5 Aralık 2020 Cumartesi

Alman Belgelerinde Ermeni Meselesi., BÖLÜM 4

Alman Belgelerinde Ermeni Meselesi., BÖLÜM 4


Kıvanç Galip Över,Alman Belgelerinde, Ermeni Meselesi,ABD, İngiltere, Almanya, Ermeni tezlerini neden tanımıyor,1915 Soykırım Yalanı,

 
TÜRK BİNBAŞISI: '' BİZİM KURANIMIZDA ALMANLARIN YAPTIKLARINA MÜSADE ETMEZ ''

Neden 24 Nisan 1915'te İstanbul'daki Ermeni ayaklanma liderlerinin tutuklandığını anlatan 
telgrafın ve aynı zamanda tehcir kararını bildiren yazışma açıklanan arşiv belgeleri arasında yer almıyor? 

Halep, 27 Temmuz 1915 

1) Vali Celal Beyin görevden alınmasından beklendiği üzere, şimdi sürgünler Halep'teki sahil şeridine yayılıyor. … Antep ve Kilis'te boşaltılacakmış, sahil şeridinde yer almamasına rağmen. 
2) Sis'teki katolikosun aldığı haberlere göre Diyarbakır'dan güneye gönderilen 800 ile 1000 adam hiçbir yere varamamışlar. Hepsinin öldürüldüğü tahmin ediliyor. 
3) Rumkale, Birecik ve Cerabulus’da görülen Fırat Nehri'nin üzerinde yüzen cesetler, bana bu ayın 17’sinde anlatıldığı üzere 25 gün boyunca devam etmiş. Cesetlerin hepsi aynı şekilde ikişerli olmak üzere sırt sırta bağlanmış bir haldeymiş. Bu düzenlilik, bunun bir katliam olmadığına ve hükümet tarafından bir öldürülme olduğuna işaret ediyor. 
4) Mutlak güvenirliği olan ve Tell Abiad'ta oturmakta olan yaşlıca bir İsviçreli çiftten öğrendiğime göre Tell Abiad'ta Ermeniler 8 ila 12 yaş arasında olan kız 
çocuklarını önce 2 Mecidiyeye (bir Medjidi (mecidiye) = 3,50 Mark), daha sonra bir Mecidiyeye ve daha da az paraya satıyorlarmış ya da para almadan 
veriyorlarmış. Büyük ihtimalle onlar çöldeki sıcak iklimi ve Bedeviler tarafından kesin beklenen şeyleri yaşatmak istememişlerdir. Tell Abiad Köyü'ne koşup gelen Türkler sürekli oradaki sürgün insanların çocukları için pazarlık yapıyorlardı. 
5) Kafiledekiler çektiklerinden dolayı artık duyarsızlaşmış ve yapılan her şeve ses çıkarmadan boyun eğer olmuşlar. Yeterince yiyecek ve içecek verilmiş onlara, ama çok düzensiz olarak. Suyun çok az olduğu Tell Abiad'ın güneyinde, küçük çocuklar ölmek zorunda kalıyor. … Bütün bir kafile susuzluktan öldü bile. … Gidilecek yerlerde hayatta kalanlar ne yapacak pekiyi? 
6) Hükümet aldığı tedbirlerin uygulamasında isteyerek ya da istemeyerek üzerinden kontrolü kaybettiğine ve uygulanan tedbirlerin Çerkezler ve Kürtler tarafından Ermeni katliamına dönüşmesine göz yumduğuna dair belirtiler çoğalıyor. 
7) Bağdat treninin şimdiki son istasyonu olan Ras ul Ain üzerinden şimdilerde Harput, Erzurum ve Bitlis'ten Ermeniler gelmekte. 
8) Harput'tan gelen Ermeniler, şehrin güneyinde birkaç saatlik mesafede bulunan bir köyde erkekleri kadınlarından ayırmışlar. Erkekleri öldürmüşler ve daha 
sonra kadınların geçeceği yolun sağına ve soluna bırakılmışlar. Kadın ve kızlardan oluşan bir kafile Mardin ve Ras ul Ain arasında bir yerde Bedeviler tarafından 
tamamen soyulmuşlar. 
9) … Urfa ve Diyarbakır arasındaki yolda hükümetin onları vurdurduğuna artık şüphe kalmamıştır. 
10) … Deniliyor ki, Türk hükümetinin Ermeni halkını tamamen önemsizleşinceye kadar dağıtma kararına sebep olan Almanya'dır. 

Türk hükümeti gerçekten olan ve olabilecek Ermeni entrika ve kışkırtmalara karşı haklı önlem uygulamaların sınırını daha çok talimatlarını yayması ve en sert ve kaba biçimde mahalli hükümetleri kadın ve çocuklarda bile uygulamaya mecbur kılması ile çoktan aşmıştır. Amacı Ermeni halkının mümkün olduğunca büyük bir kısmını ilk çağlardan kalma yöntemlerle bilinçli olarak yok etmek. 
Almanya ile müttefik olduğunu iddia eden, fakat bunları yapan bir hükümet, bu işbirliğine layık değildir. Hükümet, dörtlü müttefiklerle savaşta bulunduğu için ve müttefik Almanya'nın da itirazı uygun bulmamasından dolayı, bu fırsatı Ermeni sorununu gelecek için ortadan kaldırmaya, öyle ki mümkün olduğu kadar az birlik gösteren Ermeni grupları bırakarak kullanmak istemiş olması artık şüphe götürmez. Kitlelerce suçsuzu birkaç suçlu için kurban etti. 

Bu söylediklerine burada inanılabilir mi? Bir çok bölgenin yanı sıra Beylan, Soğukluk, Kesab gerçekten savaş bölgesi midir? Erkeklerin neredeyse hepsi silah altına alındığı halde kadın ve çocukların orada bulunmaları tehlikeli midir? 
Tel Ermen'de yapılan ve alışılmışın dışında iyi tanıklık edilmiş katliamlar hakkındaki telgraf ile gönderdiğim raporum, tekzipname yayınlanmadan önce elinizdeydi. Sayın Binbaşı von Mikusch olayların fotoğraflarını çekmiştir ve onları sunabilecek durumdadır. 
Türk hükümeti binlerce (Temmuz ortalarına kadar 30.000'den fazlasını Adana vilayetinden ve Maraş mutasarrıflığından. Bununla birlikte dağıtmaları gittikçe genişletiyor) -dikkatinizi çekerim- suçsuz Ermeni’yi savaş bölgesinden uzaklaştırılacakları bahanesiyle çöle sürdü, ne hasta ve hamileleri ne de silah altına alınan askerlerin ailelerini ayırt etti, onları düzensiz bir şekilde besledi ve su verdi, aralarında ortaya çıkan salgın karşısında bir şey yapmadı, kadınları 
bebeklerini ve yeni doğmuşlarını yolda bırakıp gidecek ve erişkin yaşa yaklaşmış kız çocuklarını sattıracak ve kendilerini küçük çocuklarıyla suya attıracak derecede sefalet ve çaresizliğe sürüklemiştir, onları refakatçi takımın iradesine ve böylece namussuzluğa teslim etmiştir, öyle bir refakatçi takım ki bu kızları kendilerine alıp sattılar, onları soyan ve kaçıran Bedevilerin ellerine düşürdü, erkekleri ıssız yerlerde kanunsuzca silahla vurdu ve cesetlerini köpeklere ve akbabalara yem olsun diye bıraktı, bir söylentiye göre sürgüne gönderilen milletvekillerini vurdur du, hapishanedeki suçluları serbest bırakıp onlara askeri kıyafet giydirerek sürgüne gönderilenlerin geçmek zorunda olduğu bölgelere gönderdiler, gönüllü 
Çerkezleri aldı ve Ermenilerin üzerine saldı. Ama yarı resmi açıklamalarında iddia ettikleri ne? 

Osmanlı hükümeti ... Türkiye'de dürüst ve barışçıl olarak yaşaya tüm Hıristiyanları devletin iyi niyeti ve koruması altında tutmaktadır ... " 

Halep, 7 Temmuz 1915 

24 Temmuz 1915 Cumartesi günü Ras ul Ain yolu üzerinden 8 Ermeni’yi yanımda getirdim. 3 kadın, 14 yaşında bir kız ve 5 - 8 yaşlarında 4 kız çocuğu kadınlardan birinin kocasını gözleri önünde öldürüp yakmışlar. Kadın Touem istasyonunda gar personeli (7-8 adam) tarafından o denli tecavüze uğramış ki tekrar kendine gelebileceğinden şüphe duyuluyordu. İki gün boyunca sürekli baygınlık geçirdi ve bu güne kadar benim evimde eşimin ve doktorun bakımı altında yaşamakta. Kadının açlıktan iskelete dönüşmüş 7 aylık tek oğlunu Nuss Tell’de bay mühendis Linsmeyer'in orda gömdük. 

İkinci kadını iki kızıyla birlikte bir taş ocağında işçi çadırının içinde buldum. Çadırın açık tarafına yönelik yanın dairede bir çavuş ve 15 er oturmakta idi ve çadırın içinde de sinmiş vaziyette bu kadın tek kişi olarak oturuyordu. Bay mühendis Linsmeyer yanıma bir jandarma vermişti, o gidip kadınla çadırdan alıp çıkardı; onu olduğunca çabuk bir şekilde emniyette olacağı Nuss Tell'e götürdük. 

14 yaşındaki kızı Hoca isimli istasyonda evli olmayan 22-25 yaşlarında bir istasyon şefinin barakasında bulduk. İstasyon şefi kıza tecavüz etmeye çalışıyordu ve kız buna iki gün boyunca direnmiş. Üçüncü günde istasyon şefi kızı 24 saat aç bırakmış ki, kendisini onun arzularına teslim etsin. Bay mühendis Linsmeyer'in sayesinde bu olayı telgrafla müdür Hasenfratz'a rapor edeceğini tehdit etmesiyle, kız bize teslim edildi. Ras ul Ain’da şu sıralar aşağı yukarı 1600 kadın ve çocuk var. Bunlar Harput ve civarından kocalarıyla birlikte sürülen binlerce kişiden geriye kalanlar. Bu 1600 kişinin arasında tek bir erkek ya da 12 yaşın üzerinde erkek bulunmuyor. 
Bakımsız ve güneşe karşı koruyan herhangi bir şey olmaksızın sağlıklı olanlarla hastalar birlikte 43 derece güneşin altında onlara refakat eden askerlerin vicdanlarına bırakılmış olarak yatıyorlar. Bay mühendis Linsmeyer geçen ayda "Ermeni ayak takımından" bahsederken şu sözleri sarf etti: “Kolay etkilenen bir adam değilim, ama bu zavallı ihsanlara bakarken göz yaşlarımı tutamadım.” 
Süleyman isminde çavuş 18 kadın ve kız alıp onları 2-3 mecidiyeye Kürtlere ve Araplara satıyordu. Bir Türk komiser bana şöyle dedi: “Artık kaç tane kadın ve kız zorla ya da hükümetin izni olarak Araplar ve Kürtler tarafından alınıp götürüldüğü hakkında ihatayı kaybettik. Bu sefer çoktandır yapmak istediğimiz gibi Ermenilerin işini bitirdik, on Ermeni’den dokuzunu yaşatmadık.” 

Ben bunları yazarken karım şehirde bir gezintiden dönüyor ve gözyaşları içinde bana az önce 800 Ermeni’den oluşan bir nakil ile karşılaştığını ve insanların yalın ayak ve yırtıklar içinde o azıcık eşyalarını sırtlarında taşıyarak yürüdüğünü anlattı. 
Besnice’de bütün halk yaklaşık 1.800 kadın ve çocuk ve çok az erkek ile sürüldü; sözde Urfa'ya nakledileceklerdi. Fırat nehrine akan Göksu nehrinde soyunmak zorunda kalmışlar, topluca öldürülüp nehre atıldılar. 

Son günlerde Fırat nehrinin üzerinde bir gün takriben 170 adet ceset görülmüş, diğer günlerde 50 ila 60 ceset. Bay mühendis Awdis muhasebecisiyle birlikte atla kısa bir gezintiye çıktığında takriben 40 ceset görmüş. Nehrin kenarında kalan cesetleri köpekler, nehrin ortasında takılıp kalan cesetleri de akbabalar yiyor. Yenilerde ağırlıklı olarak kadın ve çocuk cesetleri görülüyor. 

Yukarıda adı geçen 800 Ermeni Maraş civarından, Döngeli ve Çürükkos'tan sürülmüşler. 

Onlara Antep'e götürülecekleri söylenmiş ve yanlarına iki günlük nevale almaları öğütlenmiş. Antep'in yakınlarına varınca: “Yanıldık, siz aslında Nizip'ten gidecektiniz” denmiş, Nizip'te: “Siz Bumbuş'a gidecektiniz”, Bumbuş'ta: “Aslında Bab'a gidilecektiniz…” ve böyle devam etmiş. Ve 17 günün sonunda nihayet Halep'e varmışlar. Bu 17 gün içerisinde hükümetten hiçbir ihtiyaçları karşılanmamış ve pılı pırtılarını ekmek ile değişmek zorunda kalmışlar. 
Nisib yakınlarında eşyalarını 5 Ltq'ya satmak ve bedeli onlara refakat eden jandarmalara vermek zorunda kalmışlar, yoksa kadın ve kızları alıp ırzlarına geçmekle tehdit edilmişler. 
Ras ul Ain'e varan kadınlar yol boyunca birçok kez onlara refakat eden jandarma ların karşılarında soyunmak zorunda kalmışlar. Eşyaları para var mı diye aranmış, saçları da ve edep yerleri, oraya da para saklamış olabilirler mi diye. 
Bir kadının en büyük kızı zorla elinden alınmış. Çaresizlik içinde diğer iki çocuğunu alıp kendini Fırat nehrine atmış. Bir iş adamı bana kendi gözleriyle gördüğü bir şey anlattı: bir kadın nehrin kenarına varmış ve çocuğunu alıp çaresizlik içinde nehre atmış. 
Said adında Trablus'tan gelen bir göçmen, 4 yıldır Bay Linsmeyer'in seyisliğini yapar, aylık geliri 400 Piaster, gönüllü olarak askere yazıldı, kendi deyimiyle "birkaç Ermeni’yi doğramak için". 
Ödül olarak ona Urfa yakınlarında bulunan A. adında bir Ermeni köyünde bir ev vaat edilmiş. Tel Abiad'daki ambar memuru bay Seemann'ın yanındaki iki Çerkez de aynı sebepten savaş gönüllüsü olarak gitti. Göksu yakınlarındaki Çardaklı isminde bir Çerkez köyünün en yaşlısı bir tanıdığıma şöyle konuşmuş: “Ev yıkmak için giderler.” 
Arab Punar'da Almanca konuşan bir Türk binbaşı bana şunları anlattı: Ben ve kardeşim Ras ul Ain'den yolda bulduğumuz birer Ermeni kız aldık kendimize. Biz Almanlara çok kızgınız, böyle bir şey yaptıkları için. Ben ona itiraz edince şöyle dedi: bizim genelkurmay başkanımız bir Alman, v. D. Gotz komutan ve birçok Alman subay var bizim ordumuzda. Bizim Kuran'ımız şimdi Ermenilerin çektiği muamelelere izin vermez. 
Bu zor şartlarda kendisine Ermenileri dini ve kültürel açıdan yakın gören Rössler'in gelişmelerden çok etkilendiği, kendisini baskı altında ve çaresiz hissettiği anlaşılıyor. 
O nedenle Rössler'in Fırat gibi hızlı akan bir nehirde 25 gün gibi inanılmaz derecede uzun bir sürede cesetlerin yüzdüğünü yazmasını, bunu da “muhakkak hükümet yapmıştır” diye değerlendirmesini bu çerçevede görmek gerekir. 
Bu arada Rössler'in söze konu telgrafında sıklıkla Bedevilerden şikayet ediyor. Ayrıca tehcirde yer alan Ermenilere düzensiz de olsa yeterli yiyecek ve içecek verildiğini söylüyor. Adalet gibi, yiyeceğin ve içeceğin de kıt olduğu o dönemin Anadolu’sunda, Ermenilerden ziyade Türklerin de açlık, susuzluk ve adaletsizlikten muzdarip olduğunu biliyoruz. 
Tehcirde suistimaller yaşansa da, Cemal Paşa'nın emri üzerine düzenli dinlendirildiklerini ve düzenli olarak beslenme için ödemeler yapıldığını yine Rössler yazıyor. 
Burada Almanya'nın Beyaz Kitabı'na değinmek gerekiyor. Bu kitap Rusya'nın nasıl Almanya'yı zorladığını ve savaşa mecbur ettiğini anlatıyor. … “Alman Büyükelçisi, bazı Osmanlı gazetelerine, harp tahrikçiliği için para dağıtmış; Tanin'e 2000, Tasvir-i Efkar'a1500, İkdam'a 1500, Sabah'a 1000, Tercüman-ı Hakikat'e 500 Osmanlı lirası vermişti.” 

Muhtemelen Berlin'in, sefirin, konsolosların ve misyonerlerin Osmanlı ve Ermeniler konusunda farklı bakış açıları ve uygulamaları var. 

5. Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,,


***

Alman Belgelerinde Ermeni Meselesi., BÖLÜM 3

Alman Belgelerinde Ermeni Meselesi., BÖLÜM 3


Kıvanç Galip Över,Alman Belgelerinde, Ermeni Meselesi,ABD, İngiltere, Almanya, Ermeni tezlerini neden tanımıyor,1915 Soykırım Yalanı,



ERMENİ ÇETELER KAN DÖKÜYOR..,

Pera, 8 Mayıs 1915. 


Van'dan alınan haberlere göre, buradaki çarpışmalarda kısa bir süreliğine de olsa Ermenilerin başa geçmesi bu şehirdeki Ermeni halkın yeterli silah ve patlayıcı maddeyle donandıklarına işaret ediyor. … Ermeni tarafı hemşerileri olan Pastırmaciyan adında birinin oradaki Rus çıkarlarını aşırı şekilde aradığım yalanlamıyor. 
Bu tehlikeli kışkırtıcının Van'daki Osmanlı Bankası'na düzenlenen saldırıyı da yönettiği geniş çevrelerce biliniyordu. Bu kişi Meşrutiyetin ilanıyla buraya geri dönüp milletvekili oldu, daha sonra yeniden seçilemediği için Rusya'ya gitti. 
Ermeni halkının doğu eyaletlerinde silahlı oluşları Ermeniler tarafından itiraf ediliyor. Sözde bu silahlar Kürt çeteleri ve diğer ayak takımına karşı kendilerini savunmak için kullanılıyormuş. Ancak bu silahları uzun süredir Ermeni Devrim Komitesi tarafından buralarda yığıldığı muhtemel. 

Zeytun'da halkın bir bölümü ağırlıklı olarak Konya'ya nakledildi. Aynı önlem Sivas ve Suriye'nin bazı kuzey kesimleri içinde uygulama aşamasında. Burada, başkentte birkaç gün önce halkın elinde bulunan her türlü silahı teslim etmesi istendi. Ancak duyulan yoğun kaygıya rağmen burada şimdiye kadar bir kıyım yaşanmadı. Ne Zeytun'da, ne Maraş'ta, ne Antep'te ne de Erzurum 'da bir kıyım yaşanmadı. Hükümet gelecekte de bir kıyım yapılmasını önleyecektir. 

Fedailer Rusların eğittiği Ermeni cinayet şebekeleri idi. Belki nazikçe gayri nizami birlik de denebilir, ama askeri ahlaktan uzaktılar. 
Fedailer, özünde Çarlığa karşı savaşmak için eğitilmişlerdi. 
Rusya tarafından silahlandırıldılar ve başta Kars olmak üzere Türk-Rus sınır bölgesinde görevlendirildiler. Daşnak liderlerinin eğittiği bu gruplar, bölgedeki bütün Ermeni köylerinin yönetimine el koydular. 
Yasa çıkardılar, vergi saldılar, mülteci kabul ettiler ve bölgede seçtikleri Ermenilere askeri eğitim verdiler. 

Ermeni halk Sahte Düğünlere toplanıyor ve propaganda yapılıyordu. 
Fedailer, her Ermeni köyünde 30-50 kişilik çeteler kurdular. 

Fedailerin Mazrig Aşiretini 1897'de yok ettiği düşünüldüğünde, bölgede uzun süre devam eden mezalimin çok önemli bir aktörü olduğunu kabul etmek gerekir. 
 

ANADOLU'DA ALMAN - RUS REKABETİ.,

15 Mayıs 1915, Erzurum 

Van'daki huzursuzlukların görünen nedeni, daha önceden de bahsettiğim gibi, halk arasında 
büyük itibar gören Ermeni eşrafından kişilerin, özellikle de Işhans ve zavallı Van Milletvekili Vramiyan'ın tutuklanmaları ve öldürülmeleridir. 

Başlangıçta sadece bir katliam karşısında kendini savunmak amacıyla da olsa sonraları belli ki silahlı bir isyan için birçok yerde silahlar depolanmaya başlanılmıştı. 
Ekselanslarının daha iyi bildiği üzere Türkiye’deki Ermeniler Rusya'da daima doğal 
koruyucularını görmüşlerdir ve Rusya da bu koruma hakkını daima kendi hakkı olarak saklı tutmuş ve kullanmıştır. Rus Ermenilerin emniyette olmalarının yanı sıra ekonomik durumlarının da daha iyi olması tabii ki kitleler üzerinde aynı ölçüde büyük bir çekiş gücü yaratmaktadır. 

İki yönelim belirmiştir: biri ancak Türkiye'de mümkün olan ulusal özelliklerin korunmasını ön plana çıkarırken, diğeri ekonomik çıkarları ve Ruslar ile din birliği göz önünde bulundurmaktadır. 

Almanya ve Almanlardan sadece az sayıda eğitimli Ermeni haberdardı. Eğitimli Ermeni gençliğin çoğunluğu Fransız okullarında ve daha sonraları Fransa ve Rusya'da eğitim görüyordu. Hatta savaş çıktığında halkın arasında Almanların "Hıristiyan" olup olmadıklarına dair dahi şüpheler vardı, çünkü Türklerle ittifak halindeydiler. 

Almanya'nın, Ermenilere büyük acılar yaşatmış monarşik Türkiye hükümdarlığın dostu olduğu gerçeği, Ermenilerin şüpheyle dolu olmalarına neden oluyordu. 
Ancak bu değişim özellikle buradaki Ermenilerin, yaklaşık Mart ortalarında, neredeyse patlak vermek üzere olan katliamın yalnızca buradaki konsolosluğun varlığı ve faaliyetleri sayesinde engellendiğine inanmalarından kaynaklanmaktadır. 

Buradaki Türk askerlerinin az olmasına rağmen, bir Ermeni isyanın beklene meyeceği  yönünde dir. Rus sınırlarına daha yakın bulunan Ermeni yerleşim alanları ise halkları tarafından çoktan terk edilmiş ki bunların bir kısmı, Van'da da olduğu gibi, Türklere karşı savaşmak üzere Rus hücum kıtalarına katılmıştır, bir kısmı da Erzurum'a gelmiştir. 

Osmanlı Bankası Müdürü Pastormadyan'ın Şubat'ta öldürülmesi haricinde burada başka siyasi cinayet vakası görülmemiştir. Vali Taksim Bey … Ermenilerle hesaplaşma vaktinin geldiğini savunan askeri çevrelerin aksine daha ölçülü bir tutum sergilemektedir. Hükümetin tedbirleri şimdiye dek ev aramaları ve tutuklamalarla sınırlı kalmıştır. Tutuklananların çoğu tekrar salıverildi. Bazıları ülkenin iç kısımlarına gönderilecekler. Ev aramalarından benim bildiğim kadarıyla delil teşkil edilecek bulgulara rastlanmadı. … Hükümetin bu tutumu Ermenilerin sakinleşmesine büyük katkıda bulunuyor. 

Ekselanslarının talimatı doğrultusunda Ermeniler lehine doğrudan bir müdahaleden kaçındım. 
 
TÜRKLERİN GÜN IŞIGINA ÇIKAN ŞEYTANİ SEVİNCİ..!!!

27 Mayıs 1915, Pera 

Önü sürülen iddiaların doğruluğu söz konusu dahi olsa, bizim için bu olayları kamuoyuna taşımak için hiçbir neden yok. Maraş'tan 8 Nisan günü ayrılmıştım. … O zamandan bu yana farklı kaynaklardan elde edilen verilere göre Zeytun ve çevre köylerden sürgün edilme olaylarında artış gözlenmiştir. Ayrıca Blank'ın aynı ayın 9'undaki bir telgrafına göre Maraş'tan da göndermeler başlamıştır. 

Blank'ın tasvirlerine göre, göç edenlere şimdiye dek gösterilen muamele sürecek olursa, bu kişiler eğer yolda yaşamlarını kaybetmemişlerse, sefil ve hasta bir şekilde bölgeye ulaşıyorlar ve ekonomik olarak yeniden kalkınacak durumda olmuyorlar. Sürgün edilenlerin yerine Zeytun ve çevresine Balkanlar'dan Müslüman mülteciler yerleştirilmektedir. 

Bu arada hükümetin, geniş çaplı bir Ermeni komplosunun varlığı görüşüne, nasıl ulaştığını öğrenmeye çalıştım. Sadece tek olguya rastlayabildim. … Türk tarafından da adalet uğruna failler cezalandırılmadan önce söz konusu kişilerin sadakatsiz düşünceleri ya da sadakatsiz eylemleri kanıtlanmalıdır. Ancak bu kanıtlara anlaşıldığı kadarıyla gerek duyulmamıştır. 

Diğer konularda hükümet komploya büyütme mercekleriyle bakmış olmalı. Sürgün edilenlerin ağırlıklı çoğunluğunun haksız yere acı çektiğinin kesin kanısındayım. Hayırperverlik kurumunun üyeleri hükümete karşı daima açık hareket etmişlerdir. Bunun için de şimdi cezalandırılıyorlar. 

Hükümet, anlaşılan bir ya da birkaç kişinin suçu için tüm bir halkın cezalandırılma sı gerektiğine dair Ortaçağ'a ait bir görüşte ısrarlı görünmektedir. Çünkü onların ölçütleri tüm bölgelerdeki Ermenilerin yok edilmesine dayanıyor. Varlıklı, eğitimli ya da belirli bir etkisi olan tüm Ermenilerin, geriye başsız bir sürüsünün kalması için, yok edilmesi öngörülüyordu. 

İlgili kişilerin kendilerinden öğrendiğime göre Maraş'a götürülecekleri söylenen insanlar orada kalabiliriz ve yerleşebiliriz umuduyla her şeye sessizce katlanmışlardır. Maraş'a vardıklarında bir hana tıkılmışlar ve bir gün dinlendikten sonra yeniden nakledilmişlerdir. 

Nakledilmeleri sırasında kendi gözlerimle insanların askerler tarafından kaburgalarına kısa vuruşlarla ileri kakıldıklarını gördüm ki, insanlar zaten daha fazla ilerleyemeyecekleri kadar birbirlerine yakın, neredeyse üst üste yürüyorlar dı. 
Yanlarında neredeyse hiçbir şey yoktu ve Türklerin gözlerinde herhangi bir değerleri de yoktu. Kısa süre önce hükümetin emriyle şehirdeki sokak köpeklerinin vurulması emredilmiştir. Bir çok Türk bunu günah saydıklarından köpekleri evlerine almışlardı, ama bunun yanı sıra bir insanı öldürmek günah olmak şöyle dursun, bir başarıydı. … Hıristiyanlar Türklerin gözünde köpekten bile aşağıdır. 

Maraş'tan veda için Binbaşı Said Bey bir de olayların üzerine bir koz koydular Nakli gerçekleştirecek olan askerlere karşılarında ne kadar kötü insanların olduğunun bilincinde olmaları gerektiğini söylemiştir. 

Çünkü bu insanlardan her birinin isteğinin, eğer mümkün olsa, bir Müslüman öldürmek olduğunu, direnmeye ya da kaçmaya çalışan olursa derhal vurulması gerektiğini ve son olarak da bu zavallıların kadınlarının tüm haklarını onlara, kadınlarla istediklerini yapabileceklerini söyleyerek vermiştir. 
Bugün kimlerin getirildiğini duyduğumda içim parçalandı, çünkü aralarında hükümetin isteklerini yerine getirmek için ellerinden gelen her şeyi yerine getiren kişiler vardı ve yine de sürgüne gidiyorlardı, neden acaba? Varlıklı oldukları için! 

Bu benim kesin kanaatim. 


***

Alman Belgelerinde Ermeni Meselesi., BÖLÜM 2

Alman Belgelerinde Ermeni Meselesi., BÖLÜM 2


Kıvanç Galip Över,Alman Belgelerinde, Ermeni Meselesi,ABD, İngiltere, Almanya, Ermeni tezlerini neden tanımıyor,1915 Soykırım Yalanı,


 DEVLET ZAFİYETE DÜŞERSE..

Halep, 12 Nisan 1915. 

Zeytun yakınlarında Ermeniler arasında Nazaret Çavuş adıyla anılan biri etrafında bir 
yağmacı çete oluşmuş. Geçen yılın Ekim ayında Maraş Mutasarrıfı Haydar Paşa bu çeteye karşı mücadele etmiş. Haydar Paşa Zeytun sakinlerine çete üyelerini teslim edenlere hiçbir şey yapılmayacağı sözünü vermiş ve gerçekten de çete üyelerinin teslimini sağlamış. … Haydar 

Paşa çete üyelerinin yakalanması için bilgi verenlere hiçbir şey yapılmayacağı sözünü yerine getirmemiş ve bu konuda bilgi verenleri tutuklattırmış. 

Savaşın çıkmasıyla … Zeytun’da bulunan askeri bölüğü geri çekmiş ve yerine Maraş'tan getirilen, kısmen de Zeytun halkının şahsı düşmanları olan Müslüman jandarmalar yerleştirmiş. 

Zeytun ağırlıklı olarak Hıristiyanlardan oluşan bir şehir ve bu jandarmaların elinde. Jandarma komutanının ve kaymakamın göz yumması sonucu şehrin erkeklerine çok kez kötü muamele edilmiş, kadınlara sarkıntılık yapılmıştır. 

Huzursuzlukların bir başka kaynağı daha var. Maraş'ta bulunan Ermeni kökenli askerler kötü beslendirilmiş ve aralarında Zeytun'lu olanlara kötü muamele edilmiş, işkence yapılmıştır. Bu askerlerden bir kısmı bu nedenle firar etmiş. Hükümet yaklaşık Mart ayının başlarında yöreden kaynaklanmayan nedenlerle buradaki Hıristiyan askerlerin üniforma ve silahlarını almış. Bu olay diğer askerler tarafından bunun Hıristiyanlara yönelik gelecekte alınacak daha ağır önlemlerin başlangıcı olarak görülmüş ve böylece başka Hıristiyan kökenli askerlerin firar etmesine ve Zeytun civarında bulunan çetelere katılmalarına neden olmuştur. 

Firarilerin yakalanması için jandarmalar görevlendirilmiş, bu kişilerin kendilerini koruma girişimi sonucu 9 Martta altı jandarmayı öldürmüşler. … Çetecilerin şehre saldırmasından korkan Zeytun halkı, koruma istemiş, bu istekleri yerine getirilmiş. 
Şehir sakinlerinden bu kişilerin teslim edilmesi istenmiş, ancak bu girişim başarısızlıkla sonuçlanmış, çünkü insanların hükümetin verdiği sözlere güvenleri kalmamış. 
İlginç olan ise, ölen çetecilerden ikisinin başlarının kesilmiş olarak bulunmasıydı. … Öyle görünüyor ki, Türkler tarafından kimliklerinin ortaya çıkarılmasını istemiyorlardı. 
Zeytun'da meydana gelen olaylar çok yakında bulunan ve büyük bir şehir olan Maraş'ı etkilemesi bakımından önem taşımaktadır. Maraş yaklaşık 50 ile 60 bin nüfuslu bir şehir. 
Nüfusun 36 bininin Müslüman, 24 bininin ise Hıristiyan olduğu tahmin ediliyor. 
Çekilen yoksulluğun nedeni bir yandan yaşanan politik huzursuzluklar, bir yandan da oldukça yetersiz ulaşım koşulları neden olmuş. Maraş'ı Antep'e bağlayan tek karayolu 18 yıldır yapılmaya çalışılıyor, ancak henüz yolun yarısı bile tamamlanmış değil. Suları yükseldiğinde yolu ikiye bölen Aksu nehrine birkaç yıl önce bir mutasarrıfın eşi boğulma tehlikesi atlatınca köprü yapılmış. 
Seferberlik ve halkın mallarına geniş ölçüde el konulması insanları zor duruma düşürmüş. … Halep'ten geldiğim araç şehirdeki tek araç. … Hıristiyan katır sahipleri 4 hafta boyunca ücretsiz olarak askeri amaçlar doğrultusunda çalıştırılmaya zorlanmış. 

Kendilerine yaptıkları işin süresini ve içeriğini gösteren bir belge de verilmemiş. 

Bu kişilere görevlerini yerine getirdiklerine dair bir belge verilse dahi, bazı durumlarda başka bir yerde tekrar çalıştırılmışlar. Buna karşın Müslümanlar birkaç gün çalıştırıldıktan sonra salıverilmiş. Gelen haberlerden sonra artık sivil Ermeni halkının silahlan geceleri evleri aranarak ellerinden alınıyordu. Askerler Hıristiyanları dövüyor, kadınların üzerinde silah araması yapılacağı gerekçesiyle sarkıntılık yapılıyor, çocuklara taş atılıyordu. 

Ermenilerin silahları toplanırken Müslümanlar barut ve saçma satın alma fırsatı buldular. Maraş yakınlarındaki Tekerek Köyü sakinleri bir haber göndererek Müslüman olunmasını yoksa bunu hayatlarıyla ödeyeceklerini bildirdiler. 
Cemal Paşa'nın halkı sükunete davet eden emri 31 Mart tarihinde duyuruldu. … Ermenilerden birinin evinin kapısı devriyeler tarafından dipçikle kırıldıktan sonra zorla Müslümanlaştırmak girişimini engellemedi. 

Maraş'tan 450 ve Zeytun'dan 125 asker kaçağı Mart sonundan bu yana teslim oldu ve cezalarını çalıştırılarak çekiyorlar. 
Savaş mahkemesinin kovuşturmaları Maraş'taki saygın ve hali vakti yerinde olan Ermenilerin tümüne karşı sürdürülüyor. Anılan Ermenilerin arasında Zeytun'daki olaylarla uzaktan yakından ilgisi olmayanlar var. Bu kişiler çete olaylarının bir an önce bitmesi özlemi içinde Maraş'ın yeniden huzura kavuşmasını istiyor. 
İncelemenin savaş mahkemesi tarafından tarafsızca yürütüleceği konusunun zayıf bir ihtimal olduğunu düşünüyorum. Öyle görünüyor ki, savaş mahkemesi amaca dönük davranmak yerine gerçek suçluları yakalayamadığı için tüm Ermeni halkını suçluyor ve bu mahkeme yaptıklarını olduğundan fazla göstermek için önde gelen Ermenileri kendisine hedef seçiyor. 

Savaş mahkemesi her fırsatta silah kaçakçılığı yapmaktan çekinmeyen Daşnaksütyun ve Hınçakçılar a karşı harekete geçseydi, bu anlaşılır bir durum olurdu. Ancak böyle olmadı. 
Gerçi şehir dışına çıkma yasağı kaldırıldı, ancak Hıristiyanlar şehir dışında bulunan üzüm bağlarına askerlerden korktukları için gidemiyor. 
Kıyım tehlikesi her ne kadar Müslüman kışkırtıcılar vazgeçmese de şimdilik ortadan kalktı gibi görünüyor. Bu kışkırtmalar 31 Martta merkezdeki hükümet yetkililerine sayıları 10 bin dolayındaki Zeytun'lunun öldürülmesi ve şehrin yerle bir edilmesi gerektiğini bir te1grafla bildirmişler. 

Ülkenin iç sorunlarına karışmadım. Sadece bir olayda, askerlerin cezaevinde bulunan oğluna yemek götürmek isteyen -tutuklular yakınları tarafından besleniyor- bir Ermeni kadının üzerine kor halinde kömür dökmek isteyince görevim dahilinde olmamasına rağmen müdahale ettim ancak bana buna karışma hakkımın olmadığı belirtilmedi. 

Misyoner Blank'a göre dağlara kaçan çeteciler ve asker kaçaklarının eğer teslim olma koşullarına uyulacağına dair bir yetkiliye güvenmeleri durumunda hemen teslim olacaklar. 
Maraş'ta birliklerin ilerlemesiyle korkuya kapılan bir köyün sakinleri köylerini terk edip çetecilere katılmış. Haber doğru ise, hareketlilik çoğalacak gibi görünüyor. 
Halep Valisi Celal Bey, Rus sınırındaki Türk topraklarında Rusların elindeki bazı Ermeni yerleşim~ yerlerinde Rus sempatisi duyumu aldıklarını, Türk topraklarında ki bazı Ermeni köylülerinin Müslümanlar tarafından yok edildiğini ve hükümette Ermenilerin tamamından şüphelenen ya da onları düşman saymaya eğilimli bir görüşün temsilcilerinin hakimiyeti ele aldığını söyledi. 

Haydar Paşa gitti ve halkın da yardımıyla en kötü insanları, yani çetecileri tutuklamayı başardı. Yalnız hangi araçlarla bunu ,gerçekleştirebildi! Korkunçluklar anlatılamaz bile. Kadınlar dahi dövüldü. … Halka ibret olsun diye herkesin önünde asmak yerine, ona kapalı bir yerde, bir ceza evinde işkence yaparak öldürdüler. 
O halk tarafından bir şehit olarak anılıyor. Öbür tutuklu çetecilere ne oldu dersiniz? Hepsi tutuklu bulundukları ceza evinden kaçtı ve şimdi onları halk teslim edecekmiş. Halk bu çetecileri teslim etti zaten. Neden hükümet halkın teslim ettiği ve tutuklu bulunan çetecileri ceza evinde tutamadı? 

Çanakkale savaşında esir düşen … Avustralyalı askerler kaçmayacaklarına dair söz verince kapalı yerlerde tutulmamışlar, Türklerle iç içe yaşam sürmüşler. Askerler, esir oldukları sürece bir nevi Türklerle kültürel alışverişte bile bulunmuşlar. Örneğin Gediz’deki tutsaklar bin kitaptan oluşan bir kütüphanenin kurulmasını sağlamışlar, dil öğrenmişler, dil öğretmişler, yerel yöneticilerin desteğiyle bando kurmuşlar, Gediz halkıyla birlikte ava gitmişler. Ressam olan esirler resim çalışmalarını sürdürmüşler. Bazı yerlerde demiryolu, karayolu yapımında Türklerle 
birlikte çalışmışlar. Türkler esirlere tutsak misafir muamelesi yapmışlar. 
Şu soruya bir cevap bulmak lazım: Türkler Çanakkale gibi muazzam bir savaşın ardından esir aldıkları ve yabancısı oldukları Avustralyalı askerlere bile böylesine mükemmel bir yaklaşım gösterirken, hangi şartlarda kendileri ile beraber yaşayan Ermeniler'e karşı tepkili ve silaha davranacak bir hale gelebilirler? 

***

Alman Belgelerinde Ermeni Meselesi., BÖLÜM 1

Alman Belgelerinde Ermeni Meselesi., BÖLÜM 1


Kıvanç Galip Över,Alman Belgelerinde, Ermeni Meselesi,ABD, İngiltere, Almanya, Ermeni tezlerini neden tanımıyor,1915 Soykırım Yalanı,

1915 
Soykırım Yalanı,
Kaknüs Yayınları 
1. Baskı 2007 


 
Kıvanç Galip Över. Kimdir:
Kıvanç Galip Över, Ankara'da 1970 yılında doğdu AÜ İletişim Fakültesi mezunu. 1988'den bu yana gazetecilik yapıyor. UBA, Sabah, THA, Nokta, Akşam, Türkiye ve Turkish Daily News gazetelerinde çalıştı. Ayrıca Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreterliği Basın Müşavirliği'ne bağlı Bilgi Üretim ve Yayın Şubesi'nde ve Avrasya Stratejik Araştırmalar Merkezi'nde görev aldı. 
    Bu kurumda Türkiye-AB Katılım Müzakereleri Masası Başkanlığı yaptı. TRT l Radyosu'nda iki yıl Gündem programında haftalık değerlendirmeler yaptı. Türk-Ermeni basın Diyalogu'nda ve Türk-Azeri-Ermeni Üçlü Basın İnisiyatifi’nde aktif rol üstlendi. 
İngilizce, Almanca ve Fransızca bilen Över, dış politika konuları ile ilgili çalışmalarını sürdürüyor. 
    Över halen TDI Televizyonu Türkiye Temsilciliği ve Diplomatik Gözlem internet gazetesinin genel yayın yönetmenliği ve Günboyu Gazetesinde köşe yazarlığı yapmaktadır. Diplomasi Muhabirleri Derneği ve Basın Konseyi üyesi olan Över'in daha önce yayınlanmış, lrak hakkında "Ölüm Kokusu" ve AB hakkında 
"Avrupa'nın Kodları" adlarında, iki kitabı mevcuttur. 

 ARKA KAPAK.,

1915 döneminde Osmanlı İmparatorluğu Alman İmparatorluğu ile müttefikti. İki devlet 
arasındaki ilişkiler tarihinin en yoğun dönemini yaşıyordu. Buna karşılık Alman İmparatorluğu can çekişen Osmanlı’dan çok daha farklı ve büyük hedeflere sahipti. 
Alman İmparatorluğu’nun diplomatları, casusları, rahipleri, öğretmenleri ve daha bir çok resmi ve gayrı resmi görevlisi, bugün hala yorumlanmasında güçlük çekilen o yıllarda Anadolu’da oldukça faaldi. Gördüklerini, duyduklarını ve hissettiklerini, bazen objektif bir şekilde bazen de duygusal bir bakış açısı ile diplomatik temsilcilikleri üzerinden Berlin'e rapor ediyorlardı. 

Bugüne kadar Ermeni iddiaları konusunda ve o dönemde Anadolu’da ne yaşandığı 
hususunda dünyanın birçok arşivi incelendi. Fakat Alman arşiv belgeleri üzerinde nedense pek durulmadı. Belki Alman belgelerinin, o dönemdeki ittifak ilişkilerinden dolayı çok da güvenilir olmadığı iddiasında bulunulabilir. Fakat söz konusu arşiv belgelerinin büyük bir bölümünün Berlin’in İstanbul hakkındaki “gerçek” bakış açısını ortaya koyduğu, özellikle de “Ermeniler” konusunda çok önemli detayları içerdiği muhakkak. 

Bu kitap ortaya peşin bir hüküm koyarak sizi bir yola teşvik etmeyi amaçlamıyor. Sadece karşılıklı katliamların yaşandığı o dönemde olanları Alman makamlarının belgeleri ile ve yazarın görüşleri ile sunarak Almanya’nın aynı dönemde Osmanlı ile müttefik olmayı nasıl değerlendirdiğini gözler önüne seriyor. 

SOYKIRIM TARİFİ.,

Uluslararası Ceza Mahkemesinin Roma statüsüne göre soykırım tanımı 6. Madde'de yapılıyor. 

Bu maddeye göre soykırım, bir milletin, etnik, dini bir grubun veya bir ırkın, tamamını veya bir bölümünü yok etmek, amaçlı yapılan aşağıdaki davranışlar şöyle tarif ediliyor: 

(a) Grup üyelerini öldürmek 
(b) Grup üyelerine ciddi fiziki veya zihinsel zarar vermek 
(c) Grup üyelerinin yaşam şartlarına, grubu fiziksel olarak yok etme amaçlı zarar vermek 
(d) Gruptaki doğumları kasıtlı olarak engellemek 
(e) Grubun çocuklarını zorla başka bir gruba transfer etmek. 
 
SORULAR.,

Soykırım olduğu iddia edilen dönemde Osmanlı ordusu salgın hastalıklara 400.000 asker ve Anadolu’daki sivil Türkler 800.000 kayıp verirken, Ermenilerin bütün kayıplarının saldırılardan meydana gelmesi mümkün mü? Acaba Ermeniler tifüs başta olmak üzere bütün salgın hastalıklara karşı bir aşı mı geliştirdi? 

Alman, İngiliz, Fransız, Amerikan ve Rus arşivlerinde yer alan 50.000'in üzerinde ilgili belge "soykırım olmadığını" gösterirken, neden Ermeni arşivleri açılmıyor? Acaba oradaki hangi belgelerin görülmesi Ermenistan'ı korkutuyor? 

Şayet sürgüne gönderilen bütün Ermeniler katledildiyse, geri dönen 644.900 Ermeni nereden çıktı? 
Osmanlı belgelerine göre sürgün sırasında 6.500-8.500 Ermeni eşkıya saldırısı sonucu, 60.000 Ermeni Anadolu'da hastalık sonucu ve 20.000 Ermeni yolculuklardan dolayı öldü. Ermeniler bugüne kadar neden bir defa bile kayıplar konusunda bir belge yayınlamadılar? 

Ermeni iddialarını kapsayan döneme ilişkin elinde muazzam sayıda belge bulunan ABD, İngiltere ve Almanya Ermeni tezlerini neden tanımıyor? 
 
ERMENİ PATRİK. '' ALMANLAR FRANSIZ HAYRANI ERMENİLERE TAKİBATI DESTEKLİYOR ''

Ele alacağımız ilk belge 29 Aralık 1914 tarihli bir telgraf. İstanbul büyükelçisi Wangenheim, Alman Şansölyesi Bethmann Hollweg'e yazmış. 

“Patrik, binlerce Ermeni’nin her yılın bahar aylarında çalışmak için Rusya'ya gittiğini ve sonbaharda da biriktirdikleri kazançlarla yurtları olan Türk vatanına geri döndüklerini, muhtemelen bu sırada da yabancı bir ülkede nasıl karşılandıklarına ilişkin deneyimlerini karşılaştırdıklarını, ancak Rus egemenliğine girmeleri durumunda kendilerini nasıl bir geleceğin beklediği konusunda ise kesin fikirlerinin olmadığını belirtti.” 

Madem Osmanlı Devleti Ermenilere yönelik bir soykırım harekatı başlatacak, neden eli silah tutan 20-45 yaş arasındaki Ermeni erkeklerini silah altına aldı? Neden askeri eğitim verdi? 

Bu çok garip. Çünkü bir soykırım planı olsa, Ermenilere askerlik öğretmek ve silah vermek, dahası ulaştırma gibi stratejik açıdan kritik sahalarda yine Ermenileri kullanmak, hem her cephede bozgun hem de bir iç savaş için gereken altyapının kurulması anlamına gelir. 

“Patrik, her zeki Ermeni’nin Türk egemenliğinde kalmak istediğini ve ilgili bölgelerin yabancı bir devletin egemenliği altına girmesi düşüncesini reddettiğini, ancak Doğu Anadolu'daki Ermenilere ilişkin planlanan reformlar doğrultusunda yasa önünde eşitlik, can ve mal güvenliğinin sağlanması konularının mutlaka gerekli olduğunu kaydetti”. 

Bu durumda Patriğin Alman sefire sözlerinde samimi olmayabilir. … Patrik burada diplomatik bir hamle yapmış olabilir. Eğer değilse, o zaman zaten Ermeniler Türk egemenliğinde reform istiyor. 
Ayrıca başka bir devletin hükümranlığını arzulamıyor. Ya Ermeniler iddia edilen soykırım tehdidinin farkında değiller ya da öyle bir tehdit hiç olmadı. İddia edilen soykırım gerçek olsa ve ona sadece birkaç ay kalsa, siz olsaydınız böyle mi davranırdınız? 
 
VASİLİ PİSKOPOSU KABUL EDİYOR.

Erzurum, 5 Aralık 1914 

“Erzurum iline bağlı kırsal alanda yaşayan Ermeni halkı bazı gelişmelerden oldukça rahatsızlık duyuyor ve bu gelişmeleri yeni bir kıyımın habercisi olarak algılıyor”. 
Ermeni piskoposu da doğrudan vali ile temasa geçiyor. Eğer soykırım varsa, Ermeniler neden validen yardım istesin? 
 
DÖRTYOL DA GARİP BİR OYUN...

İskenderun, 7 Mart 1915 
Bu olayla Ermenilerin Almanlara karşı olan güvensizliklerinin ne kadar derin köklere dayandığı görülüyor. Almanların Türklerle olan dostluğu kendiliğinden Ermeniler tarafından düşmanlık olarak görülüyor. 

 ERMENİLER.. İNGİLİZ İŞGALCİLERLE TİCARET YAPIYOR.

Adana, 13 Mart 1915 

“Dörtyol halkı seferberlik sırasında ya orduya hizmet vermek, ya da "bedel" ödemek zorunda 
idi. İnsanlar parasızlık nedeniyle geçimini sağlayamadı. 

Bu nedenle insanların çoğu, neredeyse hepsi, orduya katılmak yerine askerlikten kaçtı. Askerden kaçanların bazıları uzaklara kaçtı, ancak insanların çoğu evlerinde kaldılar. 
Bu durum ve çevrede oturan Türklerin Ermenilere karşı duydukları güvensizlik hükümetin dikkatini çekti. Özelliklede Dörtyol'da yaşayanların son kıyımda kendilerini Türklere karşı koruduktan sonra. 

Türk Limanlarının İngiliz savaş gemileri tarafından vurulmasından sonra İngilizler rahat bir şekilde karaya çıkıp Dörtyol'daki Ermenilerden alışveriş yapmışlardır. … Bu ticari ilişkiye karşı çıkılmasının nedeni ise hükümetin her şeyi gözlediği ve bazı kişilerin kurduğu bu ticari ilişki nedeniyle herkesi sorumlu tutacağı nedenine dayanmaktadır. 
Ocaklı'dan Köşkeryan adlı bir başka Ermeni İngiliz savaş gemisinden karaya çıkmış. 

Köşkeryan, Türklerin kıyımı sonucu ölen eşi nedeniyle yurt dışında bulunuyormuş. 
Komşu yerleşim yerlerinde yaşayan Türkler Dörtyol'da yaşayan Ermenilerin tasfiyesi için acil talepte bulunmuş, olası başka olayları önlemek ve asker kaçaklarının yakalanması için, hükümetten yardım istemiş, yetkililer de bir gecede Ermeni erkekleri bölgeden uzaklaştırmıştır. 

Ermeni erkekler sıkı gözetim altında Halep'e gönderilmiş, burada da yol yapım işlerinde çalıştırılmıştır. Ermeniler teslimiyet içinde olmuş ve hükümete karşı direniş göstermemişlerdir. 

Kaçma girişiminde bulunan üç kişi vurularak ele geçirilmiştir. Bu üç kişinin de ateşli silah kullanmadıkları sanılıyor. 

Askeri görevliler bu süreçte herhangi bir taşkınlık ya da hata yapmadılar. Dörtyol'da kalan çoğunlukla kadın ve çocukların durumu henüz endişe duyulacak halde değil. Yoksulluk ülkenin her yerinde görülen bir olgu. 

Zaman zaman kıyımdan da söz ediliyor. Ancak Türklerin ve Almanların müttefik olmasının iyi bir rastlantı olduğu düşüncesi de paylaşılıyor. Bu iki ülkenin müttefik olmasıyla her türlü sertliğin ve haksız muamelenin kınanacağı ve bu tür davranışların olanaksız kılınacağı düşünülüyor. 

***

7 Kasım 2020 Cumartesi

Devletler Hukukuna göre Ermeni Sorunu BÖLÜM 4

Devletler Hukukuna göre Ermeni Sorunu  BÖLÜM 4


II. Ermeni Sorununun Hukuksal Boyutu  BÖLÜM 4

Devletler Hukuku, Ermeni Sorunu, Osmanlı İmparatorluğu,İngiliz, Fransız, Rus,Gündüz AKTAN,Tehcir,

ERMENİ TEHCİRİ İNSANLIĞA KARŞI SUÇ MUYDU?

Yukarıda ayrıntılarıyla anlatıldığı üzere, tehcir, Ermenilerin grup nitelikleriyle, yaşam şartlarını yok olmalarına yol açacak şekilde “kasten” zorlaştırmayı amaçlamadığından, bir soykırımı değil[35]. Buna karşılık tehcir edilen bir grubun verdiği kayıpları, insanlığa karşı suç kavramı içine sokmaya imkan var mı?
Yukarıda da belirtildiği üzere, Ermeni tehciri başladığında İngiliz, Fransız ve Rus hükümetleri “..Türkiye’nin insanlığa ve uygarlığa karşı ...suçları”ndan söz ederek, ilgilileri sorumlu tutacaklarını 24 Mayıs 1915’te bir ortak bildiriyle ilan etmişlerdi. O tarihlerde insanlığa karşı suç kavramı bir deyişten ibaretti ve henüz hukuki bir kavram olarak kabul edilmemişti. Bu nedenle Ermeni tehciri ile insanlığa karşı suç arasında bu bildiri vasıtasıyla bir ilişki kurmak mümkün olamaz.
İnsanlığa karşı suç kavramı uluslararası düzeyde ilk kez 3.sayfada da belirtildiği gibi, (1946) Nuremberg İlkeleri 6 (c)’de yer aldı. Bu suçun savaş sırasında işlenmesi öngörülüyordu. Herhangi bir sivil toplumun, siyasi, ırki veya dini nedenlerle mezalime tabi tutulması ; (mensuplarının) katledilmesi, yok edilmesi, göçe zorlanması vb fiilleri içeriyordu.
1948 yılında kabul edilen soykırıma ilişkin Sözleşmenin 2.maddesindeki soykırım suçu tanımı, Nuremberg İlkeleri içinde yer alan bu in-sanlığa karşı suç kavramından üretildi. Böylece soykırım, insanlığa karşı suçların dışına çıkarılıncaca, geriye Uluslararası Ceza Mahkemesi (Roma) Statüsü’nün 7.maddesindeki insanlığa karşı modern suç tanımı kaldı. Buna göre,
 İnsanlığa karşı suçların Nuremberg İlkeleri’nde öngörülen savaş sırasında işlenmesi şartı terk edildi.

 Bu suçların işleneceği gruplar sayılmadı. Herhangi bir sivil topluluğa karşı işlenebileceği kabul edildi.

 7.Maddenin girişinde insanlığa karşı suçların “siyasi, ırki veya dini” gibi nedenlerle işlenmesine ise değinilmedi. Bu suçun oluşması için nedenlerin zikredilmemesi, hangi nedenle olursa olsun, öngörülen fiillerin işlenmiş olmasının yeterli olduğunu gösteri- yor.
 Buna karşılık, 7.maddede, öngörülen filin insanlığa karşı suç sayılabilmesi için aranan tek şart, söz konusu fiillerin bir.sivil topluluğa karşı yapılan "yaygın ve sistematik bir saldırının parçası olarak ve saldırı amacını bilerek” işlenmesine bağlandı. Yani 7.maddede a’dan k’ya kadar sayılan 11 fiilin tek başına işlenmesi halinde insanlığa karşı suç oluşturmayacağı benimsendi.
 Bir topluluğa karşı siyasi, ırki milli, etnik, kültürel; dini ve cinsi nedenlerle yapılan mezalim, insanlığa karşı suçun genel saiki olarak değil de, 11 fiilden biri olarak sayıldı.
 Bu açıklamadan, her ikisi de uluslararası suç olan ve dolayısıyla uluslararası yargıya tabi tutulan soykırım ile insanlığa karşı suç arasındaki farklar kendiliğinden ortaya çıkıyor. Sözleşme’nin 2.maddesinin giriş bölümündeki soykırım tanımıyla kıyaslandığında,
 Soykırımın milli, ırki, etnik ve dini olmak üzere sadece dört gruba karşı işlenmesi mümkün. Siyasi gruplara karşı işlenen fiil­ler soykırım içine girmiyor. Buna karşılık insanlığa karşı suçlar her gruba karşı işlenebiliyor.

 Soykırımda bir grubu yok etme kastıyla bazı fiillerin işlenmesi gerekiyor. İnsanlığa karşı suçun oluşması için yok etme iradesi aranmıyor. Gruba karşı “yaygın ve sistematik saldırı” yeterli görülüyor.

 Soykırımda fiillerin saiki, bir grubu, grup niteliğiyle, yok etme şeklinde ortaya çıkıyorken ve bu ancak o gruba karşı ırkçı nefretin varlığı halinde geçerliyken, Roma Statüsü 7. maddesinin giriş bölümünde, insanlığa karşı suç için herhangi bir genel saik aranmıyor.
Bu şartlar altında, bir siyasi grup da olsa, Ermenilere karşı, ırkçı nefretle yok etme kastı ol-madan yapılan tehcir sonunda önemli sayıda Ermeni’nin ölmüş olmasını, insanlığa karşı suç kavramına sokmak için 7. maddede sayılan öldürme (a), katliam (b), tehcir (d), mezalim (h) gibi fiilleri kullanmaya kalkışanlar olabilir.
Yukarıdan da görüldüğü üzere, insanlığa karşı suçun oluşmasının temel şartı, belli fiillerin, bir sivil nüfusa karşı “yaygın ve sistematik bir saldırının parçası” olarak işlenmesidir. Bu nedenle böyle bir saldırının niteliğini iyi tanımlamak gerekiyor. Şayet bir sivil nüfusa karşı açık bir askeri saldırı varsa ayrıca bir kanıta ihtiyaç yok. Ama saldırı şartının yerine gelmesi için askeri nitelikte bir saldırı olması icap etmiyor. Bir sivil topluluğa karşı, 7.maddede sayılan fi­illerin çoğunun, birlikte ve yoğun biçimde işlenmesi gerekiyor. Böyle bir saldırının, devlet veya yaygın bir örgütlenme tarafından aktif biçimde geliştirilmesi, sevk ve teşvik edilmesi şartı da aranıyor[36].1915-16 Ermeni tehcirini, 7.madde (1) fıkrasında sayılan ve tehcirle ilişkili olan fiillerin ışığında incelemek yararlı olabilir.
7.Madde (l)(a) fıkrasında belirtilen öldürme veya ölüme neden olma fiillerinin, böyle yaygın ve sistematik bir saldırının parçası olması ve suçu işleyence böyle “bilinmesi” gerekiyor.

7.Madde (1)(b) fıkrasında yer alan yok etme ya da katliam, yine topluluğa karşı yaygın ve sistematik bir saldırının parçası olarak, bir grubun kısmen yok olmasına yol açacak hayat şartlarının önceden hesap edilerek o topluluğa dayatılmasını da içeriyor. Örneğin o topluluğu gıda ve ilaç kaynaklarından kasıtlı olarak mahrum bırakmak da bu çerçeveye giriyor.

7.Madde (l)(d) fıkrasında yer alan tehcir veya diğer zorla nakillerin de yaygın ve sistematik saldırının parçası olarak vuku bulmasının yanında, devletler hukukunun izin verdiği askeri gereklilik gibi nedenlerin dışındaki nedenlerle yapılmış olması icap ediyor. Öte yan-dan tehcir için, topluluğa mensup insanların şiddete başvurularak evlerinden atılmış olmaları gerekmiyor. Şiddet dışı zorlamalarla gerçekleştirilen tehcir de, saldırıya ilişkin şartların yerine gelmesi halinde, insanlığa karşı suç içine giriyor.

7.Madde (1)(h) fıkrasında yer alan mezalim, devletler hukukuna aykırı olarak, topluluk men-suplarının temel haklarından mahrum bırakılmasını kapsıyor. Mezalim temel hakların hemen tümünün yoğun biçimde ihlali niteliğindeki çok sayıda fiilden oluşuyor. Bir sivil toplumun kimliğini hedef alıyor. Bu suçu işleyenler, devletler hukukunda yasaklanan siyasi, ırki, milli, etnik, kültürel, dini, cinsi ve diğer nedenlerden hareket ediyorlar[37].
1915-16 Ermeni olaylarına, vukuundan 85 yıl sonra yani 2000 yılında oluşan insanlığa karşı suç kavramını uygulamak, değil hukukla, akıl ve sağduyuyla dahi bağdaşmıyor. Bununla birlikte böyle bir incelemeden şu hususlar ortaya çıkıyor:
7.Madde (1) paragrafında sayılan fiillerin insanlığa karşı suç oluşturması için bir topluluğa karşı yaygın ve sistematik bir saldırının parçası olması gerekiyor. Oysa tehcirin bizzat kendisi bir yana bırakılırsa, Ermenilere karşı Osmanlı güvenlik güçleri böyle bir saldırıya girişmiyor. Bir başka ifadeyle Ermeniler 'saldırı'yı oluşturan fiillere birlikte ve yoğun biçimde tabi tutulmuyorlar.

      Ermenilerin, çeşitli nedenlerle, grup olarak kimliklerini hedef alan bir mezalim yok. I. Dünya Savaşı başlayınca ve doğu cephesin de tehlikeli durum ortaya çıkıncaya kadar, temel haklardan herkes gibi yararlanmaya devam ettikleri gibi, tehcire kadar da bu haklardan mahrumiyetleri söz konusu olmuyor. Tehcir sırasında temel haklara elden geldiğince riayet ediliyor.
      Yaygın ve sistematik saldırıların mevcut olmadığı bir ortamda grup mensuplarının ölümleri böyle bir saldırının ne unsuru ne de parçası niteliği taşıyor. Çetelerin tehcir halindeki Ermenilere saldırıları tamamen bir asayiş olayı niteliğinde.
      Yukarıda soykırım iddialarını incelerken, yok etme kastının bulunmadığı belirtilmişti. Ermeniler, Osmanlıların tehciri kullanarak ‘hayat şartlarının yok olmalarını sağlayacak şekilde dayattığı’nı iddia ediyorlar. Bu nedenle katliam ithamıyla birleştirilen tehcir konusunu ele almak doğru olacak. Tehcir, Ermenilere yaygın ve sistematik bir saldırının parçası olarak yapılmadı. Tehcirin kendisi de böyle bir saldırı oluşturmuyor. Bu gerçek, tehcirin insanlığa karşı suç olmadığını açıkça gösteriyor. Tehcirin Ermenilerin hayat şartlarını yok olmalarına yol açacak şekilde dayatıl masının söz konusu olmadığı, yukarıda soykırıma ilişkin bölümde de açıklanmıştı. Tehcir, Enver Paşanın doğu cephesindeki gelişmeler karşısında yaptığı talep üzerine başlatıldı. Ermeni nüfus içindeki silahlı elemanların Osmanlı ordusunun güvenliği açısından yarattığı tehlikeleri bertaraf etmeyi amaçlıyordu. Bu, bir nüfusun başka yere taşıması için devletler hukukuna uygun bir gerekçe oluşturuyor. Öte yandan tehcir sırasında dönemin hükümetinin Ermenilere gıda ve ilaç sınırlaması getirmediği, aynı bölgede göç halinde bulunan Türk-Müslüman nüfusta da gıdasızlık ve ilaçsızlık nedeniyle çok daha fazla ölümlerin vuku bulması, Bogos Nubar Paşanın Paris Barış Konferansı’ndaki beyanlarından da anlaşılıyor.
      Balkan Savaşları’nın sonuçları ışığında, Ermenilerin işgalci Rus ordularıyla birleşerek, Türk ve Müslümanların büyük çoğunlukta olduğu doğu bölgesinde soykırım boyutlarında bir etnik temizlik yaparak kendi devletlerini kurma gayretlerini önlemek için tehcir yapıldı. Bu, özellikle günün şartlarında, devletler hukuku bakımından güvenlik gerekçesinden de önemli bir gerekçe oluşturuyor.
      Bu şartlar altında Ermeni tehciri meşru oluyor ve tehcir sırasında vuku bulan ölümler de ceza hukuku açısından adi suçları oluşturuyor. Nitekim 1914-18 arasında bu tür suçları işleyen 1397 kişinin çok ağır cezalara çarptırıldığı da biliniyor.
Olayı daha iyi anlamak için, hepsi zorla nüfus nakli olan etnik temizlik, tehcir ve mübadele konularını kısaca gözden geçirmekte yarar olabilir. Etnik temizlik de tehcir de ilk bakışta bir etnik grubu belli bir toprak parçasından uzaklaştırarak, o toprakta homojen bir nüfus yaratmak amacı taşıyor gibi gözüküyor. Biraz ayrıntıya girildiğinde saiki, yöntemi ve coğrafyası arasında önemli farklar bulunduğu ortaya çıkıyor. Hukuki nitelikte olmayan etnik temizlik kavramı, l980’lerde eski Yugoslavya’nın Sırbistan bölümünde kullanılmaya başladı. Hatta deyimi Seslj adlı bir Sırp gerilla liderinin bulduğu söyleniyor. Bu nedenle Bosna-Hersek’teki etnik temizliği esas alıp, bunu önce Balkan Savaşları sırasında Türk ve Müslümanlara yapılanlarla ve sonra da Ermeni tehciriyle kıyaslamak lazım.
      Etnik temizlik bir tarafın silahlı güçlerinin karşı taraftaki sivil nüfusa saldırmasıyla başlıyor. Doğal olarak, kendilerini savunma imkanına sahip olmayan siviller öldürülüyor, yaralanıyor. Evleri ve yerleşim birimleri yakılıyor. Gıda ve gibi yardım getirebilecek insani konvoylara izin verilmiyor Eli silah tutabilecek erkekler tutuklanıyor, yaşama şartları çok bozuk kamplara hapsediliyor veya doğrudan öldürülüyor Kadınların sistematik ve kitlesel biçimde ırzına geçiliyor. Hedef grubun yaşadığı bölgedeki kültürel değerleri, bu arada dini mabetleri, binaları, kitaplıkları yıkılıyor. Yerlerini terk etmedikleri takdirde, sürekli ateş ya da bombardıman altında tutuluyorlar. Katliam sürüyor. Bir süre sonra bu saldırılar semeresini veriyor ve kitleler sürülmek istenen istikamete doğru kaçıyorlar. Etnik bakımdan temizlenmesi öngörülen bölgenin dışına, daha doğrusu kurulacak devletin olası sınırlarının dışına atılıyorlar. Bunların geriye dönmesi her ne pahasına olursa olsun engelleniyor. Etnik temizliğin belli bir aşamasında saldırgan grupta hedef gruba karşı ırkçı nefrete benzer bir duygu hakim olmaya başlıyor. Örneğin Boşnaklara “Türk tohumu” deniyor. Geçmiş Osmanlı hakimiyetinin tüm faturası bunlara çıkarılıyor. Irza geçmeler yeni hakim ırka ait bir nesil yaratma amacını taşımaya başlıyor. Bir bölge etnik açıdan homojen hale getirildikten sonra bile erkekler, örneğin Srebrenica’da olduğu gibi, büyük gruplar halinde katlediliyor ve toplu mezarlara gömülüyor. Bugünkü hukuka göre insanlığa karşı suç kavramı içine giren etnik temizlik böy­lece, bir grubun grup olduğu için yok edilmesini amaçlayan soykırım fiilleri de içeriyor.
      Eski Yugoslavya Uluslararası Mahkemesi savcısı, Karaciç ve general Mladiç için hazırladığı iddianamede bu nedenlerle 9 kez soykırım işlendiğini bildirdi.
1877-78 Rus-Türk Savaşı ve 1912-13 Balkan Savaşları sırasında Türk ve Müslüman nüfusa yapılanlar, Bosna-Hersek’te Sırpların gerçekleştirdiği etnik temizlikle özde uyuşu yor. Tek farkı vüsatinin çok daha büyük ol-ması. Balkanlarda Türklere uygulanan etnik temizliğin etkilediği nüfus çok daha büyük. İki savaşta ölen Türk ve Müslümanların 2 milyona vardığı, ülke dışına yani Anadolu’ya göçe zorlananların ise 1 milyona çok yaklaştığı görülüyor.
Ermeni tehcirinde yine zorla göç ettirme var. Ancak göçe zorlama sivil nüfusa saldırı şeklinde olmadığından, yerleşim birimlerinden sökülüp atılmaları için öldürülenler, yara­lananlar, ırzına geçilenler, katledilenler, ateş altında tutulanlar, aç bırakılanlar hemen hiç yok. İkinci olarak, tehcire tabi tutulanlar, ülke dışına atılmıyorlar. Ülkenin bir başka yerine götürülüyorlar. Bu nedenle yeni yerleşim yerlerinde yeni hayatlarına uyum sağlamak için bazı nakdi ve ayni imkanlardan yararlanıyorlar. Denebilir ki tehcir başladıktan sonra, günün şartları dolayısıyla yine de ölümler vuku buluyor. Bu doğru. Buna rağmen tehcir, bir çok önlem alındığından, etnik temizliğe oranla çok daha az ölümle sonuçlanıyor. Tehcirle’ göçenler yanlarına çok daha fazla kişisel eşya ve menkul değerler alabiliyorlar. At ve araba gibi taşıt vasıtalarından yararlanabiliyorlar. Geriye bıraktıkları büyük ölçüde yağmadan kurtuluyor. Kültürel değerleri tahrip edilmiyor.
      Bu şartlar altında, tehcir, soykırım fiillerinin de işlendiği bir insanlığa karşı suç olan etnik temizlikten çok farklı.
Eğer XX.yüzyılın ilk soykırımı aranıyorsa, bunun 1915-16 tehciri değil, 1912-13 Balkan Savaşları sırasında yapılan etnik temizlik olduğuna kuşku yok. Bir bakıma tehcir, Rus ordusuyla Ermeni gerilla ve teröristlerin, Balkanlar’dakine benzer bir etnik temizlik ve soykırımı doğu Anadolu’da yapmalarını önlemek için yapıldı. Osmanlı istatistiklerine göre tehcire tabi bölgedeki toplam nüfus olan 5,061,857’nin 811.085’i Ermeni idi. Yani Ermeniler nüfusun % 1 6’sına tekabül ediyordu. Şayet tehcir olmasaydı veya Rusya 1917 sonunda savaşı durdurup, Brest-Litovsk Antlaşması’yla çekilmeseydi, bölgedeki nüfus yapısının ışığında, esasen başlamış olan etnik temizlik potansiyelinin boyutlarını tasavvur etmek mümkün[38].
      Tehciri diğer zorla göç hareketleriyle de kıyaslamak mümkün. II. Dünya Savaşı sırasında Amerika, ülkenin batısında yaşayan Japonları doğuya taşıdı. 
Bu tehcire “üç küçük bombalama olayı ile, saptanamayan bazı radyo sinyalleri neden olmuştu”. Pearl Harbor baskınından dört ay geçmişti. 
Japonya’nın Pasifik’i aşıp batı Amerika’yı işgale başlayamayacağı anlaşılmıştı. Buna ne niyetleri ne de güçleri vardı. Yani Amerikan Japonlarının Japon 
ordusuyla birleşip Amerika’ya karşı silahlı harekata girişmeleri söz konusu değildi. İlgili Amerikan Temyiz Mahkemesi’nin 18 Aralık 1942’de Korematsu davası 
hakkında verdiği kararda, 112 bin Japon asıllı kadın, erkek, yaşlı ve çocuğun tehcirinin, “günün kritik şartlarında”, “sadık vatandaşların sadık olmayanlardan 
ayrılmasının mümkün olmaması karşısında” “casusluk ve sabotajları önlemek” gibi “askeri gerekçelerle” başka yere taşınmasının gayri hukuki olmadığı hükme 
bağlandı. “Savaş zamanında tüm Amerikalıların zorluklarla karşılaşmış” olması mazeret olarak gösterildi. Amerika’ya sadakat yemini etmeyen 5 bin civarında 
Japon bulunduğu hatırlatıldı. Tümgeneral J.L. DeWitt’in raporlarında Japonlar aleyhine ırkçılık sayılabilecek ibareler yer alıyordu. Japonların doğuya taşınması 
lehine lobi faaliyetinde bulunan yerel grupların da ırkçı argümanlar kullandıkları görüldü.
II. Dünya Savaşı’ndan sonra çoğu Batı Polonya’daki 15 Milyon kadar Alman da, 1945 Potsdam Protokolünün XIII. Maddesi gereğince Almanya’ya göçe zorlandı.[39]
Kurtuluş Savaşı’ndan sonra yapılan nüfus mübadelesiyle Türkiye’den Yunanistan’a 900 bin Rum giderken, Yunanistan’dan Türkiye’ye 430 bin Türk daha geldi.
Bu kişilerin onayı alınmadan zorla yapılan nüfus hareketleri sonunda az sayıda insan öldüğüne kuşku yok. 1913-45 arasında böyle yirmi mübadele anlaşması yapıldı. Barış zamanında yapılan bu göçlerin çok daha düzenli olması ve ulaşım gibi fizik Şartların da elverişli bulunması nedeniyle kayıpların düşük düzeyde kalması, göçlerin zorla yapılmış olduğu gerçeğini değiştirmez.
Kısaca, tehcir bir grubu, ne grup niteliğiyle ne de başka bir nedenle yok etmek amacıyla değil, Rus işgal ordularıyla işbirliğine girmiş olan; bu çerçevede kılavuzluk ve casusluk yapan; isyanlar çıkaran; birlikleriyle Osmanlı ordusuna saldıran; lojistik hatlarını kesen; terörist gerillalarıyla Türk-Müslüman yerleşim birimlerine saldırıp katliamlara ve etnik temizliğe girişen Ermenileri doğu cephesinden ülkenin güneyine, savaş dışında kalan bir bölgeye taşımak amacıyla yapıldı. Tehcirin bu askeri gereklilik yönü, bugün geçerli olan hukuka da uygun[40]. Kaldı ki tehcir yapılmasaydı, tüm işaretler Rus ordusuyla birleşen Ermeni güçlerin, Balkanlar’daki gibi, çoğunluktaki Türk-Müslüman nüfusu soykırım boyutların da bir etnik temizlikle bertaraf ederek, kendi devletlerini kuracaklarını gösteriyordu. Tehcirin nedeni açık ve kesin biçimde askeriydi ve Türk-Müslüman nüfusun varlığı ve güvenliğini sağlamakla ilgiliydi. Bu haliyle Ermeni tehcirinin insanlığa karşı suç oluşturması söz konusu olamaz.

SONUÇ OLARAK
Bu Çalışmanın sonuçlarını Şöyle özetlemek mümkün:

1. Ermeniler, Osmanlı İmparatorluğu’nun toprakları üzerinde önce otonomi, sonra bağımsız devlet kurmak için siyasi ve silahlı faaliyetlerde bulunduklarından siyasi grup niteliğindedir. Bu nedenle Sözleşme 2. maddesi tarafından korunan dört grup arasına girmemektedirler.

2. Osmanlılarda Nazilerin Yahudilere karşı duyduğu anti-semitizme benzer bir anti- Ermenizm, bir başka deyişle Ermenilere karşı ırkçı bir nefret bulunmadığından tehcir, Ermenileri, grup olarak yok etme saikiyle yapılmamıştır Tehcir kararı Ermenilerin Rusya ile tarihi anlaşmalarla teyit edilen dostluk ve işbirliği çerçevesinde Rus işgal ordularıyla birleşip Osmanlı ordularına karşı başlattıkları harekatı önlemek ve ‘vilayat.ı sitte’ denen doğu bölgesindeki nüfusun %84'ünü oluşturan Türk ve Müslümanları, Balkanlardaki gibi soykırım boyutlarında bir etnik temizlikle yok etmesine engel olmak için alınmıştır. Tehcirin nedeni bir yandan askeri gereklere, öte yandan da Türk-Müslüman nüfusun varlığını savunmaya dönüktür.

3. Osmanlı Hükümeti’nde, Sözleşme 2. Maddede aranan Ermenileri yok etme kastı bulunmamaktadır. Yok etme niyetini kanıtlayacak yazılı ve sözlü belgeler olmadığı gibi, tüm belgeler tam tersine Ermenilerin korunmasını ve rahatça iskan edilmelerini öngörmektedir. Ölen Erme­nilerin sayısı, soykırımın mevcudiyetini ispattan çok uzaktır. Ermeni ölümlerinin önemli bir bölümü tehcir dışı nedenlerden kaynaklanmıştır. Aynı nedenlerle bölgede vuku bulan Türk sivil ölümleri çok daha yüksektir. Bu açıdan tehcir, Sözleşme 2 (e) anlamında, gizli ya da dolaylı bir soykırım değildir.

4. Katolik ve Protestan Ermenilerle, İstanbul, Aydın (İzmir dahil) ve Kütahya Ermenilerinin tehcire tabi tutulmaması, Osmanlıların gücünün yetersizliğinden ziyade, diğer bölgelerdeki Gregoryan Ermenilerin Rusların dindaşı olarak ve Rus ordularının ilerleme hattı üzerinde bulunmaları dolayısıyla tehcir edildiğini göstermekle, olayın askeri nedenini teyit etmektedir.

5. Bu koşullarda Sözleşme’ye göre soykırım olmayan tehcirin ardındaki askeri gerekler de göz önüne alındığında, hukuken insanlığa karşı suç kategorisine girdiği de savunulamaz. Zira tehcir sırasında, Roma Statüsü 7.Maddede aranan şartlar yerine gelmemiştir. Yani Ermeni nüfusa karşı, devletin bir planı çerçevesinde “yaygın ve sistematik bir saldırının parçası olarak”, insanlığa karşı suç oluşturan fiillerin çoğunun birlikte işlendiği bir durum ortaya çıkmamıştır. Tehcir, etnik temizlikten farklı olarak, Ermenilerin şiddetle yerinden atılmasını amaçlamamıştır. Ermenilere karşı dini veya başka bir ,nedenle mezalim yapılması söz konusu olmamıştır. Tehcir askeri güvenlik nedenleriyle yapılmıştır.

6. Bunun da ötesinde, Ermenilerin işgalci Rus ordularıyla birleşerek, Balkan Savaşlarındaki gibi bölgede çoğunlukta olan Türk ve Müslümanların soykırım boyutunda bir etnik temizlik yapmalarını engellemeyi amaçlamıştır. Bölgedeki çeteler, devletin olmayan saldırı kastını bilmelerine de imkan bulunmadığından, kendi özel amaçlarıyla göç halindeki Ermenilere saldırmış, öldürmüş ve mallarını yağmalamışlardır. Üç cephede çarpışan Osmanlı elindeki sınırlı jandarma güçleriyle bazen Ermenilerin hepsini etkin biçimde koruyamamıştır. Benzer iklim, coğrafya, gıdasızlık, ilaçsızlık ve hastalık şartları nedenleriyle, göçe zorlanan sivil Türklerin ölümlerinin Ermenilerden fazla olması da, tehcirde dolaylı yoldan yok etme amacı bulunmadığını göstermektedir.

7. Nihayet göç ettirilenlere karşı göç ettirenlerde bir acıma duygusu, istenmeyen olaylara karşı bir pişmanlık ve saldırganlara karşı kızgınlık doğmuştur. Adi suç kategorisine giren soygun ve öldürme sanıkları savaş sonundan önce yargılanmış ve çoğu idam edilmiştir.
--------------------------------------------------------------------------------

[1] Shabas, William A., Genocide in International Law, Cambridge University Press, 2000, s.7
[2] Report of the International Commission to Inquire into the Causes and Conduct of the Balkan Wars, Washington: Carnegie Endowment for International Peace, 1914, ‘Katliam, Göç, Asimilasyon Bölümü, s.148-58
[3] In the present Convention, genocide means any of the following acts committed with intent to destroy, in whole or in part, a national, ethnical, racial or religious group, as such: (a)Killing members of the group; (b) Causing serious bodily or mental harm to members of the group, (c) Deliberately inflicting on the group conditions of life calculated to bring about its physical destructi­on in whole or in part; (d) lmposing measures intended to prevent births wit­hin the group; (e) Forcibly transfering children of the group to anot­her group
[4] c. Crimes against humanity: Murder, extermination, enslavement, deportation and other inhuman acts done any civilian popula tion, or persecution on political, racial or religio us grounds... Buradaki ‘grounds’ sözcüğünün Türkçe hukuk dilinde ‘gerekçe’ anlamına geldiği ve yasa gerekçesinin İngilizce karşılığı olduğu; Fransızca’sının ise ‘neden’ anlamına ‘raison’ ol-duğunu belirtmek gerekir. (yazarın notu)
[5]… the crime (genocide) is committed on religious, racial, political or any other grounds…
[6]Article II in the present Convention, genocide means any of the following acts committed with intent to destroy, in whole or in part, a national, ethnical, racial or religious groups, as such:.. “ Buradaki ‘as such’ veya Fransızca’daki ‘comme telle’ grubun grup olması nedeniyle yok edilmesi anlamına geliyor.
[7] Ibid., Schabas, s.255; kitabı boyunca Ermenilerin soykırıma uğradıklarını sadece Ermeni yazar Vahakn N. Dadrian’ın yazılanna atfen belirten Schabas, klasik soykırımlar içinde Ermeni “soykırımını” zikretmiyor.
[8] Poliakov, Leon, Le Mythe Aryen, Editions Complexe, Paris, 1971 başta olmak üzere aynı yazarın eserleri
[9] Encyclopaedia Britannica, Macropaedia, 1985, Volume 15, s. 360-6
[10] Uluslararası Ceza Mahkemesi Roma Statüsü Madde 7: “İnsanlığa Karşı Suçlar
Bu statünin amaçları için “ İnsanlığa karşı suç ” herhangi bir sivil nüfusa karşı gerçekleştirilen yaygın ve sistematik saldırının parçası olarak ve saldırının amacını bilerek, aşağıdaki fiilleri işlemektir:

(a)Katl;
(b)yok etme;
(c)köleleştirme;
(d)tehcir ve zorla yapılan nüfus nakilleri;
(e)kanun dışı tutuklama…;
(f)işkence;
(g)Irza geçme...;
(h)Bir gruba veya topluluğa, siyasi, ırki, milli, etnik, kültürel, dini, cinsi, ve diğer nedenlerle yapılan mezalim...;
(i)Zorla kaybolmalar;
(j)Apartheid suçu
(k)Diğer insanlık dışı fiiller…”
7/2 (a): Herhangi bir sivil nüfusa karşı girişilen yaygın ve sistematik saldırı: Yukarıdaki fiillerin (a-k) herhangi bir sivil nüfusa karşı bir devlet veya örgüt politikasının sonucu olarak çok sayıda işlenmesidir.

[11] Ermeni nüfusu hakkında tahminler şöyle:

l.Ermeni Patrikhanesi’nin rakamlarını esas alan Marcel Leart’a göre 2,560,000
2.Ermeni tarihçi Basmaciyan’a göre 2,380,000
3.Paris Barış Konferansı’na katılan Ermeni Heyetine göre 2,250,000
4.Ermeni tarihçi Kevork Aslan’a göre 1,800,000
5.Fransız San Kitabına göre 1,555,000
6.Encyclopedia Britannica’ya göre 1,500,000
7.Ludovic de Constenson’a göre 1,400,000
8.H.F.B. Lynch’e göre 1,345,000
9.Revue de Paris’e göre 1,300,000
10.1893 Osmanlı istatistikkrine göre 1,001,465
11.1906 Osmanlı istatistiklerine göre 1,120,748
12.1. Dünya Savaşı'ndan hemen önceki Osmanlı istatistiklerine göre 1,295,000
13. İngiliz Yıllığına göre 1,056,000
[12] Başlıca Ermeni isyanları şunlar: 1862 ve 1895 Zeytun, 20.6. 1 890 Erzurum; 15.7.1890 Kumkapı; 892 Merzifon, Kayseri, Yozgat olayları; Ağustos 1894 1.. Sassun isyanı; Eylül 1895 Bab-ı Ali gösterileri; 1895-96 Van isyanı; 1895’de Ermenilerin silahlı saldırılar gerçekleştirdikleri şehirler: Trabzon, Erzincan, Bitlis, Maraş, Erzurum, Diyarbakır, Malatya, Harput; 26.8.1896 Osmanlı Bankası baskını; 1904 2. Sassun isyanı; 21.7.1905 Sultan Abdülhamit’e bombalı suikast saldırısı 1909 Adana İsyanı, Nisan 1915 Van İsyanı vb.
[13] Nalbandian, Louise, Armenian Revolutionary Movement, University of California Press, 1963, sf.110-111, Hınçak parti programı hakkında aşağıdaki bilgileri veriyor: “Ajitasyon ve terör halkın moralini yüksek tutmak için gerekliydi. Halk düşmanlanna karşı tahrik edilmeli, aynı düşmanların misilleme eylemlerinden de yararlanılabilmeliydi. Terör halkı korumak ve halkın güvenini kazanmak için bir yöntem olarak kullanılmalıydı. Parti, Osmanlı Hükümetini terörize ederek rejimin itibarını sarsmalı ve tümüyle yıkılması için çalışmalıydı. Hükümet terörün tek hedefi olmayacaktı. Hınçak, muhbirler ve casuslarla, o sırada hükümet için çalışan en tehlikeli Türk ve Ermeni kişileri yok etmek istiyordu. Bu açıdan kendisine yardımcı olması için parti, terörist eylemler yapacak özel bir örgüt kurmuştu. Genel isyan çıkarmak için en uygun zaman Türkiye’nin bir savaşa girmesiydi.
[14] Papazian, K. 8., Patriotism Perverted, Boston, Baker PresŞ, 1934, sf. 14-15, Taşnak Derneği hakkında şunları söylüyor: “A.R. Federasyonu (Taşnak) ayaklanma yoluyla Türk Ermenilerinin ekonomik ve siyasi bağımsızlığını sağlamayı amaçlıyordu. ...terörizm başından itibaren Kafkas Taşnak Komitesi tarafından bu amaca ulaşmak için bir yöntem ve politika olarak kabul edilmişti. ‘İmkanlar’ başlığı altında 1892 yılında kabul ettikleri programda aşağıdaki hususları okuyoruz: Ermeni Devrim Federasyonu (TaŞnak) ayaklan mayla amacına ulaşmak için devrimci gruplar oluşturur. Yöntem 8 aşağıdaki gibidir: Savaşmak ve hükümet mensuplarını ve hainleri teröre maruz bırakmak... Yöntem 11 ise: Hükümet kurumlarını yıkmak ve yağmalamak...”
[15] Loris-Melikoff, Dr. Jean, la Revolution Russe et tes Nouvelies Republiques Transcaucasìennes, Paris,1920, sf. 81, Taşnak’ın kurucularından ve ideologlarından olan yazar şöyle diyor: “Gerçek şu ki, parti (Taşnak Komitesi) , çıkarları halk ve milletin önünde tutan bir oligarşi tarafından yönetiliyordu Bunlar burjuvazi ve büyük tüccarlardan oluşuyorlardı. Sonunda bu imkanlar tükenince, Rus devriminin öğretisi olan ‘amaçlar araçları meşru kılar’ ilkesine uygun olarak teröre başvurdular.”
[16] 28.3.1894’te İstanbul’daki İngiliz Büyükelçisi Currje ‘Foreign Offlce’e şunları yazıyordu: “ Ermeni devrimcilerin amacı karışıklık çıkarmak, Osmanlıları şiddetle karşılık vermeye zorlamak ve böylece dış güçlerin müdahale etmesini sağlamaktır.
[17] McCarthy, Justine, Death and Exile..., sf. 339
[18] Tchalkouchian, Gr., Le Livre Rouge, Paris, 1919, sf. 12
[19] Tchalkouchian, Gr., op. cit.
[20] Andonian, Aram, Documents Officiels concernants les Massacres Armeniens, Paris, Armenian national Delegation, 1920
[21] Roma Statüsü madde 7 ve Eski Yugoslavya ile Rwanda Uluslar arası Mahkemeleri’nin statülerindeki ilgili maddeler.
[22] Osmanlı Belgelerinde Ermeniler (1915-1920), Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü, Ankara, 1994, sf. 8
[23] Ibid., sf. 31-32
[24] Ibid., sf. 11
[25] Ibid., sf. 12
[26] Ibid., sf. 35, 43, 44, 51
[27] Gürün, Kamuran, Le Dossier Armenien, Societe Turque D’Histoire, Triangle, 1983, Paris, sf. 284
[28] Ibid., si. 259: Cezalandırılan kişilerin illere göre dağılımı şöyle: Sivas 648; Mamuretilaziz 223; Diyarbekir 70; Bitlis 25; EskiŞehir29; Şebinkarahisar 6; Niğde 8; İzmit 33; Ankara 32; Kayseri 69; Suriye 27; Hüdavendigar 12; Konya 12; Urfa 189; Canik 14
[29] Genelkurmay, ½, KLS 361, dosya 1445, F. 15-22
[30] Gürün, op. cit., sf. 263
[31] FO. Hc. 1/8008, XC/A-018055, sf. 651
[32] McCarthy, op. cit., sf. 339
[33] Boudiere, Georges, “Notes sur la caınpagne de Syrie-Cillicie. L’affaire de Maras”, Tıırcica. IX/ 2-X, 1978, sf. 160
[34] Ermeni patriğinin İngilizlere verdiği bilgiler, FO. 371-6556/E.2730/800/44
[35] International Law Commission, 48th session, 6 May-26 July 1996, Draft Code of Crimes Against Peace and Security of Mankind, p. 92
[36] PCNICC/2000/INF/3/Add.2, sf. 9
[37] Ibid., sf. 15
[38]
Vilayetin İsmi Toplam Nüfus Ermeni Nüfus
Erzurum                  645,702                  134,967
Bitlis                 398,625                  131,390
Van                         430,000                    80,798
Elaziz                 578,814                    69,718
Diyarbakır         471 ,462                   79,129
Sivas              1,086,015                 170,433
Adana                 403,539                   97,450
Trabzon              1,047,700                  47,200

[39] Schabas, Ibid., sf. 195
[40] Protocol II Additional to the Geneva Conventions of 12 August 1949, article 17
 
http://www.eraren.org/bilgibankasi/tr/index2_1_1.htm

***