19 Mart 2019 Salı

1914 -2014 YÜZYILIN HİKAYESİ - TÜRK KAFKAS İSLAM ORDUSU VE KAFKASLARDA ERMENİ KATLİAMLARI. BÖLÜM 9

1914 -2014 YÜZYILIN HİKAYESİ - TÜRK KAFKAS İSLAM ORDUSU VE KAFKASLARDA ERMENİ KATLİAMLARI. BÖLÜM 9


Malta Yargılamaları 

Yukarıda da dediğimiz gibi; Boğazlıyan Kaymakamı Kemal Beyin cenazesine binlerce insanın katılması ve bunların gösterdiği tepkiler İngilizleri kaygılandırmıştı. Bunun üzerine yargılamaları başka bir ülkeye taşımaya karar verdiler. Tutuklulardan önde gelen 120 ittihatçıyı 28 Ocak 1919’da bir gemiyle Malta’ya götürdüler. Daha sonra tutuklananları da oraya naklettiler. Malta’ya götürülen tutuklu sayısı 144’e ulaşmıştır. 

Soruşturma İngiliz Kraliyet Başsavcılığı tarafından yürütülmüştür. Malta'da ve İstanbul'da tutuklu bulunan kişiler hakkında suç kanıtlarının bulunabilmesi için İngilizler tarafından Osmanlı arşivlerinde geniş çaplı araştırmalar yapılmış, tüm 
konsolosluklardan, misyoner cemiyetlerinden destek ve bilgi istenmiştir. Ancak toplanabilen yazılar, yazanların kişisel düşüncelerinden ve tahminlerinden öte fazla bir şey içermemekteydi. Kişisel görüşler de mahkemede delil olarak 
kullanılabilecek belgeler değildi. Ayrıca ifadelerine başvurulan şahitler aynı günde bir kaç şehirde birden olaylarda tanık olduklarını iddia etmekteydiler. O günün koşullarında aynı günde bir kaç şehirde birden bulunmak ve olayları izlemiş olmak mümkün olmadığı için, tanıklıkları mahkemece kabul edilemedi. 

ABD tehcirin yapıldığı dönemde bölgede gözlemciler bulundurmuştur. 

Bu nedenle ABD'den suçlamalara dair ellerindeki bilgilerin mahkemeye gönderilmesi istenmiş, ABD tarafından da ellerinde suç delili olabilecek hiçbir belge olmadığı bildirilmiştir. ABD arşiv raporlarında; Vaşington'daki İngiliz Büyükelçisi R.C Craigie’in, Lord Curzon'a 13 Temmuz 1921'de çektiği mesajda şöyle demektedir: "Malta'da tutuklu bulunan Türkler aleyhine delil olarak kullanılabilecek hiçbir şey olmadığını bildirmekten üzüntü duyuyorum... Yeterli delil oluşturabilecek hiçbir sorun vaki değildir. Söz konusu raporlar, hiçbir şiddetle, Türkler hakkında Majesteleri Hükümeti'nin halen elinde bulunan bilgilerin takviyesinde yararlı olabilecek delilleri bile ihtiva eder görünmemektedir." 

İngilizler iki sene uğraştıktan sonra, ne İttihat Terakki Hükümeti ne de Malta'daki tutuklular hakkındaki suçlamaları ispat edebilecek nitelikte, mahkemeye sunulabilecek, geçerli delile ulaşamadıkları için yargılama yapamayacaklarını ve sonuçta kimseyi mahkûm edemeyeceklerini anladılar. Malta'daki tutuklular, kendilerine hiçbir suçlama dahi yöneltilemeden 
mahkeme edilmiş, 29 Temmuz 1921’de İngiliz Kraliyet Başsavcısı yargılananların hepsine beraat kararı vermiştir. En son tutuklu da 1922'de serbest bırakılmıştır. 

Malta Yargılamasını sulandırmak isteyen Ermeni lobisi ve taşeronları, abuk sabuk iddia ve yorumlar yapmışlardır. İnandırıcı olmamaları yanında, çok gülünç de olan bu saçmalıkların özeti aşağıda verilmiştir. 

Ermeni lobisi ve taşeronları, “Sevr’in yürürlüğe girmediğini, Lozan imzalanınca da Malta’daki yargılama sürecinin af kapsamına alınarak kapatıldığını” ileri sürmekteler. Sevr Osmanlı yöneticileri tarafından imzalandı, buna karşın Osmanlı Sultan’ı Vahdettin tarafından imza altına alınmadı. İngilizler ve müttefikleri Sevr’i baz alarak Anadolu’yu işgale başladılar, aynı şekilde İstanbul’daki gayri resmi işgallerini kendilerince resmileştirdiler. Ayrıca, Malta’daki yargılama sürecinin Lozan ile af kapsamına alındığı söylemi insan aklıyla alay etmektir. Yargılama 29 Temmuz 1921’de sonlandırılmış, Lozan ise bundan iki yıl sonra 24 Temmuz 1923’de imzalanmıştır. Lozan imzalandığında ortada Malta ile ilişkilendirilecek bir yargılama yoktur. Dosyalar kapatılmış ve 
arşive kaldırılmıştır. 

Malta Yargılamasını sulandırmak isteyenler, Sevr Antlaşması’nda öngörülen yetkili uluslararası mahkemenin kurulmadığını, dolayısıyla BM Soykırım Sözleşmesi’nde öngörülen biçimiyle bir yargılamanın yapılamadığını öne sürmektedir. Oysa Yargılama başlamış, yargısal soruşturma tamamlanmıştır. İngiliz Kraliyet Başsavcılığı tarafından yürütülen ve yargılamanın ilk safhası olan 
soruşturma sonunda, Ermeni ve Hıristiyan Osmanlı vatandaşlarının “toplu olarak öldürüldükleri” gerekçesiyle “bir hukuk mahkemesinde dava açmaya yeterli kanıt” bulunamamıştır. Dolayısıyla “kovuşturmaya gerek görülmemiş” 
ve “Ermeni kırımı” suçlamaları düşürülüp bu konuda açılan dosya kapatılmıştır. “Kırım” konusunda bir İngiliz mahkemesinin kabul edebileceği nitelikle kanıt bulunsaydı davanın açılacağı, yargılamanın Milletler Cemiyeti tarafından yetkilendirilen bir uluslararası mahkemece sürdürüleceği bilinmektedir. Yargılamayı yapacak mahkemenin nasıl kurulacağı Milletler Cemiyeti’nde bu 
nedenle konuşulup tartışılmıştır. 

Ermeni lobisinin Malta’yı hedef alan son çarpıtması, “Malta’daki yargılama süreci soykırım suçlamalarını içermiyordu, çünkü o tarihlerde böyle bir suç tanımı yoktu. Dolayısıyla, İngiliz Kraliyet Başsavcılığı’nın kararı, günümüzde Ermeni soykırımı iddialarının geçersizliği konusunda hukuki bir referans olamaz” biçimindedir. Bu iddia kendi içinde çelişkilidir. Eğer Malta o tarihte “soykırım” 
tanımı olmadığı gerekçesiyle göz ardı edilip hükümsüz sayılacaksa, böyle bir suç tanımının olmadığı günlerde gerçekleşen olaylar için günümüzün “soykırım” tanımlarıyla suçlamanın yapılmaması gerekir. Malta Yargılamasının hukuki 
sonuçlarının günümüze taşınması reddedilirken, günümüzün “soykırım” suçunu geçmişe taşımaya kalkışmak çifte standarttır. 

Hastalıklı bir siyasal kültürün ürünüdür. 

Tehcir Hakkında Yabancılar Tarafından Yürütülen İftira Kampanyaları 

Osmanlı belgelerine ve tehcirin yapıldığı bölgelerde bulunan yabancı gözlemciler in, “harp içinde olmasına rağmen Osmanlı Hükümeti'nin bu işi büyük bir titizlikle ve iyi bir şekilde yürüttüğünü” yazmış olmalarına rağmen; Ermeniler, tamamen duygusal ve siyasî mülâhazalara dayanan düzmece hikâye ve belgelerin arkasına gizlenmek suretiyle, dünya kamuoyunu aldattılar. 

Tehcir konusunda Batı'da ve Amerika'da günümüze kadar yazılıp çizilenlerin pek çoğu gerçek ve güvenilir belgelere dayanmamaktadır. Amerika, İngiltere ve Fransa başta olmak üzere değişik ülkeler ile çoğu Batı basını, olayları olduğundan farklı bir biçimde çarpıtarak vermiştir. 

Birkaç örnek vermek gerekirse; Silâhlı Ermenilerin 1895’de Berecik’te başlattıkları olaylar sonunda o ilçede “2.000 Ermeninin öldürüldüğü” İngiliz basınında yer aldı. Ancak olay İstanbul’daki yabancı büyükelçilerden oluşan bir kurul tarafından tetkik edildi ve “yalnız beş kişinin” yaşamını yitirdiği belirlendi. Zaten, o tarihte Berecik’te 978 Gregoryen Ermeni ve 8.702 Müslüman 
vardı. Bu ve benzeri düzeltmeler Batı basınına yansımadı, diplomatik yazışmalarda kaldı. 

Yine Amerika'nın Mersin'deki konsolosu Edward Natan, “bazı aksaklıklar görülmesine karşılık, sevkiyatın son derece intizamlı bir biçimde sürdürüldüğünü ve kafilelere tren bileti sağlandığını” ülkesinin İstanbul Büyükelçisi Hanry Morgenthau’a yazdığı raporlarında belirtmiş. Hanry Morgenthau bu raporlarda yazılanlarla hiç ilgisi olmayan; Türklere iftiralarla dolu “Ermeni katliamı” hikâyelerine kaynak gösterilen raporlara, günlüklere, mektuplara ve “Büyükelçi Morgenthau’un Hikâyesi” adlı bir kitaba imza koymuştur. 

Morgenthau, New York’ta Yahudi asıllı bir emlakçi iken başkanlık seçiminde Wilson’un[7] yanında yer almış ve daha sonra da 

[7]Sevr Anlaşması’na göre Ermenilere verilmesi planlanan Osmanlı topraklarının sınırlarını teklif eden ABD Başkanı. 

 İstanbul’a Büyükelçi atanarak ödüllendirilmiştir. Osmanlı Devletinin parçalanmasını ve yıkılmasını istemekteydi. 

Raporlarındaki düzmece hikâyeler ile Ermenilerin gözüne girmek; I. Dünya savaşında müttefik olan İngiliz, Rus ve Fransızlara yaranmak; Amerikan kamuoyunu etkileyerek Osmanlı Ermenileri için yardım toplamak, hatta İngiliz emellerine hizmet ederek Amerika’nın İngiltere yanında savaşa girmesini sağlamak istemiştir. Bu iftiracı sahte kahraman güya; 

. Osmanlı Hükümeti'ne rüşvetler vererek bazı Ermenileri satın alıp Amerika'ya göndermiş, 
. İstanbul'daki İngiliz, Rus ve Fransız tebaasını da kurtarmış.. miş… mış… 

Başlangıçta üç yüz binlerden başlayıp, üç milyonlara kadar varan rakamlarla ifade edilen “Ermeni katliamı” hikâyeleri, çoğunlukla Hanry Morgenthau'ın raporları, günlükleri ve mektuplarını kaynak göstererek kitaplarını yazan James (Lord) Bryce'in, Johannes Lepsius'un ve Arnold Toynbee'nin eserlerine ve tüm bunların hepsinden yapılan alıntılarla hazırlanan diğer yayınlara dayandırılmıştır. 

Amerikalı Türkolog Heath H. Lowry, “Büyükelçi Morgenthau’un Hikâyesi” adlı kitabın nasıl yazıldığını incelemiş ve güvenilirlik derecesini sorgulamış, kitap hakkında ilk elden kaynaklara ulaşarak aşağıdaki somut kanıtları ortaya koymuştur. 

Emlakçılık mesleğinden gelen ve İstanbul’da konuşulan dillerin hiçbirini bilmeyen Morgenthau’un en önemli kaynakları İstanbul’da büyükelçiliğindeki yakın danışmanı ve çevirmeni olan iki Ermenidir. Bunlardan – daha önce Amerikan Robert Kolej öğrencisi olmuş- Hagop S. Andonian adlı kişi özel yazmanlığını yapmaktaydı. Morgenthau’un belirttiğine göre, kendisi, bu Ermeni olmaksızın yazımlarda hiçbir şey yapacak durumda değildi. Bu zat Morgenthau’un günlüklerini daktilo ediyor, ailesine ve yakınlarına gönderdiği mektupları kaleme alıyor, bunları yaparken de Morgenthau’un sözcüklerini düzeltiyormuş 
pozunda, tahrik amaçlı hamasi ve duygusal ilaveler yapıyordu. Morgenthau’a faaliyetlerinde yardımcı olan diğer bir kilit Ermeni tercümanı ve danışmanı olan Arşag K. Şmavonian’du. Onun resmi görüşmelerinde, misyonerlerle ve diğer toplantılarında bu iki Ermeni’den en az biri kendine eşlik ediyordu. Telgraflarının kaleme alınmasında da gene bunlar yardımcı oluyordu. 

Morgenthau, “Büyükelçi Morgenthau’un Hikâyesi” kitabının yazılmasında “Resmi Osmanlı Belgeleri” isimli düzmece kitabın yazarı Aram Andonian’dan da yardım almıştır. Yazımda katkı sağlayan diğer bir kişi de ABD Dışişleri Bakanı Robert Lansing’dir. Bu zat metinde değişiklikler ve bazı kısımların çıkarılmasını önermiş, buna karşılık kitapta adının geçmemesini istemiştir. Burton J. Hendrick isimli gazeteci ise metne son şeklini vermiştir. Bu kişi hayatı boyunca kitabın kazancının %40’ını istemiş ve almıştır. Yukarıda isimleri verilen iki Ermeni, bakan Lansing ve gazeteci Hendrick’ten oluşan bu iftira ve rant grubu, 
“Morgenthau’un raporlarında, günlüklerinde ve mektuplarında da olmayan değiştirme, ekleme, çıkarma, Talat ve Enver Paşalar gibi Türk yetkililerinin ağzından diledikleri açıklamaları” yaptırma suretiyle Türkleri suçlu göstermeye çalışmışlardır. 

I. Dünya Savaşı sürerken İngilizler, eski kabine üyelerinden C.F.G. Masterman’a “İngiliz Dışişleri Bakanlığı Savaş Propaganda Bürosu”nun direktifleri doğrultusunda hareket eden “Wellington House” basım yayım şirketini kurdurtmuştu. Şirketin görevleri arasında “ABD başta olmak üzere ülkeleri ve kamuoylarını etkileyerek, İngiltere yanında savaşa girmelerini sağlayacak 
propaganda malzemesi üretmek” de vardı. Şirket, ABD ile ilgili olan da dâhil sekiz ayrı şubenin faaliyetlerini koordine ediyordu. 

Çoğunluğu Morgenthau kanalıyla temin edilen yalan ve iftira dolu haberler ile Ermeni ve Hıristiyan misyonerler gibi yandaşların mektup, yazı ve dedikoduları doğruluk dereceleri kontrol edilmeden, İngiliz hedeflerine hizmet edecek hale getirilip basılmakta ve yerel basına servis edilmekteydi. Bu kapsamda James Bryce'in kaleme aldığı, Arnold J. Toynbee editörlüğünü yaptığı “Mavi Kitap” serisi Türkiye aleyhine yürütülecek propagandada kullanılmak üzere yayınlamaya başlandı. Serinin ilk kitabı “Ermeni Kıyımı” adlı propaganda kitabı olmuştur. Arnold J. Toynbee daha sonra “Yunanistan’da ve Türkiye’de Batı Sorunu” 
adlı kitabında “Mavi Kitap”ın savaş koşullarında propaganda amacıyla yazıldığını itiraf etmiştir. 

Almanlar, I. Dünya Savaşı sürerken Kafkas Ermenileri üzerinde etkili olmak istiyorlardı. Bu çerçevede Johannes Lepsius adlı bir misyoneri Ermenilerle iletişim kurma ve bilgi toplama amacıyla İstanbul’a göndermişlerdi. Bu kişi İstanbul’da bir ay kalmış, 

Anadolu’ya hiç ayak basmamış, sadece Ermeniler ve ABD Büyükelçisi Morgenthau ile iletişim kurmuştu. Tam bir haçlı zihniyetine sahip olan Papaz Lepsius, Morgenthau’dan ve o kanalla Ermeni danışmanlarından öğrendiklerinden yararlanarak “Ermeni mezalimi” konusunda ahkâm kesen, okuyanın dengesini bozacak, içeriği iftira ve yalanlarla dolu yayınlar yapmıştır. 

Amerikan, İngiliz ve Fransız basını yukarıdaki yayınlar kaynaklı dezenformasyon ları Türkler aleyhine bol bol kullanmıştır. "Mavi Kitaplar" olarak bilinen seride Osmanlı ülkesinde bulunduğu iddia edilen 1.800.000 Ermeni’den üçte birinin katledildiği gibi iftiralar yazıldı. The Times'de 20 Eylül 1917'de çıkan bir makalede Türkler "Acımasız bir ezici", "Vicdansız bir zorba", "Gerçek bir barbar" 
olarak suçlandı, tüm dünyayı yakıp yıktıkları ifade edildi. İran'da bulunan İngiliz konsoloslarının raporlarında yer alan 1.000.000 Ermeni’nin öldürüldüğü gibi iddialar, İngiliz parlamentosunda tartışılmış ve Türk Hükümeti'nin protesto edilmesi kararı alınmıştır. Osmanlı Hükümeti, İngiliz iddialarını tekzip etti. Tekzip yazısında Osmanlı ülkesinde yaşayan Ermeni nüfusunun; hiçbir zaman bir milyona ulaşmadığı, savaştan önceki göçler dolayısıyla daha da azaldığı ifade edilerek iddiaları yalanladı. 

Osmanlı Sadrazam Ahmet Tevfik Paşa, Avrupa devletlerinin katliam iddialarına karşı 13 Şubat 1919 tarihinde, “tehcirin soruşturulması ve nedenlerinin tespiti” için 2'şer kişiden oluşan tarafsız hukukçulardan bir komisyon kurulması için İsveç, Hollanda, İspanya ve Danimarka hükümetlerine bir nota verdi. Nota sözlü olduğu için, İngilizlerin sansürü atlatıldı. Bu ülkeler ne yapacaklarını merkezlerine sordular. İspanyol hükümeti bu konuda İngiltere’nin düşüncesini öğrenmek istedi. İngilizler “biz nasıl olsa kendimiz mahkeme kurup yargılayacağız, zahmetinize gerek yok” dediler. Sonuçta bu dört ülke Osmanlının teklifini reddettiler. 

Siyasi mülahazaları olanların ve sinsi emeller besleyenlerin dışındaki çevreler gerçeğin, Amerikan arşivlerindeki 1919 tarihli iki önemli raporda verildiği gibi olduğunu kabul etmektedirler. Bu kaynaklarda: 

. Yüzbaşı Emory Niles ve yardımcısının, yapılacak yardımlar için Doğu Anadolu’da at sırtında 1426 kilometre dolaşarak yazdıkları raporlarında “esas katliamların rafine yöntemlerle Ermeniler tarafından işlendiği, Müslüman köylerin tahrip edildiği” detayları ile yazılıdır. 
. Gene aynı yıl, Ermenistan’a Amerikan mandası kurma görevi ile gelen General Harbord ve heyeti, “esas Ermenilerin Müslümanları yok ettiklerini ve buna ait Ermeni Ordu emirlerini gördüklerini” yazmışlardır. 

Osmanlı yönetiminin gerçek hedefi soykırım olsaydı, büyük masraflara girmek yerine bulundukları yerlerde Ermenileri imha yoluna gitmez miydi? 

Oysa Devlet; 

-1915 Mayıs'ından 1916 Ekim ayına kadar yaklaşık bir buçuk yıl devam eden göç ettirme ve yerleştirme sırasında-, yukarıda belirttiğimiz talimatnamelerle ve mahallinde aldığı tedbirlerle, o günün zor şartlarına ve savaş içinde bulunulması na rağmen, Ermenilerin canlarını ve mallarını koruyabilmiş. 

Bunun için de idarî, askerî ve malî yönlerden büyük külfetler altına girmiştir. 

10. CU BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..

***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder