TANIMASI etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
TANIMASI etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

19 Ocak 2015 Pazartesi

FRANSA'NIN SÖZDE ERMENİ SOYKIRIMINI TANIMASI 2








FRANSA'NIN SÖZDE ERMENİ SOYKIRIMINI TANIMASI 2

Emekli Büyükelçi Ömer Engin LÜTEMAvrasya İncelemeleri Merkezi Başkanı
oelutem@avim.org.tr

ERMENİ ARAŞTIRMALARI,
Sayı 1, Mart-Nisan-Mayıs 2001


Hınçakların itirazı

Koçaryan’ın bu Israrlı beyanları sadece Taşnakların değil Hınçakların da tepkisini çekti. Partinin Merkez Komitesi tarafından 13 Şubat 2001 tarihinde yapılan bir açıklamada, Koçaryan’ın CNN/Türk’e yayınlanan mülakatındaki şaşırtıcı ve yanıltıcı sözlerini geri almak yerine bunları maalesef Paris’te de tekrarladığı belirtildikten sonra "Başkanın yetkisini aşan ve milli sorumluluk gerektiren bir konudaki bu beyanlarını reddediyoruz. Ermeni soykırımının tanınması Ermeni davası çözümünün ancak ilk adımıdır. Ermenistan’da ve Diaspora’daki Ermeni milleti somut, adil ve tatmin edici bir çözüm beklemektedir. Geri çekilmelere ve kompromilere yer verilmemelidir" dendi.[44]

Koçeryan’ın amacı

Karşılaştığı bu muhalefete rağmen Koçaryan’ı bu beyanlarda bulunmaya sevk eden nedir?
Ermenistan Devlet Başkanının, soykırımını tanıyan kararların kısa sayılabilecek bir zamanda yabancı ülkeler parlamentolarında kabul edilmesinin Türkiye’yi görüşmelere hazır hale getirdiği varsayımından hareketle, bu görüşmeler için hazırlık yapmak istemiş olması olasıdır. Bu müzakerelerde büyük devletlerin yardım ve aracılığına muhtaç olan Ermenistan’ın, tazminat ve özellikle toprak talep etmekte Israrlı olduğu takt irde, bu yardımı alamayacağı ve ayrıca bu talepleri ileri sürerse Türkiye’nin hiçbir şekilde masaya oturmayacağı hesaplarını yaparak, genel kabul görecek bir çözüm aradığı ve bunun için de Türkiye’nin soykırımını tanıması ve özür dilemesi karşılığında, hiç olmaz ise başlangıçta, Ermenistan’ın Türkiye’den toprak ve tazminat istememesi formülünü bulduğu akla gelmektedir. Diğer yanan bu formülün Türkiye’den bu safhada neler istenebileceğini göstermesi bakımından Diasporadan ve Ermenistan‘dan gelebilecek aşırı talepleri daha başında frenlemeyi amaçladığı da görülmektedir.
Ancak Türkiye yapılmamış bir soykırımını tanımak ve hele özür dilemek noktasında değildir. Son aylarda yabancı parlamentolarda bu yönde alınan kararların yarattığı olumsuz hava Türk kamuoyunu bu noktadan daha da uzaklaştırmıştır. O nedenle Koçaryan’ın geliştirdiği formül Türkiye açısından geçerli değildir. Diğer yandan, Ermenistan’ın aksine, Türkiye’nin ikili ilişkileri geliştirmek için acelesi yoktur. Türkiye’nin Ermenistan ile ilişkilerini, herkes tarafından kabul edilen iyi komşuluk ve toprak bütünlüğüne saygı gibi ilkeler üzerine kurmak istemesi hakkıdır ve Ermenistan bunları kabul edecek olgunluğa ulaşana kadar bekleyecek vakti de vardır.

Kars, Ardahan ve Nahcivan

Ermenistan İnsan Hakları Komisyon Başkanı Paruyir Hayrikyan 9 Mart 2001 tarihinde yaptığı bir basın konferansında 16 Mart 1921 tarihli Kars Analaşmasının iptal edilerek Kars, Ardahan ve Nahcivan’ın Ermenistan’a bağlanmasını istedi ve ayrıca Ermenistan Hükümetini " bu yitirilmiş topraklar" sorununu ihmal etmekle eleştirdi.[45]

Bu garip girişime Türkiye’den cevap gelmekte gecikmedi. Dışişleri Bakanlığı Sözcü yardımcısı Hüseyin Diriöz 14 Mart 2001 tarihli basın toplantısında " bu tür istekler olduğu sürece Türkiye Ermenistan arasındaki ilişkilerin düzelmesinin mümkün olmadığını" belirtti.[46]

Bir gün sonra Ermeni Dışişleri Bakanlığı sözcüsü Cunik Agacanyan, Hayrikyan’ın sözlerinin hiçbir şekilde Ermenistan dış politikasına uygun olmadığını ifade etti.[47] Ayrıca, Hükümet yanlısı bazı partiler de, Hayrikyan’ın bu konuda büyük bir miting düzenlemesi teklifine, bu safhada uygun olmadığını belirterek, karşı çıktılar.[48]

Görüleceği üzere Hayrikyan’ın bu girişimi dış politikadan ziyade Ermenistan iç politikasını ilgilendirmekte ve Koçaryan’ın toprak talepleri konusundaki tutumuna tepki göstererek Ermenistan kamuoyunda sempati toplamayı amaçlamaktadır. 

3.KARABAĞ SORUNUNDA GELİŞMELER
Aliyev ve Koçaryan 1999 yılı Temmuz ayından 2000 yılı sonunda kadar 13 kez Karabağ sorunun baş başa görüşmüşler ancak bu hususta bir ilerleme sağlayamamışlardı. Son zamanlarda Fransız Cumhurbaşkanı Chirac’ın Karabağ sorunu ile bizzat ilgilenmeye başlaması iyimser bir havanın doğmasına neden olmuş ve Aliyev ile Koçaryan’ın 26 Ocak’ta Paris’te bir araya geldikten sonra 4 ve 5 Mart tarihlerinde yine Paris’te buluşmaya karar vermeleri ümitleri arttırmıştır.

Minsk Grubu Planlarının açıklanması

Karabağ sorununun çözümü için Minsk Grubu tarafından çeşitli tarihlerde taraflara sunmuş olan ve o zamana kadar tam metinleri bilinmeyen planlar 21 Şubatta Azerbaycan’da açıklandı. Bunun
kamuoyunun tepkisini ölçmek için bizzat Aliyev’in talimatıyla yapıldığına dair basında yorumlar yapıldı. Ermenistan da s.z konusu planları açıklamak durumunda kaldı.[49] Bu üç planın ana hatları çok kısa olarak şöyle özetlenebilir.[50]

1997 Temmuz ayında taraflara sunulan ve kapsamlı veya paket plan olarak adlandırılan birinci plana göre tarafların toprak bütünlüğü ve sınırlarının dokunulmazlığı ana ilke olarak kabul edilmektedir. Karabağ Azerbaycan sınırları içinde ayrı toprağa sahip bir siyasi birim olacaktır. Ermenistan ve Karabağ kuvvetleri kendi sınırlarına çekileceklerdir. Ermenistan bu planı reddetmiştir.

1997 yılının Aralık ayında taraflara verilen ve aşamalı plan olarak adlandırılan ikinci plana göre birinci aşamada, Suşa ve Laçin koridoru hariç, işgal edilmiş Azerbaycan toprakları boşaltılarak "kaçkınlar" (Azeri lehçesinde mülteci anlamına gelmektedir) yerlerine dönecektir. İkinci aşamada ise Suşa ile Laçin koridorunun statüsü meselesi ele alınacaktır. Ermenistan Başkanı Ter Petrosyan bu planı kabul etmiş ancak o zaman başbakan olan Koçaryan ile bazı bakanların karşı çıkmaları sonucunda Şubat 1998’te istifa etmek zorunda kalmıştı.[51]

1998 yılı Kasım ayında taraflara verilen ve kısaca "Ortak Devlet" olarak adlandırılan son ve ayrıntılı planın esasını bir devlet statüsünde olacak olan Karabağ’ın Azerbaycan ile ortak bir devlet oluşturması teşkil etmektedir. Bu ortak Devlet bir komisyon tarafından idare edilecektir. Ancak, Karabağ’ın kendi Hükümeti, meclisi, mahkemeleri, ordusu (milli muhafızları) ve polisi olacaktır. Azerbaycan’ın ordu ve kolluk kuvvetleri Karabağ’a giremeyecektir. Karabağ Hükümeti diğer ülkelerle siyasi olmayan alanlarda doğrudan ilişki kurabilecek, Azerbaycan misyonları içinde olmakla beraber, yabancı ülkelerde kendi temsilcilerini bulundurabilecektir. Karabağlılar Azeri pasaportu taşıyacaklar ancak bu pasaportlar Karabağ makamları tarafından verilecektir. Ermeni ve Azeri kuvvetleri KarabaĞ’dan çekilecek ve teşkil edilecek bir tampon bölge AGİT’e bağlı çok uluslu bir kuvvet tarafından kontrol edilecektir. Karabağ kuvvetleri, Laçin hariç, Azerbaycan topraklarından çekilecektir. Laçin’in statüsü daha sonra saptanacaktır. Azeri "kaçkınlar"ı Suşa’ya, Ermeniler ise Şahumyan bölgesine dönebileceklerdir. Bu anlaşma Minsk Grubu’nun üç eş Başkanı olan ABD, Fransa ve Rusya tarafından garanti edilecek, AGİT ve BM Güvenlik Konseyi tarafların taahhütlerini yerine getirmeleri için, gerektiğinde, askeri harekatta bulunabileceklerdir. Ermenistan’ın uygun görmesine karşın Azerbaycan bu planı kendi toprak bütünlüğünü korumadığı gerekçesiyle kabul etmemiştir.

Azerbaycan’daki gelişmeler

Söz konusu planların açıklanmasından sonra Azerbaycan Milli Meclisi toplandı ve iki gün s.re ile Karabağ sorununu görüştü. Muhalefet partilerinin katılmadığı bu görüşmelerde Aliyev söz konusu planların hiç birinin kendileri için uygun olmadığını söyledi. Ancak sorunun çözümlenmesi için Minsk Grubu ve AGİT’ten başka bir araç olmadığını da ifade etti. Ayrıca son zamanlarda muhalefet partilerinden gelen ve askeri yollarla çözüm önerilerine karşı çıkarak şunları söyledi: "Azerbaycan’ın güçlü bir ordusu vardır. Ancak bir savaşın sonuçlarının ne olacağı, uluslararası toplumun ne tepkiler göstereceği belli değildir. Yedi ilimiz işgal altındadır. Fakat onları kurtarmamız için ne kadar kan dökmemiz gerekeceği bilinmemektedir."[52] Kısaca Aliyev, askeri çözümü reddediyor, Minsk Grubunun önerilerini kabul etmiyor, ancak görüşmeleri bu grup aracılığıyla sürdürmek istiyordu.

Paris ve Key West Görüşmeleri

Aliyev ile Koçaryan 4 ve 5 Mart 2001 tarihinde Paris’te buluştular. Görüşmelerin bir bölümüne Cumhurbaşkanı Chirac da katıldı. Ancak beslenen ümitlere rağmen bu toplantıdan bir sonuç alınamadı. Chric’a toplantıdan sonra gazetecilere, içinde bulunulan yıl içinde Karabağ sorunu üzerinde bir anlaşmaya varılmasının beklendiğini ve Minsk Grubunun yakın zamanda yeni öneriler hazırlayacağını söyledi.[53] Aliyev ise ülkesine döndüğünde toplantıda somut sonuçlara varılamadığını, bu safhada Minsk Grubunun yeni öneriler hazırladığını zannetmediğini, bununla beraber Minsk Grubu ile görüşmelere devam etmekten başka çare bulunmadığını, Ermeniler Karabağ’ı işgal etmiş olduklarından Azerbaycan’ın görüşmelerde dezavantajlı olduğunu söyledi.[54] Koçaryan’ın ise bu görüşmeler hakkında suskun kalması dikkatleri çekti.[55]

Paris toplantısından sonra Azerbaycan’da basında, muhalefet partilerinde ve hatta askeri çevrelerde[56] askeri çözüm sıkça dile getirilmeye başlanırken Ermeni Savunma Bakanı Serj Sarkısyan Ermeni ordusunun 1992-1993 Karabağ savaşI zamanına göre daha hazırlıklı olduğunu ifade etti.[57] Diğer taraftan Paris görüşmelerinin başarısızlığı Fransa’nın arabulucu olarak devreden çıkmasına neden oldu ve bu rol. Tekrar üstlenen ABD, Aliyev ve Koçaryan’ı 3 Nisan’da Florida’da Key West’de görüşmelerde bulunmaya davet etti.[58] Görüşmeler 7 Nisan’a kadar sürdü. İyimser bazı beyanlara rağmen bir ilerleme sağlanamadığı görüldü. Eş başkanlar bu konuda yayınladıkları bildiride[59] barışa ulaşılmasını sağlayacak kapsamlı yeni teklifler hazırlayacaklarını açıkladılar. Diğer yandan iki ülke Başkanının Haziran ayında Cenevre’de tekrar buluşmalarının muhtemel olduğu da bildirildi.[60]

Karabağ sorununun çözümü yolundaki gelişmeler Taşnakları telaşlandırdı. Bu partinin Erivan’daki Bürosu 20 Mart 2001 tarihinde yayınladığı bir bildiride[61] Karabağ konusunda varılacak herhangi bir anlaşmanın Karabağ ile Ermenistan’ın birleşmesini veya en azından Karabağ’ın bağımsızlığını öngörmesi gerektiği, Karabağ’ın Ermenistan’a bir koridor ile bağlanmasının yeterli olmadığı, Ermenistan ve Karabağ’ın ortak sınırı olması gerektiği (bu Ermeni işgaline uğramış bazı Azeri topraklarının geri verilmemesi anlamına gelmektedir); Azerbaycan ve Nahcivan’ın birbirine bağlanmasının Ermenistan’dan toprak verilmesi suretiyle olamayacağı ve Türkiye’nin Karabağ ile ilgili görüşmelere katılmasının kabul edilemeyeceği ifade edildi. Taşnaklar, kısaca, Karabağ’ın etrafındaki Azeri topraklarının da alınarak Ermenistan’a ilhak edilmesini, Nahcivan’ın Azerbaycan’a bağlanmamasını ve Türkiye’nin bu konularla ilgilenmemesini istiyorlardı. Bu aşırı taleplere dayanılarak bir barış anlaşması yapılması mümkün olmadığından Koçaryan’ın bunları dikkate alması beklenmemektedir. Ancak bu taktirde de müttefiki Taşnaklarla arası daha da açılacaktır.

Minsk Grubunun yetersizliği

Karabağ sorunu Yukarı Karabağ özerk bölgesinin 1988 yılında Ermenistan’a bağlanma kararI almasıyla başlamış, 1991 yılında burada bir Cumhuriyet ilan edilmesiyle yeni bir nitelik kazanmış, Ermeniler lehine gelişen çatışmalar 1994 Mayıs’ında imzalanan bir ateşkes anlaşmasıyla durmuş, çatışmalarda Azerbaycan topraklarının yüzde 20’si işgale uğramış ve yaklaşık 1 milyon kişi evlerini terk ederek "kaçkın" olmuştur.

Muhalefetten zaman zaman aksine sesler yükselse de Azerbaycan kaybettiği toprakları kuvvet kullanarak geri almak durumunda değildir. Devlet Başkanı sorunun barışçı yollarla çözümünden yanadır ve sınırların dokunulmazlığı ve toprak bütünlüğü gibi genel kabul gören ilkeler ile Güvenlik Konseyinin Karabağ sorunu için kabul etmiş olduğu kararlar Azerbaycan lehinedir. Barışçı çözümün aracı ise Minsk Grubudur. Türkiye dahil 12 üyesi bulunan bu grup bir süre sonra inisiyatifi üç eş Başkanına, yani ABD, Fransa ve Rusya’ya bırakmıştır. Her üç ülke de doğal kaynaklarının zenginliği nedeniyle Azerbaycan’a özel bir önem veriyor da kendilerine özgü nedenlerle Ermenilere daha fazla meyletmektedir. ABD ve Fransa Hükümetlerinin ülkelerindeki Ermeni diasporasının tasvip etmeyeceği bir çözümü önermeleri veya böyle kararlara katılmaları zorudur. Ermenilerin her iki ülke parlamentosunda Türkiye aleyhindeki başarılı faaliyetleri bunun en açık kanıtıdır. Rusya Federasyonu ise Ermenistan ile "stratejik işbirliği" içinde olup ayrıca bu ülkede askeri üstleri vardır. Bu açıdan bakıldığında Azerbaycan’ın sorunun çözümün. Minsk Grubu eş başkanlarına bırakılmasını kabul etmiş olması kendi lehine değildir. Ancak şu sırada müzakereleri sağlayacak başka bir mekanizma bulunmadığından, Minsk Grubu’nun yarattığı sakıncaları imkanlar ölçüsünde bertaraf etmek için, bu Gruba bir denge getirmeye çalışmakta yarar vardır. Bu da ancak Azeri görüşlerini savunacak yeni bir eş Başkanın devreye girmesiyle mümkündür. Bu iş için tek aday Türkiye’dir.

Ermenistan-Azerbaycan arasında kalıcı bir barış koşullarının yaratılması

Halen Azerbaycan’ın arzusu, kendi sınırları içinde kalmak kaydıyla Karabağ’a geniş bir özerklik verilmesi, "kaçkınlar"ın yerlerine dönmesi ve Ermeni ve Karabağ kuvvetlerinin işgal etmekte oldukları topraklardan çekilmeleri, diğer bir deyimle Sovyetler Birliği dönemindeki duruma geri dönülmesidir. Ancak bu koşullar kâğıt üzerinde sağlansa dahi uygulanmasının imkânsız denecek derecede güç olacağı görülmektedir. Zira halen Ermenistan’da olduğu gibi Karabağ’da da aşırı milliyetçilik duyguları hakimdir ve Karabağ’ın Ermenistan’a katılmasını sağlamak en büyük idealdir. Ayrıca, yapılmış olan etnik temizlik nedeniyle de Karabağ’ın halen homojen bir nüfus yapısına sahip olduğu bir gerçektir. O itibarla Azerbaycan’ın istediği bir anlaşma yapılsa dahi, kurulduktan bir kaç yıl sonra enosis hayalleri nedeniyle çöküp giden iki toplumlu Kıbrıs Devleti misalinde olduğu gibi, Karabağ’ın Ermenistan’a bağlanma faaliyetlerinin sürmesi ve bunların Ermenistan ile Azerbaycan arasında tekrar çatışmaya kadar gidebilecek ölçüde ciddi bir durum yaratması kuvvetle muhtemeldir.

Bu bizi Ermenistan ile Azerbaycan arasında kalıcı bir barışın nasıl sağlanabileceğinin araştırılmasına götürmektedir. Ermeni-Azeri anlaşmazlığının temelinde iki ülke sınırlarının yapay olması yatmaktadır. Bu sınırlar Sovyetler Birliğinin ilk yıllarında, Gürcü asıllı olması nedeniyle Kafkasya sorunlarını çok iyi bilen Stalin’in direktifiyle çizilmiş olup ana amaç etnik bakımdan homojen siyasi kuruluşlar oluşmasının önlenmesidir. Bu nedenledir ki halkının büyük çoğunluğu Azeri olan Nahcivan, Ermenistan’a verilen ve İran’a kadar uzanan bir koridor ile Azerbaycan’dan ayrılmış; eski bir Azeri toprağı olan ve fakat Çarlık Rusya’sının kastî bir iskân politikası sonucunda Ermenilerin çoğunluğu oluşturduğu Karabağ, Azerbaycan’a bağlanmıştır. Bu idari taksimat Sovyetlerin 70 küsur yıl Ermeni ve Azerileri kontrol altında tutmasına yardımcı olmuş ancak Sovyetlerde zaaf alâmetleri belirir belirmez sorunlar başlamış ve 1988’de Karadağ bunalımı patlak vermiştir.

Kanımızca Ermenistan – Azerbaycan anlaşmazlığının kesin çözümü bu iki ülke arasındaki yapay Sovyet sınırlarının terk edilerek etnik esasa dayalı yeni sınırlar çizilmesiyle mümkün olabilir. Esasen, 1994’e kadar süren savaş iki tarafta da etnik gruplaşmaları büyük ölçüde sağlanmış bulunduğundan, siyasi irade mevcut olduğu taktirde, bu sınırların çizilmesi güç de değildir. Buna göre Karabağ’ın Ermenistan‘a katılması karşılığında Nahcivan, aradaki koridor üzerinden,
Azerbaycan ile birleştirilebilir. Böylelikle her iki ülkede toprak bütünlüğü ve etnik homojenite sağlanmış ve anlaşmazlık nedenleri de ortadan kaldırılmış olur. Tabii bu sınırların bölgenin büyük ülkeleri olan Rusya, Türkiye ve İran tarafından ve ayrıca ABD tarafından garanti edilmesi gereklidir. AB, bölge kalkınmasına maddi katkıda bulunmayı taahhüt ettiği taktirde, garantörler arasına girebilir.

Resmi olarak teklif edilmemiş olmakla beraber Ermenistan’ın İran sınırındaki Megri bölgesinden geçecek çok dar bir koridorla Nahcivan’ın Azerbaycan’a bağlanmasının zaman zaman taraflar arasında görüşüldüğü ancak Ermenistan’ın bu çözümü kabul etmediği anlaşılmaktadır.

Türkiye’nin Karabağ sorununun çözümüne katkısı

Türkiye Ekonomik ve Sosyal Etüdler Vakfı (TESEV) tarafından İstanbul’da 17 Şubat 2001 tarihinde düzenlenen "Kafkasya’da İstikrar Arayış Konferansı"ın açılış konuşması sırasında Dışişleri Bakanı İsmail Cem "Azerbaycan ve Ermenistan arasındaki sorunlardan kaygı duymaktayız. İki ülke arasındaki temasların belirli bir olgunluk düzeyine yaklaşması memnunluk vericidir. Türkiye, Ermenistan ve Azerbaycan’ın üçlü bir toplantıda bir araya gelmesinden iki ülke arasındaki sorunların çözümümün ivme kazanacağını düşünüyorum"[62] diyerek bir üçlü toplantı teklifinde bulundu.

ToplantIya katılan Ermenistan Dışişleri Bakanlığı Avrupa Dairesi Başkanı Samuel Mıgırdıçyan AFP’e verdiği bir beyanatta Cem’in teklifini tatmin edici bulmadığını, üçlü toplantılar tertip etmeden önce iki ülke arasında diplomatik ilişki kurulmasının daha uygun olacağını, ancak Türkiye’nin bunun için önkoşullar ileri sürdüğünü, ayrıca üçlü toplantıların Minsk Gurubunu fiilen devre dışı
bırakacağını söyledi .[63] Toplantıda hazır bulunan Ermeni Uluslararası Bilim Akademisi’nden Ruben Safrasytsyan, Cem’in teklifinin değerlendirilmesi için Türkiye’nin Ermenistan’a uyguladığı
ekonomik yaptırımları kaldırması, sınırları açması ve Azerbaycan’a verdiği destekten vazgeçmesi gerektiĞini ifade etti.[64] Ermeni Dışişleri Bakanlığı sözcüsü Junik Ağacanyan ise bu konuda Türkiye’nin açıkça Azerbaycan lehine olan tutumu ve ayrıca Ermenistan ile diplomatik ilişkisi olmaması nedenleriyle arabuluculuk rolü oynayamayacağını belirtti. Kısaca Ermeni yetkililerinin ilk tepkileri olumsuzdu.

Buna karşın ABD’nin Minsk Grubundaki temsilcisi Cavey Cavanaugh İsmail Cem’in teklifini olumlu karşıladı.[65]

Aslında İsmail Cem’in teklifi başka bir şekilde Aralık 2000 ayında Cavey Cavanaugh tarafından dile getirilmişti. Adıgeçen bölgede barışın sağlanması için Türkiye’nin önemli roller üstlenebileceğini, Dağlık Karabağ sorununun çözüme kavuşmasının Türk-Ermeni ilişkilerini düzeltebileceğini ve Türk firmalarının Dağlık Karabağ’ın ekonomik kalkınmasına yardım edebileceklerini söylemişti.[66] Ancak Ermenistan Dışişleri Bakanlığınca, Türkiye’nin barış sürecinde bir rol oynayabilmesi için önce Ermenistan’a karşı olan politikasını değiştirmesi gerektiği ifade olunarak[67] bu öneri kabul olmamıştı.

Görüldüğü üzere Ermenistan Türkiye’nin Karabağ sorununun çözümüne katkıda bulunmasını Ermenistan’a karşı olan politikasını değiştirmesine bağlamakta, diğer bir deyimle Türkiye’den Ermenistan ile diplomatik ilişkiler kurmasını, sınırlarını açmasını ve Azerbaycan’ı desteklemekten vazgeçmesini istemektedir. Sözde soykırımının tanınması hariç tutulursa Ermenistan’ın Türkiye’den bekledikleri esasen bunlardır. Sadece üçlü bir toplantıya katılabilmek için Türkiye’den bu tavizleri vermesini beklemem herhalde gerçekçi değildir.

Oysa sözkonusu üçlü toplantı, Türkiye ile Ermenistan arasında, diplomatik ilişlerin mevcut olmadığı bir zamanda, devamlı ve hatta gerekirse üst düzeyde temaslarda bulunmalarına ve iki tarafı doğrudan ilgilendiren tüm sorunları görüşmelerine imkan verecek ayrıca bunlara Azeri-Ermeni sorunlarını da katarak üç ülke için önemli bir çalışma ortamı oluşturacaktı. Herhalde bu gerçek fark edilmiş olmalı ki Ermenistan Dışişleri Bakanı Oskanyan, Bakanlığı yetkilerinin Cem’in teklifini reddetmelerinden bir kaç gün sonra, bu teklifi ilgi ile karşıladıklarını söylemek gereğini hissetmiştir.[68]

Bu konuda belirtilebilecek diğer bir husus, gerçekleştiği taktirde üçlü toplantıların Minsk Gurubunun yerini almayacağı, bu Gurubun çalışmaları devam ederken bunlara paralel olarak Azerbaycan ile Türkiye’nin Ermenistan ile olan sorunlarına üçlü görüşmeler yoluyla çözüm aramaya çalışılacağıdır.

4.ERMENİ SORUNUNA YENİ BİR YAKLAŞIM
Hukuk yolu Ermeni sorununun özünü, 1915 tehcirinin bir soykırım teşkil edip etmediği oluşturmaktadır. Ermeni yazarlar, tehcirin soykırımı olduğunu tarihi olayları bu yönde yorumlayarak veya bazen, Talat Paşa’ya atfedilen telgraflarda olduğu gibi, olmamış olaylar uydurarak kanıtlamaya çalışırlar. Ermenilerin bu çabaları bilimsel bir incelemeden ziyade bir kamuoyu oluşturma kampanyası niteliği taşımaktadır. Türkiye ise yazarlarıyla, bilim adamlarıyla ve hatta resmi makamlarıyla bu kampanyaya gerektiği şekilde karşı koyamadığı için, sonuçta, özellikle batı dünyasında 1915 olaylarının soykırımı olduğu şeklinde bir kanı yerleşmiştir. Bazı ülke parlamentolarında soykırım hakkında alınan kararların temelinde bu kanı yatmaktadır.

Emekli Büyükelçi ve yazar Gündüz Aktan, son aylarda Radikal gazetesindeki bazı yazıları ile televizyonlardaki söyleşilerinde[69] Batı dünyası soykırım olduğuna ikna edildiğinden tarihi araştırmalar yaparak yürütmeye çalıştığımız mücadelenin yeterli olmadığını, zira yenileceğimiz bir cephede savaşmanın anlamı bulunmadığını, aksine mücadelenin güçlü olduğumuz bir cephede, yani hukuk alanında, verilmesi gerektiğini belirtti.

Soykırım antlaşmasının 9’uncu maddesine göre soykırım hakkında bir devletin sorumluluğuna dair anlaşmazlıklar, tarafların talep etmeleri halinde, uluslararası Adalet Divanına götürülebilir. Ancak Divan, kendi kuruluşundan çok önce vuku bulmuş pek iyi de bilinmeyen, kanıtları genellikle ortada kalmamış olaylar üzerine karar vermeyi uygun bulmayıp talebi reddedebileceğinden, Sayın Aktan konunun Divan yerine Daimi Hakemlik Mahkemesi ile çözümlenmesinin daha uygun olacağı görüşündedir. Bu usule göre tarafların her biri, bir veya iki hakem seçtikten sonra, genellikle tanınmış bir hukukçu olan bir başkan üzerinde mutabık kalmaktadırlar. Böylece kurulan Hakemlik Mahkemesinin kararları iki tarafI da bağlayıcı niteliktedir. Sayın Aktan’a göre, Ermenistan yerine, soykırım hakkında bir kanun çıkarmış olan Fransa’ya Hakemlik Mahkemesine gidilmesinin teklif edilmesi daha doğru olacaktır.

Konu ister Uluslararası Adalet Divanına, ister Hakemlik Mahkemesine götürülsün, uluslararası bir yargı merciinin incelemesi devam ettiği sürece, milli parlamentolar dahil, hiçbir makamın sözde soykırım hakkında karar alması mümkün değildir; alınsa da bunların bir geçerliliği, dolayısıyla bir etkisi olmayacaktır.

Türkiye bu davayı kazanabilir mi? Tarafsız hakim veya hakimler önünde 1915 olaylarının 1948 tarihli Soykırımının önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi hükümlerini ölçüt alarak kanıtlamak mümkün görülmemektedir.

1915 tehcirinin soykırım olmadığının kanıtlanması yönünde Türkiye’de şimdiye kadar yeterli ve etkili sayılabilecek çalışmaların, çeşitli nedenlerle yapılmamış olduğu, bu çalışmalara devam etmek gerekli olmakla beraber, sonuçlanmalarının yıllar alacağı ve bu arada sözde Ermeni soykırımını tanıyan ülkelerin sayısının artacağı dikkate alındığında, bu konuda uluslararası yargı yoluna başvurulması önerisinin, içerebileceği tehlikeleri de dikkate alarak, ayrıntılı şekilde incelenmesinde yarar olduğu kuşkusuzdur.


5.SÖZDE SOYKIRIMINI REDDEDEN ÜLKELER, RUSYA, İSVİÇRE, SLOVAKYA

Fransa’nın sözde soykırımını tanıyan bir kanun kabul etmesinin yarattığı tepkileri yukarıda gördük. Ermeni çevrelerinin bu hususun  diğer ülkeler parlamentolarında kabul edilmesini sağlamak için gayretleri aralıksız sürdü. Ancak bunlar, incelediğimiz dönem içinde, başarıya ulaşamadı.

Rus Duma’sI 14 Şubat 2001 tarihinde Liberal Demokratik Parti (Jirinovski’nin partisi) mensuplarından Aleksey Mitrofanov‘un Ermeni soykırımının görüşülmesi hakkındaki önerisini reddetti. Bu konuda söz alan Uluslararası İlişkiler Komitesi Başkanı Dimitriy Rozogin bu önerinin Türk-Rus ilişkilerini bozacağını belirtti.[70] Bu vesileyle Rus Duma’sının 14 Nisan 1995 tarihinde "1915-1922 yılları arsında Ermenilerin imhasını gerçekleştirenleri tatbih" eden ve "Ermeni halkına derin sempati" duyulduğunu ve "24 Nisan’ın soykırım kurbanlarının anımsanması gün. olarak kabul" edildiğini belirten ve ilke olarak halen de yürürlükte olması gereken bir karar
kabul etmiş bulunduğunu hatırlatalım.[71]

Ermeniler bir süreden beri sözde Ermeni soykırımının İsviçre tarafından tanınması için gayret sarf etmektedirler. Bu konuda 1995 yılında beş bin imza toplanarak İsviçre parlamentosuna başvurulmuş ancak Hükümetin olumsuz görüşü üzerine sonuç alınamamıştı. 1998 yılında yapılan bir diğer girişim de başarıya ulaşamamıştı.

6 Haziran 2000 tarihinde eski Türk vatandaşI Rum asıllı Josef Zisyadis, Sosyalist Partiden dört milletvekili ile birlikte, sözde soykırımının tanınması için İsviçre Hükümetine başvurmuş, Hükümet ise bu konunun milli parlamentoda değil uluslararası bir platformda tartışabileceğini belirterek olumsuz görüş bildirmiş ancak Zisyadis ve yandaşları konunun Ulusal Meclis gündemine alınmasını sağlamışlardı.[72]

Ermeni soykırımının İsviçre tarafından tanınmasını öngören bir karar tasarısı 13 Mart 2001 tarihinde İsviçre parlamentosunda görüşüldü ve 73’e karşı 70 oyla reddedildi.[73]

Bir Türk gazetesine göre İsviçre Dışişleri Bakanı Joseph Deiss "Bizler böyle şeyleri bilmiyoruz ve de inanmıyoruz. Ayrıca Türkiye ile olan ilişkilerimizi de 87 yıl önce olduğu iddia edilen, aslı bilinmeyen bir olay için bozmak istemiyoruz. Sizleri sağduyuya davet ederek isteğin reddedilmesini öneriyorum" demişti.[74] Bir İsviçre Haber Ajansı ise bu konuda Joseph Deiss’in daha önce İsmail Cem’e, Türk Tarihinin bu bölümünün tabu olarak kalmaması gerektiğini, İsviçre’nin Türkiye’ye tarihi üzerine eğilmesi için yardım etmeye hazır olduğunu söylediğini ancak cevap alamadığını yazdı. Önerge sahibi Josef Zisyadis ise ileride bu kanunun tekrar gündeme geleceğini belirtti.[75] Sözkonusu önergenin çok az bir farkla reddedilmiş olduğu dikkate alındığında, ilk uygun fırsatta, bu konunun tekrar İsviçre Parlamentosunun gündemine geleceğini ve bu kez kabul edilme şansının daha fazla olacağını düşünmek yanlış olmayacaktır.

Ermeni Noyan Tapan (Nuhun Gemisi) Ajansının, Slovakya Cumhurbaşkanlığı kaleminden alınan bir mektuba dayanarak verdiği "Slovakya soykırımını değil, katliamları tanıyor" başlıklı bir habere göre Slovakya’nın geçmiş olayların değerlendirmesini desteklediği, Birinci Dünya Savaşı sırasında Küçük Asya’nın doğu bölgelerindeki Ermenilerin, Rusya’ya sempati duydukları gerekçesiyle, Türkler tarafından Suriye çöllerine sürüldüğü ve bu d.nemde 1 ila 1.5 milyon Ermeni’nin öldüğü, ancak bu olayları tanımlama görevinin tarihçilere ait olduğu bildirilmiştir.

Görüldüğü üzere Slovaklar 1 ilâ 1.5 milyon Ermeni’nin öldüğü varsayımını kabul etmekte ancak bu olayları soykırımI olarak tanımlamamakla Ermenileri memnun edememektedirler.


6.BAŞKAN W.BUSH' UN 24 NİSAN 2001 TARİHİNDE YAYINLADIĞI MESAJ

ABD’de 2000 yılı başkanlık seçimlerinden önce Amerika Ermeni Ulusal Komitesi ilgilileri başkan adayları George W. Bush ve Al Gore’a birer mektup göndererek, seçildikleri taktirde Ermeni sorunları ve özellikle sözde soykırım hakkında tutumlarını açıklamalarını istemişlerdi.

Al Gore Ermenilere karşı bir taahhüde girmeyen ve soykırım sözcüğünü içermeyen bir cevap vermişti. Buna karşın George W. Bush 19 Şubat 2001 tarihli cevabında 20. asarın şiddet, toplu katliam ve soykırım ile dolu olduğunu, Ermenilerin geçen asırda bu acımasız durumu ilk yaşayan halk olduğunu tarihin kaydettiğini belirttikten sonra "Ermeniler bir soykırımsal (genocidal) kampanya’ya maruz kalmışlardır" demişti. Bush aynı mektubunda "Eğer başkan seçilirsem milletimizin Ermeni halkI trajik ızdıraplarının gerektiği gibi tanımasını sağlayacağım" şeklinde bir taahhütte de bulunmuştu.

George W. Bush başkan seçildikten sonra Amerikan Ermeni Ulusal komitesi kendisine bir mektup göndererek tebriklerini bildirmiş ve soykırım konusunda "Açıkça ve şüpheye yer vermeyecek şekilde Ermeni soykırımının soykırım olarak tanımlayarak sözünüze sadık kalmanızı bekliyoruz" ifadelerinde bulunmuştur.[76] Ayrıca ABD’deki Ermenilerden Başkan Bush’a bu konuda yüz binlerce mesaj gönderildiği sözkonusu Komite sözcüleri tarafından ifade edilmiştir.[77]

Ermenileri bu kadar heyecana sevk eden husus, ABD başkanlarının seçim kampanyalarında verdikleri sözleri sonraları pek tutamamalarıdır. Bush Hükümetinin stratejik nedenlerle Türkiye ile iyi ilişkiler içinde olmaya özen göstermesi de Ermenilere endişe vermiştir. Hatta bir Ermeni yazar Bush’un Ermeni Ulusal Komitesine gönderdiği 19 Şubat 2000 tarihli mektubun taahhüt içeren cümlesinde soykırım sözcüğünün bulunmayıp sadece "trajik izdiraplar"dan söz edilmesinden ve Ermenilerle ilgili olarak soykırımdan değil "soykırımsal kampanya"dan bahsetmesinden şüpheye düşmüştür.[78]

Nitekim Başkan Bush 24 Nisan 2001 münasebetiyle yayınladığı mesajda "soykırım" ve hatta "katliam" kelimelerini kullanmamış ve olayları "öldürmeler" olarak nitelendirmiştir.

Amerika Ermeni Milli Komitesi bu konuda yaptığı bir açıklamada, seçim kampanyası sırasında çeşitli vaatlerine rağmen Başkan Bush’un Türkiye’nin Ermenilere karşı uyguladığı soykırımını açık ve tereddütte yer bırakmayacak ifadelerle belirtmemiş olmasından derin düş kırıklığı duyulduğunu Başkan’ın Amerikan temel ilkelerini Türk Hükümetinin isteklerine tâbi kılmasının vahim bir hata olduğunu bu yerine getirilmeyen vaadin, Başkan’ın, Karabağ sorunu gibi, bir çok sorun için inanırlığını tehlikeye düşürdüğünü bildirmiştir.[79]


7.BAŞKAN KOÇARYAN' IN DURUMUNUN KUVVETLENMESİ
1999 Ekim ayında Ermeni Parlamentosunda yapılan suikast sırasında ülkenin güçlü iki siyasi lideri olan Meclis Başkanı Karen Demirciyan ile Başbakan Vazgen Sarkisyan’In öldürülmelerinden sonra, siyasi alanda Koçaryan’a rakip olabilecek kişilerin başında, vaktiyle Başbakanlık da yapmış olan Milli Demokrat Partisi Başkanı Vazgen Manukyan gelmekteydi. Ancak bu partinin Şubat ayı başında yapılan kongresinden sonra bazı üyelerin istifa etmeleri adı geçenin durumunun zayıflamasına yol açtı.

Diğer yandan Koçaryan’ın Erivan Belediye Başkanını görevden almasının ardından halen iktidarda olan Ermenistan Cumhuriyetçi Partisinin bazı üyelerinin istifa etmeleri de bu partinin Başkanı olan Başbakan Manukyan’ın durumunu sarstı.

Vazgen Serkisyan’ın öldürülmesinden sonra, sırf onun kardeşi olduğu için Başbakanlığa getirilen Aram Sarkısyan da, geçen Mayıs ayında görevden alınmasından sonra, siyasi alanda ciddi bir varlık gösteremedi.

Ermenistan içinde ciddi bir siyasi güç olan ve 27 Ekim 1999 suikastından sonra Koçaryan’a karşı başlıca muhalefeti sürdüren Karabağ eski muharipler birliği Yerkrapah, 2000 yılı içinde bazı anlaşmazlıklar sonucunda çeşitli kollara ayrılarak etkinliğini kaybetti.

Kısaca Koçaryan, Ermenistan’ın ekonomik sorunlarının çözümü alanında bir başarı kazanamamış olmakla beraber, rakiplerini saf dışı bırakmakta gösterdiği beceri nedeniyle halen Ermenistan’ın iç siyasetine tamamen hakim görülmektedir.

Diğer yandan Koçaryan’ın herhangi bir muhalefete fazla tahammül edemediği ve gerekirse kuvvet kullanarak susturma yolunu denediği de müşahede edilmektedir. Bunun en son örneğini Ermeni asıllı Rus uyruklu işadamI Arkadi Vardanyan’a yapIlan muamele oluşturmaktadır. Adıgeçen, geçen Ekim ayında Koçaryan aleyhine bazı mitingler düzenlenmesine öncülük etmişti. Sudan bir bahane ile tutuklanarak hapise atılmış, büyük servetinin yardımıyla lehine oluşturduğu bir kampanyaya rağmen yargılanmadan dört ay hapiste kalmış ve sonra sağlığının bozulmuş olması nedeniyle, hapisten çıkarılmıştır.

Diğer yandan şu anda iç siyasette rakibi bulunmayan Koçaryan’ın dış politika alanında bazı sıkıntılarla karşılaştığı ve ciddi eleştirilere muhatap olduğu görülmektedir. Türkiye’den tazminat veya toprak istemek için hukuki dayanak bulunmadığına dair sözlerinin yarattığı tepkileri yukarıda gördük. Karabağ konusunda ise, bu bölgenin Ermenistan’a bağlanması veya bağımsız olmasından dışında başka bir çözüme razı olursa buna sadece Taşnak‘lardan değil, Karabağ’lılardan ve Millet Meclisinin birçok üyesinden şiddetli itirazlar gelmesi ve Koçaryan’ın ciddi bir siyasi bunal İmla karşılaşması olasıdır. Koçaryan için güçlük Karabağ sorununun çözümü için mevcut önerilerin hiçbirinin bu bölgenin Ermenistan’a ilhakını veya bağımsızlığını öngörmemesidir.

[1] Milliyet, 30.05.1998.
[2] Hürriyet, 3.06.1998.
[3] Sabah, 3.06.1998.
[4] Milliyet, 4.06.1998.
[5] Le Monde, 14-15.06.1998.
[6] Milliyet, 12.06.1998.
[7] Le Monde, 18.01.2001.
[8] Le Monde, 8.11.2000.
[9] Bkz. Belgeler.
[10] AFP., 8.11.2001.
[11] Reuters, 8.11.2000.
[12] La Lettre de l’UGAB, 18.11.2000.
[13] La Lettre de l’UGAB, 16.12.2000.
[14] T.B.M.M. Tutanakları, 9.01.2001. Bkz. Belgeler.
[15] Sabah, Türkiye, Cumhuriyet ve Milliyet gazeteleri bu rakamı 51, Akşam ve Hürriyet gazeteleri ise 50 olarak vermektedir. 19.01.2001.
[16] Hagkakan Zamanak,19.01.2001.
[17] Bkz. Belgeler.
[18] Bkz. Belgeler.
[19] Hürriyet, 18.01.2001.
[20] Hürriyet, 20.01.2001.
[21] Dışişleri Bakanlığının 19 Ocak 2001 tarihli ve 11 sayılı basın bildirisi.
[22] Hürriyet, 24.01.2001.
[23] Akşam, 21.01.2001.
[24] Yeni Şafak, 20.01.2001.
[25] Akşam, 20.01.2001.
[26] Radikal, 20.01.2001.
[27] Cumhuriyet, 20.01.2001.
[28] Akşam, 21.01.2001.
[29] Hürriyet, 21.01.2001.
[30] Hürriyet, 21.01.2001.
[31] Hürriyet, 21.01.2001.
[32] Hürriyet, 5.02.2001.
[33] Bu ilke Türk Ceza Kanununun birinci maddesinde şu şekilde yer almıştır: "Kanunun sarih olarak suç saymadığı bir fiil için kimseye ceza verilemez. Kanunda yazılı cezalardan başka bir ceza ile kimse cezalandırılamaz."
[34] Cumhuriyet, 21.02.2001.
[35] Zaman, 21.02.2001.
[36] Posta ve Hürriyet, 1.02.2001.
[37] Le Figaro, 19.02.2001.
[38] Asbarez Online, 1.02.2001.
[39] California Courrier Online,
[40] AWOL, 24.02.2001.
[41] Asbarez Online, 21.02.2001.
[42] Asbarez Online, 26.02.2001
[43] Groong, 23.02.2001.
[44] Massis Weekly Online, 17.02.2001.
[45] RFL/RL Newsline, 12.03.2001.
[46] Zaman, 15.03.2001.
[47] RFE/RL Armenia Report, 15.03.2001.
[48] RFE/RL, 19.03 2001.
[49] RFE/RL Caucasus, 22.02.2001.
[50] Azerbaijan News Service, 22.02.2001 ve RFE/RL Armenia Report, 21.02.2001.
[51] RFE/RL Armenia Report, 12.12.2000.
[52] Reuters, 24.02.2001.
[53] Asbarez Online, 5.03.2001.
[54] Reuters, 6.03.2001.
[55] RFE/RL American Report, 10.03.2001.
[56] Birlik Dünyası, 6.03.2001.
[57] Golos Armeni, 6.03.2001.
[58] Reuters, 14.03.2001.
[59] Armen Press: Political, 09.04.2001.
[60] Asbarez Online, 10.04.2001.
[61] Asbarez Online, 20.03.2001.
[62] Cumhuriyet, 18.2.2001.
[63] La Lettre de l’UGAB, 24.02.2001.
[64] Zaman, 18.02.2001.
[65] Zaman, 18.02.2001.
[66] Cumhuriyet, 13.12.2001.
[67] AFP., 13.12.2000.
[68] ITA-TASS ve BBC, 23.02.2001.
[69] Sayın Aktan’ın özetlemeye çalıştığımız görüşleri TV 8 televizyonunda 4.02.2001 tarihinde Murat Özçelik ile yapmış olduğu bir söyleşiden almıştır.
[70] RIA News Agency, Moskow, 14.02.2001.
[71] Kararın tam metni için bkz. www.armenian-genocide.org/affirmation/duma.95htm.
[72] Cumhuriyet, 8.02.2001.
[73] RFE/RL Armenia Report, 13.03.2001.
[74] Milliyet Internet, 14.03.2001.
[75] Schweiezerische Depeschenagentur AG, 13.02.2001.
[76] Groong, ANCA Cogratulates George W. Bush, 19.12.2000.
[77] Ntvmsnbc, 15.02 2001.
[78] Tatul Sonentz-Papazian: The Semantics of Denial, AWOL,3-9.02.2001.
[79] Groong, Press Release Armenian National Assembly of America, 24.04.2001.

Avrasya İncelemeleri Merkezi Başkanı 
oelutem@avim.org.tr
ERMENİ ARAŞTIRMALARI, Sayı 1, Mart-Nisan-Mayıs 2001


..







FRANSA'NIN SÖZDE ERMENİ SOYKIRIMINI TANIMASI 1



FRANSA'NIN SÖZDE ERMENİ SOYKIRIMINI TANIMASI 1




Emekli Büyükelçi Ömer Engin LÜTEMAvrasya İncelemeleri Merkezi Başkanı
oelutem@avim.org.tr

ERMENİ ARAŞTIRMALARI,
Sayı 1, Mart-Nisan-Mayıs 2001






2001 yılının ilk dört ayı Ermeni sorunu bakımından yoğun gelişmelere sahne oldu. Bu yazımızda kısaca sözkonusu gelişmeleri anlatacak ve aynı zamanda bunlara bazı yorumlar getirmeye çalışacağız.

1. FRANSA'NIN SÖZDE ERMENİ SOYKIRIMINI TANIMASI

Fransız Meclisi 18 Ocak 2001 tarihinde "Fransa 1915 Ermeni soykırımını açıkça tanır" cümlesinden ibaret bir kanun kabul etti. Kanun 30 Ocak tarihinde Cumhurbaşkanı Chirac tarafından onaylanarak yürürlüğe girdi. Fransa ile Türkiye arasında ciddi bir anlaşmazlığa yol açan bu konunun geçmişine kısa bir göz atalım.
Fransız Millet Meclisinin Kanunu ilk kabul.
Koçeryan’ın 19 Nisan 1998 tarihinde Ermenistan Başkanı seçilmesinden sonra sözde soykırımın tanınmasını Ermenistan’ın dış politika öncelikleri arasına alması ve bu konuda Diaspora ile yakın bir işbirliğine girmesi ilk önce Fransa’da sonuca ulaştı. Türkiye’nin şiddetli itirazlarına karşın, çoğunluğu Sosyalist Partisi üyelerinden oluşan küçük bir gurubun girişimiyle Fransız Meclisi, 29 Mayıs 1998 tarihinde, Fransa’nın soykırımını tanıdığını ifade eden bir kanunu kabul etti. Taslak 577 sandalyeli Mecliste ancak 29 oy toplayabilmişti.[1] Bu durum, aslında, sözde Ermeni soykırımına Fransız milletvekillerinin çok büyük kısmının ilgi duymadığını gösteriyordu. Taslak görüşülmek üzere Fransız Senatosuna gönderildi. Türkiye tepki olarak Fransa’ya bir nota verdi ve bu gibi tasarıların Ermeni terörünü yeniden canlandırabileceğini bildirdi. Ayrıca Fransa’daki Türk diplomatlarının daha iyi korunmasını istedi. Bu arada TBMM söz konusu tasarıyı tümüyle geçersiz sayan bir karar kabul etti.[2] Fransa ile olan askeri projeler askıya alındı ve Fransız Senatosu bu taslağı veto edene kadar gündemdeki projelerin hiç birine işlerlik kazandırılmaması kararlaştırıldı.[3] Diğer yandan bu tasarı Türk kamuoyunun hemen her kesiminden tepki gördü. Mesela İzmir Belediyesi Fransız şirketlerinin o yılki İzmir Fuarına katılamayacaklarını açıkladı.[4] Buna karşın Fransız Hükümeti Ilımlı bir tutum izleyerek, milletvekillerinin bağımsız olduklarını, tasarının günümüz Türkiye’sini hedef almadığını ve Osmanlı tarihinin bir d.neminin anımsanmasını amaçladığını, Fransa’nın Türkiye ile mevcut dostane ilişkileri ve işbirliğini geliştirmeye kararlı olduğunu belirtti.[5]
Senato’nun tasarıyı kabulü
Türkiye’nin sert tepkileri Senatonun tasarıyı hemen ele almasını engelledi. Esasen Senato Başkanı René Monory Senatoda çoğunluğun tasarının aleyhinde bulunduğunu, Hükümetin Israrlı olmaması halinde tasarının Senatodan geçmesinin çok zor olduğunu söylüyordu.[6] Fransız Hükümeti ise tasarının Senato gündemine alınmasını talep etmedi. Tasarının Senato üyeleri tarafından gündeme alınması için biri 1999 Mart’ında diğeri 2000 Şubat’ında yapılan girişimler yeterli oyu sağlayamadı. Durumun böyle devam etmesi ve zaman içinde tasarının geçersiz (caduc) hale gelmesi bekleniyordu. Senatonun tasarıyı gündeme almaması sonucunda Türk-Fransız ilişkilerindeki gerginlik de ortadan kalktı.
Ermeniler bu durumdan ümitsizliğe kapılmadılar. Girişimlerine devam ederken Senato binası önünde devamlı nöbet tutmak ve pankart asmak gibi eylemleri sürdürdüler. Ayrıca 24 Nisan 2000 tarihindeki anma törenlerinde "Chirac bizden oy alamazsın" şeklinde sloganlar atarak7 siyasi baskılarda bulundular.
2001 Mart ayında yapılacak olan seçimlerinin yaklaşması ve bu seçimlerin çok çekişmeli geçeceğinin anlaşılması durumu değiştirdi ve sağ partilere mensup bazı senatörlerin tasarıya daha sıcak bakmalarını sağladı. Ayrıca hem Hükümet in hem de Cumhurbaşkanının tasarının kanunlaşmasını önlemek için etkili bir gayret içinde olmayacaklarına dair işaretler vardı. Bu hava içinde tasarı "ivedi görüşme" talebiyle gündeme alındı. Hükümet sözcüsü tasarının aleyhinde olmakla beraber reddedilmesi için ısrarlı da davranmadı ve dört saat süren bir toplantı sonucunda tasarı 8 Kasım 2000 tarihinde sabaha doğru 40 a karşı 164 oyla kabul edildi.[8]
Türkiye Dışişleri Bakanlığı aynı gün yayınladığı bir basın bildirisinde[9] bu kararın kınandığı ve reddedildiği, Türk milletinin tarihinin hiç bir döneminde soykırım suçu işlemediği belirttikten sonra Koçaryan yönetiminin Diaspora ile birlikte yürüttüğü politikanın Kafkaslarda barış ve istikrara hizmet etmediği ve Ermenistan halkına yararı olmadığı ifade edildi. Fransız politikacılarının oy ve çıkar uğruna aldıkları bu karar ile büyük sorumluluk altına girdikleri vurgulandı. Bu tutumun Türk-Fransız ilişkilerine zarar verdiği bildirildi ve Fransız Millet Meclisinin aynı hatayı yapmamasının beklendiği ifade olundu.[10]
Senatonun kararı Ermenistan’da iyi karşılandı. Dışişleri Bakanlığı sözcüsü Papayan "bu karar sadece tarihi gerçeği teyit etmekle kalmayıp geçmiş olayların doğru bir değerlendirmesini de yapmış ve böylelikle bize miras kalan sorunların üstesinden gelmemize imkân vererek bölgesel işbirliği için uygun koşullar oluşturmuştur" ifadelerinde bulundu.
Buna karşın Fransa’da, Cumhurbaşkanlığı ve Başbakanlık ortaklaşa bir bildiri yayınlayarak, "Parlamentonun girişimi sonunda oluşmuş ve Parlamentonun sorumluluğunda olan bu oylamanın günümüz Türkiye’si için bir değerlendirme teşkil" etmediğini bildirdiler. Oysa Başbakan Jospin Sosyalist Partiye, Cumhurbaşkanı Chirac da sağcı RPL ve UDF’e hakim olduklarından ve bu iki partinin parlamentoda kesin üstünlüğü bulunduğundan, Cumhurbaşkanı ve Başbakan’ın istemedikleri bir kanunun kabulü mümkün değildi. Üç siyaset mülahazalarıyla bir yandan Ermeniler tatmin edilirken diğer yandan, kusur Parlamentoya atılarak, Türkiye’nin tepkilerinin önlenmeye çalışıldığı ortadaydı.
Senatoda kabul edilen metin Millet Meclisi’nde 29 Mayıs 1998 tarihinde onaylanan metnin aynı olmakla beraber, kabul ediliş usulleri arasındaki fark nedeniyle bu metnin Millet Meclisi’ne gönderilerek tekrar oya sunulması gerekiyordu.[11] Ancak Türkiye’nin tepkisinden çekinildiği için, Hükümet çevrelerinin bu Meclis oylamasından vazgeçme yollarını aradıkları ve Parlamentonun her iki kanadı da aynı metni kabul ettiğine göre maksadın hasıl olduğu, bu durumda tasarının tekrar Millet Meclisine gönderilerek kanun haline getirilmesine gerek bulunmadığı fikrini kabul ettirmeye çalıştıkları anlaşılıyordu.[12] Ancak bu formül Ermenileri tatmin etmedi ve tasarının kanun şekline dönüşmesi için Israr edildi. Aralık ayI ortalarında tasarının Millet Meclisi gündemine alındığı öğrenildi.[13]
T.B.M.M.’nin Tepkisi
Fransız Meclisi’nin tasarıyı kabul edeceğinin anlaşılması üzerine TBMM’deki siyasi partilerin ortaklaşa hazırladıkları bir önerge 9 Ocak 2001 tarihinde oybirliği ile kabul edildi.1 4 Bu önergede, özetle, tasarının oy kaygısıyla gündeme geldiği, tarihin tahrif edilmesine ve önyargılara dayandığı, kabul edildiği taktirde Fransa’da düşünce ve ifade özgürlüğü ile bilimsel araştırma ve bulguları yayınlama özgürlüğünün ortadan kalkacağı, bu yasanın tespitlerinden farklı sonuçlara varmanın yasanın ihlâli olacağı ve suç oluşturacağı belirtildikten sonra tasarının Millet Meclisi’nde benimsenmesi halinde Fransa’nın uluslararası alanda yüklendiği görevleri yerine getirmekte tarafsızlık ilkesi ile bağlı kalamayacağı ve bu nedenle Kafkas bölgesinde ve diğer uluslararası sorunlarda alacağı her inisiyatifin kuşkuyla karşılanacağı; ulusal parlamentoların tarihi araştırmalara taraf olamayacakları, nefret ve ırkçılığın körüklenmesine katkı yapamayacakları ifade olunarak buna misal olarak Fransız Parlamentosunun Cezayir olaylarının değerlendirmesini yapmayı reddetmesi gösteriliyordu. Konunun en önemli noktalarına değinen ve oybirliği ile kabul edilen bu önerge her nedense Türk basınında fazla ilgi görmedi. Oysa Meclisin bu konudaki görüşlerini belirtmesi ve bu nedenle de Türk dış politikasının bu sorunla ilgili çerçevesini tespit etmesi bakımından bir referans belgesi niteliğindeydi.
Tasarının Fransız Millet Meclisinde kabulü ve yürürlüğe girmesi
Fransız Millet Meclisi Dışişleri Komisyonu, Paris’te bulunan bir Türk Parlamento Heyetinin gayretlerine rağmen 10 Ocak 2001 tarihinde tasarıyı kabul etti. Meclis Genel Kurulu da 18 Ocak günü tasarıyı onayladı. Oturumda 577 sandalyeli Millet Meclisi’nden sadece 52 kişi vardı.[15] Onlar da tasarıya oy verdiler. Anlaşılan oturuma sadece tasarıya taraf olan milletvekilleri gelmişti. Böylece sözde Ermeni soykırımını tanıyan kanun Meclis üyelerinin yüzde 9’u gibi çok k.ç.k bir azınlığının oylarıyla kabul oldu. Yukarıda belirttiğimiz gibi tasarı Millet Meclisinde 29.05.1998 tarihinde ilk müzakeresinde 29 oyla kabul edilmişti.
Fransız Parlamentosu’ndaki oylama sisteminin üyelerinin çoğunluğunun iradesini yansıtmayan sonuçlar verdiği ortadadır. Ancak 19 Ocak oylamasının geçerli olduğunda şüphe yoktur ve hatta bu oylama Meclis kayıtlarına "oybirliği" olarak geçmiştir. Kanımızca bu konuda Türkiye açısından önemli olan husus Fransız Parlamentosunun oylama sistemini tartışmak değil, tasarI için oy kullanmamış olan 500’den fazla milletvekilinin bir kısmını dahi olsun etkileyememiş olmamızın nedenleri üzerinde düşünmektir.
Sözkonusu tasarının kanunlaşması için Cumhurbaşkanı, Başbakan, Millet Meclisi Başkanı, Senato Başkanı’ndan birinin veya 60 parlamento üyesinin on beş gün içinde tasarıya itiraz etmemesi gerekiyordu. İtiraz eden olmadı ve Cumhurbaşkanı Chirac da sürenin bitiminden önce, 30 Ocak 2001 tarihinde, tasarıyı onaylayarak kanun haline getirdi. Böylelikle Fransa Parlamentosu Cezayir olayları gibi kendi memleketinde işlenen suçlar hakkında bir karara varmaktan kaçınırken başka bir ülkede ve çok daha eski bir tarihte vuku bulmuş olayları soykırımı olarak nitelendirmek çelişkisine düştü.
Bu kanunun kabulü Ermeni resmi makamları tarafından memnunlukla karşılandı. Ancak Ermenistan gazetelerinin konuya birinci derecede önem vermedikleri görüldü. Hatta bu kanunun Ermenistan ve Ermeni halkının çıkarları ile hiç bir ilgisi bulunmadığını, tek kazancın anlamsız bir sevinçten başka bir şey olmadığını yazanlar bile çıktı.[16] Soykırımı konusunun geçim sıkıntıları içinde olan Ermenistan halkını pek ilgilendirmediği görülüyordu.
Kanun kabulünün nedenleri
Ermenilerin Fransa’nın soykırımını tanıması için yıllardan beri sürdürdükleri gayretlerin başarı ile sonuçlanmasının çeşitli nedenleri vardır.
Birinci neden Ter Petrosyan döneminde sözde soykırımını tanıtmak için çaba göstermeyen Ermenistan’ın Koçaryan’ın iktidara gelmesiyle soykırımI konusunu dış politikanın öncelikleri arasına alması ve bu konuda Diaspora ile yakın işbirliğine girmesidir. Bu önemli bir Ermeni azınlığına sahip olan Fransa üzerinde, özellikle seçim döneminde, bir baskı oluşturmuştur.
İkinci neden son zamanlardaki Türk-Fransız ilişkileridir. Fransa, dönem başkanlığı sırasında, Türkiye’nin AB ile olan ilişkilerini geliştirmek için ciddi gayret sarf etmişti. Diğer AB ülkelerinin Türkiye’nin adaylığına karşı ilgisizlikten karşıtlığa kadar uzanan olumsuz tutumlar içinde olmaları Fransa’nın bu politikasını değerli kılmış, bu da Fransızlarda Türkiye’nin onların desteğinden vazgeçemeyeceği kanısını uyandırmış ve sözde Ermeni soykırımı hakkında alınacak herhangi bir karara Türkiye’nin ciddi şekilde karşı çıkmayacağına inandırmıştı.
Üçüncü neden kanun metninin Türkiye’yi rencide etmeyeceği düşünülen ifadelerle kaleme alınmasıdır. Gerçekten de kabul edilen kanun metninde Türkiye veya Türkler kelimeleri mevcut değildir. Ayrıca 1915 yılı tasrih olunmakla Türkiye Cumhuriyeti sorunun dışında bırakılmak istenmiştir. Ancak bunlar daha ziyade kozmetik nitelikte olup herkes hangi ülke ve halkın sözkonusu olduğunu bilmektedir.
Türkiye’nin tepkileri
Fransız Meclisinin sözde Ermeni soykırımını tanıyan kanunu kabul etmesinden sonra Türkiye’de resmi makamlar, sivil toplum kuruluşları ve medyadan beklenenin çok üzerinde tepkiler geldi.
Kanunun kabul edildiği gün Hükümet bir açıklama yaparak[17] bu kanunu "tarih ve insanlık önünde vahim bir hata" olarak nitelendi, Türkiye’yi soykırımı ile itham eden ve tarihi gerçekleri hiçe sayan bu kararı şiddetle kınandı ve Fransız yasası tüm sonuçlarıyla reddedildi. Ayrıca yasanın Türk-Fransız ilişkilerine büyük ve kalıcı zararlar vereceği ve ciddi bir krize yol açabileceği, bölgedeki barış ve istikrara olumsuz etki yapacağı ve bunların sorumluluğunun Fransa’ya ait olduğu belirtildi; yasanın etkisiz hale getirilmesi istendi. (Bununla Chirac’ın yasayı onaylamaması kastedilmektedir). Son olarak Paris’teki Türk Büyükelçisinin danışmalar için Ankara’ya çağrıldığı bildirildi.
Dışişleri Bakanı İsmail Cem ise aynı gün Ankara’daki Fransız Büyükelçisini davet ederek söz konusu yasanın önlenmesi için Fransız Hükümetinin kayda değer bir gayreti olmamasının teessürle karşılandığını, bu yasanın Fransa’da yabancı düşmanlığını ve Ermeni terörizmini yeniden harekete geçirebileceğini o itibarla, diplomatlar dahil, Fransa’daki t.m Türk vatandaşlarının güvenliğinin sağlanmasını istedi.[18]
Aynı gün Başbakan Bülent Ecevit Türk-Fransız ilişkilerinin ağır şekilde zarar göreceğini ifade etti.[19] Cumhurbaşkanı Sezer ise Fransız Meclisinin kararını "sağduyudan yoksun" olarak tanımladı ve kınadı.[20]
Dışişleri Bakanlığı Müsteşarı Faruk Loğoğlu "Türkiye ile Azerbaycan arasındaki ilişkilerin daha da geliştirilmesi olanakları ile bölgesel ve uluslararası konular hakkında görüş alışverişinde bulunmak üzere" 19 Ocak 2001 tarihinde Azerbaycan’a gitti.[21] Basında Türkiye ile Azerbaycan’ın Fransa’ya karşı ortak tavır almasının ve Karabağ sorunu için kurulmuş olan Minsk Grubundan Fransa’nın dışlanmasının gündemde olduğu haberleri çıktı. Yine basına göre Aliyev "Minsk Grubunun eş başkanlığını Fransız Parlamentosu yapmıyor" sözleriyle bu öneriye karşı çıktı.[22] Nitekim Fransa Karabağ sorununun çözüm. için ön planda bir rol oynamaya devam etti ve Chirac’ın girişimiyle Aliyev ve Koçaryan, biri 26 Ocak, diğeri 4 ve 5 Mart 2001 tarihinde Paris’te bir araya gelerek Karabağ konusunda görüşmeler yaptılar. Azerbaycan’ın Karabağ sorunu için Fransa’yı dışlamak istememesine karşın Azerbaycan Hükümeti, Meclisi ve özelikle muhalif partiler sözde soykırımını tanıyan yasaya karşı olduklarını çeşitli kez dile getirdiler.
Türkiye’de ise Fransa’ya karşı uygulanacak önlemler görüşülmeye başlandı. Başbakan Ecevit bu konuda "Türkiye kendi ekonomisine zarar vermeden ne gibi yaptırımlar uygulayabiliriz. Önümüzdeki bir kaç gün içinde bu konuda çalışmalar sonuçlanmış olacaktır."[23] diyerek yaptırımlar konusundaki kararlılığını ortaya koydu. Yaptırımların neler olacağı hakkında resmi bir açıklama yapılmamış olmakla beraber, gazeteler bunların daha ziyade silah siparişleriyle askeri amaçlı araç ve gereçleri ilgilendirdiğini, Dünya Ticaret örgütü ve Gümrük Birliği Antlaşması hükümleri gereğince ticari alanda bir kısıtlama getirilemeyeceğini yazdılar. Bu arada Fransa’nın bu yaptırımlar nedeniyle 8 ilâ 10 milyar dolarlık kaybI olacağı da belirtildi.
Hükümet dışı kuruluşlardan da Fransa’ya karşı yaptırım önerileri gelmeye başladı. Ankara Ticaret Odası Başkanı Kemal Ay gün Fransız mallarına karşı boykot önerdi ve Fransa’ya tatile gidilmemesi çağrısında bulundu.[24] Buna karşılık TÜSÜAD her iki tarafa da zarar vereceğini belirterek boykota karşı çıktı.[25]
En sert tepkiler sendikalardan geldi. TESK ve Harp-İş sendikaları başkanları Fransız mallarına karşı boykot çağrısında bulundular. Kamu-Sen Sendikası Başkanı ise Fransa’nın Türkiye’deki Büyükelçiliği dahil, tüm tesislerinin kapatılmasını istedi.[26]
Fransa ile kültürel ilişkilerin kaldırılması veya azaltılması hakkında da öneriler oldu. İstanbul Üniversitesi Rektörü Fransa ile bilimsel ilişkileri kestiklerini bildirdi.[27] Kocaeli, Uludağ ve Gazi Osman Paşa Üniversiteleri[28] ile Başkent Üniversitesi[29] Fransızca dersleri kaldırdıklarını açıkladılar.
Buna karşın Türkiye’de Fransızca tedrisat yapan tek yüksek Öğretim kuruluşu olan Galatasaray Üniversitesinin Rektörü Erdoğan Teziç, Birinci Dünya Savaşında, Fransa Türkiye ile harp halinde iken dahi, Galatasaray Lisesinde Fransızca eğitimde kesinti yapılmadığını hatırlattı.[30] Eski Dışişleri Bakanı Prof. Mümtaz Soysal ise "Fransa gibi diller kimilerinin kabulüyle veya reddiyle ayakta kalacak veya da yıkılacak diller değildir. Kaldı ki çağdaş Türkiye kültüründe Fransızcanın yeri büyüktür" sözleriyle[31] konunun daha gerçekçi bir yönünü ortaya koydu.
Türk basını Fransa’da kabul edilen kanuna olağan üstü derecede önem verdi. Bu konudaki haberler büyük puntolarla ön sayfalarda yer alırken köşe yazarlarının hemen hepsi ve bazıları bir çok kez bu konuya değindi.
Türk televizyonlarının da konuya çok ilgi gösterdiği gözlemlendi. Büyük kanalların hepsi bu sorun üzerinde gazetecilerin, politikacıların, bilim adamlarının ve diplomatların katıldığı özel programlar düzenlediler. Bunların arasında 2 Şubat 2001 tarihinde ATV televizyonunda yapılan ve beş saatten fazla s.ren Siyaset Meydanı Programı özellikle dikkati çekti.
Türkiye’de Ermeni tezlerini benimseyen ve savunan çok az sayıda kişinin yazıları büyük gazetelerde yer almazken 4 Şubat 2001 tarihinde Ceviz Kabuğu programına yurt dışından telefonla katılan Taner Akçam’ın "Türkiye özür dilesin" şeklindeki beyanları çok tepki çekti. Merhum Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın eşi Semra Özal telefonla müdahale ederek bu sözlerin milli duygu taşıyanları rencide ettiğini, özür dilenmesini asla kabul etmeyeceğini, bunu teklif edeni asla affetmeyeceğini bildirdikten sonra programın sunucusu Hulki Cevizoğlu’nu da bu saçmalıkların dinlenmesine aracı olduğu için affetmeyeceğini söyledi.[32] Bu sözlerin programı dinleyenlerin büyük çoğunluğunun duygularını yansıttığı görüldü.
Basın ve televizyonlardaki bu yoğun yayınlar Ermeni sorununa karşı duyulan ilginin işaretiydi. Kişiler pek bilmedikleri bir konuda bilgi edinmek ve bundan sonra ne gibi gelişmeler olabileceğini öğrenmek istiyorlardı. Soruna gösterilen bu ilgi bazı Ermeni çevreleri ve Ermeni taraftarlarının dilediği gibi Türk halkının tarihiyle yüzleşmesi veya hesaplaşması değildi. Aksine soykırımI iddiaları kesinlikle reddediliyor hatta bunları ileri sürenlere karşı öfke beslendiği seziliyordu. Kısaca Türk kamuoyu bu tartışmaların sonunda, esasen hiç bir zaman aklına getirmediği soykırımını kabul etmek ve özür dilemekten çok daha uzaklaşmış oldu.
Fransız Kanununun Olası Sonuçları
Fransa’nın sözde soykırımına ilişkin kanunu kabul etmesinden hemen sonra Koçaryan’ın Fransa’ya resmi bir ziyaret yapması, Paris’te yıllardan beri yapılması ertelenen soykırımı anıtına Paris Belediyesinin izin vermesi ve Sévres Kasabasında mahut antlaşmanın imzalandığı binanın bahçesine kolaylıkla görülecek bir yere sözde soykırım hakkında bir kitabenin dikilmesi, 13 Mart 2001 tarihinde Paris’te yapılan Galatasaray - St. Germain maçında Ermenilerin çıkardığı olaylar ve nihayet Orly katliamı faillerinden Varujan Garbisyan’ın 24 Nisan’ın arifesinde serbest bırakılarak Ermenistan‘a gönderilmesi Türkiye’de Fransa aleyhindeki duyguları daha da pekiştirdi.
Halen Türk-Fransız ilişkileri gayet olumsuz bir mecrada bulunmaktadır. Uzun zaman sürdüğü taktirde bu durumundan iki tarafın da zarar göreceğinde şüphe yoktur. Söz konusu kanun artık kesinlik kazandığına göre Türkiye bu gerçeği kabul durumundadır. Fransızlar için ise, bir değerlendirme hatası sonucunda hem siyasi hem de maddi zarar söz konusudur. İki tarafın zaman içinde uzlaşabilmesi esas itibariyle Fransa’nın tutumuna bağlıdır. Fransa özellikle AB’de Türkiye lehinde somut sonuçlar verecek faaliyetlerde bulunursa ve diğer yandan sözkonusu kanunun modern Türkiye’yi ilgilendirmediğine Türkiye’yi ikna etmeye çalışır ve bunu sadece kapalı kapılar arkasında değil kamu oyu önünde de Israrla belirtirse Türkiye’nin uzun vadede kendi lehine de olmayan ekonomik yaptırımlarda Israr etmesinin anlamI kalmayacaktır.
Fransa’da Ermeni soykırımı olmadığını  söylemek suç mudur?
Türk basınında bu kanundan sonra artık Fransa’da Ermenilerin soykırımına uğramadığını iddia etmenin suç sayılacağına dair yayınlar yapıldığı görülmektedir. Yukarıda değindiğimiz T.B.M.M.’nin 9 Ocak 2001 tarihinde kabul ettiği önergede yer alan "bu tasarının tespitlerinden farklı sonuçlara varmak yasanın ihlali olacak ve dolayısıyla bir suç oluşturacaktır." cümlesi de aynı endişeyi yansıtmaktadır.
Ceza hukukunun ana ilkelerine göre kanunla açıkça suç olarak tanımlanmayan fiiller için ceza verilemez.[33] Ermeni soykırımı hakkındaki Fransız kanununda soykırımını tanımamanın suç teşkil edeceğine dair bir kayıt bulunmadıktan başka, herhangi bir cezadan bahis de yoktur. O nedenle sadece bu kanuna dayanarak, Ermenilerin soykırımına uğramadıklarını ileri süren kişilerin Fransa’da suçlanması ve cezalandırılması mümkün değildir. Bunun için ya Fransız Ceza Kanununa bir madde koymak ya da Yahudi soykırımını inkar edenleri cezalandıran Gaysot kanununa Ermenileri de dahil etmek gerekmektedir.
Ermenilerin soykırımına uğramadığının ifade edilmesini yasaklayan bir hüküm bulunmadığına göre meşhur tarihçi ve oryantalist Bernard Lewis’in bu konuda nasıl mahkûm edildiği sorusu akla gelmektedir. Hatırlanacağı üzere B. Lewis 13 Aralık 1993 tarihinde Le Monde gazetesine verdiği bir mülakatta 1915 yılı olaylarını soykırım olarak tanımlamanın bu d.nem tarihin Ermenilerce yorumlanmasının sonucu olduğunu söylemişti. Fransa’daki Ermeni kuruluşları B. Lewis aleyhine soykırımını inkâr ettiği gerekçesiyle dava açmışlar ve dava 21 Haziran 1995 tarihinde sonuçlanarak B. Lewis davacılara 1 Frank tazminat ödemeye mahkûm olmuştu. Mahkeme kararında, 1915-1917 olaylarının soykırımI olup olmadığının tayininin mahkemeye ait olmadığını belirttikten sonra konuya sorumluluk acısından yaklaşıldığını ve Fransız Medeni kanununun 1382 maddesine göre bir kusur işleyerek başkasına zarar verenlerin bu zararI tazmin ile mükellef olduğunu, Lewis’in sözlerinin Ermeni toplumunun duyduğu acıları canlandırdığı için bir kusur teşkil ettiğini, bu nedenle de tazminatI gerektirdiğini belirtilmişti.
Sözde Ermeni soykırımı hakkında yeni kabul edilen kanun bir ceza öngörmediğine göre halen Fransa’da Ermenilerin soykırımına uğramadığını beyan edenlere karşı B. Lewis’e uygulanan Medeni Kanun maddesinden başka bir hüküm mevcut bulunmamaktadır. Ancak yeni kabul edilen kanun soykırımını açıkça tanıdığına göre Medeni Kanunu esas alarak açılan davaların daha çabuk sonuçlanmasına ve muhtemelen tazminat miktarının arttırılmasına neden olabilecektir.
Bu vesileyle Türk Medeni Kanununun 41. maddesinin tazminat konusunda Fransız kanunu ile aynı hükmü içerdiği o nedenle Türkiye’de Ermenilere soykırımı yapıldığını iddia edenlere karşı, Ermeni mezalimine uğramış kişilerin veya onların yakınlarının, bu iddiaların acılarını canlandırdığı ileri sürerek, aynen Fransa’da olduğu gibi, tazminat davası açılmalarının, ilke olarak, mümkün bulunduğu düşünülmektedir.
Türkiye’de sözde Ermeni soykırımı hakkında Kanun teklifi
T.B.M.M. Dışişleri Komisyon Başkanı Kamran İnan tarafından hazırlanan ve sözde Ermeni soykırımını kabul eden Fransız Kanununa bir tür yanıt niteliği taşıyan bir yasa teklifi, 21 Şubat 2001 tarihinde anılan Komisyonda kabul edilerek[34] Meclisin ilgili komisyonlarına gönderildi.
"Uluslararası İddia, İtham ve Saptırmalara Karşı Kanun" başlığını taşıyan sözkonusu tasarının esasını, Türkiye’nin Ermeni soykırımı iddialarını reddetmesi ve bunda Israrlı olunmasını düşmanca bir davranış olarak addetmesi oluşturmaktadır.
Tasarının basında yayınlanan metni şöyledir:[35] "Türkiye, tarihin tespit ve kabul etmediği Ermeni Soykırımı iddialarını reddeder; bunda Israrlı olunmasını düşmanca davranış addeder. Türkiye, Fransa ve diğer güçlerin Birinci Dünya Savaşı’nda Ermenileri kendi saflarında kullanmalarını, isyana sevk ederek insan kaybına yol açmalarını kınar. Türkiye, ASALA terörüne verilen destek ve himayeyi şiddetle kınar. Türkiye, Yukarı Karabağ ve Azerbaycan topraklarının işgalini, insanların göçe zorlanmasını kınar, kuvvet kullanarak toprak genişlemesini reddeder. Türkiye, Bosna Hersek’te 20 binden fazla insanın dinlerinden dolayI, soykırımına seyirci kalınmasını kınar, Fransa ve diğer Avrupa güçlerinin manevi mesuliyeti bulunduğunu beyan eder. Bütün insanlığı ilgilendire n tarih, siyasi kararlarla değiştirilemez, yazılamaz, saptırılamaz. H.k.m tarihindir. Hükümet, yukarıdaki maddelerde belirtilen gerçeklerin dünya kamuoyunda tartışılması için gerekli tedbirleri alır."
2. KOÇARYAN'IN TÜRKİYE HAKKINDA BEYANLARI: SÖZDE SOYKIRIM'IN TANINMASI TAZMİNAT VE TOPRAK TALEPLERİ
Ermeni Devleti Başkanı Robert Koçaryan’ın Gazeteci Mehmet Ali Birand’a CNN/Türk’te yayınlanmak üzere verdiği bir mülakat[36] Türk kamuoyunda ilgi ile karşılandı.
Koçaryan bu uzun söyleşi sırasında özellikle Türkiye’nin soykırımını tanıması ve af dilemesi üzerinde durdu. Böyle yapıldığı taktirde bundan, Ermenistan Devleti için, hukuken Türkiye’den tazminat ve toprak talep etmesi sonucunun çıkmayacağını defalarca vurguladı ve "Böyle basit bir adımla sorunu kökünden halledebilirsiniz ve ilişkilerimizin geleceğini değiştirebilirsiniz" dedi. Koçaryan’ın teklifi, Türk Devleti ve kamu oyununun böyle bir tanımayı şimdiye kadar şiddetle reddettiği ve bu konuda bazı ülkelerle ikili ilişkilerinin bozulmasını dahi göze aldığı anımsandığında gerçekçi değildi. Nitekim Türkiye’den Koçaryan’ın bu sözlerine resmi bir tepki gelmedi.
Koçaryan’ın soykırımı tanındığı taktirde bundan, hukuken, toprak ve tazminat talebi istenmesi sonucu çıkmayacağına dair ifadelerin esasen bilinen bir durumun tekrarından başka bir anlamI yoktur; zira yeni Türk Devletinin uluslararası alanda tanınmasını sağlayan Lozan Antlaşmasına göre Ermenistan’ın toprak ve tazminat istemesi esasen mümkün değildir. Buna karşılık Türkiye’nin, sözde Ermeni soykırımını tanıdığı taktirde, bu kıyımdan zarar gördüğünü iddia eden kişilerin veya onların varislerinin tazminat talepleriyle karşılaşacağı kesindir. Bunun için Medeni Kanunun ika edilen zararların tazmin edilmesini öngören genel hükümleri bile hukuki bir temel olarak ileri sürülebilir. Nitekim Koçaryan, Diaspora Ermenilerinin tazminat hakkI olduğunu vurgulamış ve Türk mahkemelerine başvurabileceklerini, buradan istedikleri sonucu alamadıkları taktirde de Avrupa Mahkemesine (Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi) müracaat edebileceklerini söylemiştir.
Aşağıda da görüleceği üzere Koçaryan’ın bu sözleri Diaspora’da tenkit edildi. Ancak Koçaryan bunları Paris’te Le Figaro gazetesine verdiği bir mülakat tada tekrarladı[37] ve Türkiye tarafından "Ermeni soykırımının tanınmasının Ermenistan’ın toprak talebi için hukuki bir temel oluşturmayacağını düşünüyorum" dedi.
Taşnakların itirazı
Koçaryan’ın teklifleri Türkiye’den açık bir tepki ile karşılaşmazken, Taşnaklar bu konuda duydukları memnuniyetsizliği hemen dile getirdiler. Bu partiden Mario Nalbandiyan Erivan’da Basın Milli Kulübünde yaptığı bir konuşmada[38] "Ermeni Davasında (soykırımının tanınması kastediliyor) gelişme kaydedildiğinde Türk-Ermeni sınırının revizyonu sorunu da ortaya atılmalıdır" diyerek Koçaryan’ın sözlerine ters d.şen ifadelerde bulundu. Diğer yandan Koçaryan Ermeni Devletinin tazminat istemesi için hukuki dayanak olmadığından bahsederken Nalbandiyan bu konuda "her şeyden önce Devlet tarafından yapılacak taleplerin olanak ve sınırları incelenmelidir" diyerek Koçaryan’ın bu hususta olanak bulunmadığı görüşüne karşı çıktı.
Taşnak Partisi yanlısı California Courrier Online’ın yazarI Harut Sasunyan, Türk Gazetecilerinin kendilerine verilen beyanatları çarpıtmakla ünlü olduklarını belirttikten sonra Koçaryan’ın Türkiye’den toprak talebi olmadığına ve ilişkilerin düzeltilmesi için özür dilenmesinin yeteceğine dair ifadelerinin söylenmemiş olabileceğini yazdı. Ayrıca Ermeni Devlet Radyosunun, kötü tercüme sebebiyle Koçaryan’ın sözlerinin Türk medyası tarafından çarpıtılmış olduğunu bildirdiğini de ilâve etti.[39]
Aynı yazar 15 Şubat 2001 tarihinde konuya tekrar dönerek Türkiye’de yayınlanan metnin Koçaryan’ın basit bir özür dileme karşılığında toprak ve tazminat istemekten vazgeçeceği kanısını verdiğini, aradan iki hafta geçmiş olmasına rağmen mülakatın tam metninin Ermenistan Hükümeti tarafından yayınlanmamasının talihsiz bir davranış olduğunu, ancak kendisinin bu metni Koçaryan’ın bürosundan aldığını ve yapılan karşılaştırmada bu metin ile Türkiye’de yayınlanan metin arasında önemli farklar görüldüğünü yazdı. Ancak Ermenistan’dan getirttiği metni yayınlamadı. Sasunyan, Koçaryan’ın sözlerinden, soykırımı sorununun Ermenistan’ın toprak talepleriyle bağlı olmadığı, Türklerin soykırımını tanımasını beklemeden de Ermenistan’ın ve Ermenilerin Türkiye’den toprak talebinde bulunabilecekleri anlamI çıktığını, Koçaryan Türklerin zihnini karıştırmak amacıyla hareket ettiğini ancak bunu yaparken de, istemeden de olsa, Ermenileri de yanıldığını ve Ermenistan’daki ve diğer ülkelerdeki karşıtlarına kendisini Ermenistan’ın tarihi taleplerine ihanet etmekle suçlamak olanağını verdiğini, Koçaryan’ın Amerika’daki destekleyicilerinin de kendisinden memnun olmadıklarını yazdı.
Taşmakların Koçaryan’a yönelttikleri en şiddetli tenkit ise ABD’deki Soykırımı Arşivi Projesi Direktörü David Davidyan’ın bir yazısı ile oldu.[40] Adı geçen, Türkler tarafından Ermenilere karşı işlenmiş soykırımI için adaletin, Türkiye Cumhuriyeti tarafından suçun tanınması, soykırımından kurtulanlara ve onların mirasçılarına tazminat olarak 4 milyar ödenmesi ve Doğu Anadolu’daki "altI Ermeni vilayeti’nin" bu kişilere geri verilmesi ile sağlanabileceğini ileri sürerek bundan daha aza razı olmanın suçu teşvik anlamına geleceğini belirtti. Koçariyan’ın sadece özür dilenmesiyle yetinilmesi hakkındaki sözlerine karşılık bunların hukukun en basit ilkesi olan suç ve ceza kavramlarına karşı olduğunu ayrıca Ermenistan Anayasası’na da uymadığını bildirdi. Koçaryan’ı Ermenileri Diaspora’dakiler ve Ermenistan’dakiler olarak, yapay bir şekilde ayırmak ve böylelikle büyük devletlerin oyununa gelmekle suçlayan Davidyan, Ermenistan Devlet Başkanını teslim olmaktan ise istifa etmeye davet etti.
Aynı yazıda sınırların açılması halinde Türkiye’nin ekonomik alanda Ermenistan’ı yutacağı ve daha fazla Ermeni’nin göç edeceği görüşlerine de yer verildi.
Taşnaklar itirazlarını Koçaryan’a resmen de bildirdiler. 21 Şubat 2001 tarihinde Koçaryan’ı Erivan’da ziyaret eden Taşnak Partisi temsilcileri Hrant Markaryan ile Vahan Hovhanesyan kendisine M.A. Birand’a verdiği mülakatta ileri sürdüğü görüşlerin kabul edilebilir olmadığını bildirdiler.[41] Koçaryan’ın kendilerine ne cevap verdiği açıklanmadı.
Bu görüşmeden sonra Taşnakların resmi organı Droşak‘da yayınlanan bir yazıda,[42] Koçaryan’ın Türk muhabirinin oyununa geldiği, toprak talebi ile soykırımının tanınması hususunda Türkiye’nin yapay çelişkiler yaratmaya çalıştığı gibi pek anlaşılamayan bazı hususlara temas ettikten sonra, Koçaryan’ın sözkonusu mülakatta soykırımının tanınmasının toprak talebi için hukuki temel oluşturmadığını söylemekle yetindiği ancak toprak taleplerinin tarihi ve siyasi yönden meşru olduğunu tasrih etmediği belirtildi. Aynı yazıda Ermeni dış politikası soykırımının tanınması faaliyetlerini sürdürürken Devlet Başkanının toprak talebi olmadığını belirtmesinin taktik bir hareket tarzı olduğu da vurgulandı.
Görüldüğü üzere Taşnaklar Koçaryan’ın sözlerinden Ermenistan soykırımının tanınmasını istediği sürece, taktik bir hareket olarak, toprak talebinde bulunulmaması ve soykırımı geniş bir şekilde tanındıktan sonra toprak taleplerinin ileri sürülmesi gibi bir anlam çıkarmışlardır.
Kanımızca burada önemi olan başka husus Taşnakların Türkiye’ye karşı katı ve uzlaşmaz tutumlarını devam ettirmeleridir. Bu gibi görüşlerin Türk-Ermeni ilişkilerinin normalleşmesine katkıda bulunmayacağı açıktır. Ancak bunun da ötesinde Taşnakların, özellikle Diaspora’daki güçlü tutumu dikkate alındığında, bu tutumlarının iki ülke ilişkilerinin normale dönmesini önleyecek hiç olmazsa geciktirecek bir etki yapması mümkündür.
Ermeni haber ajansı Groong, sözkonusu mülakattan 25 gün sonra "Ermenistan resmi kaynaklarından" aldığı bir metnin İngilizce çevirisini yayınladı.[43] Türkiye’de yayınlanan metin ile bu çeviri karşılaştırıldığında Türkiye metninin daha kısa olduğu ve yer yer tercüme farklarının da bulunduğu görülmektedir. Ancak Koçaryan’ın toprak ve tazminata dair sözlerinde iki metin arasında belirli bir fark yoktur. Böylelikle Koçaryan’ın Türkiye’nin soykırımını tanımasının Ermenistan’a toprak ve tazminat istemek hakkını vermeyeceğine dair beyanları kesinlik kazandı. Kısaca, Türkiye soykırımını tanısa da tanımasa da Ermenistan’ın hukuken Türkiye’den toprak veya tazminat istemek hakkı olmadığı böylece tekrar anlaşıldı.

DEVAM EDECEK

..