FRANSANIN etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
FRANSANIN etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

24 Aralık 2015 Perşembe

FRANSANIN ERMENİ SORUNUNA YAKLAŞIMLARI,





FRANSANIN ERMENİ SORUNUNA YAKLAŞIMLARI,


Fransa, İngiltere ile birlikte Avrupa'nın en güçlü devleti konumundaydı. Fransa'nın görüntüsü, genel itibarı İngiltere'nin görüntüsüne benziyordu. Fransa'da bir sömürge imparatorluğu görünümündeydi.
Fransa'nın diğer iki ülkeye göre, Osmanlı Devleti ile ilişkileri çok daha erken bir dönemde başlamıştır. İki ülke arasındaki ilk ilişkiler Osmanlı Devletinin 1535 de Fransa'ya verdiği kapitülasyon başlamıştır. Osmanlı Devletinin yenileşme hareketleri içerisine girdiği 18.y.y.'dan itibaren iyice gelişmiş ve Fransa Osmanlı Devletindeki reform çalışmaları için model ülke durumuna gelmiştir. Kapitülasyonlarla birlikte Fransa'ya verilen Osmanlı Devleti bünyesindeki Katoliklerin korunması hakkı Fransa'nın bir doğu politikasının oluşmasında etkili olmuştur. Fransa Osmanlı Devletini toprakları üzerinde çıkarlarını koruma ve genişletme çabasına giriştiğinde kendisine tanınan bu koruyuculuk hakkından oldukça yararlanacaktır.
II.5.1. Fransa'nın Ermeni Politikaları ve Ermenilere Yaklaşımları
Fransa'nın Ermeni Politikası ve Ermenilere yönelik çalışmaları diğer iki devlete göre daha geç bir dönmede başlamıştır. Bunun iki temel nedeni vardır. Bunlardan birincisi Ermeni sorunun ortaya çıktığı dönemlerde Fransa Rusya ile ittifak içersindedir (1894 ittifakı). Bu nedenle bu dönemde Fransa kendisi bir Ermeni politikası üretmek yerine daha ziyade Rusya'nın politikalarını desteklemiştir. Bunun ikinci nedeni birinci nedenden çok daha önemlidir. Bu dönemde Fransa Ermeni sorununda, kendi çıkarları için savunulacak bir şey görmüyordu. Bu nedenlere Fransa, Ermeni Sorunun başladığı tarih ol- an 1890'lı yıllarda bu sorunla ilgilenmemiştir. Ancak, Rusya'nın bu konudaki ağırlığını İngiltere'ye kaptırması ve bölgede İngiliz-Fransızlarının çakışması sonucu Fransa Ermeni sorunu ile aktif olarak ilgilenmeye başlamıştır.
Fransa'nın aktif Ermeni politikasının diğer ülkelerinkine bakış geç başlamasına rağmen Fransızların Ermenilerle teması ve ilişkileri çok daha erken bir dönemde başlamıştır. Ermenilerle Fransızların ataları olan Franklar Haçlı seferleri sırasında tanışmışlardır. Bu tanışma döneminde Ermenilerle Frankların ilişkileri olmuştur. Ancak bu ilişkiler konumuz açısından önemli olamadığı için bunlara değinmeyeceğiz. Ayrıca Fransızların Ermenilere yaklaşımında diğer iki ülkenin yaklaşımlarına bakış farklılık götseren diğer bir noktada, İngiltere ve Rusya daha ziyade Doğu Anadolu'daki Ermenilerle ilgilenmişlerdir. Fransa ise daha ziyade Güney bölgesindeki Çukurova ve yöresindeki Ermenilerle ilgilenmişlerdir. Bunun nedeni Fransa'nın bu bölgeye ilgi duymasıdır. Fransa'nın Çukurova bölgesine ilgi duyması bu sorunun ortaya çıkmasından çok daha eski tarihlere rastlamaktadır. Fransızların, Çukurova Ermenilerin tarih ve kültürleriyle yakın ilgisi, XVI. yüzyılın sonları ile XVII. Yüzyılın başlarında olmuştur. Çukurova ve civarının genel tarihi ile ilgili Fransız araştırıcılarının tespitlerinin 1604'e yayınlanması, bölgeye ilgilerinin çok eskiye dayandığı hakkında ışık tutmaktadır. Bu tarihlerden başlayarak Fransa'nın bölgeyle ilgilenmeleri ve bu bölge hakkında araştırmalar yapmaları giderek artmıştır. Fransa'da Çukurova bölgesi ile birçok araştırma ve eser yayınlanmıştır.
Fransa'nın Çukurova'ya ve dolayısı ile bölge Ermenilerine duyduğu ilgi Amerika'da iç savaşın çıkması ile artmıştır. Çünkü Fransa dokuma sanayisi için gereken pamuk hammaddesini buradan ithal ediyordu. Bu savaşın çıkması ile birlikte Fransa kendine yeni kaynaklar aramak zorunda kalmıştır. Bu yeni kaynak arayışı içinde Çukurova Fransa'nın dikkatini çekmiştir. Pamuk ihtiyacını buradan karşılamayı düşünen Fransa bu dönemde bölgeye yatırımlar yapmaya başlamıştır. Ancak Savaşın 1865'te sona ermesi ile birlikte Fransızların bölgeye olan ilgisi yeniden azalmıştır. Bu dönemde Fransa'nın Ermenilere yaklaşımı iki aşamalı olmuştur. Bunlardan birincisi kültürel boyutludur. Bu yaklaşım çerçevesinde Fransız bilim adamları Ermenilerle ilgili birçok araştırmalar yapmışlardır. Yapılan bu araştırmalar çerçevesinde Ermenilerin tarihi, sosyal ve ekonomik yaşantıları incelenmiştir. İkinci aşamadaki yaklaşım ise daha ziyade dinsel niteliklidir. Bunun çerçevesinde Fransızlar Ermenilerin Katolikleşmesi için uğraşmışlardır. Fransızlar bunu gerçekleştirmek için Katolik olan Ermenilerin Fransız vatandaşı olarak kabul edileceğini ve dolayısı ile Kapitülasyonlardan yararlanabileceğini bildirmiştir. Bunun sonucunda Katoliklik Ermenilerin arasında yayılmış ve Katolik bir Ermeni cemaati oluşmuştur. Fransız'ların Ermeniler yaklaşımı ve ermeni politikaları 20.y.y.'ın başlarına kadar bu şekilde devam etmiştir. Bu tarihlerden itibaren Fransızların Ermeni politikasında değişiklikler meydana gelmiş ve Fransa'da Ermenileri tahrik etme ve bağımsızlık vaat ederek onları kullanma politikasına başlamıştır. Fransızlar bu politika değişikliği ile Ermenileri Çukurova bölgesinde ticari amaçları doğrultusunda kullanmayı amaçlamışlardır.

II.5.2 Ermenilere Yönelik Fransız Tahrikleri ve Kışkırtmaları

Fransa'nın 20.y.y.'ın başlarından itibaren Osmanlı Devletinin güney topraklarında nüfuzunu arttırması, I.Dünya Savaşında Osmanlı devletine karşı İngiltere ve Rusya ile birlikte savaşa girmesi sonucu Fransa da aktif bir Ermeni politikası uygulamaya başlamıştır Bu dönemde Fransa'nın Osmanlı topraklarında büyük yatırımları vardır. Bu yatırımların büyük bir çoğunlu da Güney Anadolu Bölgesinde toplanıyordu. Fransa bu yatırımlarını korumak ve Suriye'yi işgal ettikten sonra da bölgeyi himayesine almak için Ermenileri kullanmaya başlamıştır.
Fransa bölgeye geldikten sonra 'Kilikya Ermenileri' diye tabir edilen Güney Ermenilerini kışkırtmaya başladı. Fransızlar bu bölgede meydana gelen Ermeni isyanlarını desteklemişler ve isyancılara sahip çıkmışlardır. Mesela Tarihimizde Musa Dağı Olayı diye bilinen olayda Osmanlı Askeri birlikleri tarafından Musa Dağında sarılan Ermeni çetecileri Fransız donanması tarafından kurtarılmış buradan alınan 5 bin Ermeni Portsaid Limanına çıkarılmıştır. Fransızlar I. Dünya Savaşı süresince Ermenileri Adana bölgesinde casusluk yaptırmak sureti ile kullanmışlardır. Fransızlar Güney Bölgesinde bağımsız bir Ermenistan kurmak istemişlerdir. Bunu yapmak istemelerindeki amaç bölgedeki özellikle Çukurova bölgesindeki pamuk ve Toros Dağlarındaki maden yatakları olmalıdır. Fransızlar burada bağımsı bir Ermenistan oluşturabilmek için dışarıdan bu bölgeye Ermeni nüfus yerleştirmek için çalışmalar yapmışlardır. Bu çalışmalar kapsamında Fransızların çağrısı üzerine Adana ve civarına 200 bin ermeni gelip yerleşmiştir. Ermenileri kullanmaya tahrik eden Fransa özellikle 1919'dan sonra bu çalışmalarına hız vermiştir. Bu dönemde Fransızların Ermenileri kullanmalarındaki amaçları Güney Ana- dolu'ya yerleşmek isteyen Fransa'nın kendi güçlerini yeterli görmemesi ve bu konuda Ermenilerden yararlanmak istemesidir.
Fransa'nın Ermenilerle ilişkilerini ve Ermenilere yaklaşımlarını genel olarak incelediğimizde Diğer ülkelerin ilişki ve yaklaşımlarına benzer bir durum ortaya çıkmaktadır. Fransa'da, Ermeni sorununa iddia edildiği gibi Hümanist yaklaşımlar çerçevesinde onlara bağımsızlık vermek için değil, tamamen kendi çıkarları doğrultusunda yakalaşmış-tır. Bu bağlamda ana başlıkları ile Fransızları Ermenilerden ne şekilde yaralanmaya çalıştığını şu şekilde sınıflandırabiliriz:
a) Çukurova bölgesini ele geçirmek için
b) Bu bölgedeki ticari imtiyazlarını koruyabilmek için
c) İşgal ettiği Güneydoğu Anadolu Bölgesine yerleşmek için

Fransa bu konularda Ermenilerde yaralanmaya çalışmış ve belli dönemlerde bunu başarmıştır. Buna karşılık Ermenilere bağımsızlık vaat ederek onları kullanmıştır. Ancak Fransa'nın bölgedeki çıkarları sona erince Fransa'nın da Ermenilere olan desteği sembolik bir görünüm halini almıştır.
SONUÇ
Ermeni meselesi diye bilinen ve hala belli aralıklarla gündemimizi işgal eden bu olaylar zinciri Ermenilerin istekleri ve beklentileri doğrultusunda gelişmiş bir olaydır. Bu bağlamda Ermenilerin Avrupa devletleri ile ilişkilerinde Ermeniler hiçbir zaman belirleyici taraf olamamakla birlikte Avrupa devletlerinin siyasi bir piyonu olmaktan ileriye de gidememişlerdir. Bu ilişkilerin Avrupa Devletlerine çıkarlar sağladı bir gerçektir. Fakat olaya Ermeniler açısından baktığımızda onlara sağladığı yarar konusunda somut bir şey görmemiz mümkün değildir. Aksine bu ilişkiler uzun vadede düşündüğümüzde Ermenilere zarar verdiğini görmemiz mümkündür. Bu ilişkiler neticesinde Ermeniler arasında değişik mezhepler yayılmış ve bu mezheplere bağlı oluşan cemaatlerle Ermeniler parçalanmışlardır. Ayrıca Avrupa Devletlerinin kışkırtması ile meydana gelen isyanlar sonucu Ermenilerin Devletle arası açılmış, yüzyıllar boyunca bir birleri ile huzur içinde Müslümanlarla ararlını açılmasına ve karşılıklı can kaybının olmasına neden olmuştur.
Ermenilerin bölgede yaşadıkları bölgelerdeki huzurlarının kaçmasında birinci derece- de etkili olan Avrupa Devletlerinin kışkırtmaları olmuştur. Ermenileri Osmanlı yönetim- inden ve baskılarından kurtarmak ve onlara bağımsızlık vermek hedefi ile yola çıkan Avrupa Devletleri bölgedeki çıkarları sona erince Ermenileri kendi hallerine bırakmışlardır Diğer bir söylemle Ermeni Sorunu Avrupa Devletleri İçin bir İnsanlık bir bağımsızlık meselesi değil bir sömürgecilik meselesidir.
DİPNOTLAR
Hamza Bektaş, Ermeni Soykırımı İddiaları ve Gerçekler Bursa: Uludağ Üniversitesi AİİT Uygulama Araştırma Merkezi Yayınları,2001,s.16.
Armania Yüksek yerler anlamında kullanılmıştır.
Refet Yinanç, Türk Tarihinde Ermeniler Sempozyumu Tebliğler ve Panel Konuşmaları, İzmir: Dokuz Eylül Üniversitesi Yayınları, 1983, s.67
Hmaza Bektaş, a.g.e.s.21.
Necla Başgün, Türk-Ermeni Münasebetleri, Ankara: Töre-Devlet Yayınevi,1973,s.19.
Yunanlıların bağımsızlık hareketi için bkz. Fahir Armaoğlu, 19.Yüzyıl Siyasi Tarihi (1789-1914), Ankara: T.T.K. Yayınları,1997,s.165-184.
Sırbistan Bulgaristan'ın ve bağımsızlığı için bkz. Fahir Armaoğlu, A.g.e, s.271-275, 625-628.
Hamza Bektaş, Ermeni Soykırımı İddiaları ve Gerçekler, Bursa: Uludağ Ünv. A.İ.İ.T. Uygulama ve Araştırma Merkezi Yayınları, 2001,s.51-52
Fahir Armaoğlu, 19.Yüzyıl Siyasi Tarihi (1789-1914), Ankara: T.T.K. Yayınları, 1997, s.522
Bu Antlaşmaların ilgili maddeleri için bkz. Hamza Bektaş, A.g.e.s.34.
Kamuran Gürün, Ermeni Dosyası, Ankara: Bilgi Yayınevi, 1988, s.187
Esat Uras, Tarihte Ermeniler ve Ermeni Meselesi, İstanbul: Belge Yayınları,1987, s. 263
Taner Akçam, Türk Ulusal Kimliği ve Ermeni Sorunu, İstanbul: İletişim Yayınları, s.143
Taha Akyol, Sovyet-Rus Stratejisi ve Türkiye, İstanbul: Ötüken Yayınları,1979, s.19
Esat Uras, A.g.e,s.424
Cevdet Küçük, Türk Tarihinde Ermeniler Sempozyumu Tebliğler ve Panel Konuşmaları, İzmir: Dokuz Eylül Üniversitesi Yayınları,1983, s.95.
Fahir Armaoğlu, 19.Yüzyıl Siyasi Tarihi (1789-1914), Ankara: T.T.K Yayınları, 1997, s.566
Süleyman Kocabaş, Osmanlı İsyanlarında Yabancı Parmağı, Kayseri: Vatan Yayınları,1992, s. 42.
Gültekin Ural, Ermeni Dosyası, İstanbul: Kamer Yayınları, 1998,s. 87.
Hüsamettin Yıldırım, Ermeni İddiaları ve Gerçekler, Ankara: Sistem Ofset Yayınları, 2000, s.139
Süleyman Kocabaş, A.g.e, s. 43.
Süleyman Kocabaş, Osmanlı İsyanlarında Yabancı Parmağı, Kayseri: Vatan Yayınları, 1992, s.84.
Cevdet Küçük, Ermeni Sorunu ve Bursa Ermenileri, Der. Saime Yüceer, Bursa: Uludağ Üniversitesi Basımevi, 2000, s.19.
Fahir Armaoğlu, A.g.e, s. 566
Bilal Şimşir, Türk Tarihinde Ermeniler Sempozyumu Tebliğler ve Panel Konuşmaları, İzmir: Dokuz Eylül Üniversitesi Yayınları, 1983, s.125.
Kemal Öke, Ermeni Sorunu, İstanbul: İz Yayıncılık,1996,s.143
Fahir Armaoğlu, A.g.e, s.569,
Kamuran Gürün, Ermeni Dosyası, Ankara Bilgi Yayınevi, 1988, s. 319
Kemal Öke, A.g.e, s.449
Bayram Kodaman , 'Bir Amerikalı Gazeteci Gözü İle Ermeni Macerası (1897)', Belleten, XLIX, 195 ( Mart 1985), s.575-576
Osmanlı Devletindeki yenileşme hareketlerinde Fransız etkisi için bkz. Niyazi Berkes, Türkiye'de Çağdaşlaşma, Yay. Haz. Ahmet Kuyaş, İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, 2002
Fahir Armaoğlu, 19. Yüzyıl Siyasi Tarihi (1789-1914), Ankara: T.T.K. Basımevi, 1997, s. 575
Yusuf Ziya Bildirici, Adana'da Ermenilerin Yaptığı Katliamlar ve Fransız Ermeni İlişkileri, Ankara: Köksav Yayınları, 1999, s.89
Y.Ziya Bildirici, A.g.e, s. 94
Hamza Bektaş, A.g.e, s. 99
Süleyman Kocabaş, Osmanlı İsyanlarında Yabancı Parmağı, Kayseri: Vatan Yayınları,1992, s. 76
Kayıt Tarihi: 8.8.2008
Kaynak; 
http://www.turksam.org/tr
www.turksam.org



..

19 Ocak 2015 Pazartesi

FRANSA'NIN SÖZDE ERMENİ SOYKIRIMINI TANIMASI 2








FRANSA'NIN SÖZDE ERMENİ SOYKIRIMINI TANIMASI 2

Emekli Büyükelçi Ömer Engin LÜTEMAvrasya İncelemeleri Merkezi Başkanı
oelutem@avim.org.tr

ERMENİ ARAŞTIRMALARI,
Sayı 1, Mart-Nisan-Mayıs 2001


Hınçakların itirazı

Koçaryan’ın bu Israrlı beyanları sadece Taşnakların değil Hınçakların da tepkisini çekti. Partinin Merkez Komitesi tarafından 13 Şubat 2001 tarihinde yapılan bir açıklamada, Koçaryan’ın CNN/Türk’e yayınlanan mülakatındaki şaşırtıcı ve yanıltıcı sözlerini geri almak yerine bunları maalesef Paris’te de tekrarladığı belirtildikten sonra "Başkanın yetkisini aşan ve milli sorumluluk gerektiren bir konudaki bu beyanlarını reddediyoruz. Ermeni soykırımının tanınması Ermeni davası çözümünün ancak ilk adımıdır. Ermenistan’da ve Diaspora’daki Ermeni milleti somut, adil ve tatmin edici bir çözüm beklemektedir. Geri çekilmelere ve kompromilere yer verilmemelidir" dendi.[44]

Koçeryan’ın amacı

Karşılaştığı bu muhalefete rağmen Koçaryan’ı bu beyanlarda bulunmaya sevk eden nedir?
Ermenistan Devlet Başkanının, soykırımını tanıyan kararların kısa sayılabilecek bir zamanda yabancı ülkeler parlamentolarında kabul edilmesinin Türkiye’yi görüşmelere hazır hale getirdiği varsayımından hareketle, bu görüşmeler için hazırlık yapmak istemiş olması olasıdır. Bu müzakerelerde büyük devletlerin yardım ve aracılığına muhtaç olan Ermenistan’ın, tazminat ve özellikle toprak talep etmekte Israrlı olduğu takt irde, bu yardımı alamayacağı ve ayrıca bu talepleri ileri sürerse Türkiye’nin hiçbir şekilde masaya oturmayacağı hesaplarını yaparak, genel kabul görecek bir çözüm aradığı ve bunun için de Türkiye’nin soykırımını tanıması ve özür dilemesi karşılığında, hiç olmaz ise başlangıçta, Ermenistan’ın Türkiye’den toprak ve tazminat istememesi formülünü bulduğu akla gelmektedir. Diğer yanan bu formülün Türkiye’den bu safhada neler istenebileceğini göstermesi bakımından Diasporadan ve Ermenistan‘dan gelebilecek aşırı talepleri daha başında frenlemeyi amaçladığı da görülmektedir.
Ancak Türkiye yapılmamış bir soykırımını tanımak ve hele özür dilemek noktasında değildir. Son aylarda yabancı parlamentolarda bu yönde alınan kararların yarattığı olumsuz hava Türk kamuoyunu bu noktadan daha da uzaklaştırmıştır. O nedenle Koçaryan’ın geliştirdiği formül Türkiye açısından geçerli değildir. Diğer yandan, Ermenistan’ın aksine, Türkiye’nin ikili ilişkileri geliştirmek için acelesi yoktur. Türkiye’nin Ermenistan ile ilişkilerini, herkes tarafından kabul edilen iyi komşuluk ve toprak bütünlüğüne saygı gibi ilkeler üzerine kurmak istemesi hakkıdır ve Ermenistan bunları kabul edecek olgunluğa ulaşana kadar bekleyecek vakti de vardır.

Kars, Ardahan ve Nahcivan

Ermenistan İnsan Hakları Komisyon Başkanı Paruyir Hayrikyan 9 Mart 2001 tarihinde yaptığı bir basın konferansında 16 Mart 1921 tarihli Kars Analaşmasının iptal edilerek Kars, Ardahan ve Nahcivan’ın Ermenistan’a bağlanmasını istedi ve ayrıca Ermenistan Hükümetini " bu yitirilmiş topraklar" sorununu ihmal etmekle eleştirdi.[45]

Bu garip girişime Türkiye’den cevap gelmekte gecikmedi. Dışişleri Bakanlığı Sözcü yardımcısı Hüseyin Diriöz 14 Mart 2001 tarihli basın toplantısında " bu tür istekler olduğu sürece Türkiye Ermenistan arasındaki ilişkilerin düzelmesinin mümkün olmadığını" belirtti.[46]

Bir gün sonra Ermeni Dışişleri Bakanlığı sözcüsü Cunik Agacanyan, Hayrikyan’ın sözlerinin hiçbir şekilde Ermenistan dış politikasına uygun olmadığını ifade etti.[47] Ayrıca, Hükümet yanlısı bazı partiler de, Hayrikyan’ın bu konuda büyük bir miting düzenlemesi teklifine, bu safhada uygun olmadığını belirterek, karşı çıktılar.[48]

Görüleceği üzere Hayrikyan’ın bu girişimi dış politikadan ziyade Ermenistan iç politikasını ilgilendirmekte ve Koçaryan’ın toprak talepleri konusundaki tutumuna tepki göstererek Ermenistan kamuoyunda sempati toplamayı amaçlamaktadır. 

3.KARABAĞ SORUNUNDA GELİŞMELER
Aliyev ve Koçaryan 1999 yılı Temmuz ayından 2000 yılı sonunda kadar 13 kez Karabağ sorunun baş başa görüşmüşler ancak bu hususta bir ilerleme sağlayamamışlardı. Son zamanlarda Fransız Cumhurbaşkanı Chirac’ın Karabağ sorunu ile bizzat ilgilenmeye başlaması iyimser bir havanın doğmasına neden olmuş ve Aliyev ile Koçaryan’ın 26 Ocak’ta Paris’te bir araya geldikten sonra 4 ve 5 Mart tarihlerinde yine Paris’te buluşmaya karar vermeleri ümitleri arttırmıştır.

Minsk Grubu Planlarının açıklanması

Karabağ sorununun çözümü için Minsk Grubu tarafından çeşitli tarihlerde taraflara sunmuş olan ve o zamana kadar tam metinleri bilinmeyen planlar 21 Şubatta Azerbaycan’da açıklandı. Bunun
kamuoyunun tepkisini ölçmek için bizzat Aliyev’in talimatıyla yapıldığına dair basında yorumlar yapıldı. Ermenistan da s.z konusu planları açıklamak durumunda kaldı.[49] Bu üç planın ana hatları çok kısa olarak şöyle özetlenebilir.[50]

1997 Temmuz ayında taraflara sunulan ve kapsamlı veya paket plan olarak adlandırılan birinci plana göre tarafların toprak bütünlüğü ve sınırlarının dokunulmazlığı ana ilke olarak kabul edilmektedir. Karabağ Azerbaycan sınırları içinde ayrı toprağa sahip bir siyasi birim olacaktır. Ermenistan ve Karabağ kuvvetleri kendi sınırlarına çekileceklerdir. Ermenistan bu planı reddetmiştir.

1997 yılının Aralık ayında taraflara verilen ve aşamalı plan olarak adlandırılan ikinci plana göre birinci aşamada, Suşa ve Laçin koridoru hariç, işgal edilmiş Azerbaycan toprakları boşaltılarak "kaçkınlar" (Azeri lehçesinde mülteci anlamına gelmektedir) yerlerine dönecektir. İkinci aşamada ise Suşa ile Laçin koridorunun statüsü meselesi ele alınacaktır. Ermenistan Başkanı Ter Petrosyan bu planı kabul etmiş ancak o zaman başbakan olan Koçaryan ile bazı bakanların karşı çıkmaları sonucunda Şubat 1998’te istifa etmek zorunda kalmıştı.[51]

1998 yılı Kasım ayında taraflara verilen ve kısaca "Ortak Devlet" olarak adlandırılan son ve ayrıntılı planın esasını bir devlet statüsünde olacak olan Karabağ’ın Azerbaycan ile ortak bir devlet oluşturması teşkil etmektedir. Bu ortak Devlet bir komisyon tarafından idare edilecektir. Ancak, Karabağ’ın kendi Hükümeti, meclisi, mahkemeleri, ordusu (milli muhafızları) ve polisi olacaktır. Azerbaycan’ın ordu ve kolluk kuvvetleri Karabağ’a giremeyecektir. Karabağ Hükümeti diğer ülkelerle siyasi olmayan alanlarda doğrudan ilişki kurabilecek, Azerbaycan misyonları içinde olmakla beraber, yabancı ülkelerde kendi temsilcilerini bulundurabilecektir. Karabağlılar Azeri pasaportu taşıyacaklar ancak bu pasaportlar Karabağ makamları tarafından verilecektir. Ermeni ve Azeri kuvvetleri KarabaĞ’dan çekilecek ve teşkil edilecek bir tampon bölge AGİT’e bağlı çok uluslu bir kuvvet tarafından kontrol edilecektir. Karabağ kuvvetleri, Laçin hariç, Azerbaycan topraklarından çekilecektir. Laçin’in statüsü daha sonra saptanacaktır. Azeri "kaçkınlar"ı Suşa’ya, Ermeniler ise Şahumyan bölgesine dönebileceklerdir. Bu anlaşma Minsk Grubu’nun üç eş Başkanı olan ABD, Fransa ve Rusya tarafından garanti edilecek, AGİT ve BM Güvenlik Konseyi tarafların taahhütlerini yerine getirmeleri için, gerektiğinde, askeri harekatta bulunabileceklerdir. Ermenistan’ın uygun görmesine karşın Azerbaycan bu planı kendi toprak bütünlüğünü korumadığı gerekçesiyle kabul etmemiştir.

Azerbaycan’daki gelişmeler

Söz konusu planların açıklanmasından sonra Azerbaycan Milli Meclisi toplandı ve iki gün s.re ile Karabağ sorununu görüştü. Muhalefet partilerinin katılmadığı bu görüşmelerde Aliyev söz konusu planların hiç birinin kendileri için uygun olmadığını söyledi. Ancak sorunun çözümlenmesi için Minsk Grubu ve AGİT’ten başka bir araç olmadığını da ifade etti. Ayrıca son zamanlarda muhalefet partilerinden gelen ve askeri yollarla çözüm önerilerine karşı çıkarak şunları söyledi: "Azerbaycan’ın güçlü bir ordusu vardır. Ancak bir savaşın sonuçlarının ne olacağı, uluslararası toplumun ne tepkiler göstereceği belli değildir. Yedi ilimiz işgal altındadır. Fakat onları kurtarmamız için ne kadar kan dökmemiz gerekeceği bilinmemektedir."[52] Kısaca Aliyev, askeri çözümü reddediyor, Minsk Grubunun önerilerini kabul etmiyor, ancak görüşmeleri bu grup aracılığıyla sürdürmek istiyordu.

Paris ve Key West Görüşmeleri

Aliyev ile Koçaryan 4 ve 5 Mart 2001 tarihinde Paris’te buluştular. Görüşmelerin bir bölümüne Cumhurbaşkanı Chirac da katıldı. Ancak beslenen ümitlere rağmen bu toplantıdan bir sonuç alınamadı. Chric’a toplantıdan sonra gazetecilere, içinde bulunulan yıl içinde Karabağ sorunu üzerinde bir anlaşmaya varılmasının beklendiğini ve Minsk Grubunun yakın zamanda yeni öneriler hazırlayacağını söyledi.[53] Aliyev ise ülkesine döndüğünde toplantıda somut sonuçlara varılamadığını, bu safhada Minsk Grubunun yeni öneriler hazırladığını zannetmediğini, bununla beraber Minsk Grubu ile görüşmelere devam etmekten başka çare bulunmadığını, Ermeniler Karabağ’ı işgal etmiş olduklarından Azerbaycan’ın görüşmelerde dezavantajlı olduğunu söyledi.[54] Koçaryan’ın ise bu görüşmeler hakkında suskun kalması dikkatleri çekti.[55]

Paris toplantısından sonra Azerbaycan’da basında, muhalefet partilerinde ve hatta askeri çevrelerde[56] askeri çözüm sıkça dile getirilmeye başlanırken Ermeni Savunma Bakanı Serj Sarkısyan Ermeni ordusunun 1992-1993 Karabağ savaşI zamanına göre daha hazırlıklı olduğunu ifade etti.[57] Diğer taraftan Paris görüşmelerinin başarısızlığı Fransa’nın arabulucu olarak devreden çıkmasına neden oldu ve bu rol. Tekrar üstlenen ABD, Aliyev ve Koçaryan’ı 3 Nisan’da Florida’da Key West’de görüşmelerde bulunmaya davet etti.[58] Görüşmeler 7 Nisan’a kadar sürdü. İyimser bazı beyanlara rağmen bir ilerleme sağlanamadığı görüldü. Eş başkanlar bu konuda yayınladıkları bildiride[59] barışa ulaşılmasını sağlayacak kapsamlı yeni teklifler hazırlayacaklarını açıkladılar. Diğer yandan iki ülke Başkanının Haziran ayında Cenevre’de tekrar buluşmalarının muhtemel olduğu da bildirildi.[60]

Karabağ sorununun çözümü yolundaki gelişmeler Taşnakları telaşlandırdı. Bu partinin Erivan’daki Bürosu 20 Mart 2001 tarihinde yayınladığı bir bildiride[61] Karabağ konusunda varılacak herhangi bir anlaşmanın Karabağ ile Ermenistan’ın birleşmesini veya en azından Karabağ’ın bağımsızlığını öngörmesi gerektiği, Karabağ’ın Ermenistan’a bir koridor ile bağlanmasının yeterli olmadığı, Ermenistan ve Karabağ’ın ortak sınırı olması gerektiği (bu Ermeni işgaline uğramış bazı Azeri topraklarının geri verilmemesi anlamına gelmektedir); Azerbaycan ve Nahcivan’ın birbirine bağlanmasının Ermenistan’dan toprak verilmesi suretiyle olamayacağı ve Türkiye’nin Karabağ ile ilgili görüşmelere katılmasının kabul edilemeyeceği ifade edildi. Taşnaklar, kısaca, Karabağ’ın etrafındaki Azeri topraklarının da alınarak Ermenistan’a ilhak edilmesini, Nahcivan’ın Azerbaycan’a bağlanmamasını ve Türkiye’nin bu konularla ilgilenmemesini istiyorlardı. Bu aşırı taleplere dayanılarak bir barış anlaşması yapılması mümkün olmadığından Koçaryan’ın bunları dikkate alması beklenmemektedir. Ancak bu taktirde de müttefiki Taşnaklarla arası daha da açılacaktır.

Minsk Grubunun yetersizliği

Karabağ sorunu Yukarı Karabağ özerk bölgesinin 1988 yılında Ermenistan’a bağlanma kararI almasıyla başlamış, 1991 yılında burada bir Cumhuriyet ilan edilmesiyle yeni bir nitelik kazanmış, Ermeniler lehine gelişen çatışmalar 1994 Mayıs’ında imzalanan bir ateşkes anlaşmasıyla durmuş, çatışmalarda Azerbaycan topraklarının yüzde 20’si işgale uğramış ve yaklaşık 1 milyon kişi evlerini terk ederek "kaçkın" olmuştur.

Muhalefetten zaman zaman aksine sesler yükselse de Azerbaycan kaybettiği toprakları kuvvet kullanarak geri almak durumunda değildir. Devlet Başkanı sorunun barışçı yollarla çözümünden yanadır ve sınırların dokunulmazlığı ve toprak bütünlüğü gibi genel kabul gören ilkeler ile Güvenlik Konseyinin Karabağ sorunu için kabul etmiş olduğu kararlar Azerbaycan lehinedir. Barışçı çözümün aracı ise Minsk Grubudur. Türkiye dahil 12 üyesi bulunan bu grup bir süre sonra inisiyatifi üç eş Başkanına, yani ABD, Fransa ve Rusya’ya bırakmıştır. Her üç ülke de doğal kaynaklarının zenginliği nedeniyle Azerbaycan’a özel bir önem veriyor da kendilerine özgü nedenlerle Ermenilere daha fazla meyletmektedir. ABD ve Fransa Hükümetlerinin ülkelerindeki Ermeni diasporasının tasvip etmeyeceği bir çözümü önermeleri veya böyle kararlara katılmaları zorudur. Ermenilerin her iki ülke parlamentosunda Türkiye aleyhindeki başarılı faaliyetleri bunun en açık kanıtıdır. Rusya Federasyonu ise Ermenistan ile "stratejik işbirliği" içinde olup ayrıca bu ülkede askeri üstleri vardır. Bu açıdan bakıldığında Azerbaycan’ın sorunun çözümün. Minsk Grubu eş başkanlarına bırakılmasını kabul etmiş olması kendi lehine değildir. Ancak şu sırada müzakereleri sağlayacak başka bir mekanizma bulunmadığından, Minsk Grubu’nun yarattığı sakıncaları imkanlar ölçüsünde bertaraf etmek için, bu Gruba bir denge getirmeye çalışmakta yarar vardır. Bu da ancak Azeri görüşlerini savunacak yeni bir eş Başkanın devreye girmesiyle mümkündür. Bu iş için tek aday Türkiye’dir.

Ermenistan-Azerbaycan arasında kalıcı bir barış koşullarının yaratılması

Halen Azerbaycan’ın arzusu, kendi sınırları içinde kalmak kaydıyla Karabağ’a geniş bir özerklik verilmesi, "kaçkınlar"ın yerlerine dönmesi ve Ermeni ve Karabağ kuvvetlerinin işgal etmekte oldukları topraklardan çekilmeleri, diğer bir deyimle Sovyetler Birliği dönemindeki duruma geri dönülmesidir. Ancak bu koşullar kâğıt üzerinde sağlansa dahi uygulanmasının imkânsız denecek derecede güç olacağı görülmektedir. Zira halen Ermenistan’da olduğu gibi Karabağ’da da aşırı milliyetçilik duyguları hakimdir ve Karabağ’ın Ermenistan’a katılmasını sağlamak en büyük idealdir. Ayrıca, yapılmış olan etnik temizlik nedeniyle de Karabağ’ın halen homojen bir nüfus yapısına sahip olduğu bir gerçektir. O itibarla Azerbaycan’ın istediği bir anlaşma yapılsa dahi, kurulduktan bir kaç yıl sonra enosis hayalleri nedeniyle çöküp giden iki toplumlu Kıbrıs Devleti misalinde olduğu gibi, Karabağ’ın Ermenistan’a bağlanma faaliyetlerinin sürmesi ve bunların Ermenistan ile Azerbaycan arasında tekrar çatışmaya kadar gidebilecek ölçüde ciddi bir durum yaratması kuvvetle muhtemeldir.

Bu bizi Ermenistan ile Azerbaycan arasında kalıcı bir barışın nasıl sağlanabileceğinin araştırılmasına götürmektedir. Ermeni-Azeri anlaşmazlığının temelinde iki ülke sınırlarının yapay olması yatmaktadır. Bu sınırlar Sovyetler Birliğinin ilk yıllarında, Gürcü asıllı olması nedeniyle Kafkasya sorunlarını çok iyi bilen Stalin’in direktifiyle çizilmiş olup ana amaç etnik bakımdan homojen siyasi kuruluşlar oluşmasının önlenmesidir. Bu nedenledir ki halkının büyük çoğunluğu Azeri olan Nahcivan, Ermenistan’a verilen ve İran’a kadar uzanan bir koridor ile Azerbaycan’dan ayrılmış; eski bir Azeri toprağı olan ve fakat Çarlık Rusya’sının kastî bir iskân politikası sonucunda Ermenilerin çoğunluğu oluşturduğu Karabağ, Azerbaycan’a bağlanmıştır. Bu idari taksimat Sovyetlerin 70 küsur yıl Ermeni ve Azerileri kontrol altında tutmasına yardımcı olmuş ancak Sovyetlerde zaaf alâmetleri belirir belirmez sorunlar başlamış ve 1988’de Karadağ bunalımı patlak vermiştir.

Kanımızca Ermenistan – Azerbaycan anlaşmazlığının kesin çözümü bu iki ülke arasındaki yapay Sovyet sınırlarının terk edilerek etnik esasa dayalı yeni sınırlar çizilmesiyle mümkün olabilir. Esasen, 1994’e kadar süren savaş iki tarafta da etnik gruplaşmaları büyük ölçüde sağlanmış bulunduğundan, siyasi irade mevcut olduğu taktirde, bu sınırların çizilmesi güç de değildir. Buna göre Karabağ’ın Ermenistan‘a katılması karşılığında Nahcivan, aradaki koridor üzerinden,
Azerbaycan ile birleştirilebilir. Böylelikle her iki ülkede toprak bütünlüğü ve etnik homojenite sağlanmış ve anlaşmazlık nedenleri de ortadan kaldırılmış olur. Tabii bu sınırların bölgenin büyük ülkeleri olan Rusya, Türkiye ve İran tarafından ve ayrıca ABD tarafından garanti edilmesi gereklidir. AB, bölge kalkınmasına maddi katkıda bulunmayı taahhüt ettiği taktirde, garantörler arasına girebilir.

Resmi olarak teklif edilmemiş olmakla beraber Ermenistan’ın İran sınırındaki Megri bölgesinden geçecek çok dar bir koridorla Nahcivan’ın Azerbaycan’a bağlanmasının zaman zaman taraflar arasında görüşüldüğü ancak Ermenistan’ın bu çözümü kabul etmediği anlaşılmaktadır.

Türkiye’nin Karabağ sorununun çözümüne katkısı

Türkiye Ekonomik ve Sosyal Etüdler Vakfı (TESEV) tarafından İstanbul’da 17 Şubat 2001 tarihinde düzenlenen "Kafkasya’da İstikrar Arayış Konferansı"ın açılış konuşması sırasında Dışişleri Bakanı İsmail Cem "Azerbaycan ve Ermenistan arasındaki sorunlardan kaygı duymaktayız. İki ülke arasındaki temasların belirli bir olgunluk düzeyine yaklaşması memnunluk vericidir. Türkiye, Ermenistan ve Azerbaycan’ın üçlü bir toplantıda bir araya gelmesinden iki ülke arasındaki sorunların çözümümün ivme kazanacağını düşünüyorum"[62] diyerek bir üçlü toplantı teklifinde bulundu.

ToplantIya katılan Ermenistan Dışişleri Bakanlığı Avrupa Dairesi Başkanı Samuel Mıgırdıçyan AFP’e verdiği bir beyanatta Cem’in teklifini tatmin edici bulmadığını, üçlü toplantılar tertip etmeden önce iki ülke arasında diplomatik ilişki kurulmasının daha uygun olacağını, ancak Türkiye’nin bunun için önkoşullar ileri sürdüğünü, ayrıca üçlü toplantıların Minsk Gurubunu fiilen devre dışı
bırakacağını söyledi .[63] Toplantıda hazır bulunan Ermeni Uluslararası Bilim Akademisi’nden Ruben Safrasytsyan, Cem’in teklifinin değerlendirilmesi için Türkiye’nin Ermenistan’a uyguladığı
ekonomik yaptırımları kaldırması, sınırları açması ve Azerbaycan’a verdiği destekten vazgeçmesi gerektiĞini ifade etti.[64] Ermeni Dışişleri Bakanlığı sözcüsü Junik Ağacanyan ise bu konuda Türkiye’nin açıkça Azerbaycan lehine olan tutumu ve ayrıca Ermenistan ile diplomatik ilişkisi olmaması nedenleriyle arabuluculuk rolü oynayamayacağını belirtti. Kısaca Ermeni yetkililerinin ilk tepkileri olumsuzdu.

Buna karşın ABD’nin Minsk Grubundaki temsilcisi Cavey Cavanaugh İsmail Cem’in teklifini olumlu karşıladı.[65]

Aslında İsmail Cem’in teklifi başka bir şekilde Aralık 2000 ayında Cavey Cavanaugh tarafından dile getirilmişti. Adıgeçen bölgede barışın sağlanması için Türkiye’nin önemli roller üstlenebileceğini, Dağlık Karabağ sorununun çözüme kavuşmasının Türk-Ermeni ilişkilerini düzeltebileceğini ve Türk firmalarının Dağlık Karabağ’ın ekonomik kalkınmasına yardım edebileceklerini söylemişti.[66] Ancak Ermenistan Dışişleri Bakanlığınca, Türkiye’nin barış sürecinde bir rol oynayabilmesi için önce Ermenistan’a karşı olan politikasını değiştirmesi gerektiği ifade olunarak[67] bu öneri kabul olmamıştı.

Görüldüğü üzere Ermenistan Türkiye’nin Karabağ sorununun çözümüne katkıda bulunmasını Ermenistan’a karşı olan politikasını değiştirmesine bağlamakta, diğer bir deyimle Türkiye’den Ermenistan ile diplomatik ilişkiler kurmasını, sınırlarını açmasını ve Azerbaycan’ı desteklemekten vazgeçmesini istemektedir. Sözde soykırımının tanınması hariç tutulursa Ermenistan’ın Türkiye’den bekledikleri esasen bunlardır. Sadece üçlü bir toplantıya katılabilmek için Türkiye’den bu tavizleri vermesini beklemem herhalde gerçekçi değildir.

Oysa sözkonusu üçlü toplantı, Türkiye ile Ermenistan arasında, diplomatik ilişlerin mevcut olmadığı bir zamanda, devamlı ve hatta gerekirse üst düzeyde temaslarda bulunmalarına ve iki tarafı doğrudan ilgilendiren tüm sorunları görüşmelerine imkan verecek ayrıca bunlara Azeri-Ermeni sorunlarını da katarak üç ülke için önemli bir çalışma ortamı oluşturacaktı. Herhalde bu gerçek fark edilmiş olmalı ki Ermenistan Dışişleri Bakanı Oskanyan, Bakanlığı yetkilerinin Cem’in teklifini reddetmelerinden bir kaç gün sonra, bu teklifi ilgi ile karşıladıklarını söylemek gereğini hissetmiştir.[68]

Bu konuda belirtilebilecek diğer bir husus, gerçekleştiği taktirde üçlü toplantıların Minsk Gurubunun yerini almayacağı, bu Gurubun çalışmaları devam ederken bunlara paralel olarak Azerbaycan ile Türkiye’nin Ermenistan ile olan sorunlarına üçlü görüşmeler yoluyla çözüm aramaya çalışılacağıdır.

4.ERMENİ SORUNUNA YENİ BİR YAKLAŞIM
Hukuk yolu Ermeni sorununun özünü, 1915 tehcirinin bir soykırım teşkil edip etmediği oluşturmaktadır. Ermeni yazarlar, tehcirin soykırımı olduğunu tarihi olayları bu yönde yorumlayarak veya bazen, Talat Paşa’ya atfedilen telgraflarda olduğu gibi, olmamış olaylar uydurarak kanıtlamaya çalışırlar. Ermenilerin bu çabaları bilimsel bir incelemeden ziyade bir kamuoyu oluşturma kampanyası niteliği taşımaktadır. Türkiye ise yazarlarıyla, bilim adamlarıyla ve hatta resmi makamlarıyla bu kampanyaya gerektiği şekilde karşı koyamadığı için, sonuçta, özellikle batı dünyasında 1915 olaylarının soykırımı olduğu şeklinde bir kanı yerleşmiştir. Bazı ülke parlamentolarında soykırım hakkında alınan kararların temelinde bu kanı yatmaktadır.

Emekli Büyükelçi ve yazar Gündüz Aktan, son aylarda Radikal gazetesindeki bazı yazıları ile televizyonlardaki söyleşilerinde[69] Batı dünyası soykırım olduğuna ikna edildiğinden tarihi araştırmalar yaparak yürütmeye çalıştığımız mücadelenin yeterli olmadığını, zira yenileceğimiz bir cephede savaşmanın anlamı bulunmadığını, aksine mücadelenin güçlü olduğumuz bir cephede, yani hukuk alanında, verilmesi gerektiğini belirtti.

Soykırım antlaşmasının 9’uncu maddesine göre soykırım hakkında bir devletin sorumluluğuna dair anlaşmazlıklar, tarafların talep etmeleri halinde, uluslararası Adalet Divanına götürülebilir. Ancak Divan, kendi kuruluşundan çok önce vuku bulmuş pek iyi de bilinmeyen, kanıtları genellikle ortada kalmamış olaylar üzerine karar vermeyi uygun bulmayıp talebi reddedebileceğinden, Sayın Aktan konunun Divan yerine Daimi Hakemlik Mahkemesi ile çözümlenmesinin daha uygun olacağı görüşündedir. Bu usule göre tarafların her biri, bir veya iki hakem seçtikten sonra, genellikle tanınmış bir hukukçu olan bir başkan üzerinde mutabık kalmaktadırlar. Böylece kurulan Hakemlik Mahkemesinin kararları iki tarafI da bağlayıcı niteliktedir. Sayın Aktan’a göre, Ermenistan yerine, soykırım hakkında bir kanun çıkarmış olan Fransa’ya Hakemlik Mahkemesine gidilmesinin teklif edilmesi daha doğru olacaktır.

Konu ister Uluslararası Adalet Divanına, ister Hakemlik Mahkemesine götürülsün, uluslararası bir yargı merciinin incelemesi devam ettiği sürece, milli parlamentolar dahil, hiçbir makamın sözde soykırım hakkında karar alması mümkün değildir; alınsa da bunların bir geçerliliği, dolayısıyla bir etkisi olmayacaktır.

Türkiye bu davayı kazanabilir mi? Tarafsız hakim veya hakimler önünde 1915 olaylarının 1948 tarihli Soykırımının önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi hükümlerini ölçüt alarak kanıtlamak mümkün görülmemektedir.

1915 tehcirinin soykırım olmadığının kanıtlanması yönünde Türkiye’de şimdiye kadar yeterli ve etkili sayılabilecek çalışmaların, çeşitli nedenlerle yapılmamış olduğu, bu çalışmalara devam etmek gerekli olmakla beraber, sonuçlanmalarının yıllar alacağı ve bu arada sözde Ermeni soykırımını tanıyan ülkelerin sayısının artacağı dikkate alındığında, bu konuda uluslararası yargı yoluna başvurulması önerisinin, içerebileceği tehlikeleri de dikkate alarak, ayrıntılı şekilde incelenmesinde yarar olduğu kuşkusuzdur.


5.SÖZDE SOYKIRIMINI REDDEDEN ÜLKELER, RUSYA, İSVİÇRE, SLOVAKYA

Fransa’nın sözde soykırımını tanıyan bir kanun kabul etmesinin yarattığı tepkileri yukarıda gördük. Ermeni çevrelerinin bu hususun  diğer ülkeler parlamentolarında kabul edilmesini sağlamak için gayretleri aralıksız sürdü. Ancak bunlar, incelediğimiz dönem içinde, başarıya ulaşamadı.

Rus Duma’sI 14 Şubat 2001 tarihinde Liberal Demokratik Parti (Jirinovski’nin partisi) mensuplarından Aleksey Mitrofanov‘un Ermeni soykırımının görüşülmesi hakkındaki önerisini reddetti. Bu konuda söz alan Uluslararası İlişkiler Komitesi Başkanı Dimitriy Rozogin bu önerinin Türk-Rus ilişkilerini bozacağını belirtti.[70] Bu vesileyle Rus Duma’sının 14 Nisan 1995 tarihinde "1915-1922 yılları arsında Ermenilerin imhasını gerçekleştirenleri tatbih" eden ve "Ermeni halkına derin sempati" duyulduğunu ve "24 Nisan’ın soykırım kurbanlarının anımsanması gün. olarak kabul" edildiğini belirten ve ilke olarak halen de yürürlükte olması gereken bir karar
kabul etmiş bulunduğunu hatırlatalım.[71]

Ermeniler bir süreden beri sözde Ermeni soykırımının İsviçre tarafından tanınması için gayret sarf etmektedirler. Bu konuda 1995 yılında beş bin imza toplanarak İsviçre parlamentosuna başvurulmuş ancak Hükümetin olumsuz görüşü üzerine sonuç alınamamıştı. 1998 yılında yapılan bir diğer girişim de başarıya ulaşamamıştı.

6 Haziran 2000 tarihinde eski Türk vatandaşI Rum asıllı Josef Zisyadis, Sosyalist Partiden dört milletvekili ile birlikte, sözde soykırımının tanınması için İsviçre Hükümetine başvurmuş, Hükümet ise bu konunun milli parlamentoda değil uluslararası bir platformda tartışabileceğini belirterek olumsuz görüş bildirmiş ancak Zisyadis ve yandaşları konunun Ulusal Meclis gündemine alınmasını sağlamışlardı.[72]

Ermeni soykırımının İsviçre tarafından tanınmasını öngören bir karar tasarısı 13 Mart 2001 tarihinde İsviçre parlamentosunda görüşüldü ve 73’e karşı 70 oyla reddedildi.[73]

Bir Türk gazetesine göre İsviçre Dışişleri Bakanı Joseph Deiss "Bizler böyle şeyleri bilmiyoruz ve de inanmıyoruz. Ayrıca Türkiye ile olan ilişkilerimizi de 87 yıl önce olduğu iddia edilen, aslı bilinmeyen bir olay için bozmak istemiyoruz. Sizleri sağduyuya davet ederek isteğin reddedilmesini öneriyorum" demişti.[74] Bir İsviçre Haber Ajansı ise bu konuda Joseph Deiss’in daha önce İsmail Cem’e, Türk Tarihinin bu bölümünün tabu olarak kalmaması gerektiğini, İsviçre’nin Türkiye’ye tarihi üzerine eğilmesi için yardım etmeye hazır olduğunu söylediğini ancak cevap alamadığını yazdı. Önerge sahibi Josef Zisyadis ise ileride bu kanunun tekrar gündeme geleceğini belirtti.[75] Sözkonusu önergenin çok az bir farkla reddedilmiş olduğu dikkate alındığında, ilk uygun fırsatta, bu konunun tekrar İsviçre Parlamentosunun gündemine geleceğini ve bu kez kabul edilme şansının daha fazla olacağını düşünmek yanlış olmayacaktır.

Ermeni Noyan Tapan (Nuhun Gemisi) Ajansının, Slovakya Cumhurbaşkanlığı kaleminden alınan bir mektuba dayanarak verdiği "Slovakya soykırımını değil, katliamları tanıyor" başlıklı bir habere göre Slovakya’nın geçmiş olayların değerlendirmesini desteklediği, Birinci Dünya Savaşı sırasında Küçük Asya’nın doğu bölgelerindeki Ermenilerin, Rusya’ya sempati duydukları gerekçesiyle, Türkler tarafından Suriye çöllerine sürüldüğü ve bu d.nemde 1 ila 1.5 milyon Ermeni’nin öldüğü, ancak bu olayları tanımlama görevinin tarihçilere ait olduğu bildirilmiştir.

Görüldüğü üzere Slovaklar 1 ilâ 1.5 milyon Ermeni’nin öldüğü varsayımını kabul etmekte ancak bu olayları soykırımI olarak tanımlamamakla Ermenileri memnun edememektedirler.


6.BAŞKAN W.BUSH' UN 24 NİSAN 2001 TARİHİNDE YAYINLADIĞI MESAJ

ABD’de 2000 yılı başkanlık seçimlerinden önce Amerika Ermeni Ulusal Komitesi ilgilileri başkan adayları George W. Bush ve Al Gore’a birer mektup göndererek, seçildikleri taktirde Ermeni sorunları ve özellikle sözde soykırım hakkında tutumlarını açıklamalarını istemişlerdi.

Al Gore Ermenilere karşı bir taahhüde girmeyen ve soykırım sözcüğünü içermeyen bir cevap vermişti. Buna karşın George W. Bush 19 Şubat 2001 tarihli cevabında 20. asarın şiddet, toplu katliam ve soykırım ile dolu olduğunu, Ermenilerin geçen asırda bu acımasız durumu ilk yaşayan halk olduğunu tarihin kaydettiğini belirttikten sonra "Ermeniler bir soykırımsal (genocidal) kampanya’ya maruz kalmışlardır" demişti. Bush aynı mektubunda "Eğer başkan seçilirsem milletimizin Ermeni halkI trajik ızdıraplarının gerektiği gibi tanımasını sağlayacağım" şeklinde bir taahhütte de bulunmuştu.

George W. Bush başkan seçildikten sonra Amerikan Ermeni Ulusal komitesi kendisine bir mektup göndererek tebriklerini bildirmiş ve soykırım konusunda "Açıkça ve şüpheye yer vermeyecek şekilde Ermeni soykırımının soykırım olarak tanımlayarak sözünüze sadık kalmanızı bekliyoruz" ifadelerinde bulunmuştur.[76] Ayrıca ABD’deki Ermenilerden Başkan Bush’a bu konuda yüz binlerce mesaj gönderildiği sözkonusu Komite sözcüleri tarafından ifade edilmiştir.[77]

Ermenileri bu kadar heyecana sevk eden husus, ABD başkanlarının seçim kampanyalarında verdikleri sözleri sonraları pek tutamamalarıdır. Bush Hükümetinin stratejik nedenlerle Türkiye ile iyi ilişkiler içinde olmaya özen göstermesi de Ermenilere endişe vermiştir. Hatta bir Ermeni yazar Bush’un Ermeni Ulusal Komitesine gönderdiği 19 Şubat 2000 tarihli mektubun taahhüt içeren cümlesinde soykırım sözcüğünün bulunmayıp sadece "trajik izdiraplar"dan söz edilmesinden ve Ermenilerle ilgili olarak soykırımdan değil "soykırımsal kampanya"dan bahsetmesinden şüpheye düşmüştür.[78]

Nitekim Başkan Bush 24 Nisan 2001 münasebetiyle yayınladığı mesajda "soykırım" ve hatta "katliam" kelimelerini kullanmamış ve olayları "öldürmeler" olarak nitelendirmiştir.

Amerika Ermeni Milli Komitesi bu konuda yaptığı bir açıklamada, seçim kampanyası sırasında çeşitli vaatlerine rağmen Başkan Bush’un Türkiye’nin Ermenilere karşı uyguladığı soykırımını açık ve tereddütte yer bırakmayacak ifadelerle belirtmemiş olmasından derin düş kırıklığı duyulduğunu Başkan’ın Amerikan temel ilkelerini Türk Hükümetinin isteklerine tâbi kılmasının vahim bir hata olduğunu bu yerine getirilmeyen vaadin, Başkan’ın, Karabağ sorunu gibi, bir çok sorun için inanırlığını tehlikeye düşürdüğünü bildirmiştir.[79]


7.BAŞKAN KOÇARYAN' IN DURUMUNUN KUVVETLENMESİ
1999 Ekim ayında Ermeni Parlamentosunda yapılan suikast sırasında ülkenin güçlü iki siyasi lideri olan Meclis Başkanı Karen Demirciyan ile Başbakan Vazgen Sarkisyan’In öldürülmelerinden sonra, siyasi alanda Koçaryan’a rakip olabilecek kişilerin başında, vaktiyle Başbakanlık da yapmış olan Milli Demokrat Partisi Başkanı Vazgen Manukyan gelmekteydi. Ancak bu partinin Şubat ayı başında yapılan kongresinden sonra bazı üyelerin istifa etmeleri adı geçenin durumunun zayıflamasına yol açtı.

Diğer yandan Koçaryan’ın Erivan Belediye Başkanını görevden almasının ardından halen iktidarda olan Ermenistan Cumhuriyetçi Partisinin bazı üyelerinin istifa etmeleri de bu partinin Başkanı olan Başbakan Manukyan’ın durumunu sarstı.

Vazgen Serkisyan’ın öldürülmesinden sonra, sırf onun kardeşi olduğu için Başbakanlığa getirilen Aram Sarkısyan da, geçen Mayıs ayında görevden alınmasından sonra, siyasi alanda ciddi bir varlık gösteremedi.

Ermenistan içinde ciddi bir siyasi güç olan ve 27 Ekim 1999 suikastından sonra Koçaryan’a karşı başlıca muhalefeti sürdüren Karabağ eski muharipler birliği Yerkrapah, 2000 yılı içinde bazı anlaşmazlıklar sonucunda çeşitli kollara ayrılarak etkinliğini kaybetti.

Kısaca Koçaryan, Ermenistan’ın ekonomik sorunlarının çözümü alanında bir başarı kazanamamış olmakla beraber, rakiplerini saf dışı bırakmakta gösterdiği beceri nedeniyle halen Ermenistan’ın iç siyasetine tamamen hakim görülmektedir.

Diğer yandan Koçaryan’ın herhangi bir muhalefete fazla tahammül edemediği ve gerekirse kuvvet kullanarak susturma yolunu denediği de müşahede edilmektedir. Bunun en son örneğini Ermeni asıllı Rus uyruklu işadamI Arkadi Vardanyan’a yapIlan muamele oluşturmaktadır. Adıgeçen, geçen Ekim ayında Koçaryan aleyhine bazı mitingler düzenlenmesine öncülük etmişti. Sudan bir bahane ile tutuklanarak hapise atılmış, büyük servetinin yardımıyla lehine oluşturduğu bir kampanyaya rağmen yargılanmadan dört ay hapiste kalmış ve sonra sağlığının bozulmuş olması nedeniyle, hapisten çıkarılmıştır.

Diğer yandan şu anda iç siyasette rakibi bulunmayan Koçaryan’ın dış politika alanında bazı sıkıntılarla karşılaştığı ve ciddi eleştirilere muhatap olduğu görülmektedir. Türkiye’den tazminat veya toprak istemek için hukuki dayanak bulunmadığına dair sözlerinin yarattığı tepkileri yukarıda gördük. Karabağ konusunda ise, bu bölgenin Ermenistan’a bağlanması veya bağımsız olmasından dışında başka bir çözüme razı olursa buna sadece Taşnak‘lardan değil, Karabağ’lılardan ve Millet Meclisinin birçok üyesinden şiddetli itirazlar gelmesi ve Koçaryan’ın ciddi bir siyasi bunal İmla karşılaşması olasıdır. Koçaryan için güçlük Karabağ sorununun çözümü için mevcut önerilerin hiçbirinin bu bölgenin Ermenistan’a ilhakını veya bağımsızlığını öngörmemesidir.

[1] Milliyet, 30.05.1998.
[2] Hürriyet, 3.06.1998.
[3] Sabah, 3.06.1998.
[4] Milliyet, 4.06.1998.
[5] Le Monde, 14-15.06.1998.
[6] Milliyet, 12.06.1998.
[7] Le Monde, 18.01.2001.
[8] Le Monde, 8.11.2000.
[9] Bkz. Belgeler.
[10] AFP., 8.11.2001.
[11] Reuters, 8.11.2000.
[12] La Lettre de l’UGAB, 18.11.2000.
[13] La Lettre de l’UGAB, 16.12.2000.
[14] T.B.M.M. Tutanakları, 9.01.2001. Bkz. Belgeler.
[15] Sabah, Türkiye, Cumhuriyet ve Milliyet gazeteleri bu rakamı 51, Akşam ve Hürriyet gazeteleri ise 50 olarak vermektedir. 19.01.2001.
[16] Hagkakan Zamanak,19.01.2001.
[17] Bkz. Belgeler.
[18] Bkz. Belgeler.
[19] Hürriyet, 18.01.2001.
[20] Hürriyet, 20.01.2001.
[21] Dışişleri Bakanlığının 19 Ocak 2001 tarihli ve 11 sayılı basın bildirisi.
[22] Hürriyet, 24.01.2001.
[23] Akşam, 21.01.2001.
[24] Yeni Şafak, 20.01.2001.
[25] Akşam, 20.01.2001.
[26] Radikal, 20.01.2001.
[27] Cumhuriyet, 20.01.2001.
[28] Akşam, 21.01.2001.
[29] Hürriyet, 21.01.2001.
[30] Hürriyet, 21.01.2001.
[31] Hürriyet, 21.01.2001.
[32] Hürriyet, 5.02.2001.
[33] Bu ilke Türk Ceza Kanununun birinci maddesinde şu şekilde yer almıştır: "Kanunun sarih olarak suç saymadığı bir fiil için kimseye ceza verilemez. Kanunda yazılı cezalardan başka bir ceza ile kimse cezalandırılamaz."
[34] Cumhuriyet, 21.02.2001.
[35] Zaman, 21.02.2001.
[36] Posta ve Hürriyet, 1.02.2001.
[37] Le Figaro, 19.02.2001.
[38] Asbarez Online, 1.02.2001.
[39] California Courrier Online,
[40] AWOL, 24.02.2001.
[41] Asbarez Online, 21.02.2001.
[42] Asbarez Online, 26.02.2001
[43] Groong, 23.02.2001.
[44] Massis Weekly Online, 17.02.2001.
[45] RFL/RL Newsline, 12.03.2001.
[46] Zaman, 15.03.2001.
[47] RFE/RL Armenia Report, 15.03.2001.
[48] RFE/RL, 19.03 2001.
[49] RFE/RL Caucasus, 22.02.2001.
[50] Azerbaijan News Service, 22.02.2001 ve RFE/RL Armenia Report, 21.02.2001.
[51] RFE/RL Armenia Report, 12.12.2000.
[52] Reuters, 24.02.2001.
[53] Asbarez Online, 5.03.2001.
[54] Reuters, 6.03.2001.
[55] RFE/RL American Report, 10.03.2001.
[56] Birlik Dünyası, 6.03.2001.
[57] Golos Armeni, 6.03.2001.
[58] Reuters, 14.03.2001.
[59] Armen Press: Political, 09.04.2001.
[60] Asbarez Online, 10.04.2001.
[61] Asbarez Online, 20.03.2001.
[62] Cumhuriyet, 18.2.2001.
[63] La Lettre de l’UGAB, 24.02.2001.
[64] Zaman, 18.02.2001.
[65] Zaman, 18.02.2001.
[66] Cumhuriyet, 13.12.2001.
[67] AFP., 13.12.2000.
[68] ITA-TASS ve BBC, 23.02.2001.
[69] Sayın Aktan’ın özetlemeye çalıştığımız görüşleri TV 8 televizyonunda 4.02.2001 tarihinde Murat Özçelik ile yapmış olduğu bir söyleşiden almıştır.
[70] RIA News Agency, Moskow, 14.02.2001.
[71] Kararın tam metni için bkz. www.armenian-genocide.org/affirmation/duma.95htm.
[72] Cumhuriyet, 8.02.2001.
[73] RFE/RL Armenia Report, 13.03.2001.
[74] Milliyet Internet, 14.03.2001.
[75] Schweiezerische Depeschenagentur AG, 13.02.2001.
[76] Groong, ANCA Cogratulates George W. Bush, 19.12.2000.
[77] Ntvmsnbc, 15.02 2001.
[78] Tatul Sonentz-Papazian: The Semantics of Denial, AWOL,3-9.02.2001.
[79] Groong, Press Release Armenian National Assembly of America, 24.04.2001.

Avrasya İncelemeleri Merkezi Başkanı 
oelutem@avim.org.tr
ERMENİ ARAŞTIRMALARI, Sayı 1, Mart-Nisan-Mayıs 2001


..