17 Haziran 2016 Cuma

SOYKIRIM İDDİALARI VE TÜRK AYDINLARI



< Grup üyesi arkadaşlarım Selam: Geçen iki yazımız dış dünyada soykırım iddialarını reddeden bilim adamları ile ilgiliydi. Bu yazıda Türk Aydınlarının bir kısmının tutum ve davranışlarını açıklamaya çalışıyoruz.
Dr. M. Galip Baysan >


SOYKIRIM İDDİALARI VE TÜRK AYDINLARI


 Önceki iki yazımızda bahsettiğimiz yabancı bilim adamlarının “ tarihsel gerçekleri” savunma adına verdikleri büyük mücadeleyi izlerken aklımıza modern, çağdaş ve gerçekçi olduğunu iddia eden bir kısım Türk aydınının sözleri geldi. Bunlardan biri, daha birkaç yıl öncesinde “Nobel Edebiyat ödülü” verilen genç bir yazarımızdı. Bu ünlü yazarımıza dünyanın en ünlü ödülü verilmesine rağmen bir türlü sevinemedik ve pek çok Türk aydınının içini garip bir hüzün kapladı. Çünkü bu genç yazarımız; bir önceki Şubat ayında, İsviçre’de yayınlanan Tagesanzeiger’in “Das Magazin” isimli kültür ilavesine verdiği beyanda “ 1.000.000 Ermeni ve 30.000 Kürt’ün Türkler tarafından öldürüldüğünü söylemiş ve şöyle devam etmişti: “ Bizim geçmişimiz bu günümüzle birlikte değişime uğruyor. Bu günkü gelişmeler geçmişi değiştiriyor.Ülkenin geçmişindeki kötü olayları yavaş yavaş konuşmamız gerekiyor....Burada 30 bin Kürdü öldürdüler, 1 milyon da Ermeni ve neredeyse hiç kimse bunu dile getirmeğe cesaret edemiyor. O halde ben yapıyorum ve bu yüzden benden nefret ediyorlar.” Yani Türk Halkının belki de bütün dünyanın izlediği, dinlediği en önemli ve hemen hemen tek sesi, hiçbir şüpheye meydan bırakmayacak kadar net bir şekilde “ Ermeni Soykırımı bir gerçektir,hatta dahası da var” diye haykırıyordu.
 2001yılında büyük bir siyasi oyun sonucu 50-60 kişilik bir oturumla kabul edilen ve Fransız Devlet Başkanı Jacques  Chirac tarafından hemen kabul edilerek yürürlüğe konan “soykırımı tanıyan kanunun” daha da geliştirilip, cezaya bağlandırılması için yapılan çalışmalar sırasında, 2005 Aralık ayında 19 Fransız tarihçi: 2001 yılında kabul edilen kanun dahil, tarihle ilgili tüm yasaların iptali için ortak bir bildiri yayınladılar. “Tarih İçin Özgürlük”adını verdikleri bildiride şu ifadelere yer verilmişti. “Parlamentoların tarihi konularda karar alması demokratik rejimlere yakışmaz. Özgür bir ülkede tarih yazma görevi Meclise ya da hukuki mercilere ait değildir.” 
 Fransa Parlamentosunun “İnkâr Yasası” olarak tanınan, soykırımı tanımayanlara ağır para ve hapis cezası öngören yasa teklifinin 18 Mayıs 2006 günü Mecliste oylanmasından bir hafta kadar önce, 10 Mayıs günü, Fransız Liberation Gazetesi yasayı eleştiren tarihçi Jean Pierre Azema’ nın makalesiyle bir grup Türk aydınının bildirisine yer verdi. “Hafızalarla oynamaktan vazgeçin” çağrısını yapan Fransız tarihçi Azema; tarihle ilgili konularda çıkan yasaların iptalini istediklerini hatırlattı. Azema yazısında “yasaların gerçekleri dile getiremeyeceği, tarihi hakikat kavramının zaten devlet otoritesini tanımayacağını belirterek, bunun için Sovyetler Birliği tecrübesine bakmanın yeterli olacağını” yazdı. Fransız tarihçi;    “Tarihin sadece tarihçilere ait bir alan olduğunu, her vatandaşın cezai yaptırım korkusu olmadan araştırıp tartışabileceği bir ortam oluşturulması gerektiğini”dile getirdi. “Fransa’da tarih için özgürlük bildirisine imza atan tarihçilerin, gaz odalarını inkâr edenler hariç, düşünen tartışan herkesi savunduğunu” kaydetti ve “Soykırımın inkârına yönelik bu yeni girişimin ardından bir çeşit açık arttırma yöntemiyle yasa hazırlandığını” ifade etti.
 İnkâr yasasına tepki gösteren bir başka tarihçi Pierre Nora, aynı günlerde Le Figaro Gazetesinde yazdığı makalesinde milletvekillerine şöyle sesleniyordu: “ Yasa teklifinin kabul edilmesi tarihin kısırlaştırılacağı anlamına geliyor. Bir sınır açılacak ve her türlü saptırmaya kapılar açılacaktır. Ermeni Lobisinin baskısı altında kalan milletvekillerinin dışında kimse bu tasarıyı desteklemiyor. Ermenilerin yasa istemesi yanlış. Prof. Bernard Lewis’in de Fransa’da mahkûm ettirilmesi bir ‘Entelektüel Terördür’.”                   
 Amerikan ve Fransız Bilim adamlarının bu bildirileri dışında Liberasyon Gazetesinde bir grup Türk aydınının da bir bildirisi de yayınlandı. Türk basın yayın organları tarafından pek fazla üzerinde durulmayan bu bildiri, her Türk vatandaşı için ibret alınması ve asla unutulmaması gereken ifadelere yer vermekteydi. Bildirinin Prof.Murat Belge, tarihçi Halil Berktay, yazar ve akademisyen Elif Şafak, Agos Dergisi genel yayın yönetmeni Hrant Dink, Prof.Müge Göçek, Prof. Ahmet İnsel, gazeteci Ethem mahcupyan, Baskın Oran, Ragıp Zarakoğlunun imzaladığı belirtiliyordu. Bildiride “Türkiye’de yakın zamana kadar bu konuda aksi görüş bildirenlerin ‘hain’ ilan edildiği hatırlatılıyor ve Fransa’daki yasa teklifinin Türkiye’deki tartışma ortamını da tıkayacağı, cepheleşme riski taşıdığı, teklifi yapanların tıpkı Türkiye’de 1915 olaylarının özgürce tartışılmasının engellenmesi gibi bir girişim içinde olduklarını düşünmeleri gerektiği kaydediliyor ve yasanın reddedilmesi çağrısı yapılıyordu.  Dikkat edilirse Nobel kazanan ünlü yazarımızla, Fransız gazetelerine ilan veren Türk aydınlarının ifadeleri sanki aynı kaynaktan çıkmış gibi, birbirlerine çok benziyor. Yabancılara tıpkı bir misyon mensubu gibi Türkiye ve Türk Halkı şikayet ediliyor. “Sanki Türkiye’de bazı gerçekler kasıtlı olarak gizleniyor, geçmişte/ günümüzde işlenen büyük cinayetler var, bunların üzeri kasten örtülüyor, bunları dile getirme cesaretini gösterenler de bir kısım geri kafalılar tarafından hemen vatan hainliği ile itham ediliyor ve doğruların konuşulmasına izin verilmiyor. Biz çağdaş Türk aydınları Türkiye’de bir dönem başlattık, artık tabular yıkılıyor. Yakın bir zamanda diğer Türk aydınları da gerçekleri görecek, bize katılacaklar. Sizin böyle bir kanun çıkarmanız bizim yolumuzu tıkayacak ve Türkiye içindeki olumlu gelişmeleri önleyecektir. Bu nedenlerle bizler asil, necip Fransız Parlementosu’ndan bu kanunu reddetmelerini talep ederiz” diyor gibiler. İnsan gayri ihtiyari kendi kendine soruyor;  acaba bu yazı, gerçekten “Türk Aydınları” unvanını taşıyan insanlar tarafından mı yazılmış? Veya acaba Diyaspora Ermenileri Türklerin ağzından bir bildiri yayınlamış olsaydı daha farklı bir şey mi yazarlardı? Bu konuda yorumu okuyuculara bırakıyoruz.
 Eğer 18 Mayıstaki Fransız Meclisindeki oylamayı merak ediyorsanız söyleyelim. Kanunun kabul edilmesi için yeterli oyu sağlayamayacağını anlayan İktidardaki Sosyalist Partisi, bir gün evvelki görüşmeleri kasten uzatarak oylamanın Kasım ayına sarkmasını sağladı ve Kasım ayında da bildiğiniz gibi 125 kişilik minik bir “şike oturumda” Tarihçilerin bütün itirazına rağmen kanun kabul edildi. Bu kanunun Senatoda kabul edilmesinin zor olduğunu ileri sürenlere, Ermenilere destek veren Fransız Parlamenterlerin yine kendi adamlarının çoğunlukta olduğu bir mini oturumda istedikleri sonuçları alacaklarını ve bu kanunun mimarlarından Sarkozy’nin en güçlü Fransız Cumhurbaşkanı adayı olduğunu hatırlıyoruz.
 Sözlerimizi bağlarken Türk Entelektüel kesimine şu soruyu sormak istiyoruz: acaba sizce hangisi daha doğru ve gerçekçi kabul edilebilir. “ Dinsel ve Irksal yardımlaşma duygusu ile Karartılmış bir dünyayı aydınlatmaya çalışan yabancı bilim adamları mı?” Yoksa “aydınlık bir dünyayı kendilerine özgü nedenlerle karartmaya çalışan dost ülkeler ve Türk aydınlarımı? ”Bize göre Prof. Shaw, Jean Pierre Azema, ülkemizde her türlü karşı düşüncelere karşı gerçekleri haykırmaktan çekinmeyen Prof. Yusuf Hallaçoğlu, Prof. Ergün Aybars gibi bilim adamları mevcut oldukça, dünyada insan hak ve özgürlükleri, eşitlik ve özgür düşünce ilerlemeye devam edecek ve daha yaşanır bir nitelik kazanacaktır. Biz bu ve benzeri cesur davranışlar sergileyen değerli bilim adamlarına saygılarımızı sunuyor, yaşamını yitirmiş olanlara tanrıdan rahmet dileyerek sözlerimize Fransa’nın yeni Cumhurbaşkanı Hollande’nin Anayasa Konseyinin reddettiği soykırımı reddedenlerle ilgili “ İnkar Yasası”  yerine yeni bir yasa çıkarma gayretlerini dikkatle izlemenizi tavsiye ederek son vermek istiyoruz.  

Dr. M. Galip Baysan
..

16 Haziran 2016 Perşembe

Davutoğlu’nun Yeni Ermeni Açılımında Damat Ferit Politikasından İzleri




Davutoğlu’nun Yeni Ermeni Açılımında Damat Ferit Politikasından İzleri



Yazar: Ümit Özdağ
24 ARALIK 2013 SALI


Dış İşleri Bakanı Ahmet Davutoğlu sadece Türk dış politikasına değil, Türk milletine ve Türk tarihine zarar vermeye devam ediyor. Davutoğlu’nun zararlarının temelinde “Türk olmasına rağmen Türk olduğunun farkında olmaması” şeklinde ifade edilebilecek duruşu ve bakışı var. Türk olmasına rağmen Türk olduğunun farkında olmamanın nedeni ise Davutoğlu’nun siyasallaştırılmış dini görüşü. Bu görüşe yakın olanlar “ Milliyetsizleşiyorlar ”  veya “ Vatansız Müslümanlık ” diye ifade edebileceğimiz bir sürecin parçası haline geliyorlar. Prof. İsmail Kara, "Türkiye İslamcılığının en büyük zaafı ve handikapı enternasyonalizm ve ümmetçilik üzerinden kendi toprağına yabancılaşmasıdır" diyerek konuyu biraz daha entelektüel bir şekilde ifade ediyor. Aslında 12 Eylül öncesinde Türk Milliyetçiliğinin siyasileştirilmiş din için yapmış olduğu “bunlar karpuz gibi, dışı yeşil içi kızıl” tespiti, milli kimliksiz İslamcıların milliyetsizliğini çok açık bir şekilde ortaya koyuyordu.

         Kendisi Karamanlı bir Türkmen olmasına rağmen yarısı Türkmen olan Halep’ten bahsederken, bu kenti bir Arap kenti olarak tanımlaması, bilgisizlikten değil,  Davutoğlu’nun yukarıda bahsettiğimiz “milliyetsiz”likten kaynaklanan dış politik yaklaşımının sonucudur. (Bu açıklamasından dolayı Sabah gazetesinde Hasan Celal Güzel Davutoğlu’nu sert bir şekilde eleştirmişti.) Davutoğlu’nun milliyetsiz dış politikasını “milli kültür kaynaklarından ve Türkolojinin temel verilerinden” yoksun olmakla yargılayan Prof. Dr. Kemal Üçüncü, “Davutoğlu nerede yanıldı?” başlıklı makalesinde odatv.com’da milliyetsizliğin kültürel temellerini de açıklıyor.

          Tabii, milliyetsiz bir yaklaşımın temel hesaplaşma alanı da Türk Milliyetçiliğidir. 17 Eylül 2012’de Hürriyet gazetesine verdiği demeçte Davutoğlu Milliyetçiliğin Avrupa’da feodalite zemininde bölünmüş olan toplulukları birleştirdiği için Avrupalılar için olumlu olduğunu ifade ettikten sonra  “Bizde ise tarihten gelmiş organik yapıları dağıtarak geçici ve suni karşıtlıklar ve kimlikler ortaya çıkardı. Hepimizin bu ayrıştırıcı (milliyetçi diye okuyun) kültürle hesaplaşma zamanı geldi” demektedir. Davutoğlu’na göre Türk milliyetçiliği ile hesaplaşılmalıdır. Türk Milletinin yerine “kadim millet” diye tanımladığı millet almalıdır.  


          Ahmet Davutoğlu’nun Türk Milliyetçiliğine saldırıları şu şekilde devam ediyor: "İttihat ve Terakki'nin imparatorluğu bölen tekilci ulusçuluğuna; buna tepki gözükmekle birlikte aslında Lawrence'in planlarının bir parçası olan Arap ulusçuluğuna; Dersim'de suçlu masum ayrımı yapmadan kendi halkına zulmeden CHP ulusçuluğuna; 12 Eylül'de hapishanelerdeki işkencelerle devletin bekasını garanti altına aldığını zanneden ama PKK'yı hortlatan 12 Eylül ulusçuluğuna; haklarını savunduklarını iddia ettikleri Kürt kardeşlerimizin yaşama hakkını yok sayan otoriter PKK ulusçuluğuna karşı çıkıyoruz." Davutoğlu, bu açıklaması ile Enver Paşa ve Ziya Gökalp’i Atatürk ve Mareşal Çakmak’ı, Öcalan ile ayni kefeye koyuyor.


        Tabii milliyetsiz bir çıkış noktasından hareket eden bir dış politikanın “pro-aktif” zemine oturması çok kolay.Büyükelçi Süha Ümar, “Kardeşim Davutoğlu yazısında “Pro-aktif dış politika”, “ Siz istemeseniz de ben vereceğim!” demenin Arapçası mı?” diye sorarken bu hususu önplana çıkarıyor. “Sıfır sorun” noktasından hareket ederek, milliyetsizlikten hareket ile mezhepçilik zeminine oturan Türk dış politikası, “düşmanımın düşmanı dostumdur” ilkesinin hakim olduğu Ortadoğu’da bile “düşmanımın düşmanı da benim düşmanımdır” noktasına kayıyor ve modern tarihte ilk kez bir ülke, Türkiye hem İsrail hem Suriye ile düşman olma “başarısını” gösteriyor.  

         Bu genel girişin amacı, makalenin adında da ortaya konulan Davutoğlu’nun ikinci Ermeni açılımını değerlendirmek. ABD Başkanı Obama’nın Türkiye ziyaretinde TBMM’de yaptığı konuşmada “çözün” dediği “Ermeni meselesi” bu ziyaretten sonra başlayan Ermenistan ile diyalog sürecinde çözülmeye başladı. 2015 yaklaşırken, Türkiye’nin kendisini savunması için gereken önlemleri almayan Davutoğlu, stratejisini işgalci ve soykırımcı Ermenistan ile yakınlaşarak Ermeni diasporasının saldırılarını durdurma üzerine kurdu. 2009’da işgalci ve soykırımcı Ermenistan ile pro-aktif yaklaşım ile gerçekleştirilmeye çalışılan uzlaşma süreci, Azerbaycan’ın haklı karşı çıkışı üzerine geri adım atan Davutoğlu, Ermenistan’ın da anlaşmaları netice olarak kabul etmemesi üzerine Birinci Ermeni Açılımı sürecini kapatmak zorunda kaldı.




           Davutoğlu, şimdi ikinci Ermeni Açılımı sürecini başlatmış bulunuyor. Daha Ermenistan yolunda yaptığı “İttihat ve Terakki’nin yapmış olduğu gayri insani tehcir politikasını benimsemek mümkün değildir” diyerek, Türk tarihine yönelik saldırısı ile Damat Ferit çizgisine düşmektedir. Davutoğlu’nun İttihat ve Terakki’yi hangi şartların zorladığını bilecek kadar tarih bilen bir akademisyendir. Bir ölüm kalım savaşına giren devleti arkadan vurmamaları için Ermeni politikacılara nasıl ricalarda bulunulduğunu ve buna rağmen Ermeni çetelerin Rus ordusu ile birleşerek Türk Ordusunu ve Türk coğrafyalarını arkadan vurduğunu Davutoğlu bilmek zorundadır. Buna rağmen böyle bir açıklama yapmak, her şeyden önce Ermeni çetelerinin katlettiği binlerce kadın, erkek, çocuk şehitlerimizin ruhlarına yapılmış bir saldırıdır. Aynı zamanda reel politika açıdan da tavizkar bir tutumun daha uçak Erivan’a inmeden Ermeni tarafına sergilenmesidir. Öte yandan Ermeni tarafı tavizsiz bir şekilde “soykırımı tartışmam” dahi noktasında diretmektedir. Davutoğlu’nun tavizkar duruşundan cesaret alan Ermeni tarafı, Davutoğlu’nu sözde soykırım anıtını ziyaret etmeye davet etmektedir. Bütün bunlardan daha vahim olanı, Davutoğlu’nun “İttihat ve Terakki’nin yapmış olduğu tehcir gayri insani idi” yaklaşımının “Ermeni sözde soykırım“ iddialarını kabul yoluna girişin emaresi olarak görülebileceğidir. Devlete karşı bir ayaklanmanın bastırılmasından başka hiç bir niteliği olmayan ve doğru olan Dersim isyanının bastırılmasını “suçmuş” gibi gösteren bir zihniyetin “Ermeni soykırım” iddialarını “Biz yapmadık İttihat ve Terakki yaptı” şeklinde Kabul etmesi hiç akla uzak gelen bir ihtimal değildir. Milliyetsizlik Türkiye’yi bir felakete doğru sürüklemektedir.
http://www.21yyte.org/ sitesinden 16.06.2016 tarihinde yazdırılmıştır



http://www.21yyte.org/tr/arastirma/milli-guvenlik-ve-dis-politika-arastirmalari-merkezi/2013/12/24/7347/davutoglunun-yeni-ermeni-aciliminda-damat-ferit-politikasindan-izler

11 Haziran 2016 Cumartesi

Tarih Boyunca Türk-Ermeni İlişkileri Sempozyumu



Tarih Boyunca Türk-Ermeni İlişkileri Sempozyumu


13 04 2001

Türk Parlamenterler Birliği’nce 13-14 Nisan tarihleri TBMM’de düzenlenmiştir.

Dr. ŞÜKRÜ ELEKDAĞ (E. Büyükelçi) : Sayın Başkan, değerli milletvekilleri, değerli konuklar ve meslektaşlarım; konumuz, Türk-Ermeni ilişkilerinin siyasî boyutu. Şimdi, siyasî boyut deyince, tabiatıyla, bundan Türkiye ile Ermenistan arasındaki siyasî endişeler anlaşılıyor. İki devlet arasında siyasî, diplomatik ilişki mevcut değil, bu nedenle, taraflar resmî ve yarı resmî temaslarda bulunamıyorlar. Böyle olunca, Türkiye ve Ermenistan ın siyasî liderlerinin yaptıkları beyanları değerlendirmek gerekiyor. 

Bu, önem kazanıyor.

Bu çerçevede, Ermenistan Hükümetinin, Türkiye’ yle ilişkilere nasıl baktığı konusunda elimizde geçerli bir belge var. Bu da, Gazeteci Mehmet Ali Birand ın Ermenistan Devlet Başkanı Koçaryan la yaptığı TV mülakatının zaptı. Şimdi, ben, Dışişleri Bakanlığı yetkililerine de sordum, dedim ki, bu belgedeki görüşler, resmî Ermenistan politikasını aksettiriyor mu, bana verdikleri yanıt evet oldu. Bundan bir değişiklik oldu mu; hayır, olmadı. Böyle olunca, o zaman, Koçaryan ın Birand la yaptığı görüşmede vurguladığı noktalar bir bakalım.

Koçaryan diyor ki;

1- İki ülke ilişkilerinin düzelmesi ve sağlıklı bir zemine oturması için Türkiye, soykırımı gerçeğini tanımalıdır. Bunun için, dolaylı değil, doğrudan diyalog gereklidir.
2- Ermeni soykırımı, Ermenistan da ve uluslararası alanda tartışmasız kabul edilen bir olgudur. Bu nedenle, tarihçilerin işi olmaktan çıkmıştır, Koçaryan ın ifadeleri Amerika Birleşik Devletlerinin Ermeni Diasporasının ve Ermenistan ın elinde soykırımının gerçekten olduğunu kanıtlayan belgeler vardır.
3- Soykırımı, eğer, Türkiye tarafından tanınırsa, Ermenistan, toprak ve tazminat talebinde bulunmaz. Sadece, soykırımı kurbanları ile torunları tazminat talebinde bulunabilirler.
4- Soykırımının tanınması yolundaki faaliyetler, Erivan dan değil, bunlar, Diaspora tarafından, Diaspora Ermenileri tarafından yürütülüyor.
Şimdi, Koçaryan ın söylediklerini bir inceleyelim:

Koçaryan açıkça şunu söylüyor, diyor ki. Türkiye soykırımı gerçeğini tanımadan, iki ülke ilişkileri düzelmez ve sağlık bir düzene oturmaz. Bu, katı, haddini bilmeyen ve uzlaşmaya kapıyı açık bırakmayan bir yaklaşım, bir tutum. Yani, Koçaryan ın, siz, üslubuna, sözlerine bakarsanız, sanki, Türkiye, Ermenistan la diplomatik ilişkiler kurmak için peşinden koşuyor, Türkiye de bu konuda çok büyük bir heves ve çaba var, buna karşılık, Erivan da veya Koçaryan da Türkiye nin, suçluluğunu peşinen kabul etmesini şart olarak ileri sürerek, bunu, ilişkilerin kurulması için bir ön şart olarak kullanıyor. Sanki, böyle bir hava. Tabiî ki, gerçek durum Koçaryan ın hayal ettiği gibi değil.

Koçaryan, ayrıca, soykırımı konusunda tartışılacak, konuşulacak bir şey olmadığını ileri sürüyor. Koçaryan a göre soykırımı olgusu kesindir, bu konuda hüküm verilmiştir ve Türkiye mahkûm edilmiştir. Bu nedenle, konu, tarihçilerin işi olmaktan çıkmıştır. Buraya zaten Ermenistan dan kimsenin gelmemesi de işte budur, bundan dolayıdır. Ben davet edilenlerin hiçbirisinin gelmeyeceğini çok daha önceden söylemiştim, özel görüşmelerimizde.


Yani, bu ifadeleriyle Koçaryan, aynı zamanda, bugünkü Ermenistan yönetiminin ortak bir girişim çerçevesinde arşivler üzerinde, tarihse, bilimsel araştırma yapılmasına da olumsuz baktığını ortaya koyuyor.
Toprak ve tazminat konularına gelince, Koçaryan, esasen hiçbir hukuksal dayanağı olmayan, bu hususlarda, taleplerinden vazgeçer gibi gözüküyor; ancak, aynı nefesle Koçaryan, soykırımı kurbanları ile torunlarının şahsen Türkiye de tazminat talebinde bulunabileceklerini söylüyor.
Değerli Büyükelçi Gündüz Aktan ın belirttiği gibi, eğer Amerikan Temsilciler Meclisi bir karar alırsa, bu karara dayalı olarak, açılacak davalar, Türkiye nin devlet olarak tazminat ödemesine yol açabilir, bunun altını çizmek istiyorum.
Şimdi, tekrar Koçaryan-Birand görüşmesine gelelim. O tarihlerde, mülakatta Birand, toprak konusuna açıklık getirme istiyor ve Koçaryan a soruyor toprak talebiniz olmadığı, parlamentonuz ilan edemez mi? Koçaryan bu soruya net bir yanıt vermiyor diyor ki: Ermenistan Anayasası, bölgelerini ve sınırlarını saptamıştır. Tabiatıyla kaçamak bir ifade. Esasında, Ermenistan Anayasasının girizgâhında Ermenistan Parlamentosu tarafından kabul edilmiş olan bağımsızlık bildirisinin 11 nci maddesine atıfta bulunmaktadır. Bildirinin anılan maddesi de, Ermenistan ın millî emelleri bağlamında, Batı Ermenistan dan, yani, Türk topraklarından bahsetmektedir.

Esasen, Koçaryan, Batı Ermenistan üzerindeki Ermeni taleplerini dile getirmekten, zaman zaman hiç kendini alamaz. Hatta, bir keresinde, bu konuda görüşlerini, Gürcistan a yaptığı bir resmî ziyaret sırasında dile getirmekte beis görmemiştir. 21 Kasım 1998 de Gürcistan da yaptığı bir ziyaret sonrasındaki basın toplantısında, Batı Ermenistan ın işgal altında olduğunu söylemiştir. Orada bulunan bir gazeteci, kendisine sormuştur: Bu Türkiye den toprak anlamına mı geliyor, toprak talebi anlamına mı geliyor?Bilmiyorum diye cevap vermiştir.
Esasında, Türkiye den Sevr Antlaşması çerçevesinde toprak talepleri konusunun, Koçaryan yönetimi tarafından canlı tutulduğu gözden kaçmıyor. Zamanınız almak için, bu konudaki birtakım beyanlara, bu konuda yapılan toplantılara değinmiyorum.

Şimdi, Koçaryan ın Birand la yaptığı söyleşide, Ermeni Diasporası hakkında yaptığı değerlendirme de, kesinlikle doğru değil. Koçaryan, Diasporanın başına buyruk olduğunu ve soykırımı faaliyetlerini kendi inisiyatifiyle yürüttüğünü söylüyor. Gerçekler ise, bunun tamamen tersini gösteriyor. Nitekim, Erivan da 21-24 Eylül 1998 de düzenlenen Ermenistan- Diaspora ilişkileri konferansı sonucunda yayımlanan bir bildiride de, bu husus açıklanmıştır. Bildiri diyor ki :Bundan sonra, Diaspora ile anavatan, millî hedefler, millî emeller hususunda beraber çalışacaklardır. Bütünlük içerisinde çalışacaklardır. Bütün bunlar kayda geçmiş ve deklare edilmiş hususlar.

Gerçek şu ki, Koçaryan ın 1998 de cumhurbaşkanı seçilmesiyle başlayan dönemde, aşırı milliyetçi ve terörist Taşnak Partisinin faaliyetlerine yeniden izin verilmiştir. Biliyorsunuz, daha önce Petrosyan zamanında Taşnak Partisi kapatılmıştı. Koçaryan gelince bunu açmıştır; fakat, daha da ötesinde, Koçaryan, bu partinin yeni hükümette temsil edilmesi ve etkinlik kazanmasını sağlamıştır ve aynı dönemde, yine Koçaryan döneminde, sözde Ermeni soykırımının uluslararası kabul görmesi, Ermenistan ın, bir numaraları dış politika hedefi olmuştur. Ermenistan yetkilileri de bunu açıkça ifade etmektedirler. Artık, Diaspora, doğrudan Ermeni hükümeti ve Diasporanın bulunduğu ülkelerdeki Ermenistan Büyükelçileri tarafından yürütülüyor ve yönetiliyor. Bu, çok önemli, bunun altını çizmek istiyorum. Zannediyorum, buraya kadar açıkladıklarım, Ermenistan ın Türkiye ye yönelik politikası hakkında bir fikir veriyor.
Buna rağmen, biz, Türkiye de zaman zaman şu görüşlerin ileri sürüldüğünü görüyoruz, şu görüşlere tanık oluyoruz, deniliyor ki Türkiye, büyük devlettir. Büyük devlet olarak Türkiye, Ermenistan a hoşgörüyle yaklaşmalı ve kendine muhtaç olan bu ülkeyle ekonomik ilişkilerini geliştirerek, karşılıklı çıkar ortaklığı yapmalı. Böyle bir ortamda, zamanla soykırım iddiaları etkisini kaybeder. Denilen bu. Esasında, Erivan da Türkiye yle ekonomik ilişkilerini geliştirme hususunda kuvvetli bir eğilim gösteriyor, bir arzu, istek var; ancak, Erivan, Türkiye ye karşı çelişkili bir tutum içinde. Hem, ülkemizle ekonomik ilişkilerin olabildiğince gelişmesini arzu ediyor, hem de soykırımı suçlamasında kesinlikle vazgeçmek istemiyor.

Erivan ın, Türkiye yi dünya önünde soykırımıyla suçlaması da ve bu konuda dünya parlamentolarında, Batılı ülkeler parlamentolarında mahkûm ettirme hususunda çaba göstermesi de, ilişkileri tabiatıyla zehirliyor ve böyle bir ortamda, tabiatıyla, iki ülke arasında ekonomik işbirliği yürütmek de, mümkün olmuyor; fakat, böyle bir işbirliğini güçleştiren başka engeller de var. Ermenistan ın Türkiye toprakları üzerinde hak iddia ettiğine kısaca değindim, buna biraz açıklık getireyim.
Ermenistan Parlamentosu, 6 Aralık 1989 da aldığı bir kararla, Türkiye ile Sovyetler Birliği arasındaki 16 Mart 1921 tarihli Kars Anlaşmasını feshetmiştir. Bu anlaşma, Türkiye ile Sovyetler Birliği arasında olduğu gibi, aynı zamanda, Türkiye ile Ermenistan arasındaki sınırları da çiziyordu. Bu itibarla, Ermenistan ın bu şekilde hareket etmesi, bir nevi, Türkiye hakkında, Türkiye toprakları üzerinde hak iddiasında bulunmak için bir zemin oluşturmaya matuftur tabiatıyla; bu, göze çarpıyor. Ermeni Terör Örgütü ASALA, kuruluşunun 25 inci yılı vesilesiyle, 25 Ocak 2000 de, Erivan da, bir toplantı yaptı ve aynı zamanda, bir açıklamada bulundu ve dediler ki, orada, Türkiye deki Ermeni topraklarını geri almak için bir mücadele yapmaya hazırız, kararlıyız, bu fikrimizden dönmüyoruz. Keza, 10 Ağustos 2000 tarihinde, Erivan da, Ermenistan Millî Bilimler Akademisi tarafından, Sevr Anlaşmasının 80 inci yıldönümü sebebiyle, bir konferans düzenlendi. Bütün buralarda da yine, Batı Ermenistan üzerindeki iddialar ve Ermeni hakları dile getirildi. Şimdi, ben, size soruyorum; kendisine karşı böyle emeller besleyen bir ülkeye, Türkiye nin hoşgörüyle bakması mümkün mü.

Bir noktaya daha burada teması yararlı görüyorum. Bazı çevrelerce, Cumhurbaşkanı Sayın Demirel tarafından yapılmış olan Kafkas İstikrar Paktı Projesi çerçevesinde, Türk-Ermeni sorunlarının da halledilebileceği yolunda yorumlar yapılıyor. Bu mümkün mü; bir kere, Batılı devletlerin de üye olacakları bir Kafkas İstikrar Paktı kurulacağını düşünmek hayalperestlik. Rusya, Amerika nın ve Batılı devletlerin Kafkas İstikrar Paktı yoluyla Kafkasya bölgesine girmesine kesinlikli müsaade etmez. Ayrıca, Rusya, Güney Kafkasya daki sorunların hallini istemez. Bunun nedeni de, sorunların devamının, Moskova nın bölgedeki nüfuzunu muhafaza etmesine imkân vermesidir. Örneğin, Karabağ sorunu çözümlenirse, Erivan la Ankara yakınlaşması kolaylaşır ve Ermenistan ın Türkiye üzerinden dünyayla ekonomik bütünleşmesi gerçekleşir. Bu durumda da, Rusya, askerî bir anlaşmayla kendisine bağlamış olduğu Ermenistan ı, yani, Kafkasya daki son kalesini kaybeder. Son kalesi, ne demek bu; bunun arkasından ne gelir? Bunun arkasından, tabiatıyla, Yukarı Dağıstan, Çeçenya gelir. Böyle düşünüyor Moskova. Bu bakımdan, Güney Kafkasya daki sorunların çözülmesi, Moskova nın işine gelmez; yani, konuyu, bir de bu jeopolitik yaklaşık içinde değerlendirmek lazım.
Şimdi, Türkiye nin Ermenistan a karşı tutumuna bakalım. Türkiye, bağımsızlığına kavuşan Ermenistan ı, Azerbaycan ve Ortaasya Türk cumhuriyetleriyle birlikte tanıdı. Türkiye nin bu dönemde Ermenistan a hoşgörüyle yaklaştığını ortaya koyan birçok örnek olay var. Örneğin, 1992-1993 yıllarında, Türkiye, yeni kurulan Ermenistan Cumhuriyetine yapılan insanî yardımın Türk toprakları ve hava sahası üzerinden geçmesine müsaade etti. 1995 te, İstanbul-Erivan arasında düzenli hava seferlerine izin verildi; ama, Erivan ın sözde soykırımı kararlarını Amerikan Kongresinden geçirme çabaları, Türkiye nin bu açılımını daha genişletmesine imkân vermedi. Yani, Türkiye ile ilişkilerinin gelişmesini sabote eden bizzat Ermenistan dır.

Şimdi, bir önemli noktaya işaret edeceğim. Erivan ın, soykırımı tasarısını kongreden geçirmek istemesinin bir nedeni de, Türkiye yi Amerika dan koparma amacıdır. Son Amerika Başkanlık seçimleri öncesinde, kongreye sunulan soykırımı karar tasarısının kabul edilmesi, bir tesadüf eseri önlenebildi. Yani, tasarının gündemden çekilmesinin, düşürülmesinin gerçek nedeni, Ortadoğu da savaş rüzgârlarının esmesiydi. Şimdi, kararın geçmesi, Türk-Amerikan ilişkilerinde büyük bir yara açardı ve Türkiye nin çıkarlarına ağır bir darbe vururdu. Nasıl mı? Bunu anlamak için, Türkiye nin bugün içinde bulunduğu durumu düşünün. Türkiye nin şu anda acil uluslararası malî yardıma ihtiyacı var. Bu konuda, Türkiye nin derdine devam olabilecek bir karar da, ancak Washington da alınabiliyor. Bu durum, Türkiye nin Amerika yla stratejik ortaklık ilişkisini muhafaza etmesinin yaşamsal önemini gözler önüne seriyor. Bütün bu söylediklerim, Ermenistan ın, Türkiye nin şah damarını kesmek istediğini ortaya koyuyor. Önlemleri buna almamız lazım. Onun için, bunun altını çiziyorum. Peki, Ermenistan bunu yapabilir mi; yani, bu soykırım tasarısını geçirebilir mi; geçirebilir. Ermenistan koküsünde, Amerikan Kongresinde 54 milletvekili var. Koküs, yani, Ermenistan a her an oy verebilecek, diğer milletvekillerini de aynı zamanda buna ikna edebilecek 54 milletvekili var. Yani, Ermeniler, ellerindeki fonlarla, bunların seçim kampanyalarına çok büyük ölçüde, büyük miktarlarda yardım yapıyorlar. Bir de, bunun yanında, Yunan koküsü var; onun da 104 üyesi var. Yani, Yunanlıların da her an emrine hazır ve nazır 104 milletvekilleri var Amerikan Kongresinde. Bunların ikisi bir araya gelince, 160 ediyor. Bir de, 257 kişilik insan hakları koküsü var. Bu insan hakları koküsünde de, daima 100 kişiyi kendi taraflarına çekebiliyorlar. O zaman, çoğunluğu elde ediyorlar. Bu durumda, Ermeni karar tasarısını Ermeniler uygun bir zamanda tekrar geçirmeye deneyeceklerdir ve geçirebilirler. Binaenaleyh, bunu dikkate almamız lazım.
Şimdi, o zaman, bizim yapacağımız ne olmalı? Evet, Ermenistan a yönelik politikamızı bu gerçekler ışığında saptamamız lazım. Ermenistan Hükümeti, eğer, Diasporasına döner ve derse ki, hareketlerinizde anavatanınıza zarar veriyorsunuz, kongrede Türkiye ye düşmanlık yapmaktan vazgeçin derse, Diaspora durur. Bizim, bunu, Ermenistan a söyletmemiz lazım. İşte, Türkiye nin Ermenistan a yönelik politikası öyle düzenlenmeli ki, Erivan daki hükümet, böyle bir talimatı Diasporaya vermek zorunda kalsın. Ermenistan ın bugün içinde olduğu sıkıntılı durumu hepimiz biliyoruz. Üçbuçuk milyonluk bir ülkeyken, iki milyona düştü nüfusu. Ülkeden kaçan geri dönmüyor. 35 yaşın altındaki kişilere Ermenistan ı terk etmek veya ayrılmak imkânı verilmiyor; çünkü, geri dönmeyecekleri biliniyor.

Bu ortamda, Türkiye, Ermenistan a karşı şu önlemleri almalıdır:
Birincisi, Türkiye den Ermenistan a, İran ve Gürcistan üzerine giden 160 milyon dolarlık gıda maddeleri ihracatı durdurulmalıdır. Evet, bu bize zarar verir; ama, karşılığında ne alacağız, ne istiyoruz veya bunu yapmazsak neyi kaybedeceğiz, onu düşünmemiz lazım.,

İkincisi, Erivan-İstanbul arası uçak seferleri durdurulmalıdır. Son derece önemlidir bu uçak seferleri. Haftada iki kere Erivan dan İstanbul a uçak seferi geliyor. Bunlara bandrollü vize verilmesi durduruldu; fakat, şimdi, uçakla İstanbul a gelmek için Gürcistan a gidiyorlar, oradan vize alıp geliyorlar. Bavul ticareti.

Üçüncüsü, Erivan-Halep arasındaki uçak seferleri, Türk hava sahasından geçmektedir. Bu konuda da izin kaldırılmalıdır.

Dördüncü nokta, Amerika ve Avrupa dan Ermenistan a gelen uçaklar, Türk hava sahasından geçen iki koridordan bu ülkeye ulaşmaktadır. Türkiye, bu hava koridorlarının insanî yardım amacıyla kullanılmasını önlemelidir. İsmi insanî yardım bunun onu da belirteyim size ve bu insanî yardım Azerbaycan a yapılmıyor.

Sayın Başkan, bitiriyorum bu noktada. Şimdi, bu söylediklerime karşı çıkacak olanlar olabilir. Bu söylediklerimin hatalı olduğunu söyleyebilecek kişiler olabilir, öyle düşünenler olabilir. Ancak, ben bu görüşte olanlara şunları hatırlatırım. Türkiye, bugüne kadar, bu önlemleri almamakla, Ermenistan ın cesaretini artırmıştır. Koçoryan ın Birand ile mülakatında, Türkiye ye karşı sergilediği yüksek dozdaki küstahlık, bundan ileri gelmektedir. Aynı zamanda, Ermeni yöneticileri, Türkiye nin Amerika dan çekilmesi dolayısıyla, sözünü ettiğim önlemleri almadığına inanmışlardır. Erivan ın bu inancını kırmadan, Türkiye, Amerikan Kongresinin ve Batılı devletler parlamentolarının soykırımı kararları almalarını önleyemez. Türkiye nin Fransa ya karşı aldığı ekonomik ve ticarî önlemler, sadece kendisine zarar verir. Bundan başka bir işe yaramaz. Türkiye de Ermeni halkına karşı bir düşmanlık yoktur; fakat, Ermeni halkı, yöneticileri tarafından istismar edilmektedir. Ancak, önerdiğim önlemler sayesinde, Ermeni toplumunun yöneticilerine karşı bir baskı ortaya çıkarması söz konusu olabilir ve bu şekilde, Ermenistan, biraz önce bahsetmiş olduğum istikâmette, Ermenistan yöneticileri, Diasporaya birtakım talimatlar gönderebilirler.

Teşekkür ediyorum Sayın Başkan. (Alkışlar)

Evvela, Sayın Şükrü Elekdağ a bir iki soru var, müsaade ederseniz onu söyleyeyim, iki soru var. Tazminat ve giderek toprak talebi prosedürü nasıl gelişebilir? Sayın Elekdağ, birinci sorunuz bu.

İkinci sorunuz; Ermenistan a karşı bazı tedbirler alınmasını öneriyorsunuz. Medyada neler oluyor? Ermenistan ile sıcak ilişkileri girilmesi, Kars, Ardahan sınır illeri ticaretinin başlatılması öneriyorum. Bir TV kanalında ünlü bir işadamı -burada olmayan kimselerin ismini okumayalım efendim- bunu açıkça, ısrarla söylüyor, 2,5 milyonluk Ermenistan dan çekinmemiz yersizdir; bunlar bize muhtaçtırlar, Türkiye nin yardımlarıyla Ermenistan tampon devlet haline getirilebilir. Paranoyak milliyetçiler olmasa, halklar bu yaklaşımı gerçekleştirir. Medyadaki bu tür yaklaşımlara ne dersiniz; bizler paranoyaklar mıyız? Bu iki soru zatıâlinize efendim.

Buyurun.

ŞÜKRÜ ELEKDAĞ : Efendim, toprak ve tazminat konusuna Sayın Akarcalı değindiler ve bu konuda bazı izahat verdiler. Ben, o konuda şunları söyleyeyim: Californiya daki Ermeniler, bu konuda son derece sistemli bir şekilde çalışıyorlar. Californiya Eyaleti Senatosuna 1 Mart 2000 tarihinde sözde soykırım mağduru ve hayat sigortası sahibi Ermenilerin tazmin edilmelerini öngören bir kanun tasarısı sundular. Sonra, bu kanun tasarısını eyalet senatosunda ve eyalet asamblesinde kabul ettirdiler. Sayın Akarcalı nın sözünü etmiş olduğu bu 10 milyonluk tazminat bu çerçevede harekete geçirildi; fakat, bu, burada bitmiyor, bunlar devam edecek, yani, ellerinde bir karar var şimdi.

Diğer taraftan, Ermeni avukatlar birliğince Ermeny Observer gazetesine verilen bir ilanda, sözde Ermeni soykırımı sırasında hayatlarını kaybeden veya halen hayatta olan Ermenilerden hayat ve gayrimenkul sigorta poliçeleri ile Osmanlı Bankasında bulunan hesap bilgilerini içeren belgeleri yollamaları istendi; şimdi bunları topluyorlar. Binaenaleyh, büyük bir araştırma içindeler. Eğer Amerikan Kongresinden de bu konuda bir karar tasarısı çıkarsa, onu da muhakkak ki, müsait bir yerine, Amerikan mahkemelerinde hiç olmazsa bazı eyaletlerde Türkiye aleyhine davalar açması konusunu getirebilirler, bunları deniyorlar, bu imkânlar ellerinde. Aynı şekilde, Fransa da da bu beklenebilir. Fransa da da bir soykırımı yasası çıktı. Şimdi, bu soykırımı yasasını şu veya bu şekilde istismar etmeye, uygulamaya, buna dayanarak, bazı mahkemelerde kararlar aldırtmaya çalışacaklar.

Ermenilere karşı, medyamızda ne oluyor ve bir işadamımızın, Ermenistan ile ilişkilerin geliştirilmesi hususunda yapmış olduğu önerileri nasıl karşılıyorsunuz?
Efendim, şimdi, Ermenistan bağımsızlığını kazandıktan sonra, Petrosyan, Ermenistan Cumhurbaşkanı oldu ve Türkiye ye karşı ılımlı bir yaklaşım sergiledi. Tabiatıyla, içeriden çok başka, aynı zamanda radikal sesler geliyor; fakat, o zaman dinlediğimizde biz Petrosyan ı, şöyle düşündük: Ermenistan dan birtakım rasyonel akılcı sesler geliyor. Bu şekilde iki ülke arasındaki ilişkileri geliştirmek mümkün olur. Ermenistan ın Türkiye ye büyük ihtiyacı var. Bizim Malkara hudut kapımız açılır. Trabzon, Ermenilerin kullanacakları, arabî anlaşma uyarınca, tabiatıyla, bir liman olur, dünyayla bütünleşirler.

Ermeniler, esas itibariyle, becerikli insanlardır. O bakımdan, böyle bir gelişmeye muazzam ihtiyaçları var. Dünyayla ekonomik bakımından bütünleşmeleri, bu insanların, bu becerilerini sergilemelerini, bu potansiyeli ortaya koymalarına imkân verir diye düşündük; fakat, maalesef, bu görüş devam etmedi, radikaller, Petrosyan ı bastırdılar ve bir hükümet darbesi gibi bir şekilde Koçaryan bunun yerine geçti. Koçaryan, geldiğinden beri, Türkiye ye karşı, biraz önce belirtmiş olduğumuz şekilde hareket ediyor. Yani, o bakımdan, Ermenistan, Türkiye ye karşı toprak talebinde bulunduğu sürece, Batı, Ermenistan dan bahsettiği Sevr anlaşmasını canlı tutmaya çalıştığı sürece ve aynı zamanda, Türkiye yi dünyadan kopartmaya, daha doğrusu, Amerika dan, Avrupa dan kopartmaya çalıştıkça, izole etmeye çalıştıkça, çünkü, bütün bu faaliyetlerin arkasında bu var. Tabiatıyla, Ermenistan ile ekonomik ilişkiler kurmak ve aynı zamanda diplomatik ilişkiler kurma imkânı yok, işadamlarımızın da bunu iyi anlamaları lazım.
Teşekkür ederim.

https://sukruelekdag.wordpress.com/2001/04/

..

4 Haziran 2016 Cumartesi

ALMAN PARLAMENTOSU 1915 ERMENİ SOYKIRIM TASARISINI KABUL ETTİ,




ALMAN PARLAMENTOSU  1915 ERMENİ SOYKIRIM TASARISINI KABUL ETTİ,


02 HAZİRAN 2016

http://www.ayintarihi.com/

Hürriyet Gazetesi, s.26

Alman Parlamentosu, Türkiye’nin karşı çıktığı tartışmalı sözde “Ermeni soykırım tasarısı”nı, neredeyse oybirliğiyle onayladı. 631 üyeli Alman Parlamentosu’ndan tasarıya karşı sadece 1 hayır, 1 de çekimser oy çıktı. Oylama öncesi yapılan tartışmada konuşmacılar, 100 yıl önce yaşanan olaylardan bugünkü Türkiye ve Türk hükümetinin sorumlu olmadığını vurguladılar. 




Oturumu açan Meclis Başkanı Norbert Lammert, “ Parlamento, tarihçiler komisyonu değil. Mahkeme hiç değil. 



DOSTLUGA SOYKIRIM GÖLGESİ DÜŞTÜ

Ama hoş olmayan soruları ve cevapları da göz ardı edemez. Hele bir de Ermeni ve öteki Hristiyan azınlıklara 100 yıl önce Osmanlı İmparatorluğu’nda işlenen soykırımda Alman İmparatorluğu’nun da suçu varsa, hiç göz ardı edemez. ” Sosyal Demokrat Parti (SPD) adına konuşan Rolf Mützenich, dönemin Alman diplomatlarının Osmanlı’da yaşanan bu olaylar üzerine yazılar gönderdiğini, 
Almanya’nın buna sessiz kaldığını söyledi. Sol Parti adına konuşan Gregor Gysi, Almanların Namibya’daki Herrero soykırımının da parlamentoya getirilmesi gerektiğini belirtti. Hristiyan Birlik Partileri (CDU/CSU) adına konuşan Franz Josef Jung, ‘soykırım’ iddialarına Pontuslu Rumları da kattı. Tasarının mimarı Yeşiller adına konuşan Cem Özdemir, Türkleri Talat veya Cemal Paşa’yla değil, onların emirlerini yerine getirmeyen, “ Biz Ermenilerin kılına dokundurtmayız ” diyen Kütahya ve Konya valilileriyle gurur duymaya çağırdı. 
Tartışmaların ardından tasarı kabul edilirken CDU’dan Ekonomi ve Mali Komisyon üyesi Bettina Kudla “Hayır”, yine CDU’dan Ulaştırma Komisyonu üyesi Oliver Wittke “Çekimser” oy kullandı.



http://www.ayintarihi.com/



3 Haziran 2016 Cuma

DERSİMDE ZEHİRLİ GAZ KULLANILMADI



İngiliz Devlet Arşivlerinden Gizli Belgelerle Kanıtlıyoruz: 

DERSİMDE ZEHİRLİ GAZ KULLANILMADI  :


İngiliz Devlet Arşivlerinden Gizli Belgelerle Kanıtlıyoruz: Dersim'de Zehirli Gaz Kullanılmadı


Türkiye'ye yöneltilen suçlama; özetle şöyledir: Türkiye Cumhuriyeti Devleti, 1937 yılında, "Seyit Rıza" nın başını çektiği Dersim isyanını kanla bastırmış; yöre halkını kundaktaki bebeklerine, hamile ka dınlarına, yaşlılarına varıncaya dek meydan lara toplayıp üzerlerine ağır makinalı tüfeklerle kurşun yağdırarak ve de zehirli gaz kullanarak soykırıma uğratmış; bir bölümünü de maden ocakları vs. çalış tırmak amacıyla sağ bırakıp çalışma alanlarına sürmüş, buralardan ayrılmalarını yasaklamıştır. Bu işgal, ilhak ve soykırım; 1937-1938 yıllarında Cumhurbaşkanı Atatürk'ün, Başbakan İnönünün, Başbakan Celal Bayar'ın, Genelkurmay Başkanı Fevzi Çakmak'ın, General Abdullah Alpdoğan'ın buyruklarıyla, şun yağdırarak Türk Ordusu tarafından gerçekleş tirilmiştir. İhsan Sabri Çağlayangil

(Cumhurbaşkanı Yardımcısı), Muhsin Batur (Genelkurmay Başkanı) gibi Türkiye Cumhuriyeti devlet adamları, uygulanan soykırımın tanıkları olup, yıllar sonra yayınlanan anılarında "Dersim'de zehirli gaz kullanılarak 7'den 70'e soykırım yapıldığı"nı ikrar ve itiraf etmişlerdir. Türkiye Cumhuriyeti Devleti, soykırım suçundan dolayı uluslararası yargı organlarınca yargılanmalı; o tarihteki devlet yöneticileri soykırım suçlusu olarak damgalanma-lı, adı "Tunceli'ye dönüştürülen beldenin "Dersim" olan önceki adı geri verilmeli; geçmişte yapılan bu soykırım için özür dilenmeli, topraklar kendilerine geri verilip tazminat ödenmeli; "Halkların Kendi Kaderini Tayin Hakkı" (özerklik, bağımsızlık, vs.) tanınmalı, "Dersim"in 1937-1938 öncesi özgür, bağımsız, demokratik yönetim yapısına yeniden kavuşmalıdır...
Bu suçlamaların gerçeğe aykırılığını, Bütün Dünya dergisinin, Ocak 2010, Ocak 2012 ve Şubat 2012 sayılarında yayımlanan "Dersim Dersi" başlıklı yazılarımla kanıtlayarak göstermiştim.


İngiliz Devlet Arşivleri nin gizli belgelerinden, gizliliği kaldırılarak internet üzerinden araştırmaya ve telif hakkı ödenerek yayınlanmaya açılan belgelerde yaptığım araştırmada; "Dersim'de Zihirli Gaz Kullanıldı" suçlamasının gerçeğe aykırı ve iftiradan ibaret olduğunu kanıtlayan belgelere ulaştım; bunların telif ücretini ödeyerek satın aldım; ve işte şimdi yayımlıyorum:

BELGE 1:
24 Mayıs 1938 - Türkiye, İngiltere' den zehirli gaz savaşı konusunda uzman istiyor.

İngiliz Devlet Arşivlerinden Gizli Belgelerle Kanıtlıyoruz: Dersim'de Zehirli Gaz Kullanılmadı
İngiliz Devlet Arşivlerinden Gizli Belgelerle Kanıtlıyoruz: Dersim'de Zehirli Gaz Kullanılmadı

BELGE 2:
9-11 Ocak 1939 - İngiltere, Türkiye' nin 24 Mayıs 1938'de istediği Zehirli Gaz Savaşı uzmanını, en erken 1939 Nisan ayından sonra Türkiye'ye gönderebileceğini bildiriyor.

İngiliz Devlet Arşivlerinden Gizli Belgelerle Kanıtlıyoruz: Dersim'de Zehirli Gaz Kullanılmadı
İngiliz Devlet Arşivlerinden Gizli Belgelerle Kanıtlıyoruz: Dersim'de Zehirli Gaz Kullanılmadı

Dünyada ve Türkiye'de ilk kez şimdi yayımladığımız bu belgeler, 1937-1938 yıllarında Türkiye'de, zehirli gaz ve de zehirli gazın silah olarak nasıl kullanılacağı konusunda uzman kimsenin bulunmadığını; Türkiye'nin ilk kez 1938 yılı ortalarında İngiltere'ye başvurararak zehirli gaz savaşı konusunda İngiliz uzman isteminde bulunduğunu; İngiltere'nin Türkiye'yi 1939 yılı ortalarına dek oyaladıktan sonra, bu istemi 1939 yılı ortalarında kabul ettiğini göstermektedir.


Sonuç: "Dersim'de zehirli gaz kullanılarak soykırım yapıldığı" ileri sürülen 1937-938 yıllarında, Türkiye'nin elinde zehirli gaz olmadığı gibi, zehirli gazın silah olarak nasıl kullanılacağını bilen uzman da yoktur. "Dersim Harekâtı"nda zehirli gaz kullanıldığı suçlaması; uydurmadır.
Bu belgelerden sonra bir daha Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ni, Atatürk'ü, İsmet İnönü'yü, Celal Bayar'ı, Fevzi Çakmak'ı, Abdullah Alpdoğan'ı, "Dersim"de zehirli gaz kullanmakla suçlayacak olanlar; iftira suçunu işlemiş olacaklardır.
Atatürk, kendisini suçlayanlara Abraham Lincoln'e atfedilen şu sözle yanıt vermiştir:
"Herkesi bir defa, bazılarını her zaman aldatabilirsiniz. Ama herkesi her zaman aldatamazsınız." (You can fool all the people some of the time and some of the people all the time but you cannot fool all the people all the time.)
Bir de atasözümüz vardır: "Yalancının mumu, yatsıya kadar yanar." 


Cengiz Özakıncı/

Bütün dünya

https://haberguncel.blogspot.com.tr/2012/06/ingiliz-devlet-ingiliz-devlet.html

..

2 Haziran 2016 Perşembe

Başbakan Erdoğan’ın Ermeni Mesajı





Başbakan Erdoğan’ın Ermeni Mesajı 


21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü Araştırmaları Merkezi

24 Nisan 2014 Perşembe
Başbakan Erdoğan’ın Ermeni Mesajı 
Ümit Özdağ tarafından yazıldı.             

AKP Hükümeti’nin 2015 yaklaşırken, Ermenilerin bütün dünyada yapılacak Ermeni propagandasına karşı hiçbir önlem almadığı ilgili bürokratik makamlar tarafından şikayet edilerek dile getirilmekteydi. Bu durumun nedenini, 22 Nisan 2014’de  www.21yyte.org ’dayayınlanan 2014 Türkiye: Küresel, Bölgesel ve Ulusal Jeopolitik Değerlendirme başlıklı yazıda şu şekilde izah etmiştik: “Türkiye’nin Ermeni psikolojik savaşı ile mücadele konusunda strateji yoksunluğu ve hazırlıksızlığı ciddi dış politik sorunları da beraberinde getirebilir. Ankara’nın hazırlıksızlığının da bir politika olduğunu düşündürecek gelişmeler vardır. AKP Hükümetinin 2013’de Tehciri kınayan açıklamaları, derinden gelişen “Biz değil, İttihatçılar yaptı” söylemi 2015’de genel seçimlerden sonra Ankara’nın Ermeni soykırımı iddialarını “yumuşak geçiş” ile kabul etme ihtimalinin olduğunu göstermektedir.”           
Bu tespitin açıklanmasından bir gün sonra Başbakan Erdoğan Ermenilerden özür dileme niteliğinde yaptığı açıklama tespitimi doğrular niteliktedir. Bir süreden bu yana AKP Hükümeti ve hükümetin entelektüel zemini 

Ermenilerin sözde soykırım iddialarını kabul edebilecekleri bir zemin arayışı içindeler. Dış İşleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun açıklamaları da bu zemini 
temsil etmektedir. Bu arayışın zeminlerinden birisi de Dış İşleri Bakanlığı’nın teşviki ile Ankara’daki bir üniversitenin “ Ermeni Meselesinde Yeni Arayışlar ” 
başlığı ile bir panel organize etmesiydi.                   

AKP Hükümeti’nin Ermeni meselesinde de “ezber bozarak” Erivan ile Azerbaycan’ı küstürmek pahasına girdiği müzakere süreci başarısız olunca, 2015 yaklaşırken Başbakan Erdoğan’ın içinde olduğu yeni arayışın ilk sonucu 23 Nisan 2014’de Ermenilere tehcirin yıldönümü vesilesi ile örtülü özür dilenmesi ile ortaya çıktı. Erdoğan mesajında, "Her din ve milletten milyonlarca insanın hayatını kaybettiği I. Dünya Savaşı esnasında, tehcir gibi gayr-ı insani sonuçlar doğuran hadiselerin yaşanmış olması, Türkler ile Ermeniler arasında duygudaşlık kurulmasına ve karşılıklı insani tutum ve davranışlar sergilenmesine engel olmamalıdır" dedi.   
          Başbakan Erdoğan’ın tehcir ile ilgili dolaylı özrü Dış İşleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun 12 Aralık 2013’de Erivan’da katıldığı ve kapının önündeki 
protestolardan dolayı otelin arka kapısından girdiği Karadeniz İşbirliği Örgütü toplantısı vesilesi ile yaptığı açıklama ile birlikte düşünülmelidir. Davutoğlu 
bu açıklamasında  “İttihatçıların yaptığı şey doğru bir olay da değil, gayri insanidir. Tehciri hiçbir zaman benimsemiyoruz. Ama alıp da o tehcirden geriye 
doğru tarihi yazınca bu sefer bu taraftakiler de Ermeniler tamamen vatana ihanet eden dolayısıyla da tehciri hak etmiş bir kitle olarak gören bir kolektif bilinç oluşuyor” diyerek, İttihatçılardan adeta NAZİ’lerden bahseden Federal Almanya Dışişleri Bakanı gibi bahsetmiştir.[1] Başbakan Erdoğan ve Dış İşleri Bakanı Davutoğlu’nun tehcir için “gayri insani” kavramını kullanmış olmaları bir tesadüf değil, yeni bir siyasettir.   

Sadece Davutoğlu’nun Erivan’da yaptığı bu açıklama doğru dürüst bir devlet mekanizmasının çalıştığı bir ülkede bir dış işleri bakanının istifasını getirmelidir. Ancak bu cümle öylesine söylenmiş bir cümle değildir. Zihin dünyasında İttihat ve Terakki ile PKK’yı bir tutan bir Dışişleri Bakanı’nın “Ermeni soykırımını biz yapmadık, İttihatçılar yaptı” demesi hiç de zor değildir. Bu yaklaşımın Türkiye’nin Ermeni sözde soykırım iddialarına yönelik politikasına adım adım hâkim olduğu görülmektedir.  
          Başbakan Erdoğan, 1915 olayları sırasında hayatını kaybeden diğer Osmanlı halklarından ayırarak, Ermeni halkına ayrıca taziye dileklerini 
iletmiştir.  Erdoğan şöyle demiştir: "Kadim ve eşsiz bir coğrafyanın benzer gelenek ve göreneklere sahip halklarının, geçmişlerini olgunlukla 
konuşabileceklerine, kayıplarını kendilerine yakışır yöntemlerle ve birlikte anacaklarına dair umut ve inançla, 20. yüzyılın başındaki koşullarda hayatlarını 
kaybeden Ermenilerin huzur içinde yatmalarını diliyor, torunlarına taziyelerimizi iletiyoruz."  
        Başbakan Erdoğan, Ermeniler tarafından gerçekleştirilen ayaklanmalarda katledilen Türklerden bahsederken Türk Milleti yerine, Osmanlı kavramına vurgu yapmıştır. Erdoğan şöyle demiştir: "Aynı dönemde benzer koşullarda yaşamını yitiren, etnik ve dini kökeni ne olursa olsun tüm Osmanlı vatandaşlarını da rahmetle ve saygıyla anıyoruz.”
            Başbakan Erdoğan’ın  "Osmanlı vatandaşı" vurgusunu birkaç 
tekrarladığı görülmektedir: "Osmanlı İmparatorluğu’nun son yıllarının hangi din ve etnik kökenden olursa olsun, Türk, Kürt, Arap, Ermeni ve diğer milyonlarca 
Osmanlı vatandaşı için acılarla dolu zor bir dönem olduğu yadsınamaz."           
   Başbakan Erdoğan'ın mesajında, yine Türk Milleti kavramı yerine "Osmanlı vatandaşlarına" diyerek acıların yarıştırılamayacağından bahsetmiştir. Erdoğan, 
"Adil bir insani ve vicdani duruş, din ve etnik köken gözetmeden bu dönemde yaşanmış tüm acıları anlamayı gerekli kılar. Tabiatıyla ne bir acılar 
hiyerarşisi kurulması ne de acıların birbiriyle mukayese edilmesi ve yarıştırılması acının öznesi için bir anlam ifade eder. Atalarımızın dediği gibi ‘ateş düştüğü yeri yakar’. Osmanlı İmparatorluğu vatandaşı herkes gibi Ermenilerin de o dönemde yaşadıkları acıların hatıralarını anmalarını anlamak ve paylaşmak bir insanlık vazifesidir" demiştir.
             Erdoğan, Türklerin acılarını Osmanlı kavramı içine gömer yanına Kürt ve Arap diyerek önemsizleştirirken, (tabii ki Kürt aşiretleri de Ermeni saldırılarından nasiplerini almışlardır. Ancak Ermenilerin saldırılarının esas hedefi silahlı Kürt aşiretleri değil, erkekleri askere gitmiş olan yerleşik Türkler olmuştur.)  
Ermenileri bir millet olarak ön plana çıkarmıştır. Mektupta Türklere yönelik katliamlar için Ermenilerin duyması gereken üzüntü ve dilemesi gereken özür 
konusunda en ufak bir ima yoktur. Bu mektup kapsamlı ve Ermeni tezlerini etkisiz hale getirmeyi planlayan bir stratejinin parçası değil, Kıbrıs’ta ve PKK ile 
müzakerelerde olduğu gibi 2014-2015 sürecinde verilecek üç temel tavizin Ermeni ayağının göstergesidir.              
      ABD Başkanı Obama 6 Nisan 2009’da TBMM’de yaptığı konuşmada Ermenistan ile sorunlarınızı çözün, Kürtlerin haklarını verin ve Barzani ile ilişkilerinizi düzeltin, Heybeliada Ruhban Okulu’nu açın mesajlarını vermişti. Heybeliada Ruhban Okulu yakında açılacak. PKK ile müzakereler ilerliyor. Ermenistan süreci dün yapılan açıklamadan sonra görüldü ki ilerliyor. Kıbrıs konusunda Annan Planı ile toprak vermeye hazır olduğunu gösteren (Ege’de 2004’de Yunan işgaline giren Türk adalarından hiç bahsetmiyorum) AKP Hükümeti, Yunan-Rum direnişinden dolayı 2004’de veremediğini 2015’de fazlası ile vermeye hazırlanıyor.


[1] http://www.hurriyet.com.tr/dunya/25346260.asp


Uzman Hakkında Ümit Özdağ
uozdag61@gmail.com
Takip et: @umitozdag 

ERMENİLERDEN ÖZÜR DİLEYENLER KİMLER? TANIYALIM





ERMENİLERDEN ÖZÜR DİLEYENLER KİMLER? TANIYALIM


Yayin Tarihi 17 Aralık, 2008 
Kategori; ERMENİ SORUNU, SİYASİ


Geçtiğimiz günlerde Ermenilerden özür dileme kampanyasını başlatan ekibin başını çeken Galatasaray Üniversitesi öğretim görevlisi  Prof.Dr. Ahmet İnsel ile aynı üniversiteden  AB ile ilişkiler uzmanı Dr.Cengiz Aktar ve bağlı oldukları örgütleri tanımakta yarar vardır.
Dr.Cengiz AKTAR, AB ilişkilerimizde uzman olarak görev yapan, AB uğruna ülkenin sırtını mindere yapıştırma görevlerini başarı ile yerine getirmeye çalışan, batılılaşmamız için eserler yazan bir akademisyen..Geçmiş yıllarda Emperyalizm’in siyasi kanadı olan Birleşmiş Milletler çatısı altında ve Avrupa Birliği’nin göç ve iltica politikaları etrafında biçimlenen hükümetler arası danışma kurulunun ikinci başkanı olarak çalıştı. 1994-1999 yılları arasında ise Birleşmiş Milletler Örgütü’nün Slovenya Temsilciliği’ni yönetti.

Prof Dr. Ahmet İNSEL ise HELSİNKİ YURTTAŞLAR DERNEĞİ’nin kurucu üyelerindendir. Bütün çalışmalarını da bu dernek ve arkasındaki güçlerin talimatları doğrultusunda sürdürür. Türkiye’de başta Ermeniler olmak üzere tüm etnik unsurları derneğin amaçları doğrultusunda yönlendirmek, eğitmek ( kışkırtmak diye okuyabilirsiniz ) en önemli görevlerindendir. Hatta internet sitelerinde işi, Türkiye’deki Roman vatandaşları kışkırtmaya kadar götürmüşlerdir.

Bu siteye http://www.hyd.org.tr/  adresinden ulaşırsanız.İlişkide bulunulan örgütleri ve ülkenin hangi duyarlılıklarının kaşındığını görebilirsiniz.

HELSİNKİ YURTTAŞLAR DERNEĞİ NEREDEN HANGİ PARALARLA BESLENİR?

1983 yılının sonlarında ABD kongresi onayı ile “Ulusal Demokrasi Fonu” (NED: National Endowment For Democracy) kuruldu. Bu tarihten itibaren CIA’nın ülkelerin karıştırılması operasyonlarında kullanılan birçok işlevi NED’e transfer edildi.
Avrupa’da yerleşik ve çoğu ABD tarafından beslenen “Sivil Toplum Örgütleri” de, NED’in Demokrasi yayma operasyonlarında yer almaktadırlar. Para kaynağı ABD hazinesidir. NED ise bu paranın kasasıdır.

Amaçları çok net ve açıktır. Doğu Avrupa’yı, Afrika’yı, Asya’yı, Ortadoğu ve Okyanus devletlerini birlikte yeniden kolonileştirmek, doğal kaynakları ÇOK ULUSLU ŞİRKETLER aracılığı ile yağmalamaktır. Ahmet İnsel’in de içinde bulunduğu Helsinki Yurttaşlar Derneği de bu amaçlar için para alıp kendisine verilen görevleri yerine getirmektedir.

NED’DEN KAÇ YILINDA, HANGİ AMAÇLA,  NE KADAR PARA ALDILAR?
YIL: 1997
PARAYI VEREN: NED
PARAYI ALAN : Helsinki Yurttaşlar Derneği
PARA MİKTARI:30.000 DOLAR
VERİLİŞ AMACI: Daha etkin sivil toplum için sivil girişimlere destek vermek ve birleştirici çabalar içine girmek. Eylemleri halka yaymak, yeni üyeler örgütlemek  ve diğer Sivil Toplum Örgütlerini eğitmek.

YIL:1997
PARAYI VEREN: Proje Karşılığı AB katkısı
PARAYI ALAN : Helsinki Yurttaşlar Derneği  
PARA MİKTARI: 81.330 EURO
VERİLİŞ AMACI: Proje; Yasama kararlarının verimliliği.

YIL:1998
PARAYI VEREN: NED
PARAYI ALAN: Helsinki Yurttaşlar Derneği  
PARA MİKTARI: 31.000 DOLAR
VERİLİŞ AMACI: Cemiyet, örgütsel yapısını güçlendirecek, yeni üyeler kazanacak, çalışmaları halka yayacak ve diğer Sivil Toplum Örgütlerini örgütlenme konusunda eğitecektir.

YIL:1999
PARAYI VEREN: NED
PARAYI ALAN : Helsinki Yurttaşlar Derneği  
PARA MİKTARI: 31.000 DOLAR
VERİLİŞ AMACI: Cemiyet, örgütsel yapısını güçlendirecek, yeni üyeler kazanacak, çalışmaları halka yayacak ve diğer Sivil Toplum Örgütlerini örgütlenme konusunda eğitecektir. vs…

YIL: 2000
PARAYI VEREN: NED
PARAYI ALAN: Helsinki Yurttaşlar Derneği  
PARA MİKTARI: 45.000 DOLAR
VERİLİŞ AMACI: İstanbul, Mersin ve Van’da STÖ’ler ve eylemciler şebekesi oluşturulacak. Bu şebeke, ifade özgürlüğünü engelleyen yasal engellerin kaldırılması, özgürce toplanma ve örgütlenme haklarını savunacaktır. ( BU İLLERE VE BUGÜNKÜ HAREKETLİLİĞE DİKKAT!…)

YIL: 2001
PARAYI VEREN: NED
PARAYI ALAN : Helsinki Yurttaşlar Derneği  
PARA MİKTARI: 35.000 DOLAR
VERİLİŞ AMACI: Barışçı toplantı ve örgütlenme özgürlüğü hakları konusunda savunma, lobici ve kampanyacı sivil eylemcilerin çekirdek gurubunu eğitmek, bir basın toplantısı düzenleyerek 40 kadar basın mensubu, siyasetçi ve devlet görevlisini ağırlamak. Altı kentte 50 NGO’nun ihtiyaçlarını belirlemek.

YIL: 2002
PARAYI VEREN: NED
PARAYI ALAN : Helsinki Yurttaşlar Derneği  
PARA MİKTARI: 35.000 DOLAR
VERİLİŞ AMACI: 5 El kitabı yayınlayıp 20 kişiyi İstanbul’da Savunmanlık, lobicilik ve kampanyacılık konusunda eğitme çalışması yapmak.Bu 20 kişi 10 ayrı kentte 100 STÖ’nün elemanlarını eğitecektir. 40 siyasetçi, gazeteci ve devlet görevlisine kabul düzenlenecek. 1000 Adet haber bülteni basılıp postalanacaktır.

YIL: 2003
PARAYI VEREN: NED
PARAYI ALAN: Helsinki Yurttaşlar Derneği  
PARA MİKTARI: 35.000 DOLAR

VERİLİŞ AMACI: 

Anayasa Reformu için milletvekillerine lobi yapmak, Bölgesel eğitim atölyeleri çalışmaları sürdürülecek, STÖ eğitim malzemeleri dağıtılacaktır.
Not; Rakamsal verilerde Mustafa Yıldırım’ın Sivil Örümceğin Ağında eserinden yararlanılmıştır.
Görüldüğü gibi ihanetin göbeğine oturan bu örgüte Sivil Toplum Kuruluşları üstü bir görev de biçilmiştir. Yardımlar 2003 yılından sonra da devam etmektedir.
Şimdi soruyoruz; Bu zat-ı muhteremlerden Türkiye’nin haklarını savunmaya yönelik bir açıklama bekleyebilir misiniz?
Nereden emir aldıklarını ve neyi, nasıl görme ve değerlendirme konusunda şartlandıklarını çoktan görmeniz gerekir idi.


Helsinki Yurttaşlar Derneği Kurucu Üyeleri

Adalet Ağaoğlu
Ahmet Fadıl Kocagöz
Ahmet İnsel
Ali Bulaç
Ayşe Buğra
Ayşe Silivri
Bülent Tanık
Bülent Tanör
Ceyda Can
Emil Galip Sandalcı
Ercan Karakaş
Esra Koç
Fikret Toksöz
Halil Berktay
Haluk Şahin
İlhan Tekeli
İştar Bedriye Gözaydın
Mahmut Ortakaya
Mehmet Ali Aslan
Mehmet Ali Birand
Mete Tunçay
Murat Belge
Murat Çelikkan
Murat Gültekingil
Murat Karayalçın
Murtaza Çelikel
Orhan Pamuk
Osman Kavala
Selim Ölçer
Sinan Gökçen
Süleyman Çelebi
Şerafettin Elçi
Şirin Tekeli
Şule Kut
Taciser Ulaş
Tarık Ziya Ekinci
Turgut Tarhanlı
Ümit Fırat
Ümit Kıvanç
Ömer ÖZTÜRKMEN

NOT: BU YAZI ADD ISPARTA ŞÜBESİ TARAFINDAN GÖNDERİLMİŞTİR.

http://www.yenidenergenekon.com/55-ermenilerden-ozur-dileyenler-kimler-taniyalim

..