5 Kasım 2014 Çarşamba

LOZAN KONFERANSI'NDA ERMENİ SORUNU BÖLÜM 2


LOZAN KONFERANSI'NDA ERMENİ SORUNU  BÖLÜM 2


Lord Curzon’un bu sözleri, hâlâ karşılarında ezik Osmanlı diplomasinin temsilcilerinin yerine, yeni bir devletin temsilcilerinin ve yeni bir anlayışının bulunduğunun kabul edilmek istenmediğinin tipik bir kanıtıdır. Aynı gün Amerikalılar da İsmet Paşa’yı ziyaret etmişler ve onlar da Ermeni yurdu isteklerini dile getirmişlerdir. Bu istek de İsmet Paşa tarafından kesin olarak reddedilmiştir (Şimşir 1990: 216).

İsmet Paşa, Lord Curzon’un bu tehdit kokan konuşmasına ertesi gün, 14 Aralık 1922’de cevap verme gereğini duymuş ve öncelikle Lord Curzon’un kullandığı uslûbun kendisini üzdüğünü ifade etmiştir. Türkiye’deki Ermenilerin bütün kitaplarda 1.290.000 – 1.500.000 arasında gösterildiğini ve Kilikya’yı terk edenlerin, Ermeni komiteler tarafından zorla çıkarıldıklarını ağlayarak anlattıklarını dile getirmiştir (Bilsel 1933: 279). Lord Curzon’un “Türkiye kadar büyük bir memlekette Ermenilere bir köşe bulunamaz mı?” şeklindeki sorusuna İsmet Paşa “Memleketleri Türkiye’den çok büyük devletler vardır, hem de bizden yeni ayrılan yerlerde çok geniş yerler vardır. Türk kalan ülke, hiç parçalanma kabul etmez bir küldür. Şark vilâyetlerinde ve Kilikya’da Türk ahali yurtlarını ecnebî istilâsına karşı, hesapsız fedakârlıklarla müdafaa etmişlerdir. Yerlerini hiç kimseye vermezler” şeklindeki sözlerle cevaplandırmıştır (Bilsel 1933: 279-280; Karacan 1943: 135-136).

İsmet Paşa, Lord Curzon’un kendi ellerinin temiz olduğu ve bu yüzden de Milletler Cemiyetinden korkularının olmadığına dair sarf ettiği sözlere karşılık olarak, Türkiye’nin Milletler Cemiyetinden korkusunun olmadığını, asıl olarak hiçbir memlekete saldırmayan ve tahrip etmeyen Türklerin ellerinin temiz olduğunu sert bir uslûpla dile getirmiş ve Milletler Cemiyetine barışın imzalanmasından sonra girileceğini ifade etmiştir (İnönü 1987: 85; Bilsel 1933: 280). İsmet Paşa’nın şiddetle karşı çıkması ve kararlı tutum karşısında Lord Curzon yumuşamış ve bunu diğer devletlerin temsilcileri takip etmiştir. İsmet Paşa’nın yapmış olduğu açıklamalardan tatmin olduklarını beyan eden İtilâf Devletleri temsilcileri konunun tali komisyona gönderilmesini kabul etmişlerdir (Karacan 1943: 137).

Daha önce de değinildiği gibi, Ermenilerle ilgili olarak resmî oturumların dışında da yoğun bir faaliyet söz konusuydu. Bunlardan biri Fransızların, İsmet Paşa’nın kaldığı otele Ermeni yurdu ile ilgili bir propaganda bildirisi asmalarıdır. “Ermenistan İçin Konferansa Çağrı” başlığını taşıyan bu bildiride İtilâf Devletlerinin Türk Ermenistan’ını (!) kurtarmak için savaş ilân ettiklerini, 1.200.000 Ermeni’nin öldüğünü, 600.000’den fazla Ermeni’nin göçmen olarak evsiz barksız, dağınık bir biçimde yaşadığı öne sürülmekte ve vakit geçirilmeksizin bir Ermeni millî yurdu kurulması istenmekteydi (9).

Gayriresmî çabaların bir başkası ise İsviçreli bir profesöre aittir. İsviçreli profesörün başkanlığında İsmet Paşa’yı ziyaret eden heyet, sözü yine Ermeni konusuna getirmiş ve İsmet Paşa’nın açıklamalarından pek tatmin olmamıştır. Profesörün “Ermeni yurdu istiyoruz. Ermenilere bir yer ayıracaksınız, içeride ve dışarıda bulunan orada yerleşecekler, böylece memleketiniz içinde bir Ermeni yurdu husule gelecek” şeklindeki konuşması karşısında İsmet Paşa, bu kez sertleşmiş ve “Haksız bir şey istiyorsunuz. Sizin istediğiniz Türkiye’nin insanları arasında ahengin kurulması değil, bunun bozulmasıdır. Zihniyetiniz vatandaşlar arasında ahenk olmamasını isteyen bir istikamettedir. Fena yoldasınız. Muvaffak olamazsınız. Bana memleketin bölünmesini teklif ediyorsunuz. Biz memleketimizi parçalanmaktan kurtarmak için bütün Cihan Harbi boyunca uğraştıktan sonra, dört sene daha uğraşmışızdır. Sizin cemiyetinizin yapacağı mücadele, bizim yendiğimiz devletler ve güçlükler yanında çok ehemmiyetsiz kalır. Çok az gelirsiniz.” diyerek İsviçreli profesörü kovmuştur (İnönü 1987: 82).

Bu arada "Ermeni yurdu" sorununun tali komisyonda ele alınması yoluna gidilmiştir. 23 Aralık 1922’de tali komisyonda gündeme gelen Ermeni yurduyla ilgili olarak Ermenilerin konuşturulması isteğine Türk temsilci Dr. Rıza Nur şiddetle karşı çıkmış ve Türk heyetinin buna hazır olmadığını bildirmiştir. Rıza Nur, Müttefiklerin Ermenileri dinleyebileceğini, ancak bunun konferans zabıtlarında yer alamayacağını söyleyerek oturumu terk etmiştir (Bilsel 1933: 287).

Noradunkyan Hadisyan, Paşalıyan ve Aharonyan Efendilerinden oluşan Ermeni heyeti, Türk tarafının bulunmadığı tali komisyonda 26 Aralıkta söz alabilmiştir. Ermenilerin yurt isteklerini bir kez dile getirdikleri bu konuşmalarda, Ermeni yurdunda asker toplamanın serbest olması ve Patrikhanenin bağımsız kalması yönünde yeni görüşler de ortaya koymuşlardır (Uras 1976: 731-737).

Bu arada İngiliz basınında Ermeni sorunu dâhil, hemen hiçbir konuda ilerleme kaydedilmemesi, Türklerin aşırı şekilde kibirli, fanatik ve hatta küstahlığı ile Sovyet tahriklerine bağlanmıştır. Ayrıca Batılı devletlerle anlaşmaya yanaşmayan II. Mahmut dönemindeki Navarin Baskını hatırlatılarak, örtülü bir tehdit gündeme getirilmiştir. Tehdit ve bir anlamda hakaret dolu yazı, şu ilginç cümleyle sona ermiştir: “Bu günkü koşullar, 1827 yılıyla aynı değildir, fakat o yılda verilen ders bugün Ankara, İstanbul ve Lozan’da da dikkate alınmalıdır” (The Times: 28. December 1922).

Tali komisyonun 30 Aralık 1922 tarihli toplantısında Amerikalı temsilci, Fransız temsilci Montagna ve İngiliz temsilci Rumbold yapmış oldukları konuşmalarda Ermeni yurdu isteklerini bir kez daha tekrarlamışlarsa da, Türk tarafını yumuşatamamışlardır (Meray 1969: 242). Tali komisyon Ermeni sorunuyla ilgili olan azınlıklar son toplantısını 6 ocak 1923 tarihinde yapmıştır. Fransız temsilci Montagna ve İngiliz temsilci Sir Horace Rumbold’un Ermeni yurdu kurulması yönündeki isteklerini tekrar ettikleri konuşmalar sonrasında söz alan Dr. Rıza Nur “İtilâf Devletleri Ermenileri kendilerine siyasî âlet yapmışlar, ateşe saldırmışlardır. Kendi devletleri aleyhine isyan ettirmişlerdir. Bunun neticesi onların te’dibi olmuştur. Tedip ile sari hastalık, açlık ve hicret ile kırılmışlardır. Bunun bütün mes’uliyeti bize değil, İtilâf Devletlerine aittir. Ermenilere mükâfat lazımsa siz verin!.. El malı ile dost kazanılmaz. Ermeniler mazlum imiş, onlara yurt, istiklâl verilmeliymiş. Biz bunlara kaniiz. Ancak dünyada mazlum millet bir tane değildir. Mısır hürriyeti için birkaç defadır ve daha dün kan içinde çalkalandı. Hindistan, Tunus, Cezayir, Fas hürriyetini, yurdunu istiyor. Hatta İrlandalılar yurtları, istiklâlleri için kaç asırdır, ne kadar kan döktüler? Siz bunlara istiklâllerini, yurtlarını verin, biz de derhâl verelim” şeklindeki konuşması sonrasında oturumu terk etmiştir (Nur 1968: 1063).

Rıza Nur’un bu tavrı İngiltere’de “Türklerin huysuzluk gösterisi” olarak değerlendirilmiştir. Sir Horace Rumbold’un, Türkiye’nin nüfusu içinde çok az bir çoğunluğa sahip azınlık toplumuna (Ermeniler) çok az bir arazinin yurt olarak bırakılmasının zor olmayacağı ve bunun içinde Ermenilere Kilikya’da deniz ile Fırat arasında 200.000 – 300.000 kişiyi barındırabilecek bir arazinin verilmesini önermesi son derece masum bir istek olarak ele alınmıştır. Dr. Rıza Nur’un bu istekleri protesto ederek oturumu terk etmesi ise, bir huysuzluk ve nezaketsizlik olarak değerlendirilmiştir (The Times: 8 January 1923. a).

Türk temsilcilerin zaman zaman diplomatik kuralları da hiçe sayarak "Ermeni yurdu" konusunda göstermiş oldukları kararlılık, Batılılar tarafından genelde bir inatçılık ve kendilerine hakaret olarak görülmüş, hatta bu nedenle İtalyan ve Fransız temsilcilerin Türklere karşı kesin bir cephe oluşturdukları yorumları yapılmıştır (The Times: 8. January 1923. b).

Fransız ve İtalyanların Türklere karşı oluşturmuş oldukları cephe de Türk heyetinin görüşünü değiştirmemiştir. Özellikle İngilizlerin Boğazlar konusunda, kendi lehlerinde ilerlemeler görmelerinin de etkisiyle, Türk tarafının kesin tavrı karşısında Batılı devletlerin temsilcileri de, zaten kendileri için hayatî bir önem taşımayan Ermeni Sorununda yumuşamışlar ve ısrarlarından vazgeçmişlerdir. Bu konuda İsmet Paşa’nın konuştuğu bir İngiliz yetkilinin “İsmet Paşa! Senelerce çok şeyler söyledik, çok şeyler vaat ettik. Bütün dünyada çok taahhüt altına girdik. Şimdi bunlara son verirken, bu kadar merasim yapılmasını neden yadırgıyorsun?” (İnönü 1987: 85) şeklindeki sözleri Batılıların Ermeni sorununa bakışlarını ve bu sorunu ne kadar gündemde tutabileceklerini göstermesi açısından önemlidir.

Ermeni Sorunu tali komisyonda son olarak 9 Ocak 1923’te hazırlanan bir raporla gündeme getirilmiştir. Bu raporda İtilâf Devletleri iki önemli taviz verdikleri görülmüştür. Buna göre Batılılar, Gayrimüslimlerin korunmasıyla ilgili isteklerinden vazgeçmişler ve Milletler Cemiyetinin İstanbul’da temsil edilmesi fikrini terk etmişlerdir. Yine Türk tarafının geniş kapsamlı bir genel af ilânını ve azınlıkları askerlik görevinden muaf tutmayı reddetmesine de itiraz edilmemiştir (Sonyel 1986: 317). Tali komisyonun raporunun İsmet Paşa ve Lord Curzon tarafından kabul edilmesinden sonra Lozan’da Ermeni konusu bir daha resmî görüşmelerde gündeme gelmemiş ve doğal olarak da antlaşmaya bu konuyla ilgili herhangi bir hüküm girmemiştir (Gürün 1983: 304).

Ermeni konusundaki uzlaşma konferansın tıkanmasını önleyememiştir. Musul Sorunu, kapitülasyonlar, borçlar, savaş tamiratı bedeli ve Karaağaç gibi sorunların çözümlenmemesi sonucu konferans 4 Şubat 1923’te kesintiye uğramıştır.

Diplomatik çabalar sonucunda 23 Nisan 1923’te başlayan ikinci dönem görüşmelerine, İngiltere’nin -Boğazlar ve Musul Sorunlarında istediklerini almış olmanın rahatlığıyla- eskisi kadar önem vermemesi Türk tarafını rahatlatmıştır. İngiltere’nin zorluk çıkarmadığı bir konferansın Türkiye için daha kolay geçeceği bir gerçektir.

İkinci dönem görüşmelerinde Ermeni sorunu resmî ya da gayriresmî yollardan hemen hemen hiç gündeme gelmemiştir. Bu Batılı devletlerin Ermeni sorunu yüzünden konferansın kesilmesini göze alamadıklarını göstermesi açısından önemlidir. Bir başka deyişli Batılılar yıllardır savundukları ve gündemde tuttukları bir konu için ilk dönem görüşmelerinde son bir merasim düzenlemişler ve konuyu şimdilik kendi çıkarları açısından kapatmışlardır.

Bununla birlikte, Lozan Konferansının ikinci döneminde taraflar arasındaki çekişmelerden başka, Sovyet temsilcisi Vorovski’nin öldürülmesi ve İsmet Paşa ile ilgili suikast söylentileri konuşulmuştur. Birinci dönem görüşmelerinden hayal kırıklığı ile ayrılan Ermeniler, faaliyetlerini daha önce de olduğu gibi bir kez daha yasal yolların dışına çıkararak, İsmet Paşa ve diğer Türk temsilcilere suikast çabalarına yönelmişlerdir.

Ermenilerle ilgili suikast söylentileri, Sovyet Vorovski’nin Lozan’da öldürülmesinden sonra daha ciddiye alınmaya başlanmıştır. Bu konuda Heyet-i Vekili Reisi Rauf Bey Ankara’dan çektiği telgrafla İsmet Paşa’yı uyarmıştır. Rauf Bey 14 Mayıs 1923 tarihli telgrafında Taşnak ve Hınçak üyesi olan iki Ermeni grubunun Lozan’a geçtiklerini bildirmiş ve dikkatli olunmasını tavsiye etmiştir (Şimşir 1994: 307). Rauf Bey aynı yöndeki bir başka telgrafı Paris temsilciliğine de çekmiştir. Bu telgraflarda Çerkes Ethem’in de Lozan’a geçtiğinin bildirilmiş olması oldukça ilginçtir (Şimşir 1994: 309).

Konuyla ilgili olarak Türkiye’deki gazetelerde de haberler çıkmış ve uyarıcı yazılar yayınlanmıştır (Kutay 1956: 44-52). Türk basınının yanı sıra dünyadaki diğer basın-yayın kuruluşlarında da benzer haberlerin alınması üzerine İsviçreli yetkililer İsmet Paşa ve Türk heyetiyle ilgili koruma tedbirlerini artırmışlardır (Kutay 1956: 52-53). Daha önceki yıllarda Talat Paşa’nın Berlin’de, Cemal Paşa’nın da Tiflis’te Ermeniler tarafından öldürülmüş olması ve Sovyet temsilci Vorovski’nin bir rejim muhalifi tarafından öldürülmesi suikast iddialarına ciddiyet kazandırmıştır.

Bu arada İsviçreli yetkililerin İsmet Paşa’ya tahsis edilen otomobildeki Türk bayrağının indirilmesi yönündeki teklif, İsmet Paşa tarafından hemen reddedilmiştir (Karacan 1943: 316). Alınan tedbirler sonucu ikinci bir Vorovski olayı yaşanmamış ve Ermeni komitacılar ortalıkta görünmemişlerdir.

Lozan Barış Konferansında diğer konularda da uzlaşma sağlanmasıyla birlikte antlaşma 24 Temmuz 1923’te imzalanmıştır. Antlaşma metninde Ermenilerle doğrudan ilgili herhangi bir hükme yer verilmemiştir. Türkiye’de yaşayan veya yaşamak isteyen Ermenilerin durumuna genel bir ifadeyle uyruklukla ilgili bölümde değinilmiştir. Lozan Antlaşmasının Türkiye’nin dışında kalan ve ülkeye dönmek isteyen Ermenileri de ilgilendiren 31. maddesi şu şekildedir: “18 yaşını geçmiş olup da 30. Madde hükümleri (10) uyarınca Türk uyrukluğunu yitiren ve kendiliğinden yeni bir uyrukluk kazanan kişiler, işbu antlaşmanın yürürlüğe konulduğu günden başlayarak, iki yıllık süre içinde Türk uyrukluğunu seçmek hakkına sahip olacaklardır” (Soysal 1983: 94-95).

Antlaşmanın dolaylı da olsa Ermenileri ilgilendiren 32. maddesi ise aynen şöyledir: “İşbu antlaşma gereğince Türkiye’den ayrılan topraklarda yerleşmiş ve bu topraklardaki halkın çoğunluğundan soy bakımından ayrı olan 18 yaşını geçmiş kişiler, bu antlaşmanın yürürlüğe konulması gününden başlayarak iki yıllık süre içinde, halkın çoğunluğu kendi soyundan olan devletlerden birinin uyrukluğunu, o devletin izni koşuluyla seçebileceklerdir” (Soysal 1983: 94).

Antlaşmada azınlıklarla ilgili hükümler de Türkiye’deki Ermenileri ilgilendirmektedir. Bunlardan biri 39. Maddedir. Buna göre Müslüman olmayanlar Müslüman olanlarla özdeş, medenî ve siyasal haklardan yararlanabileceklerdi. Yine Türkiye’nin tüm halkı, din ayırt edilmeksizin, yasa önünde eşit olacaktı (Soysal 1983: 95).

Lozan Konferansı sırasındaki görüşmelerden ve daha sonra imzalanan antlaşmada yer alan hükümlerden de anlaşıldığı gibi, Türkiye açısından Ermeni Sorunu gerek ulusal plânda, gerekse uluslar arası alanda kapanmıştır.

Sonuç

20 Kasım 1922 - 24 Temmuz 1923 tarihleri arasında iki dönemde cereyan eden Lozan Konferansı, yüzyıllardır devam eden bazı sorunları çözüme kavuştururken, günümüze değin devam eden bazı sorunlara da kaynaklık teşkil etmiştir. Bazı sorunlar ise çözümlenmiş olmakla ya da çözümlendiği sanılmakla birlikte, sonraki dönemlerde yeniden güncelleşmiş ve nitelik değiştirerek uluslar arası diplomaside yerini almıştır. Ermeni sorunu da Lozan’da çözümlenen ya da çözümlendiği varsayılan sorunlardan biridir.

Ermeni sorunu ağırlıklı olarak Lozan Konferansının birinci döneminde gündeme gelmiş ve sert tartışmalara neden olmuştur. Sorun konferans boyunca üç farklı boyutta ele alınmıştır. Öncelikle Türkiye’deki Ermenilerle Ermenistan’daki Türklerin mübadelesi ele alınmıştır. Anadolu’daki Rumlar gibi Ermenilerin de mübadele kapsamına alınması durumunda yeniden göçmen sorunu yaşanabileceğini düşünen İsmet Paşa, bu konuda TBMM Hükûmetini razı etmiş ve mübadele fazla tartışmaya yol açmadan gündemden kalkmıştır. Ermenilerle gündeme getirilen iki konu soykırım iddialarıdır. Batılı devletlerin temsilcileri bu konuda Türk tarafını köşeye sıkıştırarak, diğer konularda taviz koparmak istemişlerse de, Türk Heyeti belgelere dayanarak iddiaları reddetmiş ve Batılıların elindeki rakamların gerçek dışı olduğunu ileri sürmüştür. Üçüncü ve belki de en ağırlık olarak gündeme getirilen konu ise, Anadolu’da Ermenilere bir yurt verilmesidir. Misak-ı Millî konusunda kararlılık, bu isteğin de gerçekleşme imkânını ortadan kaldırmıştır.

Tüm bu konular, konferans boyunca farklı mekânlarda ve değişik taraflarca gündeme getirilmiştir. Türk Heyeti, Ermeni sorunuyla ilgili olarak bir yandan İtilâf Devletlerinin temsilcileriyle resmî oturumlarda mücadele ederken, resmî oturumlar dışında da Ermeniler, Amerikalılar ve hatta İsviçrelilerle karşı karşıya kalmıştır.

Görüşmeler esnasında, mübadele konusunda yukarıda da bahsedildiği gibi hemen ilk günlerde bir uzlaşma sağlanırken, soykırım iddiaları ve Ermeni yurdu konularında ciddî gerginlikler ortaya çıkmıştır. İtilâf Devletlerinin temsilcileri resmî ve gayriresmî yollardan soykırım ve yurt konularındaki ısrarlarını sürdürmüşlerdir.

Taraflar arasındaki değişik yaklaşımlar doğal olarak farklı rakamların, değişik tarihsel yaklaşımlar da farklı beklentilerin doğmasına yol açmıştır. Batılı devletlerin temsilcilerine göre soykırım (!) esnasında 1.500.000 civarında Ermeni öldürülmüştü ve bu ancak oldukça geniş olan Anadolu’da Ermenilere bir yurt verilmesiyle telâfi edilebilirdi. Türk tarafı ise sevk ve iskân kanununun uygulanması sırasında ve daha önceki yıllarda 300.000 civarında Ermeninin öldüğünü, herhangi bir sistemli soykırım uygulanmadığını ve doğal olarak da Anadolu’nun hiçbir yerinde çoğunluğu oluşturmamış olan Ermenilere yurt verilemeyeceğini dile getirmiştir.

Ermeni konusundaki farklı bakış açısı, aslında konferansın tümüne de yansıyan bir durumdur. Batılı devletlerin kendilerini galip kabul ederek Mondros ve Sevr’e göre düzenleme yapmak istemelerine karşın, Türk tarafı tam zıddı bir anlayışla Misak-ı Millî ve Mudanya’ya göre bir barışın imzalanması için çaba sarf etmekteydi. Lozan’dan günümüze yansıyan belki de en ilginç nokta, 1923’ler ile 2000’ler arasında tarafların yaklaşımları, tezleri ve iddialarında ciddî benzerliklerin bulunmasıdır. Batılı devletler 1923 yılında, Lozan’da Ermenilerle ilgili olarak Türkleri sıkıştırmak için ne yapmışlar ve söylemişlerse, bugün de aynı iddialarda bulunmaktadırlar. Buna karşılık Batılıların iddialarına Türklerin verdikleri cevaplarda da dün ile bugün arasında ciddî benzerlikler vardır. İsmet Paşa ve Dr. Rıza Nur’un Lozan’da öne sürdükleri görüşlerle günümüzde zaman zaman gündeme gelen Ermeni soykırımı iddialarına verilen cevaplar hemen hemen aynıdır. Bu bir anlamda Batılıların hâlâ Sevr’e, Türklerin ise Misak-ı Millî’ye dayandıklarını kanıtlamaktadır. Bütün bunlardan hareketle, Ermeni sorununun tarihsel ve akademik bir sorun olmaktan çok, siyasal ve ekonomik çıkarlar açıdan ele alınana bir sorun olduğu söylenebilir.

Aslında Lozan Konferansı görüşülen tüm konular ve gündeme gelen sorunlar açısından bir bütündür. Batılı devletler bu bütün içinde yer alan kendileri için hayatî önem taşıyan konularda başarı sağlayabilmek ve Türk tarafını tavize zorlamak için Ermeni sorunu gibi kendileri için tali önem taşıyan bir konuyu zaman zaman gündeme getirmişlerdir. Ermeni sorununda yumuşamaları da bu çerçevede ele alınabilir. Bu yumuşamaya, Türklerden karşı bir iyi tavır beklentisi içine girdikleri bir gerçektir. Böylesi bir politikada İngiltere’nin başarılı olduğunu söylemek mümkündür. Çünkü Ermeni yurdu konusu konferansın gündeminden kalkmış, ancak Boğazlar ve Musul konuları İngiltere’nin istediği biçimde sonuçlanmıştır. Bu bir tesadüf olmasa gerek.

Lozan’daki Ermeni sorunu, Batılı devletlerin yeni Türk devleti üzerinde uluslar arası bir baskı oluşturmaları yolunda bir başlangıç teşkil ederken, Türk devleti için de Misak-ı Millî konusunda tavizsizlik ve kararlılık geleneğinin doğmasına yol açmıştır. Ermeni yurdu isteklerine karşı Türk tarafının geliştirdiği tutum, Misak-ı Millî’nin uluslar arası bir konferansta sınanmasına ve uygulanabilirliğinin ölçülmesine olanak sağlamıştır.

Savaştan yeni çıkmış ve yorgun bir ulusun temsilcilerinin toprak bütünlüğü konusunda Lozan’da göstermiş olduğu direniş, antlaşma metnine de yansımış ve Ermenilerle ilgili hiçbir hükme yer verilmemiştir. Böylece Ermeni sorununun sona ermiş olduğu Batılı devletlere de teyit ettirilmiştir.

Notlar

(1) Ayastefanos ve Berlin Antlaşmaları sonunda Osmanlı toprakları üzerinde Romanya, Sırbistan ve Karadağ gibi devletler oluşturulmuştur. Ayrıca Ayastefanos Antlaşmasında büyük bir Bulgaristan devletinin kurulması öngörülürken, Berlin Antlaşmasında bundan vazgeçilmiş, yerine Osmanlı’ya bağlı özerk küçük bir Bulgar prensliği kurulmuştur. Bunların yanı sıra Bosna-Hersek’in de Osmanlı toprağı olduğu kabul edilmekle birlikte, yönetimi Avusturya-Macaristan İmparatorluğuna bırakılmıştır. Teselya ise Yunanistan’a verilmiştir (Karal 1983: 64-66, 76-77).

(2) Osmanlı sınırları içindeki Ermeni cemiyetlerinin ilki 1860’da İstanbul’da kurulan “Hayırsever Cemiyeti”dir. 1860-1878 yılları arasında kurulan Ermeni Cemiyetleri genelde toplumsal nitelik taşımaktadırlar. İhtilâlci nitelik taşıyan ilk cemiyet 1878’de Van’da kurulan “Kara Haç” cemiyeti olduğu söylenebilir (Gürün 1983: 128-129).

(3) Örneğin 1892 yılında toplanan Taşnak kongresinden sonra belirlenen metotlar özetle şunlardır: Çeteler teşkil etmek ve onları faaliyete hazırlamak, her yola başvurarak halkın maneviyatını ve ihtilâlci faaliyetlerini artırmak, halkı silâhlandırmak için her yola başvurmak, ihtilâl komiteleri teşkil ederek aralarında irtibat sağlamak, kavgayı teşvik etmek ve hükûmet yetkililerini, muhbirleri, hainleri ve soyguncuları yıldırmak, insan ve insan nakliyatı için ulaştırmayı sağlamak, hükûmet müesseselerini yağmalamak ve harap etmek (Gürün 1983: 133-134).

(4)  Agop Kazazyan (Maliye), Garabet Artin Davut (PTT ve Bayındırlık), Andon Tıngır (PTT), Oskan Mardikyan (PTT), Berdos Hallacyan (Bayındırlık), Krikor Sinapyan (Bayındırlık), Krikor Agaton (Bayındırlık), Gabril Noradunkyan (Bayındırlık ve Dış işleri) gibi şahıslar bakanlık yapmışlardır. Yine Ohannes Kuyumcuyan, Abraham Eramyan, Manuk Azaryan, Gabriel Noradunkyan ise Ayan Meclisi üyeliği yapmışlardır (Koçaş 1967: 94-95).

(5) Ermeniler Paris Barış Konferansına iki delegasyonla katılmışlardır. Burada verdikleri muhtırada Kafkas Ermeni Cumhuriyeti arazisi ile beraber Kilikya ve yedi ilden oluşan bir bağımsız Ermenistan kurulmasını, bunun devletlerden birinin manda yönetimine verilmesini, ayrıca katliama(!) katılmış olanların cezalandırılmalarını istemişlerdir (Gürün 1983: 249).

(6) İttihatçıların yargılanmalarıyla ilgili olarak geniş bilgi için bkz. Akşin (1976: 197-205).

(7) Sevr Antlaşmasının 88. Maddesi: “Türkiye öteki müttefik devletlerin yapmış oldukları gibi Ermenistan’ı özgür ve bağımsız bir devlet olarak tanındığının bildirir”; 89. Maddesi:”Öteki bağıtlı yüksek taraflar gibi, Türkiye ile Ermenistan da, Erzurum, Trabzon, Van ve Bitlis vilayetlerinde, Türkiye ile Ermenistan arasında sınırın saptanması işini ABD Başkanının hakemliğine sunmayı ve bu konudaki kararını olduğu kadar, Ermenistan’ın denize çıkışı ile sözü geçen sınıra bitişik bütün Osmanlı topraklarının askersizleştirilmesine ilişkin ileri sürülebileceği bütün hükümleri kabul etmeyi kararlaştırılmışlardır”. 230. madde ise “Osmanlı Hükûmeti 1 Ağustos 1914 tarihinde Osmanlı İmparatorluğunun parçası bulunan herhangi bir toprak üzerinde, savaş durumu sırasında işlenen topluca öldürmelerden sorumlu olan ve müttefik devletlerce istenen kişileri kendilerine teslim etmeyi yükümlenir” şeklindedir (Meray-Olcay 1977: 784 vd.)

(8)   Hadisyan’dan alınan bu muhtıranın tam metni için bkz. Uras (1950: 723 vd.)

(9) Bu bildirinin tam metni 19. 12. 1922 tarihli Journal de Geneve’de yayınlanmıştır (Şimşir 1990: 229-230)

(10) Lozan Antlaşmasının 30. Maddesine göre Türkiye’den ayrılan topraklara yerleşmiş Türk uyruklular kendiliğinden ve yerel yasaların koşulları içinde bu toprakların geçtiği devletin uyruğu olacaklardı. (Soysal 1983: 93).



Kaynaklar

AKŞİN, Sina, (1976), İstanbul Hükûmetleri ve Millî Mücadele, I. Cilt, İstanbul, Cem Yayınevi.
ARMAOĞU, Fahir,(2000) "Atatürk Döneminde Türk-Amerikan İlişkileri",Atatürk Dönemi Türk Dış Politikası-Makaleler-, Ankara: Atatürk Araştırma Merkezi Yayınları, 281-297.
ATATÜRK, Mustafa Kemal. (1960), Nutuk, II. Cilt, İstanbul: Türk Devrim Tarihi Enstitüsü Yayınları.
BİLSEL, Cemil, (1933), Lozan, II. Cilt, İstanbul: Ahmet İhsan Matbaası.
GÜRÜN, Kamuran, (1983), Ermeni Dosyası, Ankara: Türk Tarih Kurumu Yayınları
İNÖNÜ, İsmet, (1987), Hatıralar, 2. Kitap, Ankara: Bilgi Yayınevi.
KARACAN, Ali Naci, (1943), Lozan Konferansı ve İsmet Paşa, İstanbul: Türk İnkılâp Tarihi Enstitüsü Yayınları.
KARAL, Enver Ziya, (1983), Osmanlı Tarihi, VIII. Cilt, Ankara,Türk Tarih Kurumu Yayınları
KOÇAŞ, Sadi, (1967), Tarih Boyunca Ermeniler ve Türk-Ermeni İlişkileri, Ankara: Altınok Matbaası.
KUTAY, Cemal, (1956), Lozan’da İsmet Paşa’yı Kim Öldürecekti?, Tarih Konuşuyor: 7, İstanbul: Ercan Matbaası.
MERAY, Seha,(1969), Lozan Barış Konferansı. Tutanaklar. Belgeler, I. Cilt, 2. Kitap, Ankara: A.Ü. Siyasal Bilgiler Fakültesi Yayınları.
MERAY, Seha- OKYAR, Osman (1977), Osmanlı İmparatorluğunun Çöküş Belgeleri, Ankara: A.Ü. Siyasal Bilgiler Fakültesi Yayınları.
NUR, Rıza, (1968), Hayat ve Hatıratım, 3. Cilt, İstanbul: Altıdağ Yayınevi.
SONYEL, Salahi R., (1986), Türk Kurtuluş Savaşı ve Dış Politika, II. Cilt, Ankara:Türk Tarih Kurumu Yayınları.
SOYSAL, İsmail, (1983), Tarihçeleri ve Açıklamaları ile Birlikte Türkiye’nin Siyasal Andlaşmaları, I. Cilt, Ankara: Türk Tarih Kurumu Yayınları.
SÜSLÜ, Azmi, (1995), Türk Tarihinde Ermeniler, Ankara: Kars Kafkas Üniversitesi Yayınları.
ŞİMŞİR, Bilal, (1990), Lozan Telgrafları, I. Cilt, Ankara: Türk Tarih Kurumu Yayınları.
ŞİMŞİR, Bilal, (1994), Lozan Telgrafları, II.Cilt, Ankara: Türk Tarih Kurumu Yayınları.
Talat Paşa’nın Anıları, (1986), Haz. Mehmet Kasım, İstanbul: Say Yayınları.
The Times, “Turkey in Europe”, 13 December 1922.
---, “Clouds at Lausanne”, 28 December 1922.
---, “Turkish Display of Temper an Incident at Lausanne, 8 January 1923.a.
---, “Angora and Lausanne”, 8 January 1923.b.
Türk İstiklal Harbi, (1995), II. Cilt, 6. Kısım, 4. Kitap, Ankara: Genelkurmay Başkanlığı Yayınları.
URAS, Esat, (1950), Tarihte Ermeniler ve Ermeni Meselesi, Ankara: Yeni Matbaası.

Kaynak: KÖK Sosyal ve Stratejik Araştırmalar Dergisi, Cilt II, Sayı 2, (Güz 2000), ss. 209-225

 ..

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder