin soyundan gelen bir halk olarak nitelendirirler. Tektanrılı dinlerin ortak söylemine göre Nuh Peygamberin Büyük Tufan’da hayatta kalabilmek için tasarladığı gemi tufanın ardından Ağrı Dağı’nda karaya oturmuştur. Bu nedenle Ağrı Dağı ve civarı Ermeniler tarafından ‘medeniyetin beşiği’ olarak adlandırılır; zira Ermenilere göre insan nesli dünyaya bu bölgeden yayılmıştır.

Beşinci yüzyıl Ermeni tarihçilerinden Moses Khorenatsi ilk kez Ermenilerin Nuh peygamberin oğlu Yafes’in neslinden gelen Hayk’ın oğulları olduğunu iddia etmiştir[2]. Bu efsaneye dayanarak Ermeniler bugün bile kendilerine ‘Hay’, ülkelerine ise ‘Hayastan’ adını verirler. Ancak tüm bu tarihsel anlatı bilimsel değil efsanelere dayalı mitolojik bir anlatıdır. Batılı kaynaklara göre ‘Ermeni/Ermenistan’ kelimelerinin kökeni olan ‘Armen’ kelimesi eski Pers dilinde ‘yukarı ülke’ anlamına gelmektedir. Kısacası, tarihçiler ve antropologlar Ermenilerin yaşadıkları bölgeye atfen isimlendirildiklerini kabul etmektedirler.

Genel olarak, Ermeniler çeşitli bölgesel krallıklara bölünmüş halde ve çoğunlukla yabancı hâkimiyeti altında yaşamışlardır. Bağımsız bir devlet olarak Ermenistan ilk defa M.Ö yedinci yüzyılda Medlerin Asur İmparatorluğunu yıkmasının ardından doğan kargaşa ortamında Birinci Tigran döneminde ortaya çıkmıştır. Ancak barış dönemi zayıf ve silik şahsiyetli kralların başa geçmesi ile sona ermiş ve krallık bağımsızlığını Pers hâkimiyetini kabul etmek ve Pers İmparatoruna vergi ödemek suretiyle yitirmiştir. Hayk sülalesi sona ermiş, Ermeni kralları bizzat Pers İmparatoru tarafından atanmaya başlamıştır.

Pers hâkimiyeti, Ermeniler tarafından en büyük krallardan biri olarak kabul edilen Büyük Tigran dönemine kadar sürmüştür. Tigran yaklaşık otuz yıl süren krallığı boyunca Ermenistan’ın sınırlarını genişletmiştir[3]. Ancak Roma ve Pers istilası bu ilerlemeyi durdurmuştur. M.Ö 69 yılında Romalı General Lucullus Ermenistan’a girmiş ve başkent Tigranakert’i kuşatmıştır. Bu iki saldırgan güç karşısında dayanamayan Ermeni krallığı bağımsızlığını tekrar kaybetmiş, hatta bununla da kalmayarak Roma ve Pers İmparatorlukları tarafından paylaşılarak varlığına son verilmiştir.

Milattan sonra üçüncü yüzyılın sonlarına doğru Hıristiyanlık Ermenilerin yaşadığı bölgelerde yayılmış ve bölgede ilk gizli Hıristiyan cemaatleri görülmeye başlanmıştır. Bazı Ermeni tarihçileri M.Ö 301 yılında Ermeni Kralı Dırtad’ın, Ermenistan’ın ilk patriği Aziz Gregor tarafından vaftiz edilmesinin ardından Hıristiyanlığı Ermenistan’ın resmi dini olarak ilan ettiğini belirtmektedirler[4]. Ancak Batılı tarihçiler Ermenistan’ın Hıristiyan bir devlet olarak ortaya çıkışının daha geç bir tarihte, ancak Hıristiyanlığın Roma İmparatorluğu dâhilinde serbest bırakıldığı 313 yılından sonra olabileceğini dile getirmektedirler. Yine de, Ermeniler kendi Hıristiyan mezheplerini Aziz Gregor’a atfen Gregoryen olarak nitelendirirler. Ermenilerin Hıristiyanlaşmasından yaklaşık bir yüzyıl sonra Aziz Mesrob tarafından ilk Ermeni alfabesi tasarlanmıştır. Aziz Mesrob daha sonra 434 yılında İncil’i ilk kez Ermeniceye çevirecektir[5].

Roma İmparatorluğunun ikiye ayrılmasından sonra Ermenistan bu kez Bizans ve Sasani İmparatorlukları tarafından paylaşılmıştır. Bu paylaşım yedinci yüzyılda İran’da hüküm süren Sasani İmparatorluğunun Araplar tarafından yıkılması ile sona ermiştir.

Ermenistan’ın Araplar tarafından ilk kez ele geçirilmesi ise 640 yılındadır[6]. 652 yılında yapılan barış antlaşması ile Ermenilere din özgürlüğü getirilmiştir. Arap hâkimiyeti 882 yılında Ashot I’in Halife’nin hâkimiyetini tanıması koşulu ile Ermenistan Kralı olarak ilan edilmesi ile sona ermiştir[7]. Ancak yine de, Araplar bölgeyi kontrolleri altında tutmaya devam etmişlerdir. Ermenistan ise bağımsız değil, ancak Halife’ye bağlı bir devlet olarak varlığını sürdürebilmiştir.

Yeni bin yılın başlamasının hemen ardından Selçuk orduları Ermenistan sınırlarında görülmeye başlamışlardır. 1047 yılından itibaren Ermeni şehirleri birbiri ardına Türk kontrolüne girmiş; ancak Türklerin tüm Ermenistan’ı hâkimiyetleri altına almaları ancak 1071’de yapılan Malazgirt Savaşından sonra gerçekleşebilmiştir[8]. İki yüzyıl sonra, Anadolu Selçuklu Devleti’nin yıkılması ve özellikle Moğol işgali nedeniyle, 1231’den itibaren Ermenistan Moğol hâkimiyetine girmiştir[9].14. yüzyıldan itibaren bölgedeki Moğol hâkimiyetinin zayıflamasının ardından çeşitli Türkmen boyları Ermenistan bölgesini kontrolleri altında tutmuşlardır.

11. yüzyılın başlarındaki Selçuklu akınları bir grup Ermeninin Toros ve Amanos dağları arasında kalan Kilikya bölgesine doğru göç etmelerine neden olmuştur. Ancak Ermenilerin çoğunluğu yine Doğu Anadolu ve Kafkasya bölgesinde kalmışlardır. 1080 yılında Ermeni Prens Ruben bölgedeki Rum ve Ermeni prensleri sindirerek kendi hâkimiyetini kurmuştur. Ruben’in kurduğu ve ona atfen Rubenidler olarak adlandırılan bu sülale yaklaşık 300 yıl boyunca bölgenin hâkimiyetini ellerinde tutmuşlardır. Aslında Kilikya bölgesinde kurulan bu krallık özünde bir Ermeni krallığı değildir; ancak yöneticileri Ermeni kökenli olduğu için Kilikya Ermeni Krallığı olarak adlandırılır. Kilikya Ermeni Krallığı özellikle Haçlı Seferleri sırasında önemli rol oynamış ve Haçlı orduları için önemli bir üs olmuştur. Bölgede Memlük İmparatorluğunun yükselmesi ile giderek zayıflayan krallık 1393 yılında Memlüklüler tarafından yıkılmıştır.

2. Osmanlı İmparatorluğunda Ermeniler (15 ve on dokuzuncu yüzyıllar) 

Her ne kadar Osmanlı-Ermeni ilişkileri 1453 yılında İstanbul’un fethi ve hemen sonrasında Ermeni Patrikliği’nin kurulması ile başlatılsa da, iki toplum arasındaki ilişkiler en az bir yüzyıl öncesine dayanır. Osmanlılar 1326 yılında Bursa’yı fethettiklerinde burada önemli bir Ermeni nüfusu ile karşılaşmışlardır. Özellikle el sanatlarında uzmanlaşmış olan bu nüfus Osmanlı Sultanları tarafından el üstünde tutulmuştur. Hatta Edirne İmparatorluğun yeni başkenti olduğunda Bursa’dan pek çok Ermeni iskân edilerek şehrin ekonomik hayatı canlandırılmaya çalışılmıştır[10]. 

1453 yılında İstanbul’un Fatih Sultan Mehmet tarafından fethedilmesiyle Anadolu’dan pek çok Ermeni aile İstanbul’a getirtilerek iskân edilmiş ve şehirde güçlü bir ekonomi tesis edilmeye çalışılmıştır. 1461 yılında Trabzon seferinden dönüşünde Fatih Sultan Mehmet Bursa’ya uğrayarak Bursa Ermenilerinin dini lideri Hovakim’i İstanbul’da bir Ermeni Patrikliği kurması için beraberinde götürmüştür. İlber Ortaylı, Fatih’in bu kararının son derece stratejik bir karar olduğunu, kendisinin bu kararla İstanbul’da hâlihazırda var olan Hıristiyan Rum nüfusunu başka bir Hıristiyan nüfus ile, yani Ermenilerle, dengelemeyi amaçladığını yazmaktadır[11]. Böylelikle Ermeniler Osmanlı İmparatorluğunun yönetimi altındaki İstanbul’da bir Patriklik açmışlardır. 

1473 yılında, Doğu Anadolu’daki Akkoyunlu devletinin Osmanlılara yenilmesinin ardından eski Ermeni başkenti Ani’nin de aralarında bulunduğu pek çok Ermeni kenti Osmanlı hâkimiyetine geçmiştir. Özellikle İstanbul’un Ermeniler için bir dini merkez olmasından sonra kendi ülkelerindeki iç karışıklıklar nedeniyle hayatlarından endişe eden pek çok Ermeni daha huzurlu bir hayat için İstanbul’a göç etmeye başlamışlardır[12].

1514 yılında Yavuz Sultan Selim Safevi İmparatorluğunu yenmiş ve Ermenistan’ın batı ve güney kesimlerini hâkimiyeti altına almıştır. Özellikle Tebriz’de yaşayan Ermeni zanaatkârlar ve aileleri İstanbul’da iskân edilmeye başlanmıştır. 1516 yılında Kudüs’ün Osmanlı hâkimiyetine girmesinin ardından Kudüs Ermeni Patrikliğine daha Halife Ömer zamanında verilmiş olan dini işlerinde özerklik yetkisi yeniden garanti altına alınmıştır. 1534 yılında ise Kanuni Sultan Süleyman’ın İran seferi ile önemli ölçüde Ermeni nüfus barındıran Van, Erivan ve Nahçıvan da Osmanlı hâkimiyetine girmiştir. Babası gibi Kanuni Sultan Süleyman da bölgedeki en usta zanaatkârları beraberinde İstanbul’a getirerek iskân etmiştir. 

Bu nüfus hareketlerinin sonucunda 1554 yılında İstanbul’daki Ermeni nüfusu 60.000’e ulaşmıştır[13]. 1567’de İtalya’da Ermenilere karşı uygulanan baskıdan kaçan bir Ermeni, Apkar Tıbir, İstanbul’a gelmiş ve burada ilk Ermeni matbaasını açmıştır. Bu matbaada basılan ilk kitabın adı “Keraganutyun Gam Ayppenaran”dır (Küçük Gramer Kitabı). Bu kitabı pek çok dini eserin baskısı izlemiştir[14]. 

Bu sıralarda Ermenileri yönetim çevrelerinde de görmeye başlıyoruz. Nitekim bazı Osmanlı tarihçileri 1581 yılında III. Murat tarafından Sadrazamlığa getirilen Doğancıbaşı Mehmet Paşa’nın Ermeni kökenli olduğunu söylemektedir[15]. 

17. yüzyılın ortalarında Güney Kafkasya bir kez daha Osmanlılar ve Safeviler tarafından 1639 yılında yapılan Kasr-ı Şirin antlaşması ile paylaşılmıştır. Bu tarihten on dokuzuncu yüzyıla kadar Ermeniler bu iki imparatorluğa bağlı olarak yaşamışlardır.

Osmanlı İmparatorluğunda yaşayan Ermeniler İmparatorluğun kültürüne büyük katkılarda bulunmuşlardır. Ermeni zanaatkârları İmparatorluğun belli başlı şehirlerinin ekonomilerine katkıda bulunmakla kalmamıştır; aynı zamanda Ermeni ailelerine darphane ve baruthane gibi Osmanlı ekonomisi ve ordusu için son derece önemli olan iki teşkilatın sorumluluğu verilmiştir[16]. Özellikle İstanbul, Bursa, Tokat, Kayseri, Ankara, Erzurum, Nahçivan ve Erivan gibi kentlerde Ermeni tüccar ve zanaatkârlar ciddi bir ekonomik gücü ellerinde bulundurmuşlardır[17]. 

Dahası, Ermeni sanatkârlar Osmanlı musiki ve mimarisine önemli katkı sağlamışlardır. Örneğin, Ermeni müzik bilimcisi Hamparsum Limoncuyan’ın icat ettiği nota sistemi olmadan İsmail Dede Efendi’nin de aralarında bulunduğu birçok Osmanlı bestekârının eserlerinin günümüze ulaşması imkânsız olurdu. Ayrıca Tatyos Efendi ve Bimençe gibi Ermeni bestekârların Türk musikisine katkıların da unutulmamalıdır. Mimari alanında, on dokuzuncu yüzyıl genel olarak Ermeni mimarların eserlerinin doruk noktasına ulaştığı bir yüzyıl olmuştur. Özellikle Balyan ailesinin çalışmaları dikkat çekicidir. Dolmabahçe ve Beylerbeyi saraylarının yanı sıra Boğaz’ı süsleyen camilerin bir kısmı da bu aile tarafından tasarlanmıştır.

Osmanlı Ermenileri bürokraside de kilit noktalara gelmeye başlamıştır. Özellikle on dokuzuncu yüzyılda 29 Ermeni’ye Paşa rütbesi tevcih edilmiş, 22 Ermeni de Bakan olarak atanmıştır. Bakan olarak atananlar arasında Dışişleri, Maliye, Ticaret ve Posta Nazırı olarak atananlar mevcuttur. Bunların yanı sıra özellikle ziraat ve nüfus işleri ile ilgilenen devlet dairelerinde de pek çok Ermeni bürokrat görülmektedir. Ayrıca aynı yüzyılda Ermenilerden 33 Milletvekili, 7 büyükelçi, 11 başkonsolos ve konsolos, 11 üniversite profesörü ve 41 yüksek rütbeli bürokrat vardır.

Kısacası Osmanlı idaresi Ermenilere huzur ve refah getirmiştir. Ancak bu ilişkiler on dokuzuncu yüzyılda önce gerilmeye daha sonra da tamamen kopmaya başlamıştır. Bu kopuşun nedenleri gelecek bölümün konusudur.

3. Osmanlı İmparatorluğuna Karşı Ermeni Direnişinin Başlaması (1800–1878) 

Osmanlı-Ermeni ilişkilerinin neden bozulduğunu anlamak için hem iç hem de dış faktörleri bir arada analiz etmek gerekir. Öncelikle Osmanlı İmparatorluğunun zayıflaması ve hem Müslüman hem de gayrimüslim nüfusun durumunu iyileştirecek reformların yapılmaması toplumda genel olarak bir huzursuzluk yaratmıştı. Özellikle Doğu Anadolu’daki Osmanlı hâkimiyeti kâğıt üzerindeydi, gerçekte otorite boşluğunu bazı yerel yöneticiler ve aşiret reisleri dolduruyordu. Ermeni ve Kürtler arasındaki çatışmalar da Ermeni halkının huzursuzluğunu arttırmaktaydı.

İkinci olarak on dokuzuncu yüzyılda Ermeniler arasında mezhep mücadeleleri doruk noktasına ulaşmıştı. Her ne kadar Gregoryen Ermeniler, Ermeni nüfusunun büyük bir kısmını kapsıyorlarsa da güçlü bir Katolik Ermeni cemaati de ortaya çıkamaya başlamıştı. Öyle ki, bu cemaat 1831 yılında Fransız Büyükelçisinin baskısı ile İkinci Mahmut’un kendilerini ayrı bir cemaat olarak tanımasını sağlamış ve İstanbul’da ayrı bir kilise kurmuşlardır[18]. Bundan sonra Avrupalı Katolik misyonerler bu cemaate destek olmaya başlamışlardır. 

Ancak özellikle on dokuzuncu yüzyılın ilk yarısının sonlarına doğru bu yeni mezhepten daha güçlü bir mezhep olarak Protestan Ermeni cemaati göze çarpmaktadır[19]. Özellikle Protestan misyonerlerin faaliyetleri sonucunda bu mezhebi kabul eden Ermenilerin sayısı hızla artmış ve bir cemaat oluşturacak raddeye gelmiştir. Bu cemaat İngiliz büyükelçisinin de desteğini alarak 1846 yılında ‘Protestan Yönetim Kurulu’ adı ile bir örgütlenme içine girmiştir[20]. Hemen sonrasında da kendi kiliselerini kurmayı başarmışlardır. Bütün bu bölünmeler sırasında Ermeni halkının halen daha büyük bir çoğunluğunu oluşturan Gregoryen Ermeniler bu bölünmenin müsebbibi olarak Osmanlı İmparatorluğunu suçlamışlardır. İlişkilerin bozulmasında bir diğer etken de budur.

Üçüncü olarak, Osmanlı İmparatorluğunu zayıflaması ve Fransız İhtilalinin milliyetçilik, eşitlik ve özgürlük gibi fikirlerinin yayılmasının çakışması İmparatorluğu son derece güç bir duruma düşürmüştür. Aslında 18. yüzyılın son çeyreğinden, özellikle de 1774’teki Rusya yenilgisinin ardından imzalanan Küçük Kaynarca antlaşmasından sonra Osmanlı devleti geri dönülemez bir sürecin içine girmiştir. 

Bu çöküş süreci bütün Büyük Güçlerin gözlerini diktikleri dünyanın en stratejik noktalarından birinde bir güç boşluğu doğmasına neden olmuştu. Bunun sonucunda da Osmanlı İmparatorluğunun çöküşü dönemin Büyük Güçleri arasında ateşli bir rekabete dönüşmüştü. Böylelikle ‘Doğu Sorunu’ olarak bilinen sorun gündeme gelmişti. 

Özellikle milliyetçi fikirlerin İmparatorlukta yayılmaya başlamasıyla ilk milliyetçi hareketler Balkanlarda görülmeye başlamıştır. 1804’teki Sırp isyanı her nasılsa bastırılabildi ancak aynı şeyi Yunan isyanı için söylemek mümkün değildi. 1828–29 yılları arasında yaşanan Osmanlı Rus Savaşı sonucunda imzalanan Edirne antlaşması ile Osmanlı İmparatorluğu Yunanistan’ın bağımsızlığını tanımak zorunda kaldı. Ruslar o dönemde yalnızca Osmanlı İmparatorluğunu değil İran’ı da yenmişler ve Ermenistan topraklarını geçerek Aras vadisine ulaşarak Tebriz’i tehdit etmeye başlamışlardı. İran Şahı barış istemiş ve Ruslarla Türkmençay antlaşmasını imzalamıştı. Bu antlaşma ile Doğu Ermenistan Rus kontrolüne girmiş ve Kuzey İran’dan önemli ölçüde Ermeni nüfus bu bölgeye yerleştirilmiştir. Bu da bugünkü Ermenistan topraklarına Ermeni yerleşiminin arttırılması konusunda atılan ilk adımlardan biridir. Böylelikle Ruslar Ermenilerin içişlerine karışmaya başlamışlar ve kendilerini Osmanlı İmparatorluğunda yaşayan Ermenilerin koruyucusu olarak ilan etmişlerdir.

Görüldüğü üzere, bu dönemin en önemli özelliklerinden birisi Osmanlı İmparatorluğunun içişlerine yapılan müdahalelerdir. Diğer bir deyişle, Büyük Güçlerin çıkarları Osmanlı İmparatorluğu üzerinde çatışmaya başlamıştır. Bir taraftan Rusya, Balkanlar ve Kafkaslar vasıtasıyla ‘Sıcak Denizler’e ulaşmaya çalışmakta diğer taraftan İngiltere Asya’daki dominyonlarını bu tehdide karşı korumak istemekteydi. Bu nedenle Rusya Balkanlardaki ayrılıkçı milliyetçi hareketleri desteklerken, İngiltere Osmanlı İmparatorluğunun toprak bütünlüğünü korumaya çalışıyordu. 

İmparatorluğun aniden dağılmasını önlemek için tüm Büyük Güçler Osmanlı Sultanından İmparatorluğun gayrimüslim halklarına daha fazla hak tanımasını istediler; böylelikle bu tebaanın sadakati garanti altına alınabilecekti. Bu hedefe ulaşmak için devamlı surette Osmanlı Hıristiyanları için ayrıcalıklar ve otonomi taleplerinde bulunmaya başladılar. Tanzimat reformları böyle bir sürecin sonucudur ve İmparatorlukta yaşayan gayrimüslim nüfusa önemli haklar ve ayrıcalıklar getirmiştir. Ancak bu reformlar ne Büyük Güçleri ne de gayrimüslim nüfusu tatmin etmiştir.

1856 yılı Osmanlı tarihi açısından bir dönüm noktası olmuştur. Bu tarih Osmanlı İmparatorluğunun, İngiltere, Fransa ve yeni kurulan Sardunya (Piedmont) devletlerinin de desteğini alarak Rusya’yı yenilgiye uğrattığı Kırım Savaşı’nın bittiği yıldır. Bu savaş yalnızca Rusya’nın yayılmacı emellerine geçici bir süre için set çekildiği için değil, savaşın sonunda savaşa katılan Büyük Devletler arasında imzalanan Paris Antlaşması için de önemlidir.

Bu Antlaşmanın yedinci maddesine göre taraflar Osmanlı İmparatorluğunun toprak bütünlüğünü garanti altına aldıklarını bildirmiş ve Osmanlı İmparatorluğunu Avrupa Uyumu adı verilen denge sistemininin bir parçası olarak gördüklerini dile getirmişlerdir[21]. Bu madde bazı yazarlara göre İmparatorluğun (ve daha sonra kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nin) bir Avrupa Devleti olarak kabul edildiğini göstermektedir. Yine de bu antlaşmanın ömrü çok kısa sürmüş ve barış dönemi 1877–78 savaşları ile son bulmuştur.

1856 yılı yalnızca Kırım Savaşının sonu ve Paris antlaşmasının imzalanma tarihi olduğu için önemli değildir. 18 Şubat 1856 tarihinde, yani Kırım Savaşı sonrası durumun tartışılacağı Paris Kongresinin başlamasından bir hafta önce, Sultan Abdülmecid bir Hatt-ı Hümayun yayınlayarak İmparatorluk sınırları içinde yaşayan gayrimüslimlere son derece önemli haklar tanımıştır. Islahat Fermanı olarak anılacak bu ferman uyarınca Müslüman ve gayrimüslim nüfus kanun önünde eşit olarak kabul edilecekler, kimse kimseyi dinini değiştirmek için zorlamayacak, İmparatorluk tebaası arasında ırk, din ve mezhep yönünden herhangi bir ayrım yapılmayacak ve hem Müslüman hem de gayrimüslim nüfus kamu ve askerlik hizmetlerinde görev alabilecekti[22]. 

Detaylı incelendiğinde ve İngiltere’nin Hindistan’daki, Fransa’nın Cezayir’deki idareleri göz önüne alındığında bu düzenlemelerin zamanının bir hayli ötesinde olduğu açıktır. Zira hiçbiri kendi yönetimleri altında bulunan halklara bu denli geniş haklar tanımamıştır.

İronik olarak, bu ferman esasen bir Avrupa projesiydi. 1855 yılında Viyana’da, daha Kırım savaşı devam ederken İngiltere, Fransa ve Avusturya bir araya gelerek Osmanlı İmparatorluğunda yaşayan gayrimüslimlere daha fazla hak tanınması için İmparatorluğa baskı yapmaya karar verdiler. Bunun sonucunda Paris antlaşmasının 9. maddesi gayrimüslimler için yapılacak ıslahata ayrıldı. Bu maddede amaçlanan Müslümanlar ve gayrimüslim nüfus arasında tam bir eşitlik sağlamaktı. Ancak bunun tam aksi gerçekleşti. Gayrimüslim topluluklar bu hakları genellikle kötüye kullandılar ve Büyük Güçlerin koruması nedeniyle Osmanlı İmparatorluğu bu kötüye kullanımı engelleyecek önlemler alamadı. Bunun sonucu olarak 1856’dan itibaren gayrimüslim topluluklar Müslümanlarla kıyaslandığında durumlarını bir hayli iyileştirdiler; hatta bu iyileştirme zaman zaman Müslümanların aleyhine oldu. Ekonomik olarak Müslüman nüfusa oranlandığında daha az sayıda nüfusa sahip olmalarına rağmen servet birikimi konusunda baskın sosyal gruplara dönüştüler. Siyasi olarak da çok sayıda bürokrat, diplomat hatta bakan çıkardılar. Kısacası, yöneten ve yönetilen arasındaki ilişkiler artık değişmeye başlamıştı. 

Her ne kadar diğer gayrimüslim topluluklarla beraber Ermenilere de Islahat Fermanı ile pek çok hak tanınsa da, bu haklar Ermeniler için tatmin edici değildi. Bu nedenle 1862 yılında Osmanlı İmparatorluğundan daha fazla hak talep ettiler ve bu taleplerini bir nizamname taslağı şekline sokarak hükümete gönderdiler. Bu taslak değerlendirildi ve daha sonra “Ermeni Milleti Nizamnamesi” adıyla kabul edildi. Buna göre Ermeni topluluğunun içişlerinin idaresi Ermeniler tarafından teşkil edilecek 140 kişilik bir Meclise veriliyordu. Bu meclisin ancak 20 üyesi Patrik tarafından atanabilecekti. Diğerleri ise İstanbul’da ve Anadolu’nun çeşitli bölgelerinde yaşayan Ermeniler tarafından seçilecekti. Görüldüğü üzere, bu kanun Ermeni toplumu içindeki çatışmaları yansıtması açısından son derece önemlidir. Zira kanunname Ermeni toplumunun önde gelenlerinin Patrikliğin baskısına karşı harekete geçtiğini ve bu konuda ciddi önlemler alınması yolunda çaba gösterdiğini kanıtlamaktadır[23].

Bu dönemde Osmanlı-Ermeni ilişkileri her ne kadar gerginleşse de henüz tam bir Müslüman-Ermeni çatışmasından bahsetmek zordur. Milliyetçilik akımlarının Ermeni nüfusu içerisinde yayılması üzerine Ermeniler Osmanlılardan bir takım hak taleplerinde bulunmuşlar, Osmanlılar da ellerinden geldiğince bu talepleri yerinme getirmeye çalışmışlardır. Ancak yüzyılın son çeyreğine gelindiğinde ilişkiler daha da bozulacak, hatta kopma noktasına gelecektir.

4. Devrimci Ermeni Hareketleri ve İsyanlar (1878–1915)[24] 

Ermenilerin Rusya’nın yardımı ve rehberliği altında bağımsızlıklarını kazanma rüyasının ortaya çıkması 1877–78 Osmanlı-Rus savaşında yaşanan büyük Osmanlı yenilgisi sonucundadır. Savaşın sonlarına doğru, Osmanlı yenilgisi kesinleştiğinde İstanbul’daki Ermeni Patriği Nerses Varjabedian, Rus Çarı ile iletişime geçerek Rusya’nın Doğu Anadolu’da işgal ettiği toprakları Osmanlılara geri vermemesini istedi. Savaşın hemen ardından ise Patrik İstanbul yakınlarındaki Yeşilköy’de bulunan Rus karargâhını ziyaret ederek Rus Başkomutanı Grandük Nikola ile görüştü. Orada da, Ermeniler işgal edilen Doğu Anadolu bölgesindeki topraklarda yönetici zümre olarak kabul edilmediği sürece Rus işgalinin sona erdirilmemesini talep etti. Ruslar bu teklifi kabul ettiler ve Osmanlılar ile Ruslar arasında imzalanacak olan Ayestefanos Antlaşmasına 16. madde olarak yerleştirdiler. 

Ancak bu antlaşma savaşın sonunu belirleyen antlaşma olamadı. İngiltere bu antlaşmanın hükümleri uygulandığı takdirde Doğu Anadolu’nun Rus hâkimiyetine gireceğini, hatta kurulacak bir Büyük Ermenistan ile Rusların İran Körfezine kadar ulaşıp, Hint Okyanusuna açılarak İngiltere’nin Hindistan’daki varlığını tehlikeye atacağını fark etmiş ve antlaşmanın derhal yenilenmesi için Berlin’de bir kongre toplanmasını sağlayabilmişti. Osmanlılar Kıbrıs’ı İngiltere’ye kiralamak karşılığında, bu kongrede daha kabul edilebilir bir antlaşmaya varılması yolunda İngiliz desteği elde edebilmişti. Kongre sonunda imzalanan Berlin Antlaşması ile Rusya Doğu Anadolu’da işgal ettiği bütün bölgelerden çekilecek ancak Kars, Ardahan ve Batum Ruslara verilecekti. Osmanlı İmparatorluğu ayrıca Ermenilerin yoğun olarak yaşadığı bölgelerde reform yapacak ve bu reformlar Büyük Güçler tarafından denetlenecekti.

Berlin Kongresinde Osmanlı İmparatorluğunu Rus tehdidine karşı toprak bütünlüğünün korunması hususunda destekleyenler İngiliz Muhafazakâr Partisi ve Başbakan Benjamin Disraeli olmuştu. Ancak savaşın hemen ardından gerçekleşen bir kabine değişikliği ile iktidara 1880 yılında Liberaller ve William Gladstone gelmişti. Gladstone’un temel stratejisi ise Disraeli ile taban tabana zıttı. Gladstone Osmanlı İmparatorluğunun geri dönülemez bir çöküş sürecine girdiğini, bu süreçte İngiltere’nin izlemesi gereken politikanın Osmanlı topraklarında İngiltere’nin himayesini kabul eden küçük devletçikler kurulması olduğunu söylüyordu. Bu devletlerden biri de Ermenistan olacaktı. Bu politikanın bir gereği olarak 1880’lerde İngiliz basını Doğu Anadolu’yu Ermenistan olarak adlandırmaya başladı; bu bölgeye gönderilen Protestan misyonerlerin sayısı arttırıldı ve İngiliz kamuoyunu etkilemek amacıyla bir İngiliz-Ermeni Dostluk Komitesi kuruldu.

Kısacası 1877–78 Savaşı Osmanlı-Ermeni ilişkileri açısından bir dönüm noktasını teşkil etmektedir. Osmanlı İmparatorluğuna karşı Ermeni isyanları bu döneme başlamıştır. 1879’dan itibaren İngiltere ve Rusya Osmanlı İmparatorluğuna Ermenilerin yoğun olarak yaşadığı bölgelerde ıslahat yapması konusunda notalar yollamaya başlamışlardır. Ancak Osmanlı devleti reformları ancak sınırlı bir şekilde uygulayabilmekteydi, zira daha fazla reform bölgenin Osmanlı İmparatorluğundan ayrılmasına yol açmaktan başka bir sonuç doğurmayacaktı. Dahası, özellikle bu savaştan sonra Büyük Güçler Anadolu’nun pek çok kentinde temsilcilikler açarak olayı daha da karmaşık bir hale getirdiler. Bu temsilcilikler Müslüman ve gayrimüslim nüfus arasında yaşanan çatışmalarda arabulucu rolü üstleniyorlardı. Ancak neredeyse her zaman gayrimüslimler lehine karar verdikleri için Osmanlı-Ermeni ilişkilerinin bozulmasına daha fazla katkı sağlamaktan başka bir işe yaramıyorlardı.

Bu dönemde görülen bir diğer gelişme de Ermeni siyasi ve sosyal örgütlenmelerinin hızla artmasıdır. Aslında 1860’lardan beri özellikle Adana, Van ve Muş gibi bölgelerde bir takım örgütlenmeler görülmekteydi ve bu örgütler 1880 yılında “Birleşik Ermeni Örgütleri” adı altında birleşmişlerdi. Dahası aynı on yılda, Van’da kurulan Kara Haç ve Erzurum’da kurulan Ulusal Muhafızlar gibi bazı devrimci örgütlenmelerde oluşmaya başlamıştı.

Yurt dışında, özellikle Büyük Güçlerin aktif ve doğrudan desteğinin sağlanmasıyla daha etkin çalışabileceklerini düşünen Ermeni milliyetçileri örgütlenmelerini Osmanlı sınırları dışına taşımaya karar verdiler. Böylelikle 1887’de Cenevre’de Hınçak, 1890’da da Tiflis’te Taşnak cemiyeti kuruldu. Her ikisinin de amacı Doğu Anadolu ve Osmanlı Ermenilerini Osmanlı hâkimiyetinden ‘kurtarmak’ ve bağımsız bir Ermenistan kurmaktı. 

Ermeni propagandası konusunda derin araştırmalar yapmış olan Louis Nalbadyan'a göre Hınçak Partisinin programı son derece radikal bir programdır[25]:

DEVAM EDECEK 

2 Cİ BÖLÜM OKUMAK İÇİN ( MAUSLA TIKLAYINIZ )


.

19 Ocak 2015 Pazartesi

Ermeni Sorununun Tarihsel Boyutu 6





 Ermeni Sorununun Tarihsel Boyutu 6



Kars Antlaşması


TÜRKİYE İLE ERMENİSTAN, AZERBAYCAN VE GÜRCİSTAN ARASINDA DOSTLUK ANDLAŞMASI

Kars, 13 Ekim 1921

(Metin)

Ulusların kardeşliği ilkesini ve kavimlerin kendi geleceklerini öz gürce saptamak hakkını tanımakta birleşmiş bulunan ve aralarında her zaman iyi ilişkilerin ve karşılıklı çıkarlara dayanan gerçek dostluk bağlarının kurulmuş olduğunu görmek özleminde olan, bir yandan Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti öte yandan Ermenistan, Azerbaycan ve Gürcistan Sosyalist Sovyetler Cumhuriyetleri, Hükümetleri Rusya Sovyetleri Sosyalist Cumhuriyeti Hükümetinin de katılmasıyla, bir Dostluk Antlaşması yapılması için görüşmelere girişilmesine karar vermişler ve bu amaçla;

Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti:

Büyük Millet Meclisinde Edirne Milletvekili ve Doğu Cephesi Komutanı Kazım Karabekir Paşa’yı;

Büyük Millet Meclisinde Burdur Milletvekili ve Bayındırlık Bakanlığı eski Müsteşarı Muhtar ve Türkiye’nin Azerbaycan Temsilcisi Memduh Şevket Bey’leri;

Ermenistan Sosyalist Sovyet Cumhuriyeti:

Dışişleri Komiseri İskinaz Maradya ve İçişleri Komiseri Boğuz Makizyan’ı;

Azerbaycan Sosyalist Sovyet Cumhuriyeti:

Devlet Denetimi Halk Komiseri Behbut Şah Tahtineski’yi;

Gürcistan Sosyalist Sovyet Cumhuriyeti:

Kara ve Deniz Kuvvetleri Halk Komiseri Şalva İlyava ve Dışişleri ve Maliye Komiseri Aleksandr Sıvanidze’yi

Rusya Sovyetleri Sosyalist Federal Cumhuriyeti:

Letonya’daki Temsilcisi Jak Halski’yi yetkili Temsilci atamışlardır.

Adı geçen yetkili Temsilciler, yöntemine uygun görülen yetki belgelerini veriştikten sonra, aşağıdaki maddeleri kararlaştırmışlardır.

Madde 1— Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti ile Ermenistan, Azerbaycan ve Gürcistan Sosyalist Sovyetler Cumhuriyetleri Hükümetleri Bağıtlı Tarafların ülkelerinin parçalarından bulunan topraklar üzerinde daha önce egemenlik haklarını kullanmış olan Hükümetler arasında kararlaştırılmış olup söz konusu topraklara ilişkin Antlaşmalar ile Üçüncü Hükümetler arasında yapılmış Güney Kafkasya Cumhuriyetlerine ilişkin Antlaşmaları geçersiz sayarlar. Moskova’da 16 Mart 1921 (1337) günü imza edilen Türk - Rus Antlaşması bu Madde hükmü nün dışında tutulmuştur.

Madde 2— Bağıtlı Taraflar, içlerinden birine zorla kabul ettirilmek istenilecek her hangi bir barış Antlaşması ya da uluslararası bir bağıtı tanımamak konusunda görüş birliği içindedirler. Bu Antlaşma gereğince, Ermenistan, Azerbaycan ve Gürcistan Sovyetler Cumhuriyetleri Hükümetleri Türkiye’ye ilişkin olup da bugün Büyük Millet Meclisince temsil edilen Türkiye Hükümetinin tanımadığı hiç bir uluslararası bağıtı tanımamağı kabul ederler. İşbu Antlaşmada yazlı “Türkiye” terimi ile İstanbul’da toplanan Osmanlı Millet Meclisince kabul edilip açıklanan ve tüm devletler ile basına bildirilen 28 Aralık 1336 (1920) günkü Misak-ı Milli’nin kapsadığı topraklar anlaşılır.
Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti de Ermenistan, Azerbaycan ve Gürcistan’a ilişkin olup bu ülkelerin bugün Ermenistan, Azerbaycan ve Gürcistan Sovyetlerince temsil olunan Hükümetlerince tanınmayan hiç bir uluslararası bağıtı tanımamağı kabul eder.

Madde 3— Ermenistan Azerbaycan ve Gürcistan Sovyetler Cumhuriyetleri Hükümetleri Kapitülasyonlar yönteminin her ülkenin ulusal gelişmesinin özgürce sürmesi ve egemenlik haklarının bütünüyle kullanılmasıyla bağdaşmadığını kabul ederek, Türkiye’de bu yöntemle herhangi bir biçimde ilişkili her türlü yetkilerin ve hakların kullanılmasını geçersiz ve kaldırılmış sayar.

Madde 4—Türkiye’nin kuzey - doğu sınırı (Rus Genelkurmayının 1/210.000 ölçekli, 1 parmak, 5 verstlik mesafe haritasına göre) Karadeniz kıyısında bulunan Sarp Köyünden başlayarak Hedis Meta Dağı – Şavyet Dağında suların bölündüğü çizgi - Kani Dağı ve oradan, sürekli olarak, Ardahan ve Kars Sancaklarının eski yönetim sınırlarının kıızeyini ve Arpa Çay ile Aras ırmaklarının talveğini Nizni - Kara Su’yun döküldüğü yere dek izleyen çizgi ile belirlenmiştir. (Sınırın ayrıntıları ve buna ilişkin işler için I ve II sayılı Ekler ile Bağıtlı Taraflarca imzalanmış ilişik haritaya başvurulması. Antlaşma metni ile harita arasında çelişki bulunursa Antlaşma metni haritaya yeğ tutulacaktır.)

Rusya Sovyetleri Sosyalist Federal Cumhuriyeti Hükümetinin bir temsilcisinin de katılmasıyla eşit sayıda üyelerden oluşacak bir Karma Sınır Çizme Komisyonu topraklar üzerinde sınırı ayrıntılarıyla saptamak ve sınır işaretlerini koymakla görevlidir (İlişik 4 sayılı Harita).

Madde 5—Türkiye Hükümeti ile Ermenistan ve Azerbaycan Sovyetler Hükümetleri işbu Antlaşmanın III sayılı Ekinde belirtilen sınırlar içinde olmak üzere, Nahcivan bölgesinin Azerbaycan’ın koruyuculuğunda özerk bir ülke oluşturulması konusunda anlaşmışlardır.

Madde 6— Türkiye, işbu Antlaşmanın 4. maddesinde gösterilen sınırların kuzeyinde bulunan ve Batum Livasına ilişkin topraklar ile Batum kenti ve limanı üzerindeki egemenlik hakkını, şu koşullarla, Gürcistan’a bırakmağa razı olur:

Birincisi: İşbu Maddede belirtilen yerler halkının, her topluluğun kültürel ve dinsel haklarını sağlayacak ve bu halkın yukarıda sözü geçen yerlerde isteklerine uygun bir tarım toprakları rejimi kurma olanağına sahip olacak biçimde geniş bir yönetimsel özerkliğe kavuşması.

İkincisi: Batum limanı üzerinden Türkiye’ye giden ya da oradan gelen ticaret malları ve tüm nesnelerin gümrük vergisine bağlı tutulmayarak ve hiç bir engelle karşılaşmayarak, her türlü vergi ve ücretten bağışık biçimde, serbest transit hakkı ile birlikte, Türkiye’nin özel harcamalarından da ayrık olarak, Batum limanından yararlanmasının sağlanması.

Bu Maddenin uygulanması için işbu Antlaşmanın imzasından hemen sonra ilgili Taraflar temsilcilerinden oluşan bir Komisyon kurulacaktır.

Madde 7—Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti ile Gürcistan Sosyalist Sovyet Cumhuriyeti Hükümeti, ortak sınır bölgeleri halklarının Karma bir Komisyonca, gümrük, polis ve sağlık işleri alanlarında konulacak öncelikli yasalara uymaları koşulu ile, Sınırı geçmelerini kolaylaştırmağı yükümlenirler.

Madde 8— Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti ile Gürcistan Sosyalist Sovyet Cumhuriyeti Hükümeti iki ülkenin sınır bölgesi halklarının sınırın öteki yanında bulunan kışlık ve yazlık otlakların-dan yararlanmaları zorunluluğunu göz önünde tutarak, söz konusu halkların hayvanlarını sınırdan geçirmek ve alışıldığı üzere, otlaklardan yararlanmak hakkını vermeği kabul ederler. Sınırdan geçiş sırasında uygulanacak gümrük işlemleri ile polis, sağlık vb. önlemleri Karma bir Komisyonca belirlenecektir.

Madde 9— Boğazların tüm ulusların ticaretine açılması ve geçiş özgürlüğünün sağlanması için Türkiye ile Gürcistan, Karadeniz ve Boğazların bağlı olacağı rejimin kesin biçimde hazırlanması işinin, kıyı devletlerinin temsilcilerinden oluşmak üzere, daha sonra yapılacak bir Konferansa bırakılmasını uygun bulurlar. Şu da var ki, bu Konferans ta alınacak kararların Türkiye’nin salt egemenliğine ve Türkiye ile onun başkenti İstanbul’un güvenliğine hiç bir zarar getirmemesi gerekir.

Madde 10— Bağıtlı Taraflar, toprakları üzerinde, karşı Taraf ülkesinin ya da ona bağlı topraklardan birinin Hükümeti rolünü üstlenmek savında bulunan örgüt ve grupların kurulmasını ya da yerleşmesini ve öteki ülkeye karşı savaşım amacında olan grupların yerleşmesini hiç bir zaman kabul etmemeği yükümlenirler. Şurası belirlidir ki, işbu Maddede söz konusu olan “Türkiye toprakları” Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümetinin doğrudan doğruya sivil ve askersel yönetimi al tında bulunan topraklardır.

Madde 11— Bağıtlı Taraflardan birinin öteki Taraf topraklarında oturan uyrukları, yerleşmiş oldukları ülke yasalarından doğan hak ve görevlere uygun biçimde işlem görmekle birlikte, ulusal savunmaya ilişkin yasalardan bağışık tutulup onlara uymaları istenilmeyecektir.Aile veraset hakları ile ehliyete ilişkin işlerde de Tarafların uyrukları işbu Madde hükümlerinin dışında kalacaklardır. Bu konular bir özel anlaşma yapılarak çözümlenecektir.

Madde 12— Bağılı Taraflar, içlerinden birinin öteki ülke topraklarında oturan uyrukları için En Çok Gözetilen Ulus işlemi uygulan masına izin verirler.
Bu Madde Sovyetler Cumhuriyetlerinin kendi topraklarında öteki müttefik Rus Sovyet Cumhuriyetleri yurttaşlarına tanıdıkları haklar ile Türkiye tarafından kendisinin müttefikleri olan Müslüman devletlerinin uyruklarına tanınan hakları hiç bir zaman kapsamaz.

Madde 13— 1918 yılından önce Rusya’ya bağlı iken, üzerinde Türkiye’nin egemenlik hakkı doğrulanan topraklar halkından olup Türk uyrukluğundan çıkmak isteyenler eşyasını, mallarını ve paralarını birlikte alarak Türkiye’yi özgürce terk etmek hakkına sahip olacaklardır. Bunun gibi, egemenlik hakkı Türkiye tarafından Gürcistan’a bırakılmış olan toprakların halkından olup da Gürcistan uyrukluğundan çıkmak isteyenler, eşya ve mallarını ya da bunların karşılığı parayı birlikte alarak Gürcistan’ı terk etme hakkına sahip olacaklardır.

Madde 14— Bağıtlı Taraflar, işbu Antlaşmanın imzalanmasından sonra altı aylık bir süre içinde 1918 ve 1920 Savaşları mültecileri konusunda özel bir anlaşma yapmağı yükümlenirler.

Madde 15— Bağıtlı Taraflardan her biri işbu Antlaşmanın imzalan masından hemen sonra, Kafkas cephesindeki savaş nedeniyle işlenen cinayet ve cürümler için öteki Taraf uyrukları yararına tam bir genel af ilan etmeği yükümlenir.

Madde 16— Bağıtlı Taraflar işbu Antlaşmanın imzalanmasından sonra iki aylık bir süre içinde, kendi toprakları üzerinde bulunan eski asker ve sivil tutsakları karşılıklı olarak yurtlarına geri yollamağı kabul ederler.

Madde 17— Bağıtlı Taraflar, ülkeleri arasındaki bağlantıların kesilmeden sürdürülmesi amacıyla, demiryolu, telgraf vb. ulaşım ve iletişimi koruma ve geliştirmeği ve zorluklarla karşılaşmaksızın, kişi ve malların özgürce geçişini sağlamak için gerekli önlemlerin aralarında anlaşarak alınmasını yükümlenirler. Bununla birlikte, yolcuların ve ticaret eşya sının giriş çıkışında Bağıtlı ülkelerin her birinde yürürlükte bulunan yasalar bütünüyle uygulanacaktır.

Madde 18— Bağıtlı ülkeler arasındaki ilişkileri güçlendirmek için gerekli ticaret ilişkilerinin kurulması ve ekonomik, parasal vb. işlerin çözümlenmesi amacıyla, işbu Antlaşmanın imzalanmasından sonra, Tiflis’te ilgili ülkeler temsilcilerinden oluşan bir Komisyon toplanacaktır.

Madde 19. Bağıtlı Taraflar işbu Antlaşmanın imzalanmasından sonra üç aylık bir süre içinde, Konsolosluk Sözleşmeleri yapmağı yükümlenirler.

Madde 20— Türkiye, Ermenistan, Azerbaycan ve Gürcistan arasında yapılan bu Antlaşma onay işlemi görecektir. Onay belgelerinin verişimi en kısa bir süre içinde Erivan’da yapılacaktır.

Antlaşma imzalanır imzalanmaz yürürlüğe girecek olan 6, 14, 15, 16, 18, 19 uncu Maddeler ayrı tutulmak üzere, işbu Antlaşma onay belgelerinin verişimi gününde yürürlüğe girecektir.

Bu hükümlere olan inançla, yukarıda adları yazılan yetkili Temsilciler işbu Antlaşmayı imza etmişler ve mühürlemişlerdir.

İşbu Antlaşma 13 Ekim 1337 (1921) günü Kars’ta, beş örnek olarak düzenlenmiştir.

KAZIM KARABEKiR            MRAVİAN
VELİ                                   MAKİNZİAN
MUHTAR                            CHAHUTAHTİNSKY
MEMDUH ŞEVKET              ELİAVA
SVANİDZE                         HANETZKY



* *

EK: I

[Türkiye ile Ermenistan, Azerbaycan, ve Gürcistan arasında sınır çizgisini tanımlayan bu Ek, 16 Mart 1921 günü imzalanan Türk - Sovyet Rusya Antlaşmasının 1 (A) Ekinin hemen hemen eşidir. Tek fark bu tanım yapılırken Gürcistan - Ermenistan ve Ermenistan - Azerbaycan sınırlarının kesiştiği yerlerin de belirtilmesidir]


EK: II

[Bu Ek’in metni Türk - Sovyet Antlaşmasının I (B) Ekinin eşidir.]

EK: HI

[Nahcivan bölgesine ilişkin bu Ek’in metni Türk - Sovyet Antlaşmasının Ek (C) metnine oranla daha ayrıntılı olduğundan olduğu gibi aşağıya alınmıştır]

Nahcivan Toprakları:

Urmiye Köyü - oradan düz bir çizgi ile (Arazdayan) İstasyonuna (Bu İstasyon Ermenistan Sosyalist Cumhuriyetine kalacaktır) daha sonra düz bir çizgi ile batı Taşburun (3142) Dağına - doğu Taşburun Dağında suların bölüştüğü çizgi (4108)-Cehennem Deresini Rovne (Bolak) güneyinde keser - Yağırsik dağında (6607) ya da (6587) suların bölüştüğü çizgiyi izler - oradan eski Erivan Kafkasının ve Şarur Yalagüz’ün yönetim sınırını izleyerek 6629 rakımlı tepeden Kömürlü Dağ (6839) ya da (6930) ve oradan 3080 rakımlı tepeye gelir - Sayat Dağı (7868) - Kürtkulak Köyü - Gamsor Dağı (8160)-8022 rakımlı tepe ve Gökdağ (10282)-eski Nahcivan Kazasının yönetim sınırının doğusu.

KAZIM KARABEKiR           MRAVİAN
VELİ                                       MAKİNZİAN
MUHTAR                               CHAHUTAHTİNSKY
MEMDUH ŞEVKET             ELİAVA
SVANİDZE                           HANETZKY

https://sukruelekdag.wordpress.com/1921/10/13/kars-antlasmasi/#more-697


http://www.eraren.org//bilgibankasi/tr/index1_2_2.htm

..

Ermeni Sorununun Tarihsel Boyutu 5


 Ermeni Sorununun Tarihsel Boyutu  5


1. Sevr Antlaşması (Ermenistan’ın kurulması, Azınlıkların Korunması ve savaş suçlularının cezalandırılmasına dair maddeler)

ERMENİSTAN

MADDE 88.

Türkiye, öteki Müttefik Devletlerin yapmış oldukları gibi, Ermenistan’ı özgür ve bağımsız bir Devlet olarak tanıdığını bildirir.

MADDE 89.

Öteki Bağıtlı Yüksek Taraflar gibi, Türkiye ile Ermenistan da, Erzurum, Trabzon, Van ve Bitlis İllerinde, Türkiye ile Ermenistan arasındaki sınırın saptanması işini Amerika Birleşik Devletleri Başkanın hakemliğine sunmayı ve bu konudaki kararını olduğu kadar, Ermenistan’ın denize çıkışı ile sözü geçen sınıra bitişik bütün Osmanlı topraklarının askersizleştirilmesine ilişkin ileri sürebileceği bütün , hükümleri kabul etmeyi kararlaştırmışlardır.

MADDE 90.

89. Madde uyarınca sinir saptanması, sözü geçen İller topraklarının tümünün ya da bir kesiminin Ermenistan’a aktarılmasına yol açacak olursa, Türkiye, aktarılan toprak üzerindeki bütün haklarından ve sıfatlarından, karar tarihinden başlamak üzere geçerli olarak, vazgeçtiğini şimdiden bildirir. İşbu Antlaşmanın, Türkiye’den ayrılan topraklara uygulanacak hükümleri, o andan başlayarak, bu topraklara da uygulanacaktır.
Ermenistan’ın, kendi egemenliği altına girmiş topraklar nedeniyle üstlenmesi gerekecek, Türkiye’ye ait malî yükümlülüklerin ya da hakların oranı ve niteliği, işbu Antlaşmanın VIII. Bölümünün (Malî Hükümler) 241. . Maddesinden 244. Maddesine kadarki Maddeleri uyarınca saptanacaktır.

İşbu Antlaşma ile çözüme bağlanamayan ve sözü geçen toprağın aktarılmasından doğabilecek bütün sorunlar, gerekirse, daha sonra yapılacak sözleşmelerle çözüme bağlanacaktır.

MADDE 91.

89. Maddede belirtilen toprağın bir kesiminin Ermenistan’a aktarılması durumun-da, sözü geçen Maddede öngörülen karardan sonra üç ay içinde, Ermenistan ile Türkiye arasında, bu kararın ortaya çıkaracağı sınırı toprak [arazi] üzerinde çizmek için, kuruluş biçimi daha sonra saptanacak, bir Sınırlandırma Komisyonu kurulacaktır.

MADDE 92.

Ermenistan’ın, Azerbaycan ve Gürcistan ile sınırları, ilgili Devletler arasında, her biriyle ortaklaşa anlaşma yoluyla saptanacaktır.

89. Maddede öngörülen karar alındığında, ilgili Devletler, iki durumdan birinde, sınırlarını ortaklaşa anlaşmayla saptayamamışlarsa, bu sınır, Başlıca Müttefik Devletlerce saptanacak ve sınırın toprak [arazi] üzerinde çizilmesini de bu Devletler yapacaklardır. .

MADDE 93.

Ermenistan, Ermenistan’da oturanların çoğunluğundan soy, dil ya da din bakımından ayrı olanların çıkarlarını korumak için, Başlıca Müttefik Devletlerin gerekli görecekleri hükümleri, bunları bu Devletlerle yapacağı bir Antlaşmaya da geçirmeğe rıza göstererek, kabul eder.

Ermenistan, ayrıca, transit özgürlüğünü ve öteki ulusların ticareti için hak gözetir bir rejimi korumak üzere Başlıca Müttefik Devletlerce gerekli görülecek hükümlerin bu Devletlerle yapılacak bir Antlaşmaya konulmasını kabul eder.

AZINLIKLARIN KORUNMASI

MADDE 140.

Türkiye, 141 ., 145. ve 147. Maddelerin kapsadığı hükümlerin temel yasalar olarak tanınmasını ve hiçbir yasanın, hiçbir tüzüğün ve hiçbir Padişah Buyruğunun ya da resmi işlemin, bu hükümlere aykırı ya da bunlarla çelişir olmamasını, hiçbir yasanın, hiçbir tüzüğün, hiçbir Padişah Buyruğunun ve hiçbir resmî işlemin söz konusu hükümlerden üstün sayılmamasını yükümlenir.

MADDE 141.

Türkiye, Türkiye’de oturan herkesin, doğum, bir ulusal topluluktan olmak, dil, soy ya da din ayrımı yapılmaksızın, yaşamlarını ve özgürlüklerini korumayı, tam ve eksiksiz olarak sağlamayı yükümlenir.

Türkiye’de oturan herkes, her inancın, dinin ya da mezhebin gereklerini, ister açıkta ister özel olarak, özgürce yerine getirme hakkına sahip olacaktır.

Yukarıdaki paragrafta öngörülen hakkın özgürce yerine getirilmesine karşı herhangi bir saldırı, ilgili mezhep hangisi olursa olsun, aynı cezalarla cezalandırılacaktır.

MADDE 142.

1 Kasım 1914’den beri Türkiye’de bir ürkü (tedhiş) rejimi bulunduğu için, İslam dinine geçişlerden hiçbiri olağan koşullar altında gerçekleşmiş olamayacağından bu tarihten sonraki İslam’ı benimsemelerin tanınmaması ve, 1 Kasım 1914’den önce Müslüman olmayan bir kimsenin, özgürlüğüne kavuştuktan sonra, kendi isteğiyle İslam’ı benimsemesi için gerekli işlemleri yerine getirmedikçe Müslüman sayılmaması süre gidecektir. , 

Osmanlı Hükümeti, savaş süresince Türkiye’de yapılan topluca öldürmeler sırasında kişilere verilen zararları en geniş ölçüde karşılamak için, 1 Kasım 1914’den beri herhangi bir soydan ya da dinden olursa olsun, ortadan yok olmuş, zorla götürülmüş, gözaltı [enterne] edilmiş ya da tutuklanmış kişilerin aranması ve kurtarılması için, kendisinin ve Osmanlı makamlarının tüm desteğini sağlamayı yükümlenir.

Osmanlı Hükümeti, zarar görenlerin, ailelerinin ve yakınlarının yakın malarını dinlemek, gerekli soruşturmalarda bulunmak ve sözü edilen kişileri özgürlüklerine kavuşturmaları için buyruk çıkarmak amacıyla, Milletler Cemiyeti Konseyince atanacak karma komisyonların çalışmalarını kolaylaştırmağı yükümlenir.

Osmanlı Hükümeti, bu komisyonların kararlarına saygı gösterilmesini ve özgürlükleri geri verilmiş herkesin güvenliğini ve özgürlüğünü sağlamayı yükümlenir.

MADDE 143.

Türkiye, soy azınlıklarından olan kişilerin karşılıklı ve gönüllü göçlerine ilişkin olarak Müttefik Devletlerin uygun görecekleri hükümleri tanımayı yükümlenir.

Türkiye, karşılıklı göç konusunda, Yunanistan’la Bulgaristan arasında 27 Kasım 1919’da Neuilly-sur-Seine’de imzalanan Sözleşmenin 16. Maddesinden yararlanmamayı yükümlenir. İşbu Antlaşmanın yürürlüğe girişini izleyecek altı ay içinde, Yunanistan ile Türkiye, Yunanistan’a aktarılan ya da Osmanlı kalan topraklardaki Türk ve Yunan soylu halkın karşılıklı ve gönüllü göçüne ilişkin özel bir anlaşma yapacaklardır.

Bir anlaşmaya varılamaması durumunda, Yunanistan ve Türkiye, Milletler Cemiyeti Konseyine başvurmak hakkına sahip olacaklar ve Konsey sözü edilen anlaşmanın koşullarını saptayacaktır.

MADDE 144.

Osmanlı Hükümeti, Bırakılmış Mallar [Emval-i Metrûke] konusundaki 1915 tarihli yasa ile ek hükümlerin haksızlığını kabul eder ve bunların tümüyle hükümsüz ve, gelecekte olduğu gibi geçmişte de, geçersiz olduklarını bildirir.

Osmanlı Hükümeti, 1 Ocak 1914’den’ beri, topluca öldürülme korkusuyla ya da başka herhangi bir zorlama yüzünden, yurtlarından kovulmuş, Türk soyundan olmayan Osmanlı uyruklarının yurtlarına dönüşlerini ve yeniden işlerine başlayabilmelerini, olabildiği ölçüde kolaylaştırmağı resmen yükümlenir. Sözü edilen Osmanlı uyruklarıyla, bunların üyesi bulundukları toplulukların malı olan ve yeniden bulunabilecek taşınır ya da taşınmaz malların, kimin elinde bulunurlarsa bulunsunlar, bir an önce geri verilmesi gerektiğini Osmanlı Hükümeti kabul eder. Bu mallar, onlara yükletilmiş olabilecek her türlü kısıtlamadan ve vergiden sıyrılmış olarak ve bugün onlara sahip olanlara ya da onları ellerinde tutanlara hiçbir ödence [tazminat] ödenmeksizin, geri verilecektir; şu kadar ki, bunların, mülkiyet ya da elde bulundurma hakkını kendilerinden edindikleri kimselere karşı dâva hakları saklı tutulacaktır.

Osmanlı Hükümeti, gerekli görülecek her yerde, Milletler Cemiyeti Konseyince hakemlik komisyonları atanmasını kabul eder. Bu komisyonların her biri, Osmanlı Hükümetinin bir temsilcisi ile, zarara uğradığını öne süren ya da üyelerinden birinin zarara uğradığı savında bulunan topluluğun bir temsilcisinden ve Milletler Cemiyeti Konseyince atanan bir Başkandan oluşacaktır. Hakemlik komisyonları, işbu Maddede öngörülen. bütün istemleri inceleyecek ve bunları basit yöntemle karara bağlayacaktır.

Sözü edilen hakemlik komisyonları aşağıdaki konularda buyurma yetkisine sahip olacaklardır:

1.Gerekli görecekleri her çeşit yenden yapım ve onarım işleri için Osmanlı Hükümetince işgücü sağlanması. Bu işgücü, hakemlik komisyonunca sözü geçen işlerin yapılmasına gerek gördüğü topraklarda yaşayan soylardan kişiler arasından sağlanacaktır;
2.Soruşturma sonucu, topluca öldürmeler ya da zorla yerinden etmelere eylem-sel olarak katıldığı, ya da bunlara yol açtığı kanıtlanan her kişinin görevinden uzaklaştırılması; bu gibi kimselerin malları konusunda alınacak önlemleri komisyon gösterecektir;
3.Bir topluluğun, 1 Ocak 1914’den beri, mirasçısız olarak ölmüş ya da yitik bulunan üyelerinin bütün taşınır ya da taşınmaz malların kime aktarılacağı. Bu mallar, Devlet yerine, topluluğa aktarılabilecektir;
4.1 Ocak 1914’den sonra, taşınmaz mallar üzerinde yapılan bütün satış işlemleriyle, hak yaratan işlemlerin geçersiz sayılması. Bu malları ellerinde bulunduranlara ödence [tazminat] ödenmesi, geri vermenin geciktirilmesine bahane olarak kullanılamayacak biçimde, Osmanlı Hükümetinin yükümlülüğünde olacaktır. Ancak, sözü edilen malları şimdi ellerinde bulunduranlarca bir ödemede bulunulmuşsa, hakemlik komisyonunun ilgililer arasında hak gözetirliğe uygun bir çözüm yolu kabul ettirme yetkisi olacaktır.

Osmanlı Hükümeti, komisyonların işleyişini ve kesin nitelikte olacak kararlarının yerine getirilmesini, olanak ölçüsünde, kolaylaştırmayı yükümlenir. Bunlara karşı, yargısal ya da yönetimsel, hiçbir Osmanlı makamının kararı öne sürülmeyecektir.

MADDE 145.

Bütün Osmanlı uyrukları, yasa önünde eşit olacaklar ve soy, dil ya da din ayrılığı gözetilmeksizin aynı yurttaşlık [medenî] haklarıyla siyasal haklardan yararlanacaklardır.

Din, inanç ya da mezhep ayrılığı, hiçbir Osmanlı uyruğunun yurttaşlık haklarıyla [medenî haklarıyla] siyasal haklardan yararlanmasına, özellikle kamu hizmetleri ne ve görevlerine kabul edilme, yükseltilme, onurlanma ya da çeşitli mesleklerde ve iş kollarında çalışma bakımından, bir engel sayılmayacaktır.

Osmanlı Hükümeti, işbu Antlaşmanın yürürlüğe girmesinden başlayarak iki yıllık bir süre içinde, Müttefik Devletlere, soy azınlıklarının orantılı temsili ilkesine dayalı bir seçim sistemi düzenlenmesi tasarısı sunacaktır.

Herhangi bir Osmanlı uyruğunun, gerek özel gerekse ticaret ilişkilerinde, din, basın ya da her çeşit yayın konularıyla açık toplantılarında, dilediği bir dili kullanma-sına karşı hiçbir kısıtlama konulmayacaktır. Türkçe’den başka bir dil konuşan Osmanlı uyruklarına, mahkemelerde, ister sözlü ister yazılı olsun, kendi dillerini kullanabilmeleri bakımından uygun düşen kolaylıklar sağlanacaktır.

MADDE 146.

Osmanlı Hükümeti, tanınmış yabancı üniversitelerden ve okullardan verilen diplomaların geçerliliğini tanımayı ve, bunları almış olanların, bu diplomaların tamlığı yeteneği gerektiren mesleklerde ve sanatlarda özgürce çalışmalarını kabul etmeyi yükümlenir.

Bu hüküm, Türkiye’de oturan Müttefik Devletler uyruklarına da uygulanacaktır.

MADDE 147.

Soy, din ya da dil azınlıklarından olan Osmanlı uyrukları, hem hukuk bakımından hem de uygulamada, öteki Osmanlı uyruklarıyla aynı işlemlerden ve aynı güvencelerden yararlanacaklardır. Bunların, özellikle, bağımsız olarak ve Osmanlı makamları hiçbir biçimde karışmaksızın, giderlerini kendileri ödemek üzere, her türlü hayır kurumlarıyla, dinsel ya da sosyal kurumlar, ilk, orta ve yüksek okullarla, başka her çeşit öğretim kurumları —buralarda kendi dillerini özgürce kullanmak ve kendi dinlerini özgürce uygulamak hakkına da sahip olarak— kurmak, yönetmek ve denetlemek konularında eşit hakka sahip olacaklardır.

MADDE 148.

Soy, dil ya da din bakımından azınlıklardan olan Osmanlı uyruklarının önemli bir oranda bulundukları kentlerde ya da bölgelerde, söz konusu azınlıklar, Devlet bütçesi ile, belediyeler bütçesi ya da öteki bütçelerce eğitim ya da hayır işlerine genel gelirlerden [kamu gelirlerinden] sağlanacak paralardan yararlanmaya hak gözetirliğe uygun bir ölçüde katılacaklardır.

Söz konusu bu paralar, ilgili toplulukların yetkili temsilcilerine verilecektir.

MADDE 149.

Osmanlı Hükümeti, Türkiye’deki bütün soy azınlıklarının kilise ve okul konularında özerkliğini tanımayı ve buna saygı göstermeyi yükümlenir. Osmanlı Hükümeti, bu amaçla ve işbu Antlaşmanın aykırı düşen hükümleri saklı kalmak üzere, Müslüman olmayan soylara kilise, okul ya da adalet konularında Sultanlarca verilmiş fermanlar, hatlar, beratlar ve bu gibi özel buyruklar ya da fermanlarla, Bakanlık ya da.Sadrazamlık buyrukları ile tanınmış ayrıcalıklarla bağışıklıkları tümüyle doğrular ve gelecekte de destekleyeceğini bildirir.

Osmanlı Hükümetinin çıkardığı ve sözü edilen ayrıcalıklarla bağışıklıkların kaldırılmasını, kısıtlanmasını ya da değiştirilmesini öngören bütün kararnameler, yasalar, yönetmelikler ya da genelgeler geçersiz sayılacaktır.

İşbu Antlaşma hükümlerine uygun olarak Osmanlı adalet rejiminde yapılacak her değişiklik —bu değişiklik soy azınlıklarından kişileri etkilemekte ise— işbu Madde hükümlerinden üstün sayılacaktır.

MADDE 150.

Hıristiyan ya da Yahudi dininden Osmanlı uyruklarının önemli oranda oturdukları kentlerde ve bölgelerde, Osmanlı Hükümeti, bu Osmanlı uyruklarının inançlarına ya da dinsel uygulamalarına bir saldırı sayılabilecek herhangi bir eylemi yapmağa zorlanmamalarını, ve hafta tatili günlerinde mahkemelerde hazır bulunmamaları ya da yasal bir işlemi yerine getirmemeleri yüzünden, haklarını hiçbir biçimde yitirme melerini yükümlenir. Bununla birlikte, bu hüküm, bu Hıristiyan ya da Yahudi Osmanlı uyruklarını, kamu düzeninin korunması için, bütün öteki Osmanlı uyruklarına yükletilen yükümlülükler dışında tutar anlamına gelmeyecektir.

MADDE 151.

Başlıca Müttefik Devletler, bu Bölümdeki hükümlerin yerine getirilmesini güvence altına almak için ne gibi önlemler alınması gerektiğini, Milletler Cemiyeti Konseyi ile birlikte inceledikten sonra saptayacaklardır. Osmanlı Hükümeti, bu konuda alınacak bütün kararları şimdiden kabul ettiğini bildirir.

YAPTIRIMLAR

MADDE 226. 

Osmanlı Hükümeti, Müttefik Devletlere, savaş yasalarına ve yapılageliş [teamül] kurallarına aykırı eylemlerde bulunmakla suçlanan kişileri, kendi askerî mahkemeleri-ne vermek hakkını tanır. Suçluluğu kanıtlanan kişilere, yasaların öngördüğü cezalar uygulanacaktır. Bu hüküm, Türkiye’nin ya da Müttefiklerinin mahkemeleri önün deki her çeşit kovuşturmalar ya da dâvalardan ayrı olarak, uygulanacaktır’.

Osmanlı Hükümeti, savaş yasalarına ve yapılageliş kurallarına aykırı bir eylem işlemiş bulunmakla suçlanmış olup, adıyla, ya da Osmanlı makamlarınca kendilerine verilmiş rütbe, görev ya da iş tanımlanarak belirtilmiş olan bütün kişileri, Müttefik Devletlere ya da Müttefik Devletlerden bu kimseleri istemiş olduğunu bildirmiş olana teslim edecektir.

MADDE 227.

Müttefik Devletlerden birinin uyruklarına karşı [suç sayılacak bir] eylemde bulunanlar, bu Devletin askerî mahkemelerinde yargılanacaklardır.

Müttefik Devletlerden birkaçının uyruklarına karşı [suç sayılacak bir] eylem işlemiş olanlar, ilgili Devletlerin askerî mahkemeleri üyelerinden kurulu askerî mahkemelerde yargılanacaklardır. 

Bütün bu durumlarda, sanık, kendi avukatını seçmek hakkına sahip olacaktır.

MADDE 228.

Osmanlı Hükümeti, suçlama konusu olan olayların tam bilinmesi, suçluların aranması ve sorumlulukların kesinlikle saptanması için ortaya konulması gerekli görülebilecek, ne çeşit olursa olsun, bütün bilgileri ve belgeleri sağlamayı yükümlenir.

MADDE 229.

226. Maddeden 228. Maddeye kadar olan Maddelerin hükümleri, savaş yasalarına ve yapılageliş [teamül] kurallarına aykırı eylemler işlemiş olmakla suçlanan ve kendi topraklarında ya da buyrukları altında bulunan kişiler bakımından, eski Osmanlı İmparatorluğu’nun toprakları kendilerine verilen ya da verilecek olan Devletlerin Hükümetlerine de uygulanacaktır.

Sözü edilen kişiler, bu Devletlerden birinin uyrukluğunu almışsa, ilgili Devletin istemesi üzerine ve onunla anlaşarak, ya da bütün Müttefik Devletlerin topluca iste meleri üzerine, bu kişilerin kovuşturulmasını ve cezalandırılmasını sağlamak için gerekli bütün önlemleri almayı, bu Devletin Hükümeti yükümlenir.

MADDE 230.

Osmanlı Hükümeti, 1 Ağustos 1914 tarihinde Osmanlı İmparatorluğu’nun parçası bulunan herhangi bir toprak üzerinde, savaş durumu sırasında işlenen topluca öldürmelerden sorumlu olan Müttefik Devletlerce istenen kişileri kendilerine teslim etmeyi yükümlenir.

Müttefik Devletler, bu nedenle suçlanan kişileri yargılamakla görevlendirilecek mahkemeyi göstermek hakkını saklı tutarlar ve Osmanlı Hükümeti bu Mahkemeyi tanımayı yükümlenir.

Uygun bir süre içinde, Milletler Cemiyeti, sözü edilen topluca öldürmeleri yargılamaya yetkili bir mahkeme kurarsa, Müttefik Devletler, sözü geçen sanıkları bu mahkemeye vermek haklarını saklı tutarlar ve Osmanlı Hükümeti bu mahkemeyi tanımayı da yükümlenir.

228. Madde hükümleri, bu Maddede öngörülen durumlara da uygulanır.

http://www.eraren.org//bilgibankasi/tr/index1_2_1.htm