19 Ocak 2015 Pazartesi

FRANSA'NIN SÖZDE ERMENİ SOYKIRIMINI TANIMASI 1



FRANSA'NIN SÖZDE ERMENİ SOYKIRIMINI TANIMASI 1




Emekli Büyükelçi Ömer Engin LÜTEMAvrasya İncelemeleri Merkezi Başkanı
oelutem@avim.org.tr

ERMENİ ARAŞTIRMALARI,
Sayı 1, Mart-Nisan-Mayıs 2001






2001 yılının ilk dört ayı Ermeni sorunu bakımından yoğun gelişmelere sahne oldu. Bu yazımızda kısaca sözkonusu gelişmeleri anlatacak ve aynı zamanda bunlara bazı yorumlar getirmeye çalışacağız.

1. FRANSA'NIN SÖZDE ERMENİ SOYKIRIMINI TANIMASI

Fransız Meclisi 18 Ocak 2001 tarihinde "Fransa 1915 Ermeni soykırımını açıkça tanır" cümlesinden ibaret bir kanun kabul etti. Kanun 30 Ocak tarihinde Cumhurbaşkanı Chirac tarafından onaylanarak yürürlüğe girdi. Fransa ile Türkiye arasında ciddi bir anlaşmazlığa yol açan bu konunun geçmişine kısa bir göz atalım.
Fransız Millet Meclisinin Kanunu ilk kabul.
Koçeryan’ın 19 Nisan 1998 tarihinde Ermenistan Başkanı seçilmesinden sonra sözde soykırımın tanınmasını Ermenistan’ın dış politika öncelikleri arasına alması ve bu konuda Diaspora ile yakın bir işbirliğine girmesi ilk önce Fransa’da sonuca ulaştı. Türkiye’nin şiddetli itirazlarına karşın, çoğunluğu Sosyalist Partisi üyelerinden oluşan küçük bir gurubun girişimiyle Fransız Meclisi, 29 Mayıs 1998 tarihinde, Fransa’nın soykırımını tanıdığını ifade eden bir kanunu kabul etti. Taslak 577 sandalyeli Mecliste ancak 29 oy toplayabilmişti.[1] Bu durum, aslında, sözde Ermeni soykırımına Fransız milletvekillerinin çok büyük kısmının ilgi duymadığını gösteriyordu. Taslak görüşülmek üzere Fransız Senatosuna gönderildi. Türkiye tepki olarak Fransa’ya bir nota verdi ve bu gibi tasarıların Ermeni terörünü yeniden canlandırabileceğini bildirdi. Ayrıca Fransa’daki Türk diplomatlarının daha iyi korunmasını istedi. Bu arada TBMM söz konusu tasarıyı tümüyle geçersiz sayan bir karar kabul etti.[2] Fransa ile olan askeri projeler askıya alındı ve Fransız Senatosu bu taslağı veto edene kadar gündemdeki projelerin hiç birine işlerlik kazandırılmaması kararlaştırıldı.[3] Diğer yandan bu tasarı Türk kamuoyunun hemen her kesiminden tepki gördü. Mesela İzmir Belediyesi Fransız şirketlerinin o yılki İzmir Fuarına katılamayacaklarını açıkladı.[4] Buna karşın Fransız Hükümeti Ilımlı bir tutum izleyerek, milletvekillerinin bağımsız olduklarını, tasarının günümüz Türkiye’sini hedef almadığını ve Osmanlı tarihinin bir d.neminin anımsanmasını amaçladığını, Fransa’nın Türkiye ile mevcut dostane ilişkileri ve işbirliğini geliştirmeye kararlı olduğunu belirtti.[5]
Senato’nun tasarıyı kabulü
Türkiye’nin sert tepkileri Senatonun tasarıyı hemen ele almasını engelledi. Esasen Senato Başkanı René Monory Senatoda çoğunluğun tasarının aleyhinde bulunduğunu, Hükümetin Israrlı olmaması halinde tasarının Senatodan geçmesinin çok zor olduğunu söylüyordu.[6] Fransız Hükümeti ise tasarının Senato gündemine alınmasını talep etmedi. Tasarının Senato üyeleri tarafından gündeme alınması için biri 1999 Mart’ında diğeri 2000 Şubat’ında yapılan girişimler yeterli oyu sağlayamadı. Durumun böyle devam etmesi ve zaman içinde tasarının geçersiz (caduc) hale gelmesi bekleniyordu. Senatonun tasarıyı gündeme almaması sonucunda Türk-Fransız ilişkilerindeki gerginlik de ortadan kalktı.
Ermeniler bu durumdan ümitsizliğe kapılmadılar. Girişimlerine devam ederken Senato binası önünde devamlı nöbet tutmak ve pankart asmak gibi eylemleri sürdürdüler. Ayrıca 24 Nisan 2000 tarihindeki anma törenlerinde "Chirac bizden oy alamazsın" şeklinde sloganlar atarak7 siyasi baskılarda bulundular.
2001 Mart ayında yapılacak olan seçimlerinin yaklaşması ve bu seçimlerin çok çekişmeli geçeceğinin anlaşılması durumu değiştirdi ve sağ partilere mensup bazı senatörlerin tasarıya daha sıcak bakmalarını sağladı. Ayrıca hem Hükümet in hem de Cumhurbaşkanının tasarının kanunlaşmasını önlemek için etkili bir gayret içinde olmayacaklarına dair işaretler vardı. Bu hava içinde tasarı "ivedi görüşme" talebiyle gündeme alındı. Hükümet sözcüsü tasarının aleyhinde olmakla beraber reddedilmesi için ısrarlı da davranmadı ve dört saat süren bir toplantı sonucunda tasarı 8 Kasım 2000 tarihinde sabaha doğru 40 a karşı 164 oyla kabul edildi.[8]
Türkiye Dışişleri Bakanlığı aynı gün yayınladığı bir basın bildirisinde[9] bu kararın kınandığı ve reddedildiği, Türk milletinin tarihinin hiç bir döneminde soykırım suçu işlemediği belirttikten sonra Koçaryan yönetiminin Diaspora ile birlikte yürüttüğü politikanın Kafkaslarda barış ve istikrara hizmet etmediği ve Ermenistan halkına yararı olmadığı ifade edildi. Fransız politikacılarının oy ve çıkar uğruna aldıkları bu karar ile büyük sorumluluk altına girdikleri vurgulandı. Bu tutumun Türk-Fransız ilişkilerine zarar verdiği bildirildi ve Fransız Millet Meclisinin aynı hatayı yapmamasının beklendiği ifade olundu.[10]
Senatonun kararı Ermenistan’da iyi karşılandı. Dışişleri Bakanlığı sözcüsü Papayan "bu karar sadece tarihi gerçeği teyit etmekle kalmayıp geçmiş olayların doğru bir değerlendirmesini de yapmış ve böylelikle bize miras kalan sorunların üstesinden gelmemize imkân vererek bölgesel işbirliği için uygun koşullar oluşturmuştur" ifadelerinde bulundu.
Buna karşın Fransa’da, Cumhurbaşkanlığı ve Başbakanlık ortaklaşa bir bildiri yayınlayarak, "Parlamentonun girişimi sonunda oluşmuş ve Parlamentonun sorumluluğunda olan bu oylamanın günümüz Türkiye’si için bir değerlendirme teşkil" etmediğini bildirdiler. Oysa Başbakan Jospin Sosyalist Partiye, Cumhurbaşkanı Chirac da sağcı RPL ve UDF’e hakim olduklarından ve bu iki partinin parlamentoda kesin üstünlüğü bulunduğundan, Cumhurbaşkanı ve Başbakan’ın istemedikleri bir kanunun kabulü mümkün değildi. Üç siyaset mülahazalarıyla bir yandan Ermeniler tatmin edilirken diğer yandan, kusur Parlamentoya atılarak, Türkiye’nin tepkilerinin önlenmeye çalışıldığı ortadaydı.
Senatoda kabul edilen metin Millet Meclisi’nde 29 Mayıs 1998 tarihinde onaylanan metnin aynı olmakla beraber, kabul ediliş usulleri arasındaki fark nedeniyle bu metnin Millet Meclisi’ne gönderilerek tekrar oya sunulması gerekiyordu.[11] Ancak Türkiye’nin tepkisinden çekinildiği için, Hükümet çevrelerinin bu Meclis oylamasından vazgeçme yollarını aradıkları ve Parlamentonun her iki kanadı da aynı metni kabul ettiğine göre maksadın hasıl olduğu, bu durumda tasarının tekrar Millet Meclisine gönderilerek kanun haline getirilmesine gerek bulunmadığı fikrini kabul ettirmeye çalıştıkları anlaşılıyordu.[12] Ancak bu formül Ermenileri tatmin etmedi ve tasarının kanun şekline dönüşmesi için Israr edildi. Aralık ayI ortalarında tasarının Millet Meclisi gündemine alındığı öğrenildi.[13]
T.B.M.M.’nin Tepkisi
Fransız Meclisi’nin tasarıyı kabul edeceğinin anlaşılması üzerine TBMM’deki siyasi partilerin ortaklaşa hazırladıkları bir önerge 9 Ocak 2001 tarihinde oybirliği ile kabul edildi.1 4 Bu önergede, özetle, tasarının oy kaygısıyla gündeme geldiği, tarihin tahrif edilmesine ve önyargılara dayandığı, kabul edildiği taktirde Fransa’da düşünce ve ifade özgürlüğü ile bilimsel araştırma ve bulguları yayınlama özgürlüğünün ortadan kalkacağı, bu yasanın tespitlerinden farklı sonuçlara varmanın yasanın ihlâli olacağı ve suç oluşturacağı belirtildikten sonra tasarının Millet Meclisi’nde benimsenmesi halinde Fransa’nın uluslararası alanda yüklendiği görevleri yerine getirmekte tarafsızlık ilkesi ile bağlı kalamayacağı ve bu nedenle Kafkas bölgesinde ve diğer uluslararası sorunlarda alacağı her inisiyatifin kuşkuyla karşılanacağı; ulusal parlamentoların tarihi araştırmalara taraf olamayacakları, nefret ve ırkçılığın körüklenmesine katkı yapamayacakları ifade olunarak buna misal olarak Fransız Parlamentosunun Cezayir olaylarının değerlendirmesini yapmayı reddetmesi gösteriliyordu. Konunun en önemli noktalarına değinen ve oybirliği ile kabul edilen bu önerge her nedense Türk basınında fazla ilgi görmedi. Oysa Meclisin bu konudaki görüşlerini belirtmesi ve bu nedenle de Türk dış politikasının bu sorunla ilgili çerçevesini tespit etmesi bakımından bir referans belgesi niteliğindeydi.
Tasarının Fransız Millet Meclisinde kabulü ve yürürlüğe girmesi
Fransız Millet Meclisi Dışişleri Komisyonu, Paris’te bulunan bir Türk Parlamento Heyetinin gayretlerine rağmen 10 Ocak 2001 tarihinde tasarıyı kabul etti. Meclis Genel Kurulu da 18 Ocak günü tasarıyı onayladı. Oturumda 577 sandalyeli Millet Meclisi’nden sadece 52 kişi vardı.[15] Onlar da tasarıya oy verdiler. Anlaşılan oturuma sadece tasarıya taraf olan milletvekilleri gelmişti. Böylece sözde Ermeni soykırımını tanıyan kanun Meclis üyelerinin yüzde 9’u gibi çok k.ç.k bir azınlığının oylarıyla kabul oldu. Yukarıda belirttiğimiz gibi tasarı Millet Meclisinde 29.05.1998 tarihinde ilk müzakeresinde 29 oyla kabul edilmişti.
Fransız Parlamentosu’ndaki oylama sisteminin üyelerinin çoğunluğunun iradesini yansıtmayan sonuçlar verdiği ortadadır. Ancak 19 Ocak oylamasının geçerli olduğunda şüphe yoktur ve hatta bu oylama Meclis kayıtlarına "oybirliği" olarak geçmiştir. Kanımızca bu konuda Türkiye açısından önemli olan husus Fransız Parlamentosunun oylama sistemini tartışmak değil, tasarI için oy kullanmamış olan 500’den fazla milletvekilinin bir kısmını dahi olsun etkileyememiş olmamızın nedenleri üzerinde düşünmektir.
Sözkonusu tasarının kanunlaşması için Cumhurbaşkanı, Başbakan, Millet Meclisi Başkanı, Senato Başkanı’ndan birinin veya 60 parlamento üyesinin on beş gün içinde tasarıya itiraz etmemesi gerekiyordu. İtiraz eden olmadı ve Cumhurbaşkanı Chirac da sürenin bitiminden önce, 30 Ocak 2001 tarihinde, tasarıyı onaylayarak kanun haline getirdi. Böylelikle Fransa Parlamentosu Cezayir olayları gibi kendi memleketinde işlenen suçlar hakkında bir karara varmaktan kaçınırken başka bir ülkede ve çok daha eski bir tarihte vuku bulmuş olayları soykırımı olarak nitelendirmek çelişkisine düştü.
Bu kanunun kabulü Ermeni resmi makamları tarafından memnunlukla karşılandı. Ancak Ermenistan gazetelerinin konuya birinci derecede önem vermedikleri görüldü. Hatta bu kanunun Ermenistan ve Ermeni halkının çıkarları ile hiç bir ilgisi bulunmadığını, tek kazancın anlamsız bir sevinçten başka bir şey olmadığını yazanlar bile çıktı.[16] Soykırımı konusunun geçim sıkıntıları içinde olan Ermenistan halkını pek ilgilendirmediği görülüyordu.
Kanun kabulünün nedenleri
Ermenilerin Fransa’nın soykırımını tanıması için yıllardan beri sürdürdükleri gayretlerin başarı ile sonuçlanmasının çeşitli nedenleri vardır.
Birinci neden Ter Petrosyan döneminde sözde soykırımını tanıtmak için çaba göstermeyen Ermenistan’ın Koçaryan’ın iktidara gelmesiyle soykırımI konusunu dış politikanın öncelikleri arasına alması ve bu konuda Diaspora ile yakın işbirliğine girmesidir. Bu önemli bir Ermeni azınlığına sahip olan Fransa üzerinde, özellikle seçim döneminde, bir baskı oluşturmuştur.
İkinci neden son zamanlardaki Türk-Fransız ilişkileridir. Fransa, dönem başkanlığı sırasında, Türkiye’nin AB ile olan ilişkilerini geliştirmek için ciddi gayret sarf etmişti. Diğer AB ülkelerinin Türkiye’nin adaylığına karşı ilgisizlikten karşıtlığa kadar uzanan olumsuz tutumlar içinde olmaları Fransa’nın bu politikasını değerli kılmış, bu da Fransızlarda Türkiye’nin onların desteğinden vazgeçemeyeceği kanısını uyandırmış ve sözde Ermeni soykırımı hakkında alınacak herhangi bir karara Türkiye’nin ciddi şekilde karşı çıkmayacağına inandırmıştı.
Üçüncü neden kanun metninin Türkiye’yi rencide etmeyeceği düşünülen ifadelerle kaleme alınmasıdır. Gerçekten de kabul edilen kanun metninde Türkiye veya Türkler kelimeleri mevcut değildir. Ayrıca 1915 yılı tasrih olunmakla Türkiye Cumhuriyeti sorunun dışında bırakılmak istenmiştir. Ancak bunlar daha ziyade kozmetik nitelikte olup herkes hangi ülke ve halkın sözkonusu olduğunu bilmektedir.
Türkiye’nin tepkileri
Fransız Meclisinin sözde Ermeni soykırımını tanıyan kanunu kabul etmesinden sonra Türkiye’de resmi makamlar, sivil toplum kuruluşları ve medyadan beklenenin çok üzerinde tepkiler geldi.
Kanunun kabul edildiği gün Hükümet bir açıklama yaparak[17] bu kanunu "tarih ve insanlık önünde vahim bir hata" olarak nitelendi, Türkiye’yi soykırımı ile itham eden ve tarihi gerçekleri hiçe sayan bu kararı şiddetle kınandı ve Fransız yasası tüm sonuçlarıyla reddedildi. Ayrıca yasanın Türk-Fransız ilişkilerine büyük ve kalıcı zararlar vereceği ve ciddi bir krize yol açabileceği, bölgedeki barış ve istikrara olumsuz etki yapacağı ve bunların sorumluluğunun Fransa’ya ait olduğu belirtildi; yasanın etkisiz hale getirilmesi istendi. (Bununla Chirac’ın yasayı onaylamaması kastedilmektedir). Son olarak Paris’teki Türk Büyükelçisinin danışmalar için Ankara’ya çağrıldığı bildirildi.
Dışişleri Bakanı İsmail Cem ise aynı gün Ankara’daki Fransız Büyükelçisini davet ederek söz konusu yasanın önlenmesi için Fransız Hükümetinin kayda değer bir gayreti olmamasının teessürle karşılandığını, bu yasanın Fransa’da yabancı düşmanlığını ve Ermeni terörizmini yeniden harekete geçirebileceğini o itibarla, diplomatlar dahil, Fransa’daki t.m Türk vatandaşlarının güvenliğinin sağlanmasını istedi.[18]
Aynı gün Başbakan Bülent Ecevit Türk-Fransız ilişkilerinin ağır şekilde zarar göreceğini ifade etti.[19] Cumhurbaşkanı Sezer ise Fransız Meclisinin kararını "sağduyudan yoksun" olarak tanımladı ve kınadı.[20]
Dışişleri Bakanlığı Müsteşarı Faruk Loğoğlu "Türkiye ile Azerbaycan arasındaki ilişkilerin daha da geliştirilmesi olanakları ile bölgesel ve uluslararası konular hakkında görüş alışverişinde bulunmak üzere" 19 Ocak 2001 tarihinde Azerbaycan’a gitti.[21] Basında Türkiye ile Azerbaycan’ın Fransa’ya karşı ortak tavır almasının ve Karabağ sorunu için kurulmuş olan Minsk Grubundan Fransa’nın dışlanmasının gündemde olduğu haberleri çıktı. Yine basına göre Aliyev "Minsk Grubunun eş başkanlığını Fransız Parlamentosu yapmıyor" sözleriyle bu öneriye karşı çıktı.[22] Nitekim Fransa Karabağ sorununun çözüm. için ön planda bir rol oynamaya devam etti ve Chirac’ın girişimiyle Aliyev ve Koçaryan, biri 26 Ocak, diğeri 4 ve 5 Mart 2001 tarihinde Paris’te bir araya gelerek Karabağ konusunda görüşmeler yaptılar. Azerbaycan’ın Karabağ sorunu için Fransa’yı dışlamak istememesine karşın Azerbaycan Hükümeti, Meclisi ve özelikle muhalif partiler sözde soykırımını tanıyan yasaya karşı olduklarını çeşitli kez dile getirdiler.
Türkiye’de ise Fransa’ya karşı uygulanacak önlemler görüşülmeye başlandı. Başbakan Ecevit bu konuda "Türkiye kendi ekonomisine zarar vermeden ne gibi yaptırımlar uygulayabiliriz. Önümüzdeki bir kaç gün içinde bu konuda çalışmalar sonuçlanmış olacaktır."[23] diyerek yaptırımlar konusundaki kararlılığını ortaya koydu. Yaptırımların neler olacağı hakkında resmi bir açıklama yapılmamış olmakla beraber, gazeteler bunların daha ziyade silah siparişleriyle askeri amaçlı araç ve gereçleri ilgilendirdiğini, Dünya Ticaret örgütü ve Gümrük Birliği Antlaşması hükümleri gereğince ticari alanda bir kısıtlama getirilemeyeceğini yazdılar. Bu arada Fransa’nın bu yaptırımlar nedeniyle 8 ilâ 10 milyar dolarlık kaybI olacağı da belirtildi.
Hükümet dışı kuruluşlardan da Fransa’ya karşı yaptırım önerileri gelmeye başladı. Ankara Ticaret Odası Başkanı Kemal Ay gün Fransız mallarına karşı boykot önerdi ve Fransa’ya tatile gidilmemesi çağrısında bulundu.[24] Buna karşılık TÜSÜAD her iki tarafa da zarar vereceğini belirterek boykota karşı çıktı.[25]
En sert tepkiler sendikalardan geldi. TESK ve Harp-İş sendikaları başkanları Fransız mallarına karşı boykot çağrısında bulundular. Kamu-Sen Sendikası Başkanı ise Fransa’nın Türkiye’deki Büyükelçiliği dahil, tüm tesislerinin kapatılmasını istedi.[26]
Fransa ile kültürel ilişkilerin kaldırılması veya azaltılması hakkında da öneriler oldu. İstanbul Üniversitesi Rektörü Fransa ile bilimsel ilişkileri kestiklerini bildirdi.[27] Kocaeli, Uludağ ve Gazi Osman Paşa Üniversiteleri[28] ile Başkent Üniversitesi[29] Fransızca dersleri kaldırdıklarını açıkladılar.
Buna karşın Türkiye’de Fransızca tedrisat yapan tek yüksek Öğretim kuruluşu olan Galatasaray Üniversitesinin Rektörü Erdoğan Teziç, Birinci Dünya Savaşında, Fransa Türkiye ile harp halinde iken dahi, Galatasaray Lisesinde Fransızca eğitimde kesinti yapılmadığını hatırlattı.[30] Eski Dışişleri Bakanı Prof. Mümtaz Soysal ise "Fransa gibi diller kimilerinin kabulüyle veya reddiyle ayakta kalacak veya da yıkılacak diller değildir. Kaldı ki çağdaş Türkiye kültüründe Fransızcanın yeri büyüktür" sözleriyle[31] konunun daha gerçekçi bir yönünü ortaya koydu.
Türk basını Fransa’da kabul edilen kanuna olağan üstü derecede önem verdi. Bu konudaki haberler büyük puntolarla ön sayfalarda yer alırken köşe yazarlarının hemen hepsi ve bazıları bir çok kez bu konuya değindi.
Türk televizyonlarının da konuya çok ilgi gösterdiği gözlemlendi. Büyük kanalların hepsi bu sorun üzerinde gazetecilerin, politikacıların, bilim adamlarının ve diplomatların katıldığı özel programlar düzenlediler. Bunların arasında 2 Şubat 2001 tarihinde ATV televizyonunda yapılan ve beş saatten fazla s.ren Siyaset Meydanı Programı özellikle dikkati çekti.
Türkiye’de Ermeni tezlerini benimseyen ve savunan çok az sayıda kişinin yazıları büyük gazetelerde yer almazken 4 Şubat 2001 tarihinde Ceviz Kabuğu programına yurt dışından telefonla katılan Taner Akçam’ın "Türkiye özür dilesin" şeklindeki beyanları çok tepki çekti. Merhum Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın eşi Semra Özal telefonla müdahale ederek bu sözlerin milli duygu taşıyanları rencide ettiğini, özür dilenmesini asla kabul etmeyeceğini, bunu teklif edeni asla affetmeyeceğini bildirdikten sonra programın sunucusu Hulki Cevizoğlu’nu da bu saçmalıkların dinlenmesine aracı olduğu için affetmeyeceğini söyledi.[32] Bu sözlerin programı dinleyenlerin büyük çoğunluğunun duygularını yansıttığı görüldü.
Basın ve televizyonlardaki bu yoğun yayınlar Ermeni sorununa karşı duyulan ilginin işaretiydi. Kişiler pek bilmedikleri bir konuda bilgi edinmek ve bundan sonra ne gibi gelişmeler olabileceğini öğrenmek istiyorlardı. Soruna gösterilen bu ilgi bazı Ermeni çevreleri ve Ermeni taraftarlarının dilediği gibi Türk halkının tarihiyle yüzleşmesi veya hesaplaşması değildi. Aksine soykırımI iddiaları kesinlikle reddediliyor hatta bunları ileri sürenlere karşı öfke beslendiği seziliyordu. Kısaca Türk kamuoyu bu tartışmaların sonunda, esasen hiç bir zaman aklına getirmediği soykırımını kabul etmek ve özür dilemekten çok daha uzaklaşmış oldu.
Fransız Kanununun Olası Sonuçları
Fransa’nın sözde soykırımına ilişkin kanunu kabul etmesinden hemen sonra Koçaryan’ın Fransa’ya resmi bir ziyaret yapması, Paris’te yıllardan beri yapılması ertelenen soykırımı anıtına Paris Belediyesinin izin vermesi ve Sévres Kasabasında mahut antlaşmanın imzalandığı binanın bahçesine kolaylıkla görülecek bir yere sözde soykırım hakkında bir kitabenin dikilmesi, 13 Mart 2001 tarihinde Paris’te yapılan Galatasaray - St. Germain maçında Ermenilerin çıkardığı olaylar ve nihayet Orly katliamı faillerinden Varujan Garbisyan’ın 24 Nisan’ın arifesinde serbest bırakılarak Ermenistan‘a gönderilmesi Türkiye’de Fransa aleyhindeki duyguları daha da pekiştirdi.
Halen Türk-Fransız ilişkileri gayet olumsuz bir mecrada bulunmaktadır. Uzun zaman sürdüğü taktirde bu durumundan iki tarafın da zarar göreceğinde şüphe yoktur. Söz konusu kanun artık kesinlik kazandığına göre Türkiye bu gerçeği kabul durumundadır. Fransızlar için ise, bir değerlendirme hatası sonucunda hem siyasi hem de maddi zarar söz konusudur. İki tarafın zaman içinde uzlaşabilmesi esas itibariyle Fransa’nın tutumuna bağlıdır. Fransa özellikle AB’de Türkiye lehinde somut sonuçlar verecek faaliyetlerde bulunursa ve diğer yandan sözkonusu kanunun modern Türkiye’yi ilgilendirmediğine Türkiye’yi ikna etmeye çalışır ve bunu sadece kapalı kapılar arkasında değil kamu oyu önünde de Israrla belirtirse Türkiye’nin uzun vadede kendi lehine de olmayan ekonomik yaptırımlarda Israr etmesinin anlamI kalmayacaktır.
Fransa’da Ermeni soykırımı olmadığını  söylemek suç mudur?
Türk basınında bu kanundan sonra artık Fransa’da Ermenilerin soykırımına uğramadığını iddia etmenin suç sayılacağına dair yayınlar yapıldığı görülmektedir. Yukarıda değindiğimiz T.B.M.M.’nin 9 Ocak 2001 tarihinde kabul ettiği önergede yer alan "bu tasarının tespitlerinden farklı sonuçlara varmak yasanın ihlali olacak ve dolayısıyla bir suç oluşturacaktır." cümlesi de aynı endişeyi yansıtmaktadır.
Ceza hukukunun ana ilkelerine göre kanunla açıkça suç olarak tanımlanmayan fiiller için ceza verilemez.[33] Ermeni soykırımı hakkındaki Fransız kanununda soykırımını tanımamanın suç teşkil edeceğine dair bir kayıt bulunmadıktan başka, herhangi bir cezadan bahis de yoktur. O nedenle sadece bu kanuna dayanarak, Ermenilerin soykırımına uğramadıklarını ileri süren kişilerin Fransa’da suçlanması ve cezalandırılması mümkün değildir. Bunun için ya Fransız Ceza Kanununa bir madde koymak ya da Yahudi soykırımını inkar edenleri cezalandıran Gaysot kanununa Ermenileri de dahil etmek gerekmektedir.
Ermenilerin soykırımına uğramadığının ifade edilmesini yasaklayan bir hüküm bulunmadığına göre meşhur tarihçi ve oryantalist Bernard Lewis’in bu konuda nasıl mahkûm edildiği sorusu akla gelmektedir. Hatırlanacağı üzere B. Lewis 13 Aralık 1993 tarihinde Le Monde gazetesine verdiği bir mülakatta 1915 yılı olaylarını soykırım olarak tanımlamanın bu d.nem tarihin Ermenilerce yorumlanmasının sonucu olduğunu söylemişti. Fransa’daki Ermeni kuruluşları B. Lewis aleyhine soykırımını inkâr ettiği gerekçesiyle dava açmışlar ve dava 21 Haziran 1995 tarihinde sonuçlanarak B. Lewis davacılara 1 Frank tazminat ödemeye mahkûm olmuştu. Mahkeme kararında, 1915-1917 olaylarının soykırımI olup olmadığının tayininin mahkemeye ait olmadığını belirttikten sonra konuya sorumluluk acısından yaklaşıldığını ve Fransız Medeni kanununun 1382 maddesine göre bir kusur işleyerek başkasına zarar verenlerin bu zararI tazmin ile mükellef olduğunu, Lewis’in sözlerinin Ermeni toplumunun duyduğu acıları canlandırdığı için bir kusur teşkil ettiğini, bu nedenle de tazminatI gerektirdiğini belirtilmişti.
Sözde Ermeni soykırımı hakkında yeni kabul edilen kanun bir ceza öngörmediğine göre halen Fransa’da Ermenilerin soykırımına uğramadığını beyan edenlere karşı B. Lewis’e uygulanan Medeni Kanun maddesinden başka bir hüküm mevcut bulunmamaktadır. Ancak yeni kabul edilen kanun soykırımını açıkça tanıdığına göre Medeni Kanunu esas alarak açılan davaların daha çabuk sonuçlanmasına ve muhtemelen tazminat miktarının arttırılmasına neden olabilecektir.
Bu vesileyle Türk Medeni Kanununun 41. maddesinin tazminat konusunda Fransız kanunu ile aynı hükmü içerdiği o nedenle Türkiye’de Ermenilere soykırımı yapıldığını iddia edenlere karşı, Ermeni mezalimine uğramış kişilerin veya onların yakınlarının, bu iddiaların acılarını canlandırdığı ileri sürerek, aynen Fransa’da olduğu gibi, tazminat davası açılmalarının, ilke olarak, mümkün bulunduğu düşünülmektedir.
Türkiye’de sözde Ermeni soykırımı hakkında Kanun teklifi
T.B.M.M. Dışişleri Komisyon Başkanı Kamran İnan tarafından hazırlanan ve sözde Ermeni soykırımını kabul eden Fransız Kanununa bir tür yanıt niteliği taşıyan bir yasa teklifi, 21 Şubat 2001 tarihinde anılan Komisyonda kabul edilerek[34] Meclisin ilgili komisyonlarına gönderildi.
"Uluslararası İddia, İtham ve Saptırmalara Karşı Kanun" başlığını taşıyan sözkonusu tasarının esasını, Türkiye’nin Ermeni soykırımı iddialarını reddetmesi ve bunda Israrlı olunmasını düşmanca bir davranış olarak addetmesi oluşturmaktadır.
Tasarının basında yayınlanan metni şöyledir:[35] "Türkiye, tarihin tespit ve kabul etmediği Ermeni Soykırımı iddialarını reddeder; bunda Israrlı olunmasını düşmanca davranış addeder. Türkiye, Fransa ve diğer güçlerin Birinci Dünya Savaşı’nda Ermenileri kendi saflarında kullanmalarını, isyana sevk ederek insan kaybına yol açmalarını kınar. Türkiye, ASALA terörüne verilen destek ve himayeyi şiddetle kınar. Türkiye, Yukarı Karabağ ve Azerbaycan topraklarının işgalini, insanların göçe zorlanmasını kınar, kuvvet kullanarak toprak genişlemesini reddeder. Türkiye, Bosna Hersek’te 20 binden fazla insanın dinlerinden dolayI, soykırımına seyirci kalınmasını kınar, Fransa ve diğer Avrupa güçlerinin manevi mesuliyeti bulunduğunu beyan eder. Bütün insanlığı ilgilendire n tarih, siyasi kararlarla değiştirilemez, yazılamaz, saptırılamaz. H.k.m tarihindir. Hükümet, yukarıdaki maddelerde belirtilen gerçeklerin dünya kamuoyunda tartışılması için gerekli tedbirleri alır."
2. KOÇARYAN'IN TÜRKİYE HAKKINDA BEYANLARI: SÖZDE SOYKIRIM'IN TANINMASI TAZMİNAT VE TOPRAK TALEPLERİ
Ermeni Devleti Başkanı Robert Koçaryan’ın Gazeteci Mehmet Ali Birand’a CNN/Türk’te yayınlanmak üzere verdiği bir mülakat[36] Türk kamuoyunda ilgi ile karşılandı.
Koçaryan bu uzun söyleşi sırasında özellikle Türkiye’nin soykırımını tanıması ve af dilemesi üzerinde durdu. Böyle yapıldığı taktirde bundan, Ermenistan Devleti için, hukuken Türkiye’den tazminat ve toprak talep etmesi sonucunun çıkmayacağını defalarca vurguladı ve "Böyle basit bir adımla sorunu kökünden halledebilirsiniz ve ilişkilerimizin geleceğini değiştirebilirsiniz" dedi. Koçaryan’ın teklifi, Türk Devleti ve kamu oyununun böyle bir tanımayı şimdiye kadar şiddetle reddettiği ve bu konuda bazı ülkelerle ikili ilişkilerinin bozulmasını dahi göze aldığı anımsandığında gerçekçi değildi. Nitekim Türkiye’den Koçaryan’ın bu sözlerine resmi bir tepki gelmedi.
Koçaryan’ın soykırımı tanındığı taktirde bundan, hukuken, toprak ve tazminat talebi istenmesi sonucu çıkmayacağına dair ifadelerin esasen bilinen bir durumun tekrarından başka bir anlamI yoktur; zira yeni Türk Devletinin uluslararası alanda tanınmasını sağlayan Lozan Antlaşmasına göre Ermenistan’ın toprak ve tazminat istemesi esasen mümkün değildir. Buna karşılık Türkiye’nin, sözde Ermeni soykırımını tanıdığı taktirde, bu kıyımdan zarar gördüğünü iddia eden kişilerin veya onların varislerinin tazminat talepleriyle karşılaşacağı kesindir. Bunun için Medeni Kanunun ika edilen zararların tazmin edilmesini öngören genel hükümleri bile hukuki bir temel olarak ileri sürülebilir. Nitekim Koçaryan, Diaspora Ermenilerinin tazminat hakkI olduğunu vurgulamış ve Türk mahkemelerine başvurabileceklerini, buradan istedikleri sonucu alamadıkları taktirde de Avrupa Mahkemesine (Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi) müracaat edebileceklerini söylemiştir.
Aşağıda da görüleceği üzere Koçaryan’ın bu sözleri Diaspora’da tenkit edildi. Ancak Koçaryan bunları Paris’te Le Figaro gazetesine verdiği bir mülakat tada tekrarladı[37] ve Türkiye tarafından "Ermeni soykırımının tanınmasının Ermenistan’ın toprak talebi için hukuki bir temel oluşturmayacağını düşünüyorum" dedi.
Taşnakların itirazı
Koçaryan’ın teklifleri Türkiye’den açık bir tepki ile karşılaşmazken, Taşnaklar bu konuda duydukları memnuniyetsizliği hemen dile getirdiler. Bu partiden Mario Nalbandiyan Erivan’da Basın Milli Kulübünde yaptığı bir konuşmada[38] "Ermeni Davasında (soykırımının tanınması kastediliyor) gelişme kaydedildiğinde Türk-Ermeni sınırının revizyonu sorunu da ortaya atılmalıdır" diyerek Koçaryan’ın sözlerine ters d.şen ifadelerde bulundu. Diğer yandan Koçaryan Ermeni Devletinin tazminat istemesi için hukuki dayanak olmadığından bahsederken Nalbandiyan bu konuda "her şeyden önce Devlet tarafından yapılacak taleplerin olanak ve sınırları incelenmelidir" diyerek Koçaryan’ın bu hususta olanak bulunmadığı görüşüne karşı çıktı.
Taşnak Partisi yanlısı California Courrier Online’ın yazarI Harut Sasunyan, Türk Gazetecilerinin kendilerine verilen beyanatları çarpıtmakla ünlü olduklarını belirttikten sonra Koçaryan’ın Türkiye’den toprak talebi olmadığına ve ilişkilerin düzeltilmesi için özür dilenmesinin yeteceğine dair ifadelerinin söylenmemiş olabileceğini yazdı. Ayrıca Ermeni Devlet Radyosunun, kötü tercüme sebebiyle Koçaryan’ın sözlerinin Türk medyası tarafından çarpıtılmış olduğunu bildirdiğini de ilâve etti.[39]
Aynı yazar 15 Şubat 2001 tarihinde konuya tekrar dönerek Türkiye’de yayınlanan metnin Koçaryan’ın basit bir özür dileme karşılığında toprak ve tazminat istemekten vazgeçeceği kanısını verdiğini, aradan iki hafta geçmiş olmasına rağmen mülakatın tam metninin Ermenistan Hükümeti tarafından yayınlanmamasının talihsiz bir davranış olduğunu, ancak kendisinin bu metni Koçaryan’ın bürosundan aldığını ve yapılan karşılaştırmada bu metin ile Türkiye’de yayınlanan metin arasında önemli farklar görüldüğünü yazdı. Ancak Ermenistan’dan getirttiği metni yayınlamadı. Sasunyan, Koçaryan’ın sözlerinden, soykırımı sorununun Ermenistan’ın toprak talepleriyle bağlı olmadığı, Türklerin soykırımını tanımasını beklemeden de Ermenistan’ın ve Ermenilerin Türkiye’den toprak talebinde bulunabilecekleri anlamI çıktığını, Koçaryan Türklerin zihnini karıştırmak amacıyla hareket ettiğini ancak bunu yaparken de, istemeden de olsa, Ermenileri de yanıldığını ve Ermenistan’daki ve diğer ülkelerdeki karşıtlarına kendisini Ermenistan’ın tarihi taleplerine ihanet etmekle suçlamak olanağını verdiğini, Koçaryan’ın Amerika’daki destekleyicilerinin de kendisinden memnun olmadıklarını yazdı.
Taşmakların Koçaryan’a yönelttikleri en şiddetli tenkit ise ABD’deki Soykırımı Arşivi Projesi Direktörü David Davidyan’ın bir yazısı ile oldu.[40] Adı geçen, Türkler tarafından Ermenilere karşı işlenmiş soykırımI için adaletin, Türkiye Cumhuriyeti tarafından suçun tanınması, soykırımından kurtulanlara ve onların mirasçılarına tazminat olarak 4 milyar ödenmesi ve Doğu Anadolu’daki "altI Ermeni vilayeti’nin" bu kişilere geri verilmesi ile sağlanabileceğini ileri sürerek bundan daha aza razı olmanın suçu teşvik anlamına geleceğini belirtti. Koçariyan’ın sadece özür dilenmesiyle yetinilmesi hakkındaki sözlerine karşılık bunların hukukun en basit ilkesi olan suç ve ceza kavramlarına karşı olduğunu ayrıca Ermenistan Anayasası’na da uymadığını bildirdi. Koçaryan’ı Ermenileri Diaspora’dakiler ve Ermenistan’dakiler olarak, yapay bir şekilde ayırmak ve böylelikle büyük devletlerin oyununa gelmekle suçlayan Davidyan, Ermenistan Devlet Başkanını teslim olmaktan ise istifa etmeye davet etti.
Aynı yazıda sınırların açılması halinde Türkiye’nin ekonomik alanda Ermenistan’ı yutacağı ve daha fazla Ermeni’nin göç edeceği görüşlerine de yer verildi.
Taşnaklar itirazlarını Koçaryan’a resmen de bildirdiler. 21 Şubat 2001 tarihinde Koçaryan’ı Erivan’da ziyaret eden Taşnak Partisi temsilcileri Hrant Markaryan ile Vahan Hovhanesyan kendisine M.A. Birand’a verdiği mülakatta ileri sürdüğü görüşlerin kabul edilebilir olmadığını bildirdiler.[41] Koçaryan’ın kendilerine ne cevap verdiği açıklanmadı.
Bu görüşmeden sonra Taşnakların resmi organı Droşak‘da yayınlanan bir yazıda,[42] Koçaryan’ın Türk muhabirinin oyununa geldiği, toprak talebi ile soykırımının tanınması hususunda Türkiye’nin yapay çelişkiler yaratmaya çalıştığı gibi pek anlaşılamayan bazı hususlara temas ettikten sonra, Koçaryan’ın sözkonusu mülakatta soykırımının tanınmasının toprak talebi için hukuki temel oluşturmadığını söylemekle yetindiği ancak toprak taleplerinin tarihi ve siyasi yönden meşru olduğunu tasrih etmediği belirtildi. Aynı yazıda Ermeni dış politikası soykırımının tanınması faaliyetlerini sürdürürken Devlet Başkanının toprak talebi olmadığını belirtmesinin taktik bir hareket tarzı olduğu da vurgulandı.
Görüldüğü üzere Taşnaklar Koçaryan’ın sözlerinden Ermenistan soykırımının tanınmasını istediği sürece, taktik bir hareket olarak, toprak talebinde bulunulmaması ve soykırımı geniş bir şekilde tanındıktan sonra toprak taleplerinin ileri sürülmesi gibi bir anlam çıkarmışlardır.
Kanımızca burada önemi olan başka husus Taşnakların Türkiye’ye karşı katı ve uzlaşmaz tutumlarını devam ettirmeleridir. Bu gibi görüşlerin Türk-Ermeni ilişkilerinin normalleşmesine katkıda bulunmayacağı açıktır. Ancak bunun da ötesinde Taşnakların, özellikle Diaspora’daki güçlü tutumu dikkate alındığında, bu tutumlarının iki ülke ilişkilerinin normale dönmesini önleyecek hiç olmazsa geciktirecek bir etki yapması mümkündür.
Ermeni haber ajansı Groong, sözkonusu mülakattan 25 gün sonra "Ermenistan resmi kaynaklarından" aldığı bir metnin İngilizce çevirisini yayınladı.[43] Türkiye’de yayınlanan metin ile bu çeviri karşılaştırıldığında Türkiye metninin daha kısa olduğu ve yer yer tercüme farklarının da bulunduğu görülmektedir. Ancak Koçaryan’ın toprak ve tazminata dair sözlerinde iki metin arasında belirli bir fark yoktur. Böylelikle Koçaryan’ın Türkiye’nin soykırımını tanımasının Ermenistan’a toprak ve tazminat istemek hakkını vermeyeceğine dair beyanları kesinlik kazandı. Kısaca, Türkiye soykırımını tanısa da tanımasa da Ermenistan’ın hukuken Türkiye’den toprak veya tazminat istemek hakkı olmadığı böylece tekrar anlaşıldı.

DEVAM EDECEK

..




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder