10 Ocak 2015 Cumartesi

1915 Olayları ve Soykırım yalanı!.





1915 Olayları ve Soykırım yalanı!.



ARAŞTIRMA / 2008-12-15 10:22:16






Araştırma: Mustafa ERTEKİN


Her yıl ısıtılarak Türkiye'nin önüne konan Ermeni sorunu, yine sahnelenmeye başladı. Dışarıdan yapılan tahrik ve dayatmalar, içeride de dillendirilerek, dış güçlerin taşeronluğunu üstlenen bazı kendini bilmezler tarafından tekrar gündeme getiriliyor.
Son günlerde başlatılan özür kampanyaları da bu çırpınışın sonucudur.
Türkiye Barış ve kardeşlik için zeytin dalı uzatmayı sürdürmektedir.
Türk Devletinin "çözümü tarihçilere bırakalım" önerisini ret eden Ermeni diasporasının yalandan siyasi sonuç çıkarma oyununu araştıran ve tarihi gerçekleri gözler önüne serecek, gerçek tarihi belge ve anlatımlarla meseleye ışık tutacak…
Bu meselede sadece tarihi veriler değil, tarihi gerçeklerin olaylarla birlikte değerlendirilmesi gerekmektedir…
Böyle bir yazı dizisiyle amacımız gerçeği değiştirmek değil, bu iddiaların tarihçiler tarafından, olaylarla birlikte araştırılmasını sağlayıp diasporanın iftiradan "siyasi sonuç" çıkarma oyunu gözler önüne sermektir.
Tüm yaşananların özeti ise Diasporanın "Büyük Ermenistan" hayalinden kaynaklandığı görülmektedir.
Bu yazı dizisi kısa bir araştırmanın özeti olup, sadece bu araştırmadan oluşan kanaatin yansımasıdır…

Emperyalist oyunun figüran oyuncusu ERMENİSTAN

Büyük Ermenistan hayali kuran Ermeni diasporasının sözde soykırım yalanı ile amaçlanan, tüm dünyaya seslerini duyurmak, kamuoyunu yanıltmak ve mesnetsiz iddialardan siyasi sonuç çıkarma çabasıdır.
Dünyayı ayağa kaldırma gayretindeki diaspora tarihi gerçekleri çarpıtıp ABD-AB parlamentolarından siyasi kararlar çıkarma oyununu sürdürmektedir…
1915 tarihinde yaşanan olayları sebepleriyle değerlendirmekten kaçınan önyargılı yaklaşımlarla Osmanlıyı bölmeyi amaçlayan Emperyalist oyun sürdürülmek istenmektedir…
Ermenilerin o dönemde egemenlik haklarının ihlal edildiğini söylemeleri zaten bir hayal değil mi?
İddialarda yer alan köklü bir yer ve tarih yoktur.
Zaten Ermenistan diye bir bölgenin zabıtlara geçmesi Ayastefanos anlaşmasıyla olmuştur.
1877-1878 Rus savaşı sonrasında Rusların boşalttığı bölgede yaşam alanı oluşturmuştur… Ermenilerin bağımsızlık hayalini başlatan süreçte bu tarihte başlamıştır.
Berlin anlaşması ile de Rus ve İngilizler tarafından kullanılan Ermeniler hep kullanılan taraf olmuşlardır.
Sözde Ermeni soykırımı yalanı ile başlayan süreçte bu propagandanın ürünü olup gerçekte böyle bir mesele bulunduğu söylenemez…
Ermeni sorunu dedikleri aslında Emperyalizmin Osmanlı devletini yıkma ve paylaşma politikasının uzantısından başka bir şey değildir…

Ermeni tarihi nedir?

Kısaca bakalım; Ansiklopedik ve bazı yazılı kaynaklarda Erivan,Nahcıvan ve Rumiye gölü çevresi ile Mako bölgesine yukarı memleket anlamına gelen Ermenia, bu yörede konuşlanmış halka ise Ermeni denildiği yer almaktadır…
Ermeni tarihçilerin bir kısmı Hititlerden olduklarını savunurken, diğer kısmı ise Nuh'un oğlu Hayk'a dayandırmaktadır.
Ermeni tarihçilerin bile kökenleri konusunda fikir birliği sağlayamadıkları görülmektedir.
Böyle bir çelişki elbette Tarihte yaşamış Ermeni nüfus rakamları konusunda da çelişkiler ortaya çıkmaktadır.
Tarihsel kesitlere bakınca, Ermenilerin sırasıyla, Pers, Makedon, Selefkit, Roma, Part, Sasani, Bizans, Arap ve Türklerin hâkimiyeti altında yaşadığı bilgisine ulaşılmaktadır…
Ermeni Halkının insanca yaşama hakkına erişmesi Selçuklu Türkleri döneminde olmuştur.
Fatih Döneminde Din ve vicdan hürriyeti verilerek, cemaatin din işleri için patriklik kurulup, din adamlarının kendileri tarafından seçilmesine izin verildiği görülmektedir…
Anadolu'nun Türk idaresine girmesiyle İnsani yaşam standartları gelişmeye devam etmiştir.
Mesela; kendi dillerini tam serbestlikle konuşmaya devam etmişlerdir.
Ermeni adlarının serbestçe kullanılmasına izin verilmiştir.
1567 yılında İstanbul'da Sivaslı bir Ermeni olan Akpar adlı bir papaza matbaa kurma izni verilerek 1910 yılına gelinene kadar Ermenice 5 gazete ve 7 dergi çıkarılmasına kadar özgürce yaşam süren Ermeniler Osmanlı hoşgörüsünden memnun kalmışlardır…
O dönemde Askerlik ve Vergiden kısmen Muaf olan Ermeniler ticaret sanat ve tarım alanında önemli görevlere bile yükselmişlerdir.,.
Osmanlı döneminde Ermeniler, bu hoşgörüye karşılık vermiş oldukları hizmetten dolayı "millet-i sadıka" olarak adlandırılmıştır…
Günümüze gelinceye kadar geçen süreçte Ermeni halkının hiçbir sorunu olmadığı gibi Türkiye'de çözüm bulamadıkları hiçbir meselede olmamıştır.
Ermeni diasporasının iftiradan sonuç çıkarma oyunu sürerken, Soykırımı yalanı konusunda bazı parlamentoların aldığı tanıma kararlarının da oralarda içi siyaset malzemesi yapıldığı açıkça görülmektedir.
Yani Diasporanın ince hesapları Ermeni halkının kullanılmasına sebebiyet vermektedir…
Ermeni sorununun çıkışı!
Yıl 2008…
Ermeni soykırım yalanı ile hortlatılan sorunun ortaya nasıl çıktığına göz atalım…
Çünkü, bu meselenin ne tür çıkar kaygılarıyla ortaya çıkarılıp, mesnetsiz iftiraların nasıl ortaya atıldığına ışık tutmak için Türk-Ermeni ilişkilerinin tarihsel sürecine göz atmak gerekmektedir…
Osmanlı döneminde misyoner okullarının kurulması için Avrupa'nın müdahalesine maruz kalınınca ilk ciddi ilişki bozukluğuna sebep olmuştu.
O dönemin Avrupalı yöneticileri Ermenileri Türk toplumundan koparma sevdasına düşmüş, "Islahat" adlı proje ile Osmanlının içişlerine karışmayı ve Ermeni komitelerini Osmanlıya karşı kışkırtmayı silahlanmaya hatta karşı koymaya dönüştürmeye kalkışınca Ermeni meselesi denen sorun ortaya çıkmıştır…

Diasporanın sözde iddiaları…

1- Ermeni topraklarının ellerinden alındığı söylenmektedir…
2- Türkler, 1877-78 savaşından itibaren Ermenileri sistemli olarak katletmiştir…
3- Talat Paşanın gizli katliam emri verdiği yalanı iddia edilmektedir.
4- Soykırıma uğrayan nüfusun 1,5 milyon olduğu iddialar arsındadır.
5- Türkler, 1915 yılından itibaren planlı soykırımı yapmıştır. İftirası ise sürdürülmektedir…
Ermeni nüfusu?
Ermeni patrikhanesine göre, 2,5 milyondu…
Lozan konferansı heyetine göre 2,2 milyondu…
Fransız sarı kitabına göre 1,5 milyondu…
Britannica'ya göre 1,5 milyondu…
İngiliz klasik yıllıklarına göre 1 milyon…
Osmanlı resmi arşivi1893 sayımına göre 1.001 milyon kişidir…
1906 sayımında 1.120 milyon,1914 istatistikînde ise 1,221 milyondur.
Bu resmi sonuçlara göre, Ermeni halkının tüm dönemlerde 1,250 milyon nüfusu geçemediğine göre Ermeni diasporasının 1,5 milyon ermeni soykırımına uğradı diye yaygara yapması kocaman bir yalan değil ise nedir?
Kaldı ki Tüm sayımları yapan İstatistik kurumun başında bulunan kişi ise1897-1903 yılları arasında Mıgırdiç Şınapyan isimli ermeni bir vatandaştır…
1903-1908 yıllarındaki istatistik ise Robert isimli bir Amerikalı uzman tarafından yapıldığı söylenmektedir…
Olmayan nüfusun katledildiğini iddia etmek bilime mantığa aykırı bir durumdur.

Ermeni çeteci isyan ve katliamlar

Berlin anlaşmasını izleyen dönemde Ermeni örgütler Batılı güçlerce silahlandırılıp desteklenerek Anadolu ve Çukurova'da yer altı faaliyetleri sergilemiştir.
Batılı devletlerde Osmanlı hükümeti üzerinde baskı kurmaya başlamışlardı.
Rus kışkırtmaları artınca İngiliz ve Fransızların Ermeniler üzerindeki ilgisi artmıştı.
Doğu Anadolu'daki batılı diplomatların misyonerlik faaliyetleri armış, oralara Protestan misyonerler gönderilmişti.
Tüm bu faaliyetler ve kışkırtmalar Osmanlının hoşgörü ve güvencesinde yaşayan Ermeni nüfus tarafından destek görmeyince isyan yanlısı komitacı çeteler başarılı olamamıştır.
Bu plan tutmayınca Rus Ermenilerine kurdurulan Hınçak ve Taşnak komiteleri birbirini izleyen bir dizi ayaklanma girişiminde bulunmuştu.
Yakıp yıkma faaliyetleri artmıştı. Askerde olan kişilerin aileleri taciz edilmekteydi.
İlk İsyan 1890 da Erzurum'da gerçekleşti. 1892-93 de kayseri, Yozgat, çorum ve Merzifon olayları olmuş.
1894 Sasun isyanı ile izleyen zamanlardaki Van isyanı ve Osmanlı bankasının işgalini, 1905 Sultan Hamit suikast girişimi ve 1909 Adan isyanı izlemiştir…
Bu isyanların tümünün Osmanlı kuvvetlerince bastırılması propaganda maksatlı olarak "Müslümanlar Hıristiyanları katlediyor" mesajıyla verilince sorun boyut değiştirerek iftira ve yalan dönüşmüş müdahale çağrıları yapılmıştır.
O dönemde Ermeni propagandasının Batıya yayılmasını sağlayan misyonerlerin şimdi de piyasaya çıkması bu oyunun bugün de sürdüğünü göstermektedir…
24 Nisan 1915 süreci nedir?
24 Nisan 1915 tarihi neyi ifade etmektedir.
Soykırım yalanına "baz" tutulan bu tarih neden önem kazanmıştır…
Osmanlı hükümeti çetecilerin çıkardığı Dışarıdan desteklenen isyan ve katliamlar karşısında, Ermeni din adamları ile Ermeni halkının sözcülerine bu tutumu sürdürmeleri halinde önlem alınacağını önceden duyurmuştu…
Bugün olduğu gibi Olayları tırmandırmayı sürdüren çetecilere karşı cephe gerisinde kalan çoluk çocuk ve yaşlı halkın can güvenliğini temin etmek için 24 nisan 1915 de Ermeni komiteleri kapatılarak, 2345 kişi Devlet aleyhinde faaliyet göstermekten tutuklanmışlardır…
Ermeni diasporasın her 24 Nisanda ortaya attığı inanılmaz iddianın sebebi budur.
Tehcir kanunu nedir?
Osmanlı hükümetin kanuna dayandırdığı bu uygulama aslında keyfi değil zorunluluktan ortaya çıkmıştır.
Bu kanunun özü Savaş hallerinde iç güvenliğin temini ve yönetime karşı tutum izleyenlere karşı alınacak askeri tedbirleri içermektedir.
Bazı Ermeni çeteciler tutuklanınca 24 Mayıs 1915 de Rusya, İngiltere ve Fransızların yayınladı ortak bildiri ile Anadolu'da Ermenilerin öldürüldüğünü iddia etmiş bu olaylardan Osmanlı hükümetini sorumlu tutacakların açıklamışlardır.
Konunu böyle bir boyut kazanmasıyla Daha önceden taslak haline getirilen Tehcir kanunu Metni Talat Paşa Tarafından Başvekâlete gönderilmesiyle bu metin Mecliste usul-ü karara bağlanmıştır.
Böylece 27 Mayıs 1915 günü çıkan "yer değiştirme kanunu" 1 Haziran 1915 günü dönemin Takvim-i vakayi gazetesinde yayınlanarak yürürlüğe girmiştir.
Kanunun içeriğine bakınca herhangi etnik grup ve zümrenin zikredilmemiş olması kanun kapsamının devlete karşı gelen kim olursa olsun uygulanacağı teminatını vermiştir…
Kanunun;
1. Maddesi: Devletin güçlerine ve kurulu düzenine karşı muhalefet, silahla tecavüz ve mukavemet görülürse şiddetle karşı konulması ve imha edilmesi.
2. Silahlı güçlere yönelik "casusluk ve ihanetleri tespit edilen köy ve kasabaların" başka bölgelere yerleştirilmesi,
3. Kanunun yürürlülüğü ve uygulanmasıdır…
Görüldüğü gibi bu kanun devletin güvenliğini sağlamak amaçlı bir yetki kanunudur…
Tehcir neden yapılmıştır?
1 Haziran1915 tarihinden sonra yer değiştirme kanunu olarak uygulanan Tehcir aslında saldırgan tutumun sürmesi sonucu uygulanmıştır.
Yakıp yıkan çetecilerin halka zarar vermemesi ve sakince yaşayan insanların saldırıya maruz kalmaması için yapılan bir önlemdir…
Dünya savaşı sürerken halkının güvenliğini tesis eden bu uygulama aslında güvenlik gerekçesiyle yapılmış bir uygulamadır.
Hatta Hasta özürlü ve Devletine sadık kalan Bankacı, subay, görevli hiçbir Ermeni vatandaş zorunlu göçe tabi tutulmamıştır.
Van Bitlis, Erzurum'dan çıkarılan Ermeniler güney ve batı ya gönderilmiş, bu göç sırasında ise kimse ölmemiştir.
Batılı istatistikçilerin o dönemde ortaya koyduğu Ermeni nüfusunun tamamı 1,2 milyon civarındayken Tehcir sırasında soykırım yapıldığını iddia edenlerin "1,5 milyon kişi katledildi" yalan ve yanılgısını göstermektedir…
Yer değiştirme sırasında soykırım maksadı ile Osmanlı ordusu tarafından öldürülen tek bir ermeni vatandaşının olduğu tarihin hiçbir kesitinde yoktur…
Öldüğü iddia edilenlerde isyana kalkışan çetecilerdir…
Yer değiştirmeye tabi tutulan nüfus; 82,800 İstanbul, 60.100 Bursa, 4548'i Kütahya, ve 20,237 si Aydın olmak üzere Toplam 167,778 kişidir.
Tüm bu göçler sırasında yabancı diplomatik gözlemciler bulunmuştur. Ve usulüne uygun yapılmıştır.
Amerika'nın Mersin Konsolosu Edward Natan'ın 30 Agustos 1915 de Amerikan Büyükelçisine gönderdiği raporda, Tarsus'tan Adana'ya kadar olan güzergâhın Ermenilerle dolu olduğunu; Kalabalığın olağan sıkıntılar yaratmasına rağmen Hükümetin son derece intizamlı tutumu sayesinde şiddet ve düzensizlik olmadığını yoksullara yardım edildiğini raporunda belirtmiştir.

Talat paşanın Telgrafı?

Sözde Ermeni soykırımı iddiasını ortaya atan Diaspora ve cahiliye takımı Talat paşanın gönderdiği şu telgraf metnini iddialarına kaynak yapmaktadır;
İşte telgrafın metni; " Ermenilerin bulundukları yerden çıkarılarak tayin edilen bölgelere sevklerinden hükümetçe takip edilen gaye, bu unsurun hükümet aleyhine faaliyette bulunmalarını ve bir Ermenistan hükümeti teşkili hakkındaki emellerini temin edemeyecek hale getirilmelerini temin etmektir.
Bu kimselerin "imhası" söz konusu olmadığı gibi,sevkiyat esnasında kafilelerin güvenliklerinin sağlanması ve muhacirin tahsisatından sarfiyat yapılarak iaşe ve her türlü tedbir alınmalıdır…Talat paşanın emri budur…
Talat paşaya atfedilen başka sahte belgeler bir soykırım suçlusu yaratmak için üretilen sahte belgelerdir…


..

TÜRKLER İÇİN ERMENİ SORUNU EL KİTABI





TÜRKLER İÇİN ERMENİ SORUNU EL KİTABI



Ermeni meselesi denilen ve Ermeni milletinin gerçek çıkarlarından ziyade dünya kapitalistlerinin ekonomik çıkarlarına göre halledilmek istenen mesele, Kars Antlaşması ile en doğru çözüm şeklini buldu. Gazi Mustafa Kemal Atatürk(1922)
“Türkler İçin ERMENİ SORUNU Sorunu ve Çözüm Yolları El Kitabı” isimli kitabım 08 OCAK 2015 tarihinde AMAZON Yayınlarından çıkmış ve okuyucuların hizmetine sunulmuştur. Halenamazon.com yayınlarından çıkan diğer 20 kitabım gibi ERMENİ SORUNU, kitapçılardan değil, internet vasıtasıyla aşağıdaki adresten temin edilebilir. Siparişler dünyanın her noktasına en geç üç gün içinde DHL kargo ile ulaştırılmaktadır.
Bilindiği gibi Diaspora Ermenileri, tüm dünyada 24 Nisanda Ermeni Soykırımı olayının 100’üncü yılı münasebetiyle çok özel bir tanıtım programına hazırlanmaktadır. Tamamen haklı olduğumuz bir davada T.C. Devletine ve Türk milletine karşı dünya kamuoyunu yanlarına alarak topyekûn saldırıya geçip son noktayı koyarak Türkiye’yi dize getirmeyi plânlamışlardır. Bu gafillerin mutlaka önlenmesi gerekmektedir. Bu konuda yetkililerin tüm Türk halkının bilinçli desteğine ihtiyacı vardır.
Ben bir Türk aydını olarak bugüne kadar konu ile ilgili üzerime düşen görevleri karşılık beklemeden yapmaya çalıştım. 1982 yılında Türkiye’deki Ermeni vatandaşlarımızın yaşantılarını konu alan “BİZİM ERMENİLER” ve Doğu ve Güneydoğuda Ermeni mezalimine uğrayan vatandaşlarımızdan hayatta kalanlarla yaptığım röportajları içeren “CANLI TARİH” isimli belgesel filmleri TRT adına hazırlayarak TRT’den yayınlanmasını sağladım.
Ayrıca 2007 yılında Pegasus Yayınlarından “DİASPORA ERMENİLERİNİN SOYKIRIM YALANLARI” isimli 264 sayfalık bir kitap ile 2013 yılında Amazon Yayınlarından “ERMENİ DOSYASI” isimli 390 sayfalık bir kitap yayınlayarak Türk kamuoyunu az bilinen bu konu hakkında aydınlatmaya çalıştım.
Bu defa, 100’ncü yıl maksadıyla ülkemiz aleyhinde yapılacak faaliyetlere karşı tüm yurttaşlarımıza ulaşabilecek ve herkesin anlayacağı bir dil kullanarak, muhtemel saldırılara karşı halkımızı bilinçli kılacak bir elaltı kitabı hazırladım. Az yere çok bilgi sığdırmaya çalıştım. Ve kitabı tamamen maliyet fiyatı üzerinden satışa sunarak vicdani görevimi tamamladım.
Tarih şahittir ki; Türk milleti bilerek ve isteyerek, ne bin yıldır birlikte yaşadığı Ermenilere ve ne de başka bir millete soykırım uygulamamıştır. Bizim milli karakterimizde milletlere ve ırklara düşmanlık yoktur. Ayrıca dini değerlerimiz de bunu kesin olarak reddeder.
Bu el kitabı Tehcir’in (Plânlı yer değiştirme faaliyeti)100’ncü yılında Ermeni Soykırımı safsatasının geçersizliği hakkında halkımızı bilgilendirmek amacıyla hazırlanmıştır. Bilinmelidir ki Türkiye bu davada tamamen haklıdır. Kitapta; haklı davamızda bilmek zorunda olduğumuz aşağıdaki şu soruların cevapları yer almıştır.
• Diaspora Ermenileri kimlerdir? Türkiye’ye yönelik hedefleri nelerdir?
• Küresel Güçlerin Ermeni iddialarındaki yeri ve rolü nedir?
• Soykırım yalanlarının belgelerle kanıtlanmış doğruları nedir?
• 24 Nisan 1915 neden özellikle “Soykırım Günü” seçilmiştir? 
• Ermeni soykırım yalanları dış ülkelerde neden destek buluyor? 
• Osmanlı Dönemi Ermeni terörünün sebep ve sonuçları nelerdir?
• Cumhuriyet Dönemi Ermeni terörünün sebep ve sonuçları nelerdir?
• Konuyla ilgili arşiv belgelerine dayalı bilgiler neden dikkate alınmıyor?
• İddia edildiği gibi Sevr Anlaşmasının bugün de geçerliliği var mıdır? 
• Yabancı tarihçiler ve gerçek bilim adamları konuya nasıl bakıyorlar?
• Türkiye Ermenileri konuya nasıl bakıyorlar ve neler yapıyorlar? 
• Küresel güçlerin denetimindeki diasporasının saldırılarını önlemek için;
– TÜRKİYE CUMHURİYETİ DEVLETİ OLARAK NELER YAPILABİLİR?
– TÜRKİYE CUMHURİYETİ HALKINA DÜŞEN GÖREVLER NELERDİR?
Kitabı bitirdiğinizde hem konu hakkında yeterli bilgiye sahip olacak, hem de bundan sonra size düşen görevleri düşünecek , tutum ve davranışlarınızın nasıl olması gerektiğini sorgulayacaksınız.


8 Ocak 2015 Perşembe

AHISKA TÜRKLÜĞÜ







AHISKA TÜRKLÜĞÜ 



Ahıska’nın coğrafî konumu: 

Ahıska şehri, Türkiye’nin kuzeydoğusunda, Ardahan ilimizle sınır teşkil eden, Gürcistan toprakları içinde yer alan, çok eski bir Türklük yurdunun merkezidir. Abastuban, Adigön, Aspinza, Ahılkelek, Azgur ve Hırtız gibi kasabaları ve bu kasabalara bağlı 200 kadar köyü vardır. Ahıska, Türkiye sınırına 15 km. mesafede bulunmaktadır. Posof Çayının iki yakasında yer alan şehir, karayolu ile Tiflis, Batum ve Türkiye’ye bağlıdır. Ayrıca batıda Türk sınırının çok yakınına kadar uzanan bir demiryolu, Ahıska’yı doğudan Tiflis’e bağlar. Katliam gibi sürgün: II. Dünya Savaşı yıllarına kadar askere alınmayan Ahıska Türkleri, savaş başlayınca askere alınmaya başlandı. 40.000 civarında insan, Almanlarla savaşmak üzere silâh altına alınarak cepheye gönderildi. Geride kalan kadınlar ve yaşlılar da, Ahıska-Borcom demiryolu inşaatında çalıştırıldılar. Bu hat 1944 Ekiminde tamamlandı. Ahıskalılar, kendilerini vatana hasret bırakacak trenlerin yolunu, kendi elleriyle yapmışlardı! 15 Kasım 1944 tarihi, yalnız Türk tarihinin değil, insanlık tarihinin de kara sayfasıdır. Zira bu tarih, bir kış gecesi 200’den fazla köy ve kasabada yaşayan binlerce insan, birkaç saat içinde ocağından sökülerek yük ve hayvan vagonlarında, Sibirya, Kazakistan, Kırgızistan ve Özbekistan’a sürülmüşlerdir. Sürgün edilenlerin birçoğu yollarda öldü. Sağ kalanlar da, ata vatanından ebedî ayrılığa mahkûm edildiler. Yıllarca dünya kamuoyundan gizlenen sürgünün belgeleri bugün artık sır değil. 31 Temmuz 1944 tarihli “Devlet Savunma Komitesi”nin gizli kaydıyla kaleme alınan kararının altında Gürcü diktatörü Stalin’in imzası bulunmaktadır.  

Stalin, Ahıska Türklerini Orta Asya’ya sürerken onların Orta Asya Müslüman Türk boyları arasında eriyip gideceklerini, böylece tarihî kahramanlıkları, Rus askerî arşivlerini dolduran halkın tarihe karışıp gideceğini hesaplamıştı. Hâlbuki onlar dil, din, kültür ve geleneklerini bırakmadı, nerede yaşarsa yaşasın asimile olmadılar. Ahıska Türklerinin sürgününde, Ermeni faktörünü de unutmamalıyız. Zira, Türk-Rus savaşlarında Türk’e ihanet ettikten sonra, artık bu topraklarda kalamayacaklarını düşünen Ermeniler, Rus ordularının arkasına takılarak Anadolu’yu terk etmiş, Ruslar tarafından bu bölgelere iskân edilmişlerdi. 

Günümüzde de bu bölgede önemli bir varlığa sahip olan Ermeni unsuru, önce özerklik, sonra da Ermenistan’a ilhak düşüncesiyle faaliyet yapmaktadır. Ahıska Türklüğü, çok büyük acılar yaşadı. Sürgün yerlerinde, Sovyet Polisinin sıkı kontrol rejimi altında yaşamaya başladılar. Bu ağır şartlarda, açlıktan ve soğuktan, 50.000 kişi öldü. Cephelerden çok uzaklarda olan Ahıska, İkinci Dünya Savaşı’nın sonuna doğru, bu savaştan en kötü hisseyi aldı. 

Rus-Alman savaşına yaklaşık 40.000 asker gönderen Ahıska’da ziraî işlerde çalışacak erkek kalmamıştı. Sovyetler Birliği uğruna savaşan Ahıska Türklerinin 25.000 kadarı savaşta öldü. Savaştan dönen gaziler ve madalyalı kahramanlar, köylerine döndüklerinde ailelerini bulamadılar. Boş evlerde, kimsesiz sokaklarda akrabalarını aradılar! Onların sürgüne gönderildiklerini öğrenince, Orta Asya yollarına düştüler. Bu çile de yıllarca sürdü. Birçoğu aradıkları yakınlarına hiç kavuşamadılar. Bu sürgünle 180.000 Ahıska’lı Türk, Öz Vatanından kopartılmıştır. Ahıska Türklerinin tüm gayri menkulleri ve diğer malları Gürcülere ve Ermenilere verilmiştir. 

 Hazırlayan: YILMAZ KARAHAN 

 http://www.yenidenergenekon.com/ahiska-turklerinin-karagunu-15-kasim-1944/#sthash.mhxjprsL.dpuf

.

AKDAMAR (AH TAMARA) ADASI




AKDAMAR (AH TAMARA) ADASI


image00139.jpgimage00211.jpg


Van Gölü adasıdır. 915-922 yılları arasında Ermeni Kralı 1.Gagik tarafından ada da “kutsal haç” görünümlü, bir kilise yaptırılmıştır. Kilise, İncil ve Tevrat’tan figürlerle donatılmıştır. Mimari özelliğinden dolayı, kültürel ve dini önemi büyüktür.
Adanın ismi, bir acıklı öyküden kaynaklanmaktadır.
“Kilisedeki baş keşişin çok güzel Tamara adında bir kızı varmış. Tamara, çoban olan Türkmen gencine aşıkmış… Tabi delikanlı da, Tamara’ya… Türkmen Yiğidi her gece, yüzerek ada’ya gelir Tamara ile buluşurlarmış… Bir gün Keşiş, durumu farketmiş. Kızını, bir odaya kapatıp kendisi sahile inmiş… Keşiş, eline kızın yol gösterdiği mumu almış ve yüzerek gelen delikanlıya çıkacağı yeri göstermeye başlamış… Ancak Keşiş sürekli mum ateşi ile değişik yerlere gitmiş… Delikanlıyı öyle bir yere getirmiş ki, zaten sürekli yüzmekten takatı kesilen genç başını kayalara çarparak  yaralanmış. 

Delikanlı

 “AH TAMARA, AH TAMARA diyerek can vermiş. Bu feryatı duyan kız, kendini gölün sularına atarak intihar etmiş…”

Adanın ismide bir Türk Yiğidinin feryatından gelmedir.
Bugün ada ve kilise ne durumda? Kilise, Hükümet tarafından  3 trilyon TL bedelli “Zeydanlı Ltd şti” ne aslına uygun tarzda restore ettirilmiştir. Hükümetin programına göre 29 Mart 2007 tarihinde açılışı yapılacaktır.
Açılışa, Başbakanımız ile birlikte muhtemelen Ermenistan Başbakanı ve Kültür Bakanı, Ermeni Patriği, tüm kiliselerin temsilcileri, yabancı misyon şefleri ve diyalogçularla birlikte küreselleşenlerde katılacaklardır…
Ne var bunda ? Kültürel mirasımıza sahip çıkıyoruz…  Elbette tarihi anıtlarımızın korunması ve yaşatılması uygarlığın gereğidir…
Ancak; geçmişte bu ada’da ve kilisede Türk Milletine karşı yapılanları unutmak mümkünmü! Unutanlar veya unutturmak isteyenler  varsa, Müslüman Türk kimliğini sorgulamak gerekir…
Bu ada, “Tecavüz ve Katliam” adasıdır…
Bu kilise, “Suç” kilisesidir…
1-    Van Valisi, Ali Paşa’yı Ermeniler katletmiştir.
2-    Kilise’nin gizli yerlerinde müslümanların katledilmesinde kullanılan silahlar depolanmıştır.
3-    Van Halkının katliam planları kilise de yapılmıştır.
4-    Rus destekli, Ermeni Komitecileri Van’da genç kızlarımızı toplayarak ada’ya getirmişler ve tecavüze yeltenmişlerdir. Namusuna leke getirtmek istemeyen müslüman kızlarımız kendilerini göle atarak intihar etmiştir…
Ada’ya getirilen müslüman erkeklerine ise vahşice işkenceler yapılmış ve katledilmiştir.
          
Türk Milleti olarak isteğimiz sadece şu ;
1-    “Ahtamara” kilisesi, Ayasofya statüsünde sadece kültür turizmine açılsın.
2-     Van’da katledilen kardeşlerimizin isimleri bir anıtta belirtilsin ve ada’ya  dikilsin.
Kültürel mirasımıza sahip çıkıyoruz! Tamam çıkalım da; Birazda
Tarihi Şuurumuzu kaybetmeden “Ahde Vefalı” olalım. Ahde Vefası olmayanın “Geleceği” karanlıktır…   19.03.2007
Yılmaz KARAHAN
 http://www.yenidenergenekon.com/ah-tamara/#sthash.oFnkfRfD.dpuf

.

ERMENİLERİN YAPTIĞI VAN VE ERCİŞ KATLİAMLARI


 ERMENİLERİN YAPTIĞI VAN  VE  ERCİŞ KATLİAMLARI


ERMENİLERİN YAPTIĞI KATLİAMLAR

Van - Erciş - Çavuşoğlu Katliamı

Bölgede incelemeler yapmış olan Prof Dr. Metin Özbek, olayı şöyle anlatmaktadır:
"Çavuşoğlu Samanlığı denilen mevkide bir evin temel hafriyatı yapılırken büyük bir tesadüf eseri bulunan insan iskeletlerini antropolojik açıdan incelemek üzere teslim alıp Hacettepe Üniversitesi'ndeki laboratuvarımıza götürdüm. Bilindiği gibi, Antropoloji bilim dalı geliştirdiği bir takım teknik ve yöntemlerle insan iskeletlerinde ölüm yaşını, cinsiyeti, ölüm nedenlerini, hastalıkları ve daha birçok bilgileri elde etme imkânı vermektedir. Ayrıca kafataslarından hareketle ırk tayini de yapılmaktadır.
İncelemeye aldığım iskelet kalıntılarında baş ve gövde kemikleri arasında eşleştirmeye gitmek mümkün olmadı. Bu nedenle, birey sayısını sadece kafataslarına göre yaptık ve her kafatasına ayrı bir numara verdik. Daha doğrusu her bireyin ayrı bir antropolojik kimliği oldu.
Buluntular arasında 5 kadın ve 4 erkek tesbit ettik. Bireylerin öldükleri esnada kaç yaşında olduklarını gösteren en önemli kriter kalça kemiğindeki "symohysis pubis" adlı kısımdır. 7 kişide bu bölge korunmuştur. Çavuşoğlu Samanlığı'nda bulunan iskeletlerin yaş dağılımını aşağıdaki şekilde tesbit ettik:
Kadın

(P6)...............17-18 yaş Erkek

(P7)...............17-18 yaş Kadın

(P4)...............18-19 yaş Kadın

(P3)...............27-30 yaş Erkek

(P2)...............35-40 yaş Kadın 

(P1)...............39-44 yaş Erkek

(P5)...............50 yaş (aşağı yukarı)

Çocuk
(D1).............. 15 yaş (aşağı yukarı)
Yaş ve cinslerini belirttiğimiz bu iskeletlerin asıl ilginç olan ortak bir yönleri vardı. O da, hepsinin kafataslarında kesici aletlerin bıraktığı darbe izlerinin bulunmasıdır. Daha açıkçası işkence ile öldürülmüş olmalarıdır."

I. Kafataslarındaki kesme izleri:
No.1) 
Kadın: Kafatasında kesici bir cismin yol açtığı iki yarık bulunmaktadır. Bunlardan birisi sağ parietalde bulunur. Uzunluğu 42 mm'dir. İkincisi yine sağ parietal üzerinde, başın biraz arkasında olup 36 mm uzunluğundadır. Beyin hedef alınarak indirilen bu darbeler sonucu olay yerinde öldüğü anlaşılmaktadır.

No.2) 
Kadın: Başında dört kesme izi tesbit ettik. Birincisi sol parietal üzerinde olup 95 mm uzunluğundadır. Kesici alet kafatasını yarıp beyne kadar girmiştir. İkinci yarık her iki parietal üzerinde yer alır. Başın tepesine indirilen kesici bir cisim (bir balta olabilir) kafatasını parçalamış, büyük bir olasılıkla beyni de dağıtmıştır. Böyle bir saldırı bireyin o anda ölmesi için yeterlidir. Üçüncü darbe yine sol tarafta, parietale isabet etmiş. Bu yarık birincinin yaklaşık 12 mm arkasındadır. Açılan yarığın uzunluğu 48 mm, genişliği ise 19 mm'dir. Kesilen kısım bir mekiği andırmaktadır. Başa indirilen dördüncü darbe ise üçüncüyle aynı doğrultuda ve onun hemen arkasındadır. Yarığın yarısı oksipital kemik üzerindedir.

No.3) 
Erkek: Başında en çok kesme izi tesbit ettiğimiz kişilerden biridir. Birinci darbe sol kulağa isabet etmiş; kesici alet mastoid çıkıntıyı kökünden koparmış, oksipitali de hafifçe sıyırmıştır. İkinci darbe sol göze rastlamış ve proc.frontalis üzerinde derin bir kesme izi bırakmıştır. 75 mm uzunluğundaki üçüncü darbe ise sol parietalde görülür. Beyne giren kesici alet sol tuber parietal'den sutura lambdoidalis'e kadar uzanan bir yarığa yol açmıştır (Resim 2b). Darbenin şiddetinden kafatasında çatlaklar oluşmuştur. Başın tepesine indirilen dördüncü darbe sagital dikişi kesmiştir. Kesme izi 48 mm uzunluğundadır. Kesici aletin yol açtığı besinci darbe ise yatay planda olup sağ parietal'i sagital dikişe yakın kısımdan sıyırıp götürmüştür. Kesici alet, ayrıca sol zygomatike de isabet etmiş, bu bölgede zygomatikle beraber üst çene kemiğinin bir kısmını da kesmiştir. Birey aynı zamanda ateşe atılıp yakılmıştır.

No.4) 
Erkek: Beyne bir kesici cisimle üç ayrı darbe indirilmiş. İlki sağ parietale dikey yönde isabet etmiş, uzunluğu 37 mm olan kesme izi, ikincisi sol parietal ve frontal üzerinde yatay yönde bir yarıktır. Kesme izi 92 mm. uzunluğundadır. Üçüncü darbe yine sol parietale isabet etmiş, uzunluğu 49 mm, genişliği ise 21 mm olan bir yarık meydana getirmiştir. Kesici alet tabula externa'yı sıyırıp götürmüştür. Başa yönelik bu darbeler bireyin derhal ölmesine yol açmıştır. Bir önceki birey gibi, bu da öldürüldükten sonra yakılmıştır.

No.5) 
Kadın: Başında dört kesme izi tesbit ettik. Birincisi frontal bölgede ve 28 mm uzunluğunda, fazla derin olmayan bir yarık. İkincisi başın tepesinde, her iki parietal üzerinde ve 77 mm uzunluğunda, oldukça derin bir yarıktır. Kadının o anda ölmesi için yeterli darbe. Üçüncü darbe de ölümcül nitelikte, sağ kulağa isabet etmiş, mastoid kısmı kökünden kesip götürdüğü gibi alt çene kondilini de kısmen kesmiş. Dördüncü kesme izi sağ üst çenenin ön alveoler kısmını ilgilendirmektedir. Kesici cisim burada kemiği kesmekle kalmamış, üst ikinci küçük azı dişinin tacında tahribata yol açmıştır.

No.6) 
Erkek: Başında dört yarık olan erişkin. Birincisi 57 mm uzunluğunda, 14 mm genişliğinde oldukça derin olup sol parietal üzerindedir. Bu bölgede kesici alet beyne kadar girmiştir. Yarığın ön kısmında sagital dikiş tarafından 23 mm uzunluğunda bir kesme izi vardır. İkinci darbe izi sağ parietal üzerinde ve sagital dikişin ortasındadır. 29 mm uzunluğunda ve 28 mm genişliğindeki bu kesme izi yatay ve oblik yönlerde iki ayrı yarık tarafından kesilmiştir. Bunlardan biri 43 mm, diğeri 42 mm uzunluğundadır. Üçüncü darbe ise sağ parietale isabet etmiş olup, parietal deliğin birkaç mm önünde, oblik bir yönde uzanır. Dördüncü darbe bir kesici aletten ziyade, sagital dikişe yakın kısımda bu erkeğin başına sivri bir cisimle vurulmuş, belki de böyle bir aletle işkence yapılmıştır.

No.7) 
Erkek: Kesici bir cisimle tam 5 ayrı darbe almış. İlki sol kulak bölgesine isabet etmiş; saldırı aleti mastoid çıkıntıyı tümüyle kesip götürmüş. Hatta zygomatik kemerin kökü de kesilmiş. Sol kulak köküne kesici aletle arka arkaya iki darbe indirilmiştir. Bu darbeler sonucu kişi anında ölmüştür. İkinci kesme izi sağ parietalin lambda dikişine yakın kısımdadır. Kısmen yatay planda olan yarık 41 mm uzunluğundadır. Bu üçüncü kesme izi iki lambda dikişi arasında, oksipital üzerinde ve 44 mm uzunluğundadır. Beşinci kesme izi de başın arkasındadır ve 53 mm uzunluğundadır.

No.8) 
Kadın: 15 yaşlarında ölen bu kız çocuğunun başında üç kesme izi vardır. İlki sağ parietal üzerinde, 50 mm uzunluğunda ve beyne kadar giren derin bir yarıktır. İkinci kesme izi ise birinciye dikey konumda ve 20 mm uzunluğundadır. Üçüncü yarık başın arkasındadır. Bu kız çocuğu öldürüldükten sonra ayrıca yakılmıştır.

No.9) 
Kadın: 17-19 yaşlarında ölmüş. Kafatasında korunan kemikler üzerinde herhangi bir darbe izi yok. Oksipitalin önemli bir kısmı kopmuş ve kaybolmuş. Ölüm nedeni hakkında bir şey söyleyemiyoruz

II. İskeletlerde ırk teşhisi:

Kafatasında ölçü, endis ve morfolojik gözlem yoluyla ırk belirlenebilir. Ancak, her ırk grubu içinde bazı varyasyon durumlarının olduğunu da unutmamalıyız. Antropometri tekniğinin bize sunduğu bilgilerin ışığında Çavuşoğlu Samanlığı'ndan çıkarılan iskeletleri inceledik.

Buna göre önemli bir ırksal ölçüt olan kafatası endisini 8 kafatasında hesapladık. Bulduğumuz değerler 76 ile 89 arasında değişir. O halde, 4 birey mezosefal, diğerleri ise brakisefal gruba girer. Dolikosefal yapıya hiçbir kafatasında rastlamadık. Anadolu'da Alpin ırk tipi oldukça yaygın olup bu ırka brakisefal tipler girdiği gibi, mezosefaller de girmektedir.

Elimizdeki iskeletlerin biri hariç hepsi de Alpin ırkına girer. Anadolu Türklerinin çoğunlukla bu ırk içinde yer aldığını hatırlatmak gerekir. 17-19 yaşlarındaki genç bir kadın ise bu gruba girmez; Dinarik ırkın Armenoid adı verilen doğu varyetesine girer.

Boyları hesaplarken Trotter ve Gleser'e ait regresyon denklemlerini kullandık. 3 kadında 152,9 cm, 159,2 cm ve 168,2 cm değerlerini bulurken; 3 erkekte de sırasıyla 170,1; 172,4 ve 173,5 cm değerlerini bulduk.

Çavuşoğlu Samanlığı'nda iskeletlerle birlikte ayrıca 1 gömlek düğmesi, kesici bir yapıya sahip demir parçası ve bir üst çene parçası bulundu. Gülhane Tıp Akademisi Dişhekimliği Fakültesi'nden Prof.Dr.İlter Uzel'in verdiği bilgiye göre üst total protez fragmanı sağ arka tarafa aittir. Protez kauçuktan, dişler ise porselendir. Protez, 1900'lü yılların başında maddi durumu iyi olan kimselerce kullanılırdı. Protez üzerindeki nikotin lekeleri bir erkeğe ait olduğunu akla getirmektedir. Bu tip porselen, 1915-1925 yılları arasında kullanılmış olup SSN (ABD) firmasının ürünleridir. İskeletlerin ait olduğu devir de böylece belirlenmiş olmaktadır.

III. Uzun kemiklerdeki yaralanma izleri:

Kafataslarında bu kadar çok kesme izine rastlanmış olmasına rağmen, kol, bacak ya da gövdenin diğer kısımlarında yok denecek kadar az darbe izi bulunmaktadır. Tabii ki bir kişi öldürülmek isteniyorsa, ilk saldırı noktası baş, dolayısıyla beyindir.

Bir erişkinin sol humerus'unda gövde ortasında ve dış tarafta 3 kesme izi vardır. Kemik yanma izi gösterir.
Bir kadına ait sağ tibia kemiğinde gövde üzerinde, ön yüzde derin bir kesme izi yer alır.

Bir erkeğe ait sağ tibia'da alt kısma yakın yerde iç tarafta yine oldukça derin bir kesme izi saptadık.

IV. Genel sonuç ve değerlendirme:

Çavuşoğlu Samanlığı'nda (Erciş ilçesi) tesadüfen ortaya çıkan ve üzerinde ayrıntılı antropolojik inceleme yapılan iskeletlerin ait olduğu ve çoğunluğu genç olan insanlar, bilinçli olarak katledilmiş, bir kısmı da yakılmıştır.

Alpin ırk tipine, özellikle Anadolu söz konusu edildiğine göre, Türklere ait olması güçlü bir olasılık olan bu bireylerin karşılaştığı bu tüyler ürpertici saldırı ve işkenceler yörede yaşayan canlı şâhitlerin anlattıklarını da bir bakıma destekler niteliktedir. Tarih şimdi tersine dönmekte; katledilenlerin Ermeniler değil Türkler olduğu açıkça ortaya konmuş 
olmaktadır...






http://www.kultur.gov.tr/portal/yazdir_tr.asp?belgeno=1607

BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞINDA TÜRKİYE'DE OLAN 
ALMANLAR KONUŞUYOR
ALMAN MİSYONERİ ANLATIYOR

20 NİSAN 1915 
VAN ERMENİ AYAKLANMASININ İÇYÜZÜ

Dr. Mete Soytürk
Kaiserslautern-Almanya
18 Mart 2006

Aşağıda Alman protestan misyoneri Bayan Käthe Ehrhold'un Van Ermeni isyanın üzerinden 22 yıl sonra 1937'de kaleme aldığı, çektiği vicdan azabı yüzünden, olayların gerçek yüzünü anlatma ihtiyacı göstererek kaleme aldığı bir kitaptan bölümleri bulacaksınız. Savaşın ilk iki yılını Van'da yaşayan ve kentteki yetimler yurdunda kalanları protestan Hristiyan yapmak için uğraşan bu misyoner-Protestan tarikatçı  hemşire, aşağıda kısa başlıklar eklediğim şekilde Ermeni isyanı sırasında gördüklerini  Hristiyan Ermeni çetelerinin, Van'da uyguladığı vahşeti Hristiyanlığından utanarak anlatıyor.  İlginçtir, kitabın giriş ve ve sonuç bölümünde italik olarak belirttiğim kısımlar başka kitaplardan alıntı olarak alınmış ve yanlız bu bölümlerde Türklere atıfta bulunularak, söylentilere göre Ermenilerin uğradığı kötü muamelerden bahsediliyor. Fakat bu misyonerin kendi gördükleri ve yaşadıkları ise, hem Ermeni çetelerinin vahşeti hem de işgale gelen  Rusların Ermenilere karşı yaptıkları vicdansızlıklar ve kötü muameleler, Türk askerlerinin yardımseverliği. 

"Geçte olsa, Van'da gördüklerimi, yaşadıkları kendime Tanrı katında kendime saklama hakkını görmüyorum

Van'da 20.000 kişi yaşıyordu.Rusların yaklaşması ile birlikte(20.Nisan 1915) Ermeniler sakladıkları silahları çıkararak savaşa başladılar. Şehirde büyük bir iç savaş, kardeş savaşı başladı. Günlerce sokak çatışmaları oldu.

Ruslar kente iyice yaklaşınca, Türkler kenti boşaltma kararı aldılar ve bir gecede sivil ve asker kenti terk etmek zorunda kaldı. Geriye yanlızca kadınlar, yaşlılar ve hasta Türkler kaldı.

Ertesi gün Şehir Ermeni çetelerinin ve Rusların eline geçince, Ermeniler kaçamayan, kadın, yaşlı ve hasta Türkleri katlettiler. Dindar bir Hristiyan olarak önce kendilerine bu günü veren Tanrıya şükretmeleri gerekiyordu. Fakat onlar bunu yapmadılar, bağımsız oldukları ilk gün yaptıkları bu cinayetleri büyük bir günahkarlık olarak görüyorum.

Rusların gelmesinden sonra savaş muhabirlerinin yazdıkları yalanları görünce, bu gazetecilerin yazdıklarına güvenim kalmadı.

Ermeniler Türklerin geride bıraktıkları mal ve mülke el koydu ve sanki kendilerininmiş gibi kullanmaya başladı. Yetimhaneme, şimdi Ermeni köylüleri yerine çevre köylerden Türk kadınlar gelmeye başladı. Rusların bölgede bulup topladığı bu kadınları yetimhanemizde korumaya aldık. Yoksa bu zavallılar tutanın elinde kalacaklardı. Bu kadınlara çok fazla yardımcı olamadık. Çünkü çetecilerden  çok kötü muamele görmüş, namuslarına tecavüz edilmiş bu kadınlar korkudan tir tir titriyorlardı.
Yenilmiş Türk milletinin geride kalan bu çaresiz kadınlarına çeteciler tarafından bilinçli ve istemli olarak yapılmış bu tecavüzler ve kötülükler  Van'da kaldığım süre içinde yaşadığım en karanlık ve en üzüntülü olaylardır.

Türk birliklerinin  Van kentine yaklaştığını gören Rus generali 3 Ağustos 1915'de savaşmadan şehri terk etme kararı aldı. Şehir boşatıldıktan sonra yakılması kararı verildi. Hayal kırıklığına uğramış Ermeni halkı geri çekilen Rus ordusu ile birlikte en az 10.000 kişi olarak şehri terk etmeye ve Rusya'ya doğru göç etmeye başladı.

Bu göçmenlerin küçük bir bölümü Rusya'ya ulaşabildi. Günlerce yollarda yaya olarak yürüyen bu mülteciler, yorgunluk, hastalıklar ve salgınlar nedeniyle öldüler. Sınıra ulaşanları ise Ruslar ülke içine almayıp, sınırdaki mülteci kamplarında beklettiler. Güya kurtarıcı olarak gelen Ruslar geri çekilirken birlikte gelen bu halkı bizde yeterince fakir halk var diye sınırdan içeri koymadı. Bu zavallılar perişanlık içinde açlık ve susuzluktan öldüler.

Ruslar  şehri yaktıktan sonra kenti terkederlerken yetimhanedeki çocukların kendileriyle birlikte gelemeyeceğini, çocukların bu yanmış kentte bırakılmasını istediler. Anladığım kadarıyla onlar bu Ermeni çocuklarını istemiyorlar, onların burada kalıp açlık ve susuzluktan ölmelerini istiyorlardı.

Şehri terkeden Ermeniler ve Ruslar kenti tamamen yaktılar. Giderken yetimhanenin başkanı İsviçreli Misyoner S. bana bir miktar para verdi.

Rus askerleri bana ve yetimhanenin çocuklarına kılavuzluk yaparak bizi sınıra kadar götüreceklerine söz vererek, kayığa bindirdiler. Van gölüne açıldık. Rus askerleri daha sınıra yaklaşmadan bizi Türk sahillerinde kıyıya çıkarttılar ve bizi ortada yüz üstü bırakarak kaçtılar. Savaş bölgesinin ortasında kalmıştık ve Van'a geri dönmekten başka çaremiz yoktu. Açlık ve susuzluk içinde  günlerce yürüyerek Van kentine geri dönmek zorunda kaldık.

Daha sonra küçük bir birlik olarak Türk askerleri kente girdiler. Yanmış bomboş bir kent buldular. Birlikte geri getirdiğim perişan haldeki Ermeni yetim çocuklara yardım ettiler, binamızı onardılar. Sanki Tanrı Türk askerlerini bize yardım etsin diye yollamıştı. 
Sonra Rusların yaklaştığı haberi gelince Van'a girmiş bu küçük  Türk birliği kenti terk etti. Ardından Ruslar tekrar şehre girdiler.

Bir süre sonra Türklerin büyük bir birlikle geri gelmekte olduğu haberi gelince, Ruslar kenti yine boşaltma kararı aldılar. Ermeni yetim çocukları birlikte götürmeme Ruslar yine izin vermediler.

Bu sırada zengin bir Ermeni tüccarının Van'daki gizli deposunda sakladığı kumaşları almak için büyük rüşvetler ödeyerek Van'a geldiğini ve kumaşları alıp Tiflis'e gideceğini duydum. Bu tüccara yalvardım, yakardım, lütfen sadece kumaşlarınızı değil, şu zavallı kendinizden olan Ermeni yetim çocukları da birlikte Tiflis'e götürünüz dedim. Adam sonunda evet dedi. Duyduğuma göre sözünde durmuş çocukları Tiflis'e götürmüş.

Daha sonra Rusya'ya doğru yola çıktık, yolda başıma gelmeyen kalmadı, tacize uğradım. Rusya'da hapishaneye girdim. Sonra Hastaneye çıktım. Boydan boya Rusyayı geçmek zorunda kaldım. Japonya sonra Çin,  San Fransisco, Newyork, İngiltere, İsveç ve Danimarka üzerinden, okyanusları, denizleri aşarak  oradanda sonunda memleketime, varabildim."

Yorum yapmaya gerek bırakmayacak kadar açık, en düşük zekalının bile anlayabileceği kadar seçik. İlginç olan ise Alman tarihçilerin topunun bu konuda toptan bellek kaybına uğramış olmaları ve her konuda kılı kırk yararken bu konuda birden bire genel bir tembellik içine girmeleri. Türk tarihçilerine konunun bu önemli püf noktasını bir kez daha hatırlatıyorum.

Yazıda Hemşire Ehrhold, adlarının baş harflerini verdikleri kişileri şöyle açıklayabiliriz. Van'daki Yetimhanenin başkanı İsviçreli misyoner Rahip Johannes Spörri ve Karısı İrene Spörri, burada çalışan Alman misyoneri hemşireler Küthe Ehrhold, Anna Greiner ve Marta Kleis. Van isyanı sırasında Marta Kleis Bitlis'teki Türk askeri Sahra hastanesinde yaralıların tedavisi için çalıştığı için, burada bulunmuyordu. Daha sonra da geri dönmemiş ve Türk askerlerinin yanında kalmış sonra da Tifus hastalığına yakalanarak ölmüştür.

Can AKIN
ERCİŞ'İN TARİHİ
          Erciş'in de içinde bulunduğu Van Gölü havzasının geçmişi tarih öncesi dönemlere kadar inmektedir. Bölgede Neolitik yerleşmeler konusunda bilgi olmamasına rağmen Tilkitepe Höyüğü, Edremit, Kalecik, Dilkaya ve Ernis mezarlarındaki buluntularda Kalkolitik yerleşim izleri görülmektedir. Dilkaya Höyüğü buluntularında Erken Hurri kültürünün (M.Ö 3000) bölgede etkili olduğu bilinmektedir. 

          Erciş'in bilinen ilk resmi tarihi Urartularla (MÖ900-600) başlar. Arap kaynaklarında geçen Arciş adının Urartu Kralı Argişti'den geldiği ve dolayısı ile Erciş'in Urartular tarafından kurulduğu belirtilmektedir. Urartu Krallığı'nın batı yolu olan ve Erciş'ten başlayıp Muş-Bingöl üzerinden Malatya'ya uzanan yol Erciş'in Urartu tarihinde önemini artırmıştır. Hatta bu yolu kontrol altında tutmak, güvenliğini sağlamak için yol boyunca birçok güvenlik ve konaklama istasyonları yapılmıştır. Erciş'in çeşitli yerlerinde bulunan çivi yazılı kitabelerden anlaşıldığı kadarıyla Urartu Kralları Argişti ve Menua döneminde Erciş'in imar edildiği, Tetuma adında bir şehir kurulduğu ve imar edilen bu şehirde tarıma büyük önem verilerek sulama kanallarının yapıldığı bilinmektedir. 

          Urartulardan sonra sırasıyla Med, Pers, Roma ve Bizans egemenliğine giren bölge 640 yılında Hz.Ömer'in komutanlarından İyaz Bin Gonem tarafından İslam topraklarına katılır. Daha sonra tekrar Bizans İmparatorluğunun eline geçen Erciş, bir müddet Emevi ve Abbasilerin hâkimiyetinde kalır. IX. yüzyıldan itibaren Vasburakan ve Bağretlı gibi mahalli krallıkların hâkimiyetine girer. Yöreye ilk Türk akınları 1054 yılında bizzat Tuğrul Bey 'in kumanda ettiği büyük ordu ile başlar ve Muradiye ( Bargiri ) ile Erciş feth edilir. Daha sonra Erciş, 1071 Malazgirt Zaferi ile Selçuklu topraklarına katılır. 

          Selçuklu Sultanı Muhammed Tapar, 1100 yılında Diyarbakır Mervanileri Emirlerinin elinde bulunan Ahlat ve yöresini Selçuklu emirlerinden Sökmen'e vermiş ve 1100 yılından itibaren tarihte Sökmenler veya Ahlatşahlar adıyla anılacak bir beylik Erciş'inde içinde bulunduğu geniş bir alanda kurulmuştur. Uzun bir süre Ahlatşahlar elinde bulunan Erciş bu dönemde önemini artırır. Şehir, gerek coğrafi konumundan, gerekse ününden dolayı sürekli akınlara maruz kalır. Bu akınlar sırasında Erciş, tamamen yakılıp yıkılır. 1208 de bu saldırılardan birisi olan Gürcü saldırısı gerçekleşir ve şehir yağmalanarak halk kılıçtan geçirilir. 

          Daha sonra İlhanlılar ve Celayırlıların hâkimiyetine giren Erciş, özellikle İlhanlıların hâkimiyeti sırasında büyük ün kazanmıştır. Ayrıca Tebriz'den Erzurum'a giden ticaret yolunun buradan geçmesi, şehrin isminin yayılması ve şehrin gelişmesine neden olur. 
Erciş asıl önemine XIV. Yüzyılda Karakoyunlularla (1365-1469) kavuşur. Erciş merkez olmak üzere kurulan devletin kurucusu Bayram Hoca'dır. 

          Koyunlular (1351–1469); İlhanlılar (İran Moğolları)'ın yıkılmasından sonra Türkmen boy ve oymaklarının bir araya gelerek teşkil ettikleri siyasî birliğin ve bunların XIV. yüzyılın ikinci yarısında Doğu Anadolu ve Azerbaycan'da kurdukları devletin adıdır, Karakoyunlular'ın Moğol istilâsı ve İlhanlılar devrinden önceki durumları hakkında hiçbir bilgi mevcut değildir. Kaynakların rivayetinden, Koyunlular devletini teşkil eden boy ve oymakların Moğol istilâsı (1220–1221 ve takip eden yıllar) neticesinde Türkistan'dan İran'a ve sonra Doğu Anadolu'ya geldikleri, Musul-Van Gölü çevresi ile Erzurum bölgelerinde geleneksel yaylak-kışlak hayatlarına devam ettikleri anlaşılmaktadır. 

          Karakoyunlu Türkmenleri Reisi Bayram Hoca, İlhanlı Devleti'nin yıkılmasından (1336) sonra Azerbaycan ve Doğu Anadolu'daki siyasî otorite boşluğundan faydalanarak faaliyetlerini artırır.(778/1376). Musul'dan başka, Sürmeli-Çukuru (bugünkü Iğdır vilâyeti arazisi) ve Nahçıvan havalisini ele geçirir. Erzurum, Avnik, Hasan-Kalesi de, Sutaylılar'ın ortadan kalkması ve Erzurum'a kadar hâkim bulunan Orta Anadolu Beyliği Eratnalılar'ın zayıf düşmesi üzerine, buraları da hâkimiyeti altına alır. Bütün bu gelişmeler yaşanırken Karakoyunluların merkezi Erciş'tir.

          Bayram Hoca'nın ölümü (1380) üzerine yeğeni Kara Mehmet, Beyliğin başına geçer. XIV. yüzyılın son çeyreğinde Doğu Anadolu, Azerbaycan ve Kuzey Irak'a hâkim olan Karakoyunlular, 789/1387 yılında Timur tehdidi ile karşılaşırlar. Kara Mehmed'in ölümüyle yerine oğlu Kara Yusuf geçer (1389–1420). Batı İran'ı zapt etmiş olan Timur, Doğu Anadolu'nun istilâsına hazırlanır. Karabağ'dan hareket ederek Doğu Anadolu'ya girer. Sonra Muş ovasına gelen Timur, buradaki Türkmen obalarını yağmalar. Oradan Erciş ve Malazgirt'e girer. Timur'un bölgeden çekilmesiyle Karakoyunlu Beyi Kara Yusuf, atalarının yurdu olan Van Gölü çevresine dönerek, Erciş'i tekrar geri alır. Bunu öğrenen Van hâkimi İzzeddin Şir, bölgedeki Timurlu askerlerinin bir kısmıyla beraber Kara Yusuf üzerine yürür. Giriştiği küçük çaplı bir çarpışmada başarılı olamaz ve barış yapılır. Kara Yusuf, Karakoyunlular üzerine sefere çıkan Timurlu hükümdarı Şahruh'la savaşa hazırlandığı sırada Tebriz'in güney doğusundaki Saidabad'da hastalanarak ölür (7 Zilkade 823/13 Kasım 1420). Kara Yusuf'un naaşı, iki gün sonra Erciş'e götürülerek, ata ve dedesinin mezarları yanına gömülür. Ancak, bugün türbesinin yeri dahi bilinmemektedir. Kara Yusuf'un ölümünden sonra Karakoyunlu Beyliğinin başına oğullarından İskender geçer. Karakoyunluların yeni hükümdarı İskender Bey (1420–1438), Akkoyunlu beyi Kara Yülük Osman'ı Kuzey Suriye'de Sincar yakınlarında mağlup eder. Timurlu hükümdarı Şahruh, tekrar bu bölgeye gelerek Van Gölü çevresindeki Ahlat, Adilcevaz ve Erciş kalelerini birer birer teslim alır. İskender Bey'in ölümü (1438) üzerine, Karakoyunlu hükümdarlığını kardeşi Cihan-Şah ele geçirir. Otuz yıla yakın bir süre hükümdarlık yapan Cihan-Şah zamanı (1438–1467), Karakoyunlular'ın en geniş, en güçlü devridir. Cihan-Şah zamanında, Akkoyunlu Beyi Uzun Hasan ve kuvvetleri iki defa Ahlat, Adilcevaz ve Erciş'i basıp yağmalamışlardır. 

          Akkoyunlular'ın büyüyüp kuvvetlenmeleri ve Uzun Hasan'ın düşmanca davranışları karşısında Cihan-Şah; onlar üzerine sefere hazırlanır. Uzun Hasan, gece vakti düzenlediği âni bir baskınla Cihan-Şah'ı öldürür (11 Kasım 1467-69). Cihan-Şah'ın yerine, oğullarından Hasan Ali, Karakoyunlu tahtına geçer. Ancak Akkoyunlular karşısında tutunamaz ve bir yıl kadar sonra bir çarpışmada öldürülür. (1468). Böylece Karakoyunlular Devleti yıkılır ve bütün toprakları Akkoyunluların hâkimiyetine geçer. Bu münasebetle Van Gölü çevresi de Akkoyunlu ülkesine katılmış olur ve Erciş'in başkentliği sona erer. (1468–1469) 

          Bütün Doğu Anadolu, Irak, Azerbaycan ve İran'a hâkim olan Karakoyunlulardan günümüze çok az tarihî eser kalabilmiştir. 

          Van Gölü'nün kuzeyinde yer alan Erciş, Karakoyunluların merkezi idi. Erciş'in merkez olma süresi beyliğin dağılmasına kadar devam eder. (1365-1469) Bu da yaklaşık olarak 100 yıl gibi bir süredir. Ancak bugün Erciş'te iki kümbetten başka Karakoyunlulara ait herhangi bir eser görülmemektedir. Menşei Urartulara kadar giden Erciş kalesi, Karakoyunlular tarafından da kullanılmıştır. Kale, 1841 yılında meydana gelen depremden sonra yükselen Van Gölü sularının altında kalmıştır . Bölgedeki şehir ve kalelere hâkim olan Karakoyunlular, buraların surlarını tamir ve tahkim ederek kullanmışlardır. Fakat buralarda Karakoyunlu hâkimiyeti ve kullanımıyla ilgili kitabelere ve diğer yazılı bilgilere sahip değiliz. Sadece Erciş civarında bulunan iki kümbetin Karakoyunlulara ait olduğu kesinleşmiştir.

          Eski Erciş'i anlatan Evliya Çelebi, "Evvelâ mâtakaddem Yûsuf Şâh câmi'in Süleymân Şâh imâr edüp Süleymân Hân câmi'i derler" ifadesiyle, burada Karakoyunlu hükümdarı Kara Yusuf tarafından inşa ettirilen ve Osmanlı hâkimiyetine kadar ayakta kalıp Kanunî Sultan Süleyman tarafından tamir ettirilen bir camiin varlığından bahsetmektedir. Söz konusu camii bu gün Kale ile birlikte Van Gölü suları altında kalmıştır.

          Bir müddet Akkoyunlu hâkimiyetin de kalan Erciş, daha sonra 1503 de Şah İsmail'in Akkoyunlu devletini yıkması ile bu defa da Sefavilerin eline geçer.

          1514 Çaldıran Zaferi ile Osmanlı Hâkimiyetine giren bölge, Osmanlıların geri çekilmesi ile tekrar Sefavilerin eline geçer. 1534 de Kanunu Sultan Süleyman'ın Irakeyn Seferi ile tekrar Osmanlı toprağına katılır. Bu sefer esnasında Kanunu Sultan Süleyman'ın Eylül 1534 de Erciş Kalesine gelerek bir müddet kaldığı ve kaleyi onardığı bilgiler arasındadır.

          1632'de Van, Erciş, Adilcevaz ve Muş'un Osmanlı Ümerası tarafından yönetildiği bilinmektedir. Daha sonra 1653 de Van Beylerbeyliğine bağlı Erciş sancak konumuna getirilir. 1840 daki deprem ve 1841 de göl sularının yükselmesi ile halk kaleyi terk eder. Erciş; Örene, Çelebibağı, Kasımbağı, Gölağzı ve Yukarı Çınarlı gibi yerleşim yerlerine taşınarak burada yeni yerleşim birimi oluşturulur. 1899 tarihli Van Vilayet salnamesinde "Erciş'te 500 hane çok sayıda iş yeri, iki han, iki camii bir ortaokul ve hükümet konağı yer almaktadır" ibaresi geçmektedir. Osmanlı devletinde 1864'de Meslis-i Vala'dan çıkarılan Vilayet nizamnâmesi taşra örgütlenmesini yeni baştan düzenlemiştir. Bu gelişmeler ışığında Erciş 1910 yılında kaza ( ilçe) olmuştur.

          1914 de I. Dünya savaşının başlamasından sonra, 1915 tarihinde Ermenilerin yardımı ile Erciş ve çevresi Ruslar tarafından işgal edilir. Rusların işgali sırasında Ermenilerin yerli halka karşı isyanı başlar ve bu isyan kısa sürede çevreye yayılır. İsyan karşısında zamanın kolluk kuvvetleri yetersiz kalarak halkın güvenliğini sağlayamaz. Bu durum karşısında halk bölgeden göç etmeye başlar. Ancak göç oldukça zordur. Yoksul ve hasta olan halkın bir kısmı yolda ölür. Bir kısmı da yollarda Ermeni çeteleri tarafından öldürülür. Göç edemeyen halk (bu göç edemeyenlerin büyük bir kısmı hasta ve yaşlılardır) da yıllardır birlikte yaşadıkları ekmeklerini paylaştıkları Ermeniler tarafından katliama maruz kalır. Halkın evleri iş yerleri yağmalanır, insanlar bir araya toplanıp yakılır, bazen köprüden atılır, hamile bayanların karnı delinir ve vahşi bir şekilde katledilir.

          Bunu en iyi şekilde 17.06.1988 yılında Erçiş-Cavuşoğlu Samanlığında yapılan kazıda bulunan katledilen Türklere ait iskeletler açıklamaktadır. Bölgede incelemeler yapmış olan Prof Dr. Metin Özbek olayı şöyle anlatmaktadır: "Çavuşoğlu Samanlığı denilen mevkide bir evin temel hafriyatı yapılırken büyük bir tesadüf eseri bulunan insan iskeletlerini antropolojik açıdan incelemek üzere teslim alıp, Hacettepe Üniversitesi'ndeki laboratuarımıza götürdüm. İncelemeye aldığım iskelet kalıntılarında baş ve gövde kemikleri arasında eşleştirmeye gitmek mümkün olmadı. Bu nedenle birey sayısını sadece kafataslarına göre yaptık ve her kafatasına ayrı bir numara verdik. Daha doğrusu her bireyin ayrı bir antropolojik kimliği oldu. Buluntular arasında 5 kadın ve 4 erkek tespit ettik. Yaş ve cinslerini belirttiğimiz bu iskeletlerin asıl ilginç olan ortak bir yönleri vardı. O da hepsinin kafataslarında kesici aletlerin bıraktığı darbe izlerinin bulunmasıdır. Daha açıkçası işkence ile öldürülmüş olmalarıdır. Kafataslarında bu kadar çok kesme izine rastlanmıştır. Bir erişkinin sol humerus'unda gövde ortasında ve dış tarafta 3 kesme izi vardır. Kemik yanma izi göstermektedir. Bir kadına ait sağ tibia kemiğinde gövde üzerinde ön yüzde derin bir kesme izi yer almaktadır. Bir erkeğe ait sağ tibia'da alt kısma yakın yerde iç tarafta yine oldukça derin bir kesme izi saptadık. Çavuşoğlu Samanlığı'nda (Erciş ilçesi) tesadüfen ortaya çıkan ve üzerinde ayrıntılı antropolojik inceleme yaptığımız iskeletlerin Türklere ait olduğu ve çoğunluğu genç olan insanların bir kısmının yakılmış, bir kısmının da işkenceyle öldürülmüş olduğunu tespit ettik." Bu iskeletler şuan Van Arkeoloji Müzesinde teşhir edilmektedir.

          1917 de Rusya'nın I. Dünya Savaşından çekilmesiyle birlikte silahlarının bir kısmını Ermenilere bırakır. Ermeniler de katliamlarına devam ederler. Katliamların zirveye çıktığı noktada silahlı kuvvetlerimiz doğu illerini düşman işgalinden kurtarmak için harekete geçer. Ali İhsan Paşa komutasındaki 4. Kolordu birlikleri 1 Nisan 1918'de Erciş, Ermeni işgalinden kurtarılır . İlçede sayıca az kalan perişan haldeki Ercişlilerin yaraları sarılır ve göç edenler de yavaş yavaş memleketlerine dönerler. 29 Ekim 1923'te Cumhuriyetin ilen edilmesiyle derin bir nefes alan Erciş'te imar faaliyetlerine başlanır. 1923 de Belediye kurulur. Eğitim sorunlarını çözmek için 1925 de bu günkü Atatürk İlköğretim Okulunun Tarihi binası Atatürk İlkokulu olarak açılır.

          Bu gün ise Erciş; sevginin, barışın ve kardeşliğin egemen olduğu, tarihi dokusuyla modern kent özelliklerinin bir arada yaşandığı, bölgenin tarım, ticaret, eğitim ve sağlık merkezi konumunda olan nüfusuyla da bölgenin en büyük ilçesi olma özelliğine sahiptir.

http://www.turklider.org/TR/EditModule.aspx?tabid=1038&mid=8373&ItemID=3265&ItemIndex=82


.

HASSAS BİR DURUM DEĞERLENDİRMESİ,



HASSAS  BİR  DURUM DEĞERLENDİRMESİ,



DİKKAT! DİKKAT!
bayrak_2.jpg
Değerli Dostlarım, aşağıda belirttiğim muhtemel sosyal tehlikeler benim şahsi endişelerimden müteşekkildir. Bunları yazmakla belki de karamsar olduğumu yorumlayabilirsiniz, belki de başka bir sıfatlandırmaya tabi tutabilirsiniz… Muhtemel benzetmelerin hiç birinden rahatsız olmayacağım. Ancak bu yazdığım korkuları ve endişelerimi ifade etmezsem, Türk duruşumdan şüphe edeceğim.
Uzun bir zamandan beri vatanımızın, devletimizin ve milletimizin üzerinde bazı güçler tarafından sistemli olarak uygulanan ve uygulanmaya çalışılan projeler mevcuttur. 

Bu projelerin tek amacı BÖLMEK ve YIKMAK! Bunların neler olduğunu gayet iyi bilmektesiniz…

Ancak bu güçleri; her türlü tezgaha rağmen halkımızın milli reflekslerinin kaybolmaması rahatsız etmektedir. Şimdi yeni plan ise ;

1-      Etnik yapı yani ırki söylemlerin sesli bir şekilde söyletilmesi. Bununla etki-tepkiyi doğurtmak. Çatışma ortamı yaratmak. Sosyal barışı yok etmek.
Hırant Dink’in cenazesinde “Hepimiz Ermeniyiz” diye bağırmalar bir provokasyon olduğu gibi. 
2-      Milliyetçilerin aynı çatı altında birleşmelerini engellemek. Kavgalı duruma getirtmek.
Nefsi ve benlik kavgalarının körüklenerek, kardeşin kardeşe düşman olması. Aynı safta olmalarını engellemek. Duruşu kırmak.
3-      Osmanlı Devletindeki eyalet sisteminin doğruluğunu savundurmak. T.C. Devletinin üniter yapısını  yıkmak.
4-      Dinler arası diyalog gereği, “Ilımlı İslam” sıcaklığında bir halifelik makamını ihdas ettirmek.
        
Milli şuurunun farkında  olan tüm vatandaşlarımız, bu günlerde çok temkinli ve itidalli olmak mecburiyetindedir. Hoşgörü ve tevazu içinde akılla meseleleri yorumlamalı, fevri davranışlarda bulunulmamalı.

ALLAH (C.C.); VATANIMIZI, DEVLETİMİZİ VE MİLLETİMİZİ
HER TÜRLÜ KÖTÜLÜKLERDEN KORUSUN…
Yılmaz KARAHAN


 http://www.yenidenergenekon.com/dikkat/#sthash.rBLwi1RG.dpuf

.