19 Mart 2019 Salı

1914 -2014 YÜZYILIN HİKAYESİ - TÜRK KAFKAS İSLAM ORDUSU VE KAFKASLARDA ERMENİ KATLİAMLARI. BÖLÜM 10

1914 -2014 YÜZYILIN HİKAYESİ - TÜRK KAFKAS İSLAM ORDUSU VE KAFKASLARDA ERMENİ KATLİAMLARI. BÖLÜM 10



Uluslararası Hukuk, Tehcir, Soykırım 

Tehcirin uygulandığı dönemde mevcut devletlerin tamamının ceza kanunlarında Ermenilerin işlediği fiiller vatana ihanet kanunu kapsamına girmekte ve bu suçları işleyenler için idam cezası öngörülmektedir. Hal böyle iken Osmanlı Devleti bunların elebaşlarına idam cezası vermek yerine çoğu kez bunları affetmiş ve yabancı ülkelere gidişlerine izin vermiştir. Oysa Osmanlı Devleti ile savaş halinde olan Rusya, kendi ordusundaki Ermenileri, işgal edilen Osmanlı topraklarındaki masum sivil halka karşı uyguladıkları katliam ve çapulculuk nedeniyle idam dâhil çeşitli cezalara çarptırmıştır. İsyancı Ermenilerin işlediği suçların benzerlerini ve hatta daha hafiflerini bile kendi hukukları gereğince idamla cezalandıran ülkelerin Osmanlı Devleti’nin aldığı tehcir kararını soykırıma varan suçlamalarla gündeme getirmeleri düşündürücüdür. 

Uluslararası hukuka göre tehcir ve nakil sözcükleri bireylerin ikamet ettikleri yerlerden, iradeleri dışında ve baskı altında başka bölgelere (uluslararası sınırların ötesine) gönderilmesini ifade etmektedir. Hukuka aykırı sayılabilmesi için tehcirin veya naklin güvenlik veya askeri zorunluluk gibi saiklar olmaksızın yapıldığının kanıtlanması gerekmektedir. Uluslararası hukuka göre bir ülkeyi 
işgal eden devlete bile, “halkın güvenliğinin sağlanma ve askeri ihtiyaçlar nedeniyle işgal ettiği bölge halkını o bölgeden tamamen veya kısmen çıkartma hakkı” tanınmaktadır. Bu ölçülere göre Osmanlı Devleti’nin kendi askeri harekâtını sekteye uğratan ve düşmanla işbirliği yapan vatandaşlarını harekât alanı dışına çıkarması işgal kuvvetlerine tanınan hakkın yanında çok hafif kalmaktadır. 

BM Soykırım Sözleşmesine göre soykırım suçu bir ırkı, grubu yok etme kastıyla işlenir. Ermeni tehcirinin, bu sözleşmede belirtilen soykırım suçunun maddi (Actus Reus) ve manevi (Mens Rea) unsurlarından sayılan şartlardan hiçbirine uymadığı görülmektedir. Tehcir kararı Ermenilerin tamamına değil sadece Gregoryen mezhebinden olan isyancılar için uygulanmış olup, Katolik ve Protestanlar, kamu hizmetinde çalışanlar, menfi faaliyeti görülmeyenler ve ülkenin güvenli bölgelerinde yaşayanlar tehcire tabi tutulmamıştır. Bunların sayısı 380.000 kadardır. 

Konu “Uluslararası Ad Hoc Mahkemeler” [8] tarafından verilmiş olan yargı kararları açısından ele alındığında; bir fiilin soykırım kabul edilebilmesi için “soykırım planı ile birlikte soykırımın gerçekleşmesi ve bunu gerçekleştirecek soykırım kastının bu planla doğrudan ilgili olması” gerekmektedir. Tek başına soykırım planının varlığı bile soykırım suçunu oluşturmamaktadır. Dolayısıyla özel olarak soykırım kastı içermeyen ve devletin bekası amacıyla zorunlu olarak alınmış bulunan tehcir kararının soykırım olarak nitelendirilebilmesi hiçbir şekilde mümkün değildir. 

[8] Uluslar arası bir sorunu çözmek için kurulan mahkemeler. 

Bir suçun soykırım suçu olup olmadığının ortaya konmasındaki bir diğer ölçüt de “suçun siyasi gruplara karşı işlenip işlenmediği” hususudur. Her gruba karşı işlenen suç insanlığa karşı işlenmiş sayılırken “soykırım suçunun milli, ırki, etnik ve dini olmak üzere dört gruba karşı işlenmesi mümkündür”; siyasi gruplara karşı işlenen fiiller soykırım kapsamı içine girmemektedir. Ermeniler Osmanlı İmparatorluğu'nun toprakları üzerinde önce otonomi, sonra bağımsız devlet kurmak için siyasi ve silahlı faaliyetlerde bulunduklarından, siyasi grup niteliğindedir. Bu nedenle Soykırım Sözleşmesi tarafından korunan dört grup arasına girmemektedirler. Daha 1880'lerde Hınçaklar siyasi ve silahlı mücadelelerinin amacı olarak Anadolu'nun doğusunda altı vilayeti kapsayan ve “Vilayat-ı Sitte” denen Erzurum, Van, El-aziz, Diyarbakır, Bitlis ve Sivas'ı kapsayan bölgede bir hayali Ermenistan kurduklarını açıklamışlardı. Bütün bu faaliyetler, Ermenilerin bağımsızlık için silahlı faaliyette bulunan bir siyasi 
grup olduğunu açıkça göstermektedir. Bir siyasi gruba karşı mücadelede işlenen suçların, tabii şayet işlenmişse, hukuken soykırım tanımına girmeyeceği açıktır. 

Diğer yandan Osmanlılarda Nazilerin Yahudilere karşı duyduğu antisemitizme benzer ırkçı bir nefret bulunmadığından; tehcir, Ermenileri grup niteliğiyle yok etme saikıyla de yapılmamıştır. Tehcir kararı İsyancı Ermenilerin 

. Rus işgal ordularıyla birleşip Osmanlı ordularına karşı yapacakları harekâta ve 
. “Vilayat-ı Sitte” denen doğu bölgesindeki nüfusun %84'ünü oluşturan Türk ve Müslümanları, Balkanlar'daki gibi soykırım boyutlarında bir etnik temizlikle yok etmesine engel olmak için alınmıştır. 

Burada asıl dikkat edilmesi gereken husus Ermeni tehcirinin 1915-1916 yıllarında uygulanmış, BM Soykırım Sözleşmesi’nin ise 1948 yılında çıkarılmış olması hususlarıdır. Ceza hukukunun temel hükmü olan “kanunsuz suç ve ceza olmaz” ilkesi gereğince “kanunlar ancak yürürlük tarihlerinden sonraki olay, işlem ve eylemlere uygulanabilirler”. Aynı şekilde yürürlükten kaldırılan bir 
hukuk kuralı da yeni kuralın yürürlüğe girmesinden sonraki olaylara uygulanamaz. Dolayısıyla ilk kez 1948 yılında tanımı yapılan ve belli sayıda ülkenin onaylamasını müteakip “1951 yılında işlerlik kazanan soykırım fiilinin cezalandırılmasına ilişkin BM sözleşmesinin 1915 yılına götürülerek Ermeni tehciri olayına uygulanması hukuken mümkün değildir”. 

 Kaldı ki Ermeni tehciri soykırım sözleşmesinin yürürlüğe girdiği tarihten sonra vuku bulmuş olsa bile yukarıda izah edildiği üzere ne maddi, ne de manevi unsurları yönünden tehcirin soykırım olarak nitelendirilebilmesi mümkün değildir. Bu gerçeği çok iyi bilen Ermenistan Devleti, Ermeni diasporası ve onları destekleyen ülkeler sözde soykırımın “Türkiye Cumhuriyeti yönetimine kendi 
rızası ile kabul ettirilmesi” gibi kendileri açısından son derece akılcı, ancak Türkiye Cumhuriyeti için son derece tehlikeli sonuçlar doğurabilecek bir yolu izlemektedirler. Ermenilerden özür kampanyası gibi faaliyetler hep bu amaca yönelik çabalardır. 

Söz konusu çabalara destek verenlerin bu çabaların arka planını görmeleri önem taşımaktadır. 

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Uluslararası Adalet Divanı, Avrupa Adalet Divanı ve Fransa Anayasa Komisyonu Kararları 

“Ermeni soykırımı” iddialarını dayatmaya dönük baskılar, birkaç yabancı ülkenin yerel mahkeme kararına yansımış olsa da, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), Uluslararası Adalet Divanı (UAD), Avrupa Adalet Divanı (AAD) ve Fransa Anayasa Komisyonu gibi belirleyici uluslararası yargı organlarını etkilememiştir: 

. AİHM ile Fransa Anayasa Komisyonu, “Ermeni soykırımı yoktur” demenin yasayla yasaklanmasını ve bunu diyenlerin cezalandırılmasını   “düşünce özgürlüğü ihlali” saymıştır. 
. AAD, “Ermeni soykırımını tanıyan” parlamento kararlarının “siyasi nitelik taşıdığına, hukuki alanda hiçbir geçerliliği bulunmadığına” hükmetmiştir. 
. UAD da, “yabancı ülkelerdeki yerel mahkemelerin başka ülkeleri yargılamalarının uluslararası hukukun ihlali anlamına geldiğine” dikkat çekmiştir. 

“Soykırım” tartışmalarında uluslararası yargı organlarınca Türkiye’nin pozisyonuna yakın kararların verilmesi tesadüf değildir. Uluslararası yargı organlarının bu kararları bizi, tarihi ve hukuki gerçeklerin “soykırım” iddialarını doğrulamamasına götürmektedir. 

AİHM 17 Aralık 2013 günlü Perinçek-İsviçre kararında, Doğu Perinçek’in “Birinci Dünya Savaşı sırasında Ermenilere uygulanan politikanın soykırım olarak yorumlanamayacağı” söylemleri nedeniyle İsviçre Mahkemeleri’nde mahkûm edilmesinin, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin” ifade özgürlüğünü” düzenleyen 10. maddesinin ihlali olduğunu hükme bağlamıştır. 

Bu hükmün açık anlamı, artık “1915 Ermeni tehcirinin soykırım olmadığını söylemenin mahkûmiyet nedeni olmayacağı, olamayacağıdır.” AİHM’ne göre, “Ermeni soykırımı yoktur” denilmesi ifade özgürlüğü kapsamındadır. Cezalandırılamaz. 

 Kararın dayandığı gerekçeler AİHM’ne göre; 

. “Ermeni soykırımı” lobisinin yaratmaya çalıştığı “1915 olaylarının soykırım olarak kabulü konusunda dünya genelinde bir görüş birliği olduğu” yolundaki algı doğru değildir. “Soykırım” iddialarının “mutlak kabulü” anlamına gelecek böylesi bir uzlaşma yoktur. 
. 1915 olaylarının soykırım olarak nitelendirilmemesi “Ermenilere karşı nefreti körüklemez”, “Ermenileri aşağılamaz”. Bu nedenle, “soykırım yoktur” demek “tartışma hakkının kötüye kullanımı olmaz.” Cezalandırılması da 
“Ermenilerin korunması anlamına gelmez.” 
. 1915 olaylarını “soykırım” olup olmadığının “tartışılması kamu yararınadır”. Bu tartışmanın yasa marifetiyle önlenmesi, bu yararı sınırlandıracağı için, herhangi bir ülkenin takdirinde değildir. 
. “Soykırım” son derece net tanımlanmış ve kanıtlanma koşuları açıkça belirlenmiş bir suçtur. Uluslararası yargı içtihatları da bunu doğrulamaktadır. BM İnsan Hakları Komitesi’nin 34. Genel Yorumu, “tarihi meselelerle ilgili fikir 
açıklamalarını cezalandıran hukuk normlarının, BM Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesi ile uyumlu olmadığına” dikkat çekmiştir. Anılan Sözleşme, geçmişteki olaylarla ilgili beyanların, hatalı ya da doğru olsa dahi yasaklanamayacağını 
belirtmiştir. 

. 1915 Ermeni olayları tarihsel olarak da hukuki olarak da Yahudilere karşı işlenen Holokost suçlarından farklıdır. 
Osmanlı Ermenileri ile Alman Yahudileri özdeşleştirilemez. Nazi döneminde Almanya’da Yahudilere soykırım yapıldığına ilişkin kesin, yetkili uluslararası bir mahkeme tarafından da kabul edilen kanıtlar vardır. Yahudi soykırımı bu nedenle tartışılmaz bir tarihi gerçektir. “Ermeni soykırımı” iddiaları ise tartışmaya açıktır. Bir mahkeme kararı da yoktur. Yahudi soykırımı gibi değerlendirilemez. 

Fransa Anayasa Komisyonu, 27 Şubat 2012’de Temsilciler Meclisi ve Senato’da kabul edilen “Ermeni soykırımı” iddialarının reddini suç sayan utanç yasasını iptal etmiştir. Anayasa Konseyi’nin kararında, 

. “İptal edilen yasanın “ifade ve iletişim özgürlüğüne aykırı olduğu” belirtilirken, 
. Kökü 1789 Fransız İnsan Hakları Bildirgesi’ne uzanan ve BM İnsan Hakları Bildirgesi’nin 18. ve 19. Maddeleri ile Avrupa   İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 10. Maddesinde “düşünce ve anlatım özgürlüğünün” güvence altına alındığı vurgulanmış, 
. Fransa’da “Ermeni Soykırımı” iddialarının yasaya dönüştürülmesinin, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 10.   Maddesinin ikinci paragrafında sıralanan ifade özgürlüğü kısıtlama koşullarının hiçbiriyle örtüşmediğini belirtmiş, 
. “Bir parlamentonun kendi tanımladığı suçla ilgili kendisini mahkeme yerine koyamayacağını” vurgulamıştır. 


11. Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..

***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder