5 Kasım 2014 Çarşamba

BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞI VE ERMENİ SORUNU KONFERANSI ÜZERİNDE DEĞERLENDİRME

Prof.Dr.Stefanos Yerasimos'un

BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞI VE ERMENİ SORUNU KONFERANSI ÜZERİNDE DEĞERLENDİRME

* Prof. Dr. Yusuf HALAÇOĞLU

Türkiye Bilimler Akademisi (TÜBA) tarafından 20 Mayıs 2002 tarihinde bir konferans düzenlenmiştir. Konuşmacı Türk bilim dünyasının yakından tanıdığı Prof.Dr. Stefanos Yerasimos'tur. Yerasimos Türk Tarih Kurumu'nda 1991'de yayınlanan "Les Voyageurs dans l'Empire Ottoman (XIVe-XVIe siècles)" eseriyle tanınmıştır. Yazar ayrıca Fransız Anadolu Araştırmaları Enstitüsü müdürlüğünde bulundu. Genelde İstanbul, Seyyahlar ve Türkiye ile ilgili çeşitli eserler yayınladı. Yerasimos'un bizzat konuşmasında da belirttiği gibi, Ermenilerle ilgili bir çalışması bulunmamaktadır. Bu nedenle, konuşmacının, TÜBA'nın Ermeni sorunu ile ilgili konferans çağrısını neden kabul ettiğini anlamamız güçtür. Buna karşılık, TÜBA yetkililerinin, belki de yabancı bir bilim adamını konuşturmak düşünceleri, onun çalışma alanı olmadığı bir sahada davetine yol açmış olsa gerektir. Prof. Yerasimos'un konuşması, bilindiği gibi Türkiye Bilimler Akademisi tarafından yayınlanmıştır. Bu yayın üzerinde yaptığım incelemede, konferansta bulunmamaktan üzüntü duyduğumu ifade etmek istiyorum.

Stefanos Yerasimos konferansının hemen başında, "Ermeni sorunu uzmanı olmadığını" ve "bu konuda herhangi bir yapıtının bulunmadığını" belirterek sözlerine başlamıştır. Asıl niyetinin ise bir "görüş alış verişi" olduğunu ifade etmiştir. Buna karşılık, Yerasimos'un konuşması bir bütün olarak değerlendirildiğinde, bir görüş alışverişinden çok bir yargılama ve şartlandırma temeli üzerine oturtulmuştur. Zira hiç araştırmadığı ve eser ortaya koymadığı bir konuda, bir bilim adamı nasıl olur da yargıda bulunabilir? Nitekim Yerasimos Ermeni sorununu "bir tarih-hukuk çelişkisi" olarak tanımlarken, "hukukun amacının kanıtlamak, tarihin ise izah etmek" olduğunu vurgulamasına rağmen, somut belgelere dayanmayan tarihin de tarih olmaktan çok kurgu olabileceğini unutmuş görünmektedir. Öyle ki, "bu iki kavramın birbirine karıştırıldığını, kavram kargaşasından kurtulabilmek için tarihsel düşünce sistemini hukuksal düşünce sisteminden ayırt etmek gerektiğini" söyleyen Yerasimos, buradan hareketle ispat yerine izah yolunu seçtiğini ifade etmektedir. Ancak her nedense, bu izahı hangi kaynaklara ve araştırmalara dayandırdığını belirtmemiştir. Halbuki tarih, kaynaklara dayanılmadan izah edilemez; izah etme iddiasında bulunanlar ise, tarihî bir araç değil, amaç olarak kullanmak durumunda bulunanlardır.

Yerasimos, Türk tarafının, "olaylara, devlete karşı ihanet olarak algılanan bir isyan"ın bastırılması olarak baktığını, halbuki burada çok uluslu bir imparatorluktan ulus devlete geçişin söz konusu olduğunu belirtirken, olayların gelişim safhalarını ve ortaya çıkış nedenlerini göz ardı ederek, Ermenilerin isyanını haklı bir sebebe bağlamaya çalışmış ve Türklerin konuya yaklaşımlarının yanlış olduğunu ortaya koyma gayreti içinde olmuştur (s.7-8). Aslında konuşmacı burada bir tenakuza düşmüş, Türklerin penceresinin tam karşıtı bir pencereden olaylara yaklaştığını göstermiştir. Tarihte hangi devlet birlikte yaşadığı ve kendi toplumu içerisinde gördüğü bir halkın devlete baş kaldırmasını haklı görmüştür ? Sebebi her ne olursa olsun, bu gibi hareketler isyan olarak değerlendirilmiştir. Kaldı ki Ermeniler, konuşmacının da belirttiği gibi bir Ermenistan kurma istemektedirler ve bunun için terör başta olmak üzere, yabancı devletlerle işbirliği ve hattâ onların saflarına geçerek mensubu bulundukları devlete karşı savaşmışlardır. Bu tür hareketler, tarihin her döneminde ve her devlet tarafından "ihanet" kavramıyla ifade edilmiştir.

Konuşmacının Osmanlı Devleti'nin yıkılmasını Rus İmparatorluğu'na benzetmesi ise isabetsizdir. Zira Osmanlı Devleti, kendi kendini tasfiye eden bir imparatorluk değildir. Batılı devletlerin baskıları ve yardımlarıyla yavaş yavaş parçalanan, Afrika ve Balkanlarda bağımsız devletler kurulan dramatik bir tarihî süreç yaşamıştır. Bu kopmaların hemen hepsi isyanlar sonucudur veya kimi devletler ile misyoner faaliyetlerin rolü büyüktür. Tarihte hangi devlet bütünlüğünü kendi elleriyle bozmuş ve devlete karşı baş kaldıranlar, hangi şartlarda âsî sayılmamıştır ? Kaldı ki objektif bir tarihçinin, 1000 yıllık bir süreç içinde birbiriyle iyi geçinen, devletin en üst kademelerinde uzun yıllar görev yapan Ermenilerin, bu ayrıcalıklı konumlarından, nasıl isyan eden, masum insanları katleden bir cinayet mangaları haline geldiklerini sorgulaması ve bugün soykırım iddiasında bulunanların neden hiçbir belgeye dayanmadan böyle bir propoganda yolunu seçtiklerini kendi kendisine sorması gerekirdi.

Yerasimos, Ermeni sorununun başlangıcını, 1830’lu 1840’lı yıllarda Osmanlı hükumeti tarafından Kürt aşiretlerinin toprağa yerleştirilmesi girişimlerine bağlarken de, yine bu konuda sadece kitabî bilgiye dayandığını ortaya koymuştur. Zira Ermenilerin Osmanlı devletine karşı ilk hareketleri bu tarihlerden öncedir ve Rusya bu konuda başı çekmiştir[1]. Nitekim 1828-29'da herhangi bir baskının söz konusu olmadığı devirlerde, Ermenilerin Rusyaya göç ettikleri arşiv belgelerine dayanılarak yapılan çeşitli araştırmalarda yer almaktadır[2]. Ermenilerin komite kurmaları ve tedhiş hareketine girişmeleri de bu tarihten sonra başlamış, 1828-29 Osmanlı-Rus savaşında önemli sayıda Ermeni, Rus ordusu tarafına geçerek Osmanlı Devleti'ne karşı savaşmıştır. Yerasimos, bütün bunları gözardı ederek, 1876'da başlayan Ermeni ayaklanmalarını ve Müslümanlara karşı yaptıkları katliamları meşru hale getirme gayreti içinde olmuştur.

Prof. Yerasimos, Balkan Savaşlarıyla Osmanlı’nın Avrupa’daki topraklarının tasfiye edilmesi üzerine İttihat ve Terakki hükümetlerinin, Ermenilere verilmesi söz konusu olan Anadolu’daki topraklarını elde tutabilmek için Osmanlı Devleti'nin Birinci Dünya Savaşı'na katıldığını ifade ederken, kimlerin niçin Anadolu topraklarını Ermenilere vermek istediğine hiç değinmemiştir. Nitekim Ermenilere özerklik verilmesi istenen 6 Osmanlı vilâyeti için imzalandığı belirtilen anlaşmayı da hiç görmediğini belirtmesine karşılık (bu anlaşma 8 Şubat 1914'te Rusya'nın İstanbul Maslahatgüzarı ile Osmanlı sadrıazamı Said Halim Paşa arasında yapılmış, İngiltere ve Fransa da destek vermiştir)[3], anlaşmanın Mart 1914'te imzalandığını söylemektedir. Bu anlaşmada, konuşmacının söylediğinin aksine, altı vilâyet iki kesime ayrılmış, her kesimin başına, büyük devletlerin teklif ettiği ve Osmanlı Devleti'nin atadığı iki müfettişin tayini kabul edilmiş, kanun, nizamnâme ve tebliğlerin mahallî dille yapılacağı hükme bağlanmıştır.

Öte yandan konuşmacı, “Anadolu’nun gayri Müslim unsurlardan temizlenmesi” gibi "olabilirlik" üzerine dayandırılmış hayalî bir projenin varlığını ortaya atarken, bunun kaynağını belirtmediği gibi, ne için kurulduğu bilinen Teşkilât-ı Mahsusa’nın da bu projenin başlangıcı olarak kurulduğunu ifade etmektedir. Konuşmacı “Teşkilat-ı Mahsusa özellikle iç düşmanlara karşı kurulmuştur”; “1913’ten sonra Anadolu’daki gayri Müslim unsur İttihat ve Terakki’nin iç düşman tanımını karşılamaktadır”; “Ege kıyılarında, özellikle Foça ve Doğu Trakya’da, Rum nüfusuna karşı yıldırma politikasına dayanan küçük çapta eylemler yapılmıştır”; "1913-1914’te genel bir etnik temizlik hareketinin düşünüldüğü pek inandırıcı değildir. Çünkü o tarihlerde savaşın çıkıp çıkmayacağı, hangi tarihte çıkacağı ve Osmanlı devletinin bu savaşa hangi safta katılacağı belli değildir". “Uzun bir savaşın getirdiği tecrit koşulları içinde planlanabilecek bir tehcir ve yok etme politikasının 1914’ün sonundan önce düşünülmüş olması ihtimali azdır. Bununla birlikte, Bahaettin Şakir ya da Dr.Nazım gibi İttihat ve Terakki’nin bazı ideologları Anadolu’yu, ‘yabancı unsurlardan’ kurtarma projeleri geliştirmiş olabilirler”. "Hukuksal anlayış bunlarla ilgili 'suç unsuru oluşturacak' belge arayışındadır. Böyle bir belgenin olmayışı ise, bir savunma ya da iddiaları çürütme anlayışı içinde algılanmaktadır. Oysa tarihsel anlayış bu doğrultuda değildir" (s.11-12) gibi tarih metodolojisinden örnekler verirken, tarih metodolojine aykırı olarak, olabilirliklerle ve ihtimallerle tarihi yönlendirmeye ve tarih ilmiyle taban tabana zıt, belgeye dayanmayan tutarsız iddialarla, hayalî bir tarih yazma konumuna düşmektedir. Özellikle "...böyle bir belgenin olmayışı ise, bir savunma ya da iddiaları çürütme anlayışı içinde algılanmaktadır. Oysa tarihsel anlayış bu doğrultuda değildir" derken, belgesiz tarihin tarih olamayacağını unutmuş görünmektedir. Yerasimos ayrıca, "uzun bir savaşın getirdiği tecrit koşulları içinde planlanabilecek bir tehcir ve yok etme politikasının 1914’ün sonundan önce düşünülmüş olması ihtimali azdır" gibi bir ifadeyle, "tehcir ve yok etme politikası"nın 1914’ten önce değil ama sonra düşünüldüğünü, "olabilirlik", yani ihtimal dahilinde görürken de yine, aynı hataya düşmüştür. Tarih metodolojisini bilen, ciddî bir bilim adamı olduğunu eserleriyle kanıtlamış bir bilim adamının bu tür iddialarının, yanılgı olarak görülmesi mümkün değildir. Buradaki iddia, Yerasimos'un doğrudan önyargısının bir sonucu olan soykırım yapıldığı tezinin üstü örtülü bir ifadesidir. Zira, "...böyle bir belgenin olmayışı..." cümlesi ona aittir. Aslında konuşmacının, "Birinci Dünya Savaşı ve Ermeni Sorunu" gibi bir başlık altında yaptığı sunuya Foça ve Doğu Trakya Rum nüfusu da eklemesi, herhalde şoven duyguların ön plâna çıktığını da ortaya koymaktadır.

Yerasimos Birinci Dünya Savaşı başladığında Daşnak yöneticilerinin yardımıyla Rus sınırına yakın yerlerden karşı tarafa geçirilen Ermenilerden Rusların dört gönüllü tabur teşkil ettiklerini, bunun dışında Ermenilerin yoğun olduğu yerlerde bir isyan hareketine girişmediklerini ileri sürmekte (s.13), dolayısıyla Birinci Dünya Savaşı yıllarında Ermeni terör örgütlerinin cephe gerisinde isyanlar çıkartarak Müslüman köylerini bastıkları, sivil halkı katlettikleri ve Türk ordusunu iki ateş arasında bıraktıklarını, en başta Rus arşiv belgelerine rağmen görmezlikten gelmektedir. Yerasimos, “Van ayaklanması dışında -bir de Şebinkarahisar’da küçük bir ayaklanma oldu- 24 Nisan 1915’ten önce Osmanlı topraklarında bir Ermeni ayaklanması ve Müslüman halkı imha hareketi olmadı; ya da ben böyle bir şey bilmiyorum” şeklindeki ifadesiyle (s.30), "bilmediğini" belirttiği isyanlara rağmen, 24 Nisan 1915'ten önce Müslümanların katledilmediğini, bu tarihtan sonra ise katliamın bir misillime niteliğini taşıdığını söyleyebilecek kadar tarafgir olabilmiştir. Oysa ki, yerli ve yabancı pek çok eserde : 1890'da Erzurum ve İstanbul isyanları, 1893'te Amasya, Merzifon, Ankara, Çorum, Tokat, Yozgat ve Diyarbakır olayları, 1894'te Sasun isyanı, 1895'te İstanbul, Divriği, Trabzon, Eğin, Develi, Akhisar, Erzincan, Gümüşhane, Bitlis, Bayburt, Merzifon, Maraş, Muş, Kayseri, Yozgat ve Zeytun olayları, 1896'da Van isyanı ve Osmanlı Bankası saldırısı, 1904'te Sasun isyanı ve 1905'te II. Abdülhamid'e suikast teşebbüsü, 1909'da Adana isyanı, 15 Nisan 1915'te Van çevresinde başlayıp, 17 Nisan'da Çatak'ta, 18 Nisan'da Bitlis'te, 20 Nisan'da da Van'ın merkezinde isyanlar çıktığı yer almaktadır.

Yerasimos'un, Türk tarafının 24 Nisan sonrası olaylarına bakmadığını ve 1917 sonrasında Ermenilerin gerçekleştirdiği katliamları "misilleme" olarak nitelendirmesi ise, yukarıda belirtildiği gibi, konuya ne kadar önyargılı yaklaştığının diğer bir kanıtıdır. Bilindiği gibi misilleme daha önce maruz kalınan bir saldırıya verilen karşılığın ismidir. Keza Birinci Dünya Savaşı yıllarındaki Ermeni olaylarını “bir karşılıklı çatışma” yerine, 1915-1917 yılları arasında Türklerin saldırılarına karşı Ermenilerin 1917-1921 yıllarında misillemede bulunmaları tezine dayandırmıştır. “Türk tarafı ise 24 Nisan sonrasını, bundan önceki olayların getirdiği kaçınılmaz sonuç olarak algıladığından kısa geçer ve Ermeni misillemelerinin yoğunlaştığı 1917’den sonrasına atlar. Ancak, bazan de 1915-1917 ile 1917-1921 arası eş zamanlı imiş gibi gösterilerek tüm olaylar karşılıklı bir çatışma ortamı içinde takdim edilir” (s.15) derken, tehcirle ilgili Türkiye'de yapılan araştırmaları görmezlikten gelerek olayları yine tek taraflı sunma konumuna düşmüştür. Zira konuşmasında kendisi de 1915 öncesi Ermeni komitalarının yaptıklarını atlamıştır. Hele hele 1914 ile 1918 yılları arasında Fransa için ölen Ermenilerden hiç bahsetmemiştir.

Yerasimos Ermeni tehcirinin yer değiştirme ya da yok etme amaçlı olup olmadığı hususunu tartışmaya açarken, “niyetin her aşamada ve her düzeyde aynı olmamış olabileceğini” ileri sürmekte, 1914-1915 kışında “ya biz ya onlar” psikolojisi ile Ermenilerden kurtulmak yolunun “yer ve koşullara göre” bulunduğunu savunmaktadır: Yerasimos’a göre başvurulan kurtulma yolları toplu öldürmelerdir: “Örneğin, olayların ayrıntısından anlaşıldığı kadarıyla, toplu öldürmeler özellikle cephelere yakın köylerde olmuştur. Buralarda, yetişkin erkeklerin kaçıp düşmana sığınacağından korkulduğu için, bunlar kafileler yola çıkarıldıktan sonra peyderpey elenmiştir. Orta ve Batı Anadolu’da ise bu yöntemlere daha az başvurulmuştur” (s.17) şeklindeki kesinlik arzeden ifadeleriyle, bir soykırım yapıldığına dair kendi zihnindeki senaryoyu dinleyicilere sunmuştur. Nitekim soykırım yapıldığı iddiasını konuşmasının devamında ileri sürdüğü dayanaksız iddialarla pekiştirme gayretine giren Yerasimos’a göre (s.17), "tehcir esnasında açlıktan, soğuktan, hastalıktan ölümler beklenmedik bir şey değildir. Bunun böyle olacağı önceden bilinmektedir. Kasıtlı olarak bu yol seçilmiştir: Sonuç itibariyle, büyük bir olasılıkla hayatını kaybedenlerin çoğunluğu sıcaktan, soğuktan, açlıktan, hastalıktan ölmüştür. Ancak, bu bir yan etki ya da beklenmedik bir sonuç olarak görülmemelidir. Normal şartlarda kendisini ancak doyurabilen Anadolu’da erkek nüfusunun en büyük bölümünün seferber olduğu bir dönemde, böyle bir sonucu vereceği önceden belli idi; ve tehcir kararı alınır alınmaz, taşradaki Avusturya ve Alman konsolosları bunun böyle olacağını özellikle belirtmişlerdi” ifadeleriyle, konuşmasının can alıcı mesajını vermiş, fakat kafilelerin sevkleri sırasında alınan tedbirlerden, sevkedilenlerin iaşe ve sağlık ihtiyaçlarının sağlandığından, ihtiyar, kadın ve çocukların sevkten hariç tutulduklarından, Batı Anadolu'daki Ermenilerin niçin tehcir edilmediğinden, devlete hizmet edenlerle katolik ve protestanlara neden dokunulmadığından ve hele hele kafilelerin saldırılardan korunmak üzere zabtiye eşliğinde sevklerinden hiç söz etmemiştir. Öte yandan hastalık ve eşkıya saldırılarında ölenlerin, sanıldığının aksine çok az miktarda olduğunu belgeleyen yeni yayınlanan eserlerden ve gerçek sayılardan söz etme gereğini de duymamıştır[4].

Yerasimos, tehcir esnasında Ermenilerin Türk yönetiminin korumasından yoksun kaldıklarını, diğer Müslümanların onlara “malları helal”gözüyle baktıklarını, Ermeni kafilelerinin giderek insanlıktan çıktıklarını, “insandan sayılmadığı için yok edilen kişilerin çocukları[nın] alınıp büyütüldüğünü, olayları tam olarak kavrayabilmek için tarihten, toplumların şuuraltlarını inceleyen bilimlere geçmek gerektiğini" ileri sürerek, "Türk milletinin veya Müslümanların şuuraltlarını da sorgulamak gerektiğini" söylerken (s.18), yukarıda belirtildiği gibi kafilelerin korunmasından, Ermeni malları için alınan kararlardan ve Emvâl-i Metruke Komisyonu ile kimsesiz çocukların yetimhanelerde ve bazı durumlarda zengin ailelerin yanında korumaya alındığından ve tehcir sonrasında ailelerine teslim edildiğinden habersiz görünmekte, yapı itibariyle Türklerin ve Müslümanların canî karakterli olduklarını varsaymak gibi önyargılı bir davranışı sergilemektedir. Tabii ki burada merak edilen husus, konuşmacının, birbuçuk milyon Cezayirliyi öldüren Fransızların da aynı gerekçe ile, şuuraltlarının sorgulanmasını bugüne kadar isteyip istemediğidir.

Ermeni olayları esnasında Türklerin ve Müslümanların 500 binden fazla olan kayıplarına hiç temas etmeyen Yerasimos, tek taraflı olarak Ermenilerin toplam kayıp sayısını hiç bir belgeye dayanmaksızın 600.000 ilâ 800.000 olarak "tahmin" etmekte, 1914’teki Ermeni nüfusunu 1,5 milyon olarak vermekte, Ermeni kaynaklarının 2,5 milyon iddialarını abartılı bulmakta, ancak yayınlanmış Osmanlı nüfus sayım sonuçlarını da şüphe ile karşılamaktadır (s.19). Kasıtlı olarak Ermeni nüfusunu 2,5 milyon gösteren Ermeni kaynaklarını ciddi olarak eleştirmeyen, ancak kendisiyle birlikte 3000'den fazla yabancı araştırmacının güvenerek kullandığı Osmanlı arşiv kayıtlarına bu defa şüphe ile yaklaşan Yerasimos, katledildiğini iddia ettiği 600 ilâ 800 bin Ermeni'nin bu sayısına yine "tahmin"den öte nasıl ulaştığını da kendi mantığı dışında, bilimsel verilere ve belgelere dayanarak izah edememektedir. Yine, bu kadar insanı katletmelerine rağmen hiçbir ipucu bırakmayan o dönem yöneticilerinin yetenekleri hakkında da birşey söylememiştir ! Tabii yine bu kadar insanın nereye gömüldüğü hakkında da bir açıklamada bulunmamıştır.

Son olarak Prof. Yerasimos, Ermeni sorunu hakkında yapılacak bir çalışmanın, tek kişi yerine 8-10 kişiden oluşacak, tamamen özel bir ekip tarafından kaleme alınması gerektiğini söylemektedir. "Tamamen özel"den maksadı nedir ? Yani üniversite öğretim üyesi olan bilim adamları resmî midir ? Yoksa Ermeni yanlısı kimseler mi kasdedilmektedir ?

Bütün bu iddialarına karşılık Prof. Yerasimos, konuşmasında hiçbir belge ve kaynak sunamazken, konuşma sonrasında kendisine yöneltilen soruları da hep kaçamaklı cevaplamış, birçoğuna ise "bunların belgelerini bilmiyorum" veya "bu konuda bir fikrim yok" şeklinde geçiştirmiştir. Aslında konuşmacı bu ifadeleriyle, Ermeni sorunu hakkındaki bilgisi olmadığını itiraf etmiş, bu nedenle yaptığı konuşma ile niyetini açık bir şekilde ortaya koymuştur.

Tabii bu çerçevede bir konuya dikkat çekmek gerekmektedir. Türkiye’nin en yüksek seviyede bir bilimsel kuruluşu niteliğinde olan Türkiye Bilimler Akademisi yetkilileri, Ermenilerle ilgili hiçbir eseri ve araştırması olmayan Sayın Stefanos Yerasimos'u hangi kıstaslara göre davet etmiş ve bu derece gayrı ilmî bir konuşmayı nasıl yayınlamıştır ?

İşin daha da vahim ve acıklı tarafı ise TÜBA tarafından kitaplaştırılan bu konferansı TÜBA başkanının “karmaşık bir soruna nesnel bir bakış açısı getiren konuşma” olarak nitelendirmesi ve Yerasimos’a bundan dolayı teşekkür etmesidir.

---------------------------------------------------------

* Türk Tarih Kurumu Başkanı

[1] Yusuf Halaçoğlu, Ermeni Tehciri ve Gerçekler, 1914-1918, Ankara 2001.

[2] Bkz. Kemal Beydilli, "1828-1829 Osmanlı Rus Savaşında Do€u Anadolu'dan Rusya'ya Göçürülen Ermeniler", Belgeler, nr. 17 (1988), s.368.

[3] Geniş bilgi için bkz. Yusuf Halaçoğlu, Aynı Eser, s. 23-30.

[4] Geniş bilgi için bkz. Yusuf Halaçoğlu, Aynı eser, s. 59-62.

Kaynak: TTK Web Sitesi: www.ttk.org.tr


..

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder